PDA

View Full Version : 2007"MEVLANA YILI"Mevlana hakkında her şey



mutlu
18-01-2007, 13:15
2007 yılı “Dünya Mevlâna Yılı."..



UNESCO, 2007'yi "Dünya Mevlana yılı" ilan etti. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi doğumunun 800. yılı nedeniyle 2007 yılında üye ülkelerde anılacak. Kültür ve Turizm Bakanlığının Mevlana'nın doğumunun 800. yılı nedeniyle 2007'nin ''Dünya Mevlana Yılı'' olması konusundaki önerisini değerlendiren UNESCO, ''Mevlana'nın 2007 yılında tüm üye ülkelerde anılması” yolunda karar aldı.


gönüller sultanı'nın HAYATI, ESERLERİ, SÖZLERİ, ŞİİRLERİ ...
hakkında bildiklerimizi paylaşalım.

mutlu
18-01-2007, 13:17
MEN BENDE-İ KUR'ANEM EGER CAN DAREM
MEN HÂK-İ REH-İ MUHAMMED MUHTAREM
EGER NAKL KUNED CÜZ İN KES EZ GÜFTAREM
BİZAREM EZ U VEZ AN SUHEN BİZAREM

Bu canım var oldukça ben Kur'an'a tutsağım
Muhammed Mustafa'nın yolundaki toprağım
Benden başkaca bir söz nakledenler olursa
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım.

tekniker
18-01-2007, 13:25
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız.
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.
Güneş olmak ve altın sarı ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların alnına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim...

BEYAZIT
18-01-2007, 13:28
Cok faydalı bir topik başarılarınızın devamını dilerim

mutlu
18-01-2007, 13:29
HUZÛR-I PÎR - (MEVLANA'NIN TÜRBESİ)

Türbe salonuna Sokullu Mehmed Pasa'nin oglu Hasan Pasa'nin 1599 yilinda yaptirdigi gümüs kapidan girilir. Burada bulunan iki vitrin içerisinde Mevlâna'nin meshur eserlerinden Mesnevî'nin ve Dîvân-i Kebîr'in en eski nüshalari sergilenmektedir. Türbe salonunu 3 küçük kubbe örter. Üçüncü kubbeye post kubbesi de denilir ve yesil kubbeye kuzey yönünden bitisiktir.
Türbe salonu doguda, güneyde ve kuzeyde yüksekçe bir set ile çevrilir. Kuzeyde iki parça halinde yer alan yüksek setlerde 6 Horasan Erinin Sandukalari yer almaktadir. Horasan Erleri'nin hemen ayak ucunda ise Ilhanli Hükümdari Ebû Said Bahadir Han için yapilmis "Nisan Tasi" sergilenmektedir.

Yine burada yer alan iki levha, Mevlâna'nin felsefesini ve düsünce sistemini açiklamasi açisindan mühimdir.



1. Levha Türkçedir ve şöyledir;

"Ya oldugun gibi görün
Ya göründügün gibi ol"

Hz. Mevlâna




2. Levha ise Mevlâna'nin farsça bir rubâî'sidir.
orijinal metni (farsça) aşağıdaki gibi olan rubai şöyle:



baazay baazay her ançe hesti baazay
ger kafir o botperesti baazay
in dergeh-i ma dergeh-i novmidi nist
sad bar eger tovbe şikesti baz ay



aslı farisî olan bu rubainin türkçesi şöyledir:

"Gel, Gel, ne olursan ol gel
Ister kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol gel
Bizim dergâhimiz ümitsizlik dergâhi degildir
Yüz kerre tövbeni bozmus olsan da yine gel"



İngilizcesi:

Come, Come again !
Whatever you are...
Whether you are infidel,
idolater or fireworshipper.
Whether you have broken your vows
of repentance a hundred times
This is not the gate of despair,
This is the gate of hope.
Come, come again...

Mevlana Jelaluddin RUMI


zamanın horasan farsçasında "yine gel"in deyimsel bir kalıp olduğu ve "pişman ol" anlamına geldiği söylenir. yani:

kafir de olsan, mecusi de olsan, puta tapan da olsan, pişman ol*.
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da pişman ol

mutlu
18-01-2007, 13:32
Cok faydalı bir topik başarılarınızın devamını dilerim

estağfurullah.
inşallah amacına ulaşır.

paylaşımlarınızı bekleriz.

tekniker
18-01-2007, 13:49
Bir katre olma,kendini deniz haline getir.
Madem ki denizi özlüyorsun,katreliği yok et gitsin.
Beri gel,beri!

katre:damla

tekniker
22-01-2007, 17:17
Şöhret afettir;şöhret peşinde koşmak,iyi tanınmak için uğraşmak,insanlığa yakışmaz.Eğer sen hakikatı,aşk incisini arıyorsan,görünüşten kurtulman denize dalman,derinliklere inmen gerek!Yoksa şöhret,gösteriş,deniz kıyısına düşen köpüktür.

ANaTHeMa
22-01-2007, 19:17
"Gel, gel, gel! Ne olursan ol yine gel! "

"Suyun susuzu kandırması gibi, doğru söz de kalbe temizlik getirir. "

"Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır. "

"İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur. "

Hz.Mevlana

mutlu
23-01-2007, 10:49
Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür. Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insanın malı olmayan ilim yükten ibarettir.

mutlu
23-01-2007, 10:50
Sevgiden acılıklar tatlılaşır. Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı-duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Bu sevgide bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki? Noksan bilgi nereden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir. Noksan bilgi sahibi, cansız bir şeyde dilediği şeyin rengini görünce adeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.

mutlu
23-01-2007, 10:51
Gönül aynası saf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt edebilsin.

mutlu
23-01-2007, 10:51
Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler gönül tuzağının taneleridir. Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını alamaz. Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.

mutlu
23-01-2007, 10:52
Doğruluk, her duygunun uyanıklığıdır; bu sûretle duy-gulara zevk, munis olur.

mutlu
23-01-2007, 10:53
Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olma-dıkça müflisliğini bilmez. Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül, dildarın cevrini çek. Dildar kimdir? İyice bil. Dildar ehl-i dildir. Çünkü elh-i dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, âlemde eğleşmemektedir. Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına.

mutlu
23-01-2007, 10:53
Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de! Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır. Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar. "Lâ kılıcı", Allah'tan başka ne varsa hepsini keser, silip süpürür. Bir bak hele "Lâ"dan sonra ne kalır? "İlla Allah; kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin, ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk!"

mutlu
23-01-2007, 10:53
Ruh bağışlayan güzelden ruhunu esirgeme. O, seni kır atın üstüne bindirir.
Taçlar veren o başı yücelerden başını çekme. O gönlünün ayağındaki yüzlerce düğümü çözer.
Fakat kime söyleyeyim?Bütün köy içinde nerede bir diri? Âbıhayatın bulunduğu tarafa doğru koşan kim?
Sen bir horluk görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan ne biliyorsun ki?
Aşkın yüzlerce nazı, edası, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.
Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.
İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine sağlamlaşmasına çalışmak gerek.

mutlu
23-01-2007, 15:02
Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, dilerse on batmanlık gürz.

mutlu
23-01-2007, 15:02
Dosta dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet: içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer. Dostluk nişanesi beladan, afetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir? Dost altın gibidir. Bela da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir.

mutlu
23-01-2007, 15:03
İyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın! Dostluk son demdedir.

mutlu
23-01-2007, 15:03
Ticarette kamil değilsen yalnız başına dükkan açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir!
"Susun, dinleyin!" emrini işit, sükût et. Madem ki Hak dili olamadın, kulak kesil.
Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş!
Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de "itiyat" yüzündendir.
Kötü huy, adet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerle-şir .. seni, ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.
Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın.

mutlu
23-01-2007, 15:04
MEVLANA'DAN HİKAYELER

Akreple Kurbağa
________________________________________

Bir gün kara bir akrep yolculuğa çıkmıştı
Yolu epey uzundu, yorgundu, acıkmıştı.
Bir dereye rastladı; uzun, geniş bir dere
Bir yerlerden geliyor, gidiyor başka yere.
Karşıya geçmek için uygun bir geçit gerek
Aradı, bulamadı; boydan boya gezerek.
Şöyle büyük bir ağaç olsa dalları uzun
Çıkar, yürür, geçerdi; varsın yorucu olsun.
Ama yoktu ne yazık ne geçit, ne de köprü.
Derken derede yüzen birkaç kurbağa gördü.
Seslendi : "Arkadaşlar ! bakar mısınız lütfen ?"
Dönüp onu görünce suya daldılar hemen.
"Korkmayın, hiç bir zarar vermem hiçbirinize,
Ne olur, bir dinleyin, diyeceğim var size."
O böyle yalvarınca içlerinden genç biri
Kafasını çıkardı, gözleri iri iri:
"Akrep kardeş buyurun, diyeceğiniz nedir ?
Yalnız çabuk söyleyin, işimiz aceledir."
"Ne olursun kurbağa, çok zor bir durumdayım,
İnan ki haftalardır bu uzun yolumdayım.
Çok acele işim var, koşup ulaşmam gerek,
Beni bekleyenlerle hemen buluşmam gerek.
Beni sırtına al da karşıya geçiriver,
Bu yorulmuş yolcuya bir iyilik ediver."
"Ama Sayın Bay Akrep, çok korkarız biz sizden;
Çıkıverirse sonra bir kaza iğnenizden ? "
"Hiç olurmu a canım, ben öyle beter miyim ?
Bana yardım edene kötülük eder miyim ?
Hem sonra öyle bir şey yapacak olsam bile
Gitmez miyim seninle ben de suyun dibine ?"
Böyle tatlı sözlerle kurbağayı kandırdı,
Güvende olduğuna iyice inandırdı.
Yüze yüze gelince suyun derin yerine
Kurbağanın ensesi takıldı gözlerine:
Öyle parlak ve semiz, öyle iştah açıcı,
Böyle av bulunur mu, bu kadar kışkırtıcı ?
Sonunda duramadı, yaptı yapacağını
İğnesiyle felç etti kolunu bacağını.
"Ne yaptın akrep kardeş ? Hem kalleş hem döneksin,
Ama sen de benimle birlikte öleceksin."
"Ne yapayım kurbağa, kötüler hep aldatır;
Hem sen işitmedin mi ? «Huy canın altındadır»".
Sen de canım Oğuzhan, sakın kötüye kanma;
Huyu kötü olanın sözlerinde aldanma

mutlu
23-01-2007, 15:04
Aslanla Tavşan
________________________________________

Bir ormanda yaşayan birkaç küçük hayvanın
Huzurları kaçmıştı korkusundan aslanın.
Birden pusudan çıkar, birisini kapardı;
Bu yüzden hepsinin de ondan ödü kopardı.
Bir çâre düşündüler ve ona dediler ki :
"Biz seni doyururuz, sen kabul et yeter ki;
Her gün birimiz gelir oluruz sana kurban,
Yeter ki sen avlama bizi çıkıp pusudan.
Bu korkuyla yaşamak bize çok zor geliyor,
Kovuklara sinmekten yağlarımız eriyor."
Aslan kabul edince anlaşmaya varıldı,
Topluluk yavaş yavaş evlerine dağıldı.
Her gün sabah toplanıp kur'a çekiliyordu,
Kur'ada ismi çıkan aslana gidiyordu.
Sonunda bir gün sıra küçük tavşana geldi,
Ama zulme isyanı tavşancık görev bildi.
"Böyle devam edemez bu iş !" diye bağırdı.
Ama böyle cesaret çoğu için ağırdı.
"Şaşırdın mı ? " dediler, "hep beraber söz verdik;
Hem de bunca zamandır sözümüzde direndik.
Hadi isyancı tavşan, bizi yalancı etme,
Hadi, çabuk yürü de padişahı incitme."
"Dostlarım" dedi tavşan, "kızmayın, izin verin,
Bir oyun yapacağım, izi kalacak derin."
Dediler : "Kendine gel, böyle köpürüp taşma,
Sen bir küçük tavşansın, dev aslana sataşma;
Gurura mı kapıldın, haddini aşıyorsun,
Sen hepimiz için de tehlike taşıyorsun !"
"Tersine !" dedi tavşan, "barışı bulacağız,
O zalimin elinden hepten kurtulacağız."
Sonunda küçük tavşan dönüp koyuldu yola,
Arkasından baktılar gözleri dola dola.
Biraz yolu uzattı, eğlendi sağda solda,
Epeyce gecikerek gitti vardı huzura.
Aslan çok sinirlenmiş, kükreyip duruyordu,
Yerleri tırmalıyor, burnundan soluyordu.
Nihayet görününce uzaktan bizim tavşan
"Nerde kaldın ey soysuz !" diye bağırdı aslan.
"Bilmezmisin her canlı benden çekinir, korkar;
Gücümün karşısında eğilir tüm hayvanlar ?"
Nice koca öküzü hakladım bir vuruşta;
Bunun için karşımda herkes esas duruşta.
Sen kim oluyorsun da böyle geç kalıyorsun,
Benim yüce emrimi hafife alıyorsun ?"
Tavşan boynunu büküp dedi : "Aman efendim,
Müsaade buyurun, hâlimi arzedeyim :
Tam vaktinde çıkmıştık arkadaşımla yola,
Geliyorduk beraber bu çok yüce huzura;
Ben küçüğüm diyerek orman arkadaşlarım
Bizi çift gönderdiler size ey Padişahım.
Ama yolda bir aslan birden saldırdı bize,
Çok iri ve güçlüydü, getirdi bizi dize.
Dedim ki : "Bizi bırak, biz Padişah kuluyuz,
Yüce kapıya giden iki garip yolcuyuz."
Dedi ki : "O da kimmiş ? burda Padişah benim,
Dünyada benden güçlü başka aslan görmedim.
Kendine güvenirse gelsin, çıksın karşıma,
Kim büyük ve güçlüymüş, göstereyim ben ona."
Dedim "Bana izin ver, Sultanıma gideyim,
Senin dediklerini ona haber vereyim."
"Çabuk hemen git ve dön, yoldaşın kalsın rehin;
Kralına da söyle, gözüme görünmesin."
"Dedi o aslan bana" deyince minik tavşan,
Öfkeden kudurmuştu bizim o koca aslan.
"Kim acaba bu sersem, gidip onu bulayım,
O kendini bilmeze kendimi tanıtayım;
Hadi şimdi çabucak öne geç de yol göster !"
Dedi aslan ve yola koyuldular beraber,
Nihayet kenarına geldiler bir kuyunun.
Yâni son perdesine gelinmişti oyunun.
Tavşan dedi : "O aslan yaşıyor bu kuyuda,
Böylece el altında içeceği suyu da."
Eğilerek baktılar beraberce kenardan :
Dipte bir aslan vardı, bir de yanında tavşan.
Bu kendinin sudaki yansımasıydı ama,
Gerçek gibi göründü bizim koca aslana.
Kocaman kükremesi kuyuda yankılandı,
Böylece gördüğüne bir kat daha inandı.
Cesaretle atladı üzerine düşmanın
Son hamlesi oldu bu, o zavallı aslanın.
Kuyu oldukça derin, taşları da pek sertti;
Bu çok cesur atlayış onu canından etti.
Güçlü olmak iyidir, ama zorbalık kötü.
İyi dinle ve öğren; Oğuzhan bu öğüdü:
Akıllı ve güçlü ol, ama haksızlık etme,
Gücünü ve aklını kötülükte tüketme.
Zalime boyun eğme, bu onu güçlendirir;
Her zaman hakkı gözet, etrafını sevindir.
"Kim ki olur dünyada zulüm ederek âbâd,
Elbette akıbeti olacaktır çok berbat."

mutlu
23-01-2007, 15:05
Define Arayan Adam
________________________________________


Çok eski zamanlarda Bağdatlı bir fukara
Konuvermişti bir gün büyükçe bir mirasa.
Ani gelen zenginlik onu budala etti,
O koskoca serveti bir kaç yılda eritti.
Ama kolay değildi eskiye geri dönmek,
Küheylan attan inip uyuz eşeğe binmek.
Hep evine kapanır için için ağlardı,
Yaradana sığınıp gece gündüz yalvardı:
Yarabbi sen bilirsin; ben fakir bir kul idim,
Muhtaç değildim ama oldukça yoksul idim;
O sonsuz hazinenden bana mal ve mülk verdin,
Lûtfunla gönendirdin, zenginliğe erdirdin;
Bense kıymet bilmedim, varlıkla sarhoş oldum,
Çarçur ettim dağıttım, ve gene berduş oldum.
Hatamı geç anladım, ne olur beni affet
Taşıyacak gücüm yok, ağır geldi bu zillet.
Hazinende 'yok' yoktur; ya lûtfet bir geçim ver,
Ya da canımı al da sona ersin çileler."
Hep böyle niyaz etti haftalarca, aylarca.
Sonunda bir ses duydu derinden, rüyasında:
Sen kalk ve Mısır'a git, orda bir hazine var.
Senin gelip bulmanı bekliyor nice yıllar."
Uyanınca sevinçle dertlerini unuttu,
Düşünmeden delice Mısır yolunu tuttu.
Aç ve susuz dolaştı, yollar karma karışık;
Ne define göründü, ne de ufak bir ışık.
Açlık ve yorgunluktan perişan hale geldi;
Sonunda dilenmeye çâresiz, karar verdi.
Ama utanıyordu, nasıl girsin bu işe ?
Geceleyin yaparım, tanımaz beni kimse.
Diye düşünerekten karanlığa süzüldü,
Tenha bir sokak bulup bir köşeye büzüldü.
Bir ayak sesi duyup avucunu uzattı;
Ama güçlü bir pençe bileğini kavradı:
Gel bakalım, sen böyle ne yapıyorsun burda
Bu saatte işin ne bu karanlık duldada ?
Besbelli bir hırsızsın, kötü niyetlerin var;
Yanacaktı kim bilir şerrinden nice canlar !"
İriyarı bu adam mahalle bekçisiydi;
Yakasından tutmuştu, dövüyor, sürüyordu.
Dur, dövme de doğruyu söyleyeyim ben sana
Diye garip bağdatlı yalvarıp yakarınca;
Peki, anlat bakalım, besbelli yabancısın;,
Sakın yalan konuşma, doğru anlatmalısın."
Diye izin verince güvenlik görevlisi
Bizimki baştan sona anlattı hikâyeyi :
Sandığın gibi değil; ne hırsızım ne zalim;
Bir hulyanın peşinde bu hallere gelmişim."
Bekçi ona inandı; ve gülerek dedi ki :
Anlaşıldı, sen hırsız falan değilsin belli;
Seni bırakacağım, benden kurtulacaksın;
Ama kusura bakma, sırılsıklam ahmaksın !
Ben yıllardır bir rüya görüyorum her gece;
Diyorlar ki : "Bağdatta şöyle bir mahallede,
Şöylece bir sokakta, şöyle şöyle bir evde
Git, kaz ve çıkar onu; gömülü bir define."
Yerimden kımıldamam, güler, geçerim ancak,
Senin bir rüya için düştüğün şu hale bak !
Bu kadar mı ahmaksın, sende yokmu hiç akıl ?
Bir daha görmeyeyim, şimdi karşımdan yıkıl ! "
Bu sözleri duyunca şaşırdı mirasyedi:
Tarif edilen bu ev aynen kendi eviydi.
Demek ki hem define üstünde oturmuşum,
Hem de yoksulluğumdan feryat ediyormuşum.
Bu ne büyük gaflettir, ne affedilmez ayıp;
Yorgunlukla, çileyle geçen bunca yıl kayıp."
Burnu koku almayan ne alır has bahçeden;
Melodiden ne anlar kulağı işitmeyen ?
Hayatını servete, saltanata adayan
Bilemez defineyi, kendi içinde yatan.
Hem gerçek zenginlikten böylece mahrum kalır
Hem de hayattan yalnız çile ve zahmet alır.

mutlu
23-01-2007, 15:05
Deve ile Fare
________________________________________

Bir gün minik bir fare yolda gördü bir deve;
Semerini çıkarmış, yem’ini geve geve,
Sahibi yokmuş gibi amaçsız yürüyordu,
İpi nasılsa düşmüş, yerde sürünüyordu.
Küçük fare durumdan hemen görev çıkardı.
Biraz sonra ağzında deve yuları vardı.
Fare biraz yürüdü, ip bir hayli gerildi
Deve de uysal hayvan, o tarafa yöneldi.
Fare buna sevindi; dahası, kurumlandı;
Gördüğü itaatı kendi gücünden sandı.
“Meğer ne yiğitmişim, ne kadar da kahraman;
Var mı acep dünyada benim gibi pehlivan !”
Farenin yedeğinde kos kocaman bir deve,
Bir hayli yol aldılar geçerek ova tepe.
Derken küçük bir dere çıktı karşılarına
Farecik durdu kaldı, kalbini aldı tasa.
“Ne oldu” dedi deve, “çok iyi gidiyordun;”
Güçlü ve akıllıydın, ustaca güdüyordun ?
Sen ki beni dağlardan, tepelerden aşırdın;
Ne için durakladın, niye böyle şaşırdın ?
Hani benim güdücü’m, güçlü kılavuzum’dun ?;
Haydi, durup düşünme kara kara, upuzun.
Yiğit ol da gir suya, dereden geçir beni;
Çok iyi kılavuzdun, göster marifetini.”
“Arkadaş !” dedi fare, “bu su engin bir deniz;”
Hem de bir hayli derin, yok ki dibinden bir iz.
Saklayacak bir şey yok, canımdan korkuyorum,
Ben bu suyu geçemem, girersem boğulurum.”
“Bir bakalım” diyerek şu bizim uysal deve,
Bir iki adım attı, gitti, girdi dereye.
“Baksana korkak fare, hiç de değilmiş derin;
Buncacık su için mi bunca koyu kederin ?
Bak o kadar az ki su, dizimden de aşağı;
Boşuna eritmişsin yüreğindeki yağı !”
Fare dedi : “bu dere sana göre karınca,
Ama benim gözümde koskoca bir ejderha !”
“Dizden dize çok fark var; sana diz boyu ancak,
Ama benim boyumu metrelerce aşacak.”
Deve dedi : “Ey ahmak, madem farkettin farkı,
Artık kendine gel de bitsin artık bu şarkı.
Terbiyesizlik etme, yakma kendi canını,
Boyuna bosuna bak, kendini iyi tanı.
Elini yıkamadan hamur açmaya bakma;
Ticareti bilmeden dükkân açmaya kalkma.
Kendi denginle yaşa, kendi denginle uğraş;
Kedi isen kediyle, itsen itlerle dalaş.
Kul isen kulluğu bil, sultanlığa yeltenme,
Denizi görmemişken kaptanlığa özenme.
Boyunu aşan işe haddini bil, bulaşma,
Sorumlu olmadığın işlerle de uğraşma.”

mutlu
23-01-2007, 15:06
Tüccarla Papağanı________________________________________

Bir ülkede bir zaman zengin bir tüccar vardı.
Ülke ülke dolaşır, mal getirir satardı.
Güzel bir kuşu vardı, özel cins bir papağan,
Tüyleri rengârenkti, konuşkan mı konuşkan.
Bir gün gene yollara düşmek çıktı kaderde;
Ticaret hayatında bereket var seferde.
Hedefi Hindistan’dı yolu da epey uzun.
Kavuşmak sevinç verir, ayrılan olur mahzun.
Evindeki herkesi tek tek çağırıp sordu :
Her biri Hindistandan acep ne istiyordu.
Herkes bir şeyler ister, boy boy ve türlü türlü.
Ev sahibi söz verir; cömert adamdır çünkü.
Papağana da sordu “Sana ne getireyim ?
Haydi, söyle bana da dileğini bileyim.”
***
“Ordaki kuşları gör, anlat hâlimi benim;
Onlara söyle : senin kafesteki kölenim.
Onları çok özledim ama burda tutsağım,
Yıllar var ki dostlardan, vatanımdan uzağım.
Selâm söyle onlara, bana yardım etsinler,
Bana kurtuluşumdan, ümitten sözetsinler.
Bu gurbet ellerinde onları özleyerek,
Çırpınıp duruyorum; bir gün ecel gelecek.
Ben burada, kafeste, sevdiklerimden uzak,
Yaşarken hiç durmadan ağlayıp sızlıyarak;
Onlar orda dallarda gezerek diyar diyar,
Uçuşup ötüşerek yaşasınlar bahtiyar.
Böyle dostluk olur mu, böyle mi olur vefa,
Dostları hapisteyken sürsünler böyle sefa ?
Ey mutlu kardeşlerim, özgür hayat sürenler,
Sabah sessizliğinde ses şöleni verenler !
Arada bir bu esir kardeşi hatırlayın
Hayâl gibi de olsa, aranızdayım sayın.
Kutluluk, mutluluktur dostu anması dostun.
Anan Leylâ olursa, anılan ise Mecnun,
Daha da başka olur anlamı yâdetmenin.
Gün doğarken, batarken, dostlar beni yâdedin.
Siz orada gül endam eşlerinizle mutlu,
Ben burada kafeste, yalnızlığın mahpusu.
Yüreğimin kanını içerim yudum yudum
Ah canım kardeşlerim, cennet vatanım, yurdum !
Özgürce şakıyınız, yiyiniz ve içiniz.
Bu yere düşmüş canı yâdetmek isterseniz;
Bir yudum da toprağa dökün içtiğinizden
Bana yardımcı olmak gelmezse elinizden.
Bu ne şaşılacak şey, nerde kaldı onca söz ?
Siz unuttunuz beni, kaldım yetim ve öksüz
Vefanın ve dostluğun gülleri nasıl soldu
Birlikte geçen günler nasıl da unutuldu ?”
***
Susturmadan sabırla kuşu dinledi tüccar,
Çok ince yürekliydi, kuşa çok sevgisi var.
Bu hüzünlü mesajı kaydetti belleğine,
Öğrendi ve söz verdi götürmeye yerine.
Yola çıktı, yürüdü, geçti dağlar ovalar.
Bir hayli zaman geçti, Hindistan uzak diyar.
Çok da büyük bir ülke, gören bir kıt’a sanar,
İki ucu arası geldiği yollar kadar.
Sonunda bir gün baktı, geçerken bir ormandan
Burda kuşlar tanıdık, aynı bizim papağan.
Durdurarak atını, dedi : “Dinleyin kuşlar !
Size uzak bir yerden gelmiş bir haberim var !
Sizlere bir dostunuz candan selâm söyledi,
Şu sözleri de size aktarmamı diledi :”
Diye başlayıp söze, ne dediyse papağan
Tekrarladı bir güzel, tek bir söz atlamadan.
Çok tuhaf bir şey oldu her şey giderken iyi
Titremeye başladı duyan kuşlardan biri;
Çok geçmedi, sallandı, düştü durduğu daldan,
Serildi kaldı yere, ne nefes kaldı ne can.
Adamcağız şaşırdı, bir zaman öyle kaldı.
“Acaba” dedi “bu kuş niye böyle sarsıldı ?
Vurulmuş gibi geldi, düştü kaldı önüme,
Bilmiyerek de olsa sebep oldum ölüme.
Evdeki papağanın akrabasıydı belki;
Belki çok yakınıydı, belki ruhları birdi.
Bu işi nasıl yaptım, haberi niye verdim
Zavallı kuşcağızın hayatını bitirdim.”
Her ne olduysa oldu, bir iş ki şaşılacak !”
Dedi ve yola düştü, çok dağ var aşılacak.
***
Alışverişler bitti, görevler tamamlandı,
Döndü evine geldi, en güzeli bu andı.
Dağıttı Hindistan’dan gelen hediyeleri.
Ev halkı çok sevindi, herkesin belli yeri.
Papağana bilerek bir şey söylemiyordu.
O garip de öylece oturmuş bekliyordu.
Sonunda duramadı, seslendi efendiye :
“Burda biri daha var, bekliyor bir hediye !
Yok mudur bu kula da güzelce bir armağan;
Vatanımdan yurdumdan şöyle bir selâm falan ?”
“Bırak Allahaşkına ! ...” dedi, hüzünlü tüccar ;
“Senin aklına uydum, pişman oldum ne kadar !
Büyük cahillik ettim, büyük de akılsızlık;
Şimdi pek çok pişmanım, hem de kalbim çok kırık.
O hayırsız haberi götürmeseydim keşke.
Şimdi böyle üzülmez, düşmezdim bu ateşe…”
“Efendi !”dedi ona, hayretinden papağan;
“Niye pişman oldun ki, nedir seni ağlatan ?”
“Buldum senin yurdunu, buldum kardeşlerini,
O güzel dostlarına aktardım haberini.
İçlerinden birisi öyle kederlendi ki,
Seni ordakilerden en fazla sevendi ki,
Titremeye başladı ve sonra düştü daldan.
O öldü diye böyle üzüldüm, oldum pişman.
Pişmanlık neye yarar, olduktan sonra olan ?
Ölüme sebep oldum, uçtu ve gitti bir can”
Bu acıklı hikâye tamamlandığı anda
Bir tuhaflık belirdi zavallı papağanda;
Onun da bedenini bir titremedir aldı,
Sonra yere düştü ve kaskatı kalakaldı.
***
Adam dehşete düştü ve fırladı yerinden.
Canı çıkıyor gibi bir ah çekti derinden.
Külâhını çıkarıp yere vurdu çiğnedi
Yen-yaka parçaladı, derin derin inledi.
“Ey güzel sesli kuşum, ey güzel papağanım !
Ne oldu sana böyle, benim ciğerim, canım !
Neden bu hâle geldin, ey şakıyan yoldaşım,
Beni neşelendiren can dostum, arkadaşım !
Gönlümün güneşiydin, ışığıydın içimin,
Hayatımın bağıydın, bahçemdin, çiçeğimdin…
Süleyman seni eğer bir kez görmüş olaydı
Başka kuşa bakmazdı eğer seni bulaydı.”
Biraz sakinleşince değiştirdi hitabı
Kendisine kızmaya, söylenmeye başladı :
“Ey dil’im ! suçlu sensin, sen kıydın iki cana;
Beni de mahkûm ettin bu çâresiz hicrana !
Mâdem söyleyen sensin, ben sana ne diyeyim ?
Senden nasıl kaçayım, nerelere gideyim ?
Hem ateş, hem harmansın; hem serin hem sıcaksın.
Bu ateşi harmana ne kadar salacaksın ?
Ey dil’im, cânan gibi bu can da senden bizar;
Hem her sözüne uyar, hem de gizlice ağlar ...
Sen bir hazinesin ki, tükenmez harcamakla
Bir dertsin ki çâresi bulunmaz aramakla ...
Yollara tuzak kuran hile’sin, bir ıslıksın
Hem de yalnız kalana tesellisin, ışıksın ...”
***
Üzüntüden kendini kaybetmişti iyice
Konuşup duruyordu, tutarsızca, delice.
Kâh yalvarıp ağlıyor, kâh da nazlanıyordu
Izdırabı derindi, içeri kanıyordu.
Sonunda kuşu tuttu, kafesinden çıkarttı,
İçi parçalanarak pencereden fırlattı.
Ama ne oldu öyle ? birden heyecanlandı;
Kafesteki ölü kuş birdenbire canlandı !
Tıpkı karanlıklardan yükselen güneş gibi,
Birden parlayıveren güçlü bir ateş gibi,
Çırptı kanatlarını, hayatla doluverdi,
Yüksekçe bir ağacın dalına konuverdi.
Adam hayretten dondu, tutulmuştu dili de ...
Bu ne biçim bir işti, bir terslik var belli de ...
Acıyı ve kederi örtmüştü bu kez merak.
Biraz toparlanınca başını kaldırarak,
Seslendi papağana : “ey sesi tatlı baldan
Aklımı şu başımdan alıp giden papağan !
Söyle neler oluyor; ben de bileyim, anlat;
Bak nasıl perişanım, gitti dizimden takat.
O kardeşin gibiydin; önce yere serildin,
Sonra mucize gibi birden bire dirildin.”
“Peki,” dedi papağan, “anlatayım bak, dinle;
Bana kurtuluşumu sen getirdin elinle.
O mesaj bir öğüttü, şöyle diyordu bana :
“Ey kardeşim dikkat et, hareketimden anla;
Bırak neşelenmeyi, çok konuşmayı bırak !
Bu yüzden kafestesin, anlasana ey ahmak !
Güzel sesin, konuşman insanlara hoş gelir;
Seni kafese koyar, böyle ederler esir.
Bırakırlar yakanı benim gibi ölürsen,
Sen de özgür olursun, çıkarsın esaretten.”
“Demek istedi o kuş, ben de bunu anladım,
Hiç vakit kaybetmeden gördün ki uyguladım.
Ölü taklidi yaptım, ulaştım başarıya,
Beni kendin çıkardın kafesten dışarıya.”
****
Adamcağız şaşkındı, çünkü bu kuş haklıydı.
Onu yenip alteden iki kuşun aklıydı.
Başı önüne eğik düşünceye dalmışken
Papağan konuşmaya başlamıştı yeniden :
“Ayrılık vakti geldi, Allaha ısmarladık;
Vatana dönüyorum, gitmeliyim ben artık.
Sana son bir sözüm var, hem gerçek, hem de kesin :
Sen de özgür değilsin, bunu böyle bilesin.
Gözünü aç, hakkı gör, sen de özgürlüğü bul;
Yolunu biliyorsun, benim gibi yap, kurtul.
Bütün insanlaradır bu sözüm !” dedi uçtu,
Gözünde tütüyordu sevdikleri ve yurdu.
***
Anladınız mı bu kuş bizlere ne söyledi,
Size göre en sonda ne anlatmak istedi ?
****
Doğruyu kaynağından alır, doğru yaşarsan
Doğru olmaya başlar ne yapsan, ne başarsan.
Duymaya başlayınca seni çağıran sesi
Can kuşu hep sıkılır, daralır ten kafesi.
Kuş için kafes neyse mahpusa odur zindan,
Bilenler memnun olmaz böylesi bir durumdan.
Başta peygamberlerdir kafesten kurtulanlar;
Hakikate erenler, hak yolunu bulanlar.
Bu sebeple lâyıktır onlar yol göstermeye,
Hakkı ve hakikati bizlere bildirmeye.
İyi ve doğru herşey hep onların eseri,
Kafese dışarıdan, dinden gelir sesleri.
“Bir tek kurtuluş yolu terketmektir kafesi”
Diye seslenir durur, duyan bilir o sesi.
Ecel gelip çatmadan anla ki ey biçâre,
Bir diriye bağlanıp dirilmektir tek çâre
Peşini bırak hemen şu konforun ve lüksün;
Olmalısın her zaman hasta, zayıf ve düşkün;
Sana değer vermezler eğer böyle yaparsan,
Çıkarsın kolaylıkla şöhretin halkasından.
Şöhret sahibi olmak belâ olarak yeter;
Bir bağdır o dünyaya Demir zincirden beter.
***
Dünya bir hapishane, insan burada tutsak.
Her dünya nimeti de yol üstünde bir tuzak.
Bir kez tutulmayagör, can yutar bu tuzaklar
İçine eğil bir bak, nice yiğitler yatar.
Gafil odur, durmadan mal mülk para yığıyor.
Dar kapıdan bunların hangi biri sığıyor ?
Bile bile hayatın geçici olduğunu,
Ensende duyuyorken ecelin soluğunu,
Etraftan çerçöp topla ve üstüste biriktir,
Ağırlaştır yükünü, kendine çile çektir.
Elinle ör kafese duvar üstüne duvar,
Bir de gerekçeler bul : “herkesin neleri var ?”
Her bir dünya tutkusu başka bir kelepçedir,
Biri birinden ağır, bir pranga, bir zincir.
Bu ne büyük gaflettir, bu ne vurdum duymazlık ?
Felâkete götürür insanı bu aymazlık.
Yoksa bilmiyor musun, cebi yoktur kefenin,
Vârislerin paylaşır hepsini terekenin.
Dünya senin kafesin, sen içinde tutsaksın,
Bir gün kanatlanacak, buradan uçacaksın.
Kafesini altınla kaplamış bile olsan
Ne var ne yok hepsini burda bırakacaksın.
İyisi mi gel uyan, biraz da özüne bak,
Hakikate gel yön dön, şöyle bir ayağa kalk.
Terket fâni olanı, sonsuz olana tutun,
Ebedi hayat için var mı biraz umudun ?
Ne hazırlıklar yaptın, önden neler gönderdin,
Dünya mı, ahiret mi olmalı senin derdin ?
Bil ki bu tutsaklıktan kurtulmanın yolu var :
İbret al, akıllı ol, masaldaki kuş kadar;
Ölmeden ölü görün, terket tutkularını,
Aza kanaat et de, hayra harca varını.
Aşırı istekleri, uzun emeli bırak,
Can kuşunu da düşün, biraz da kendine bak.
“Dünyayı terket” demek, “çalışma da, yat” değil;
Tembellik; ne tevekkül, ne de kanaat değil.
Çalış da rızkını bul, ayağına gelemez,
Ama aşırı gitme, nefis haddi bilemez.
“Ölmeden ölmek” demek, gerçeği görmek demek.
Sonsuz bir mutluluğun yoluna girmek demek.
Çıkmak dar çerçeveden, açmak sonsuza kanat.
Safralardan kurtulup kuş gibi hafiflemek,
Akla ters geliyorsa, evet, delirmek demek,
“Ölmeden ölmek” demek, murada ermek demek.

mutlu
23-01-2007, 15:07
Şaşı Çırak (mükemmel bir hikâye)...
________________________________________

Bir zamanlar bir yerde iyi bir usta vardı,
Yanında bir de çırak, gözleri biraz şaşı.
Şaşılık bir özürdür, ne bir suç, ne de kusur,
Noksanını bilmemek, işte kabahat budur.
Usta bir gün çırağa, dedi “içeriye gir,
Orda bir şişe vardı, al onu bana getir”.
Çırak içeri gitti ve sesi geldi derin:
“Burda iki şişe var, hangisini istersin ?”
Usta dedi : “iyi bak; şişe çift değil, bir tek;
Yanlış görmeyi bırak, gözünden perdeyi çek!”
“Beni aşağılama” diye seslendi çırak;
“Burda iki şişe var, inanmazsan gel de bak!”
“Öyleyse” dedi usta, “kır şişenin birini,”
“Sonra getir bakalım buraya diğerini.”
Bir şişe kırılınca ikinci de kayboldu,
Çırak bu işe şaştı, anlamadı ne oldu.
Bazı yanlış duygular insanı şaşı eder;
Sonu gelmez arzular, kızgınlık ve öfkeler.
Bir tek olan şişeyi çırak görmüştü iki,
Birinciyi kırınca ikinci uçup gitti .
Şaşı eder insanı aşırılık ve öfke
Ruhu dönemez olur gerçeğe, doğru yöne.
Garaz öne çıkınca altlarda kalır hüner,
Perdeler yer değişir, gönülden göze iner.
Vicdanını karartıp rüşvet alırsa hakim
Farkedemez kim mazlum, göremez kimdir zalim.
Kırmak istemiyorsan içerdeki şişeyi,
İyi anlamalısın çok önemli bir şeyi :
İki tane gözün var biri semaya bakar
İkincinin bakışı hep yere doğru akar.
Kapat iştah ve istek, eleştiri gözünü.
İbret ve şükürle bak, iyi tanı özünü.
Nasihata kulak ver, iyi görürüm sanma,
Hep gönül gözüyle bak, toprak gözüne kanma.
Madde gözü tembeldir, hep kolayını arar
Yanlış yöne götürür insanı kolay yollar.
Üşenme, kaynağı bul, zor gelse de nefsine
Doğru yollarda ara, yokuş ve dik gelse de.
Bırak zannı, şüpheyi, hedefin olsun gerçek.
Varınca göreceksin her zahmete değecek.
Asıl şaşılık budur, budur gözdeki mertek :
Zannetmekle bilmenin farkını görememek.

Bulanıktan uzak dur, her işin olsun berrak;
Ancak temiz bir kalptir, yüzü ak çıkaracak
Hele de vesveseye aman sakın kapılma
Güvenilmez bilgiyi kendine rehber kılma.
Vehimden de uzak dur doğru bilgi zannetme,
Hele de evhamları ona buna iletme.
Doğru olsun her işin, doğrudan uzaklaşma,
Doğru bil, doğru düşün, doğrudan asla şaşma.

mutlu
23-01-2007, 15:07
Bakkalla Papağanı
________________________________________

Bir bakkal vardı bir de dükkânda papağanı;
Rengârenk ve hoş sesli, pek de düzgün lisanı.
"Niye hep masallarda yer alır bu papağan ?"
Diye sorarsan bil ki, konuşuyor da ondan.

Bu kuş da çok akıllı, çok da bilmiş bir kuştu
Herkes onu tanırdı, etrafta nam tutmuştu.
Bakkal ile papağan severdi birbirini,
Adam bir yere gitse kuş alırdı yerini.
Özgürlük nedir bilmez, çıkmazdı bu dükkândan,
Gözünü burda açmış, bilmezdi başka mekân.
Kafesi bile yoktu, serbest gezer dükkânda
Ama tüneğinden de pek gitmezdi uzağa.
Hep orada oturur, tüylerini temizler
Dükkâna gelenlere hep güzel sözler söyler
Sık gelip gidenleri daha kapıdan tanır,
Adlarıyla seslenir, sorardı hâl ve hatır
Birine hitap etse konuşan sanki insan
Ötüşünü duyanlar dinlerdi hayran hayran.
Bekçilik de ederdi, beklerdi de dükkânı
Nüktelerle güldürür, mutlu eder insanı.
Bir gün bakkal dışarda, dükkân emanet kuşa.
Bir fare, bir de kedi girdiler koşa koşa.
Fare can telâşında girecek delik arar
Kedi onun peşinde, avcılık kanında var.
Kediyi gören kuş da tüneğinden fırladı
Korkudan ve telâştan raftan rafa sıçradı.
Kuşcağız bilemezken kaçsın hangi tarafa
Yağ şişesi kırıldı ve saçıldı etrafa.
Bakkal dükkâna döndü, koltuğuna oturdu.
Bir ıslaklık hissetti, şöyle bir an bir durdu.
Elini uzatarak bulaşan yağı buldu;
Etrafına bakındı, anladı neler oldu.
Her yerde cam kırığı, her yer yağa bulanmış;
Ve tünekte papağan, süklüm püklüm, utanmış.
O öfkeyle bir kalkış kalkıverdi yerinden.
En kötü zararlara hep öfke olur neden.
Bir sopa aldı ordan, kuşun başına vurdu.
Ne iş açar başına bu vuruş bilmiyordu.
Etkisi ağır oldu bu talihsiz vuruşun,
Darbenin şiddetinden dili tutuldu kuşun.
Ayrıca bir şiş çıktı kafasında kocaman,
Hem komik hem acıklı bir hâl aldı papağan.
Bu şişlik birkaç günde kayboldu gitti, ancak
Yeri cascavlak kaldı, yolunmuş gibi çıplak.
Tüysüz kafa bir yana, üstelik çıkmaz sesi;
Ne konuşur ne öter, sanki bitti nefesi.
Sanki uçtu, kayboldu o neşeli papağan,
Yerine geldi, kondu, oturdu bir somurtkan.
Bakkal da çok suskundu, ağzını açmaz bıçak.
Ne vardı sanki öyle garip kuşa vuracak.
Çoktan pişman olmuştu kalkışına öfkeyle.
Fayda vermez ne yazık pişmanlık, olan işe.
Ah ederek ağladı, çok döğdü dizlerini
Uçup gitmiş değeri kim getirecek geri ?
"Nimetimin güneşi bulut altına girdi;
Ona vurduğum bu el kopsun, kırılsın !" derdi.
Fakirlere sadaka, yolsullara yiyecek,
Hediyeler dağıttı; gene açmadı çiçek.
Bilenlere danıştı, dağlar olsa aşacak;
"Acaba bu güzel kuş ne zaman konuşacak ?"
Karşısına geçerek şaklabanlık ederdi,
Yeter ki kuş konuşsun, her ne yapsa değerdi.
Öyle kederliydi ki, hayatından bezmişti
En sonunda usanmış, ümidini kesmişti.
Bir gün kapı önünden geçti bir garip adam
Kafasını kazıtmış usturayla tastamam.
Bir tek kılın izi yok, parlıyor sanki ayna,
Ya kalaylı bir kâse, ya gümüşten bir kurna.
Bunu görünce sanki verir gibi hediye,
Dili tutulmuş kuşun sesi geldi geriye
"Hey hemşerim !" dedi kuş, "niye böyle kelleştin;
Kim vurdu kafana da saçlarından vazgeçtin;
Sende mi çok korktun da yollarını şaşırdın;
Yoksa sen de bir yerde yağ şişesi mi kırdın ?"
Dinleyen duyan herkes çok güldü bu sözlere,
Bir de derler papağan hep konuşur ezbere.
***

Ama gelin olaya kuş gözüyle değil de,
Düşünerek bakalım, ne anlatır bizlere.
Kendini başkasıyla kıyaslamamalı kimse,
Yanlıştır her olayı anlamak aynı gözle.
Büyük işler başaran insanlara bakıp da,
"Ben de yapardım" deme, görünsün hele yap da !
Bu yüzden yollarını şaşıranlar pek çoktur.
Büyüklerin sırrına küçüklere yol yoktur.
Bir çoğu dışa bakıp "biz de insanız" dedi;
"Onlar da bizim gibi uyudu, yemek yedi"
Bilmezler ki gerçekte, arada sonsuz fark var,
Farkı farketmek bile gören gözlere bakar.
İki cins arı gelir, aynı pınardan içer,
Birisi bal üretir, biri sokar, zehirler.
İki ayrı cins ceylan ot yiyen ve su içen;
Birinden gübre olur, misk çıkar öbüründen.
Aynı su kenarında iki cins kamış biter;
Birinin içi boştur, biri doludur şeker.
Dışı aynı yüzbinler, milyonlarca örnek var
Ama gerçek farkları yetmiş yıllık yol kadar.
Yemek yer iki kişi, biri hep cahil kalır,
Öbüründen bilgi’nin parıltısı yayılır.
Kötünün yediğinden çıkar yalnız kabahat,
Arif’in yediğinden doğar aşk ve hakikat.
İki topraktan biri bakımlı ve verimli,
Diğeri kıraç, çorak ve ürünsüz değil mi ?
Tertemiz, melek gibi değil mi bazı insan,
Bazısı da yırtıcı, ya şeytan ya da hayvan ?
Benzemek, eş görünmek, çok açıktır doğrusu
Hem berrak hem durudur acı su ve tatlı su.
Zevk sahipleri bilir suların lezzetini
İçmeyenler bilemez suyun hakikatini.
Mânâ ile akıldan nasibi olmayanlar
Gördüğü mucizeyi sihir ve tılsım sanar.
Sihir işinin aslı düzen ile hiledir.
Mucizeyi bilmeyen onu da hile bilir.
Musa’nın âsâ’sıdır mucizelerden biri
Ejderhaya dönüşüp yoketti sihirleri.
Her değnek kuru daldır, hep birbirine benzer
Bir teki mucizedir, hileleri yok eder.
Örnek saymakla bitmez dünya bunlarla dolu;
Aslolan bulabilmek, izlemek doğru yolu.
Gördüğün her olayı dökme hazır kalıba,
Düşme sakın bu kuşun kapıldığı ayıba.
Ön yargılar insanı yanılgıya götürür,
Basma kalıp kıyaslar hep yanlış düşündürür.
Doğru karar tâbidir yalnız doğru bilgiye,
Araştırıcı ol ki ulaşasın iyiye.
Doğruluk hazinedir, eksilir, biter sanma,
Aksini söyleyene nefsin de olsa kanma.

BEYAZIT
07-02-2007, 13:38
Sayın mutlu topiği unutmayınız lütfen,ayakta tutmanızı bekliyorum...
http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazarno=1070
'Dünle beraber gitti cancağızım düne dair ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.'

mutlu
16-02-2007, 17:14
Bir adamın birçok hüneri; fen, bilgi sahibi olduğuna bakma!

Verdiği sözde duruyor mu?
Vefâsı var mı? Asıl ona bak!

Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa,
vefâlıysa onu istediğin kadar öv!

Onun iyi vasıflarını bir bir say!

O, senin övgünden, saydığın
meziyetlerden daha üstün bir kişidir.

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

BEYAZIT
16-02-2007, 17:34
Bir adamın birçok hüneri; fen, bilgi sahibi olduğuna bakma!

Verdiği sözde duruyor mu?
Vefâsı var mı? Asıl ona bak!

Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa,
vefâlıysa onu istediğin kadar öv!

Onun iyi vasıflarını bir bir say!

O, senin övgünden, saydığın
meziyetlerden daha üstün bir kişidir.

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

Mekanı cennet olsun Mevlana hazretlerinin cuma cuma cok iyi gitti sayın mutlu,elleriniz dert görmesin.

mutlu
19-02-2007, 13:05
www.baazarturkey.com'dan alıntıdır

http://img485.imageshack.us/img485/2889/n73co9.jpg

mutlu
19-02-2007, 13:13
Ağıt

Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlara, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı.
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zülmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var.
öylesine topraklar altında kalmışım.

Mevlana Celaleddin Rumi

mutlu
19-02-2007, 13:14
Bizim Canımıza Gelsin

Hastalıklar senden uzak olsun, ey canlarımızın rahatı,
ey gören gözümüz,
kem gözler senden uzak olsun!

Bedenin sağlam olsun, ay yüzlü güzel,
gölgen başımızdan eksik olmasın!

Gül bahçesine benzeyen yüzün,
o gönül otlağımız,
ovamızın yeşilliği,
nasılsa hep öyle kalsın,
hep öyle taze, yeşil.

Bizim canımıza gelsin
senin bedenine gelen ağrı.

Mevlana Celaleddin Rumi

mutlu
19-02-2007, 13:16
Şiar edindik

52 kez okundu
Bu dünyada ne kimseye uymuşluğumuz var,
ne şu atlas kubbe altında ev kurmuşluğumuz.
Biz susuz kalmışız,
içtikçe içiyoruz.
Güzel bir sarhoşluğumuz var,
güzel, hiç doymayan.
Rahmet denizinin dalgasıdır bu;
bir saman çöpünden başka bir şey değildir
bu dalganın üstünde düşman.

Aşşağılık kişinin peşine düşmemeyi şiar edindik biz.
Gönül dalgasını bırakmamayı şiar edindik.
Şu yokluk yurdunda
Nuh veHalil gibi,
ölmezlik denen yerde aşk çardağı kurmak varken,
burnu büyük Âd ve Smud gibi köşkler kurmamayı,
Kafdağı'nda avlanmak duruken
Gerkes gibi leş avlamamayı,
iyi yürekli, tertemiz dostları bırakıp
kahpeleri aldatan dev'e yönelmemeyi,
şu kara toprağa
meyvası cefa olan fidanı dikmemeyi,
kafiye de, şiir de önem vermemeyi,
bizden olmayan şeylere pek aldırış etmemeyi
şiar edindik.

mutlu
19-02-2007, 13:24
ey balçık dünya

Seni bildim bileli,
ey balçık dünya,
başıma nice belâlar geldi,
nice mihnet, nice dert.
Seni sırf belâdan ibaret gördüm,
seni sırf mihnetten, dertten ibaret.

İsa'nın yurdu değilsin sen,
yayıldığı yersin eşeklerin.
Nerden tanıdım seni bilmem ki,
nerden parçası oldum bu yerin,

Bana vermedin bir yudum tatlı su,
sofranı yaydın yayalı.
Elimi ayağımı bağladın gitti,
elimin ayağımın farkına varalı.

Bırak da bir ağaç gibi
yerin altından çıkarıp ellerimi
sevgilinin havasıyla sarmaşdolaş olayım,
uzayıp gideyim bâri.

Ey çiçek, dedim çiçeğe,
dedim, bu küçük yaşta sen,
neden ihtiyar oldun bu kadar,
dedim, nasıl oldu bu böyle?

Çocukluktan kurtuldum, dedi çiçek,
sabah rüzgârını tanıyalı,
hep yukarlara doğru çıkar
yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı.

Şunu da söyledi çiçek:
Madem aslımı tanıdım,
madem yersizlik âlemi aslım,
artık bana tek bir şey düşecek:
Yücelip aslıma gitmek.

Sus yerter artık,
var git yokluğa haydi,
yoklukla yok ol.
Git, yokluklardan tanı
yokluktan var olanı.

mutlu
19-02-2007, 13:29
Duy şikayet etmede her an bu ney

Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.

Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için dostum dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?

Aynadır ten can için, can ten için,
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.

Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!

Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney'e,
Cezbesi aşkın karışmıştır mey'e.

Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem,
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal,
Hem verir Mecnunun aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var,
Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar?

Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.

Gam dolu günler zaman hep aynı hal,
Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal.

Gün geçer yok korkumuz, her şey masal,
Ey temizlik örneği sen gitme, kal!

Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan,
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Olgunun halinden ah, anlar mı ham?
Söz uzar, kesmek gerektir vesselam.

mutlu
19-02-2007, 13:30
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ

MERKEP
Nefis, insan terkibinde rûhun bineğidir.

Hazret-i İsa’ya İslâmî gelenekte Rûhullah denmiştir, zühd peygamberi Hazret-i İsa’nın Kudüs’e merkep üzerinde geldiği rivâyet edildiğinden, merkep üzerinde İsa, yani nefis bineği üzerinde ruh remzi, hâfızalara ruh ve nefsin doğru ilişkisini yerleştirmek için kullanılmıştır:

“Sen Hazret-i İsa’yı bırakmışsın da, onun bindiği eşeği beslemişsin. Onu geliştirmişsin. Ey eşek huylu gafil! Bil ki irfan İsa’nın nasibidir. Eşeğin yani bedenin nasibi değildir. Eşeğin iniltisini duyarsın da, ona acırsın; bilmezsin ki, o eşek sana eşeklik ediyor!”

“İsa’ya yani rûhuna acı da, eşeğe yani nefsine acıma, tabiatı ve nefsini aklına hâkim, yani üstün kılma! Tabiatı bırak da hıçkıra hıçkıra ağlasın. Sen ona acıma, onun yani nefsinin isteklerini yerine getirme de, can borcunu öde!”

Nefis bineğinin gerekli bakımı yapılmalı, hoş tutulmalıdır. «Nefsin senin bineğindir, ona yumuşaklıkla muâmelede bulun.» buyrulmuştur. Ama bu muamele, merkebin merkepçe iştahına uymak değildir:

“Sakın ha, eşeği kendi keyfine bırakma, yularını elinden salıverme. Çünkü o, yola değil, çayır tarafına gitmek ister. Sen bir an gaflete düşer de, nefis eşeğinin yularını bırakacak olursan, o çayırlığa yol alır gider. Eşek, hakikat yolunun düşmanıdır. Nefsanî arzular çayırının sarhoşudur. O ne kadar çok sürücülerini, üstüne binenleri yere vurmuştur, öldürmüştür.”

Nefis eşeği tembeldir, yoldan da yükten de kaçar. Yük ibadettir, onun bağlanacağı kazık ise mücâhede:

“Senin nefs eşeğin kaçmıştır. Onu mücâhede kazığına bağla! O ne zamana kadar insanlık ve ibadet yükünü taşımaktan kaçacak?”

Mesnevî dilinde zaman zaman nefis ile beden, ruh ile akıl birbirleri yerine kullanılırlar. Nefis eşeğinin sırtında, akıl oturur. Akıl, ağır yani güçlü olursa eşek zayıflar, ama akıl zayıf ise eşek onu çekip çevirmeye başlar.

mutlu
19-02-2007, 13:31
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 2


GERİ GERİ GİDEN AT
Nefis, düz değil de kuyruğu istikametinde geri geri giden aksi bir attır. Öyle ise ata ters binip kuyruğu gidilecek istikamete çevirmelidir. Yani nefsin arzusu demek olan atın kuyruğunu mânâ yönüne, kurtuluşa çevirmelidir. Bu, nefsin meyillerini müspet yönlendirmenin güzel bir remzidir.

mutlu
19-02-2007, 13:32
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 3

EJDERHA
Mevlânâ Hazretleri nefsanî şehvet, hırs, öfke gibi duyguları ateşe benzetir. Cehennemin âlemleri yutmasına rağmen «daha yok mu?» demesi gibi nefs-i emmâre de doymak bilmez. Çünkü cüzler küllün özelliğini taşır, nefis de cehennemin huyunu taşır.

Yedi kapılı cehennem, yedi başlı, her ağzından ateşler saçan bir ejderhadır ki bunlar şârihlere göre nefsin kötü huyları olan, gurur, hırs, şehvet, haset, hasislik, hiddet ve şöhreti temsil ederler.

Bu ejderhanın cehennemî ateşini denizler söndüremez. Çünkü ateşi suyla söndürmek mümkündür ama nefis, çakmak taşı ve demirdeki gibi bilkuvve (potansiyel) bir ateş olduğundan bu şekilde sönmez.

Hazret-i Mevlânâ nefsin bu görünmeyen tehlikesini donmuş ejderha ile de temsil eder. Hikâyede nefis muhasebesini terk eden gafil kişi, dağda bulduğu donmuş bir yılanı ölü zannederek şehre indirip güneş ışığına maruz bırakan adamla temsil edilir. Güneşin harareti yani şehvetler, donmuş yılanı diriltir ve adamı yutar:

“Ey insanoğlu; senin nefsin de bir ejderhadır! Ölmüş görünse bile ölmemiştir; günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir hâlde, donmuş gibi beklemektedir! (…) Nefis ejderhası; yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, küçük bir kuvvet hâline girer. Fakat mal-mülk, yüksek mevki yüzünden nefis sivrisineği, çaylak kesilir.

Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını başına al da, onu güneşin altına getirme! Dikkat et ki, ejderhan donmuş bir hâlde kalsın; eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun! (…) Çünkü üstün şehvet güneşinin harareti vurunca, o pis baykuş kanatlanır uçar!”

Serkeş nefis eşeğine Hazret-i İsa gibi hâkim olmak gerektiğinden, bir ejderha olan nefisten zarar görmeden onu elde tutmak için Hazret-i Musa gibi olmak gerekir. Ejderhanın gözünün zümrütten kamaştığı gibi, nefis Allah dostunun huzurunda bulunursa, onun yüz arşın uzunlu¬ğundaki dili kısalır, yani kötülüğe cür’eti kalmaz.
Nefsinin kötülüğünden haberdar olmayan kişi omzunda yılan olduğunu bilmeyen adam gibidir. Damdaki bir kişi yani mürşit bunu görür ve haber verir, fakat gaflette ısrar edenler bu îkazlardan rahatsız olurlar. Yılan boyunlarını sokunca ise niye beni uyarmadınız diye feryât ederler.

Çâresizdir sürü, olmazsa hakîkî çobanı

Ruh görünmezse tutar meydanı nefsin yılanı

[Mürîd]

mutlu
19-02-2007, 13:33
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 4


ASLAN
Mevlânâ Hazretleri nefs-i emmâreye aslan ve tavşan hikâyesindeki aslanı misâl getirir. Hikâyede ormandaki hayvanlar her gün içlerinden birini feda etmeyi aslana vaat etmişlerdir. Aslan açlığı ve oburluğu ile tüm orman ehlini, bütün letâifi yiyen tüketen nefs-i emmâredir. Bir bir hayvanları yerken bu gidişe akl-ı meâdı temsil eden tavşan «dur!» der. Aslanı kuyu başına götürerek, kuyudaki aksini kendisinin rakibi olan bir aslan olarak gösterir, rakibini alt etmek için kuyuya atlayan aslan kuyuda mahsur kalır. Nefsin kuyuya kapatılması mücâhedeye tâbî tutulması demektir. Nefis bir hile ile de olsa kendi düşmanının kendisi olduğunu görmüş, onunla cihad etmek için kuyuya atlamıştır.

“Ey aslanlar yaratan Allah’ım! Eğer, biz bir köpeklik etti isek, nefs-i emmâre arslanını pusudan çıkarıp, üstümüze saldırtma.”

mutlu
19-02-2007, 13:33
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 5

KÖPEK
Nefis azgın bir aslan kesilse de aslen, asâleten aslan değildir. O gurbetteki rûha karşılık kendi çöplüğünde, yani dünyada ve beden mülkünde olduğundan aslan kesilmektedir. Eğer ormana gerçek aslanlar olan Hak dostları davet edilirse köpek nefis, aslan taklidini bırakır.

Nefis, rûhu taşıyan bir binek olduğu gibi, rûha verdiği hizmet yönünden bir av köpeğine de benzetilir:

“Avlanırken senin işine yarayan ancak köpektir, yani nefsindir. Bu nefis köpeğini fazla besleme, önüne az kemik at. Çünkü köpek doyunca azgınlaşır, emrine uymaz, karnı tok olduğu için avın arkasında koşmaz.”

Eşeğin bağlandığı kazığın yerini köpekte tasma alır. Ejderhadan, donmuş olsa da çekinilmesi gerektiği gibi köpeğin de köpekliğinden emin olunmamalı boynundan tasma eksik edilmemelidir:

“Kendine güvenip de sakın tasmayı nefis köpeğinin boynundan çıkarma! Bu nefis köpeği terbiye edilse, hattâ terbiyeli bile olsa, yine de köpektir!”

Necip Fâzıl da nefsi iradeye dişlerini geçirmiş bir köpek şeklinde tasvir ederek kadîm temsili kullanır:

Doğmaz güneşlere bağlandı vâde;

Dişlerinde köpek nefsin, irade.

mutlu
19-02-2007, 13:34
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 6

YIRTICI KURT
İnsanın kötülüklerden başkasını sorumlu tutmasına karşı Mevlânâ Hazretleri nefsi yırtıcı bir kurda benzetir. Başka bir temsilde ise kurt, akıl çobanının gözetemediği sürüden koyun nefsi çalan şeytandır.

mutlu
19-02-2007, 13:34
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 7

HIRSIZ FARE
Nefis bir faredir. Eşeğin aklı çayırda olduğu gibi fare de hep lokma peşindedir. Yolları hep toprak altındadır. Toprak ise süflî dünyadır. Fare nefis, lokma bulmaya yarayan akl-ı meâşa kulak verir, yarınları düşünen akl-ı meâda değil!

Nefsin fareye benzetilme vecihlerinden biri de onun hırsızlığıdır. Kırk yıldır toplanan buğday ambarda yoksa bunca yıllık ibadetten hâsıl olması beklenen iç huzuru kayıpsa onu nefis çalmıştır:

“Ey Hak talibi can, önce ambara giren fareden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış.”

Mevlânâ hırsız fareye karşı aklı dikkatli bir kedi olarak tasvir eder.

mutlu
19-02-2007, 13:36
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 8


KEDİ
Hazret-i Mevlânâ bedenî arzuların birbiriyle ilişkisini tespit ederek, yeme içmenin şehvete dönüşeceğini söyler ve şehveti teskin etmenin helâl yolu olan evliliğe teşvik eder:

“Mademki yemeye, içmeye düşkünsün, vakit geçirmeden bir kadınla evlen, yoksa kedi gelir, yağlı kuyruğu kapar, gider.”

Şefik CAN merhumun tercümesinde bu beyitteki kedinin şeytan ve nefsi, yağlı kuyruğun ise cüz’î iradeyi temsil ettiği kaydedilmektedir.

mutlu
19-02-2007, 13:36
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 9

KOYUN
Mevlânâ dilinde koyun, kurt ve çoban mazmunu nefis, şeytan ve rûha uygulanır. Aklı, rûhu veya mürşidi remzeden çoban, sürüyü kurda karşı uyarsa da nefse, bedene uymuş kişileri temsil eden koyunlar, «biz kurdun lokmasıyız, biz ateşin odunuyuz.» derler.

Koyun başka bir temsilde, ruh kuzusunu doğuran bedendir. Nefis, rûhun doğabilmesi için sancı çekmeli, ana koyun gibi bu sancıdan üzüntü duymamalıdır, çünkü önemli olan ruh kuzusunun doğmasıdır. Koyun burada olgunlaşma yolundaki nefsin sembolüdür. Bundan daha ileri merhale aslan olmaktır:

“Mademki aslan değilsin, aklını başına al, ayağını ileri atma, çünkü ecel kurttur. Senin canın ise dişi bir koyun gibidir. Eğer sen, ilâhî vasıfları kazanmış abdal bir kişi isen ve senin koyunun aslan oldu ise, yani nefsanî arzularını yenerek rûhunu arındırdı isen, emin olarak gel; ölümün başını eğmiş, sana yenilmiş, alt olmuştur.”

mutlu
19-02-2007, 13:36
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 10

KURBANLIK SIĞIR
Nefis, rûha kurban edilmek için vardır. Sığır, kurbanda kesilmek için beslenir. Hazret-i Musa kıssasındaki sığırın kesilip bu vesileyle bir cesedin diriltilmesine de telmihle Mevlânâ şöyle söyler: «Ruhların haşrini, dirilmesini istiyorsanız, bu sığırı, yani nefsi kurban ediniz.»

mutlu
19-02-2007, 13:37
MESNEVİ'DE NEFS TEMSİLLERİ 11

KARGA
Hazret-i Âdem’in oğullarından kardeşi Hâbil’i öldüren Kābil, kardeşinin cesedini ne yapacağını bilememiş, gömmeyi ise kargadan görerek akıl etmiş olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilir. Hazret-i Mevlânâ bu kıssayı anlattıktan sonra şunları söyler:

“Karga, arkasında uçan rûhu, sonunda mezarlığa götürür. Aklını başına al da, kargaya benzeyen nefsin peşine düşme. Çünkü o, seni bahçe tarafına değil mezarlığa götürür.”

Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i İbrahim’in: “Rabbim ölüleri nasıl diriltiyorsun? Bana göster!” şeklindeki niyazı üzerine, Allah Teâlâ, ondan dört kuş alıp kendine alıştırmasını, sonra onları kesip her bir parçayı ayrı bir dağa koymasını sonra da çağırmasını ister.

Mevlânâ bu kuşları nefsanî bir takım duygularla tevil etmiş, bunların başının kesilmesiyle görülecek dirilişin, sâlikteki kalbî diriliş olacağını beyan etmiştir. Kısaca ifade edersek, bu dört kuş hırsı temsil eden kaz, makam ve mevkii temsil eden tavus, şehveti temsil eden horoz ve bitmek tükenmek bilmeyen arzuları temsil eden kargadır.

Mesnevî’deki nefis temsilleri ve muhtevaları kısaca bunlar. Bunlara özlü bir hâtime olarak Kanunî Sultan Süleyman’ın şu beyti ile yazımıza son noktayı koyalım:

Nefs hazzın ey Muhibbî vermegil hayvân sıfat,

Zabt-ı nefs et ârif ol âlemde insanlık budur!

lamba
19-02-2007, 15:55
bızler bır oyuncagız onundur kudret, zengınlık onun.fakırolan bızız elbet, bızler nıye ustunluk arar kendınde,hep bır kapının yoldası, herkes nıhayet.......

mutlu
20-02-2007, 09:37
ŞÜKÜR

ŞÜKRETMEK SURAT EKŞİTMEKSE,
SİRKEDEN ÇOK ŞÜKREDEN YOK.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
20-02-2007, 09:39
İYİLİK

iyilik aradı mı, insanda kötülük kalmaz.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
20-02-2007, 09:40
bağış

Herkes herkese bir lokma bir şey verebilir ama
boğaz bağışmak Allah'a mahsustur.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
20-02-2007, 09:41
Akıl

Aklın varsa başka bir akıl ile dost ol.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
20-02-2007, 09:42
Eyvahlar

Eyvahlar o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
20-02-2007, 09:49
sebat

sebatsız sadef, inci tutmaz.
Hz. Mevlana(K.S.)


sadef: Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. * Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.

mutlu
22-02-2007, 13:06
sabır

Sabır, sevincin anahtarıdır.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
23-02-2007, 13:17
Bir damla yağmurun
deniz suyuna faydası var.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
23-02-2007, 13:18
hayırlı bir şey düşündün mü
sonunda hayra erişirsin.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
26-02-2007, 12:21
Önce farenin şerrini def et
sonra buğday biriktirmeye çalış.
Hz. Mevlana(K.S.)

mutlu
01-03-2007, 09:58
nimet, insana gaflet verir;
şükür, uyandırır.

tekniker
14-03-2007, 14:54
Bilgi,sınırı olmayan bir denizdir.Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

İki parmağınının ucunu gözüne koy.Bir şey görebiliyor musun dünyadan?Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.

mutlu
14-03-2007, 16:48
Ayrılık içinde insanın gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen zaman yıl gibi gelir.
Mevlana

mutlu
14-03-2007, 18:00
Mevlânâ Oratoryosu'nu Papa'ya dinletecekler

2007'nin 'Mevlânâ Yılı' ilan edilmesinden sonra gerçekleştirilen etkinliklere, tiyatrocu ve seslendirme ustası Semih Sergen de ilginç bir projeyle katılıyor.

Müzisyen Can Atilla ile 'Mevlânâ Oratoryosu' hazırlayan Sergen, 8 Haziran'da dinleyenlerle buluşacak olan bu eseri Amerika ve Avrupa'ya kadar ulaştırmayı tasarlıyor. Bir diğer düşüncesi de oratoryoyu geçen yılın kasım ayında Türkiye'yi ziyaret eden Papa 16'ncı Benedict'e Vatikan'da dinletmek. Sanatçı, "Vatikan'daki yetkililer ile görüşmelerin devam ettiğini" söylüyor. Kültür Bakanlığı'nın sponsorluğunda Vatikan başta olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'ya Mevlânâ Oratoryosu'nu duyuracak olan Semih Sergen, dünya prömiyerinin ilk adımını İstanbul'da Aya İrini Kilisesi'nde atacak. Aya İrini'de 7 ve 10 Nisan ile 8 Mayıs tarihlerinde seslendirilecek olan Mevlânâ Oratoryosu, 8 Temmuz'da da Aspendos Antik Tiyatrosu'nda dinleyenlerle buluşacak. Daha sonra Ankara, İzmir, Konya, Adana, Mersin ve Antalya'ya gidecek. Amaçlarının Mevlânâ'nın hoşgörüsünden yola çıkarak Türkiye'yi dünyaya anlatmak olduğunu söyleyen Sergen, dünya prömiyeri için Aya İrini Kilisesi'nin seçilme sebebini de 'Mevlânâ'nın hoşgörüsünü göstermek' şeklinde açıklıyor. Oratoryonun CD ve DVD olarak piyasada yer bulması da düşünülüyor. Daha önce opera sanatçısı Bülent Ateşkoğlu da, Papa 2. Jean Paul'e Vatikan'da Yunus Emre Oratoryosu dinletmişti. Mevlüt Karabulut, Ankara

10 Mart 2007, Cumartesi

pinky
18-03-2007, 15:34
Mevlana yılı ile ilgili olarak Kültür Bakanlığı’nın yaptığı çalışmalara ek olarak Konya Büyükşehir Belediyesi de önemli projeleri hayata geçirmeye hazırlanıyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, 2007 yılı boyunca bütün dünyada Mevlana’yı anma etkinlikleri düzenleneceğini belirterek, “2007’nin UNESCO tarafından ‘Mevlana Yılı’ ilan edilmesi, hem Konya’nın tanıtımı açısından, hem de ülke kültürünün tanıtılması açısından önemli bir olaydır. Bu nedenle Mevlana yılı ilan edilmesinde emeği geçen Kültür Bakanlığı’na teşekkür ediyorum. Ülke tanıtımımız çok daha büyük boyutlara ulaşmış olacak. Bundan sonra biz de belediye olarak, 2007 yılında Hz. Mevlana’nın hak ettiği şekilde anılması için birçok etkinlik düzenleyeceğiz. Mevlana şiirleri beste yarışması düzenleyeceğiz. Film festivalleri, şiir dinletileri düzenleyeceğiz. Mesnevi’nin yabancı dillere çevrilmesini gerçekleştireceğiz. Minyatür Mevlevihaneler, Selçuklu eserlerinin minyatürlerinden oluşan parkı açacağız. ‘Mevlana Barış Ödülü’ projesini gerçekleştireceğiz. UNESCO nezdinde, onların fonlarından da istifade için hazırladığımız projelerimizle müracaat edeceğiz. “dedi.

http://www.ntvmsnbc.com/news/364357.asp

mutlu
20-03-2007, 17:56
MÜKEMMEL BİR HATIRA

Bir adam kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alır.

Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektas Veli ‘nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.

O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektas Veli ‘ye anlatır ve Hacı Bektas Veli

- ‘ helal değildir ‘ diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana ‘ya anlatır .

Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder.

Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.

Mevlana söyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektası Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.

O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı’na gider ve Hacı Bektas Veli ‘ye, Mevlana ‘nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli ‘ye sorar.

Hacı Bektaşı Veli de söyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.

Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.”



Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen bir insan olmamız dileğiyle…

mutlu
27-03-2007, 11:25
MESNEVİDEN CEVHER BEYİTLER

Prof.Dr. Cihan Okuyucu'dan

... Seçilen beyitlerin kenarındaki cilt ve beyit numaraları için merhum hocamız Amil Çelebioğlu’nun hazırladığı “Manzum Nahifi Tercümesi”(Sönmez yayınları,1967) esas alınmıştır. Mesnevi beyitleri yanında çeşni olması amacıyla Nahifi(17.yy)nin bazı manzum tercümelerine de yer verdik. Beyitleri anlamlandırmaya gelince.. Anlaşılmayı ve istifadeyi öncelediğimiz için kendimizi lafızla mukayyed saymadık ve beyitlerin arkasındaki fikre tercüman olmaya çalıştık.


1
Hem hayvansın hem melek:
Tâ be-ten hayvan be-câni ez-melek
Tâ revî hem ber-zemin hem ber-felek 2/3814

Ey insan,ne tuhaf bir varlıksın sen. Zıtlıklar sende birleşmiş. Hayvan da melek de yerinde sabit ama sen bunları nefsinde cem etmiş ten hayvanıyla can meleğini bir araya getirmişsin.. Bu yüzden hem göğe mensupsun hem yere .Bu ikili yapını bil ve ona göre dikkatli davran.. Ta ki tenin canına diş geçirmesin, kötülük iyiliğine baş eğdirmesin. Gökler dururken bürtü böcek gibi toprağın altını vatan edinme.

mutlu
27-03-2007, 11:25
2
Eşek misin İsa mı:
İsîye bak rağbet-i har eyleme
Tab’ını akl üzre server eyleme (2/1871)

Eşek de sensin, eşeğe binen de. Eşek senin maddi varlığın, yontulmamış tabiatındır. O eşeği sürüp götüren aklın ve ruhun ise İsaya benzer. Sen İsaya değer ver, eşeğe değil. Eşeğe benzeyen tabiatını akıl İsasının üzerine çıkarma. Bırak bedenin ruhuna hizmet etsin, ulvi gayelerin peşinde yorulsun. Yakışığı kölenin şaha hizmetidir, şahın köleye değil.

mutlu
27-03-2007, 11:26
3
Sen bu libas değilsin:
Bil ki oldu rûha ten gûyâ libâs
Bî-libâs ol lâbisi kıl iltibâs 3/1616

Sen insan bedenini insanın kendisi sanmadasın. Oysa bu beden ruhun elbisesinden başka nedir ki? Hiç insanın değeri giydiği elbiseyle ölçülür mü? Değer ya da değersizlik onun ruhuyla ilgildir, bedeniyle değil. O halde sen gözünü ten elbisesinden çek de o libasın içindekine dikkat et. Şekle değil manaya bak.Eğer şekilce benzerlik insan olmaya yetseydi iyi de kötü de bir olurdu.

mutlu
27-03-2007, 11:26
4-5
Sen devesin akıl deveci:
Akl-ı tu hemçün şütürbân tu şütür
Mîküşâned her taraf der-hükm-i mur
Akl-i aklend evliyâ vü enbiyâ
Ber-misâl-i üştürân tâ-intihâ 1/2597

Deve yük taşımakta güçlüdür ama kendi başına iş göremez. Her devenin başında bir sahibi vardır. Devenin de gözü var ama o kendi gözünü bırakır sahibinin gözünü göz edinir. Deve kendi aklını ve isteğini sahibinin aklına ve isteğine kurban etmiştir.Kendi istediği yere değil çekildiği tarafa gider. Sen de tence deve gibisin, aklınsa deveci. Akıl tenini her tarafa çeker, durur.Sen tenine değil aklına uy. Nebi ve kamil velilerse aklın aklıdırlar; bütün diğer akılları bir deve katarı gibi çekip götürürler. Akıllılık daha üstün akla uymaktır,kendi aklına değil.

mutlu
27-03-2007, 11:26
6
Kamil ve hamın eli:
Kâmilî ger hâk gired zer şeved
Nâkıs er zer bürd hâkister şeved 1/1674

Hamla olgunun bir farkı eldeki imkanı kullanış biçimidir. Olgun kişi toprağı ellese altın kesilir. O kötülükten bile iyilik çıkarır, imkansızlığı imkana çevirir. Leşin kokusunu duymaz da parlayan dişlerine hayran olur. Güneş gibi çiği pişirir, misk gibi yaklaşanı kokular. Nasipsiz hamın elindeyse altın bile küle döner. Kendi yumsuzluğunu çevresine de bulaştırır,düşerken başkalarını da düşürür. Değer bilmediği için altın değerindeki insanlar onun yanında geçmez mangıra döner, hor ve hakir duruma düşerler.

mutlu
27-03-2007, 11:26
7
Şeker ekmek olur mu:
Ger şekerler olsa şekl-i kurs-ı nân
Nan değil ta’mı şekerdir bî-gümân 1/2980

Dış benzerliği iç benzerliği demek değil. Nasıl ki şekeri ekmek şekline de soksan tadı ekmek değil yine şekerdir. Yediğin şeyin şeker mi ekmek olduğunu bilmek için tatmak lazım. Gözün tatmadan yana nasibi yok çünkü. O halde kalıbı şekere benzeyen her adamı da şeker sanma. Bu dünya elbisesiz adamlar ve adamsız elbiselerle doludur.

mutlu
27-03-2007, 11:27
8
Balık resmi su içer mi:
Nakş-ı mâhîra çi deryâ vü çi hâk
Reng-i Hindûra çi sabûn u çi zâk 1/2866

Canlı balık için deniz hayat kara ölümdür. Ama kağıda bir balık resmi yapsan onun ne denizden haberi olur, ne karadan. Bunların benzerliği sadece şekilden ibarettir. İnsanların kimisi de yalnız kalıp insanıdır. Dışardan bakınca onların gözü kulağı, dili dudağı var sanırsın. Gerçekteyse kalıbın burnu yoktur ki iyilikten bir koku alsın, kulağı ve gözü yoktur ki hayırlı sözleri işitsin, güzeli görsün. Yüzü kara zenciye sabun da bir kara boya da. Gerçek zenci ise gönül zencisidir. O gönlün terazisi kırıktır; bu yüzden iyilikle kötülüğün farkını tartamaz.

mutlu
27-03-2007, 11:27
9-10
Gündüz mumu kim yakar:
Rûz-ı Rûşen her ki o cûyed çerâğ
Ayn cesten kûriyeş dâred belâğ (3/2733)
Kim çerağ isterse gündüzde ayan
Ol talep kör olduğun eyler beyan

Güneş ortalığı aydınlatmışken mum yakmaya kalkmak ortalığa“ben körüm” diye bağırmaktan başka nedir . Güneşin parlaklığından yarasaya ne fayda. O körlüğü kendine değil güneşe hamletmeye kalkar. Ey vahiy güneşi doğmuşken akıl mumuyla aydınlanmaya kalkan yarasa tabiatlı ! Güneşin ışığında kusur yok; kusur senin gözlerinde. Hz.Mevlana’nın ifadesiyle senin güneşten anladığın ısıdan ibaret:
Ger şu’â-ı âfitab pür zi-nûr
Gayr-ı germî mî-neyâbed çeşm-i kûr 3/4263
Güneşin par par parlayan ışığıyla bütün alem dolup taşsa körün gözün bundan bir nasibi yok. Onun bütün kısmeti sırtına vuran ısıdan ibaret. Güneşin bin bir nimeti var, onu bir mangal mevkiine indirmek caiz mi? Akıl ve idrak körü de böyledir.O değerli bir şeyi kendi idrakine kendi seviyesine indirir de güneşi mangal, altını pul eder.

mutlu
27-03-2007, 11:27
11
Bu nasıl körlük:
Ey dirîg ol dîde-i kûr u kebûd
Mihri görmez zerreyi eyler şuhûd 3/2770

Görmek ve körlük de çeşit çeşittir.Vah yazık o göze ki zerreyi görür de güneşi görmez. Uzaktakini tanır da yakındakini bilmez. Önemsizin farkındadır önemli olandan gafil. Mahluk da halıka göre zerreden bile kemdir. Yaratılmışı görüp yaratanından gafil olmak! İşte gerçek körlük budur.



12
Ucuz alan ucuz verir:
Her ki o erzân hared erzân dehed
Gevherî tıflî be-kurs-ı nân dehed 1/1824

Her şeyin değeri ödenen bedel kadardır. Atadan dededen kalan, yolda belde bulunan şeyin değeri olmaz. Zira bir şeyi ucuza alan ucuza verir. Cahil çocuk yolda bulduğu incinin kıymetini ne bilsin. Bu yüzden bir hazine değerindeki o inciyi gider de bir somun ekmeğe değişir. İncinin kıymetini denizin dibine dalan dalgıça,ya da inci satıcısına sor sen. Aslında o çocuk sensin; inci de ata mirası olan dinin. Sen o hazineyi beşiğinde hazır buldun, sahip olduğun şeyin farkında olmayışın bundan.

mutlu
27-03-2007, 11:27
13
Gerçek altın güneşi özler:
Kalb pehlû mîzened bâ-zer be-şeb
İntizâr-ı rûz mîdâred zeheb 1/3399

Gece kalpazanın bahtı sahihin bahtsızlığıdır. Karanlıkta iyiyle kötü, kalp altınla sahici olan kucak kucağadır. Kalp altın ister ki bu gece hiç bitmesin ve foyası ortaya çıkmasın. Saf altınsa gündüze aşıktır.Ta ki bulaşıklık töhmetinden kurtulsun, kadri kıymeti belli olsun.O gece dünyadır gündüzse ahiret. Bu alemde hakla haksızlık, iyilikle kötülük, zulümle adalet iç içe kucak kucağadır. Ama hesap günü kurulacak terazi kimin kaç ayar olduğunu tek tek açıklayacak. O gün altın gibi bir gönül götürenlerin günüdür, gönül kalpazanlarının değil.


14-15
Ayna yalan söyler mi:
Oldu mîzân ile âyine mehek
Anları hizmette çeksen bin emek 1/3654
Ger terazide olaydı meyl-i mâl
Müstakim olamazdı anda vasf-ı hâl 2/579

Bin türlü emek harcasan,diller döksen, iltifatlar etsen ne teraziyi ne de aynayı doğruyu söylemekten vazgeçiremezsin. Çirkinsen ayna sana çirkinsin demekten utanmaz. Terazi kaç paralık bir adam olduğunu söylemekten vaz geçmez. Çünkü ne ayna ne de terazi kendisi için tartmaz. Eğer terazide mal sevgisi olsaydı doğru tartamazdı. Sen Peygamber ve veliler de hizmetleri karşısında ücret istemedikleri için o ayna ve o terazi bil. Sana ne söylerlerse candan kabul et.

mutlu
27-03-2007, 11:29
16
Doğru yerde ara:
Dürrü kıl cevf-i sadefden cüstücû
Fenni kıl ehl-i hırefden cüstücû (5/1062)

Akıllı her şeyi bulacağı yerde arar. Binlerce kutular da açsan, inciyi sadef kutusundan başka yerde bulmana imkan yok. O halde ilim ve bilgi incisini de sen o bilgiye sadef olmuş gerçek bilginlerden öğren. Sadefin kapağını kaldırmadıkça boş mu dolu mu olduğunu bilemezsin. Bilgi incisine hamile olan bilginlerin ağzı da sadef gibi mühürlüdür. Sen o mührü kaldır ki inci açığa çıksın.

17
Terazi tartmaz dağı:
Zerre vezn-i kûha eylerse murâd
Kûhdan mîzânın eyler vakf-ı bâd 4/385

Hangi terazi dağı tartabilir ki ! Bu işe kalkanın yerinde yeller eser .Ey haddini bilmez akıl terazisi ! Sen kim, Hak ve hakikat dağını tartmak kim. O dağın altına girmeye kalksan ne izin kalır ne tozun. O halde aczini bil haddini aşma. Ziya Paşanın nasihatına uy ve şöyle de:
İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez
Zira ki bu terazi bu kadar sıkleti çekmez

18
Akıl başta değil:
Var mıdır iblisden pîr-i cihân
Çünkü bî-akl o ldu lâ-şeydir hemân 4/2185
Gerçi insan akıl ve bilgisi yılların semeresidir. Bilgi anbarının dolması için nice hasat mevsiminin geçmesi gerek. Saçtaki sakaldaki ak insanın çok şey gördüğüne , tecrübeler ve bilgilerle akıl anbarını doldurduğuna işaret eder. Ne var ki insanın bir şey öğrenmeye niyeti yoksa,akıl anbarının kapılarını sürgülemişse gelip geçen mevsimler ve mahsuller ne yapsın. Nitekim dünyada iblisten daha yaşlısı yok ama o hala ilk günkü kopkoyu küfür ve cehaleti içinde. O halde bilgi ve akılda yaşına layık olmaya bak,saçını sakalını yalancı çıkarma.


19
Akıllılık ne demek:
Akl ile bîmâr eder azm-i tabîb
Lîk akl olmaz devâsında musîb 4/3346

Akıllı olmak her şeyi bilmek değil, bileni bulabilmektir. Nasıl ki hastanın da aklı kendi sahibini tedavi edemiyor ama onu alıp bir doktora kadar götürüyor.Tedavi etmek doktorun işidir,ama her hasta doktorun yolunu bulmayı da beceremez. O halde sen doktor değilsen de doktorunu bulacak kadar bir akıllılık göster.

20
Kulak ol,dil konuşsun:
Müstemi’ çün teşne vü cûyende şüd
Vâiz er mürde buved gûyende şüd 1/2481

Soru ve cevap bir alışveriş, bir arz-talep meselesidir. Zira marifet iltifata tabidir ve müşterisi yoksa meta zayidir. Hatibi konuşturan dinleyicinin aşkı, şevki,arzusudur. Memedeki süt bile elin maharetine göre artar eksilir, ağız kulağa göre laf yapar. Dinleyen istekli olursa ölü vaiz bile bülbül kesilir de inciler saçmaya başlar. O halde iyi şeylere karşı baştan ayağa kulak kesil ki hikmetin dili kurumasın.

mutlu
27-03-2007, 11:29
21
Ey gölge avcısı:
Sâye-i murgî girifte merd-i saht
Murg hayran geşte ber-şâh-ı dıraht 1/2911

Her şeyin bir hakikati bir de gölgesi vardır Kuş başka kuşun gölgesi başkadır.. Gölge yerdedir gerçeği gökte. Ahmak yerdeki kuşun gölgesini kavramış kuşu
tuttuğunu sanmakta. Ağacın tepesindeki kuş ise onun bu komik haline şaşmada. A şaşkın dünya avcısı! Ömrünü gölge peşinde seğirterek harcayan o avcı senden başkası değil. Meyveli dal dışarıda, sense mağara duvarına akseden gölgesinden meyve devşirmeye çalışmadasın. O gölge bu dünyadır,ahiret ise dalın gerçeği. Gölgenin amacı gerçeği hatırlatmaktır. O halde sen de gölgeyi bırak aslına bak.

22
Muma ihtiyacın yok:
Bî-çerâgî çün dehed o rûşenî
Ger çerâget şüd çi efgân mikünî 3/1384

Amaç aydınlanmaktır,mum değil. Mum bu işe vasıta olduğu için değerlidir. Cenab-ı Hak
isterse ışığını mumsuz, nimetini vesilesiz de gönderir. O zaman mumsuz aydınlanır, yemeden doyar, içmeden kanarsın. Allah sana gönlünde doğan koca bir güneş vermişken sen dışarıdaki mumunun söndüğüne üzülme. Say ki mangırını düşürdün, parlak bir altın buldun; kirli külahını yel kaptı ama başına cevherli bir taç kondurdular. O halde sevin.

mutlu
27-03-2007, 11:29
23
Aslan sofrasında aç kalmazsın:
Eksik olmaz şîr bezminde kebâp
Rûbeh-âsâ cîfeye etme şitâb 3/2252

Ey tilki tabiatlı. Sen bir aslan sofrasındasın.Aslan sofrasında kebap eksik olur mu hiç?Aslanın pençesinden hangi av kurtulmuş ki sen aç kalasın. Hem o sofradasın hem de gözün dışarıda bir leş aramada. Bu sofra sahibine saygısızlıktır. Eğer kebap beklemeye sabrın yoksa bari sofradan kalk git de aslanı da töhmet altında bırakma.

24
Kendimden nereye kaçayım:
Benki hasmem hem yine bende-gürîz
Tâ ebed olmakda kârım hîz hîz 5/675

Bir düşmanı olan ondan kaçıp uzaklaşınca kurtulur. Ama benim halim bir değişik: Zira kaçan da benim kovalayan da. Ben kendi kendime hasm olmuş,kendi yolumu kesmişim. Bir yanım iyiliğe koşmakta diğer yanım ona çelme takmakta. Ne denizlerin dibine dalmak, ne göklere çıkmak beni paklar. İnsan kendi kendisinden nasıl kaçar, gölgesinden nasıl kurtulur. O halde kendimi ıslah etmediğim takdirde bu kaçıp kovalamadan ta kıyamete kadar bana kurtuluş yok.

mutlu
27-03-2007, 11:29
25
Mührü çaldırma,aman:
Kalbin oldu hâtemin ol hûşyâr
Tâ senin div etmesin mührün şikâr 4/1171

Hz. Süleymanın mührü üzerindeki yazının hürmetiyle her kapıyı açan bir güç ve kudret kazanmıştı. Aynı yazıyı yazarsan senin kalbin de Süleymanın mührüne döner. Dünyada da ahirette de geçer akçe o mühürdür. Aman dikkat et ve mührün üstüne titre. Eğer kalbini şeytana kaptırırsan, yüzüğünü çaldıran Süleyman gibi ortada kalakalırsın.

26
İkinci doğum:
Çün düvüm bâr âdemizâde bi-zad
Pây-ı hod ber-fark-ı illethâ nihâd 3/3599

Bu dünyada herkes bir defa doğar;Hak erleri ise iki defa.İlk doğum için sebepler vesileler lazım. Anasız babasız doğum olmaz. Lakin bu doğum sanki bir hapishaneye doğmaktır. Bu sebep-sonuç aleminde insanı iç içe kuşatan binbir kafes vardır. Sonra bazı Hak erleri maddi alemden yeni bir aleme doğar da bütün bu zaruri bağlardan kurtulur, hepsini ayaklarının altına alırlar. Aslında bu ikinci doğuş Yunusun :”Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası”diye tarif ettiği daimi bir doğuştur. Doğuşun gerçekleştiği aşıkların gönlü bir süt gölüdür. Bu yeni alem çekişmelerden, zıtlıklardan uzaktır;orada güller solmaz, bülbüller susmaz,baharlar kışa dönmez. Bu ikinci doğuştan sonra kişinin eski kimliğinden geriye sadece bir gölge kalır.

mutlu
27-03-2007, 11:29
27-28
Güneşe is bulaşmaz Ay ışığı kirlenmez:
Dûd-ı külhen key resed der-âfitâb
Çün şeved ankâ şikeste ez- gurâb 2/1463
Nûr-ı mâh âlûde olsun mu ebed
Olsa pertev-güster-i her nîk ü bed 5/1266

İyiliğin daima alnı ak aynası parlaktır. Düşkün başkasını da düşürmek, kara başkasına da is çalmak ister. Ama istediği kadar tütsün külhanın dumanından güneşe ne gam. Güneşin alnına kara çalmaya kalkan kendi alnını karartır. Karga istediği kadar arkasından gaklasın,o gak guk sesini Ankanın ruhu bile duymaz. İnsanlar arasında da kimisi güneş gibi kimisi külhan ;anka tabiatlı olan da var karga huylu olan da. Peygamber ve veliler güneş ve anka gibi bütün karalamaların ve ayıplamaların üzerindedir. Işığı mezbelelikte sürünüyor diye ayın kirlendiğini sanma. Ay yücelere taht kurmuş oturmaktadır. Işığını göndermesi onun aczinden değil kereminden, cömertliğindendir. Ay gibi yücelere taht kurmuş Hak erlerinin de düşkün insanlara el uzatmakla eli kirlenmez. Onlar güneş gibi, yağmur gibi, ay gibi insanlara rahmettir.

29-30
Doğru ol menzile var:
Lâzım oldu kavse tîr-i müstakîm
Menzil almaz şüphe yok sehm-i sakîm
Müstakim ol tîrveş hatta kemân
Eyleye îsâl-i menzil bî-gümân 1/1443-44

Yaya düzgün ok lazımdır. Yay ne kadar güçlü çekilirse çekilsin düz olmayan ok uzağa gidemez. O halde ey Hak yolunun yolcusu !Sen de niyetinle amelinle bu yolda ok gibi dümdüz ol ! Ta ki üstadın bir yay gibi seni ötelerin ötesine ulaştırsın.

mutlu
27-03-2007, 11:30
31
Haktan kork ki korksunlar:
Kim ki Hakdan havf ederse bîgüman
Havf eder andan zemîn ü âsümân 1/1485

Hak Taala kendisinden korkana öyle bir heybet ve haşmet verir ki yer de ondan korkar, gök de ! Yani Hakdan korkan cümle korkulardan kurtulur. O sığınaktan mahrum olanlara ise çepeçevre alem düşman görünür.


32
Hürmet bulmak istersen:
Kimki hürmet eyleye hürmet bulur
Kand isti’mâl eden lezzet bulur 1/1556

Herkes ektiğini biçer, ettiğini bulur.Saygılı olanın hakkı saygı,iyilik yapanın ücreti iyiliktir. Saygı ve iyilik şekerine maden olan dudak nasıl olur da o tattan nasiplenmez!

33
Ey turşu satıcısı:
Türşrû olmak olaydı şükr bes
Sirkeden şâkirter olmaz idi kes 1/1590

Ey yüzünü ekşite ekşite şükreden âbid. İbadet ve taat Hakkın nimetlerine şükür ve hoşnutluk ise bu nasıl şükür,nasıl teşekkür.Eğer böyle şükür şükür olsaydı sirkeden daha şükreden kimse bulunmazdı. Ekşi bir suratla selam veren kişiye şairin söylediğin duymadın mı hiç:
Reddeyledik selamını vech-i abusuna
Şükrün belirtisi olarak biraz yüzün gülsün. Yoksa senin de şükrünü alırlar da o ekşi suratına çarparlar.

mutlu
27-03-2007, 11:30
34
Dilimin ettikleri:
Ey zeban hem berk u hem harmensin ah
Ateşinle harmenim ettin tebâh 1/1767

Ey dilim,sen benim hem servetimsin hem felaketim. Beni abad eden de sensin berbad eden de. İyi kullanıldığında harmanımsın kötü kullanıldığında şimşek. Ey kırmızı dil, bir ateş parçası gibi harmanımı yakıp küle çevirdin! Seni tarif için Yunusun şu sözlerinin üstüne söz olmaz:
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Dem ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz

mutlu
27-03-2007, 11:30
35
Toprak ol da yeşer:
Bin bahar olsa ne kâbil feyz-i seng
Toprak ol ta güller olsun reng reng 1/1983

Bin bahar gelip geçse taşın yeşermesi ne mümkün. Kabahat baharda değil senin kibirle taşlaşmış gönlünde. Sen toprak gibi alçak gönüllü olmaya bak. Gör o zaman o gönül toprağından nasıl renk renk güller açılıyor, baharlar yeşeriyor.

36
Hem kel hem fodul olma:
Zîşt kibr amma fakire zîştter
Kar yağar hem gün soğuk hem câme ter 1/ 2420

Kibir çirkindir ama fakirin kibri daha da çirkin. Bu şuna benzer: Karlı ve soğuk bir günde ıslak elbise giymişsin. O halde yama üstüne yama ekleme, kusur üstüne kusur işleme. Kelliğine bir de fodulluk ekleme.


37
Havuz ve çeşmeler:
Havza benzer şeh tevâbi’ lüleler
Ab-ı havzı lüleler icrâ eder 1/2923

Şah havuz gibidir,memurları ise musluk. İyi kötü havuzda her ne varsa çeşmelerden akan odur.O halde iyiliği de kötülüğü de kurnadan değil havuzdan bilmeli. Beri tarraftan nasıl musluk havuza tabi ise memurlar da idarecilerine bağlıdır. Bu sebeple Dicle kıyısında kurdun kaptığı kuzunun hesabı bile Ömerden sorulur memurdan değil.

mutlu
27-03-2007, 11:31
38
Kargalar öterse:
Çün şitâda zâğlar pür-cûş olur
Uzlet eyler bülbülân hamûş olur 2/20

Her mevsimin ve her iklimin müşterisi başkadır. Bahar bülbüllerin velvelesiyle inler.Kış mevsiminin saltanatı ise kargalara aittir. Karganın sesi yükselince bülbüle de susmak ve bir kenara çekilmek düşer. Yani iyilik iyilikle kötülük kötülükle beraberdir. Bülbül nasıl baharı özlerse iyiler adalete ve güzelliğe aşıktır. Karga tabiatlıların baharı ise kıştır. Biraz hava bulanıp,soğuk rüzgarlar esmeye görsün kenarda köşede saklı kargalar nasıl da birden çoğalır ve bahara lanetler yağdırırlar. Eh,bahar ülkesine bülbül kış harabesine karga yakışır.Senin içinde de bir bahar ve güz var. Kalp bahçeni ihmal etme ki meydan kargalara kalmasın


39
Alçaltan yükselme:
Ser-nigûn oldu edip âheng-i zîr
Zann eder kendin ola bâlâ mesîr 4/3729

Düşkünlükten düşkünlüğe de fark var. Kimi düşkün kendi durumunun farkındadır.Asıl düşkünlük ise boyuna alçalırken kendisini yükseliyor sanmaktır. Günahkarın günahı gizlemesi di bir meziyettir. Bedbaht ise kendi herzeleriyle övünür ve “ey insanlar, bakın ne güzel boynuzlarım var” diye kepazeliğini cümle aleme yayar.

40
Nereye koşuyorsun:
Niceler bî-câ idüp azm-i sefer
Menzil-i maksûdunu eyler güzer 4/3257

Pek çok insan yakında olanı uzakta arar. Hazine eşiğinin altındadır ama hırs ve sabırsızlık onu uzaklara doğru sefere çıkarmıştır.Doktoru hemen yanıbaşında iken o semt semt doktor arar. Okunu vuracağı ava değil vuramayacağına atar. Böylece ömür sermayesini yele verir ve elinde yol yorgunluğu kalır.

mutlu
27-03-2007, 11:31
41
Suç ipte mi,sende mi:
Merresenra nist cürmî ey anûd
Çün türa sevdâ-yı ser-bâlâ nebud 3/4243

Ey gayretsiz heveskar! İşte direk işte ip. Çıkmak istiyorsan durma ipe asıl. Ama sende o gayret yoksa suçu ipin çürüklüğüne direğin yağlı oluşuna bağlama. Anlaşılan sen bir kalpazansın,yükselmeye niyetin ve o yolda akıtacak terin yok ki böyle bahanelere sığınmadasın. Maddi manevi her yükselişi sen böyle bir ip bil. İplerin başı da Allahın kelamı. Ona sarılırsan bu nefs çukurundan çıkarsın.Hala o çukurdaysan bari o ipe bühtanda bulunma da kendi nefsini kına.

42
Sen camını açmazsan:
Nûr-ı tâbândan size yokdur nasib
Beste revzen mâhdan bulsun mu zîb 3/2844

Ey nasipsiz! Hem pencereni sımsıkı örtüyor, perdeleri çekiyor hem de ay ışığından nur umuyorsun. Dışarıda dolunay pırıl pırıl olmuş neye yarar. Sen yol vermedikçe o kapından içeriye giremez. Bu dünya gecesinde de iman nuruyla aydınlanmak istiyorsan gönül pencereni Hakka ve hakikata aç, gözünden o örtüyü kaldır.


43-44-45
Dert devaya davettir:
Kanda derd olsa devâ andan ayan
Kanda pestî olsa âb oldu revân 1/1957
Kanda derd olsa devâ anda gider
Kanda fakr olsa nevâ anda gider 3/3232
Doğmadıça tıfl-ı pâkize-dehen
Bestedir pistân-ı mâderde leben 3/3235

Sen sanır mısın ki dert kötüdür. Hayır ! Dert devaya bir davetiyedir. Dert ve düşkünlük yer alçağına benzer, deva ise suya. O yüzden nerede dert varsa deva oraya koşar. Neresi alçaksa su oraya akar. O halde derdini sev,ilahi rahmeti celbeden kırıklığını nimet bil..Zira
İlahi yardım ihtiyaca göre tecelli eder. Dertli ol ki o seni iyileştirsin, fakir ol ki doyursun. Görmüyor musun, o ipek ağızlı bebek doğmadıkça annenin memesi kupkuru. Ne zaman ki bebek ağzını açar, Cenab-ı Hak o ağzı beslemeye anne memesini memur eder. Çocuk büyüyüp eli ayağı tutmaya başlayınca ona; madem artık aciz değilsin git de artık ekmek ye derler. Bebek gibi aciz ol, tam bir teslimiyetle Hakka karşı ağzını aç! Ta ki sana sebep memelerinden süt gibi nimetler aksın

mutlu
27-03-2007, 11:31
46
İç körlüğünden sakın:
Kûr-ı zâhir der-necâset zâhirest
Kûr-ı bâtın der-necâsât-ı sırest 3/2100

Körlük de türlü türlüdür. İç körlüğü dış körlükten fenadır. Gözü kör olan kendisini dışarıdaki pisliklerden koruyamaz. Lakin bu pislik yıkamayla geçer. İç gözü kör olan ise manevi pisliklere bulaşır. Bu tür pislik diğeri gibi suyla kolayca geçmez. O demirdeki pas gibi kalıcıdır. Nasıl zahir gözünü çöpten sakınıyorsan iç gözünü de öylece sakın. Ta ki manevi kirlere bulanmayasın. Bir kere bulanmışsan da tevbe et. Zira tevbe suyundan başkası o kire çare olmaz.


47
Uydurma da kendin uy:
Kerdei tevil-i harf-i bikrra
Hîşra tevil kün ney Zikrra 1/1127

Ey dokunulmaması gereken ilahi sözleri keyfine göre tevile kalkan laübali ! Kuranı değil kendini tevil et .Onu kendine uydurma, sen ona uy.! O seni düzeltmeye gelmişken senin onu düzeltmeye kalkman ne edepsizlik! Kendin hastayken doktorunu tedaviye kalkman ne abes!

48
Karın yüz karan:
Nârdır hırsından ol fahm-ı siyâh
Gitdi hırsın kaldı fahm-ı pür-tebâh 4/1144

Ey hırsının zebunu olan kişi! O kara kömürü parlak bir ateş gibi gösteren şey senin hırsından başkası değil. Zira hırs taşı elmas gösterir. Yanan ateş güzelliğiyle gözünü alır ama sen o renge değil yaptığı işe bak. Ateşe yaklaşırsan yüzünü ise toza bulamış olursun. Ne sönmeyen ateş var ne geçmeyen heves. Ama ateşten geriye kömür, hevesten gerie de utanç ve yüz karalığı kalır. O halde dikkat!

49-50
Ölüm kendi renginde:
Merg her yek ey püser hem-reng-i ost
Pîş-i düşmen düşmen ü ber-dost dost 3/3461

Ey ölüm aynası! Sen ne tuhaf bukalemunsun. Kimin yüzüne baksan onun rengini alırsın. İyiye iyi, çirkine çirkin görünürsün. Dostuna dostsun, düşmanına düşman. Bunun sebebi nedir? diye sordum da Hz.Mevlana’dan şu cevabı aldım:
An ki mî-türsî zi-merg ender-firar
An zi-hod tersânî ey can hûşdâr 3/3463
A ölümden korkan ! Aslında ölümün rengi yoktur, onda gördüğün çirkinlik kendi çirkinliğin. Lakin bu çirkinlik de kendi eserin. Üstündeki kirli paçavrayı kendin eğirip kendin diktin, yüzündeki gözündeki karaları yine kendin çaldın. Şimdi hayat perdesi aradan kalktı ve ölüm aynasında kendi gerçek kimliğinle yüz yüze geldin. Seni bu kara yüzünle,bu düşkün halinle cennete kabul etmezler. İşte seni korkutan ölümün bu gerçekleri haykıran dili. O halde layıkı o ki sen ölümden değil kendinden kork!

mutlu
27-03-2007, 11:31
51
Mezar arkadaşın kim:
Bil vefâdârın olur ancak amel
Lahdi eyler ol senin ile mahal 5/1055

Ey mezar yolcusu! Hayattayken dostlarının çokluğuyla övünürdün. O uzun yol boyunca dostlarını nerelerde yitirdin! Son arkadaşların da sana mezar kapısında sırtlarını döndüler. Şimdi yanıbaşında seninle aynı toprağa baş koyan tek bir yoldaşın kaldı:amelin. Eğer bu yoldaş kötüyse vay haline! Yok iyiyse sana müjdeler olsun. O seni hesap gününde avukatın ve şahidin, sırat köprüsünde de bineğindir. O halde mezara böyle bir arkadaşla girmeye çalış.


52
Sular da susar:
Teşnedir müştâk-ı âb-ı dilsitân
Abdır hem tâlib-i lebteşnegân 3/4442

Susuz kişinin dudağı tatlı suya hasrettir. Ama su da susamış dudakları özler. Çocuk memeye aşıktır, memeyse kendisini emecek bebeğe. Muhtaç olan cömerd bir el peşindedir, cömert ise kendisinden isteyecek elleri gözler. Yani fakrın gereği istemek zenginliğin şanı vermektir. Beriki ne kadar almağa muhtaçsa Hak eri de o kadar vermeye müştaktır. Cömertlerin en cömerdi olan Cenab-ı Hak ise:Yok mu benden isteyen,diye kullarını kendisine davet eder.

53
Müminler bir beden:
Müminân ma’dûd lîk imân yekî
Cismişân ma’dûd likin can yekî 4/418

Beden bir ama organları çok. Bedenleri bir araya getiren, birleyip bütünleyen candır. Can giderse azaların hiç biri kalmaz, hepsi ölür. Müminler de böyledir, hepsi bir büyük bedenin uzuvları hükmündedir. Niçin ? Çünkü hepsinin ortak bir canı vardır ve o can imandır. Nice hazinelerin bir araya getiremeyeceği kalpler imanla bir araya gelmiş ,kardeş olmuştur. İman ipi kopmaya görsün, beden tesbihi dağılır gider.

mutlu
27-03-2007, 11:32
54
Dildaşlık mı üstün gönüldaşlık mı:
Çok olur Hindî ve Türki hemzebân
İki Türk olur veli bîgâne san
Bâ-husûs ola zebân-ı mahremi
Hemzebândan oldu alâ hemdemi (1/1259-60)

Önemli olan dil akrabalığı değil gönül akrabalığıdır. Bu yüzden bakarsın bir Hintli ile Türk anlaşırlar da aynı dili konuşan iki Türk anlaşamazlar.O halde gönüldaş olmak dildaş olmaktan daha iyidir.

55
Ayakkabın sıkarsa yalınayak gez:
Pâ-tehî geşten bihest ez-kefş-i teng
Renc-i gurbet bih ki ender-hâne ceng 1/2496

Elbette her ayağa bir ayakkabı, her sırta bir gömlek lazım. Ama ayakkabı darsa insan yalın ayak olmayı tercih eder. İnsanın evi barkı, vatanı elbette gurbetten iyidir ama bazen vatan yaşanmaz hale gelir de- şairin dediği gibi-:”Gahi gurbet vatan olur, gahi vatan gurbetlenir”. Ayakkabı nedir? Yerine göre arkadaş, eş,dost. O halde eşler ve dostlar dikkat etmeli ve sormalı: Ben nasıl bir ayakkabıyım? Korumakla mı yükümlüyüm, sıkmakla mı? Sonra evim nasıl bir ev? Cennet bahçesi mi, çilehane mi? Aman eşler.. Dikkat!

56
İbadetlere acık:
Lîk şîrînî vü lezzât-ı makar
Hest ber-endâze-i renc-i sefer 3/4188

Ele geçen şeyin tadı, tuzu, değeri oraya varmak için çekilen yol zahmeti kadardır. Çölün tozunu yutmayan, dilini dudağını çöl güneşinde çatlatmayan Zemzemin lezzetini bilemez, ömür boyu hayalini kurmayan Kabenin kadrini tartamaz. O halde önce yan ki su seni kandırsın, acık ki ekmek damağında bir lezzet bıraksın. Özle ki bulduğunda gerçekten bulmuş olasın.

mutlu
27-03-2007, 11:32
57
Cömertlik çeşitleri:
An direm dâden sahîra lâyıkest
Can süpürden hod sehâ-yı âşıkest 1/2331

Herkesin bağışı cömertliği nisbetincedir. Mal cömerdine yakışan malından mülkünden vermektir. Bu cömertlik başkaları katında makbuldür ama aşıklar yanında değil. Hak yolunda Ömer çok cömerttir ama o cömertlik Hz.Ebubekirinki yanında aza döner. Ey cömert, ne kadar versen aşıkla yarışamazsın. Zira -Fuzulinin dediği gibi- sen yar yoluna kurban kesmedesin;o ise kurban olarak kendisini getirmede:
Yılda bir kurban keserler halk-ı alem ıyd için
Dembedem saat-be-saat ben senin kurbanınam

58
Azı ver çoğu al:
Mülk-i cismetra çü Belkîs ey gabî
Terk kün behr-i Süleyman-ı nebi 4/781

A ten mülküne dört elle sarılan ahmak! Belkısdan ibret al da o mülkü Süleymanın yoluna ser. Hiç Süleyman olan seni karşılıksız bırakır mı? Onun mülkü nerde seninki nerde ! Sen toprak verirsin,onun karşılığı ise inci mercandır. Lakin Süleymanın üzerinde de bir Süleyman var. Süleyman da o kapının naçiz bir bendesi. Süleyman da ,sen de senin sandığın her şey de zaten onundur.O halde sen tenini canını onun yolunda toprak eyle, başını onun eşiğine koy.Ta ki sana ölümsüz bedenler ve başlar ihsan etsin.


59
Nehir kem mi testiden:
Çîst ender-hum ki ender nehr nîst
Çîst ender-hâne k’ender-şehr nîst
İncihân humest ü dil çün cûy-ı âb
İn cihan hücrest ü dil şehr-i ucâb 4/828,29

Bir şey küpte olsun da nehirde bulunmasın mümkün mü? Evde bulunup da şehirde bulunmayan ne vardır.Küp bu dünyadır, nehir ise kalp.Bu dünya dar bir hücredir, gönlün ise şaşılacak şeylerle dolu bir şehir. Sen küpteki kokmuş suya susamışsın, oysa ondan çok daha tatlısı ve fazlası gönül ırmağında. Evde görüp gözünü aldırdığın şeyler şehrin sanatkarları tarafından yapılmıştır. Git de çarşıda onun çok daha güzellerini gör. Hasılı dışarıda lezzet adına her ne varsa gönülde onun çok daha iyileri mevcut. O halde dudağını testiden değil o nehirden kandır.Bu dar hücrede gönül eğleme o sonsuz şehirde gezin.

mutlu
27-03-2007, 11:32
60
Adalet nedir:
Adl oldur kim veresin eşcâra âb
Zulm odur ammâ ki vermek hâra âb 5/1095

Sanma ki adalet her kökü sulamaktır. Adalet her şeye hak ettiğini ve hak ettiği kadar vermektir. Sulayacaksan meyveli ağacı sula,ayrık otunu yahut dikeni değil. Dikeni sulamak meyveli dala kötülüktür, kötüye imkan vermek de iyinin canına kastetmektir.Adalet mi istiyorsun:İyiyi yücelt, alçağı alçalt. Birini tahta oturt, diğerini darağacına çek.

mutlu
27-03-2007, 11:32
61
Lutfun da hoş kahrın da:
Ey cefâ-yı tu zi-devlet hûbter
Ve’ntikâm-ı tu zi-cân mahbûbter 1/1631
Aşıkem ber-kahr u ber-lutfeş be-cidd
Bu’l-aceb men âşık-ı in her dü zıd 1/1635

Ey cefası mutluluktan güzel, intikamı candan daha sevimli olan !Ben senin luffuna da aşığım kahrına da . Aynı anda böyle iki zıd şeye aşık olmak ne garip şey! Lakin bu gariplik görünüştedir. Zira sen güzelsin ve güzelden sadece güzellik sadır olur. Senden gelen şeyleri bu iyi bu kötü diye ayırmak ise şaşılığın ta kendisi

mutlu
27-03-2007, 11:33
62
Yarın deme:
Hîn megû ferdâ ki ferdâhâ güzeşt
Ta bi-külli big(ü)zered eyyam güzeşt 2/1282

Ahmak dün der yarın der. Her işi tehir ede ede sonunda elinde ne dün kalır ne yarın. Dün hayaldir yarın bir vehim,bugünse elinin avucunun altında. O halde ne yapacaksan şimdi yap. Bilmiyor musun ki bu dünya da geçici, sen de geçicisin Yarına kalacağını kim garanti etmiş ki yarınla ilgili böyle planlar yapıyorsun..
O halde ekinini şimdi ek , söküğünü şimdi dik.

mutlu
27-03-2007, 11:33
63
İster aydan al ister güneşten:
Eyle mehden ya güneşten iktisâb
Oldu mâhın nûru nûr-ı âfitâb 1/2020

Sen ister aydan ister güneşten al, o nur sonuçta güneşin nurudur. Bütün ayna kırıklarında parıldayıp duran ışıkların hepsi o kaynakta birleşir. O halde asıl kaynağı unutup vasıtalara takılma. Sana gelen maddi manevi her iyilik ve feyiz de öylece bir kaynağa çıkar.Sen onu şuna buna ait zannetme. Ne aracısız kal ne de aracıya takıl.

mutlu
27-03-2007, 11:33
64
Resim ressama kafa tutar mı:
Nakş nakkâşa nice nahvet eder
Çün anı ol sâhib-i sûret eder 1/3139

Eserin kendisini var edene baş kaldırması,onun takdirini değiştirmeye kalkması ne beyhude ve abes bir çaba. Resim kendi ressamına karşı böbürlenebilir mi hiç? Ey insan, sen de ressam elindeki resim gibisin. O halde haddini hududunu bil, yaratılmış olduğunu asla hatırdan çıkarma. Aczine kibir kiri bulaştırma.

mutlu
27-03-2007, 11:33
65
Gül gibi gül:
Kim gülün her bergin etsen çâk çâk
Handeyi terk eylemez bî-vehm ü bâk 3/3280
Her ne kim senden olur dest-i kazâ
Bil yakin senden olur def’-i belâ 3/3281

Ey burnu kanasa hemen kadere küsüp yüzünü ekşiten. Gülden hiç ders almıyor musun? Bütün yaprakları tek tek yolsan gül yine de gülmekten vazgeçmez. Hale razı oluş şükürdür. Gül de daimi bir şükür makamındadır. Hem bilmez misin ki başına gelen sıkıntılar aslında daha büyük bir sıkıntıya set olur da başındaki belayı def ederler. O halde yüzün gülsün yahu!

mutlu
27-03-2007, 11:34
66
Yar kanımı dökerse:
Ger dökerse kanımı lutf ile yâr
Eylerim raks ederek cânım nisâr 3/3860

İnsan için kanından canından kıymetli ne var ! Ama madem ki aşığım, verdiğime değil veremediğime üzülürüm ben. Çünkü kanım da canım da sevgiliye aittir. Sevgili kanımı mı döktü..Sevincimden raksa başlar peşisıra canımı da ayaklarına sererim.

mutlu
27-03-2007, 11:34
67
Biçtiğin ektiğindir:
Hîç gendüm kârî vü cev ber-dehed
Dîde esbi ki küre-i har dehed 1/1711

Bu dünyada herkes ne ekerse onu biçer. İyilik yaparsan iyilik bulursun, kötülüğünün neticesi ise yine kötülüktür. Buğday ekilen yerde arpa biter mi hiç? Hiç atın eşek doğurduğu görülmüş mü? O halde şuna buna bahane bulma, iyi kötü her ne biçiyorsan bil ki kendi ektiğinden başkası değildir. Gönül kazanmak istiyorsan sevgi tohumu ek, cenneti kazanmak istiyorsan yollara diken serpmekten vazgeç.

68
Gündüz gecede saklı:
Ba’d-ı nevmidî besî ümmid hâst
Ez-pes-i zulmet besî hurşid hâst 3/2942

Dünyanın hali devr-i daim üzeredir. Ümitsizliğin ardında ümitler gizlidir;gecelerin koynunda güneşler saklıdır. Her başlangıç bir son ve her son yeni bir başlangıçtır. Her doğum ölüme adım atmaktır; sana ölüm görünen şey de gerçekte yeni bir doğumdur. Günler, geceler ve bütün hadiseler ilahi takdirin elinde bir yumak gibi kah örülür kah çözülür. İmkan ve imkansızlık sana bana göredir Cenab-ı hakka göre değil. O halde ne burnun kanamakla öldüğünü san,ne de güneş batmakla kıyamet koptuğunu. Günlere gecelere değil onların sahibine bağlan ki ümidin hiç bitmesin.

mutlu
27-03-2007, 11:35
69
Kim göre kötü :
Pes bed-i mutlak nebâşed der-cihan
Bed be-nisbet başed inra hem bedân 4/65

Ne mutlak iyi var ne mutlak kötü.Bu dünyada iyilik de kötülük de nisbidir. Sana kötü gelen bir şey başkasına iyidir. Zehir senin için memat, yılan için hayattır. Çiftçi yağmur bekler, tuğlacı ister ki güneş daha da kızsın. Kainatın mimarı her şeyi bir hikmetle yaratmış ve zıtlar arasında denge kurmuştur. Müminin değerini kafirle arttırmış, güzelin güzelliğini çirkinle çoğaltmıştır. O halde hikmete itiraz etme ve hiçbir şeyin abes yere yaratılmadığını bil.

mutlu
27-03-2007, 11:35
70
Canı tatlı olana..:
Ol ki cânı hande-rû ola çü kand
Halkın âzârından oldu bî-gezend 2/420

İncinmek de incitmek de gönül hamlığındandır. Sen acı olduğun için halkın acısı canına işliyor, dikeni eteğine batıyor. Halkın Hak elinde bir kalem olduğunu farkettiğinde ne gam kalır ne keder.O zaman hoşnutlukla hilatle kefeni , gülle dikeni bir tutar,hoştur bana senden gelen,dersin. Böylece canın şeker gibi tatlılaşır da kendi tadınla başın döner; artık halkı görmezsin ki incitmesinden incinesin.

mutlu
27-03-2007, 11:35
71
Aşk nedir:
Pürsîd yekî ki âşıkî çîst
Güftem ki çü men şevi bidânî (C.2/önsözden)

“Biri bana :Aşıklık nedir?diye sordu. Dedim ki: Ben ol da bil.” Sen aşıklığı nasıl bilebilirsin ki o bilgi kitaptan defterden öğrenilmez. Ateşi mangalda balı da kavanozda görmek bilmek değildir. Çünkü bu bilgi zevk bilgisidir;onu tatmayan bilmez. Bildim diyenin bilgisi sadece zandır. Madem öyle sen düşmeyi düşenden öğren, yanmayı pişmişten sor.Aşkın kokusunu da aşığın yanık nefesinden kokla. Bu işaretlerden yola çık ve aşkı bilmek için aşık ol.

mutlu
27-03-2007, 11:35
72
Aşığın gözüyle bak:
Bakma ol kendi gözünle hûba sen
Tâlibân çeşmiyle bak matlûba sen 4/75

Güzellik gözdedir,nesnede değil.. Bir şeyi güzel gösteren istektir, aşktır. İsteksiz bakışa güzel de çirkin görünür. Bu yüzden Leylayı sen başka görürsün Mecnun başka görür. O halde güzele kendi aşksız gözünle bakmayı bırak, Mecnunun tutuşmuş gözleriyle bak.

since999
27-03-2007, 11:58
değerli bilgiler için herkese tşk.ler...

YAVUZ SELİM
27-03-2007, 13:15
üstad, eğer teslimiyet olgusuna ulaşabilseydim ,sevgilinin sevgiliye kavuşacağı o günü,hasret ve aşk ile beklerdim,ama bu nefis belası var ya,benden almak istiyor,aşk a ulaştıran o kapının anahtarını

mutlu
28-03-2007, 11:41
bir benzetme vardır "gassalin elindeki meyyit gibi olmak" diye.
eğer nefsi öldürebilsek film orada kopacak.
yıkayıcının elindeki ölü gibi...nereye isterse oraya... çevirsin dilediği yere...emrin bâşım üstüne deyip mutî asker gibi denileni yerine getirebilsek... tam teslim olsak sevgilinin sevgisi içimizdeki sonsuz aşk yangınını söndürürdü.
iman teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül iki cihan saadetini iktiza eder.

baron11
30-03-2007, 12:25
Hacı Bektaş Veli, Mevlana ve siyaset

Siyaset geriliyor, Türkiye’yi elektrik çarpıyor. Belli ki bu gerilim daha da yükselecek. Aklıselim insanlar, Nisan ve Mayıs ayının, sakin atlatılabilmesi için elinden geleni yapıyor.

Bu gerilimden en çok da siyasiler nasibini alıyor. İktidar muhalefete yükleniyor, muhalefet iktidara. Taraflar gerildikçe seviye daha da düşüyor.

Herkes birbirinin açığını kolluyor. İğne deliğinden iktidar çıkarmaya çalışanlar var. Ya da dayanaksız atıp tutanlar. Siyaseti, sedece konuşmaktan ibaret sayanlar.

Adı konulmaz bir kinin izlerini görüyorum. İnsanlar tahammülünü kaybetmiş.

Oysa bizim kültürümüz, oysa bu topraklar, oysa Anadolu hoşgörü ile yoğrulmuştur. Bu kültür insan sevgisi ile var olmuştur.

Türkiye’nin bugünkü durumu üzerine yazılacak, tartışılacak çok şey var. Ancak ben, hiç yorum yapmadan, size Anadolu kültüründen bir örnek vermek istiyorum. Yüzyıllar öncesinden, bugüne bir köprü kurabilmek dileğiyle.

Bir adam kötü yoldan para kazanıp, bununla kendisine bir inek satın alır. Ancak bir süre sonra, yaptıklarından pişman olur. Günaha girdiğini düşünür ve hiç olmazsa iyi bir
şey yapmış olmak için, ineği Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar ayni zamanda, fakirin fukaranın karnını doyuran, aşevi olarak hizmet veriyordu.

Artık iyi bir insan olmak isteyen adam, içinde bulunduğu durumu, vicdan azabı ile Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve ineği bağışlamak istediğini söyler. Ancak Hacı Bektas Veli, “Kirli işlerden kazanılmış parayla alınan bu inek helal değil” diyerek bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. İki farklı tavır karşısında şaşıran adam aynı şeyi Hacı Bektas Veli'ye de anlattığını ama onun ineği kabul etmediğini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Hz. Mevlana şöyle konuşur:
”Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir.”

Adam bu yanıta çok şaşırır. Kalkar Hacı Bektas dergâhı'na tekrar gider. Hacı Bektas Veli'ye durumu anlatır. Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip, bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli'ye sorar. Hacı Bektas da şöyle yanıt verir:
”Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir, ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."

Bu hikaye Anadolu toprağının ruhunu anlatan, sayısız örnekten biridir. İnsanların birbirini incitmeden, hicvetmeden hayatı kavrayışına çok somut bir örnek.

Ne dersiniz, Hacı Bektaş Veli ile Hz. Mevlana mecliste olsaydı acaba nasıl olurdu? Ortaya neler çıkardı?

Tabi ki bu ütopik bir örnek. Ancak her iki anlayışın da siyasette olmaması için hiçbir engel yok. Türkiye bu zor dönemini, Hacı Bektaş kültürü ve Hz. Mevlana aşkı ve anlayışıyla çok daha rahat geçebilir.

Ama bunun için her şeyden önce insan sevgisi ve tahammül gerekiyor.

Erdooğan AKTAŞ

İnternethaber

ally_mcbeal
03-04-2007, 03:13
bir affediş bunaltırsa seni
düşün, cenab-ı hak
kendini dahi inkar eden kullarına
ne yapsın ki?
yine de hepsi
ölünceye kadar yaşamaz mı ki hayatı?
hem günah işlediği anda
istese hiç affetmeden
allah günahkar kulunu helak etmez mi ki?..


************************************************** *



ağlama
ben dayanamam gözyaşlarına
üzülme hiçbirşeye
söyle, dile allah'tan.
seni kıran dertlendiren şeye
ben mani olurum
yalvarırım tanrıya
secde dururum
dileğin gelinceye kadar yerine.



************************************************** ***


insan birbirinden öğrenir birşeyler
hep zaten öğrenmekle geçmektedir hayat
birbirini taklit etmeye lüzum yoktur esasta
insan kendi cismi gibi de
değişiktir ruhi manasında
onun için bir olsa da gidilecek yollar
herkes kendi adımına göre yol alır
yol tutar.


************************************************** *****


sen dost ol bütün düşündüklerine
sen sev varsın seni sevmek istemeyenleri de..
gönül seslenir sessizce
sevmesini bilmeyen
sevmek istemeyen gönüle de
gönül sesi
tesiri altına alır
kendini sevmeyeni de


************************************************** *


kıssadan hisse almak
perdeli konuşmalardan fikir almak
akla ve vicdana karşı daima değişen bir mahiyet taşır
insan kendi akıl ve yorum kabiliyetiyle
ölçülüdür daima.
aklı ve vicdanı kirliyse
paslanır havsalası da
bilemez, düşünemez,
göremez, hissedemez.
kıssadan kendine bir hisse çıkaramaz
kendi için değil de
söylenileni hep başkaları için zanneder
aklını zannına kurban eder



*************************************************

söyle nedenleri anlat,
sevmediğin bir hal karşısında
seni içlendiren, dertlendiren şeyi
ortaya fırlatıp at.
içine hicran ateşi atanı
sen de o ateşin içine at
bilsin duysun anlasın ki
ateşte uyunur mu uyunmaz mı?
o ateş yakarken ruhu,
hicran acısı duyan nasıl affeder,
nasıl yeniden sevişir ister?
''kalp sırçadır, kırılınca bir daha parçalar yapışmaz''
denilişin manasını kendi de anlasın.
insan herşeyi kendince bilmeli;
kendine reva görmediğini,
başkalarına tatbik etmemeli.

ally_mcbeal
06-04-2007, 13:21
sanki esirgeyen varmış gibi
yaşadığın müddeti senden
öleceğin gün bile sana bildirilmemişken
yaşamaya küsmeyesin,
korkmayasın geleceğinden
gündüzüne ve gecene hükmedesin diye,
kimse alamazken anının fermanını elinden
gelecekten bekleme birşey
denilirken sana
gaflet içinde zehrediyorsun ömrünü kendine.
herşey senin deniliyor,
su da, hava da, kara da
ne istersen yaşaman için
bütün zevkler, safalar bir arada
sev, sevil, gül, güldür
eğlen, eğlendir,
neşe de unutma ki en makbul ibadettir.
kara kara düşünmek
yasa, mateme bürünmek,
gaflet içine düşmek
yakışmaz insanın aklı başında olanına.
hem hiçbirşey vasıta olamaz
müslümanlıkta matem tutmaya.
ölüyü bile güldürecek kabiliyette olmalı hakka inancın
kahra, yasa teslim değil de
tanrının iradesine teslim olmalısın
hersey allahtandır unutmayasın
nasıl olsa bütün yaratıklarla
sen de beraber
mutlak günün birinde
tanrıya kavuşacaksın.
onun huzuruna giderken
bütün çıplaklığına rağmen,
dünya yüzünde edebini
unutmamalısın.

elbruz
06-04-2007, 15:49
Aşk bir davadır,cefada şahidi,
Şahit olmazsa, dava düşer. Hz.Pir

Bütün Mevlana dostlarına Merhaba!

hitit-60
06-04-2007, 15:59
Hacı Bektaş Veli, Mevlana ve siyaset

Siyaset geriliyor, Türkiye’yi elektrik çarpıyor. Belli ki bu gerilim daha da yükselecek. Aklıselim insanlar, Nisan ve Mayıs ayının, sakin atlatılabilmesi için elinden geleni yapıyor.

Bu gerilimden en çok da siyasiler nasibini alıyor. İktidar muhalefete yükleniyor, muhalefet iktidara. Taraflar gerildikçe seviye daha da düşüyor.

Herkes birbirinin açığını kolluyor. İğne deliğinden iktidar çıkarmaya çalışanlar var. Ya da dayanaksız atıp tutanlar. Siyaseti, sedece konuşmaktan ibaret sayanlar.

Adı konulmaz bir kinin izlerini görüyorum. İnsanlar tahammülünü kaybetmiş.

Oysa bizim kültürümüz, oysa bu topraklar, oysa Anadolu hoşgörü ile yoğrulmuştur. Bu kültür insan sevgisi ile var olmuştur.

Türkiye’nin bugünkü durumu üzerine yazılacak, tartışılacak çok şey var. Ancak ben, hiç yorum yapmadan, size Anadolu kültüründen bir örnek vermek istiyorum. Yüzyıllar öncesinden, bugüne bir köprü kurabilmek dileğiyle.

Bir adam kötü yoldan para kazanıp, bununla kendisine bir inek satın alır. Ancak bir süre sonra, yaptıklarından pişman olur. Günaha girdiğini düşünür ve hiç olmazsa iyi bir
şey yapmış olmak için, ineği Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar ayni zamanda, fakirin fukaranın karnını doyuran, aşevi olarak hizmet veriyordu.

Artık iyi bir insan olmak isteyen adam, içinde bulunduğu durumu, vicdan azabı ile Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve ineği bağışlamak istediğini söyler. Ancak Hacı Bektas Veli, “Kirli işlerden kazanılmış parayla alınan bu inek helal değil” diyerek bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. İki farklı tavır karşısında şaşıran adam aynı şeyi Hacı Bektas Veli'ye de anlattığını ama onun ineği kabul etmediğini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Hz. Mevlana şöyle konuşur:
”Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir.”

Adam bu yanıta çok şaşırır. Kalkar Hacı Bektas dergâhı'na tekrar gider. Hacı Bektas Veli'ye durumu anlatır. Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip, bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli'ye sorar. Hacı Bektas da şöyle yanıt verir:
”Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir, ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."

Bu hikaye Anadolu toprağının ruhunu anlatan, sayısız örnekten biridir. İnsanların birbirini incitmeden, hicvetmeden hayatı kavrayışına çok somut bir örnek.

Ne dersiniz, Hacı Bektaş Veli ile Hz. Mevlana mecliste olsaydı acaba nasıl olurdu? Ortaya neler çıkardı?

Tabi ki bu ütopik bir örnek. Ancak her iki anlayışın da siyasette olmaması için hiçbir engel yok. Türkiye bu zor dönemini, Hacı Bektaş kültürü ve Hz. Mevlana aşkı ve anlayışıyla çok daha rahat geçebilir.

Ama bunun için her şeyden önce insan sevgisi ve tahammül gerekiyor.

Erdooğan AKTAŞ

İnternethaber

ÖNDERE demişlerki zavallı halkı (yazıktır önderi olmayan toplumlara )diye önderlerini yüceltmek istemişler
ve ÖNDER zavallı halkına dönmüş ve vurgulu bir sesle (ne yazıktırki öndere ihtiyac duyan toplumlara )diye sözünü söylemiş ve orayı terk etmiş.
ne yazıkki bize gecmiş halkalrın cıkartıgı önderlere hala ihtiyac içindeyiz ....

mutlu
10-04-2007, 10:37
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ'nin hayatından kesitler

Namazı

Namaz vakti gelir gelmez hemen yüzünü kıbleye çevirir, rengi uçar ve namazda son derece cezbe halinde olurdu. Sipehsâlar (hizmetçileri) diyor ki: “Yatsıdan sonra el bağlar ve namaza durur, iki rekat namaz kılıncaya kadar sabah olurdu. Bir keresinde kış günlerinin en soğuk zamanlarıydı. Namaz kılarken öyle ağlıyordu ki, yüzü, sakalı, gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Soğuğun şiddetinden sakalında boncuk gibi buz taneleri sallanıyordu, fakat namazını terk etmedi.”



Cömertliği ve gözü tokluğu

Tabiatında dünya malına ilgisizliği vardı. Bir çok kesimden çok muhtelif hediyeler gelirdi. Hiçbirini kendi yanında bırakmaz, yardımcılarına verirdi. Bazen oğlu Veled, evde bir şeyin olmadığını söylediğinde: "Bugün bizim evden dervişlik kokusu geliyor." derdi.

Cömertliği öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, eğer bir dilenci bir şey istediğinde verecek bir şeyi olmazsa üstündeki elbisesini çıkartıp verirdi. Devlet adına, halk için verirdi. Bundan dolayı da ayda 15 dinar maaş alırdı. Geçimini de bununla sağlardı.

mutlu
10-04-2007, 10:38
Mevlana gözünde dünya

Dünya her nefeste yeniden yeniye yaratılıp durmadadır. (Halk-ı cedide-yeni tecelli) İnsanların pek çoğu mahkumdur. Bedeni zindanda, fakat ruhu yedinci kat gökte olan kişiler çok azdır. Bu dünya zıtlar alemidir, her şey zatiyle kaimdir ve her şey izafidir. İnsanlar Allah’a kul olmadıkları takdirde altın ve gümüşün tutsağı olurlar. Hırstan kurtuluşun tek yolu aşktır.

Gayesiz kimseleri tuzağına düşüren, adeta kuş avlamak için ağzını açmış bir timsahı andıran bu dünyada, beylik, ağalık, vezirlik halka yük olmaktır. Dünya mülkü adama hırs verir.

Hak’tan gafil olmak, masivaya bulanmak dünya değildir. Din yolunda sarf edilmek üzere kazanılan paraya Peygamber (s.a.v.):

"Ne güzel mal." demiştir. Su geminin içinde olursa onu batırır, altında olursa yüzdürür. O halde insanoğlunun içine dünya sevgisi girmemelidir.

mutlu
10-04-2007, 10:39
M. İkbal ve Mevlana

Mevlana aşığı M. İkbal, Türkiye’ye gelirken uçağın Türk hava sahasına girmesi ile beraber ayağa kalkmış, bir müddet öyle bekledikten sonra yanındakiler sormuş:

"Niçin böyle yaptınız?"

M. İkbal:

"Bu topraklar Hz. Mevlana’nın kabrinin bulunduğu mübarek topraklardır. Mukaddes mekanda yaşayan millet de öyle bir millettir ki, yıllarca İslam’ın muhafızlığını yapmıştır. Eğer Türk milleti olmasaydı, İslam, Arap yarımadasında hapsolurdu. Bunun içindir ki, gönlümde Mevlana’ya ve O’nun necip milletine karşı sonsuz bir saygı ve ihtiram vardır. İşte bundan dolayı, yani onlara hürmeten ayağa kalktım."

(İmandan İhsana Tasavvuf, Osman Nuri Topbaş, s. 65)

ally_mcbeal
13-04-2007, 11:43
İyİ Dostu Olanin Aynaya Ihtiyaci Yoktur.

Mevlana.

mutlu
13-04-2007, 12:33
Arif Nihat Asya üstadın Mevlana Hazretleri için yazdığı bir şiir:

D-III

Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe
Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı?

Perdelerden taşırıp neyleri çığlık çığlık
Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Bir, ipekten ve köpükten yaratılmış yumuşak
Tüyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Kıyılardan, ovalardan dererek inciyle,
Çiyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Gece, mehtâbı elekten geçirip kirpikler
Ayla kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Mesnevî'sinde bir altın lüleden nûr akıtıp
Öyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

'Bu yürek durmayacaktır' dediler.. esmâdan
'Hay'la kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Sakalar doldurarak kırbaların Kevser'den
Meyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Ve açıp ağzını Nîsan Tası'nın Besmele'ler
Suyla kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Rûhlardan, kokulardan, durulardan duru bir
Şeyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

Ulu Tûbâ'ların altında gönüller, eller
Böyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.

ARİF NİHAT ASYA

mutlu
04-05-2007, 16:41
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl
sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i
Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i
Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl
yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak
istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;

"Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o
soracaktı.

Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım."

Şems-i Tebrîzî hazretleri;
"Öbür sorunu da sor!" buyurdu.

O;
"Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb
edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.

Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu.

O;
"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek
diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar,
karışmayın!" dedi.

Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına
vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip,
dâvâcı oldu.

Ve;
"Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu." dedi.

Şems-i Tebrîzî;
"Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu.

Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:

"Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu
felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim."

O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi.

Şems-i Tebrîzî;
"İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez.

Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna
toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de
topraktan yaratıldı.

Yine bana;
"Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak
olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum.
Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak
aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.

elbruz
04-05-2007, 18:10
Çok değerli Mevlana dostları,Pazar günü Taksim AKM'de Mevlana konulu konferans var,haberiniz ola.Program aşağıda sunulmPROGRAM



Kayıt 09.30

Açılış Konuşmaları

10.00



1. BÖLÜM

Prof. Dr. Emine Yeniterzi

"Mevlâna'nın kadın-erkek değerlendirmesi ve İnsana bakışı"

Selçuk Üniversitesi - Konya



Prof. Dr. Sachiko Murata "Kozmik Aile"



Yemek Arası 1230 -13.00



2. BÖLÜM

Prof.Dr. Cari W. Ernst

"Rûmi ve suflzlmde kadın"

Kuzey Carolina Üniversitesi /Chapel Hill/ ABD



Cemâlnur Sargut

"Aşkın kadındaki tecellîsi"

TÜRKKAD İstanbul Şubesi Başkanı



Doç. Dr. Omid Safi

"Kadının Yaratıcı Vasfı"

Carolina Üniversitesi / Chapel Hill / ABD



ARA 14:30-15:00



3.BÖLÜM

Nur Artıran

"Mevlevi erkânı içinde kadının yeri"



Camille Helminski

"Yüzünü nereye dönersen dön Allah'ın vechi oradadır"

Yazar / ABD



Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç

"Hz. Mevlâna'da zıtların yeri"

Marmara Üniversitesi / İSTANBUL



Dr. Ayşenur Kurtoğlu

Kapanış Konuşması

Ailem Derneği



"Dinle"

Kısa Film Gösterimleri

uştur. Sevgiyle kalın.

mutlu
08-05-2007, 11:07
Hayat sadece görünenden ibaret değildir

M. SAİD TÜRKOĞLU
“Görünüşte ateş, tencerenin altındadır; ama anlam bakımından ateş, tencerenin canının içindedir. Görünüşü dışarıdadır, anlamıysa içeride; can sevgilisinin anlamı, kan gibi damarların içindedir.”
(Hz. Mevlana - Mesnevi)
Dış görünüş, bir şeyi tamamen tanıyıp anlamamız için yeterli midir? Âlemde gözümüzle görmediğimiz halde var olan ve duygularımızı, düşüncelerimizi, sezgilerimizi kullanabildiğimiz takdirde bizi kendisine hayran bırakan o kadar şey var ki!

Sevgi, merhamet gibi duygular gözle görülemez. Bu duygular içimizde yoğun bir şekilde var olabilir; ama başkalarına yansıtmadan gerçek anlamda bu duyguların tadına varamayız. Anne-babamıza, kardeşimize sarılarak veya güzel sözler söyleyerek sevgimizi açığa vurabiliriz. Böylece sevgi kalpten kalbe görünmez bir şekilde akarak çoğalır gider.

Hiçbir şey hakkında sadece dış görünüşe bakarak hüküm veremeyiz. Çevremizdeki insanların birbirlerine ne tür duygularla bağlı olduklarını, birbirlerini sevip sevmediklerini davranışlarını gözlemlemeden nasıl anlayabiliriz?

Tencerenin altında yanıp duran ateş, görünüşte tencerenin dışındadır; ama gerçekte o ateşin harareti, yakıcılığı, tencerenin her tarafını hükmü altına almıştır. Ateş, ateşliğiyle tencereyi öyle bir kuşatmıştır ki her zerresi yakıcı sıcaklığın etkisiyle kendinden geçmiştir tencerenin. Ateş, görünüş bakımından tencerenin dışında olsa bile anlamı, yani sıcaklığı tencereye kendi canından can katmıştır.

Annenden çok uzaklarda, gurbettesin, görünüşte birbirinizden ayrısınız; ama özlem ateşi, sevgi meltemi kalplerinizi birbirine kenetlemiştir. Cisminiz ayrı memleketlerde olsa da birbirinizin içindesiniz. Rüyalarınızda, hayallerinizde günün her anında birbirinizlesiniz.

Çoğumuz gafletten gelen uyuşuklukla Allah’ı uzakta sanırız; ama Rabbimiz, her yerde her şeydedir. O’nun varlığını mahlûkatta hissetmeye başlasak, canımızın, kanımızın içinde büyük lütufların kaynaşıp bize hayat sunduğunu kavramaya başlarız.

PARK
08-05-2007, 11:31
Mevlana deyince akla; HOŞGÖRÜ geliyor
Mevlana deyince akla; İnsan sevgisi(hümanizm) geliyor
Mevlana deyince akla; Tasavvufi İslam geliyor....

ubatu
04-06-2007, 09:52
Mevlana ve Hacı Bektaşı Veli ve diğer Derviş ve düşünürler hayatlarını idame ettirmek için her hangi bir iş yapıyorlarmıydı yoksa dergahta oturup nefislerini köreltmiş diğer insanların getirdiği yiyeceklerle mi karınlarını doyuruyorlardı bunun karşılığında da ''ne olursan ol gel mi ''diyorlardı

bu şartlar altında oturduğun yerden güzellik ve sevgi sözleri söyleyerek hayatı geçirmek mi doğru olan,
Minik bir tavsiyem olacak 'Tanrı'nın doğum günü '' (Burak Özdemir )isimli kitabı okuyup tartışalım mı biraz

mutlu
05-06-2007, 15:10
Mevlana ve Hacı Bektaşı Veli ve diğer Derviş ve düşünürler hayatlarını idame ettirmek için her hangi bir iş yapıyorlarmıydı yoksa dergahta oturup nefislerini köreltmiş diğer insanların getirdiği yiyeceklerle mi karınlarını doyuruyorlardı bunun karşılığında da ''ne olursan ol gel mi ''diyorlardı

bu şartlar altında oturduğun yerden güzellik ve sevgi sözleri söyleyerek hayatı geçirmek mi doğru olan,
Minik bir tavsiyem olacak 'Tanrı'nın doğum günü '' (Burak Özdemir )isimli kitabı okuyup tartışalım mı biraz

Sayın ubatu,

Burası tartışma alanı değil güzellikler bahçesidir.
Mana kapısını çalıyorsun, fikir ve mantıkları çarpıştırmak istiyorsun.
Bir entelektüel tartışmada 'galip' ya da 'mağlup' olmaz. Entelektüel görüş ayrılıklarını boks ya da futbol maçı gibi idrak etmemeliyiz. Çünkü bu tip tartışmaların galibi olmayacağını unutma.
Tartışsak zahirde sen kazanırsın buna şüphem yok. Çünkü çok iddialısın. Bir şeyler de senden öğrenirsek kendimizi bahtiyar kılarız.

Amacım, Ahmet Kabaklı hocamızın dediği gibi okyanustan kovayla su getirmek değil. Bizim amacımız sadece okyanusa giden yolun tarifini vermeye çalışmaktan ibarettir. Bu yazılarda kusur varsa şahsımdandır. Saygısızlık olarak algılanmasın lütfen.

Fazla lafı uzatmayalım.
Mevlana'nın İnsani Münasebetlerde Dikkat Ettiği Hususlar Şöyleydi:

Mevlana, hasımları tarafından kendine reva görülen dil uzatmalara ve uygunsuz lakırdılara hiç acı cevap vermez; Yumuşaklıkla mukabelede bulunurdu.
Cami, şöyle naklediyor:
Mevlana’ya düşmanlık güden Konyalı Siraceddin’e, Mevlana’nın: “ben yetmiş iki milletle beraberim”,dediğini söylediler. Siraceddin de düşmanlığından, huzursuz etmek ve kıyametten düşürmek niyetiyle, yakınlarından büyük alimi ona gönderdi. O alim, Siraceddin’ in talimatına göre, büyük bir kalabalık içinde Mevlana’ ya, sen böyle mi söyledin, diye soracak, şayet ikrar ederse kendisini edeb dışı sözlerle incitecek, insanlar arsında mahcup edecekti.
O Alim, Mevlana’ nın huzuruna geldi ve sordu:
“Sen yetmiş iki milletle beraberim diye söyledin mi?”
Mevlana da cevaben:
“Evet demişim” deyince, o alim ağzına geleni söyledi, aşırı derecede ileri geri konuştu. Mevlana tebessüm ederek dedi ki:
“Senin bu söylediklerine rağmen, seninle de beraberim.”


Onun Halka Bakışı:

Mevlânâ'nın nazarında, kim olursa olsun, her şeyden evvel insan vardı. Halk tabakasından olsun, yüksek tabakadan olsun, onun için farketmezdi. Bilakis halka pek merhametliydi. Gariplere karşı dâima gönül alıcı davranırdı.

Mevlânâ bir gün Ilıca'ya gitti. Emir Âlim Çelebi, daha önce davranarak hamama vardı ve Mevlânâ'nın dostlarıyla beraber kalabilmesi için bütün insanları hamamdan dışarı çıkarttı, sonra havuzu kırmızı ve beyaz elmalarla doldurttu. Mevlânâ içeri girdiği vakit, hamamın soyunma yerinde insanların acele ile elbiselerini giydiklerini ve havuzun da elmalarla dopdolu olduğunu gördü. Emir Alim Çelebi'ye hitaben dedi ki:

"Ey Emir Alim! Bu insanların canları elmadan daha mı az kıymetli ki, onları dışarı edip havuzu elmalarla doldurdun. Onlardan biri, elmaların otuz mislidir. Yalnız elmalar değil, bütün dünya ve içindeki şeyler, insanlar için değil midir? Eğer beni seviyorsan, söyle de hepsi hamama girsinler. Fukarası, zengini, sağlamı ve zayıfı dışarıda kalmasın ki, ben de onların davetsiz misafiri olarak suya girebileyim, onların sayesinde biraz dinlenebileyim."(109)


Onun Anlayışında Çalışma ve Insan


Mevlana hazretleri dostlarına dilenmeyi yasaklamıştı."Biz kendi dostlarımıza dilencilik kapılarını kapattık. Dostlarımız ticaret, kitabet veya herhangi bir el emeği ve alın teri ile geçimlerini temin etsinler. Biz Hazreti Peygamberin "Gücün yettikçe istemekten sakın." emrini yerine getirdik. bizim müridlerimizden kim bu yolu tutmaz ise onun bir pul kadar değeri yoktur." demiştir.



"İnsanın elde ettigi şey, zararsa çalismamasindan ileri gelmistir, kârsa çalışıp çabalamasindan.",
"Kazanmak da ekin ekmeye benzer, ekmedikçe ona sahip olmaya hakkin yoktur."
"Hiç bugday ektin de arpa verdigini gördün mü?" sözleriyle Mevlana, dostlarina çalismayi emrederdi.

Miskinligi reddeden Mevlana derdi ki: "Tevekkül ediyorsan, çalismak hususunda da tevekkül et, kazan da sonra Allah'a dayan",
"Birisi bir define buluverir, ben de onu istiyorum dükkanla alisverisle ne isim var der. Baht işi bu, fakat nadirdir. Tende kudret oldukça çalisip kazanmak gerek. Çalisip kazanmak, define bulmaya mani değil ya. Sen işten kalma da, nasibinde varsa define de arkadan gelsin."



İslam büyükleri Efendimizi (a.s.m.) hep örnek almışlar, varlık içinde iken dahi yokluk hayatını tercih etmişler, ekonomik sıkıntıyı yaşamışlar, nefsi şımartmamışlar, şeytanı şımartmamışlardır. Böylece ruh yükselmiş his yükselmiş ve maneviyat yükselmiştir, olgunluklar elde etmişlerdir.

Hazret-i Mevlana da işte bunlardan biridir. Efendimizi (a.s.m.) adım adım takip etmiş bir şahsiyettir. O da bir sabah eve gelince hanımına sorar:

"Hanım kahvaltılık ne var?" Hanımı da Hazret-i Aişe validemizin cevabını verir:

"Şu anda kahvaltılık hiçbir şey yok. Bakalım ileriki saatlerde Rabbimiz ne gösterecek?" Hazret-i Mevlana'nın cevabı da Efendimizin cevabıdır:

"Hanım, bugün evimiz Peygamberimizin (a.s.m.) evine benzemiştir, ne mutlu bize. Öyleyse ben de Peygamberimize (a.s.m.) benzemek istiyorum, ben de oruca niyet ediyorum."


Saygılar.

mutlu
05-06-2007, 16:28
Mevlâna Celâleddin, o dönemin medreselerinde(Altun-Abâ gibi) dersler vererek geçimini temin ederdi. Babası gibi vakıftan hiçbir kuruş para almaz, sadece devletten günümüzün öğretmenleri, öğretim görevlileri gibi kut-u layemut yani kendini geçindirecek kadar maaş alırdı.
(Yanlışsam veya eksik isem düzeltin.)

Yunus Emre çiftçilikle (rençber) geçinirdi. Sonra Taptuk Emre'nin dergahına girmiş ve yıllarca karın tokluğuna dergaha hizmet etmiş ve Taptuk'tan dersler, feyizler almıştı.
Yunus Emre'nin derviş olma hikâyesi şöyledir:
O bölge köylerinden birinde,Yunus adında,rençberlikle geçinir,çok fakir bir adam vardı.Bir yıl kıtlık oldu.Yunus'un fakirliği büsbütün arttı.Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş'a gelip yardım etmeyi düşündü.Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti.Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi;bir miktar buğday istedi.Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek,bir kaç gün dergahta misafir etti.Yunus geri dönmek için acele ediyordu.Dervişler Pir'e Yunus'un acelesini anlattılar.O da: "Buğday mı ister,yoksa erenler himmeti mi?" diye haber gönderdi.O buğday istedi.Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: "İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!" dedi.Yunus buğdayda ısrar ediyordu.Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: "İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim" dedi.Yunus yine buğdayda ısrar edince;emretti,buğdayı verdiler.Yunus dergahtan uzaklaştı.Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı.Pişman oldu.Geri dönerek kusurunu itiraf etti.O vakit Hacı Bektaş,onun kilidi Taptuk Emre'ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yunus bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergahına koşarak kendisini YUNUS yapacak manevi eğitimine başladı.

ceng
27-07-2007, 13:05
kaçırmışım.:(
ekleme yapayım.:)
entelektüel bir tartışmada -aslında kelime yanlış, anlam olarak bir negatiflik içeriyor, okuyucu bir şekilde anlamını eğsin:), teati? münakaşa? polemik?- galip vardır: üzerinde konuşulan/akıl yürütülen konuda kendisine yeni bir bakış açısı, düşünüş, farkındalık katan taraf galip taraftır. bu da ancak yenilmekle mümkündür. yani argümanlarının yanlışlığı karşı tarafça karşı argümanlarla deneyimlenmiş kişi galip olandır. mağlubu gözükenin galip olduğu. diğer taraf ise biraz mağluptur. zira o taraf sadece argümanlarını yeniden deneyimlemiştir, kendine yeni birşey katmamıştır. galibi gözükenin bir şey kazanmadığı. nötr bir hal.
dolayısıyla bir galipten bir de nötrden bahsedilebilir: şekil itibariyle mağlup galip olanken, kazanan nötrde kalmıştır.
sevgiler.


Sayın ubatu,

Burası tartışma alanı değil güzellikler bahçesidir.
Mana kapısını çalıyorsun, fikir ve mantıkları çarpıştırmak istiyorsun.
Bir entelektüel tartışmada 'galip' ya da 'mağlup' olmaz. Entelektüel görüş ayrılıklarını boks ya da futbol maçı gibi idrak etmemeliyiz. Çünkü bu tip tartışmaların galibi olmayacağını unutma.
Tartışsak zahirde sen kazanırsın buna şüphem yok. Çünkü çok iddialısın. Bir şeyler de senden öğrenirsek kendimizi bahtiyar kılarız.

Amacım, Ahmet Kabaklı hocamızın dediği gibi okyanustan kovayla su getirmek değil. Bizim amacımız sadece okyanusa giden yolun tarifini vermeye çalışmaktan ibarettir. Bu yazılarda kusur varsa şahsımdandır. Saygısızlık olarak algılanmasın lütfen.

...

Saygılar.

ganesh
09-08-2007, 11:50
Efendim,

Burada güzel bir esinti varmış, şu sıcak yaz gününde
Biraz gecikmiş olmama rağmen, affınıza sığınarak iki buçuk satır karalamaya çalışacağım...

"Tanrının Doğum Günü"nü okumadım ama merak ettim, tarayınca hakkında epey yazıya ulaştım... Ceng "tartışma" için en doğrusunu yazmış:cool: Bana doğrularımı değil, hatalarımı gösterene muhtacım...

Tekkede oturmak, halka inmek, çalışmak, dağıtmak:notr:

Budizm iki ana kola ayrılabilir... Çince ya da Sanksritçe isimlerini bir kenara bırakıp "Büyük Araba" ve "Küçük Araba" diyelim... İlkinde Bodhisatva kavramı hakimdir... Aydınlandıktan sonra paylaşmak... Diğeri daha ferdidir... Kişi "Büyük Cihad"a daha fazla zaman ayırır... Kendiyle uğraşmaya... İlki daha soylu görünmekle birlikte, iknci yolun üstadı "Bir kişinin kurtulması, tüm insanlığın kurtulması demektir" diyecektir... "Bir kişiyi öldürmek, tüm insanlığı öldürmek gibidir" Tanıdık geldi mi?

Ben taraf değilim... Küçük Araba'ya bindiği halde, ömrünü beş parasız AIDS hastalarına ayırmış rahipler de gördüm...

Tekrar uğrarım...

Sn. Mutlu, bir ara benim topiklere bakardınız:yes:

Sevgiler

tekniker
28-08-2007, 09:43
Pişman olmayı kendine adet edinirsen boyuna pişman olur durursun!Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun!Ömrünün yarısı pişmanlıkla geçer,öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider!Bu fikri,bu pişmanlığı terket de,daha iyi bir hal,daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!

AUDİ+
11-12-2008, 00:41
Şuan TRT1,de mevlana celaleddin-i rumi belgeseli var izlemenizi tavsiye ederim.....

AUDİ+
14-12-2008, 15:17
Mevlana ile ilgili bilgiler ...





Varolmak için olmamak gerekir.Bütün üstadlar olmamayı ve çözülmeyi istemişlerdir.

Çünkü ancak o zaman Allah onlar üzerinde işleyebilir.Rumi dünyayı bir düş'e, ölümü ise

sabah ışığına benzetir.

Çözülmek,alçalmak,yokolmak hayatın daha yüksek aşamalarına ulaşmak için şarttır.

Mevlana bir insan olarak nasıl bir yapıya sahiptir? Birçok resimde -yanlış bir şekilde-olduğu üzere kilolu değildi,aksine sürekli perhizden,sıkça tutuğu oruçtan dolayı zayıf,soluk benizli idi.Nitekim Ahmet Eflahi bu durumu Onun sözleriyle şöyle ifade eder ;

Birgün Mevlana hamama girmişti.İçgözü ile kendi mübarek vücuduna baktı.Vücudu iğneden ipliğe dönmüştü.Buyurdu ki ;Bütün ömrümde kimseden utanmadım,fakat bugün zayıf vücudumdan çok utandım.Çünkü o bana hal dili ile Birgün bile bana huzur vermedin,yükünü taşıyabilmem için beni hiç rahat bırakmadın,birkerecik olsun istirahat edip kuvvet bulmama bile müsaade etmedin diye inledi.Fakat ne yapayımki benim huzurum onun ıstırabındadır.

Mevlana nın sarı çehresi zayıflığı ile beraber gayet nurani azametli idi.O nun gözleri keskin ve coşkunlukla dolu idi.Gözlerindeki pırıltıdan hiçbir insan O nun gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu,bakanlar gözündeki nurun parlayışından ötürü derhal çekinir yere bakardı.

Günlük hayatında mevkii ve makam sahibi kişilerle görüşmekle beraber asıl yeri halkın arası ve halkın içi idi.Nitekim birgün Konya şehrindeki bir ev toplantısında minderlere ve güzel köşelere kurulup oturan zengin ve makam sahibi olan kişilerin değil ayakkabıların ve halkın,yoksul kimselerin arasına oturur.Orada olan kendini beğenmiş bir kişi Mevlanayı kastederek "Buranın en güzel en rahat yer neresidir diye bir soru sorar Mevlanada "buranın en güzel yeri halkın yoksulun arasıdır diyerek güzel bir cevap verir.



Mevlana,mesnevisini aydın gönüllü,görüş sahibi ve ciğeri yanmış aşıklar için süslenmiş bir bahçe ve lezzetli bir rızk olarak nitelendirir.Mesneviyi anlama hususunda şu öğütleri dile getirir."mesnevin nurlarla dolu sırlarını ve inceliklerini anlamak ayetlerin hadislerin ve hikayelerin oluşumundan aralarındaki ilgiyi kavrayabilmek için büyük bir inanç daimi bir aşk tam bir doğruluk,sevgi dolu bir kalp,kıvrak bir zeka ve anlama gücü ve bazı ilimleri bilmek gerekirki insan Mesnevinin sırrının sırrına ulaşabilsin.



Kuran ın tefsirinden başka birşey olmayan Mesnevi içinde teoriden pratik tavsiyelere kadar tasavvuf geleneğinin bütün unsurlarını barındıran büyük bir okyanustur.Bu büyük eserde sembolik ifadeler,alegorik anlatımlar ve metafizik beyitlerle tasavvufi hakikatleri öğretmek için şiirin kullanımı adeta zirveye ulaşmaktadır.Dolayısı ile Mesnevi de şiir insanı manevi bir sarhoşluğa sevk eden bir araç veya aracı değil aksine hakikatı ve kalb gözünü açan bir olgudur.



Bazı beyitlerinde akla karşı tavır takındığı,onu eleştirdiği yerdiği görülen Mevlana nın mesnevisinde akla değer verdiğini de görüyoruz.Şu halde Mevlana akıl konusunda seçici davranmaktadır.Filozoflar gibi tek başın aklı her konuda mutlak otorite kabul etmemekle birlikte ilgili alanlarında kla gereken değeri de vermektedir.Hatta kirlerinden arındırılmış temiz bir akıl manevi meselelerde de kalbe yardımcı olabilmektedir.Nitekim mesnevi de gönül aynasının parlatıcısı olarak akıl cilasından bahsedilmektedir.O, aklın nefis ve şehvetin elinde esir olduğu zaman tehlike olduğu kanaatinde dir.



Dergah ve zaviyeler ibadethane olduğu kadar yetimhane hastahane spor merkezi musiki konservatuarı ve yardımlaşma merkezleridir.Hayatları incelenecek olursa bütün peygamber filozof ve mütefekkirlerin belirli bir çile ve inziva oruç gibi devrelerden geçtiği görülür.



Dönme danslarının başlıca özelliği vecde dayalı extace dansları olmasıdır.Dönme hadisesi insanda her zaman bedeni ve ruhi bir extace meydana getirir.Sema da insanın manevi miracını temsil eder.



Derviş'in kendisini zaaf ve menfaatlere esir eden benlik duygusundan nefsini arındırması gerekir.



Mevlevilik, Türk tarihi içinde 7 asır boyunca mensub olduğu ekolün en başarılı şair bestekar mesnevihan sanatkar ve mutasavvıflarını yetiştirmiş en rafine zevklere hitab eden musiki ve sanat eserlerini insanlığa hediye etmiştir.

AUDİ+
14-12-2008, 15:52
HAZRETİ MEVLÂNÂ’YA GÖRE ÖLÜM;
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye basladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrılığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit süpheye düşme.
Bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır.
Cenazemi görünce ayılık ayrılık deme. O vakit benim bulusma ve görüşme zamanımdır.
Beni kabre indirip bırakınca, sakın elveda elveda deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür, ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür ama o, canın kurtuluşudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?
Hangi kova kuyu ya salındı da dolu dolu çıkmadi? Can Yusuf"u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun mekansızlık aleminin fezasındadır."
"Kardes, mezarıma defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz.
Hak Teala beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem,çürüsem bile, benim yine o aşkım."
Biz öldüğümüz vakit bizim mezarımızı yerde aramayın, bizim yerimiz Âriflerin kalbidir”

sen@senibil
25-12-2008, 21:00
Mevlanadan en sevdiğim iki söz,
biri avatarım.öbürü
"sağırlar çarşısında nara atma,körler çarşısında ayna satma"
nur içinde yatsın.

AUDİ+
31-12-2008, 19:58
Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın...................Mevlana,dan güzel sözler

AUDİ+
31-12-2008, 19:59
İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır. .............Bu sözü çok severim.......

AUDİ+
31-12-2008, 20:00
Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi havada olur. ...

AUDİ+
04-01-2009, 21:27
Hz. Mevlânâ'dan günümüze bir diyalog örneği


Mevlânâ Haftası münasebetiyle bir diyalog örneği arz etmek istiyorum bugün sizlere. Olayı okuduktan sonra göreceksiniz ki, Hz. Mevlânâ kendi gibi düşünmeyen ve yaşamayanlarla irtibatı kesmeyip diyaloğu tercih etmiş, yeterli bilgi sahiplerinin de diyalogdan geri kalmamalarını mesaj yüklü bir üslupla çevresine telkin eylemiş.
İşte size zevkle okuyacağınız bir diyalog örneği.

***

Konya'da halka vaaz eden Hazreti Mevlânâ bir ara der ki:

-Sizler hep iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze göz göze gelip de kötülüklerinde cesaret vermeyin!..

Ne var ki, halkı kötülere karşı böyle uzak durmaya çağıran Mevlânâ, söylediklerinin aksini yapar. Civarda ne kadar kötü bilinen varsa hepsiyle de yüz yüze, göz göze diyalog kurup sohbeti tercih eder. Bir gün yine kötü bilinen bir adamın dükkanında yüz yüze sohbet ettiğini gören cemaatten biri, dışarıda beklemeye başlar. Maksadı camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının hesabını sormak.

Nitekim Mevlânâ dükkandan çıkıp da yolda yürümeye başladığı sırada arkasından erişen öfkeli adam sorusunu şöyle sorar:

-Sen değil miydin kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun diyen?..

Mevlânâ tereddüt etmeden cevap verir:

-Evet, bendim!.. Öfkeli adam:

-Öyle ise nedir bu çelişkili halin, der? Kötülerle yüz yüze, göz göze diyalogdan geri kalmamakta, onlarla hep beraber olmaktasın. Mevlânâ şaşırtan cevabını şöyle verir:

-Ben yetmiş iki buçuk milletin kötüleriyle beraberim!.

Büsbütün çileden çıkan adam:

-Zaten der, sizin gibileri bizim ahlakımızı bozuyor. Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsunuz. Sözünüzle özünüz bir olmuyor.

-Ben bu sözünle de beraberim, diyen Mevlânâ şöyle devam eder:

-Doğru olan, sözüyle özü bir olmaktır. Kürsüde ne söylüyorsa sokakta da öyle olmaktır. Yalnız der, benim sözümle özüm birdir. Çelişki yoktur davranışlarımda.

Şöyle açıklar kendi özel durumunu: -Ben sırtında gül yaprağı taşıyan bir hamal gibiyim.Vardığım yerlere gül kokusu yayarım. Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar. Şu benzetmeyi de ekler sözlerine:

-Bizim gibilerin vardığı karanlık yerlerde bilgi şimşekleri çakar, ilim sohbetleri aydınlatır ortalığı. Vardığı yeri aydınlatacak bilgi nuruna sahip olmayanlar, girmesinler aydınlatamayacakları karanlık yerlere!..

Hiç beklemediği mantıklı bir açıklama ile karşılaşan öfkeli adam düşünmeye başlar... Neden sonra onun da söylendiği duyulur:

-Demek ki der, bilgi yükü taşımayanlar varmasınlar kötülerin yanlarına. Çünkü bilgileri yoktur ki bilgisizlik kokusunu bastırsınlar, ilim, irfan nurları yoktur ki cehalet karanlıklarını aydınlatsınlar...

Sözlerini şöyle bağlar:

-Şimdi anlıyorum ki der, bilgisizlere düşen, kötülerden uzak durmak, bilgi sahiplerine düşen de kötüleri kendi hallerine bırakmayıp irşat etmek... Zaten der, sorumluluk duygusu taşıyan doktorlar hastalardan uzak kalamazlar, muhtaçları şifalı ilaçlardan mahrum bırakamazlar...


-Ne dersiniz Hz. Mevlânâ'nın yedi asır öncesinden bize verdiği bu diyalog örneğine?.. Günümüze de mesajı var mı bu örneğin?

hanımeli
04-01-2009, 22:10
Günümüzün karmaşık sosyal çevresi içinde nerde olmak daha doğrudur sorusuna bir anda cevap verebilmek gerçekten çok zor.
Kendisini bilgisiz kabul edip uzakta kalmak mı?
Verebileceğim bir şey varmı diye sorumluluk duygusuyla insanlarla olduğunca içli dışlı olabilmek mi ?
Ben düşüneceğim.
Zaman zamanda düşüncelerimi sizlerle sesli olarak bu topikte paylaşmaya çalışacağım.
Umarım topik yeniden canlanır..:)

sen@senibil
05-01-2009, 17:15
Sevdiğim bir hikaye,Mevlana ile ilgisi yok ama bu topiğe yakışacağını umduğum için yazayım istedim.......
HALİL İBRAHİM BEREKETİ.....
Büyük din ve bilim adamlarından Ulu Arif Çelebi......anlatıyor
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış....
Büyüğü Halil....
Küçüğü ise İbrâhim...
Halil, evli çocuklu.
İbrahim ise bekârmış...
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...
Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş..
Bununla geçinip giderlermiş...
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
İkiye ayırmışlar....
İş kalmış taşımaya....
Halil, bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim ; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı
bekle.
Peki abi demiş İbrahim...
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye....
O gidince, düşünmüş İbrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
Böyle demiş ve,
Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra Halil çıkagelmiş.
Haydi İbrahim...! Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
Peki abi...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola..
O gidince, Halil'i düşünür bu defa:
Der ki:
Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardeşim bekâr.
O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek,
Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasıl , biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar
onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet akşam olur.
Karanlık basar.
Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....
Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce taşır iki kardeş , bitiremezler.
şaşarlar bu işe...
Aksine çoğalır buğdayları.
Dolar taşar ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı : Halil İbrahim bereketidir...
ALLAH HEPİNİZE HALİL İBRAHİM BEREKETİ VERSİN...

sen@senibil
05-01-2009, 17:18
Günümüzün karmaşık sosyal çevresi içinde nerde olmak daha doğrudur sorusuna bir anda cevap verebilmek gerçekten çok zor.
Kendisini bilgisiz kabul edip uzakta kalmak mı? (A.Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi:zaman zaman bunu yapmak lazım,ne içindeyim zamanın ne de dışında misali)Verebileceğim bir şey varmı diye sorumluluk duygusuyla insanlarla olduğunca içli dışlı olabilmek mi ? (zaman zamanda bunu denemek lazım,yoksa toplum içinde yaşamanın hiçbir gayesi yoktur,elinden,dilinden,gönlünden geçtiği ölçüde yol göstermeli,)Ben düşüneceğim.
Zaman zamanda düşüncelerimi sizlerle sesli olarak bu topikte paylaşmaya çalışacağım.
Umarım topik yeniden canlanır..:)

zaman zaman hayatta,şartlara mukabil,tepki verebilmeli,veya tepki vermemeli,diye düşünüyorum.

sen@senibil
06-01-2009, 13:56
Temiz söz hakikatten uzak olanlara tesir etmez. Çarpık ayakkabı çarpık ayağa uyar. Doğru olmayan gönüllere de şeytanın efsun ve efsanesi uyar.
Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)


Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men,
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men.”

“Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.
İçimdeki esrârı araştırmadı.”
Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)

http://www.semazen.net/roportaj_detay.php?id=63

SİRİUS
06-01-2009, 15:40
''Yay gibi eğri olsam el üstünde tutarlar beni, ok gibi doğru olsam uzağa atarlar beni''

AUDİ+
10-01-2009, 23:42
Ne vakte kadar testinin şekli,biçimi ile üstündeki nakışlarla oyalanıp duracaksın?Testini şeklini,nakışını bırakta içindeki suyu ara.Yani ,insanların güzelliklerine,dış görünüşlerine bakma da ahlaklarına,huylarına,tabiatlarına bak...

AUDİ+
13-01-2009, 23:24
İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.

AUDİ+
18-01-2009, 16:14
O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

AUDİ+
18-01-2009, 16:15
Doğruluk, Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.

AUDİ+
18-01-2009, 16:17
Kadınlar, aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince, onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları.

sen@senibil
03-02-2009, 15:24
Kalp Allah'ın evidir,kalp kırma,zira yüce Allah hiçbir şeye sığmaz,
ancak ve ancak mü'minin kalbine sığar,kalp kırdığın zaman,
zira o'nu incitebilirsin.
*Hz.Mevlana*

AUDİ+
03-02-2009, 17:14
Kalp Allah'ın evidir,kalp kırma,zira yüce Allah hiçbir şeye sığmaz,
ancak ve ancak mü'minin kalbine sığar,kalp kırdığın zaman,
zira o'nu incitebilirsin.
*Hz.Mevlana*

Harika sözlerden biriside bu..............:cool::cool::cool:

sen@senibil
10-02-2009, 11:21
Dünün güneşi ile bugünün çamaşırını kurutamazsın*MEVLANA*

AUDİ+
29-04-2009, 23:24
İnsan gözdür, görüştür,gerisi ettir.İnsanın gözü neyi görüyorsa,degeri o kadardır.

AUDİ+
14-05-2009, 17:40
http://www.youtube.com/watch?v=yxKDZKhnq-o....................

hanımeli
15-05-2009, 00:13
Bu dinletiyle ,Hazreti Pir'i bir kez daha hatırlamamıza ve güzel öğütlerinden yararlanmamıza vesile olduğunuz için kalbi teşekkürlerimi sunarım.
Arifler zümresine iltihak edebilme dileğiyle,
tüm dostlara,Selam ve Hürmetler.

AUDİ+
16-05-2009, 01:21
Şöhret afettir;şöhret peşinde koşmak,iyi tanınmak için uğraşmak,insanlığa yakışmaz.Eğer sen hakikatı,aşk incisini arıyorsan,görünüşten kurtulman denize dalman,derinliklere inmen gerek!Yoksa şöhret,gösteriş,deniz kıyısına düşen köpüktür.

:cool::cool::cool::cool::cool:

hanımeli
16-12-2009, 12:43
Değerli can dostları kardeşlerim.
17 aralık 1273 ,Mevlana Hazretlerinin,vefat tarihi.
Cenazesinde ağlanıp,feryad edilmemesini vasiyet ettiği söylenir.Bu nedenle o gece bir ayrılık gecesi değil,bir kavuşma gecesi olarak tanımlanır.O geceye Şeb-i Arus yani düğün gecesi denir.
Yarın gece dostları Konyada toplanacaklar.
Madden orada olamayacak olan benim gibi birçok insan, oradakilerle aynı duyguyu kalplerinde hissedeceklerdir.
Mevlana Hazretlerinin dediği gibi:
Kim can gözüyle görürse,gözü her şeyi apaçık görür.
Merhuma Yaradandan Rahmet niyaz ederim.

mustafa43
16-12-2009, 13:58
HELVA SATAN ÇOCUK

Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı o yüzden de daima borçluydu. Büyüklerden on binlerce lira borç almış, alemdeki yoksullara harc etmişti. Borçlu birde tekke kurmuş, canını da,malını da tekkesini de Allah uğruna feda etmişti. Allah, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi. Peygamber dedi ki: “pazarlarda iki melek daima dua eder.

Ey Allah sen verenlere ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekeslerin malını da telef et! Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allahya kurban eden, İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver!” Hiç o boyna bıçak işler mi? Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve sefa içindedirler. Sen kafir gibi yalnız kalıba bakma! Çünkü Allah onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir. Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta,halkça vermekteydi

Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi. Şeyhin ömrü sona erip de vücudunda ölüm alametlerini görünce. Borçlular etrafında toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu. Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi,dertlerine dert katıldı. Şeyh “ Şu kötü şüpheye düşenlere de bak! Tanı’nın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.

Bu sırada dışarıdan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı. Şeyh, hizmetçiye “git helvanın hepsini al, Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı, acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti. Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı. Helvacıya “Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu.

Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi. Hizmetçi “yoo. Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum, artık söylenme” dedi. Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyhin önüne koydu. Sır sahibi Şeyhin esrarına bak! Borçlulara “Buyurun, şu mübarek helvayı helalinden bir güzelce yiyin” diye işaret etti. Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı. “ Ey Kamil kişi ,paramı ver” dedi. Şeyh dedi ki: “parayı nereden bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda da ölüyorum!”

Çocuk, deddinden tabağı yere vurdu, feryat figana başladı. Eleminden hayhayla ağlamaya koyuldu, “Keşke iki ayağım da kırılaydı, keşke külhana gideydim de bu tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu. Boğazına düşkün,yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler,fakat kedi gibi yüzlerini yıkarlar, temiz görünürler.

Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı. Çocuk “Ey kötü Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür. Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diyordu. Borçlular inkara düşüp Şeyhe yüz çevirerek “ Bu ne oyun ki?” Bizim malımızı yedin, Borçlu gidiyorsun. Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı.

Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı. Şeyhe gelince gözlerini yummuş, ona hiç bakmıyordu. Bu cefaya bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Ay gibi yüzünü yorganın içine çekmişti. Ezelle hoş, ecelle sevinçli... havas ve avamın kınamasından, dedikodusundan el ayak çekmiş! Can, bir adamın yüzüne gülerse ona halkın ekiş suratlı oluşundan ne zarar. Can birisini öperse felekten ve feleğin hışmından gam yer mi?Mehtaplı gecede ay, simak burcundayken köpeklerden, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur?

Köpek vazifesini yerine getirir, ay da ışığını yere döşeyip durur. Herkes kendi işceğizini görür. Su bir çöp için durulduğunu terk etmez. Çöp, çöpçesine su üstünde yürür durur, saf su da bulanmadan akıp gider. Mustafa, gece yarısı ayı ikiye böler; Ebuleheb, kininden saçma sapan söylenir! İsa ölüyü diriltir; Yahudi hiddetinden sakalını yolar. Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele o ay, Allah hası olursa.

Padişah, sabaha kadar musiki alemi yapar, su kenarın da şarap içer, kurbağaların seslerinden haberi bile olmaz. Çocuğun parası, orada bulunanlara Mütesaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akça düşerdi, çocuk da parasını alırdı. Fakat Şeyhin himmeti bu cömertliği de bağladı. Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti, bundan da fazladır.

İkindi vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak altını getirdi. Mal sahibi halli bir kişi,Şeyhin halini biliyordu, ona hediye göndermişti. Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kağıda sarılı yarım dinar.

Hizmetçi gelip Şeyhi ağırladı, o misli bulunmaz Şeyhin önüne o tabağı koydu. Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyhin kerametini gördü. Hepsinden de feryat yüceldi: “ Ey Şeyhlerin de başı, şahların da bu neydi?” Bu ne sır, bu ne sultanlık? Ey sır sahiplerinin efendisi! Biz bilemedik affet; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.

Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız. Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık, hezeyanlarda bulunduk. Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı kınadı da yüzü sarardı. Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü gözünün nuru göklere bile nüfuz ettiği halde!

Ey zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıştı”dediler. Şeyh “ Bütün o sözleri size helal ettim. Bunun sırır şuydu, ben Allah dan bunu diledim. Allah da bana doğru yolu gösterdi. O, dinar gerçi az para bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı. Helva satan çocuk ağlamasaydı rahmet denizi coşmazdı” dedi. Kardeş, çocuk senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı. O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat.

Bir zahide, çalışıp savaşan bir dostu “ az ağla ki gözün bozulmasın” dedi. Zahit dedi ki: iş iki halden dışarı olamaz. Göz ya o yüzü ya görür, ya görmez. Eğer Allah nurunu görürse ne gam? Allah visaline erişmek için iki gözden olmak pek değersiz bir şey! Yok eğer Allah nurunu, Allah ziyasını görmeyecekse böyle kötü gözün kör olması daha iyi” Gözden dolayı gam yeme ki İsa, senindir.

Eğri yürüme de sana iki doğru göz bağışlasın. Ruhunun İsa’sı senin yanındadır, ondan yardım dile. Çünkü o, yardım etti mi adamakıllı yardım eder. Fakat ey temiz can kemiklerle dolu olan tenle İsa’nın gönlüne, saldırma onun gönlünü çiğneme! Doğru kişilere anlattığımız hikayedeki ahmağa benzeme

İsa’dan ten diriliği arama, Musa’dan Firavunluk muradı dileme! Gönlüne geçim kaygısını az koy, sen kapıda oldukça rızkın azalmaz. Bu beden, ruha bir otağdır. Yahut da Nuh’un gemisine benzer. Türk sağ oldukça mutlaka kendisine bir otağ bulur, hele Hak kapısının azizi olursa.

mustafa43
17-12-2009, 10:45
Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?

Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?

mustafa43
17-12-2009, 10:49
Topraktan biten güller solar gider,

gönülden biten güller daimidir"

mustafa43
17-12-2009, 10:49
Ayıpsız dost arayan , dostsuz kalır..

mustafa43
17-12-2009, 10:51
Değerli can dostları kardeşlerim.
17 aralık 1273 ,Mevlana Hazretlerinin,vefat tarihi.
Cenazesinde ağlanıp,feryad edilmemesini vasiyet ettiği söylenir.Bu nedenle o gece bir ayrılık gecesi değil,bir kavuşma gecesi olarak tanımlanır.O geceye Şeb-i Arus yani düğün gecesi denir.
Yarın gece dostları Konyada toplanacaklar.
Madden orada olamayacak olan benim gibi birçok insan, oradakilerle aynı duyguyu kalplerinde hissedeceklerdir.
Mevlana Hazretlerinin dediği gibi:
Kim can gözüyle görürse,gözü her şeyi apaçık görür.
Merhuma Yaradandan Rahmet niyaz ederim.


ŞEB-İ ARUZUN SENEYİ DEVRİYESİ MUBAREK OLSUN.
ALLAHU TEALA BİZE DE ŞEB-İ ARUZU NASİP EYLESİN.
17 ARALIK 2009 :yes:

ATTİLA HAN
17-12-2009, 21:26
İyiki gelmişsin....hayatıma anlam kattığın için çok teşşekkür ederim..

BEYAZIT
12-11-2010, 12:35
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı ögrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladim sevdiklerimi. ..
Ağladım.
Yaşamayı ögrendim.
Dogumun, hayatın bitmeye başladığı an oldugunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar oldugunu
ögrendim.

Zamanı ögrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacagını,
zamanla barışılacağını, zamanla ögrendim...

Insanı ögrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler oldugunu...
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulundugunu ögrendim.
Sevmeyi ögrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı oldugunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kuruldugunu
ögrendim.
İnsan tenini ögrendim.
Sonra tenin altnda bir ruh bulundugunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde oldugunu ögrendim..
Evreni ögrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını ögrendim.
Sonunda evreni aydinlatabilmek için önce çevreni
aydınlatabilmek gerektigin ögrendim.

Ekmeği ögrendim.
Sonra barış için ekmegin bolca üretilmesi gerektigini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli oldugunu ögrendim.
Okumayı ögrendim.
Kendime yazıyı ögrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi ögretti bana...

Gitmeyi ögrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime ragmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı ögrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektigi fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektigine aydım.
Düşünmeyi ögrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi ögrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yikarak düşünmek
oldugunu ögrendim.
Namusun önemini ögrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk oldugunu;
gerçek namusun, günah elinin altindayken, günaha el
sürmemek oldugunu ögrendim.
Gerçegi ögrendim bir gün...
Ve gerçegin acı oldugunu...
Sonra kararında acının, yemege oldugu kadar hayata da
lezzet kattığını ögrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının
hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

MEVLANA

sen@senibil
24-03-2011, 10:01
Sık sık verilen aynı öğütten sıkılma .. Çünkü bir çiviyi çakabilmek için defalarca vurmak gerekir.!!. . Hz Mevlana.

sen@senibil
25-03-2011, 12:45
Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.MEVLANA

sen@senibil
09-04-2011, 12:11
Hangi Sevgili size günde '5' defa randevu verir ki?

İ.PALA

sen@senibil
09-04-2011, 12:20
Gamdan başka birşeyden neşelenme!

Depresyon modern zaman bireylerinin en yaygın psikolojik sorunu. Can sıkıntısı da öyle. Hz. Mevlâna'ya göre yoksulluk ve hastalık gibi bu sıkıntılar da gerçek dertler değil. Onun için insanı eleme sevk eden en büyük sıkıntı Allah'tan ayrı kalmak. Mevlâna bedenden ayrı kalan bir uzvun işe yaramadığı gibi aslından, yani kendini yaratan Yüce Allah'tan uzak kalan kişilerin de 'eksik' ve 'işlevsiz' olacağını vurgular. Dolayısıyla dünyalık dertleri için sıkıntıya giren insanlara "Kopart zincirlerini, esiri olma onların." önerisinde bulunuyor. Mevlâna insanın sıkıntılarının ancak, 'dertlerin insanı yoğurup yetiştirdiğini' anlamakla göğüslenebileceğini belirtir ve şu beyiti söyler: "Gamdan neşelen, ondan başka bir şeyden neşelenme!" Mevlâna bu konuda, dibine gübre atılan gül fidanı bu kötü kokuya sabredip güzel bir kokuya kavuşuyorsa ve yine dikenine sabreden gül kadife gibi bir tene sahip olabiliyorsa, dert ve sıkıntıya sabreden kişilerin de çektikleri derdin tam tersi, hatta daha fazlası rahatlığa kavuşacaklarını anlatır.

sen@senibil
10-06-2011, 08:47
Her devirde söz söyleyici, halkı irşâd edici vardır, vardır ama, geçmiş zamanlarda gelenlerin iyi sözleri, fikirleri, görüşleri, bugün hayatta olanlara ve söz söyleyenlere yardım eder.

Hz.Mevlâna (k.s)

KONYALIYIZ
10-06-2011, 09:11
Teşekkürler sayın sen@senibil
Mevlana Torunu'ndan SAYGILAR

sen@senibil
22-07-2011, 15:40
Doğruluk Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.

HZ.MEVLANA

sen@senibil
25-07-2011, 16:59
Yazıyı yazan kaleme hayran olunmaz asıl hüner onu yazandadır...

Hz.Mevlana Celaleddin-i Rumi

sen@senibil
26-07-2011, 08:41
"Güneş herkesin üzerine eşit doğar ama ; Gül başka, leş başka kokar.''

Mevlana.

sen@senibil
01-08-2011, 16:36
Gülen nar, bağı bahceyi de güldürür;
Erlerle sohbet seni de erlere katar.
Katı taş olsan, mermer kesilsen bile bir gönül sahibine ulaştın mı inci olursun.

Tanrı, bize yardım etmek dilerse gönlümüze, ağlayıp inleme isteğini verir.
Ne mutlu gözdür o göz ki O’nun için ağlar;
Ne kutlu gönüldür ki O’nun için yanar-kavrulur.
Her ağlamanın sonu gülmektir;
Sonu gören kişi mutlu bir kuldur.
Nerde akarsu varsa orada yeşillik vardır;
Nerde akan gözyası varsa oraya Rahmet gelir.

İnleyen dolap gibi gözlerinden yaşlar saç da can alanında yeşillikler bitsin. Ağlamak istiyorsan gözyaşı dökenlere acı;
Acınmak isitiyorsan sen de acı aşıklara.

sen@senibil
01-08-2011, 16:41
Bir gün güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar.
Hadi, denize girelim dediler ve giysilerini çıkartıp sularda yüzdüler.
Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti.
Güzellik de denizden çıktı; ama kendi giysilerini bulamadı. Çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti...
O gün bugündür erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır.
Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki,
giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine çirkinliği tanıyan bazıları vardır ki,
güzelliğin elbisesi onu gözlerinden gizleyemez...

Mesnevi'den

sen@senibil
02-08-2011, 13:57
Sen canımın içindesin, canımsa senden habersiz..Dünya seninle dolu, dünya senden habersiz.Gönlüm, canım nasıl bulsun seni?Çünkü sen, tümüyle gönüldesin...Sense gönülden habersiz.

Şems-i Tebrizi

sen@senibil
02-08-2011, 14:47
Günün adamı değil hakikat adamı olmaya çalış,
çünkü gün değişir ama hakikat değişmez.

Mevlana.

sen@senibil
04-08-2011, 14:06
Sen, değerinle ve düşüncenle iki aleme bedelsin.
Ama ne yapayım ki kendi değerini blmiyorsun.
Kendini ucuza satma, çünkü değerin yüksektir.

(mevlana)

sen@senibil
19-08-2011, 09:03
Ölürsem ben, öldü demeyin. Çünkü ölüydüm, dirildim; dost aldı, götürdü beni."

(Hz. Mevlâna Celaleddin Rûmi)

sen@senibil
17-09-2011, 10:35
Öyle Ucuz Değil Gül Koklamak... Gül Tutan Ele Diken Batmalı... Bir Aşka Gönül Veren O Aşkın Kapısında Yatmalı!

MEVLANA

sen@senibil
20-09-2011, 14:32
Sen düşüncenden ibaretsin...
Gül düşünür,gülistan olursun,
Diken düşünür, dikenlik olursun.

Hz.Mevlana.

sen@senibil
22-09-2011, 08:47
"Geminin yüzmesi için suya ihtiyaç vardır! Ama su geminin içine girerse onu batırır! Gemi için su ne ise mümin için dünya o dur!"
(Hz. Mevlana)

sen@senibil
26-09-2011, 09:40
Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan gelir. O gizlice niyazın, o önü sonu anman yok mu? İşte saf, halis ve hüzünlü dua odur. “Ey Tanrım ey feryadıma erişen ey yardımcım” demendir. Tanrı yolunda köpeğin sesi bile Tanrı cezbesiyledir. Çünkü Tanrıya her yönelen, bir yol kesicinin esiridir.

Hz.Mevlana...

sen@senibil
26-09-2011, 09:45
"Kötü bir döneme girdiğinde ve herşey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde sakın pes etme, çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır."

(Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmî)

sen@senibil
04-10-2011, 09:43
"Sen dua edersin ama kabul olmuyor sanarsın!
Ekmek almak için bir fırına gidersin
Beklerken fırıncı ile bir sohbet başlar
Ve fırıncının hoşuna gidersin, hoş sohbetsin ya…
Fırıncı başkalarına istediğini verip acele ile gönderir
Bu arada sen istediğini alamadığın için sıkılmaya başlarsın
Ama bilmezsin ki
Fırıncı daha yeni pişmiş en güzel ekmeği verecek.."

Hz. Mevlâna

sen@senibil
06-10-2011, 08:36
"Pişman olmayı kendine adet ediniyorsan boşuna pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun! Ömrün yarısı perişanlıkla geçer öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider! Bu fikri, bu pişmanlığı terk ette, daha iyi bir hal, daha iyi bir dost, daha iyi bir iş ara.."

(Hazreti Mevlânâ Celaleddin Rûmi)

sen@senibil
06-10-2011, 08:38
"Bir kimsede kibir varsa, söz söylediği zaman soğan gibi kokar.."

(Hazreti Mevlânâ Celaleddin Rûmi

sen@senibil
07-10-2011, 14:20
Bitkinin güzelliği, tohumun iyiliğinden, İnsanın güzelliği ise, kalbinden gelir. . . !

HZ.MEVLANA

sen@senibil
09-10-2011, 20:25
Ey gönüldaş! Bir gönül yapmak gelmiyorsa elinden, bâri bir gönül yıkılmasın dilinden..!"

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmî (k.s)

KONYALIYIZ
09-10-2011, 20:45
Ey gönüldaş! Bir gönül yapmak gelmiyorsa elinden, bâri bir gönül yıkılmasın dilinden..!"

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmî (k.s)
Teşekkürler sayın sen@senibil

zottiri
09-10-2011, 21:11
Aza şükretmeyen çoğa şükretmez . İnsanlara teşekkür etmeyen ALLAH'a da şükretmez .Cemaat bereket ayrılık ise azaptır . (Hadis)

sen@senibil
11-10-2011, 08:55
"Bir şey yap, güzel olsun.
Çok mu zor? O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz.
Beceremez misin? Öyleyse güzel bir şeye başla.
Ama hep güzel şeyler olsun.
Çünkü her insan ölecek yaşta.."

Şems-i Tebrizi Hazretleri (k.s)

sen@senibil
11-10-2011, 23:27
"Çalış çabala da nura ulaş.
Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzeti alır.
Havuç, elma, ayva, ceviz pekmezde kaynasa pekmez tadı alır.
Bilgi nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilgiden nur bulurlar."

Hz. Mevlâna

sen@senibil
14-10-2011, 09:02
''Eğriyi kendinde arayan,
Doğruyu kalbinde bulur,
Aşkına emekle yürüyen,
Dermanı derdinde görür... ''

(Hz. Mevlana)

sen@senibil
16-10-2011, 14:53
"Ey zavallı, ne zamana kadar,
dünya dikenliğinde yalınayak koşup duracaksın?
Biz, öteki alemde, gül bahçelerinin kapılarını senin için açtık."

Hazreti Mevlâna Celaleddin R

sen@senibil
16-10-2011, 15:06
Yüksekliği isterdim, fakat onu alçak gönüllülükte buldum....HZ MEVLANA

sen@senibil
18-10-2011, 13:04
"Edepli edebinden susar edepsiz de ben susturdum sanır..!"

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmî (k.s)

sen@senibil
18-10-2011, 13:10
Ey dünya fidanında meyveler yetiştiren kimse;
bir de gönül fidanında meyveler yetiştirmeyi dene.
Sabah-akşam, gündüz-gece dünya ile boğuşup duruyorsun da eline gamdan başka ne geçiyor?
Gam köyüne çadır kuranlar yine bin türlü dertle bu dünyadan kopup gideceklerdir.
Şimdi dikkat kesil, kulağındaki dünya pamuğunu çıkarıp at, dostun dosta ettiğine iyice bak.."

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmî (k.s)

sen@senibil
18-10-2011, 13:10
Bazen uzaklaşmak gerekir, yakınlaşmak için..
Bazen hatırlamak gerekir, hatırlanmak için..
Bazen ağlamak gerekir, açılmak için..
Bazen anmak gerekir, anılmak için..
Bazen de susmak gerekir, duymak için..

Şems-i Tebrizi (k.s)

sen@senibil
18-10-2011, 13:31
Ey zengin! Sen Allah'ın huzuruna yüz çuval altın götürsen, Cenâb-ı Hak buyurur ki: "Ey getirdiği yükler altında iki büklüm olan kişi. Bana gönül getir, gönül. Eğer o gönül senden razı ise, ben de senden razıyım. Ama gönül senden yüz çevirmişse, ben de senden yüz çeviririm. Ben sana bakmam, gönle bakarım. Ey can! Armağan olarak bana gönül getir."

(Hz. Mevlâna)

sen@senibil
21-10-2011, 09:19
Zincire bağlanan nasıl olur neşelenir?

Hapiste olan da nasıl hürlük iddiasında bulunur?
(Bu dünyadaki halimiz asıl olarak budur.Halk dilinde buna dünyanın derdi bitmez,fani dünya derler.)

Hz.Mevlana

sen@senibil
24-10-2011, 08:58
Aklım kalbime; 'iman nedir?' diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek; 'iman edeptir' dedi."

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmî (k.s)

sen@senibil
25-10-2011, 09:01
"Nice balık vardır ki, su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.."

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmî

sen@senibil
28-10-2011, 21:18
"Nerede su olursa, orada yeşillik olur. Gözyaşı Hakk'ın rahmetine vesiledir.
Nemli gözle bostan kuyusu dolabı gibi inle ki,
can meydanın yeşersin, orada bahar olsun.
Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir.
Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir.."

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmi

sen@senibil
10-11-2011, 10:01
"Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle tevbe et..
Zîrâ çiçekler, gü*neşli ve ıslak yerlerde açar..!"

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmi (k.s)

sen@senibil
10-11-2011, 15:41
"Yürü, bir an için mezarlıkta sessizce otur. O söz söyleyip şimdi susmuşları gör!
Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün,
ama halleri bir değildir ki.."

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmi (k.s)

sen@senibil
10-11-2011, 18:32
Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma! Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!

Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen, fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma! Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir. Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.. Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular."

(Hz. Mevlâna)

sen@senibil
29-11-2011, 12:31
Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor."

Mevlana

sen@senibil
12-01-2012, 15:43
Bir avcı kuşları kolayca yakalayabilmek için kendini ağaç dalları, otlar ve yapraklarla gizleyip çayırlığa oturdu. Önüne bir tuzak kurup, bir avuç buğday attı.
Hiç hareket etmeden beklemeye başladı. Bu sırada karnı iyice acıkmış bir kuş gelip, yakınına kondu. Onu böyle sessiz sedasız oturur görünce:
- Sen ne yapıyorsun burada? diye sordu.
Avcı:
- Dünyadan elini eteğini çekmiş bir zahidim ben! diye cevap verdi. Hiç kimsenin işine karışmıyor, burada kendi halimde yaşıyorum.
Kuş:
- O buğdaylardan biraz yiyebilir miyim? dedi.
- Bilmem ki dedi avcı, bir yetimin emaneti bana. Ama karnın çok acıkmışsa gel ye!
Kuş, avcının gizli niyetlerinden habersiz, onu iyi yürekli ve dünya işlerinden uzaklaşmış bir zahid kimse olarak kabul edip buğdaylara saldırınca, hileci avcının ellerine düştü.
Aldatıldığını anladığında ise iş işten geçmiş, tuzakta binlerce feryada başlamıştı.
Avcı:
- Görünüşe ve söylenen her söze inanırsan sonun böyle olur işte diyordu. Tuzağa yakalandıktan sonra feryadın ne faydası var? Uygunsuz hırs ve hevesler canların düşmanıdır. Önemli olan tehlike gelmeden önce uyanık ve tedbirli olmaktır. Felaket tufanından sonra ağlayıp sızlamışsın neye yarar?

Hazreti Mevlâna Celaleddin-i Rûmi

Yukarıdaki hikayeyi IMKB'ye uyarlarsak;
Buradaki kuş:K.Yatırımcı
Avcıda:Spek

selimm
14-01-2012, 00:37
"Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır. MEVLANA

sen@senibil
19-07-2012, 10:20
Ne Fark Eder Ki, Kör İnsan İçin Elmas Da Bir, Cam Da ...
Sana Bakan Kör İse SAKIN Kendini Camdan Sanma !

Hz. Mevlana

sen@senibil
19-07-2012, 10:25
Bursa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa KARA,
“ Bugün dünyada okunan en çok kitaplardan birisi Mevlana Hazretlerinin mesnevisidir.
Bu önemli kitap tasavvuf ehli olan insanlardan bahseder. O nedenle bazı kitaplarda ki esrarın sırrı önemlidir.
Şu bir gerçektir ki, mesneviyi okuyan mest olur. İnsanoğlunun yeryüzünde oluşturduğu en büyük organizasyonun adı medeniyettir. İslam Medeniyeti,
Batı Medeniyeti, Doğu Medeniyeti gibi medeniyetler çok büyük coğrafyaları ve devletleri içine alır. Birbirlerine tesirleriyle bütün bir dünyayı etkileyebilir. Bütün medeniyetlerin ortak olarak üçayağı vardır bunlardan birisi ilim ve irfan ayağıdır. Öyle ilmi çalışmalar yaparak eserler ortaya koyacaksınız ki o çağda dünyada bir numara olacak. İkinci ayağı felsefi ve fikri çalışmalardır. Medeniyet olabilmek için bu alanda da büyük mütefekkirler ve düşünce adamlarının olması gerekmektedir. Bu düşünce adamlarının ürettikleri fikirler ve eserler o çağda dünyada birinci sırada olacak. Medeniyet olabilmenin üçüncü ayağı ise güzel sanatlardır. Sanatın her dalında güzel şaheserler ortaya koyarak medeniyetler ortaya çıkar. Bu üç alanda tarihe geçecek çalışmalar ortaya koyarak medeniyetler meydana gelir. Dünyadaki diğer insanlar ve toplumlar bu çalışmaları okumak ve anlamak isterler. Söyleşi konumuzun diğer unsuru olan tasavvuf ise tezkiyedir. Yani temizlenmektir, gönül temizliğidir, güzel ahlak sahibi olmaktır. Bu vasıflara ulaşmak için verilen çaba ve eğitimin adı tasavvuftur. Söyleşi konumuz içerisindeki bir diğer unsur olan kültür ise; tarihimizin derinliklerinden süzülüp gelen; manalı ve zengin bir sentez oluşturan, nesilden nesile aktarılan; bu suretle insanda mensubiyet duygusu, kazanılmasına yol açan; çevreyi ve şartları değiştirme gücüdür. Bu şuura ulaşabilmemiz için ise önce uyanmamız gerekir. Bugün ki, dünyamızda Kapitalizm, materyalizim bütün dünyada kafaları karıştırmaya devam ediyor. O nedenle güzel insan olabilmek için, kendimiz veya bizlerden geçtiyse çoluk, çocuğumuz mutlaka güzel sanatlarda yetiştirmeye bakalım. Osmanlıda güzel sanatların adı, tekkeydi, dergâhtı.”dedi.http://www.iyiderehaber.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1938:duenya-mesnevy-okuyor-ve-mest-oluyor&catid=43:yasam-aile&Itemid=62

sen@senibil
20-07-2012, 08:32
mum olmak kolay değildir,
ışık saçman için önce yanmak gerekdir.

*mevlana.*

sen@senibil
25-07-2012, 12:28
"Bir sağıra ; 'Komşun hastadır !" dediler.

Sağır kendi kendine dedi ki : 'Bu ağır kulaklı sağır, onun sözlerini nasıl duyabilir. ?
O dudaklarını hareket ettirdikçe, ben de sözlerini tahmin ve zanla ölçer , anlarım.
Ben ona 'Nasılsın ? deyince o ; 'Allah'a hamdolsun iyiyim der.' der.
Şükreder , sonra ne yiyip içtiğini sorunca ; mercimek çorbası ve şerbet içtiği gibi bir şeyler söyler.
'Afiyet olsun ' der ve hekimin kim olduğunu sorarım. Elbette o terbiyeli komşu bana 'Falan kimsedir' der.
Ben de ; 'Onun ayağı mübarektir. Gittiği yerde hastalık yok olur.
Biz onu denedik , çok iyidir. Nereye vardıysa , maksat hasıl oldu' derim !
O tecrübe sahibi , bu cevapları gönlünde tutarak hastaya gitti.
Halini sordu. Hastanın 'Ölü gibiyim!' demesine sağır şükredince , hasta üzüldü.
Sağırın söylediği sözlerden hastanın gönlünde diğer bir sıkıntı hasıl oldu.
Ne yediğini sorunca ; 'Yılan zehiri !' dedi. Sağır da : 'Ziyade afiyetler olsun' dedi.
Sonra ; 'Hekimlerden acaba tedavi için gelen kimdir ?' deyince,
Hasta ; ' Azrail'dir ! Ey adam var git !' dedi. Sağır da ; 'Onun işi gayet mübarektir.' dedi.
Hastanın yanından sevinçle çıktı. Bir müddet , 'Hal, hatır sordum' diye şükretti.
Hasta ise ; ' Bu bizim can düşmanımızmış, kötü niyetli bir komşuymuş, bilmiyordum.' diyordu.
Hastaya hal, hatır sormak teselli içindir. Bu ziyaret ise sıhhatin düşmanı oldu.
Sağırın caiz gördüğü kıyas yüzünden , on yıllık sohbeti de batıl oldu." (Mesnevi, I / 3466-3499)

sen@senibil
26-07-2012, 10:19
Nefis bir at gibidir. Sizde üzerine binmiş bir ersiniz.
O atı sürer ya ahıra girersiniz, ya da ahir'e girersiniz...

Hz Mevlana

regist
01-05-2013, 18:34
mum olmak kolay değildir,
ışık saçman için önce yanmak gerekdir.

*mevlana.*

Aşka uçma kanatların yanar. Sadi Şirazi

Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar? Mevlana

Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar? Yunus Emre

sen@senibil
17-07-2013, 11:02
Biz bu dünyada güneş gibiyiz !
Herkese can vermeye,
Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olmaya,
Onların gamlarını, kederlerini, dertlerini paylaşmaya,
Hor görülenleri, toprağa düşenleri kaldırmaya,
Ellerinden tutup gül bahçesine götürmeye gelmişiz...
Biz onlara neşeler bahşedelim diye bu dünyaya kadem basmışız.
Biz gökyüzündeki güneş gibiyiz !
Herkese şefkat etmeye, merhamet etmeye,Aşk ile muamele etmeye gelmişiz...
Biz altın gibi birkaç kişinin öz malı değiliz !
Alemlerin malıyız ...

Hz. Mevlana

sen@senibil
17-07-2013, 11:19
Eyy gönül sen sen olda kimsenin gönlünü yıkma,

dikenin ucundan çıkıp,edep çizgisinden çıkma.

Mevlana.

sen@senibil
17-07-2013, 11:20
Unutma ki;İnsan dünyanın hakiki olabilir,
ama
küçük bir kalbin esiridir.

*Hz.Mevlana*

sen@senibil
17-07-2013, 11:21
Eyyy benim canımın sahibi yar.
Sen benle olduktan sonra kaybettiklerimin ne önemi var?

*Mevlana*

sen@senibil
17-07-2013, 11:21
...//Bir An Bekle,
Arkana Dön Ve Unuttuklarını Anımsa.
Kaybettiysen Ara,
Kırdıysan Af Dile, Kırıldıysan Affet;
Çünkü Hayat Çok Kısa...//

Şems-i Tebrizi

sen@senibil
17-07-2013, 11:30
“İnsana aradığı şeye bakılarak değer biçilir.”

Hz. Mevlana

sen@senibil
17-07-2013, 11:31
Geçer dedikIerimi gecirdim ...
Biter dedikIerimi bitirdim!...
Nefret ettikIerimi siIdim,..
Farkında oIduğum için var oIdunuz, vazgeçtiğim için bugün yoksunuz!...

Hz. Mevlana

sen@senibil
18-07-2013, 13:05
gönül aynan saf olmadıkça güzeli çirkinden ayıramazsın..

Hz. Mevlana