Üşenmeyin bir kaç dakikanızı ayırın lütfen. Sonumuz böyle mi olsun? HAYIR!
Eğitimsiz ve mesleksiz yığınların çoğunluğu oluşturduğu toplumların hemen hepsinin hikayesi aynı: Demokrasi kültürü cılız, kapsayıcı kurumsal yapısı zayıf…
Zayıf demokratik kurumlardan, adil olmayan düzenden ve yoz siyasetçilerden bıkan yığınlar, sorunlarının çözümünü karizmatik ama aynı zamanda pragmatik bir liderde arıyor. Karizmatik liderin öncülüğünde yönetici seçkinlerin aslan payını aldığı, çoğunluğun ise damlayanlarla yetindiği, üretmeye değil kamu kaynaklarını yeniden paylaşmaya dayanan bir düzen kuruluyor.
Genellikle başına “yeni†sıfatı eklenen bu düzen kaynak akışı sürdüğü sürece sorunsuz yürüyor. Parlamento, yargı gibi denetleyici kurumların işleri geciktirdiği, halkın kazanmasının karşısında olduğu propagandasının geniş kitlelerce de onaylandığı bu düzende, iktidar, gücün sağladığı imkan ve dokunulmazlığı pekiştirmek için demokratik kurumları yavaş yavaş buduyor. Zamanla lideri eleştirmenin ve muhalefetin halk düşmanlığı olarak kabul gördüğü baskıcı bir ortam yerleştiriliyor…
Türkiye’nin hikayesi de çok farklı değil. Bu hikayenin hüzünlü bir hikayeye mi, yoksa umutlu bir hikayeye mi dönüşeceğine karar vermek için şimdi bir referandum sandığı kondu önümüze. Aslında çoktan plebisiter bir oylamaya dönüşen bu Anayasa oylamasında barış, adalet, demokrasi talep eden insanları terörist, hain ilan edenlere, akıllarının önünde seyreden dizginlenemeyen hırslarıyla halkın başına sardıkları belaların hesabını vermemek için sorumluluğu dış güçlere yükleyen komplocu zihniyete 16 Nisan günü “HAYIR†demezsek çocuklarımızın yüzüne bakamayacağımız günler çok uzak değil.
Tıpkı bugün büyük bir endişe ve hüzünle izlenen, Birleşmiş Milletler’in açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle insani yardım çağrısı yaptığı Venezuela’da olduğu gibi…
23 eyalete dayalı federal bir devlet olan Venezuela, 1958 yılından beri demokratik seçimlerle işbaşına gelen hükümetlerce yönetilmiştir. Demokrasi yolculuğu bize benzeyen Venezuela’da da askeri darbe girişimleri eksik olmamış, yolsuzluk; adaletsizlik ve yoksulluk Venezuelalıları hayatından bezdirmişti.
Venezuelalıların hazin yolculuğu sol popülizmin işbaşına geldiği 1998 yılında başladı:
Sisteme ve mevcut siyasi partilere güvenini kaybeden Venezuela halkı 1998 seçimlerinde “petrolün parasını halka yedireceğim, bir avuç zengine değil†diyen asker kökenli Chavez’i yüzde 56 oyla başkan seçtiğinde bu, tüm dünyada yeni bir ses, bir devrim olarak alkışlandı. Tıpkı 2002’de iktidara gelen AK Parti’nin söylemlerinin, programının ve politikalarının, Müslümanların da demokrasiye, evrensel hukuk standartlarına ve değerlere eklemlenebileceğinin örneği olarak sunulduğu gibi, Venezuela da yoksulluğu yok edecek eşitlikçi bir model olarak sunuldu dünyaya…Çünkü dünyanın en büyük petrol rezervine sahip 30 milyon nüfuslu bir ülke olan Venezuela’da halk yoksulluktan kırılıyordu.
Chavez, iktidarının ilk yıllarında vaatlerine sadık kalmaya çalıştı. Farklı siyasi kesimlerle de uzlaşarak ülkede bir bahar havası estirdi. Yabancı yatırımcıları ülkesine yatırıma davet ederek büyük bir kalkınma hamlesine başladı. Yollar, hastaneler, okullar, spor kompleksleri, konutlar, alışveriş merkezleri…ülkenin her yerinde müthiş bir inşaat faaliyeti başladı. Dünyada 100 doların üzerinde seyreden ham petrol fiyatları Chavez ve Venezuelalılara bu kaynağın asla tükenmeyeceğini düşündürdü. Ama işler bekledikleri gibi gelişmedi. Petrol fiyatları düşmeye, muhalefet de hesapsız kitapsız harcamaların hesabını sormaya başladı.
Popülaritesi sorgulanmaya başlayan Chavez, tıpkı bizde olduğu gibi, parlamento denetimine ve yargıya savaş açtı. Parlamentoyu ve yargıyı, iktidarını tehdit eden ve işleri engelleyerek halkın refahını istemeyen güçler olarak şeytanlaştıran Chavez’in önceliği artık kendi iktidarını muhkem kılmaktı. Anayasa değişiklikleri ve referandumlarla aşama aşama kurduğu tek adam rejimini halkın da desteğiyle pekiştirdi ve yüksek yargıyı bütünüyle denetimi altına alarak, 2004 yılında kuvvetler ayrılığını fiilen ortadan kaldırdı. Chavez’in hoşlanmadığı kararları alan yargıçlar ya görevlerinden uzaklaştırıldı ya da tutuklandı. Bu arada medya operasyonları devreye girdi. Muhalif sesleri kısmak için Chavez ve Hükümet üyelerini eleştirmek “kriminal suç†kapsamına alındı. Medya ağır baskılarla tasfiye edildi. Gazeteler, televizyonlar el değiştirdi ve Chavez ülkenin tek hakimi oldu.
Yargıyı kontrolü altına alan Chavez, Parlamento’nun bütçe üzerindeki denetiminden kurtulmak için, başta petrol gelirleri olmak üzere ülkenin ekonomik varlıklarını bir “varlık fonuâ€na aktardı. Ulusal Kalkınma Fonu adı verdiği bu fon aracılığıyla tek imzayla harcama yetkisine sahip oldu. Ülkenin her yanında yoğun inşaat faaliyetleri başladı. Ancak üretimi artıracak yatırımlar ihmal edildiği için işsizlere istihdam alanları yaratılamadı. Popülaritesinin azaldığını gören Chavez, bu fondan halka doğrudan gıda paketleri, bedava benzin ve para dağıtmaya başladı. Ne var ki, dünyada petrol fiyatları düşmeye ve Fon’un kaynakları da tükenmeye başlamıştı. Birçok inşaat yarım kaldı. İşsizlik ve yoksulluk yeniden tırmanmaya başladı.
Bu arada her hafta televizyonlarda talk-show yapan Chavez hastalandı. Yerine halefi olarak seçtiği yardımcısı ve Dışişleri Bakanı eski sendikacı Maduro geçti. Chavez’in ölümünden sonra, yüzde 50.6 oyla 2013’te başkan seçilen Maduro döneminde ekonomik ve siyasi kriz doruğa çıktı. Petrol fiyatları düştükçe temel ihtiyaç mallarında kıtlık başladı. Enflasyon diye bir olguyu kabul etmeyen Maduro yönetimi, krizi aşmak için bir yandan bol para basarken, diğer yandan fiyatlara narh uygulamasına gitti. Hem enflasyonu, hem de karaborsayı patlattı. Temel gıda mallarında yaşanan kıtlığın nedenlerinin araştırılması için kurulan komisyonun “kıtlığın nedeni halkın çok yemesi†sonucuna ulaşması ise ancak absürd komedi malzemesi olabilirdi ama ne yazık ki gerçekti. Maduro’nun , “uyuşturucu baronu†olarak bilinen Aragua Eyaleti’nin Valisi’ni halefi olarak seçmesi ise devletin bir organize bir suç çetesine dönüşmesinin yolunu açtı.
Bugün Venezuela’da enflasyon yüzde 800’leri aştı. Uzmanlar yıl sonu enflasyonun yüzde 1600 olacağı tahminlerini yapıyor. Tüm temel gıda ürünleri ve benzin karaborsada. Günde 18 saat elektrik yok. İçme suyu çok sınırlı verilebildiği için kolera salgını başladı. Adi suçlar tavan yaptı, sokaklar irili ufaklı çetelerin işgali altında ve ülke acil kredi arayışında. Sadece, Çin, uzun vadeli petrol imtiyazları verildiği takdirde yeni kredi verebileceğini belirtiyor. Maduro, dış güçlerin kendisini ve Hükümetini devirmek istediğini, bu nedenle kredi musluklarını kapatarak ekonomik krizi tırmandırdığını iddia ediyor.
Venezuelalılar nasıl bir felaketle karşı karşıya olduklarını anladıklarında ne yazık ki çok geç kalmışlardı. Her ne kadar 2015 seçimlerinde parlamento çoğunluğunun üçte ikisini muhalefet partileri kazandıysa da, mevcut parlamento alelacele Yüksek Mahkemenin görev süresi bitmeye az kalmış 12 üyesinin yerine yenilerini seçerek, yeni meclisin denetleme ve yasa yapma yetkisini elinden aldı. Meclisin devlet başkanlığı seçimi için aldığı referandum kararı da Başkan Maduro’nun kontrolündeki Yüksek Seçim Kurulu tarafından iptal edildi. Yüksek mahkeme bir adım daha ileri giderek parlamentonun yetkilerini feshettiğini ve kendi üzerine aldığını açıkladı, ancak yoğun protestolar karşısında bu kararından geri adım attı.
Muhalif belediye başkanlarının yarısı vatana ihanet suçuyla yargılanıyor. Venezuela Yüksek Mahkemesi milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırarak, muhalif milletvekillerinin, özel mahkemelerde vatana ihanetle yargılanmasının yolunu açtı. Ülkede muhalefet başkanı başta olmak üzere muhaliflerin çoğu hapsedildi. En sıradan eleştiri ve en masum protesto bile artık devlete komplo’ ya da ‘darbe girişimi’, yaftasıyla damgalanıyor ve polis ve yargı şiddetine maruz kalıyor. Hapishaneler siyasi mahkumlarla ağzına kadar dolu.
1998 yılında Chavez’le başlayan bu popülist rüyadan büyük bir yoksulluk ve acıya uyanan Venezuela bugün ölümün eşiğinde…Dünyanın en büyük petrol rezervleri de onu kurtaramıyor. Halk açlık ve salgın hastalıkların pençesinde kıvranır, sokaklar kan gölüne dönerken, Başkan Maduro ve çevresindeki bir grup yandaşı, hala iktidarlarını sonsuza dek güçlendirmenin hesabını yapıyorlar. Siyasi gerginlik had safhada. Nefret ve öfke dili siyasete egemen. Hukuk, adaletin aracı değil, Başkan Maduro’nun gücünün bir aracı.
Bizim, hala bu hikayenin Venezuela gibi hüzünlü bir sonla bitmemesi için 16 Nisan’da sandığa gitmek ve “hayır†demek gibi bir seçeneğimiz var.
Nesrin NAS
http://ortaksoz.com/2017/04/10/olmas...rin-nas-yazdi/
Yer İmleri