PDA

View Full Version : Bunları biliyor musunuz?



Pages : [1] 2

mutlu
07-02-2007, 15:27
Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın

melatonin denilen hormon beyinde ve sadece 23:00 ile 05:00 saatleri
arasında salgılanan bir hormondur.
Hormonun temel görevi vücudun biyolojik saatini koruyup ritmini ayarlamak.
Jetlag denilen hadisenin sebebi de bu hormon. Hormon diğer aktioksidan
tesirlerini güçlendiriyor, kanserli hücrelere karşı koruma sağlıyor, üreme
sistemiyle bağlantısından tutun da yorgunluk , isteksizlik gibi durumların
nedenlenleri oluşturabiliyor.Şu anda bu hormon yaşlanmayı geciktirici
etkisinden dolayı da üzerinde önemle durulan bir hormon.

Benim için işin can alıcı noktalarından birisi hormonun cocuklar
üzerindeki tesiri idi. Avrupada lösemili ve kanserli çocuk sayılarının
artmasından ötürü yapılan araştırmalar sonucunda ailelerden istenen bir
hususda cocukların kesinlikle karanlık ortamlarda yatırılmaları. Çünkü
melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi olduğu
biliniyor. Ancak bu hormon ışığa duyarlı. Deneylerde uyuyan kişinin hormon
salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı , karanlıkta yoğun
olarak salgılandığı tesbit edilmiş.

Bilimsel bir gerçek. "Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken
ışığı kapatın "

mutlu
07-02-2007, 15:29
İnsan teybe kaydedilmiş kendi sesini dinlerken hayli şaşırır. Hatta o sesin kendisine ait olmadığını bile söyleyebilir. Halbuki bir başkasının sesi teypten dinlenirken normal konuşma sesi ile bir fark duyulmaz.

Ses havada gözle görülmeyen dalgalar halinde yayılır. Bu dalgalar kulağımıza girip orta kulağımızdaki kemikleri titreştirdiklerinde beyne giden sinyaller vasıtasıyla o sesi duymuş oluruz.

İnsanın kendi sesi kendisi için özeldir. Sizin dışınızdaki herkes sesinizi sizin duyduğunuzdan daha farklı duyarlar. Çünkü onlar sizin ağzınızdan çıkıp, havada ilerleyip kulaklarına gelen sesi duyarlar ama siz kendi sesinizi iki farklı yoldan işitirsiniz.

Bir taraftan ağzınızdan çıkan ses havada yol alıp, diğer insanlara ulaştığı gibi kendi kulağınıza ulaşır. Diğer taraftan da başın içinden, kemiklerden, kaslardan geçerek içerden kulaklarınıza ulaşır. Beyin bu iki farklı yerden gelen bilgileri birleştirir ve siz kendi sesinizi duyarsınız.

İnsanın başı içinde kemikler, kaslar, sinüsler, beyin ve çeşitli salgılar vardır. Bunların kimi sert, kimi yumuşak, kimi de sıvıdır. Bunların her birinin sesi geçiriş özelliği farklıdır. Kafa içindeki iletişimde genel olarak sesin düşük frekanslı kısımları kuvvetlenir. Bu nedenle sesiniz kendinize başkasının duyduğundan daha farklı tonda gelir.

Teypteki sesiniz ise kulaklarınıza diğer insanlara ulaştığı gibi havadan ulaşır. Aslında o sizin, herkesin tanıdığı hakiki sesinizdir ama size yabancı gelir. Kafanızın içinden gelen sesi daha iyi duyabilmek için iki kulağınızı sıkı sıkıya kapatın ve konuşun. Duyduğunuz ses aşina olduğunuz sesinizin kafanızın içinden geçip gelen kısmıdır.

mutlu
07-02-2007, 15:31
Hindistan'daki yıllık doğum sayısı,Avustralya'nın toplam nüfusundan fazladır.
Rusya'nın dörte biri ormanlarla kaplıdır.
Tarih boyunca yeryüzünde bulunan altının 200 kat daha fazlası okyanuslarda bulunmaktadır.
Köpeklerin ter bezleri ayaklarındadır.
Yazar Rudyard Kipling sadece siyah mürekkep kullanırdı.
Mickey Mause'dan önce en meşhur çizgi film kahramanı Felix The Cat'di.
Larry Hagman (JR.)Dallas dizisinin setinde hiç kimsenin sigara içmesine izin vermezdi.
Salatalığın yüzde 96'sı sudur.
Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır.
Peru'da hiç umumi tuvalet yoktur.
Timsahlar renk körüdür.
Yarım kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.
Sadece dişi kanaryalar ötebilir.
Tarantulalar iki buçuk yıl yiyeceksiz yaşayabilirler.
Havuca rengini karoten verir.
İnciler sirkede erir.
Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.
İnternetin yıllık büyüme yüzdesi 314.000' dir.
Rodin'in ünlü 'Düşünen Adam' heykeli aslında İtalyan şair Dante'nin portresidir.
En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa'dır.
Sihirli sözcük 'Abrakadabra' ilk olarak yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek için söylenmiştir.
Marilyn Monroe'nun altı ayak parmağı vardı.

mutlu
07-02-2007, 15:46
Bildiğiniz gibi, 80 km uzunluğundaki Panama Kanalı Atlantik Okyanusu ile Pasifik okyanusunu birbirine bağlar ve bir okyanustan diğerine geçmenin en kısa yoludur.

Diğerleri ya dünya turu yapmak, ya da Güney Amerika kıtasını çepeçevre dolaşmaktır.

İki okyanusu birbirine bağlayan göl/kanal'ın deniz seviyesinden yüksekligi ise 26 metredir. Bir okyanustan diğerine geçmek için gemiler yokuş yukarı çıkamıyacağına göre kanalı nasıl geçerler ?

Gemilerin Panama kanalından üç aşamada nasıl geçtiğini gösteren animasyon:

http://www.limk.com/yorumlar.php?cid=81460

mutlu
07-02-2007, 16:06
Altın oran, doğada sayısız canlının ve cansızın şeklinde ve yapısında bulunan orandır. Bir dikdörtgenin boyunun enine olan "en estetik" oranı diye de tanımlandığı olmuştur.

Eski Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. Göze çok hoş gelen bir orandır.

Bir doğru parçasının (AB) Altın Oran'a uygun biçimde iki parçaya bölünmesi gerektiğinde, bu doğru öyle bir noktadan (C) bölünmelidir ki; küçük parçanın (AC) büyük parçaya (CB) oranı, büyük parçanın (CB) bütün doğruya (AB)oranına eşit olsun.

Altın Oran, pi (π) gibi irrasyonel bir sayıdır ve ondalık sistemde yazılışı; 1.618033988749894... dür. (noktadan sonraki ilk 15 basamak)

Altın Oranın ifade edilmesi için kullanılan sembol, PHI yani Φ 'dir.

Altın Oran, matematikte ve fiziksel evrende ezelden beri var olmasına rağmen, insanlar tarafından ne zaman keşfedildiğine ve kullanılmaya başlandığına dair kesin bir bilgi mevcut değildir. Tarih boyunca bir çok defa yeniden keşfedilmiş olma olasılığı kuvvetlidir.

Euclid (M.Ö. 365 – M.Ö. 300), "Elementler" adlı tezinde, bir doğruyu 0.6180399... noktasından bölmekten bahsetmiş ve bunu, bir doğruyu ekstrem ve önemli oranda bölmek diye adlandırmıştır. Mısırlılar Keops Piramidi'nin tasarımında hem pi hem de phi oranını kullanmışlardır. Yunanlılar, Parthenon'un tüm tasarımını Altın Oran'a dayandırmışlardır. Bu oran, ünlü Yunanlı heykeltraş Phidias tarafından da kullanılmıştır. Leonardo Fibonacci adındaki İtalyan matematikçi, adıyla anılan nümerik serinin olağanüstü özelliklerini keşfetmiştir fakat bunun Altın Oran ile ilişkisini kavrayıp kavramadığı bilinmemektedir. Leonardo da Vinci, 1509'da Luca Pacioli'nin yayımladığı İlahi Oran adlı bir çalışmasına resimler vermiştir. Bu kitapta Leonardo Leonardo da Vinci tarafından yapılmış Five Platonic Solids (Beş Platonik Cisim) adlı resimler bulunmaktadır. Bunlar, bir küp, bir Tetrahedron, bir Dodekahedron, bir Oktahedron ve bir Ikosahedronun resimleridir. Altın Oran'ın Latince karşılığını ilk kullanan muhtemelen Leonardo da Vinci 'dir. Rönesans sanatçıları Altın Oran'ı tablolarında ve heykellerinde denge ve güzelliği elde etmek amacıyla sıklıkla kullanmışlardır. Örneğin Leonardo da Vinci, Son Yemek adlı tablosunda, İsa'nın ve havarilerin oturduğu masanın boyutlarından, arkadaki duvar ve pencerelere kadar Altın Oran'ı uygulamıştır. Güneş etrafındaki gezegenlerin yörüngelerinin eliptik yapısını keşfeden Johannes Kepler (1571-1630), Altın Oran'ı şu şekilde belirtmiştir: "Geometrinin iki büyük hazinesi vardır; biri Pythagoras'ın teoremi, diğeri, bir doğrunun Altın Oran'a göre bölünmesidir." Bu oranı göstermek için, Parthenon'un mimarı ve bu oranı resmen kullandığı bilinen ilk kişi olan Phidias'a ithafen, 1900'lerde Yunan alfabesindeki Phi harfini Amerika'lı matematikçi Mark Barr kullanmıştır. Aynı zamanda Yunan alfabesindekine karşılık gelen F harfi de, Fibonacci'nin ilk harfidir.

Altın Oran, bir sayının insanlık, bilim ve sanat tarihinde oynadığı inanılmaz bir roldür. Phi, evren ve yaşamı anlama konusunda bizlere yeni kapılar açmaya devam etmektedir. 1970'lerde Roger Penrose, o güne kadar imkansız olduğu düşünülen, "yüzeylerin beşli simetri ile katlanması"nı Altın Oran sayesinde bulmuştur.

Bu oranın Altın Oran diye adlandırılması, daha derin güzellik anlayışlarına yeni kapılar açtığından dolayı belkide doğru bir karar olmuştur.

Altın Oran'ın elde edilmesi:

- yatay bir [ab] doğru parçası çizin 1 birim uzunluğunda.
- b'den yukarıya dik bir [bd] doğru parçası çizin 1 birim uzunluğunda
- [ab]'nin orta noktası (e mesela) ile d'yi birleştirerek [ed] elde edin
- e merkezli [ed] yarıçaplı çemberi çizin
- [ab]'yi sağdan çembere değene kadar uzatın. kesişme noktasına c deyin.
- [ab]/[bc] altın oran

Uzun bir altın oran versiyonu:

1.618033988749894848204586834365638117720309179805
76286213544862270526046281890244970720720418939113
74847540880753868917521266338622235369317931800607
66726354433389086595939582905638322661319928290267
88067520876689250171169620703222104321626954862629
63136144381497587012203408058879544547492461856953
64864449241044320771344947049565846788509874339442
21254487706647809158846074998871240076521705751797
88341662562494075890697040002812104276217711177780
53153171410117046665991466979873176135600670874807
10131795236894275219484353056783002287856997829778
34784587822891109762500302696156170025046433824377
64861028383126833037242926752631165339247316711121
15881863851331620384005222165791286675294654906811
31715993432359734949850904094762132229810172610705
96116456299098162905552085247903524060201727997471
75342777592778625619432082750513121815628551222480
93947123414517022373580577278616008688382952304592
64787801788992199027077690389532196819861514378031
49974110692608867429622675756052317277752035361393
62107673893764556060605921658946675955190040055590
89502295309423124823552122124154440064703405657347
97663972394949946584578873039623090375033993856210
24236902513868041457799569812244574717803417312645
32204163972321340444494873023154176768937521030687
37880344170093954409627955898678723209512426893557
30970450959568440175551988192180206405290551893494
75926007348522821010881946445442223188913192946896
22002301443770269923007803085261180754519288770502
10968424936271359251876077788466583615023891349333
31223105339232136243192637289106705033992822652635
56209029798642472759772565508615487543574826471814
14512700060238901620777322449943530889990950168032
81121943204819643876758633147985719113978153978074
76150772211750826945863932045652098969855567814106
96837288405874610337810544439094368358358138113116
89938555769754841491445341509129540700501947754861
63075422641729394680367319805861833918328599130396
07201445595044977921207612478564591616083705949878
60069701894098864007644361709334172709191433650137
15766011480381430626238051432117348151005590134561
01180079050638142152709308588092875703450507808145
45881990633612982798141174533927312080928972792221
32980642946878242748740174505540677875708323731097
59151177629784432847479081765180977872684161176325
03861211291436834376702350371116330725869883258710
33632223810980901211019899176841491751233134015273
38438372345009347860497929459915822012581045982309
25528721241370436149102054718554961180876426576511
06054588147560443178479858453973128630162544876114
85202170644041116607669505977578325703951108782308
27106478939021115691039276838453863333215658296597
73103436032322545743637204124406408882673758433953
67959312322134373209957498894699565647360072959998
39128810319742631251797141432012311279551894778172
69141589117799195648125580018455065632952859859100
09086218029775637892599916499464281930222935523466
74759326951654214021091363018194722707890122087287
36170734864999815625547281137347987165695274890081
44384053274837813782466917444229634914708157007352
54570708977267546934382261954686153312095335792380
14609273510210119190218360675097308957528957746814
22954339438549315533963038072916917584610146099505
50648036793041472365720398600735507609023173125016
13204843583648177048481810991602442523271672190189
33459637860878752870173935930301335901123710239171
26590470263494028307668767436386513271062803231740
69317334482343564531850581353108549733350759966778
71244905836367541328908624063245639535721252426117
02780286560432349428373017255744058372782679960317
39364013287627701243679831144643694767053127249241
04716700138247831286565064934341803900410178053395
05877245866557552293915823970841772983372823115256
92609299594224000056062667867435792397245408481765
19734362652689448885527202747787473359835367277614
07591712051326934483752991649980936024617844267572
77679001919190703805220461232482391326104327191684
51230602362789354543246176997575368904176365025478
51382463146583363833760235778992672988632161858395
90363998183845827644912459809370430555596137973432
61348304949496868108953569634828178128862536460842
03394653819441945714266682371839491832370908574850
26656803989744066210536030640026081711266599541993
68731609457228881092077882277203636684481532561728
41176909792666655223846883113718529919216319052015
68631222820715599876468423552059285371757807656050
36773130975191223973887224682580571597445740484298
78073522159842667662578077062019430400542550158312
50301753409411719101929890384472503329880245014367
96844169479595453045910313811621870456799786636617
46059570003445970113525181346006565535203478881174
14994127482641521355677639403907103870881823380680
33500380468001748082205910968442026446402187705340
10031802881664415309139394815640319282278548241451
05031888251899700748622879421558957428202166570621
88090578088050324676991297287210387073697406435667
45892025865657397856085956653410703599783204463363
46485489497663885351045527298242290699848853696828
04645974576265143435905093832124374333387051665714
90059071056702488798580437181512610044038148804072
52440616429022478227152724112085065788838712493635
10680636516674322232776775579739927037623191470473
23955120607055039920884426037087908433342618384135
97078164829553714321961189503797714630007555975379
57035522714493191321725564401283091805045008992187
05121186069335731538959350790300736727023314165320
42340155374144268715405511647961143323024854404094
06911456139873026039518281680344825254326738575900
56043202453727192912486458133344169852993913574786
98957986439498023047116967157362283912018127312916
58995275991922031837235682727938563733126547998591
24632750300605925674549794350881192950568549325935
53187291418011364121874707526281068698301357605247
19445593219553596104528303148839117693011965858343
14424894898565584250834109429502771975833522442912
57364938075417113739243760143506829878493271299751
22868819604983577515877178041069713196675347719479
22636519016339771284739079336111191408998305603361
06098717178305543540356089529290818464143713929437
81356048203894791257450770755751030024207266290018
09042293424942590606661413322872269806901459945119
95478016399151412612525728280664331261657469388195
10644216738718000110042184830258091654338374923641
18388856468514315006373190429514814694243146089525
47072037405566913069220990804819452975110650464281
05417755259095187131888359147659960413179602094153
08585533238772538023272763297737214312796821671623
44211832018028814127474431688472184593927814354740
99999072233203059262976611238327983316988253931262
00650370288447828666940447307947104761255865837529
86236250999823233597155072338383324408152577819336
42626304330265895817080045127887311593558774721725
64947000516366725771539209840950327451121536873009
12199629522765913163709396860727134269262315475330
43799331658110736964314217197943405639155121081081
36262688856974806806011691894175027229874158699179
14534994624441940121978586013736608286907223651477
13912687420966513787562059185432888834174292090156
31332831935756220897137656309785015631549824564458
65424792935722828750608481453351352181729587932991
17100324762220521946451053624505129884308713444395
07244267351462861799183233645983696376327225756915
97239543830520866474742381511079273494836952396479
26899369832491799950278950006045966131346336302494
99514808053290179029751825158750490074351879835118
36032722772601717404535571658855578297291061958193
51710554825793070910057635869901929721799516873117
55631444856481002200142545405542927345883711602099
47945720823780436871894480563689182580244499631878
34202749101533579107273362532890693347412380222201
16262771193085448502954191320040099986556665177566
40953656197897818380451030356510131589458902871861
08690589394713680148457001836649564720329433437429
89464274125514359058434840919548701523614031739139
03616440198455051049121169792001201999605069949664
03035086369290394100701945053201623487276323273244
94396304808905542513797233147518520709102506368598
16795304818100739424531700238804759834323450414258
43140636127210960228242337822809027976596077710849
39151748873168777135223900911711735091860065462009
90249758527792542781659703834950580106261553336910
93784659771052975022317307412177834418941184596586
10298018778742744563866966127724503845860526415103
04089825777754474115332076407588167751497553804711
62966777100587664615954967769270549623939857092550
70274069978140843124965363071866533718060587422425
98165307052573834541577054292162998114917508611311
76577317209561565647869547448927132060806354577946
24145310669837421137981689638235333044778831693397
28728918103664083269856988254438516675862289930696
43468489751484087903964760420361020602171739447026
34876336543931952290773836167389811781242483655781
05034169451563626043003665743108476654877780128577
92364541852244723617137422925584159313561286637167
03280721715533926463257306730639108541088680857428
38588280602303341408550390973538726134511962926415
99521278931135443146015273090255382710432596622674
39037455636122861390783194335705900381487008986613
15398195857442330441970856696722293142730741384882
78897558886079973870447020316683485694199096548029
82493198176579268298556297230106827772351627407838
07431877827318211919695280051608791572128826337968
23127256287000150018292975772999357909491964076344
28615757135444278983830404547027101945800425820212
02344580630345033658147218549203679989972935353919
68121331951653797453991114942444518303385884129040
18178188213760066592849413677543174516054093871103
68715211640405821934471204482775960541694864539878
32626954801391501903899593130670318661670663719640
25692867138871466311891926856826919952764579977182
78759460961617218868109454651578869122410609814197
26861925547878992631535947292282508054251690681401
07817960218853307623055638163164019224545032576567
39259976517530801427160714308718862859836037465057
13420467008343275423027704779331118366690323288530
68738799071359007403049074598895136476876086784432
38248218930617570319563803230819719363567274196438
72625870615433072963703812751517040600505759488272
38563451563905265771042645947604055695095984088890
37620799566388017861855915944111725092313279771138
03294376547509016516949650991607383393771583323024
57019483474000704376186719984834016318260084626196
56284649118225688857521346375490254180833821383522
24525872678937950537591560357945469850910225622545
50030175710494698334835453238352607870922193045817
82306012370753280678368541306584636788866433486249
36801019878279963067025954326513780600738639290856
48308741576187418973458484501418897652934110137221
58643559915527113623322003526677859159890231446163
32102651966590763206152438374761904953158296883626
50420948401056545891306298277172498096419594723404
65110419821347689354018038256954956286039244264159
86748598228006035386283916620125282660749330619658
49651999794193932260172357107336425370830330114336
24985753635970424446475998999950855041354977558585
93457659092653330725277541675843146693676780617035
01200384487488382337603440775159477812218830709000
87386627362091660799050226989270321899760379509890
59108591039296734561461070030458192127389259926961
06211676436424383501410204086321499178152979681522
37983224273753657008553469979655413859050326836160
22278847554706269843910885210302076860470680455684
65604916864988606162229523239070980926293023379564
82179981632645827888877674520846371971063478923106
67546935504761519778169902588184040792751090182448
27870525059769837535143062244509022023824398231255
05841623207188319300693606464682096595006549290109
71618652636721610741713618377667332797562685480124
56576827903176039465553945231433875677303497915785
88591011663748455675847952713918608782540104233329
85744274711896961048512640197504359909207662155899
86607368376231883588450812929501146653548281714484
64056865246540907815471619625784469575262569455165
60151916402921798854890937328031465192224759003096
57154905053610437768687726191595284492046478689734
73708598413845131621192972012634240773694545981865
02965923353451256845497454112981973587667072860161
60562042306360661302814967734457977377505575646654
75256322648177116997857087122831543104569123262503
49768115245217449739613674882204648051968875434196
95119331204502160514293848447545238212701438309578
55813619678302310685080845876952059053294683384904
71209916255636503400343967082893369836742300157511
73851512691230661722764144216075129173418747143150
93241924914160969998672815823859257359823894849274
91964615227227333874631213843626211637946706203263
02250554895805730837504612992311362991730694894073
42588319483999274163950984439634057635284717562762
19278652253960872013108048640653439616887545253426
30989695176190197709631922587093421659559744717501
57538376741522280570650280683143356524917199733358
40306415355075911597426436648284662813680217450590
97058946027442926322222154594507580465712060686399
04308236939693208237490767561190171561305424813311
71524256847846336377001520441791650116823257523616
...

Not: iPod'larda (klasik) ekranın navigatöre oranı, altın orandır.

mutlu
07-02-2007, 16:08
İLGİNÇ BİLGİLER

Salyangozların 25.000'e yakın dişleri var.
Yılanlar duyamaz.
Zürafalar yüzemez.
Kediler şeker tadını ayırt edemez.
Timsahlar dillerini dışarıya çıkaramazlar.
Kangurular geriye doğru yürüyemez.
Kelebekler ayakları ile tat alırlar.
Atlar bir ay ayakta kalabilirler.
Fareler kusamaz.
Deniz kobrası dünyanın en zehirli yılanıdır.
Filler zıplamayan tek memelilerdir.

mutlu
07-02-2007, 16:09
ilginç bilgiler
...................................
Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.
2600 kadar, değişik cins kurbağa vardır.
Bir sineğin, saatteki hızı 8 km'dir.
Yunuslar,gözleri açık uyurlar.
Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.
Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
İnek sütünün pH değeri 6'dır.
Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir.
Dalmaçyalılar gut olmayan tek köpek cinsidir.
Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.
Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur,sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur.

mutlu
07-02-2007, 16:12
ilginç bilgilere devam:
.............................
Bukalemunların dilleri,vücutlarından iki kat daha uzundur.
Global ısınma yüzünden yükselen deniz seviyesi 2050 yılında Shangai ve deniz kıyısındaki diğer Çin şehirlerinde büyük sellere neden olacak.Bu sellerde 76 milyon kişi evsiz kalacak.
Üzerinde barkodu olan ilk ürün Wrigleys marka sakızdır.
Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır.
Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.
Meşe ağaçları 50 yaşına gelmeden meşe palamudu üretemezler.
Aslanlar bir günde 50 kez çiftleşebilirler.
İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmağınki,en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.

mutlu
07-02-2007, 16:13
İLGİNÇ BİLGİLER

Kirpiler suyun üzerinde batmadan kalırlar.
Yeni Zelanda'da yaşayan Kea adında bir cins papağan araba pencerelerinin etrafındaki kauçuk şeritleri yer.
Kaydedilen en uzun tavuk uçuşu 13 saniyedir.
Dünyadaki beyaz karıncaların toplam ağırlığı insanların 10 katıdır.
Eşeklerin gözleri dört ayaklarını da görebilecek şekildedir.
Kedilerin her bir kulağında 32 adele vardır.
Kutup ayıları solaktır.
Zürafalar 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptirler.
Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir.

mutlu
07-02-2007, 16:15
Dünya Televizyonlarında prime time'da gösterilen ilk çizgi film Taş Devriydi.

* Coca Cola piyasaya ilk çıktığında yeşil renkteydi.

* Ünlü aile oyunu "borsa" için Amerikan Merkez Bankasından daha çok para basılıyor.

* Erkekler, daha küçük yazılmıs yazıları kadınlardan daha iyi okuyor.

* Kadınlar erkeklerden daha iyi duyuyor.

* Zeki insanın saçında daha fazla çinko ve bakır bulunuyor. Dolayısıyla daha parlak oluyor.

* Dünyanın en genç ailesi 1910'da Çin'de kuruldu Erkek 8 Kız 9 yaşındaydı.

* Katoliklerin lideri Papa'nın en genci 11 yaşındaydı.

* Daktiloyla yazılan ilk roman Tom Sawyer'dır.

* Aralıkta diğer aylardan daha fazla gebe kalınıyor.

* ABD'de bir yıl içinde sadece 2 gün profosyonel spor karşılaşması oynanmıyor.

* İskambil kartlarındaki her 'Rua tarihteki bir kralı temsil ediyor.

Maca:David, Kupa:Sarlman, Sinek: İskender, Karo:Sezar

* Kurşun Geçirmez yeleği, yangın çıkışını, cam sileceğini, lazer yazıcıyı kadınlar icad etti. Yaaa, eminim bunu bilmiyordunuz...

* Bozulmayan tek gıda maddesi baldır.

* Amerika'nın %38'i Afrika'nın %28'i bakir.

* Kapadokya'nin Güzel Atlar Diyarı anlamına geldigini...

* Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu?

* Ördeğin vakvaklamasının yankı yapmadığını ve bunu kimsenin açıklayamadığını?

* İdrarın zifiri karanlıkta parladığını?

* Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından
birini kırabileceğini?

* Hapşırmayı engellemeye çalışırsan,başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini?

* Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini?

* Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını?

* Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla
konuşmadığını?

* Farelerin ve atların kusamadıklarını?

* 1 saat süreyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını?

* Çakmağın kibritten önce bulunduğunu?

* Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu?

* Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlasının, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını (gerçekten olmuyor di mi )

* Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir.

* Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.

* Einstein 9 yaşına kadar düzgün konuşamamıştır. Ailesi onun özürlü olduğunu düşünmüştür.

* Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır...

mutlu
07-02-2007, 16:18
Para icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanılmıştır. Tarihi kayıtlara göre, M.Ö. 118 yılında Çinliler deri para kullanmışlardır. İlk kağıt para ise M.S. 806 yılında yine Çin’de ortaya çıkmıştır.
Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17 nci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İlk kağıt paranın 1690’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Massechusetts Hükümeti, İngiltere'de ise "Goldsmiths" ler tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve daha sonra diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı görülmektedir.
"Kağıt icat edildi, paranın kağıt olması yüzyıllar sürdü."

mutlu
07-02-2007, 16:33
2002 yılı:
Forbes dergisi, milyarderlere layık otomobillerin listesini verdi.
Dünyanın en pahalı otomobillerinin yer aldığı listenin başında, özel yapım 'Saleen S7' modeli arabalar bulunuyor.
Gümüş renkli otomobilin fiyatı 395 bin dolar (543 milyar lira).

'Egzotik süper otomobil' diye nitelendirilen Saleen'in özelliklerinin başında, 260 kilometre hızla giderken bile yol hakimiyetini yitirmemesi gösteriliyor.
Bu arabanın özelliği şu ; Arabaın altı olduğu gibi dümdüz, yani basit ifadesiyle düz bir levha alıyorlar üstüne diğer malzemeleri yığıyırlar.. ondan dolayı hava sürtünmesi minimimum da altında... ayrıca altı düz olduğu için yere o kadar yakın ki ... giderken hava üst taraftan bastırdığı için iyice yere yapışıyor ... devrilme tehlikesi nerdeyse sıfır... zaten Discovery Channel da gördüm ben bunu herifler 90 km hızla 90 derecelik köşeyi dönüyo gaz kesmeden...

Pahalılıkta Saleen'i, Rolls Royce'un özel yapım açılır-kapanır 'Corniche Convertible' modeli izliyor. Bu aracın fiyatı 363 bin 990 dolar. 'Bentley Azure Convertible Mulliner de 376 bin 485 dolarla üçüncü, 'Lamborghini Murcielago' ise 273 bin dolarla dördüncü sırada yer alıyor. Bu otomobili 228 bin 300 dolarlık etiketiyle 'Aston Martin Vanquish' izlerken, 'Ferrari 575 Maranello' 215 bin dolarla altıncı sırada görücüye çıkıyor.
180 bin 665 dolara satılan 'Porsche GT2' listede yedinci sıraya yerleşirken, 130 bin 645 dolarlık etiket taşıyan 'BMW z8' sekizinci, 119 bin 595 dolara satılan 'MercedesBenz CL600' dokuzuncu oldu. 'Jaguar XKR 100 Coupe' ise 98 bin 330 dolarlık fiyatıyla ancak 10. sırada yer bulabildi.

2005 yılı

Saleen S7 Twin Turbo
Country: USA
Price: €535,000

Porsche Carrera GT Country: Germany
Price: €390,000

Maybach 62 Country: Germany
Price: €376,200

Mercedes-Benz SLR McLaren Country: Germany
Price: €375,000

Pagani Zonda C12S 7.3 convertible Country: Italy
Price: $598,025

Maybach 57 Country: Germany
Price: €319,700

Koenigsegg CCR Country: Sweden
Price: $562,659

Koenigsegg CC8S Country: Sweden
Price: $522,120

Rolls-Royce Phantom Country: England
Price: $328,750

Spyker C8 Double 12 S Country: Holland
Price: $325,560

http://en.for-ua.com/blog/2005/09/28/143033.html


2006 yılına göre ise

1. Bugatti Veyron - $1,192,057
2. Pagani Zonda Roadster F C12S 7.3,- $667,321
3. SSC Ultimate Aero - $654,500
4. Leblanc Mirabeau - $645,084
5. Saleen S7 Twin-Turbo - $555,000
6. Koenigsegg CCR - $545,568
7. Mercedes-Benz SLR McLaren - $452,750
8. Porsche Carrera GT - $440,000
9. Maybach 62 - $385,250
10. Maybach 57S - $367,000

http://www.infoplease.com/ipa/A0922098.html

http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=212953

mutlu
07-02-2007, 16:35
ADANA
Pamuk ( Beyaz altın ), Adana Kebabı, Çukurova, Anavarza Kalesi, Misis Antik Kenti, Tekir Yaylası, Yaşar Kemal, Sakıp Sabancı

ADIYAMAN
Nemrut Dağı, Besni Üzümü, Pirin-Gümüşkaya Mağaraları, Kahta Çayı

AĞRI
Ağrı Dağı, İshak Paşa Sarayı, Balık Gölü, Göktaşı Çukuru, Gürbulak Sınır Kapısı, Günbuldu Mağaraları

AFYON
Haşhaş, Kaymak, Afyon Sucuğu, Afyon Mermeri, Çağlayan Mesire Yeri, İscehisar Kayalıkları, Bayat Kilimleri, Hüdai, Gazlıgöl, Dinar ve Sandıklı Kaplıcaları

AKSARAY
Ihlara Vadisi, Eğri Minare, Yılanlı Kilise, Sultanhanı ve Ağzıkarahan Kervansarayları, Acemhöyük, Manastır Vadisi, Antik Nora Şehri

AMASYA
Amasya Elması, Borabay Gölü, Amasya Kalesi, Kral Kaya Mezarları, Ahşap Amasya Evleri, Darüşşifa ( Akıl hastalarının müzik ve su sesiyle tedavi edildiği ilk yer ), Şehzadeler Şehri

ANKARA
Ankara Kalesi, Anıtkabir, Tiftik Keçisi ( Ankara Keçisi ), Hacı Bayram Veli Türbesi, August Tapınağı, Roma Hamamı, Gordion ( Frigyanın Başkenti ), Atakule, Karum İş Merkezi, Kızılcahamam-Ayaş Kaplıcaları, Beypazarı Evleri

ANTALYA
Düden-Kurşunlu-Manavgat Şelaleleri, Dim-Damlataş-Karain Mağaraları, Olimpos-Beydağları-Köprülü Kanyon Milli Parkları, Konyaaltı-Lara-Patara Plajları, Turunçgil ve Seracılık Üretimi ile Alanya, Side, Manavgat, Kemer, Kalkan, Kaş Gibi Turizm Merkezleri, Tarihi Kaleiçi Evleri, Altın Portakal Film Yarışması, Kesme Çiçek Üretimi, Aspendos, Perge, Fhaselis, Termessos, Olympos Antik Kentleri

ARDAHAN
Kaşar Peyniri, Çıldır Gölü

ARTVİN
Boğa Güreşleri, Barhal Kilisesi, Sarp Sınır Kapısı, Çoruh Nehri, Karagöl - Sahara ve Hatilla Vadisi Milli Parkları

AYDIN
Deve Güreşleri, Büyük Menderes Nehri, Afrodisias-Milet-Didim-Priene Antik Kentleri ile Kuşadası, Aydın İnciri, Dilek Yarımadası Milli Parkı

BALIKESİR
Susurluk Ayranı ve Tostu, Manyas Gölü ve Manyas Yoğurdu, Ayvalık ve Edremit Zeytini, Kaz Dağları Milli Parkı, Bor mineralleri, Gönen-Manyas-Burhaniye Kaplıcaları, Kaz Dağları Sarıkız Şenlikleri, Şahin Deresi Kanyonu, Sütüven Şelalesi, Ayvalık-Altınoluk-Akçay-Ören Turizm Merkezleri, Hasanboğuldu, Tahtakuşlar Etnografya Müzesi, Balıkesir Kolonyası

BARTIN
Amasra Kalesi, İnkum Plajı, Bartın Çayı

BATMAN
Hasankeyf Türbesi ve Kalesi, Petrol Rafinerisi

BAYBURT
Bayburt Kalesi, Şehit Osman Türbesi, Aydıntepe Yeraltı Şehri, Sırakayalar Şelalesi

BOLU
Yedi Göller, Abant, Gölcük, Sünnet Gölleri, Mudurnu ve Göynük’ün Tarihi Ahşap Evleri, Kartalkaya Kış Sporları Merkezi, Mengen’in Aşçıları, Akkaya Travertenleri, Seben Kaya Evleri, Seben Elması, Aladağ Yaylaları, Mudurnunun Sarot ve Babas Kaplıcaları

BURDUR
Sagalassos Antik Kenti, İnsuyu Mağarası, Burdur ve Salda Gölleri

BURSA
Yeşil Türbe, Ulu Cami, Kozahan, İznik Çinileri, Cumalıkızık Köyü ve Evleri, Uludağ Milli Parkı, Kestane Şekeri, Şeftali, Bıçak, Havlu, Gemlik ve Mudanya'nın Zeytini, İnegöl Köftesi, Çekirge-Oylat Kaplıcaları, İskender Kebabı, İnkaya Çınarı, Mihaliç Peyniri, İznik Gölü

BİLECİK
Şeyh Edebali ve Ertuğrul Gazi Türbeleri, Saat Kulesi, Türk Büyükleri Platformu, Osmanlının Kuruluş Yeri Söğüt İlçesi, Mermer Üretimi ve Bozöyük Seramiği

BİNGÖL
Kös Kaplıcası, Soğuksu Mesiresi, Buzul Gölleri, Kiğı Kalesi, Yüzen Ada ( Turnalar Gölü ), Kartal ( Karakuş ) Halkoyunu

BİTLİS
Nemrut Dağı, Nemrut Krater Gölü, Ahlat Kümbetleri, Tütün Üretimi, Süphan Dağı, Adilcevaz Kalesi, İhlasiye Medresesi, El-Aman Kervansarayı, Ahlat Selçuklu Mezarlığı, Beş Minare ( Şerefiye, Kalealtı, Ulu, Meydan ve Gökmeydan Camileri )

ÇANAKKALE
Gökçeada ve Bozcaada, Truva ve Assos Antik Kentleri, Gelibolu Şehitler Milli Parkı, Adatepe ve Çetmi (Yeşilyurt ) Köyleri, Dardanel Balık Konservesi, Domates ve Seramik Üretimi, Höşmerim ( peynir tatlısı )

ÇANKIRI
Çankırı Kalesi, Taşmescit, Bülbül Pınarı Dinlenme Yeri, Kayatuzu Üretimi

ÇORUM
Yazılıkaya, Hattusaş, Alacahöyük Ören Yeri, Çorum Leblebisi ve Saat Kulesi

DENİZLİ
Pamukkale Travertenleri, Hierapolis Antik Kenti, Buldan Bezi, Havlu ve Bornoz Üretimi, Güney Şelalesi, Karahayıt Kaplıcaları, Kızıldere Jeotermal Kaynağı , Denizli Horozu

DİYARBAKIR
Diyarbakır Karpuzu, Malabadi Köprüsü, Diyarbakır Surları, Ergani Bakırı, Behrampaşa Camii, Delilo Halkoyunu, Deliller Hanı, Diyarbakır Sokakları, ( Küçeler ) Hilar Kayalıkları, Çermik Kaplıcası, Meryem Ana Kilisesi, Sarı Saltık Türbesi

DÜZCE
Samandere, Güzeldere, Aydınpınar, Sarıyayla, Saklıkent ve Aktaş Şelaleleri,Fakıllı, Sarıkaya ve Aksu Mağaraları, Akçakoca Turizm Merkezi, Efteni Gölü ve Kaplıcası, Konuralp Müzesi, Sakarca, Topuk, Kardüz, Odayeri , Torkul Yaylaları

EDİRNE
Selimiye Camii, Rüstempaşa Kervansarayı, Kırkpınar Yağlı Güreşleri, Ayçiçeği-Pirinç ve Beyaz Peynir Üretimi, Uzunköprü.

ELAZIĞ
Harput Kalesi ve Şehri, Keban Baraj Gölü, Hazar Gölü, Buzluk Mağarası, Çaydaçıra Halkoyunu, Ağın Kaplıcası

ERZURUM
Palandöken Kayak Merkezi, Çifte Minareli Medrese, Tortum Şelalesi, Oltu Taşı, Aziziye Tabyaları, Üç Kümbetler, Çağ Kebabı, Tepsi Minare ( Saat Kulesi ), Erzurum Kalesi, Rüstem Paşa Bedesteni, Erzurum Kongresi Binası, Çobandede Köprüsü, Narman Peribacaları

ERZİNCAN
Girlevik Şelalesi, Ekşisu Kaplıcası, Tulum Peyniri, Bakır İşlemeciliği, Aygır Gölü, Buz Mağaraları, Eğinin ( Kemaliye ) folklörü

ESKİŞEHİR
Lületaşı, Porsuk Çayı, Midas Tapınağı, Anadolu Üniversitesi, Yunus Emre Türbesi, Tarihi Odun Pazarı Evleri, Yazılıkaya Frig Vadisi ( Midas Kenti ), Uyuz, Çifteler ve Yarıkçı Hamamları, Çatacık Ormanları ve Mesire Yeri, Eti Bisküvileri, İnönü Planör Kampı, Sivrihisar Ermeni Kilisesi

GAZİANTEP
Antepfıstığı, Antep Baklavası, Zeugma-Karkamış-Yesemek Antik Kentleri, İplik Sanayi, Karpuzatan ve Dülükbaba Mesire Yerleri, Antep Mutfağı

GÜMÜŞHANE
Tomara ve Torul Şelaleleri, Satara Antik Kenti, Kuşburnu Çayı ve Marmeladı, İmera Manastırı ve Gümüşhane Evleri

GİRESUN
Giresun Kalesi, Fındık Üretimi, Hayırsız Ada, Şebinkarahisar Kalesi, Kümbet, Bektaş, Gölyanı, Kulakkaya ve Sisdağı Yaylaları, Aksu Şenlikleri, Pınarlar Şelalesi Aygır Gölü, Giresun Kalesi, Gedikkaya

HAKKARİ
Cilo ve Sat Dağları, Buzul Gölleri, Zap Suyu, Ters Lale ( Ağlayan Lale ), Şemdinli Balı, Sümbül Dağı, Hakkari Kilimleri

HATAY
Antakya Mozaik Müzesi, Harbiye Mesire Yeri, Arsuz Plajları, İskenderun Demir-Çelik Fabrikaları, Soğukoluk Mesire Yeri, Künefe Tatlısı, Sen Piyer Kilisesi, Erzin Kaplıcaları

IĞDIR
Pamuk Üretimi

ISPARTA
Kovada Gölü Milli Parkı, Isparta Gülü, El Dokuması Isparta Halıları, Eğirdir ve Gölcük Gölleri, Isparta Elması,Yazılı Kanyon Milli Parkı, Pınargözü Mağarası, Davraz Dağı Kayak Merkezi

KAHRAMANMARAŞ
Maraş Dondurması, Döngel Mağaraları, Afşin-Elbistan Termik Santrali, Maraş Kalesi

KARABÜK
Safranbolu Evleri, Safranbolu Lokumu, Demir-Çelik Fabrikası

KARAMAN
Hatuniye Medresesi, Yerköprü Şelalesi, Karaman Koyunu, Türkiyenin Bisküvi Üretim Merkezi, Karaman Elması

KARS
Kars Kalesi, Ani Harabeleri, Sarıkamış Kayak Merkezi, Kaşar Peyniri

KASTAMONU
Cehennem Deresi Kanyonu, Ilgarini Mağarası, Tosya Pirinci, Taşköprü Sarımsağı, Ilgaz Dağı Milli Parkı, Kır Pidesi, Kürenin bakırı

KAYSERİ
Erciyes Dağı Kayak Merkezi, Kayseri Pastırması, Bünyan Halısı, Sultansazlığı Kuş Cenneti, Kapuzbaşı Şelaleleri, Gesi Bağları, Talas Kenti, Gevher Nesibe Tıp Merkezi

KIRIKKALE
Silah Fabrikaları, Petrol Rafinerisi

KIRKLARELİ
Dupnisa Mağarası, Alpullu Şeker Fabrikası, Hamitabat Doğalgaz Santrali, Dereköy-İğneada-Kıyıköy-Kastro gibi Sayfiye Yerleri

KIRŞEHİR
Ahi Evran Türbesi, Hirfanlı Baraj Gölü, Seyfe Gölü, Petlas Lastik Fabrikası, Cacabey Medresesi, Mucur Yeraltı Şehri

KOCAELİ ( İZMİT )
Pişmaniye, Değirmendere Fındığı, Hannibal’ın Mezarı, Petrokimya ve Otomotiv Sanayi, Osman Hamdi Bey Müzesi, Eski Hisar Kalesi, Saat Kulesi, Hereke Halısı, Kandıra Yoğurdu, Abdülazizin Av Köşkü, Kaiser Wilhelm Köşkü, Ballıkayalar Vadisi ve Beşkayalar Tabiat Parkları, Darıca Kuş Cenneti, Maşukiye, Kartepe ve Kuzu Yaylası, Çoban Mustafa Paşa Külliyesi

KONYA
Mevlana Türbesi, Alaeddin Tepesi ve Camii, Karatay Medresesi, Çatalhöyük Antik Kenti, Akşehir Nasrettin Hoca Şenlikleri, Balatini Mağarası, Ilgın Kaplıcaları

KİLİS
Kilis Yorganları

KÜTAHYA
Porselen ve Çini İmalatı, Başkomutanlık Milli Parkı, Kütahya Kalesi, Aizanoi Antik Kenti, Tunçbilek-Seyitömer Linyitleri, Tavşanlı Leblebisi, Simav ve Gördes Halıları

MALATYA
Malatya Kayısısı, Günpınar Şelalesi, Pınarbaşı Mesire Yeri, Aslantepe Antik Kenti, Karakaya Barajı, Somuncu Baba Camii ve Balık Gölü, Sürgü ( Takaz ) Mesire Yeri, Arapgir Meydan Köprüsü, Battalgazi Kervansarayı, Sultansuyu Harası, Darende Kudret Hamamı

MANİSA
Sard Antik Kenti, Mesir Macunu, Spil Dağı Milli Parkı, Üzüm ve Tütün Üretimi, Soma’nın Linyiti, Ağlayan Kaya ( Nyobe ) Muradiye ve Ulu Cami Külliyeleri, Vestel Fabrikaları

MARDİN
Deyrul-Zafaran Manastırı, Mardin Kalesi, Taş Evleri, Telkari Gümüş İşlemeciliği, Dara Harabeleri ve Zinciriye Medresesi

MERSİN ( İÇEL )
Kız Kalesi, Cennet ve Cehennem Obrukları, Silifke Yoğurdu, Anamur Muzu, Turunçgil ve Seracılık Üretimi, Göksu Nehri, Sertavul Geçidi, Tarsus Şelalesi, Çamlıyayla ( Namrun )

MUĞLA
Bodrum, Marmaris, Datça, Fethiye, Dalyan, Göcek Gibi Turizm Merkezleri, Kelebekler Vadisi, Bodrum Kalesi, Beyaz Bodrum Evleri, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Saklıkent Kanyonu, Ölü Deniz, Çamur Banyosu, İztuzu Plajı, Sedir Adası, Knidos-Letoon-Kaunos-Labranda-Keramos Antik Kentleri, Milas Halıları, Halikarnas Balıkçısı, Marmaris Çam Balı, Sığla Ağacı ve Yağı

MUŞ
Muş Ovası, Malazgirt Anıtı, Gaz Gölü

NEVŞEHİR
Peribacaları, Derin Kuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Hacı Bektaşi Veli Türbesi, Üzüm Bağları ve Şarabı, Patates Üretimi, Testi Kebabı, Avanos’un Çanak Çömlek İşçiliği, Göreme Açık Hava Müzesi

NİĞDE
Saat Kulesi, Aladağlar, Bolkar Dağları, Türkiye’nin Elma ve Patates Deposu, Kuşkayası Mezarlığı, Çiftehan Kaplıcaları

ORDU
Türkiye’nin Fındık ve Bal Deposu, Boz Tepe, Çamlık Mesire Yeri, Yason Burnu ve Kilisesi, Keyfalan Yaylası

OSMANİYE
Toprakkale Kalesi, Hemite Kalesi, Karatepe-Aslantaş Açık Hava Müzesi, Karaçay ve Şarlak Şelaleleri, Zorkun Yaylası, Haruniye Kaplıcası, Yerfıstığı Üretimi

RİZE
Çay Bahçeleri, Kaçkar Dağları, Ayder ve Çamlıhemşin Yaylaları, Anzer Balı, Zilkale ve Buzul Gölleri, Elevit Şelalesi, Palovit Yaylası, Fırtına Deresi Vadisi, Rize Kalesi, Rize Bezi

SAKARYA
Sapanca ve Poyrazlar Gölleri, Akyazı Kuzuluk Kaplıcaları, Sakarya Nehri, Patates ve Soğan Üretimi

SAMSUN
Tütün Üretimi, Çarşamba ve Bafra Delta Ovaları, Havza ve Ladik Kaplıcaları, Atatürk Anıtı, Bafra Pidesi

SİNOP
Sinop Kalesi, Boyabat Pirinci, İnceburun ( Türkiye’nin En Kuzey Noktası ), Ayancık Kerestesi, Erfelek Tatlıca Şelaleleri, İnaltı Mağarası, Akgöl, Sinop Hapishanesi, Keten Üretimi

SİVAS
Buruciye Medresesi, Gök Medrese, Kangal Çoban Köpeği, Kangal Balıklı Kaplıcası, Divriği’nin Demiri, Pir Sultan Abdal ve Aşık Veysel, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa, Çifte Minareli Medrese, Sızır Şelalesi ( Gemerek ),Tödürge Gölü ( Zara )

SİİRT
Veysel Karani Türbesi, Büryan Kebabı, Perde Pilavı, Saat Kulesi, Siirt Yünlü Battaniyeleri, Derzin Kalesi, Billoris Kaplıcası, Jirkan Kilimi

TEKİRDAĞ
Şarköy Üzümü ve Şarabı, Tekirdağ Rakısı, Ayçiçeği, Tekirdağ Köftesi, Rakoçzi Müzesi, Rüstempaşa Camii

TOKAT
Tütün Üretimi, Niksar Ayvaz Suyu, Almus Baraj Gölü, Ballıca Mağarası, Topçam Yaylası, Zinav Gölü, Gök Medrese, Tokat Çemeni, Sulu Saray ( Sebastapolis ) Tokat Kebabı, Yazma Üretimi

TRABZON
Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü, Uzungöl, Zağanos Köprüsü, Hamsiköy Sütlacı, Kadırga Yaylası, Trabzon Bileziği, Akçaabat Köftesi, Boztepe, Beton Helva ve Vakfıkebir Odun Ekmeği, Ayasofya Müzesi, Horon, Kisarna ( Bengisu ) Madensuyu, Sultan Murat Yaylası, Kızlar Manastırı

TUNCELİ
Munzur Vadisi Milli Parkı, Düzgün Baba Dağı, Bağın Ilıcası, Munzur Gözeleri, Tek dişli Munzur Sarımsağı

UŞAK
Deri, Kilim ve Battaniye Sanayii, Şeker Fabrikası ( Türkiye’deki İlk Şeker Fabrikası ), Akse Çamlığı, Hamam Boğazı Şifalı Suları

VAN
Van Kedisi, Akdamar Adası, Van Gölü, Hoşap Kalesi, Muradiye ve Bendimahi Şelaleleri

YALOVA
Termal Kaplıcaları, Armutlu Kapıcaları, Atatürk Köşkü Müzesi

YOZGAT
Saat Kulesi, Yozgat Çamlığı Ulusal Parkı, Kerkenez Harabeleri (Keykavus Kalesi), Akdağ Ormanları

İSTANBUL
Topkapı Sarayı, Sultanahmet ve Süleymaniye Camileri, Yerebatan Sarnıcı, Kapalıçarşı, Mısırçarşısı, İstiklal Caddesi, Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları, Yıldız-Gülhane - Emirgan Parkları, Çamlıca Tepesi, Prens Adaları, Rumeli Hisarı, Haliç Piyerloti, Kız Kulesi, İstanbul Boğazı, Minyatürk, İstanbul Surları, Galata Kulesi, Sultanahmet Meydanı, Aya İrini Müzesi, Eyüp Sultan Camii, Boğaz Köprüleri, Bozdoğan Kemeri, Fener Rum Patrikhanesi

İZMİR
İzmir Saat Kulesi, Kadife Kale, Meryem Ana Evi, Kültürpark, Efes-Bergama Antik Kentleri, Balçova Kaplıcaları, Kemeraltı Çarşısı, Çamaltı Tuzlası ve Kuş Cenneti, Çeşme Kalesi, Kordon Boyu, Asansör, Kızlar Ağası Hanı, Birgi Çakırağa Konağı, İzmir Köfte, Lokma ve Kemalpaşa Tatlıları, Foça, Çeşme, Seferihisar, Selçuk, Alaçatı Turizm Merkezleri

ZONGULDAK
Taşkömürü ( Karaelmas ), Cehennemağzı, Gökgöl ve İnağzı Mağaraları

ŞANLIURFAUrfa Kalesi, Urfa Sıra Geceleri, Halil-ül Rahman Gölü ( Balıklı Göl ), Harran Harabeleri, Ceylanpınar Üretme Çiftliği, Çiğ Köftesi, Kelaynak Kuşları, Halfeti Evleri, Pamuk Üretimi, Hz.Eyüp Mağarası, Şuayip Şehri ve Mağarası

ŞIRNAK
Cudi Dağı, Kasrik Boğazı, Habur Sınır Kapısı, Mem-u Zin Türbesi

mutlu
07-02-2007, 16:39
Hapşırığınızı tutarsanız beyin kanaması geçirebilirsiniz.
Hapşırık hızı saatte 70km'dir.
Hapşırdığınız Zaman Kalbinizde Dahil Olmak Üzere Bütün Vücut Fonksiyonlarınız Bir An İçin Durur.

Bu yüzden hapşıran kişi "elhamdülillah" ( Allah'ım sana şukurler olsun.) demelidir.

mutlu
07-02-2007, 16:42
Bozuk para neden tırtıklıdır ?

Özellikle Kağıt para devrinden önce,alışverişte kullanılan paralar altın ve gümüş içeriyorlardı. Her devirde olduğu gibi, o devirde de bulunan bazı düzenbazlar, bu paraları kenarlarından kazıyarak, çok az miktarda da olsa, bu değerli madenleri biriktiriyor, parayı da tekrar kullanabiliyorlardı.

O devirlerde tüccarlar parayı tartıyorlar ve ağırlığı eksikse kabul etmiyorlardı. Bu sorunu çözmek ve halkı eksik paraya karşı korumak için paraların kenarları tırtıklı yapılmaya başlandı.Bu tırtıllar sayesinde paranın kenarının kazındığı hemen belli oluyordu ve kenarı kazınmış parayı kimse almıyordu.

Bu adet günümüze kadar geldi.Artık içinde değerli bir maden olmamasına rağmen, bozuk paralarımızın kenarında tırtık ya da resim vardır.

EK BİLGi:

Bozuk paralar para olma niteliklerini kanundan almalarına rağmen kullanılmalarında bazı sınırlamalar vardır.Gerek kağıt gerekse madeni para olsun her ikisiyle de yapılan ödemeleri kabul etmemek mümkün değildir.Buna 'Kanuni Tedavül Mecburiyeti' denir ki kağıt paralarda bu mecburiyet sınırsızdır. Ödenen miktar ne kadar büyük olursa olsun bunu karşı taraf kabul etmek mecburiyetindedir.

Madeni paralarda ise mecburiyet sınırlıdır.En Çok üzerlerinde yazan değerin 50 katını tamamen bozuk para ile ödiyebilirsiniz. Örneğin 50 Ykr ile en fazla 25 Ytl ödeme yapabilirsiniz ama daha fazlasını da bozuk para ile ödeme isteğinizi karşı taraf kabul etmeyebilir.

Kağıt paraların merkez Bankası tarafından basıldığı bilinirde madeni paraları Maliye Bakanlığının çıkardığı pek bilinmez.Madeni paraların toplam para stoku içindeki oranı da yaklaşık yüzde 1 civarındadır.
Hiç dikkat ettinizmi? İnsan yüzleri kağıt paralarda önden , madeni paralarda ise yandandır.Madeni paralarda yer çok küçük olduğundan kabartma tekniği ile bir yüzün tam detayını vermek mümkün olmaz. yandan profil kişiyi daha tanınır kılmaktadır...

Smyrna
07-02-2007, 16:45
Forbes dergisi, milyarderlere layık otomobillerin listesini verdi.
Dünyanın en pahalı otomobillerinin yer aldığı listenin başında, özel yapım 'Saleen S7' modeli arabalar bulunuyor.
Gümüş renkli otomobilin fiyatı 395 bin dolar (543 milyar lira).

'Egzotik süper otomobil' diye nitelendirilen Saleen'in özelliklerinin başında, 260 kilometre hızla giderken bile yol hakimiyetini yitirmemesi gösteriliyor.
Bu arabanın özelliği şu ; Arabaın altı olduğu gibi dümdüz, yani basit ifadesiyle düz bir levha alıyorlar üstüne diğer malzemeleri yığıyırlar.. ondan dolayı hava sürtünmesi minimimum da altında... ayrıca altı düz olduğu için yere o kadar yakın ki ... giderken hava üst taraftan bastırdığı için iyice yere yapışıyor ... devrilme tehlikesi nerdeyse sıfır... zaten Discovery Channel da gördüm ben bunu herifler 90 km hızla 90 derecelik köşeyi dönüyo gaz kesmeden...

Pahalılıkta Saleen'i, Rolls Royce'un özel yapım açılır-kapanır 'Corniche Convertible' modeli izliyor. Bu aracın fiyatı 363 bin 990 dolar. 'Bentley Azure Convertible Mulliner de 376 bin 485 dolarla üçüncü, 'Lamborghini Murcielago' ise 273 bin dolarla dördüncü sırada yer alıyor. Bu otomobili 228 bin 300 dolarlık etiketiyle 'Aston Martin Vanquish' izlerken, 'Ferrari 575 Maranello' 215 bin dolarla altıncı sırada görücüye çıkıyor.
180 bin 665 dolara satılan 'Porsche GT2' listede yedinci sıraya yerleşirken, 130 bin 645 dolarlık etiket taşıyan 'BMW z8' sekizinci, 119 bin 595 dolara satılan 'MercedesBenz CL600' dokuzuncu oldu. 'Jaguar XKR 100 Coupe' ise 98 bin 330 dolarlık fiyatıyla ancak 10. sırada yer bulabildi.


bu bilgiler biraz eski heralde, dünyanın en pahalı arabası 500000 ytl den kesinlikle pahalıdır milyon dolarlık makineler var:)

mutlu
07-02-2007, 16:52
MARKET REYONUNDAKİ GİZLİ TEHLİKE

Market alışverişinde dikkat !
Uzmanlar market reyonlarındaki albenili meyvelere dikkat edilmesi uyarısında bulundu.



Uzmanlar uyardı: "Markette satılan elma ve portakalın parlaklığına aldanmayın. Çoğu firma meyveyi bitkisel mum yerine kimyasal mumla parlatıyor. Bu nedenle meyveleri iyice yıkayın."


Esen Evran’ın haberi:

Market reyonlarındaki albenili meyvelerin sırrı, mumlanıp, at kılı fırçalarla parlatılmasında. Büyük ölçekli şirketler bitkisel mum kullanıyor, ama merdivenaltı işletmeler denetimsiz. Bu nedenle meyveyi çok iyi yıkamak gerekiyor.

Semt pazarındaki tezgahta, pazarcının kadife parçasıyla parlattığı elmalar, çokuluslu gıdacıların varlığıyla daha profesyonel 'makyaj' ünitelerine kavuştu. Zincir marketlerin meyve-sebze reyonlarında pırıl pırıl parlayan elmalar, elinize alınca yapış yapış bir his bırakan portakallar, sandığınız gibi dalından kopup gelmiyor. Önce dev kazanlarda yıkanıyor, kurulanıyor, özel bir mum püskürtülüyor ve at kılı fırçalarla parlatılıyor. Bu işlem için büyük şirketler bitkisel mum kullanırken, merdivenaltı atölyeler kalitesiz mumlar kullanıyor. Bazen de mumun içine boya karıştırarak daha canlı bir görünüm sağlıyor. Marketlerin sebze-meyve reyonu çalışanları zaman zaman "Portakalın kabuğu elimi boyadı" şeklindeki yakınmalarına tanık oluyor.

MUM BİTKİSEL OLMALI

Merkezi İtalya'da bulunan Unifrutti, 15 yıldır dünyanın pek çok ülkesinde meyve üretimi ve paketlemesi yapıyor. Türkiye'de Uni İstanbul ismiyle faaliyet gösteren şirketin yetkilisi Hakan Sabri Kaynak, tüm dünyada meyve mumlama işleminin yapıldığını, ama bunun için bitkisel mum kullanmak gerektiğini söyledi. Mumlama işleminin sadece sert kabuklu meyvelere yapılabildiğini anlatan Kaynak, "Bizim kullandığımız mum, bitkisel bir mumdur ve zararsızdır. Fakat narenciyedeki mumun yenmemesi gerek. Narenciye mumları, elinizi yapış yapış yapar. Elmada da aynı his oluyorsa mutlaka iyi yıkamanız gerekir. Çünkü bu, narenciye mumu kullanılmış demektir. Biz Türkiye'deki üretimimizin yüzde 70'ini ihraç ediyoruz. HACCP, EUROPGAP, ISO gibi güvenlik kriterleri sağlanmadan mal satamayız.

Son zamanda meyveyi koyuğumuz paletleri bile fırınlıyoruz. Avrupalı alıcılar böceklenme olmasını engellemek için bu şartı koymaya başladı" dedi. Bitkisel mumun pahalı olduğunu anlatan Kaynak, "Bu ürünü büyük ölçekli işletmeler kullanır. Ama ne yazık ki herkes kullanır diyemiyorum. Tüketici iyisi mi yapış yapış bir madde hissettiğinde mutlaka kabuğu soysun" dedi. Migros Sebze Meyve Sorumlusu Ekmel Baydur da, "Bazen portakal ve mandalinada boya kullanıldığını duyuyoruz. Bizde rastlamadık. Ancak mumlu ürünler bizde de satılıyor. Bir zararı olmadığını biliyoruz" dedi.





Kaynak: www.sabah.com.tr

mutlu
07-02-2007, 16:56
bu bilgiler biraz eski heralde, dünyanın en pahalı arabası 500000 ytl den kesinlikle pahalıdır milyon dolarlık makineler var:)

EVET FİYAT YANLIŞ YAZILMIŞ. 2002'nin en pahalı arabası imiş. Şimdiki özellik ve fiyatı aşağıda:

SALEEN S7 2006 MODELİ Fiyat: 555.000 USD
Motor: Twin Turbo Aluminyum V8
Valvetrain: Pushrod, Silindir başına 2 valf
Boyut: 6991 cc
Çap: 104.6 mm
Strok: 101.6 mm
Sıkıştırma: 10.8:1
Güç: 745.7 kw/1000 bg
Bg/ağırlık: 747.38 bg / ağırlık
Kırmızı çizgi: 6500 RPM
Gövde: Karbon fiber, çelik kafes üzerine plastik ve aluminyum
Ön frenler: Brembo hava soğutmalı diskler ve 6 pistonlu monoblok kaliperler.
Ön fren büyüklüğü: 381 mm
Arka frenler: Brembo hava soğutmalı diskler ve 6 pistonlu monoblok kaliperler.
Arka fren büyüklüğü: 356 mm
Ön jantlar: 48.3 x 24.1 cm
Arka jantlar: 50.8 x 30.5 cm
Ön lastikler: 275/35ZR-19 100Y
Arka lastikler: 335/30ZR-20 104Y Michelin Pilot Sport PS2
Ağırlık: 1338 kg
Aks mesafesi: 2700 mm
Ön iz: 1748 mm
Arka iz: 1710 mm
Uzunluk: 4774 mm
Genişlik: 1990 mm
Yükseklik: 1041 mm
Aktarım: 6 hızlı
Vites oranları: 2.86:1, 1.61:1, 1.14:1, 0.96:1, 0.81:1, 0.64:1
Maksimum sürat: 399.1 km/s


resimler için :

http://www.milliyet.com.tr/content/supercars/supercars/saleens7tc.html

mutlu
07-02-2007, 17:55
Gökyüzü nün mavi görünmesinin (dikkat! olmasının değil görünmesinin! çünkü normalde atmosferimiz daha doğrusu hava renksiz bir gazdır!) tek sebebi kırılma hadisesidir.

Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak saçılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacıklar tarafından hemen saçılırlar. Fakat kırmız
ışık (ki en büyük dalga boylu ışıktır!) saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır.

Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Mesela gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda, tüm ışınlar nerede ise aynı oranda saçılır. Bu da gökyüzünün gri renkte görünmesine sebep olur.

Gün batımında veya doğumunda ise güneş ışınları atmosfere eğik girdikleri için daha fazla yol katetmek zorunda kalırlar. Bu yüzden daha çok ışın ve renk saçılır ve o posterlere konu olan, şahane gün doğumu ve batımını gözlemleyebiliriz. Çok az saçılmış olan kırmızı ışık ise güneşe ve ufuğa kızıl veya portakal görüntü verir.

mutlu
07-02-2007, 17:57
Kumaşlar Yıkandıktan Sonra Niçin Çeker?

Aslında kumaş ıslanınca lifler şiştiğinden kumaşın az biraz uzaması gerekmektedir.Ama bükümlerin açılarındaki deformasyonun yarattığı çekme kuvveti daha fazla olduğundan sonuçta kumaş boydan kısalır.

Kumaş yıkandıktan sonra kurutulduğunda şişmiş lifler eski durumlarına gelirler. Ama kumaş ilk ölçülerine dönemez. Su, yüksek ısı, çalkalama, sabun hepsi kumaşın çekmesini kolaylaştırır. Kumaş birkaç kez yıkandıktan sonra ölçüleri belli bir dengeye ulaşır ve ondan sonra yıkandığında çekmez.

mutlu
07-02-2007, 17:59
Bardaktaki Buzlar Niçin Birbirlerine Yapışırlar?
Buzun erimesi için yalnızca sıcaklık değil basınç da önemlidir. Dağlardaki buzulların kayma nedeni de budur. Basınçla alt tabaka erir ve kayma oluşur. Bir kabın içinde ya da bir bardakta üst üste duran buzların herbiri altındakine değdiği noktada bir basınç oluşturur ve bu noktada çok küçük kısım erir. Buradan hareket eden su çok az yanda iki buz küpçüğünün birleştiği noktada tekrar donar. İki buz parçası kaynak yapılmışcasına birbirlerine yapışır ve orada bir daha erime olmaz.

mutlu
07-02-2007, 18:02
Yenebilen tabaklar

Tayvan'da bir firma buğdaydan tabak yapıyor...
Bu tabaklar yemek bittikten sonra yenebiliyor.:clown:

mutlu
07-02-2007, 18:21
Durmaksızın Çalışan Klima

Her gün farkında olmadan yaptığınız işlerden biri de nefes alıp vermektir. Burun, nefes borusu ve akciğerlerin üstlendiği bu görev sırasında birçok işlem gerçekleşir. Aslında nefes almanız demek, vücudunuzdaki hücrelerin oksijenle beslenmesi demektir. Hücreler eğer oksijenle beslenmezlerse yaşayamazlar. Bu nedenle ancak çok kısa bir süre nefessiz kalabilirsiniz. Bu süre uzarsa hücrelerinizin ölmesiyle birlikte vücudunuz da ölür. Nefes almanızla birlikte burnunuza dolan hava temizlenmeye başlar. Özel bir klima gibi çalışan burnumuzun içinde filtre işlevi gören tüycükler kirli, sıcak, soğuk ya da nemli havayı akciğerlerimiz için uygun hale getirirler. Bu tüycükler sayesinde soluduğumuz hava süzülür, temizlenir, nemlendirilir, ısıtılır ve içindeki bakterilerden arındırılır. Burnumuzdaki bu küçük tüycükler sayesinde her gün yaklaşık olarak 20 milyar yabancı maddeye karşı vücudumuz korunmaktadır. Nasıl bir klima tesadüfen oluşmuyorsa, ondan daha üstün olan burnumuz da tesadüfen oluşmamıştır. Bu da bize "dünyanın taklit edilemeyen en iyi klima sistemi" olarak bilinen burnumuzu Rabbimizin yarattığını gösterir.

alıntı

mutlu
07-02-2007, 18:26
Kibrit kutusu büyüklüğündeki altın külçesi yufka gibi açılarak bir tenis
kortu büyüklüğüne kadar yırtılmadan uzatılabilir.

mutlu
07-02-2007, 19:04
vücudumuzdan rakamlar

--------------------------------------------------------------------------------

Vücudumuzdan Rakamlar


80 km
İnsan vücudundaki her bir böbrekte 1.250.000 nefron (süzme kanalları) vardır. Bunları yanayana getirip ölçsek 80 kilometrelik bir uzunluğu buluruz.

8 milyon
Normal bir insan vücudunda her saniye 8 milyon hücre ölür ve aynı anda o kadar yenisi yapılır.

15 Milyar
Sinir sistemimizde 15 milyar nöron vardır. Bunların 10 milyarı beyindedir.

2000
Göz merceği, cam gibi tek parçadan değil, 2000 ince doku tabakasından oluşur. Işık geçerken her tabakada küçük kırılmalar olur. Işık ışınlarının üzerine yansıtıldığı bir ekran olan ağtabaka, çok sıkı biçimde birbirine kenetlenmiş olan 130 milyonu aşkın ince bir telden oluşur.

250
Kılcal damarlar o kadar incedir ki, bunların 250 tanesi yanyana konsa yarım santim kalınlığına ulaşmaz.

12 trilyon
Yetişkin bir insan vücudunda, sayıları 35 milyarı bulan çekirdeksiz hücreleri saymazsak, yaklaşık 12 trilyon hücre vardır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: İnsan vücudundan her saniye bir hücre ayrılsa, vücudun ordan kalkması 30.000 senede ancak gerçekleşirdi.

250 milyon
Bir damla kanda 250 milyon alyuvar, 400 bin de akyuvar bulunur. eğer alyuvarlardan bir gerdanlık yapmak mümkün olsaydı, vücudmuzdaki son alyuvarın bu gerdanlığa girebilmesi için halkanın dünya çevresini dört defa dolaşması gerekirdi.

2.5 milyon
Pankreastaki insülin salgılayan odalar, en güç ulaşılan salgı bezleri sayılır. Bu salgı bezlerinin sayısı 250 bin ile 2,5 milyon arasında değişir.

mutlu
07-02-2007, 19:09
İştahınızı kapatmak mı istiyorsunuz

--------------------------------------------------------------------------------



Diyet yapmak isteyip, iştahına engel olamayanlara önerilerde bulunan uzmanlar, gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu belirtiyor. Uzmanlara göre, yeme isteğinin kontrol altında tutulması, atıştırma krizinden kurtulmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelinmesi, bol bol su içilmesi, yiyeceklerin iyice çiğnenmesi ve güç gerektiren egzersizlerin yapılması gerekiyor.

Beynin, vücutta enerjinin azaldığını fark eder etmez açlık hissetmeye yol açan kimyasal maddeler salgıladığını belirten uzmanlar, "Ancak beynimizin bu kimyasal maddeleri salgılayan kısmı, aynı zamanda duyguları da kontrol ediyor. İşte, sıkıldığımız veya kendimizi kötü hissettiğimizde hemen buzdolabına koşmamızın başlıca sebebi bu. Ayrıca yemeklerin tadı, kokusu veya görüntüsü de açlık duygusuna sebep olabiliyor. Örneğin, yemek sonrasında canınız, tatlı vitrininde duran o dondurma kasesinden çekiyorsa, bunun sebebi kesinlikle aç olmanız değil, kontrolden çıkan yeme isteğinizdir. Eğer bunu aklınızdan çıkarmazsanız, tokken yediğiniz yemek miktarını en aza indirmiş olursunuz" ifadelerini kullanıyor.


Gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu kaydeden uzmanlar, şöyle devam ediyor:

"Belki yine arada bir şeyler atıştırmak isteyebilirsiniz, ama bu sefer yiyeceğiniz miktarlar az olacaktır. Böyle bir durumda atıştırmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelin, çünkü bu besin türü, sindirim sisteminde daha uzun süre kalıyor ve şeker seviyenizi yavaşça yükselterek daha uzun süreli tokluk hissi sağlıyor. Yapılan araştırmalara göre, tat alma duyusunu değişik tatlarla tatmin etmenin, daha az miktarlarla yetinmeyi sağladığını bildiriyor. Sürekli aynı yemeği yeme, özellikle tadı hoşa gitmiyorsa, bir süre sonra tat alma mekanizmasının iptal olmasına yol açıyor. Ve bu sebeple de kendinizi sanki hiç yemek yememiş gibi hissedebiliyorsunuz. Böyle bir durumu engellemek için öğünlerinizi taze otlarla ve baharatlarla tatlandırabilirsiniz" tavsiyesinde bulunuyor."

Su içmenin, kişinin kendisini tok hissetmesi açısından önemli olduğunun da altını çizen uzmanlar, ayrıca vücut susuz kaldığında, çoğu zaman açlık hissine benzeyen sinyaller gönderdiğini belirten uzmanlar, bol su içmenin, beden su istediği zamanlarda yemeğe yönelmeyi engelleyeceğini kaydediyor. Uzmanlar, yiyecekleri uzun süre çiğnedikten sonra yutmanın, beynin vücuda giren besinleri kaydetmesine zaman tanımak anlamına geldiğini ifade ediyor. Üstelik bu şekilde tat alma duyusunun da tatmin olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Böylece doyduğunuzu anlamanızla, yemeye son vermeniz arasındaki zaman kısalıyor. Fazla yemekten kaynaklanan sindirim sorunlarından kurtulmanız da ayrı bir avantaj" ifadesini kullanıyor.

Uzmanlar, egzersizler zorlaştıkça vücut ısısının arttığını ve daha fazla kalori yakmaya başlandığını, bu durumun da egzersizi takip eden birkaç saat boyunca iştahın bastırılmasına sebep olduğunu bildiriyor. Böyle bir durumda normal öğün saatinden birkaç saat önce egzersiz yapmanın en mantıklısı olduğunu belirten uzmanlar, şöyle devam ediyor: "Çünkü öğün saati geldiğinde spor yapmanın verdiği etkiyle iştahınız biraz daha kapanır. Fakat asla öğün atlama hatasına düşmeyin, aksi halde hem vücudunuz zayıf düşer, hem de bir süre sonra aşırı yeme isteği duyarsınız."

mutlu
07-02-2007, 19:13
bir insan gözü kaç megapixel

--------------------------------------------------------------------------------

Günlük hayatta "vay be, adamın cep telefonunun kamerası 2.0 mp" ya da bende bi makina var "12 MP" gibi sözler duyarız ve "vay be, teknoloji nerelere kadar geldi" deriz. Hatta bazen "ya bu kamera benim gözümle gördüğümden de net çıkarıyor görüntüleri" falan bile deme cüretinde bulunuruz. İşin aslını yapılan araştırmalar gösteriyor ve bakın teknoloji hala ne kadar aciz; ne kadar basit ve kainata kıyasla ne kadar geride kalmış.Açıklamayı size çeviriyorum:

Gözümüz tek bir taslak üzerinde kurgulanmış anlık çekimleri yakalayan bir fotoğraf makinası değildir. Daha çok bir video silsilesine benzemektedir. Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca iki tane gözümüz vardır ve beynimiz, çözünürlüğü daha da arttırmak için her iki gözden gelen sinyalleri toplamaktadır. Daha fazla bilgi toplamak için de haliyle gözümüzü, gördüğümüz şeyin etrafında hareket ettiririz. Bu nedenlerden dolayı, göz ve beyin birlikteliği, retinadaki fotoalıcıların sayıca fazlalığı sayesinde,bir makinada olabileceğinden çok daha yüksek çözünürlükte veriler elde etmemizi sağlar. Aşağıda verilen eşdeğer megapiksel değerler, insan gözünün bir manzarayı ne kadar netlikte gördüğünü açıklayan bilimsel bir detaydır.

Yukarıdaki insan gözünün çözünürlüğünü sağlamaya neden olan veriler ışığında,şimdi önce küçük bir örnekle başlayalım: Şimdi önünüzde 90'a 90 derecelik açıda (gözümüzün açıları yani) bir görüntünün olduğunu farzedelim, aynen pencereden dışarıdaki bir manzarayı seyredermiş gibi. Bu durumda piksel sayıları ortalama bir göz için:

90 derece * 60 arc-dakika/derece * 1/0.3 * 90 * 60 * 1/0.3 = 324,000,000 pixels (324 megapiksel) olur.

Gerçekte her an bu kadar çok çözünürlük elde etmiyoruz, ama gözümüz bir manzarada istediğiniz tüm detayları görmenize olanak sağlamak için sürekli istediğiniz detayın etrafında hareket eder. Ama insan gözü, bu açıdan çok daha fazla bir açı görür ki bu da 180 dereceye yakındır.Biraz küçük düşünüp 120 derecelik bir açıyla bakabildiğimizi varsayacak olsak bile:

120 * 120 * 60 * 60 / (0.3 * 0.3) = 576 megapiksel verisini elde ederiz.

İnsan gözünün görebileceği gerçek açı değeri şüphesiz ki çoook daha fazla çözünürlüğe tekabul eder. Bu yapıdaki (çözünürlükteki) bir veriyi kaydetmek içinse, çok fazla alana kayıt imkanı sağlayabilecek kadar gelişmiş bir kamera olması lazım.

Şimdi teorik bilgiyi bir kenara bırakıp , sözün özünü aktaracak olursak, pencere gibi sınırları olan bir alandan dışarıya baktığınızda gördüğünüz manzara, beyninizde 324 megapiksele eşdeğer olarak yer alıyor. Eğer görüntünüzü engelleyecek bir maniniz yoksa, 576 MP.
Şimdi kameralardaki özellikler benim GÖZÜMDE solda sıfır kaldı vallahi. Aman bu yazıyı okumaya çalışırken gözünüze zeval gelmesin. Megapiksel ayarlarınız bozulmasın. Allah'a böyle mükemmel sanat şaheseri verdiği için de şükürler olsun.

mutlu
07-02-2007, 19:37
BİLİYOR MUYDUNUZ ?


Atatürk`ün dünyada `başöğretmen' sıfatlı tek lider olduğunu, bir geometri
kitabı yazdığını, üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin
(Türkçe) isim babasının bizzat Mustafa Kemal olduğunu.


Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu.


''Atatürk'' çiçeği'nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi
profesörlerinden doktor Kirk Landın`in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını.


Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her
Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün
resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu.


''Mimber'' adında bir gazete çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk
defa sansür kelimesi geçtiğini.


Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimizin olduğunu, Dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimizin olduğunu, Üstteğmen Kara Fatma'nın 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış olduğunu.


Bir röportajda "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye
sorulduğunda "Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz
üye olmak için, davet gelirse düşünürüz" dediğini ve bunun üzerine BM
yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen ilk ülkenin Türkiye
Cumhuriyeti olduğunu.


1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde,
danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu
anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler
vermezdim" dediğini.


1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde; "Allah
bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa
Kemal gibi lider getirir" denildiğini.


1996'da Haiti Cumhurbaşkanının vasiyetinde, mezar taşına yazılmasını
istediği metinde; "Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal
Atatürk'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm" yazdığını.


2000'de ABD Başkanı'nın milenyum mesajında; '' Milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir" denildiğini.


2005'de Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un
önerisinin "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk'ü örnek alsın yeter"
olduğunu.


2006'da ise AB Uyum yasalari geregince devlet dairelerinden Atatürk
resimlerinin kaldirilmasinin istendiğini.

BİLİYOR MUYDUNUZ ???

mutlu
07-02-2007, 19:38
Serİ Katillerin ortak özellikleri

--------------------------------------------------------------------------------

1- Birbirine benzer en az 3 cinayet işlemiş olmaları.

2- Durdurulana kadar öldürmeye devam ediyorlar. Bugüne kadar öldürmeye son veren seri katil olmamış.
3- Cinayetten sonra bir sakinleşme dönemine giriyorlar. Bu süre kimi katile göre birkaç gün, kimine göre de bir iki yıl olabiliyor.

4- Katil, sakinleşme döneminde cinayeti hafızasında canlı tutabilmek için kurbandan muhakkak bir eşya ya da organ alıyor.

5- Bazı istisnalar dışında hep yalnız çalışıyorlar.

6- Hepsinde cinsel davranış bozuklukları ve intihara eğilim oluyor. Büyük çoğunluğu da alkol ve/veya uyuşturucu bağımlısı.

7- Hafızaları zayıf. gerçekle yüzleşmekten kaçan yapıları var. Hayvanlara işkence etmek gibi eğilimleri var.

8- Kurbanlarını genellikle kendi yaş gruplarından seçiyorlar, fakat sosyal ya da ekonomik sınıf farkı gözetmiyorlar.

9- Birçoğu kurbanlarının etini yemekten ve Ölü sevicilikten hoşlanıyor.

10- Cinayet işlerken ne yaptıklarının farkındalar. Cezai sorumlulukları var.

11- Aşağılık duygusuna sahipler.

12- İktidar ve güç ihtiyaçlarını tatmin için olduruyorlar. Öldürme güdüsünü harekete geçiren, genellikle cinsel ihtiyaçların açığa çıkması ile oluyor.

13- Yaşları genellikle 20 - 40 arasında, ve %90'i erkek.

14-Çoğunluğu beyaz tenli, heteroseksüel ve dindar.

15- Hiçbiri dış görünüm olarak adam öldürecek birine benzemiyor. Düzenli bir işte çalışanların yüzdesi %1. Çoğu silik ve ezik insanlar.

16- Bütün seri katillerin problemli bir çocukluk geçmişleri olmuş, veya cinsel saldırıya uğramışlar.

17- Zeka seviyeleri normalin üstünde. %30'u üstün zekalı.

18- %81'i pornografiye, %79'u mastürbasyona, %71'i röntgenciliğe* ve %7'si de fetişizme meraklı.

19- Erkek seri katillerin birçoğuna çocukken kız kıyafetleri giydirilmiş.

mutlu
07-02-2007, 19:41
II. Abdülhamit’in Parmak Testi


Fotoğrafçılığa merakıyla tanınan II. Abdülhamit’in, insanları bazı fiziksel özelliklerine göre değerlendirdiği ortaya çıktı.

Özel doktoru Atıf Hüseyin Bey, TTK arşivinde yer alan hatıralarında II. Abdülhamit’in “başparmağının ucu, işaret parmağının orta boğumundan uzun kişilerin cinayete eğilimli” olduğuna inandığını belirtiyor. Hüseyin bey, anılarında “2. Abdülhamit’in bu tezi ispatlamak için hapishanelerdeki bütün kanlı katillerin el fotoğraflarını çektirdiğini” anlatıyor.

Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Metin Hülagü, II.Abdülhamit’in doktoru Atıf Hüseyin Bey’in Türk Tarih Kurumu (TTK) arşivindeki 12 küçük defterde yer alan anılarını, “Sultan II. Abdülhamit’in Sürgün Günleri, Atıf Hüseyin Beyin Hatıraları” adıyla yayınladı.

Doç. Dr. Metin Hülagü, doktoru Atıf Hüseyin Bey’in anılarında, II. Abdülhamit’e ilişkin ilginç bilgiler verildiğini söyledi.

Osmanlı hanedanının yaşamında, kafes hayatı ve kardeş katli gibi sıkıntılar bulunduğunu hatırlatan Hülagü, Abdülhamit’in yetiştiği ortam nedeniyle şüpheci bir insan olduğunu belirtti.

Bu sıkıntılar nedeniyle şehzadelerin hatta, padişahların çoğunun bazı ruhi dengesizlikleri bulunduğunu kaydeden Hülagü, “Ölüm korkusu yaşadıkları için şüpheci ve endişeli olduklarını” söyledi.

Hülagü,”Abdülhamit de herkesten şüpheleniyor ve o nedenle de çok tedbirli. O dönemdeki Ermeni olayları da bunu tahrik etmiş görünüyor. II.Abdülhamit’in sürgün günlerinde, 1909’da iktidardan uzaklaştırılıp Selanik’e götürülmesi sırasında emrine verilen doktorun Abdülhamit’le ilgili hatıralarında bu konuya yer veriliyor. Atıf Hüseyin Bey, hatıralarında Abdülhamit’in okuduğu romanlardan birinde ‘başparmağının ucu, işaret parmağının orta boğumundan uzun kişilerin cinayete eğilimli” olduğunu okuduğunu kendisine ilettiğini anlatıyor. Atıf Hüseyin Bey, ayrıca Abdülhamit’in bunun için hapishanedeki cinayet mahkumlarının fotoğraflarını çektirdiğini ve bu görüşün doğru olduğunu gördüğünü belirttiğini söylüyor. Bu anılara göre, Abdülhamit’in kişilerin simalarından, yapılarından, el, kol yapılarından, o insanların ruh halini veya fikri yapılarını anlamaya çalışan bir bakışı var.” dedi.

Doç. Dr. Hülagü, Dr. Atıf Hüseyin Bey’in hatıralarının, II.Abdülhamit’in kızı Ayşe Sultan’ın hatıralarıyla örtüştüğünü de kaydetti.

2. ABDÜLHAMİT VE FOTOĞRAFÇILIK Öte yandan, Mehmet Bahadır Dördüncü tarafından hazırlanan ve Yitik Hazine Yayınları’ndan piyasaya çıkan “2. Abdülhamit, Yıldız Albümleri Mekke-Medine” adlı kitapta da II.Abdülhamit’in fotoğraf merakıyla ilgili ilginç bilgilere yer veriliyor.

Osmanlıda fotoğrafçılığın en büyük destekleyicisinin Sultan II.Abdülhamit olduğu belirtilen kitapta, dünya dengelerinin tamamen Osmanlıların aleyhine döndüğü bir devirde tahta çıkan sultanın, “Devlet-i Aliye” topraklarında gerçekleşen bütün hadiseleri öğrenmesi için fotoğrafı bir anlamda saray dışının aynası olarak kullandığı ifade ediliyor.

“Fotoğraflar sayesinde hükümdarın, Mısır’dan Balkanlara, Arabistan’dan Kafkaslara kadar geniş bir coğrafyayı tanıma imkanına sahip olduğu” kaydedilen yazıda, Abdülhamit’in “Her resim bir fikirdir. Bir resim yüz sayfalık yazı ile ifade olunamayacak siyasi, hissi manaları telkin eder. Onun için ben, tahrir-i mündericattan (yazılı bilgilerden) ziyade resimlerden istifade ederim” sözüne de yer veriliyor.

II.Abdülhamit’in aynı zamanda büyük bir insan sarrafı (fizyonomist) olarak kabul edildiğine işaret edilen yazıda, “İddialara göre tahta çıkışının 25. yılında hapishanelerdeki mahkumların fotoğraflarını çektirmiş, altına mahkumiyet sebeplerini yazdırmış ve bu fotoğraflardan seçtiği mahkumlar için af çıkarmıştır. Yine iddialara göre, askeri okula kayıt olacak çocukları da fotoğraflardan seçmiştir” deniliyor.

ÖZEL DOKTORU ANLATIYOR Yazıda, II.Abdülhamit’in özel doktoru Hüseyin Atıf Bey’in, “padişahın suçlu resimlerini inceledikten sonra parmak uzunluklarına göre kişilerin cinayet işlemeye eğilimli olup olmadıkları görüşünü bu fotoğraflarla ispatladığına” ilişkin şu sözlerine yer veriliyor: “Sözü canilere getirdi: ‘Bir İngilizce kitabın tercümesini okumuş idim. Çünkü vaka-yı cinaiyeye (cinayet vakalarına) merakım vardır. O kitapta canilerin ekserisinin başparmağının ucu şahadet parmağının ortadaki boğumunu geçiyor, çok uzun oluyor. Elleri yabani bir hayvan pençesi şeklini alıyor diye görmüş idim. Merak bu ya, o zaman emrettim. Hapishanelerde ne kadar kanlı katil varsa hepsinin fotoğraflarını aldırdım. Filhakika başparmak hemen hepsinde uzun idi. Hem de her şeyi benziyor. Lakin eller her şahısta başta şekilde oluyor. Avrupa’da bundan bi’l-istifade canilerin resimlerinden bi’t-tatbik erbab-i ceraimi (suçluları) yakalıyorlar’ gibi hikayelerde bulundu.”

II. Abdülhamit döneminde çekilen ve “Yıldız Albümleri” olarak anılan toplam 911 albümde 36 bine yakın fotoğraf yer alıyor. Albümlerin önemli bir kısmı, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’dan mezun olan gençlerin çektiği fotoğraflardan oluşuyor.

Kendisi de bizzat fotoğraf çeken II. Abdülhamit döneminde fotoğrafçılığın büyük bir gelişme gösterdiği belirtiliyor.
(NTVMSNBC)

http://www.haberarsivi.com/haber.asp?id=9870

mutlu
07-02-2007, 19:45
en çok cinayet işleyen seri katil bir kadındır

--------------------------------------------------------------------------

'Kanlı Kontes'' olarak ün yapan ve tarihteki en acımasız kadınlardan biri olarak bilinen Elizabeth Bathory'nin, yaşadığı 1560-1614 yılları arasında 600'den fazla genç kızı öldürerek kanını içtiği....ve genç kalmak için Öldürdüğü bakirelerin kanıyla banyo yaptığı çeşitli kaynaklarda yer alıyor. ve sanırım ilk sırayı alıyorrrr


Pedro Lopez Monsalve: Kolombiyalı seri katilin 1970 yıllarda Kolombiya, Peru ve Ekvator'da 300 kişi öldürdüğü belgelendi... 60 kız ve erkek çocuğunu tecavüz ettikten sonra öldürdüğü tahmin ediliyor.

VE DİĞERLERİİ

ALBERT FİSH
Bütün bu katiller arasında şüphesiz en hasta ruhlu olanı 1930'lu yıllarda seri cinayetler işleyen Albert Fish'ti. O dönem tüm ailelerin korkulu rüyası olan Fish, çocukları öldürdükten sonra onları yiyordu... Birden fazla evlilik yaşayan Fish, 6 çocuk büyüttü. Seks düşkünü, sadist ve mazoşist olarak tanımlanan Fish yakalandıktan sonra 400'den fazla çocuğu taciz ettiğini ve en az altısını öldürdüğünü itiraf etti. Fish kurbanlarını taciz ettikten sonra boğup öldürüyordu. Ve onları bir koyun gibi yüzüp etlerini evine götürüyordu. Kızı Gertrude Demarco, mahkemede onun çok iyi bir baba olduğunu söyleyerek herkesi şaşırttı. Fish 1936 yılında elektrikli sandalyede idam edildi. Fish öldüğünde 66 yaşındaydı ve elektrikli sandalyeye oturtulan en yaşlı insanlardan biri olarak tarihe geçti MAZOŞİST ZEVKLERİNİN YANI SIRA AŞIRI DERECEDE SAPIK OLAN BU YAŞLI ADAM GRACE BUDD ADLI KÜÇÜK KIZI ÖLDÜRMESİNİN VERDİĞİ VİCDAN AZABIYLA BİR PAKET DİKİŞ İĞNESİ ALDIĞINI VE BİR YÜKSÜK KULLANARAK BUNLARI TESTİSLERİNİN ARKASINDAKİ YUMUŞAK BÖLGEYE AŞIRI DERİN BİR ŞEKİLDE BATIRARAK İĞNELERİN SÜREKLİ VUCUDUNDA KALMASINA NEDEN OLDUĞUNU İTİRAF ETTİ.... VE ÇEKİLEN RONTGEN FİLMİNDE YAŞLI ADAMIN KASIKLARI VE ALT KARIN BÖLGESİ ARASINDAKİ ALANDA ,KALÇA KEMİKLERİNİN ARASINDA EN AZ 27 İĞNE OLDUĞU TESPİT EDİLMİŞTİR.


CARL PANZAM İlk suçunu sekiz yaşında işleyen Panzam'ın vahşi tabiatının sorumlusu bazı sosyologlara göre onu ıslah etmek için sayısız vahşete tabi tutmuş olan ceza sistemi, diğerlerine göre ise yalnızca kötü doğması. 21 cinayetin sorumlusu Panzam 1930'da asılarak idam edildi ancak yolunu sonunda bile boynuna ipi geçiren cellata 'Sen aptalca etrafta dolaşırken, ben şimdiye kadar bir düzine adam asmıştım' dedi.


John Wayne Gacy ABD kamuoyunun en nefret ettiği ve ''Palyaço Katil'' olarak da adlandırılan seri katil, evine davet ettiği 27 kişiyi öldürdü. Çoğunluğu çocuk olan öldürdüğü kişileri evin altına ve civarına gömen Gacy, 32 çocuğa tecavüz edip öldürdüğünü itiraf etti. Gacy, 1980'de zehirli iğne ile idam edildi.




AILEEN WOURNOSA Canavar adlı filmde Charlize Theron'ın hayatını canlandırarak Oscar kazandığı Wournos tarihteki ilk kadın seri katil. Mahrumiyet, şiddet, terk edilme ve istismarla dolu bir hayat geçiren Wournos peş peşe altı cinayet işledi. Hayatını fahişelik yaparak kazanan Wournos jüri tarafından idama mahkum edildiğinde 'Ben masumum, umarım size de tecavüz ederler' dedi.


RICHARD RAMİREZ: 1985'in Ağustos ayı itibarıyla bir düzine cinayetin suçlusu olarak yakalanan Ramirez şeytanı oynamaktan keyif alıyor ve sol ayasına beş köşeli bir yıldız çizip bunu fotoğrafçılara gösterirken, bir yandan de 'Şeytan, şeytan, şeytan' diye bağırıyordu. Kendi tahminlerine göre yirmi kişi öldüren ancak 13 cinayetten hüküm giyen 'Gece Avcısı' lakaplı Ramirez hala idamını bekliyor.


TED BUNDY Gerçek bir Jeykll/ Hyde. Temiz görünüşlü bir üniversite öğrencisi gibi çekici ve sevimli olan Bundy, 1974'te yedi ayda arabasına aldığı yedi kızı öldürdü. Yargılanması sırasında eski bir hukuk öğrencisi olarak kendi savunmasını kendi yapan Bundy idamını 10 yıl geciktirdi. 30 ila 50 kızın ölümden suçlu bulunan Bundy hapishane duvarlarının dışında yüzlerce kişinin şampanyayla kutladığı idamına giderken tek suçlunun pornografi olduğunu söyledi: 'Bütün bunları bana pornografi yaptırdı. Pornografiden sakının, mutlaka sizi kötülüğe sevk eder.'


JEFFREY DAHMER 'Milwaukee Canavarı' olarak adlandırılan Dahmer toplam 17 erkeği öldürdü. Bunların çoğu eşcinsel barlarında tanıştığı genç Afrika asıllı Amerikalılar'dı. Onlara ilaç verip boğmuş, vücutlarını elektrikli testere ile parçalamıştı. Çocukluğundan başlayan sapkın zevkleri sonunda seri katillerden en ünlülerinden biri haline gelen Dahmer toplam 936 yıl olmak üzere üst üste on beş ömür boyu hapis cezasına mahkum edildi. Ancak 1994 yılında hapiste başka bir mahkum tarafından dövülerek öldürüldü.







KARINDEŞEN JACK
cinayet tarihine ünlü bir kadın katili olarak gecmiştir.1888 yılının 31 ağustos ve 9 kasım tarihleri arasında londranın chapel semtinde birbiri ardına beş fahişe sadistce öldürülmüşlerdir.
karanlık ve ıssız sokaklarda avını yakalayan katil onlara arkadan saldırmış gırtlaklarını kesmiş ve karınlarını deşmiştir.ve hatta iki olayda katil kurbanlarının böbrek ve yumurtalıklarını keserek gövdelerinden ayırmıştır.
katilin beş kurbanı da en ucuz fahişeler olmuştur.bu fahişelerin dördü kırk yaşının üstünde sonuncusu ve en genci mary jeannette kelly 24 yaşındayken öldürülmüştür.kurbanların öldürülüş biçimlerini inceleyen adli doktor broj katilin cerrahi bilgiye sahip olduğunu ileri sürmüştür.bu düşünüş ve cinayetlerin londra hastanesi yakınlarında işlenmesi göz önüne alınarak katilin bir doktor yada anatomi bölümünde calışan bir hademe olması ihtimali belirmiştir.
28 eylül 1888 yılında londra polisi şöyle bir mektup almıştır..

'polislerin kişiliğimi öğrendiğini işitmekteyim , fakat hala beni yakalayamıyorsunuz.bu acıkgözlülüğünüze ve düşüncelerinize gülüyorum.doğru iz üzerinde olabilirsiniz.
ben yine fahişelerle ilgiliyim ve yakalanıncaya kadar onları kesmeye devam edeceğim .işimi cok seviyorum ve işime tekrar başlayacağım.yakın bir zamanda tekrar benden ve benim neşeli oyunlarımdan konuşulduğunu işiteceksiniz. '

polis ve gönüllü erkeklerden oluşan yardımcı ekiplere rağmen karın deşen jack 30 eylül ve 9 kasım tarihleri arasında cinayetlerine yenilerini eklemiştir.karın deşen yakalanamamıştır.karın deşenin doktor olduğu düşüncesi londra hastanesinin 1956 yılında yayınladığı belgelerle cürütülmüştür.bu belgeler ile katilin bir cerrahın alışkın olduğu bilimsel kesim şekline uymadığı ortaya koyulmuştur..karın deşenin cinayetlerinden yirmi yıl sonra londrada br tiyatro karın deşenin cinayetlerini konu alan bir oyun sahneye koymuştur..bunun üzerine tiyatro direktörü polis ve gazeteler 'jack ' imzalı bir mektup almışlardır..mektuptaki yazı 20 yıl önce yazılan mektuptaki yazının aynısıdır.uzmanlar yazıda hafif bir titreklik bulmuşlardır.bu mektuptan sonra karın deşen den hiçbir haber alınmamıştır.karın deşen ölümüyle birlikte cinayetlerinin esrarınıda mezara gömmüştür...


ALBERT DE SALVO nun suç kariyeri ilk önce röntgencilikle başlar, daha sonra hırsız, tecavüzcü ve sonunda seri katil olarak devam eder. Başlangıçta bir manken ajansının keşifçisi ve daha sonra da tamirci kılığında kadınların evlerine girmeyi başarır. 1960’ların başlarındaki 18 aylık bir süre içerisinde 13 kadını öldürür. Kurbanların boğazları sıkılmış ve bıçaklanmışlardır; ve vajinalarına süpürge sopaları konulmuştur. De Salvo boynuna bir fiyonk (çoğunlukla kurbanın çoraplarından yapılmış) takmaktadır. De Salvo hırsızlık nedeniyle tutuklanmıştır. Bunun ardından, tecavüzden hüküm giymiş ve işlediği cinayetleri hapishanedeki başka bir mahkuma itiraf etmiştir


GARY HEIDNIK sekiz kadını kaçırarak esir tutmuştur. Bunlardan en az ikisini uzun süre işkence yaptıktan sonra elektrik akımı vererek öldürmüştür. Evinin bodrum katında işkence odası haline getirdiği bir odada, bileklerinden astığı bir kadın bir hafta sonra ölmüştür. Kurbanlarının kulaklarına tornavida sokmuş, tecavüz ettiği ve işkence yaptığı sırada kadınları birbirlerini izlemeye zorlamış ve bazılarına da diğerlerinin vücutlarını yedirmiştir.

(Not: Bunlar kişisel cinayetlerdir. Bir de tarihte toplu cinayetler vardır -ki bunlara katliam denir- yakın tarihte Avrupa'nın göbeğinde bile -Bosna- yaşanmıştır.)

mutlu
07-02-2007, 19:45
burnumuzda pusula mı var?

--------------------------------------------------------------------------------

Birkaç yıl önce CALTECH enstitüsündeki bilim adamları insanların ethmoid kemiklerinde yani gözlerinin tam ortasında burnun tam arkasında yerleşmiş küçük parlak bir manyetit kristali taşıdıklarını keşfettiler.

Manyetit posta güvercinlerinde, somon balıklarında, bal arılarında, yarasalar ve bazı bakterilerde bile bulunan manyetik bir mineral. İlginç olan şu ki bahsi geçen bakteriler bu manyetit iplikçiklerini küçük bir pusla iğnesi gibi dünyanın manyetik alanına uyum içinde dibe doğru yüzüp mutlu yuvaları olan çamur ve pisliğe doğru yüzmek için fonksiyonel olarak kullanmaktalar.

Görünen o ki manyetit hayvanların yön bulmasına yardımcı olmakta ve göç eden türlerin dünyanın manyetik alanından faydalanarak başarılı bir şekilde göç etmesini sağlamakta. Fakat, bilim adamları bunun ne şekilde gerçekleştiğini henüz çözebilmiş değiller.

Konu insanlara geldiğinde ise bazı uzmanlara göre manyetit ehmoid kemiğin dünyanın manyetik alanına karşı hassaslaşmasında rol almakta ve dolayısıyla insanların yön bulma hissine yardım etmekte.

mutlu
07-02-2007, 19:59
Ampulu İcad Eden MÜthİŞ Bİlİm Adami Edİson'un Karanliktan KorktuĞunu

Bİlİyor Muydunuz?....

mutlu
07-02-2007, 20:22
Greyfurt suyu içerken dikkat ! (LÜTFEN OKUYUN VE DİKKAAAAAAAAAAAAAAAT EDİİİİİİİN!)

Merhaba,


Mutlaka aklinizda bilmeniz gereken bir olaydan bahsedecegim.
Bundan Yaklasik 1.5 yıl önce esim çok ciddi bir bas dönmesi yasadi.
Aylarca sürdü.
Bas dönmesi o kadar kötüydüki oturdugu yerden yere düsüyor.
Tv ile izleyemiyor hicbir seyi okuyamıyor.
Tekbasina yuruyemiyordu.
Hatta uyukusunda bile yataktan dusebiliyordu.
Ruyasinda bile basinin dondugunu söyledi.
Bu bas donmeleri sonucunda da surekli kusuyordu.
Bir sürü farklı doktor gezmemize ragmen care bulamadilar. Tum
doktorlar klasik 1-2 bas donmesi ilaci verdi o kadar. Ama hicbiri
care olamadi.
Sorun 2-3 ay sonra bas donmesi gecerek tekrar eski haline geldi.
Sonra cok arastirdim. Neden boyle olmustu ?.
Sonra bunu bulmayi basardim arkadaslar. (google sagolsun) Problem
GREYFURT idi.
Esim hasta olmadan 1 hafta once cok agir grip olmus ve doktor bir
suru ilac yazmisti yaninda da Greyfurt suyu icmisti C vitamini
takviyesi diye.
Grip gectikten sonra da bu bas donmeleri baslamisti.
GREYFURT icilen ilaclarin karacigerde parcalanip atilmasini
engelleyen dunya daki tek meyveymis.
Boylece greyfurt ile ilac aliyorsaniz ve ilaca 1 hafta boyunca
devam ederseniz tum ilaclar sanki bir kere de yutulmus gibi vucutta
duruyormus. Bu ilaclarin turune gore olumler bile olabilmekteymis.
Biz Bas donmesi ile kurtardik. Sizlere de bu uyariyi yazmak
istedim. Birkac yerde bununla ilgili mesajlar gormeye basladim ama
cogu insan hala bilmiyor.
Lutfen ilac kullanirken GREYFURT yemeyiniz veya suyunu icmeyiniz.
Bu emaili arkadaslariniza gonderirseniz, insanlarin biliclenmesini
saglamis olursunuz.

mutlu
08-02-2007, 12:51
teknolojide bayağı mesafe kat edildi. ispatı mı? işte:

mutlu
08-02-2007, 12:56
Gazeteyi enine yirtmak

--------------------------------------------------------------------------
Denerseniz göreceksiniz ki, bir gazete sayfasını yukarıdan asagıya düzgün olarak yırtabilirsiniz. Ancak sagdan sola yani enine yırttıgınızda düzgün yırtamazsınız, muhakkak zikzaklar olusur.

Gazete kagıdının ana maddesinin agaç oldugunu hepimiz biliyoruz. Bir gazete kagıdında agacın lifleri yukarıdan aşagıya olacak şekilde gelir.

Iste bu sebeple bir gazete sayfasını düsey olarak yırtarsanız, yırtık, liflerin yolunu takip ederek düzgün bir sekilde asagıya kadar iner. Enine yırtıldıgında, her life rastlayısında yırtılma zikzak çizer.

Peki lifler niçin düsey dogrultuda? Bunun nedeni kagıdın üretilis biçiminde yatıyor. Bu lifler çok az su içeriyor ve üretim bandında, bandın hareketi boyunca yayılıyor. Üretim bandı sonunda su kuruyor ama, lifler kagıtta uzunlamasına yer alıyor.

pinky
08-02-2007, 12:59
Bir arkadaşım Londradan 5 MB harddisk getirmişti. Banka müdürleri rica etmişler, evinize gelip bakabilirmıyız diye!
Benim ilk aldığım harddisk 20 MB idi. Bunu yazarak doldurmaya ömrüm yetmez diye düşünmüştüm. :)

mutlu
08-02-2007, 13:02
Cam Tavan Sendromu

--------------------------------------------------------------------------
Bilim adamlari pirelerin farkli yükseklikte ziplayabildiklerini görürler.

Birkaçini toplayip 30 cm yüksekligindeki bir cam fanusun içine koyarlar.

Metal zemin isitilir. Sicaktan rahatsiz olan pireler ziplayarak kaçmaya çalisirlar ama baslarini tavandaki cama çarparak düserler. Zemin de sicak oldugu için tekrar ziplarlar, tekrar baslarini cama vururlar.

Pireler camin ne oldugunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engelledigini anlamakta zorluk çekerler.

Defalarca kafalarini cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zipla(ya)mamayi ögrenirler.

Artik hepsinin 30 cm zipladigi görülünce deneyin ikinci asamasina geçilir ve tavandaki cam kaldirilir. Zemin tekrar isitilir. Tüm pireler esit yükseklikte, 30 cm ziplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yüksege ziplama imkânlari vardir ama buna hiç cesaret edemezler.
Kafalarini cama vura vura ögrendikleri bu sInIrlayici 'hayat dersi'ne sadik halde yasarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânlari vardir ama kaçamazlar.

Çünkü engel artik zihinlerindedir. Onlari sInIrlayan dIs engel (cam) kalkmistir ama kafalarindaki iç engel (burada 30cm'den fazla ziplanamaz inanci) varligini sürdürmektedir.

Bu deney canlilarin neyi basaramayacaklarini nasil ögrendiklerini göstermektedir.

Bu pirelerin yasadiklarina 'cam tavan sendromu' denir.

Bir insanin gelebilecegine inandigi en üst nokta, onun cam tavanidir.

Cam tavaniniz hayallerinizin tavan yüksekligini gösterir.

Insan inandigina denktir.Yapabilecegini düsündügü kadardir.



Bir seyin imkânsiz olduguna inanirsaniz, akliniz bunun neden imkânsiz oldugunu size ispatlamak üzere çalismaya başlar. Ama bir seyi yapabileceginize inandiginizda, gerçekten inandiginizda, akliniz yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardim etmek için çalismaya baslar"
Dr. David J. Schwartz

mutlu
08-02-2007, 13:05
Piercing

--------------------------------------------------------------------------
Piercing (Ingilizce to pierce „delmek, deşmek“) cildin ve altındaki yağ tabakasının ya da kıkırdağın delinmesi ile takılan halka veya Iğneler ile vücut sanatı ya da kişisel ifade şeklidir.

Bu hareket de bilinçli olarak ilkel kültürlerden -yabani halklardan- geleneklerden alınmıştır.

Bu geleneklerin bazıları vücudu şekillendirmektir (Body modification); Vücuda dövmeler yapmak, Piercing ve yara izleri bırakmak, ve hatta kızgın demirlerle dağlamak.

1990'li yılların başlarında bu harekatin izleri neredeyse sadece Sado-Maso kültüründe kalmıştı. Bundan sonra, buradan beri daha medeni bir şekilde genel genç kültüre katılmaya başladı.

Şimdi sağlık açısından zararları tartışılıyor.

mutlu
08-02-2007, 13:09
Pekmeze kar katmayın, zehirlenirsiniz!

Türk insanın pekmeze kar katıp yeme alışkanlığının zehirlenmelere sebep olduğunu belirten Vatan Hastanesi Başhekimi Dr. Dursun Bostancı, bu alışkanlıktan vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.



Karın havadaki asılı kalan partikül, ağır metal ve tüm kirliliği alarak yere indirdiğini belirten Bostancı, sanayi bölgelerinin bulunduğu yerlerde kar yemenin tehdit olduğunu belirtti.

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=497507

mutlu
08-02-2007, 13:13
Türk Adı Nerden Geliyor

--------------------------------------------------------------------------------

Türk Milleti'nin tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir; Türkler binlerce yıldan beri tarih sahnesinde yer almaktadırlar. Bu durum, bilim adamlarının dikkatini çekmiş ve onları Türk kelimesinin kökenini araştırmaya yöneltmiştir. Türk adının kaynağını bulmak amacıyla yapılan araştırmaların sonuçlarına dayanarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimi uzmanlara göre, Türk adına ilk defa MÖ 14. yüzyılda "Tik" veya "Tikler" şeklinde rastlanılmıştır. Bazı uzmanlar ise bu adın MÖ 14. yy.dan önce de var olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Türkler'in binlerce senelik geçmişi göz önünde bulundurularak, Türk adının nereden geldiğine ilişkin birçok iddia ortaya atılmıştır.
Türkler'in eski dönemlerine ilişkin bilgilerin kökeni çoğunlukla Çin tarihine dayanmaktadır. Çinli tarihçiler MÖ 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsetmektedirler. Bununla birlikte, eski Çin kaynaklarındaki Türk hükümdarlarının ve devletlerinin adları Çince yazılıdır. Bunların Türkçe karşılıkları tam anlamıyla bilinmemektedir. Profesör Erol Güngör'ün deyişiyle, "Bizim atalarımız o çağda "Türk" adıyla anılmıyordu. "Türk" kelimesi bugün bir milletin adıdır ama atalarımız o zaman henüz bir millet halinde değildi. Boy ve aşiretler halinde yaşıyorlardı ve her aşiretin ayrı bir adı vardı."
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS 6. yüzyılda kurulan Göktürk milleti ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklinde gösterilmiştir. Yani, Türk kelimesini ilk defa resmi olarak kullanan siyasi teşekkül Gök-Türk İmparatorluğu olmuştur. Göktürkler'in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, daha sonra Türk Milleti'ni ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
Çin İmparatoru MS 585 yılında, Gök-Türk Kağanı İşbara'ya gönderdiği mektupta "Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmiştir. İşbara Kağan'ın Çin İmparatoru'na cevabi mesajında da "Türk Milleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" ifadesine yer verilmiştir. Bunlar Türk adını resmileştiren olaylar olarak tarihe geçmiştir.
Göktürk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklinde geçmektedir. Türk Budun, Türk Milleti anlamındadır. Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.
Türk kelimesinin anlamı üzerinde de çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
Çin kaynaklarında "Tu-küe (Türk)" miğfer olarak yorumlanmakta; İslam kaynaklarında ses benzeşmesine dayanarak terk edilmekte, olgunluk çağı şeklinde değerlendirilmektedir.
Arminius Vambery'nin 19. yüzyılda yazdığı eserlerinde belirttiğine göre, Türk kelimesi "türemek"ten gelmektedir.

Ünlü Alman Türkolog Albert von Le Coq, Türk deyişinin "güç-kuvvet" anlamı taşıdığını ileri sürmüştür.
Bu konudaki diğer çalışmalara göre, Türk kelimesi, "Altaylı (Ceyhun ötesi Turanlı)" kavimlerini tanımlamak üzere 420'li yıllardaki bir Pers metninde görülmektedir. Yine 515'de, "Türk-Hun" (Kudretli Hun) tabirinin de geçtiği bilinmektedir. İran kaynaklarında Türk kelimesinin "güzel insan" karşılığında kullanıldığı belirtilmektedir.

9. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, "Türk adının Türkler'e Tanrı tarafından verildiğini" belirtmiş; "gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha vurgulamıştır. Türk kelimesinin "güçlü-kuvvetli" anlamına geldiği, bugün neredeyse bütün tarihçiler tarafından kabul görmüştür.

Türk Yurdu
Günümüzde sayıları 350 milyonu aşan ve oldukça geniş bir bölgeye yayılmış olan Türkler'in ilk ana yurdunu tespit edebilmek için geniş araştırmalar yapılmıştır. Çeşitli alanlarda, farklı uzman ve bilim adamlarınca yapılan çalışmalar sonucunda her alanda farklı iddialar gündeme gelmiştir. Böylece ortaya şöyle bir tablo çıkmıştır:

Tarihçiler, Çin kaynaklarına dayanarak Altay Dağları'nın; etnologlar, İç Asya'nın kuzey bölgelerinin; dil araştırmacıları, Altaylar'ın veya Kingan Dağları'nın doğu ve batısının; kültür tarihçileri, Altay-Kırgız Bozkırları arasının; sanat tarihçileri, Kuzeybatı Asya sahasının; antropologlar ise Kırgız Bozkırı-Tanrı Dağları arasının ilk Türk ana yurdu olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu konudaki araştırmalara göz attığımızda, Türkler'in ilk ana vatanlarının kesin sınırlarını çizmenin mümkün olmadığı görülür. Bunun asıl nedeni Türkler'in ilk zamanlardan itibaren oldukça geniş bir alana yayılmalarıdır. Son yıllarda yapılan dil araştırmaları göz önüne alındığında, ilk Türk yurdunun "Altay Dağları'ndan Urallar'a kadar uzanan, Hazar Denizi Kuzeydoğu Bozkırlarından Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge" olduğu anlaşılmaktadır.

Türkler, tarihin akışı içerisinde, ana yurtlarından çok uzak mesafelere göç ederek geniş bir coğrafi alana yayılmış; bugün Balkanlar'dan Çin Seddi'ne, Sibirya Bozkırları'ndan Horasan, Afganistan, Tibet'e kadar olan bölgeleri yurt edinmişlerdir.


Günümüzde özgürlük ve eşitliğin öncülüğünü yaptıklarını iddia edenler bilmelidir ki, insan hak ve hürriyetlerinin gerçek anlamdaki ilk uygulayıcısı Türkler olmuştur. Türkler tarafından kurulan devletlerde din, dil ve ırk ayrılığı gözetilmeksizin herkese eşit davranılmıştır. Profesör Hakkı Dursun Yıldız bu gerçeği, "Bütün tarih boyunca Türkler'de din, dil ve ırk ayrılığı sebebiyle Amerika ve Avrupa'da her zaman rastlanan bir katliama, işkenceye ve hakların elinden alınmasına kesinlikle rastlanmamaktadır" şeklinde ifade etmiştir.

Dikkat çekici bir nokta, eski Türk kavimlerinde, kadınların erkeklerle neredeyse eşit haklara sahip olmalarıydı. Türk kadınları toplum hayatının hemen her aşamasında görev alırlar; yeri geldiğinde savaşmaktan çekinmezlerdi.

ALLAH cc ya binlerce şükürki bizi islamla onurlandırdı
alıntıdır

mutlu
08-02-2007, 13:15
Bebeğinizi 'öpücük hastalığı'ndan koruyun

Türk toplumunda bebekleri ve küçük çocukları sevmenin en çok tercih edilen yolu öpmek. Miniklerin yanaklarına kondurulan öpücükler masum gibi görünse de çeşitli enfeksiyonel hastalıklara neden olabiliyor.



Bunlardan en bilinen ise 'öpücük hastalığı' olarak adlandırılan enfeksiyöz mononükleoz hastalığı. Bu hastalığa EBV adı verilen bir virüs sebep oluyor. Kulak, burun ve boğaz salgılarına yerleşen virüs, çoğunlukla öpüşmeyle geçiyor. Çocukların bir bölümünün virüsü hastalanmadan yenebildiğini; ancak bir bölümünün ise hastalandığını belirten uzmanlar, bebek ve çocukların herkese öptürülmemesini öneriyor.

Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayla Kamburoğlu, öpücük hastalığının ateş, farenjit, lenf bezleri, karaciğer ve dalakta şişmeye neden olduğunu belirtiyor. "Çocuğum ve Ben' dergisine konuyla ilgili yazı yazan Kamburoğlu, hastalığın nadiren menenjit ve miyokardit (kalp kasının etkilenmesi) gibi tehlikeli sonuçlar da doğurabildiğini ifade ediyor. Hastalığın ayrıca kan ürünleriyle de bulaşabildiğini hatırlatan Kamburoğlu, "Hastalık bulguları tamamen ortadan kalkana ve büyümüş dalak eski haline dönene kadar çocukların özellikle yakın temastan ve yakın temas gerektiren spor dallarından kaçınmasını öneriyoruz." şeklinde konuşuyor.

Öpücük hastalığının belirtileri şöyle: Halsizlik, iştahsızlık, üşüme ve titreme, karında dolgunluk hissi, kas ağrıları, yüksek ateş, boğaz ağrısı, bademcik ve kulak iltihabı...

Necip Çakır, İstanbul

mutlu
08-02-2007, 13:24
Evini süpüren kadın, New York'a gitmiş gibi oluyor!


İngiltere'de bilim adamları tarafından yapılan bir araştırmada, elektrik süpürgesiyle evi süpürmek gibi gündelik işlerin sanıldığından çok daha fazla hareket imkânı sağladığı belirlendi.



Araştırma, Londra'da bir kadının, yaşamı boyunca elektrik süpürgesiyle temizlik yaparken New York'a yürüyerek gidip gelmiş kadar yol kat ettiğini ortaya koydu. Bir elektrikli ev aletleri firmasının 3 bin kişi üzerinde yaptırdığı araştırmanın sonuçları, kadınların haftada ortalama üç kez evlerini elektrik süpürgesiyle süpürdüklerini, buna karşılık bir erkeğin aynı işi sadece haftada bir gün yaptığını gösterdi. Araştırmacılar, bu durumda bir kadının New York'a yürüyerek gidip gelmiş gibi olmasını sağlayan bu gündelik faaliyetin, erkekler içinse hayatı boyunca bin 368 kilometre yol yürümek anlamına geldiğini bildirdi. Bilim adamlarına göre jimnastik ve benzeri fiziksel faaliyetlere iyi bir alternatif oluşturan temizlik çabaları, bir jimnastik salonuna gitmekten çok daha ucuza geliyor.

Jimnastik hocası Mike Hill de gündelik ev işlerinin önemli bir fiziksel faaliyet alanı olduğunu belirtirken, "Her ne kadar elektrik süpürgesiyle ev süpürmek çok cazip görünmüyorsa da bu, aslında evden çıkmadan yapabileceğiniz iyi bir fiziksel faaliyettir." dedi. Araştırmada ortaya çıkan ilginç sonuçlar:

75 yıllık ortalama bir insan ömrünün 25 yılı uykuda geçiyor.

Günde iki saat TV seyreden kişi, ömrünün 3 ayını TV karşısında harcıyor.

Bir İngiliz kadını, ömrünün iki yılını aynaya bakarak geçiriyor.

Ortalama bir alış-veriş düşkünü, ömrünün ortalama 6 ayını süpermarkette geçiriyor. Tipik bir tüketici, her haftanın 2,55 saatini süpermarkette geçiriyor.

Kadınlar ömürlerinin 603 gününü rimel, allık, ruj ve göz farı sürerek geçiriyor. 170 gün de bu sürülen boyaların silinmesi için harcanıyor.

Bir internet kullanıcısı, yaşamının ortalama 4,7 yılını internette sörf yaparak geçiriyor.

Sigara içen bir profesyonel, iş yılının 1 ayını sigara molalarında harcıyor.


Londra, aa

mutlu
08-02-2007, 13:27
telefon numaranız çıkıyor..

--------------------------------------------------------------------------

Ev telefonunuzun ilk 3 rakamını yazın,
(alan kodu kullanmayiniz!)
· Bu 3 basamaklı sayıyı 80 ile çarpın
· 1 ekleyin
· 250 ile çarpın
· Ev telefonunun son 4 rakamından oluşan
4 haneli sayıyı ekleyin, aynı 4 haneli
sayıyı bir daha ekleyin,(toplayın yani)
· 250 çıkartın
· 2'ye bölün

ÇIKTI DEĞİL Mİ?

mutlu
08-02-2007, 13:30
insan kalbi

--------------------------------------------------------------------------------

insan kalbinin kanı pompaladığı andaki basıncı ile o kanı 10 metre uzağa fırlatabileceğini biliyormuydunuz..

mutlu
08-02-2007, 13:40
Siz mi evrenin içindesiniz yoksa evren mi sizin içinizde?

--------------------------------------------------------------------------HAYATA BAKIŞ AÇINIZI DEĞİŞTİRECEK SORULAR

1. Bir cisimden gelen isik, göz hücreleri tarafindan elektrik sinyaline dönüsüyor ve beynin görme merkezine iletiliyor. Ve bu elektrik sinyalleri burada görüntüye dönüsüyor. Örnegin siz bu mesaji aslinda beyninizde görüyorsunuz. Peki beyinde olusan bu mesaj görüntüsünü, beynin içinde gören, algilayan kim? Beynin içinde göze ihtiyaç duymadan, görüntüyü görebilen suuru nasil tanimlarsiniz?

2. Beyin, yag, protein ve çesitli moleküllerden olusan bir et parçasi. Bu görüntüyü gören suur bu et parçasi olabilir mi? Veya beyin hücreleri elektrik sinyallerini bir deniz manzarasi veya bir e-mail mesaji olarak gören bir suur meydana getirebilir mi?

3. Kafatasi isigi içeri geçirmiyor, yani beynin oldugu yer kapkaranlik. Peki böyle zifiri karanlik bir yerde, isil isil, aydinlik bir görüntü nasil olusuyor? Örnegin, kapkaranlik beyin kabugunun üzerinde, günesin isiklari nasil görülebiliyor?

4. Kafatasi ses de geçirmiyor. Yani beynin oldugu yerde derin bir sessizlik hakim. Ancak insan tüm sesleri beyninin içinde dinliyor. Ses dalgalari, kulakta elektrik sinyaline dönüsüyor ve beynin duyma merkezine ulasiyor. Beyinde, bir suur bunu örnegin bir sarki olarak dinliyor. Peki tamamen sessiz bir yerde güçlü kolonlardan çikan çok yüksek sesli bir müzigi kim, nasil dinleyebiliyor?

5. Görüntü, beyindeki küçücük bir merkezde olusuyor. Peki bu küçük ekranda, üç boyutlu, derinligi olan görüntü nasil meydana geliyor? Örnegin ben ufka veya gökyüzüne baktigimda, bu kadar derinligi olan bir görüntü, küçücük görme merkezinde nasil aslinin aynisi olarak, ayni derinlik ve uzaklik algisi ile birlikte olusabiliyor? Küçücük noktanin üzerindeki resimde uzaklik veya bosluk hissini bana veren nedir?

6. Bir insan bir su bardagi gördügünde, onun aslini degil beynindeki kopyasini görüyor. Bardagin cam yüzeyine dokundugunda hissettigi sogukluk asil bardagin soguklugu degil bir kopyasidir. Yani hiçbir insan hiçbir zaman bir bardagin aslina dokundugunu hissedemez. Çünkü dokunmayi hisseden parmaklari degil, beynindeki dokunma merkezidir. Bu durumda insan hiçbir zaman nesnelerin gerçegine ulasamaz, gerçek bir bardaga dokunamaz sonucuna varmiyor muyuz? Ancak bu gerçegi her insan bilmiyor. Herkes, herseyin aslina dokundugunu, aslini gördügünü zannediyor. Insanlarin bunu farkedememeleri veya düsünmemeleri de çok garip degil mi?

7. Insana çok siddetli bir otobüs çarpsa veya bir aslanla karsilassa da durum degismiyor. Çünkü otobüsün görüntüsü gibi, çarpma hissi de veya aslandan kaçarken duyulan korku hissi de beyinde olusuyor. Ben bir otobüs gördügümde, otobüsü beynimdeki görme merkezimde görürüm. Otobüsün yanina gidip kapisini tuttugumda da, metal kapinin soguklugunu beynimin içinde hissederim. Öyle ise otobüsün çarpmasi veya aslanin isirmasi sonucu duydugum aciyi da bu gerçekten ayri tutamam. Bu durumda kimi insanlarin "otobüs çarptiginda veye bir aslan isirdiginda aci hissederim, bu da otobüs ve aslan ile muhatap oldugumu gösterir" demesi son derece mantiksiz degil mi?

8. Tüm hayatimizi beynimizin içinde yasariz. Ayni sekilde rüyalarimizi beynimizin içinde, yani zihnimizde görürüz. Örnegin rüyamizda gördügümüz bir buz parçasina dokundugumuzda, buzun soguklugunu ve islakligini hissederiz. Veya bir gülü kokladigimizda, hosumuza giden bir kokuyu duyariz. Korku, aci, heyecan, panik hislerini de aynen yasariz. O halde gerçek hayat ile rüyalarimiz bu anlamda ayni degil mi?

9. Insanin gördügü görüntülere kendi bedeni de dahil. Insan kendi bedeninin de ancak kopyasini görebiliyor. Yani her insan hayati boyunca, disarida ne oldugunu, kendi bedeni de dahil nesnelerin nasil oldugunu asla bilemeden, kafatasinin içindeki magarasinda yasiyor. Bu duruma bir kez daha düsünün: Su anda siz mi bulundugunuz odanin içindesiniz, yoksa oda mi sizin içinizde? Bilimsel olarak dogru cevap ikincisi degil mi?

10. Bir gül bahçesine bakan 5 ayri kisiyi düsünelim. Her bakan, gül bahçesini beyninde gördügüne göre, bu 5 kisinin hepsinin beyninde ayri ayri 5 gül bahçesi olusmaz mi? Peki her birinin gördügü kirmizi renk birbirinin ayni midir? Bunu kiyas etme imkani olabilir mi?

11. Beynimizde kopyasini gördügümüz nesnelerin disarida asli var diyoruz ama ya disarida asillari yoksa? Çünkü, hiçbir zaman bunu deneme ve görme imkanimiz yok. O zaman disarida asillarinin oldugu ihtimali süpheli degil mi? En azindan her iki ihtimal de % 50-%50. Öyle ise nesnelerin asillarinin oldugundan nasil emin olabiliriz? Eger disarida asillari yoksa, o zaman bu görüntüleri ve hisleri beynimizde meydana getiren güç nedir?

12. Eger disarida asillarinin olmama ihtimali olan bir hayali yasiyorsak biz sandigimizdan çok farkli bir yerde de bulunuyor olabiliriz. Örnegin bütün insanlik bir kristal parçanin üzerinde duruyor olamaz miyiz? Veya toplu igne basi kadar küçük bir yerde bütün insanlik tarihi meydana gelmis olamaz mi? Böyle genis düsünmemizi engelleyen bir sey olabilir mi?

13. Insanin beynindeki görme merkezi yalnizca birkaç santimetrekare büyüklügünde. Bütün görüntü, mesafe, derinlik, yükseklik, metrelerce alanlar yalnizca bu birkaç santimetrekare büyüklügündeki görme merkezinde olusuyor. Baktiginda insan metrelerce uzunlukta binalari, yollari algiliyor. Bu kadar büyük mesafelerin yalnizca birkaç santimetrekarelik bir alanda ulasmasi mümkün olabilir mi? Bu durumda beyindeki görme merkezinin de ayni büyüklükte olmasi gerekmez mi? Metrelerce bir binanin olustugu görme merkezi de en az o bina kadar bir büyüklükte olmali. Beyninde bir insani gören bir kisinin, beynindeki görme merkezi de en az o insan büyüklügünde, olmali. O insan bir odanin içinde duruyor, bu durumda beyin yalnizca insan kadar degil ayrica odanin büyüklügü kadar olmali aslinda. Insanin vücuduna oranla oldukça küçük bir bölge olan beyindeki görme merkezi aslinda bu kadar büyükse, insanin vücudunun da ona orantili olacak sekilde defalarca kez daha büyük olmasi gerekmez mi. Yani, insanin kolu metrelerce, bacaklari metrelerce, vücudu kilometrelerce mesafede olmali degil mi?

14. Bazi insanlar bu konu konusuldugunda, siddetli derecede korkuyorlar. Sizce bu neden olabilir?

mutlu
08-02-2007, 13:48
EN ŞİŞMAN İNSAN

Dünyanın en şişman insanı 1941 yılında dünyaya gelen Jon Brower Minnoch dur. 1978 yılında hastahaneye kaldırıldığında 635 kilo olarak tartıldı. 1983 yılında 42 yaşında öldü.

mutlu
08-02-2007, 13:59
venüs gezegeni

Venüs, Merkür'den sonra güneşe en yakın 2. gezegendir.
Kütlece dünyaya yakın bir büyüklüktedir. Ve kendisine ait bir atmosfere sahiptir. Gün doğumunda ve gün batımında güneşe yakın olarak, dünyadan çıplak gözle rahatlıkla görülebilir (Halk tarafından Çoban Yıldızı olarak ta bilinir).

Güneş ve aydan sonraki en parlak gök cismidir.

Venüs'ün diğer gezegenlerden farklı ve ilginç yanları vardır, bunlardan en ilginci 1 gününün 1 yılından daha uzun olmasıdır. Yani güneş etrafındaki dönme hızı kendi ekseni etrafındaki dönme hızından daha fazladır. Güneş etrafındaki dönme süresi 224 gün, kendi ekseni etrafında dönme süresi ise 243 gündür. Ayrıca Venüs diğer gezegenlerin tam tersi yönde dönmektedir. Diğer gezegenlerin hepsi saat yönünde dönerken Venüs saatin tersi yönünde ve çok yavaş bir şekilde dönmektedir. Bu farklılıkların nedeni hala anlaşılabilmiş değildir. Çıplak gözle çok rahat görüle bildiği halde en iyi teleskopla bile yüzeyi incelenemez. Bunun nedeni çok yoğun bir atmosfere sahip olmasıdır. %93 oranında CO2 (karbon di oksit) ve %2 oranında N2 (azot) ile az miktarda değişik gazlardan oluşmuş olan atmosfer güneşten gelen ışınları bir ayna gibi geri yansıtır. Bu olay gezegene müthiş bir parlaklık kazandırırken, yüzeyinin incelenmesini zorlaştırır.

Venüs'ün yoğun atmosferi nedeni ile basıncıda çok yüksektir. Yaklaşık olarak dünyadakinden 100 kat daha fazla basınca sahiptir. Atmosfer yoğunluğu ise dünyadakinin 70 katı kadardır. Ayrıca atmosferinde azda olsa yer alan H2SO4 ve HCL gibi asitler yağmur şeklinde gezegen üzerine yağmaktadır. Bu nedenle dünya üzerindeki hiçbir canlının bu gezegende yaşayabilmesi mümkün değildir.

Venüs güneşe yakınlık açısından Merkür'den daha uzak olmasına rağmen sıcaklığı daha yüksektir. Bunun nedeni atmosferinin olmasıdır. Bu yoğun atmosfer güneşten gelen ışınların büyük bir bölümünü geri yansıtsa da küçük bir kısmını içeri alır ve dışarı çıkmasına izin vermez bu da sera etkisi yaparak gezegenin günden güne ısınmasına neden olmaktadır. Gezegenin şu anki sıcaklığının 325 C° 'nin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.

Venüs yüzeyi hakkında Amerikan Mariner ve Rus Venera sondaları inceleme amaçlı kullanılmış ve kızıl ötesi de olsa yüzey resimleri çekilmiştir. Bu resimlerden Venüs yüzeyinin düz ovalar, vadiler ve derin olmayan kraterlerle kaplı olduğu anlaşılmıştır. Gezegen üzerinde Ishtar Terra ve Aphrodite Terra adını taşıyan iki yüksek plato gezegenin %11' ini kaplamaktadır. Kraterlerin derin olmamasının nedeni gezegenin ,yoğun atmosferi sayesinde kendisine çarpacak olan meteorların hızını kesebilmiş olmasıdır.

Özellikleri :
Güneşe Olan Uzaklığı 108.000.000 km
Yarı Çapı 6051.8 km
Kütlesi 4.86 x 1024 kg
Yoğunluğu 5243 kg/m3
Atmosferik Basınç 60 atü
Sıcaklığı 231 K°
Görünür Parlaklığı -4 m
Güneş Etrafında Dönme Süresi 224 gün
Kendi Ekseninde Dönme Süresi 243 gün
Dönme Hızı 35.02 km/sn


KUR'AN IN MUCİZELERİNDEN
Venüs'ü oluşturan harfler

Venüs kelimesini oluşturan harfler Kur'an'da ilk olarak Enfal suresinin 72'nci ayetinde yan yana gelmektedir. Bir sonraki Venüs harfleri ise Hud suresinin 3'üncü ayetinde yan yana gelmektedir. (Arapça'da Vav-Elif-Nun-Elif-Sin) Bu iki yerin arasında toplam 243 ayet geçmektedir. Aynen burada olduğu gibi Uzay'da Venüs'ün kendi çevresindeki dolanım süresi de tam 243 gün sürer. Yani 243 gün bitince dönüşünü tekrarlar. Kur'an da 243 ayet geçince Venüs kelimesini oluşturan harfler tekrarlanıyor.

Aynı bulgu Mars için de geçerli. Mars kelimesini oluşturan harfler Kuran'da ilk olarak Müminun suresinin 44'üncü ayetinde yan yana gelmektedir. Bir sonraki Mars harfleri ise yine Müminun suresinin 45'inci ayetinde yan yana gelmektedir. (Arapça'da Mim-Elif-Ra-Sin) Yani hemen 1 ayet sonra tekrar geçmektedir. Aynı şekilde Mars'ın kendi çevresindeki dolanım süresi de sadece 1 gün sürer. Mars 1 günden sonra dönüşünü tekrarlar aynen Kur'an'da 1 ayet sonra tekrarlandığı gibi...

Burada bahsi geçen dönüş süreleri gezegenlerin kendi çevrelerindeki dönüş süreleridir yani Güneş yörüngesindeki döngüleri değil. O nedenle bu dönüş süreçleri ancak teleskoplarla izlenebilmektedir.

Ayrıca bu gezegen isimlerinin ortaya çıkmasını rastlantı olarak nitelendirip geçmemiz de haksızlık olur çünkü bunlardan önce yer alan binlerce ayette bu harfler yan yana gelmiyor. Dünya'ya komşu olan iki gezegen Venüs ve Mars dışında diğer gezegenler hakkında da Kuran'da mucizevi bilgiler olduğunu ve bunların zamanla ortaya çıkacağını düşünüyoruz.

mutlu
13-02-2007, 14:18
Elmalar
_______________________

Elmalar, sabahları insanları uyanık tutmak için en verimli kafein kaynağıdır.

mutlu
13-02-2007, 14:26
KULAK MASAJI

Kulak, ceninin ana rahmindeki duruşunun şematik olarak aynısıdır. Ve tüm akupunktur noktaları kulak üzerinde bu esasa göre yer almıştır.

Şimdiiii:

Başınız, boynunuz, beliniz, sırtınız, bacaklarınız, kalçanız, ayaklarınız, omzunuz ağrıdığında yapacağınız tek şey: kulaklarınıza masaj yapmak.

Kulağinizi bas ve isaret parmaklarinizin arasına alarak kulak kepcesinden
baslayarak, dayanabildiginiz kadar guclu ve sikarak masaj yapin. Ilk anda bazi noktalar aciyacaktir (bunlar bedendeki agriyan bolgelerin kulaktaki refleks noktalaridir). Kisa bir sure sonra bu agrilar kaybolacaktir. 2-3 dakika bu masaji yapmaniz yeterli olur. Isterseniz uzatabilirsiniz de.. Zaten masajin sonuna dogru bedeninize bir sicakligin yayildigini hissedeceksiniz. Bunun ardindan agrilarinizin azaldigini ve kayboldugunu da...

Hic bir yan etkisi olmayan bu uygulamayi her zaman her yerde kendinize ve agrisi olan yakinlariniza uygulayabilirsiniz. Yoruldugunuzda, uzun otobus ya da araba yolculuklarinda oturmaktan agrilara maruz kaldiginizda, cok usudugunuzde ve bedeninizi dengeye kavusturmak icin mucize benzeri bu uygulamayi kullanabilirsiniz.

- Dort tane agri kesici aldim. Hala agriyor diyerek bas agrisindan kivranan taksi soforunun ona yaptigim iki dakikalik kulak masajinin ardindan yasadigi mutlu sakinlikle benden ucret almadan tesekkurlerle ugurladigini hala hatirliyorum.

Onemli olan kulagin her noktasina dokunun. Kulaginiz size hemen yanit verecektir.
Kulaklar bedeni hisseder, görür ve duyar. Siz de sefkatli ellerinizi esirgemeyin.

Dogal Terapiler Uzmani

Haluk Otman

mutlu
13-02-2007, 14:55
NASIL GÖRÜYORUZ?
(Animasyon)

Renk Körü müsünüz?
(gözlerine önem verenlere TEST)

ben denedim şükürler olsun renk körü değilmişim.
siz de deneyin...

http://www.cihannet.com/cnet/yasam/saglik/renktest/test1.htm


AYRICA GÖRME İLE İLGİLİ OLARAK HAZIRLANMIŞ ÇOK GÜZEL BİR SİTE VAR. Bu sitede görmenin nasıl olduğu animasyonlarla anlatılmış.

http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/duyular/01.swf

mutlu
13-02-2007, 14:57
Gözleriniz Yorgun Mu?

--------------------------------------------------------------------------------

"C" harfini bulabilecek misiniz ?....



OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOCOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOO


Ya "6"..."6" nerede ?....


9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999699999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999
9999999999999999999 999999999999999


Bu sefer de "N".....


MMMMMMMMMMMMM
MMMMMMMMMMMMM
MMMMMMMMMMMMM
MMMMMMMMMMMMM
MMMMMMMMMMMMM
MMNMMMMMMMMMM
MMMMMMMMMMMMM
MMMMMMMMMMMMM
MMMMMMMMMMMMM


Peki..."Q" nerede acaba ?....



OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOQOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO
OOOOOOOOOOOOOOOOOOO OOOOOOOO



Bunları,10 saniye içinde bulduysanız,güzel...Ama süre daha fazlaysa,gözlerinizi biraz dinlendirmekte fayda var...

mutlu
13-02-2007, 15:11
GEREKSİZ BİLGİLERDEN
inanılmaz gerçekler...

--------------------------------------------------------------------------

� Suudi Arabistan'da bir kadın kocasına kahve yapmazsa bu
boşanma nedenidir.

� Bir fare bir deveye oranla daha uzun süre susuzluğa
dayanabilir.

� İnsan midesi 2 haftada bir iç zarını yenilemek zorundadır;
aksi halde kendi kendini sindirir.

� Ketçap 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı

� Eğer ağzımıza attığımız bir şeye tükürüğümüz değmese, onun
tadını anlayamayız.

� Erkek peygamber devesi dişinin kokusunu 7 mil öteden
duyabilir.

� Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.

� Her insanın dilinin izi de parmak izi gibi farklıdır..

� Einstein 9 yaşına kadar düzgün konuşamamıştır. Ailesi onun
özürlü olduğunu düşünmüştür.

� 1950'den önce kenevir, ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı
kullanılarak yapılırdı.

� Çikolatanın köpekleri öldürdüğü doğrudur. Onların kalbine ve
sinir sistemine zarar verir. Yarım kilo kadar çikolata küçük bir köpeği
öldürebilir.


� Birçok ruj çeşidi balık pulu içerir.

� Katil balinalar köpekbalıklarının midesine alttan torpil gibi
vurarak onları öldürür.

� Donald Duck çizgi filmleri Finlandiya'da yasaklanmıştır.
Nedeni kahramanların don giymemesidir.

� Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir
damla kanı hissedebilir

mutlu
13-02-2007, 15:11
Gök Kuşağı Nasıl Oluşur?

--------------------------------------------------------------------------------

Neden gökkuşağı olur, bilir misiniz? Bilseniz bile, yanılıp yanılmadığınızı anlamaya çalışın. Kağıdı, kalemi alıp, kırılma, yansıma, tam yansıma, renklere ayrışma gibi optik kurallarını kullanarak kendinizi bir kere sınayın. Çok küçük olduğu için küresel bir şekil alan yağmur damlacığını çizin; güneşten gelip damlacık içine giren-çıkan değişik ışınları dikkatle belirtin; şunları göreceksiniz:

Damlacık yüzeyine 0-90° arasındaki her açıyla düşen sayısız güneş ışını vardır. Bunların hepsi kısmen yansır, kısmen de kırılarak damlacık içine girer; yani her ışın, damlacık yüzeyinde iki çatala bölünür. Damlacık içine giren her ışın, onun yüzeyinde başka bir noktada yine kısmen yansıyarak damla içinde kalır, kısmen kırılarak dışarı çıkar. Tam yansıma dediğimiz, ışının tümüyle yansıyarak içeride kaldığı durum hemen hemen hiç olmaz.
Işının damlacık içinde kalan kolu, tekrar tekrar yukarıda sözü edilen yansıma-kırılma değişikliğine uğrayarak çatallaşır; fakat her seferinde kırılarak dışarı kaçan kayıp ışın yüzünden, gittikçe zayıflar. Güneş ışığının saf renkte bileşenlerine ayrışması, girişteki ilk kırılma ile, sıfır, bir ya da daha çok sayıdaki iç yansımadan sonra, son çıkıştaki kırılma sırasında iki kez olur. Ama pek çok ışın ve pek çok yansıma olduğu için, damlacığın her tarafından âdeta dışarı fışkıran, pek çok da basit renkte ışın vardır.

Buraya kadar iyi. Ama saf renklerin iç içe nasıl düzgün daire şeklinde sıralanarak oluşabildiğini açıklayamadık henüz. Göğün bakmakta olduğumuz kısmında, etrafa her yönde, her renkte ışınlar saçan sayısız damlacık varken, nasıl oluyor da bazı "özel" damlacıklar sıralanarak, gökkuşağı görüntüsü vermek üzere "bizi" seçiyor? Cevap basit, ama açıklanması biraz karışık.

Kırılma sonucunda bileşik bir ışık ışını saf renk bileşenlerine ayrışır. Bu, kırılma indeksinin ışığın dalga boyuna bağlı olmasından ileri gelir. Bir saydam ortamdan diğerine geçen ışının yönü, kısa dalga boyunda uzun dalga boyunda olduğundan daha fazla sapar. Böylece, kırmızıdan mora bütün bileşenler dar bir yelpaze oluşturur; prizmada olduğu gibi... Damlacığa giren ışınla, belirli bir sayıda iç yansımadan sonra dışarı çıkan, renklerine ayrışmış fakat zayıflamış ışın genellikle aynı yönde olmaz; bunların arasındaki, "sapma açısı" diyebileceğimiz yön değişikliğini ele alalım. Damlaya giren ışının geliş açısı (ışının damlacık yüzeyine dik yönle yaptığı açı) 90° den başlayarak azaldıkça, sapma açısı da önce azalıyor; en düşük bir değere eriştikten sonra tekrar artmaya başlıyor. İşte bu kritik dönüş noktasında, oldukça geniş bir açısal yelpaze içinden gelerek damlacık üzerine düşen fazla miktarda güneş ışını, hemen hemen aynı (en düşük) sapmayı gerçekleştirdikleri için, birbirlerini destekleyerek kuvvetli bir huzme oluşturabiliyorlar. Bu huzmeleri gözümüze erişen bütün damlacıklar ise, güneşle gözümüzü birleştiren eksen etrafında, tepe yarı açısı en küçük sapma açısı olan bir koni üzerinde bulunuyor. Böylece renkli huzme, sanki tam tepe noktasından seyredilen bir koni yüzeyi gibi, yani bir daire yayı şeklinde görünüyor; bu yüzden belki de gökkuşağına "renk konisi" demek daha doğru olurdu. Görüldüğü sanılan dairenin tam merkezinde de başımızın güneş ışığı altındaki gölgesi bulunur (tabii bir yere gölgesi düşüyorsa).
Şimdi, havadaki kırılma indeksi 1.33 olan bir su damlacığını daha yakından ele alabiliriz. Damlacık içinde sadece bir defa yansıdıktan sonra dışarı çıkan ışınlar, yaklaşık 42° lik bir koni ile ilk gökkuşağını; iki defa yansıdıktan sonra çıkanlar ise 52° lik bir koni olarak daha dıştaki ikinci gökkuşağını verir. Biraz dikkatli bir inceleme, renk sıralamasının ilk kuşakta içte mor dışta kırmızı; ikincide içte kırmızı dışta mor olacağını gösterir. Damlacık içindeki yansıma sayısı arttıkça, oluşacak her yeni kuşağın eni daha genişlerken, renkleri gittikçe zayıflar. Üçüncü ve dördüncü kuşaklar, sadece daha zayıf olmakla kalmayıp ayrıca güneş tarafında oluştukları için, daha sonrakiler ise görülemeyecek kadar zayıf oldukları için, ikiden fazla gökkuşağı görmek herhalde kimseye nasip olmamıştır.

Böylece, ikincisi biraz nazlı görünen iki taneyle sınırlı da olsa, herkesin tamamen kendine ait bir gökkuşağı takımı olduğu ortaya çıkıyor. İkimiz de aynı şekilde görsek, hatta birbirimize "göstersek" bile, benim gökkuşağımı sizin, sizinkini benim görmemiz mümkün değil; çünkü iki ayrı gözün aynı anda aynı noktadan bakmasına izin yok. Sivri ucu daima gözümüzden başlayan ve bizden hiç ayrılmayan, kişisel renk konilerimiz, yani gökkuşaklarımız, daima bizimle birlikte hareket edecekler, açıları hep aynı kalacak; yani "gökkuşağı altından geçme" fantezisi hiçbir zaman gerçekleşemeyecek.

Smyrna
13-02-2007, 15:13
sevgili mutlu arkadaşım yazdıklarının bazıları çok faydalı ben zevkle okuyorum ben senden bir şey rica edeceğim, sağlıkla ilgili çok ilginç ve güzel bilgiler var bunları sağlığımızla ilgili olanları toplayıp bir topik haline getirsen, bu sağlık bilgileri çok önemli bence, mesela bu kulak masajı olayını çok merak ettimde kulağa nasıl bastırcaz kulak pençesi neresi tam olark çözemedim:)

saygılar.

mutlu
13-02-2007, 15:14
Yağmurda karıncalara niçin bir şey olmuyor?

--------------------------------------------------------------------------------

Bir karıncayı alın, suyun içine batırın, saatlerce tutun ölmez.
Sudan çıkardığınızda ölü gibi görünür ama birkaç saat içinde kendine gelir. Biz insanlar böyle suya batırılırsak, nefes alamadığımız için oksijenlikten ölürüz ama su karıncaların çok ince olan nefes tüplerinden içeri giremez. Karbondioksitten narkoz yemiş gibi olurlar.
Tabii ki bu süre çok uzarsa onlar da ölürler ama dayanma süreleri inanılmazdır.
Ne var ki, karıncalar yağmur ve seller altında bu şekilde nefeslerini tutarak mücadele vermiyorlar.
Yağmuru hissedince yuvalarına giriyorlar ve giriş yollarını tıkıyorlar.
Ateş karıncası denilen bir türünde ise karıncalar birbirlerine tutunarak sel sularının üstünde yüzüyorlar. Bir yerde karaya vurup çıkıyorlar.
Tabii kraliçe karınca ortada, yüksekte ve mümkün olduğunca kuru tutuluyor.

Karınca yuvaları inşaat tekniği olarak örnektirler.
Yuvanın girişine bağlı ve buradaki suyu alıp başka tarafa verebilen birçok tünel daha inşa ederler.
Bazıları ise yuvalarının üstünü öyle sağlam kapatırlar ki, sel sularının bir evin çatısının üstünden aşması gibi geçip giderler.
Yine de bir aksilik olur, yuva su ile dolarsa, karıncalar çöp ve yaprak parçalarına ve yukarıda belirtildiği gibi birbirlerine tutunup yüzebilirler. Çok şiddetli yağmurdan sonra oluşan çamur tünellerini kapattığı zaman ise yuvalarını yeniden inşa etmek zorunda kalırlar.

Gündelik hayatta artık yaygın olarak kullanılan mikrodalga fırınları kapaklarında kaçak yapmamaları, insanlara zarar vermemeleri için özel tedbirler alınır.
Ancak bir mikrodalga fırınına girmiş karıncaya, fırın çalıştığı sürece bir zarar gelmeyeceğini biliyor muydunuz?Mikrodalga fırınlarında ışın yolculuğu bir noktaya göre ayarlıdır. Bu nokta hemen hemen fırının ortasıdır.
Bu nedenle yiyecek, her tarafı eşit pişsin diye ortada dönen bir tabla üzerine konulur. Karıncalar fırında ışınların daha az olduğu bölgeleri hissederler.
Zaten sıcak bölgelere girseler de, vücut yüzey alanlarının hacimlerine oranla yüksek olması nedeni ile ılık bölgeyi bulana kadar kendilerine zarar gelmez.

mutlu
13-02-2007, 15:15
Semazenlerin neden başı dönmez?

--------------------------------------------------------------------------------

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Yöndemli, 'Mevlevilikte Sema Eğitimi' adlı çalışmasıyla, halk arasındaki, 'Mevleviler, dini duyguları güçlü olduğu için başları dönmez' düşüncesini, bilimsel olarak çürütüyor.

Neredeyse 23 derecelik açı
Semazenlerin çalışmalarını izleyen ve muayene eden Prof. Yöndemli, "Mevlevilerin dönerken eğdikleri başlarının açısı, Dünya ekseninde görülen 23 derecelik eğime şaşılacak derecede benziyor. Başlarını 20 - 25 derece yana eğince, iç kulakta bulunan 3 adet yarım daire kanalı, aynı anda eşit derecede uyarılıyor. Kanalların üçü de aynı uyarılınca, etkiler nötralize ediliyor ve baş dönmüyor" diyor.

Denge için, 'konsantrasyon'
Prof. Yöndemli'ye göre, Mevlevilerin dengelerini korumalarının sırrı da, bakışlarını bir noktaya sabitlemelerinde gizli. Semazen, sürekli sol elinin başparmağına bakıyor, gözleri yarı açık kalıyor, etrafında olanla ilgilenmiyor. Bu durumda her tarafı adeta buğu içinde, sisli, bulanık görüyor.

mutlu
13-02-2007, 15:31
Tuzlu Su Mucizesi:

Denize girdikten sonraki dinlenmişlik ve arınmışlık halini hepimiz
biliriz. Havuza girdiğimizde ise bunu hissetmeyiz. Sebebi sudaki tuzdur.
Tuzlu su bedende birikmiş negatif elektriği iletkenliği sayesinde sizden
alır götürür.

Sizler de akşam eve geldiğinizde bütün günün üzerinizde bıraktığı ağır
etkiler ve stresten kurtulmak için yada toplantı, sınav gibi üzerinizde
gerilim yaratan durumlardan önce ellerinizi bir miktar ( 1 litre suya
iki çorpa kaşığı tuz yeterli) tuzlu suyla yıkadığınızda bu birikmiş olan
negatif elektrikten kurtulur ve arınırsınız. Benim uyguladığım yöntem,
her akşam eve geldiğimde ellerimi sabunlamadan önce, ellerimi, banyomda
lavabo başında hazırlayıp bıraktığım bir miktar tuzlu su ile yıkamak
oluyor. Belirtmeliyim ki reiki ve şifa ile uğraşan dostlarım da seans
öncesi ve sonrası bunu uygulamaları kendilerini ve uygulatıcıyı korumada
büyük yarar sağlıyor. Duş alırken de arada tuzlu suyu başınızdan aşağıya
dökerseniz tam ve net sonuçlar alırsınız. İş dönüşü ayaklarınızı tuzlu
suyla yıkamak tahmin ettiğinizin ötesinde bir yarar sağlar.

Doğal Terapiler Uzmanı
Haluk Otman

mutlu
13-02-2007, 15:32
SOĞUK SU İLE YIKANAN YÜZ
Her sabah yüzünüzü (soğuk) suyla yıkayın. Zira soğuk su termoterapi
etkisiyle yüzde kan hareketini hızlandırır. Bu sayede yüz şişlikleri
ortadan kalkar. Bu arada bayanlar bıçakla ikiye kestikleri ve buzlukta
beklettikleri salatalığı her sabah yüzlerine sürerek doğal bir bakım ve
lifting uygulayabilirler.

mutlu
13-02-2007, 15:34
Vizyon Çalışması:

Gözlerinizi kapatın yada kapatmayın fark etmez. Çeşitli
görüntülerle kendinizi temizlediğinizi, müspet enerjilerle dolduğunuzu
düşleyin.

Beyin hayal gücüyle gerçeği ayırd etmez. Bunlara tepki verir.
Tıpkı kabuslardan nefes nefese yada ağlayarak uyanmamız gibi. Ben bu
vizyonlarda kendimi tropik bir adada ağaçların çevrelediği, dibi görünen
berrak bir suya sahip olan güvenli bir göle daldığımı düşünürüm. Suyun
içinde yüzdüğümü ferahlatıcı hissi olan suyu teneffüs ettiğimi ve bu
suyun bütün hücrelerimin içinden geçtiğini ve geçerken bedenimdeki bütün
kirliliği, tortuları ve negatif birikintileri alıp götürdüğünü düşlerim.
Temizlendiğimi ve arındığımı hissederim. Siz de kendinize ait
vizyonlarınızı oluşturun. Kural yok, belli şekiller yok, özgürsünüz.

Bilin ki bedeniniz ve beyniniz buna tepki verecektir. Bunu sıklıkla
yapın ve inanın.

Problemlerinize odaklanmak yerine içinizdeki o muazzam şifaya odaklanın.
Sizi her an yakalanabileceğiniz amansız hastalıklardan koruyan tıbbın
çare bulamadığı kadar güçlü ve karmaşık hastalıklardan daha güçlü olduğu
için sizi koruyan şifayı düşünün. Ve O'na teşekkür edin.
Doğal Terapiler Uzmanı
Haluk Otman

mutlu
13-02-2007, 15:39
Ağlatan filmler seks hayatını canlandırıyor

Sinemada duygusal ve ağlatan filmler, çekicilik hormonunu artırırken çiftlerin seks hayatını canlandırıyor.

Romantik filmleri seyreden çiftler bir öpücükten daha fazla şeyler bekliyor.

Bilim adamları tarafından yapılan bir araştırmaya göre, romantik filmler çiftlerin seks hayatının kalitesini yükseltiyor.



İngilizThe Sun Gazetesi'nin haberine göre, uzmanlar bu tür filmleri seyredençiftlerin bir öpücükten daha fazla şeyler beklediğini açıkladı.

Bunagöre, bol ağlatan romantik filmler progestrerone (çekicilik hormonu)'nuarttırıyor ve çiftleri seks yapmak için teşvik ediyor. Ancak aksiyon filmleri ise testosterone hormonunu azaltıyorlar

alıntıdır.


YORUM: herhalde evli çiftlerin kavga ettikten sonra yatağa gitmeleri de bundandır. ne dersiniz dostlar?

mutlu
13-02-2007, 15:40
DÜNYANIN EN ROMANTİK 10 FİLMİ

ABD’DE yayımlanan Forbes dergisi, 14 Şubat Sevgililer Günü’nde romantikbir film izlemek isteyenler için ‘tüm zamanların en iyi romantikfilmlerini’ seçti. Filmlerin gişe hasılatı ve senaryolarını göz önündebulunduran Forbes, hazırladığı listenin ilk sırasına, bugünkü kurla 1.3milyar dolara eşdeğer hasılat elde eden ‘Rüzgâr Gibi Geçti’ filminiyerleştirdi. ‘Rüzgâr Gibi Geçti’yi sırasıyla ‘Titanik’ ile ‘Grease’filmleri takip etti.

‘Romantikler’ listesi
Forbes’un en romantik filmler listesinde yer alan filmler ve gişe hasılatları şöyle:
1- Rüzgâr Gibi Geçti (1.3 milyar dolar)
2- Titanik (821 milyon dolar)
3- Grease (492 milyon dolar)
4- Uyuyan Güzel (465 milyon dolar)
5- Aşk Hikâyesi (447 milyon dolar)
6- My Fair Lady (384 milyon dolar)
7- Batı Yakası Hikâyesi (358 milyon dolar)
8- Hayalet (329 milyon dolar)
9- Subay ve Centilmen (279 milyon dolar)
10- Özel Bir Kadın (269 milyon dolar)

Smyrna
13-02-2007, 15:41
Beyin hayal gücüyle gerçeği ayırd etmez.

tek kelimeyle mükemmel bir cümle bencede bana çok mantıklı geldi denedim gerçekten insan rahatladığını hissediyor;

fakat beynim buna şartlandığı içinmi, yoksa gerçktenmi bilmiyorum, belkide sadece cevabı yukaraki cümledir.

mutlu
13-02-2007, 15:42
Aşk ve seks ilaç gibi!

Aşk, stres hormonlarını azalttığı için vücuttaki birçok sistem olumlu etkileniyor. Kalp, tansiyon, şeker, bağışıklık ve sindirim sistemi sorunları azalıyor. Beyin kimyası değişiyor; özellikle endorfin hormonu insana rahatlık veriyor. Uzmanlar, 'turp gibi' olmak için sağlıklı cinselliğin de şart olduğunu söylüyorlar.

Sevmek, sevilmek, sevişmek fiziksel ve ruhsal sağlığımızın en etkili ilaçlarından. Birçok uzman; uzun, sağlıklı ve mutlu bir yaşam için reçeteye 'aşk ve sağlıklı seks' yazıyorlar. Aşkın ve sağlıklı seksin kalp sağlığına iyi geldiğini, depresyonla mücadele ettiğini, ağrıya karşı savunmayı artırdığını, bağışıklık ve sindirim sistemini güçlendirdiğini söylüyorlar.

Aşkla birlikte beyin kimyası değişiyor, stres hormonları baskı altına alınarak endorfin gibi insanı rahatlatıcı hormonlar salgılanıyor, tansiyon, şeker, kolesterol dengeleniyor, kalp besleniyor, bağışıklık sistemi güçlenerek pek çok mikrop ve virüse meydan okunuyor. Yani insana virüs değil, sadece aşk 'bulaşıyor'...

Aşk, stresi azaltıyor

Kalp hızla atar, adeta yerinden fırlar, duracak gibi olur, kalbin sesini cümle âlem duyar. 'Aşk' dendiğinde insanın aklına ilk gelen kalp oluyor nedense. Belki de aşka ilk tepkiyi kalp verdiği için bu böyle. Pek çok uzmana göre aşk, beyinde başlıyor, ancak ünlü kalp cerrahı Mehmet Öz, "Beyin olayların farkına varana kadar, kalp ilk tepkileri vererek aşkı çoktan fark etmiş oluyor bile" diyor.

'Aşk' dendiğinde akla ilk gelen kalp oluyor, oysa böbrek, karaciğer, bağırsaklar veya beyin gibi organlar da bu işin içinde. Kısaca aşkın, vücudumuzdaki bütün sistemleri harekete geçirdiğini ve sağlık açısından olumlu etkilediğini söyleyebiliriz.

İstanbul Acıbadem Hastanesi'nden Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ali Denktaş, sağlıklı bir beslenme ve yaşam tarzının yanı sıra, huzurlu ve mutlu bir yaşamın da kalp sağlığını olumlu etkilediğini söylüyor. Dr. Denktaş, "Aşk, stresi azaltıyor. Stresin, kalbe zarar verdiğini biliyoruz. Hırslı, stres dolu bir hayatı olan insanların kalple ilgili sorun yaşama riskleri daha yüksek. Bunun nedeni de vücutta yüksek seviyede adrenalin, yani stres hormonu salgılanması. Adrenalin, kanın pıhtılaşmasına, sonuç olarak da kalp krizine yol açabiliyor. Ama daha rahat, huzurlu bir yaşam süren insanların kalple ilgili sorun yaşama riskleri daha az" diyor. Kalp sağlığı açısından aşk işe yarayabilir, ancak Denktaş'a göre âşık olmadan önce başta sigarayı bırakmak çok daha sağlıklı... Özellikle stres hormonlarını azalttığı için aşkın, vücuttaki bütün sistemleri olumlu etkilediğini söylüyor uzmanlar.

Peki âşık olunca vücutta neler oluyor? Başlıca hangi sistemler harekete geçiyor, organlar arasındaki bu 'zincirleme kaza' nasıl gerçekleşiyor?

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ, aşkın, insanı genel anlamda rahatlattığını söylüyor. Prof. Dr. Karşıdağ, "Aşk insanı çok rahatlatan, vücuda huzur ve denge veren, günlük hayatta aslında çok gereksiz olup da kafamıza taktığımız birçok olumsuz şeylerin baskılanmasını sağlayan bir duygu. İnsan huzurlu bir aşk yaşadığında stres faktörü belirgin bir şekilde azaldığı için, pek çok sistemin yanında özellikle şeker metabolizması olumlu bir şekilde etkilenir. Vücutta denge uyandıran, huzur veren her şey direkt olarak sağlığı da olumlu etkiler. Dolayısıyla huzurlu, dengeli, iyi yaşanan bir aşk, kesinlikle sağlığı olumlu etkiler" diyor.

Keyifli hormonlar salgılanıyor

Hormonlar da olumlu bir şekilde 'alt üst' oluyor insan âşık olunca. Âşık olunca çok keyifli hormonların salgılandığını belirten uzmanlar, özellikle endorfin hormonundan söz ediyorlar. Prof. Karşıdağ, "En çok bilinen hormonlardan bir tanesi endorfin... Endorfin insanı rahatlatan, huzur veren bir hormon. Örneğin diyabet hastalığında bir ensülin hormonları, bir de ensülin karşıtı, yani adrenalin, kortizol gibi stres hormonları var. Bu hormonların vücutta fazla miktarda salgılanması, şeker dengesini bozuyor. Vücutta stres hormonlarını salgılatan her durum, bütün sistemleri bozacaktır. Tansiyon yükselir, beslenme bozuklukları ortaya çıkar, kalp atışları hızlanabilir, uykusuzluk başlayabilir, gerginlik yaşanabilir, tüm bunlara neden olan şey stres hormonlarıdır. Kabızlık gibi çeşitli sindirim bozuklukları ortaya çıkabilir. Ama stres hormonlarının geri plana düşmesiyle, daha huzurlu, daha dengeli bir ruh halinin ortaya çıkmasıyla beraber birçok sistem olumlu etkilenecektir.

Aşk, kardiyovasküler sistemi etkileyebilir, tansiyon daha düzene girebilir, özellikle de bağışıklık sistemi güçlenir. Çünkü stres hormonları, özellikle de kortizol geri plana düşmeye başlar" diyor. Aşk, vücudun bütün sistemlerini etkiliyor.

Peki beyinde tam olarak neler oluyor? Beynin farklı bölümlerinin aşkın oluşumunda farklı rol oynadığını belirten Psikiyatr Özkan Kobak, "Beynin dış yüzeyi olan beyin korteksi, duyusal ve cinsel yaşadıklarımızı ve öğrendiklerimizi kaydediyor. Frontal korteks, yani beynin ön bölgesi kişisel eğilimlerimizde, duygusal ve cinsel seçimlerimizde rol oynuyor. Beynin bazal gangliyonlar denilen çekirdekleri ise ilişkiyi, cinsel işlevi başlatma ve zevk almada uyarıcı bölgeler. Duygularımızı yönlendirmede en önemli bölge limbik sistem. Limbik sistem de koku, işitme, görme ve doku hislerinin edinilmesinde ve duygusal çekimde önemli bir bölge. Hormonlar da aşk oluşumunda büyük katkı sağlıyorlar. Bunların başında testosteron ve östrojen geliyor. Melatonin uyarıcı hormon, progesteron, prolaktin artışı cinsel çekim ve eylemleri güçlendiriyor" diyor. Yeni bir araştırmadan da söz ediyor Kobak: "Romantik aşkın beyinde nasıl bir etki yarattığını öğrenmek için birtakım denekler kullanılmış. Bu deneklere sevgililerinin fotoğrafları gösterilmiş ve daha sonra beyin görüntüleme teknikleriyle beyinde nerelerin harekete geçtiği tespit edilmeye çalışılmış. Medial insüla denilen beynin orta bölgesi ve beynin ön bölgelerinde daha fazla kan akımı ve hareketlenme görülmüş. Endorfinler de çok önemli. Bunlar daha çok morfin benzeri etki yapan birtakım hormonlar. Bu hormonlar ağrıları hafifletir, vücut direncini artırır, kişinin daha enerjik, pozitif, mutlu olmasını sağlar, bağışıklık sistemini güçlendirir. Aşık olunca ayaklarımızın yerden kesilmesini işte bu hormonlar sağlıyor aslında. Aşk aslında uyuşturuyor bizi".

Aşk hormonları harekete geçirerek mutlu ve sağlıklı olmamızı sağlıyor. Aşk bittiğinde ise kendimizi mutsuz, sağlıksız, güçsüz, bitkin ve hasta hissetmemizin nedeni de zaten bütün bu hormonların aniden geri çekilmesi... Aşk, vücutta bir takım değişikliklerin olduğu ve farklı bir ruh haline girdiğimiz bir durum. Ancak uzmanlara göre bu durum sonsuza dek sürmüyor. Kobak, "Beyindeki değişiklikler, hissettiğiniz olumlu hava, endorfinlerin salgılanması, kalbin hızlı hızlı atması, ilelebet sürmüyor. Kimisinde bu durum 6 ay, kimisinde 2 sene sürebiliyor. Ama yeni bir çalışmaya göre bu 'pozitif havanın' ortalama 2 sene sürdüğünden söz ediliyor. Daha sonra yavaş yavaş bu dinginleşiyor ve aşkın yerini oturmuş bir sevgi, paylaşım, güvene dayalı bir sevgi alıyor" diyor.

Peki "Aşkımız hiç bitmedi" diyenler yalan mı söylüyor? Uzmanlara göre bunu söyleyenler aslında sevgi, güven ve huzuru, "aşk" olarak nitelendiriyor...

Aşkın yan etkileri de var

Mevsimlerin de çok büyük etkisi var duygu durumumuza. Yani "Ben her bahar âşık olurum" gibi sözler boşuna söylenmemiş. Çünkü özellikle de bahar ve yaz mevsimleri, melatonin uyarıcı hormon salgılanmasını, bu dönemlerde kişilerin duyguları çok daha yoğun hissetmesini ve çok daha kolay âşık olmasını sağlıyor.

Aşkın fizyolojisinden söz eden Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Nörofizyolog Dr. Sabri Derman, bu mekanizmanın genellikle, beyindeki çeşitli fonksiyonları uyaran, artıran ve keskinleştiren hormonların ve nörotransmitter denen sinirler arası uyarıları ileten kimyasal maddelerin artması şeklinde işlediğini söylüyor. Özellikle dopamin, adrenalin, oksitosin ve feniletilamin gibi bileşimlerden söz eden Derman, âşık olunduğunda iştah kapanması veya uyku düzeninin bozulmasını da beyindeki ilgili merkezlerin etkilenmesinden dolayı ortaya çıktığını vurguluyor. Derman, "Aşk süresince insanların sadece duyguları değil, görsel, işitsel, kokusal ve dokunsal algıları, bunlarla ilgili verilerin belleğe geçirilmesi de güçlenir. Sevgili ile ilgili en önemsiz sözler ve ayrıntılar belleğe öncelikli olarak geçer ve yerleşir. Sadece duyular değil, duygular da şiddetli solunum, nefes artışı, kalp atım sayısı artması, terleme, ağız kuruluğu, midede ağrılar, kaslarda zayıflık ve titremelere yol açabilir. Merkezi sinir sisteminin duygularla ilgili limbik sisteminde ve bağlantılı bölgelerdeki tüm reaksiyonların artması ve keskinleşmesi, sadece mutluluk ve haz veren duyuların ve duyguların değil, üzüntü ve acı verenlerin de aşırı şekilde algılanmalarına ve tepki görmelerine neden olur" diyor. Yani başkası söylese duymayacağınız veya aldırmayacağınız bir sözcük devasa anlam ve önemler kazanabilir, gülüp geçeceğiniz olaylar ise pek çok davranış bozukluğuna, hatta ayrılık ve intiharlara dahi yol açabilir.

Derman, "Özellikle mantık, sağduyu, çok yönlü düşünsel becerilerin yönetildiği beynin frontal lobundaki işlevsel değişiklikler, âşıkların 'herkesi kör, elâlemi aptal saymalarına' neden olur, normal zamanda almayacakları riskleri almalarına ve çıkarsamalar, genellemeler, zihinsel silmeler yapmalarına sebep olur" diyor. Derman'a göre aslında aşk, beyinde birtakım 'hasarlara' yol açıyor. Derman, "Beyinlerinin ilgili bölgelerinde hasar oluşması veya kimyasalların etkilerini ortadan kaldıran maddeler, aşkla ilgili duyu ve duygu fırtınalarını da bloke edebilirler. Mesela birçok antidepresan ilaç orgazmı ve ejekülasyonu zorlaştırabilir, kan basıncı düşürücüler ereksiyon sorunu yaratabilir, diğer ilaçlar duygusal küntleşmelere yol açabilir. Öte yandan alkol ve ecstacy, amfetamin gibi merkez sinir sistemini zehirleyecek derecede uyarabilen maddeler, cinsellik ve aşkla ilgili dürtü ve duyguları da arttırırlar ya da azdırırlar. Aşkın sağlıksız etkileri, özellikle tek taraflı veya dengesiz olunca, olumsuz duyguların ve yol açtıkları bedensel işlevlerdeki bozukluklar nedeniyle ortaya çıkar" diyor.

Smyrna
13-02-2007, 15:45
geldik cinsel bilgi faslına, ben bu cinsellikle ilgili olanları okumayım en iyisi:)

mutlu
13-02-2007, 15:47
Bilgisayar Rahatsızlıkları Açısından Risk Altında mısınız?

Birçoğumuz belki şunu söylüyoruz, veya hergün çevremizde söylendiğine şahit oluyoruz:
"Bilgisayarın sağlığımı etkileyeceğini sanmıyorum, çünkü çok fazla yazı yazmıyorum."
Oysa gerçek şu ki, bilgisayar ile meşgul olurken ciddi zararlara uğramak için çok da fazla yazıyor olmanız gerekmiyor. Günümüzde bilgisayarlar iş hayatımıza öylesine girdi ki onları en az kullandığını düşündüğümüz üst düzey yöneticiler bile risk altında. 40 dakikayı aşmayan fasılalarla günde sadece birkaç saat bilgisayar başında kalan bir kişinin sonuçta bir derginin sayfalarını dahi zorlukla çevirecek derecede rahatsızlanması işten bile değil.

Bu alanda en sık karşılaşılan rahatsızlıklardan birisi olan Tekrarlanan Zorlama Yaralanması (Repetitive Strain Injury - RSI)için birçok risk faktörü vardır. Bunlardan bazıları iyi bilinir,örneğin elde mouse uzun saatler bilgisayar başında oturma veya kötü tasarlanmış bir çalışma ortamında bulunma gibi.
Diğer risk faktörleri ise pek bilinmez. Örneğin uzun tırnaklar yazı yazarken parmaklarınızın tuşlara bükülü değil yatay basmasına neden olur. Eğer majör risk faktörlerini bilmiyorsanız, bu en büyük risktir! Çünkü tehlikeleri bilmiyorsanız onlara karşı önlem alamazsınız.

mutlu
13-02-2007, 15:48
Bilgisayar Başında Ne Yapıyoruz?

Oturma

Aynı yerde uzun süre oturmak bir risktir çünkü dolaşımı azaltır, kidolaşım, yazı yazma ve mouse kullanma gibi basit kas aktivitelerisonucu dokuda oluşan metabolizma artıklarını temizlemek içingereklidir. Sürekli olarak dirsekler bükülü ve eller aşağı sarkıkpozisyonda oturma, kollar ve gövde üst kısmının sinirleri ile kaslarınıgerer. Uygun olmayan oturma alışkanlıkları ise sorunu daha da artırır.Örneğin bir dirsek üzerine dayanma sinir sıkışmasına neden olabilirveya ayaklardan birisinin üzerine oturmak bacaklardaki dolaşımıengelleyebilir.

Tekrarlanan Hareketler

Aynı hareketleri tekrar tekrar yapmak, örneğin bir tabloya rakamlargirmek veya mouse ile dolaşmak kasları yorar. Günde iki saat gibi kısabir süre mouse kullanmak bile zararlı olabilir, dört saat kullanım isetehlike içerisindesiniz demektir. Mola vermeden uzun saatler boyuçalışma, kaslara dinlenme imkanı vermez.

Statik Yüklenme

Fazla birşey yapmadan monitöre bakmak, ki buna zaman zaman statikyüklenme de denir, zararlı etkiler doğurabilir. Mouse elinizde,koltuğunuza yayılarak oturuyor olabilirsiniz. Kafanız öne doğru düşer,omuzlarınız ise çöker. Bu durum üst gövde kaslarını boynunuzdan parmakuçlarınıza varıncaya dek gerer. (Ayaklarınız masaya dayalı ve klavyekucağınızda oturmak da çok iyi bir fikir değildir)

Hatalı Teknikler

Hatalı teknik deyince, yazı yazarken bilekler, önkollar veyadirseklerin masa veya kolçaklar üzerine dayanması, dirseklerin vücuttanfazla açılması gibi tutumlar akla gelir. Telefonla konuşurken başıeğerek ahizeyi kulakla omuz arasına sıkıştırmak da kötü biralışkanlıktır. Ayrıca yazarken klavyenin tuşlarına sert darbelerlebasmak veya mouse'u sıkı kavramak da bileği sağa-sola ve aşağı-yukarıaşırı bükülmelere zorlayacağından uygun hareketler değildir.

Kötü Çalışma Ortamı

Uygun olmayan bir pozisyonda çalışmak insanın sadece neşesinikaçırmaz aynı zamanda kasların gerilmesi ve yorulması sebebiylebirtakım olumsuzluklara da yol açar. Uygun olmayan pozisyon genelde çokküçük bir odada çalışmaktan veya rahatsız bir sandalyede oturmaktankaynaklanır. Monitörler çoğu zaman çok yüksek, çok alçak veya fazlacabir yana yerleştirilmiştir. Masa üzerinde duran klavyeler çoğunluklayüksektir, diz üzerine konduğunda ise fazla alçakta kalır. Mouse'larise sıklıkla gerilmeden yetişilemeyecek kadar uzaktadır.

Çalışma Alışkanlıkları

Güçlü çalışma etiğine sahip kişiler kariyerlerinde daha ilerlemekveya daha verimli olabilmek adına çoğu kez kendi ihtiyaçlarınıgörmezden gelirler. Diğerleri ise belli süreler içinde iş yetiştirmetarzında çalışırlar ve haftalık, aylık veya sezonluk olarak yinelenenbu çalışma temposu uzun süreler bilgisayar başında kalınmasına nedenolur. Tekrarlanan Zorlama Yaralanması (RSI) "iyi yürekli insanların hastalığıdır" denilebilir. Hastalığın kurbanları, ek görevler için gönüllü olma alışkanlığına sahip kişiler veya hayır diyemeyenlerdir.

Rahatsızlığın Farkında Olma

İnsanların ağrıları, rahatlıkları, nasıl hareket edip, oturupkalktıkları konusundaki farkındalıkları değişkendir. Bazılarıbilgisayarları ile öyle iç içedirler ki duruşları veya hareketleriniçoğu kez unuturlar. Bu konulara hassasiyet göstermek, semptomlarınfarkına varmanızı ve zarar görmenizi engeller.

Hobileriniz

Olumsuz etkilerin ortaya çıkışında elinizi kullandığınız toplamsaat miktarı önemlidir. Bu yüzden bilgisayar dışı zamanlardaki müzikenstrümanı çalma, video oyunları veya raketli sporlar, bahçe bakımı,bowling, dikiş veya marangozluk gibi faaliyetlerdeki el hareketlerinide hesaba katınız. Voleybol, vurmalı çalgılar ve benzeri yoğun elkullanımı gerektiren aktivitelerden kaçınmanız ise uygun olur.

Zorlanmaya Yatkınlık

Bir dizi anatomik farklılıklar veya tıbbi koşullar sizi TekrarlananZorlama Yaralanması'na (RSI) yatkın hale getirebilir. Eğer humerusunuz(üst kol kemiği) çok uzunsa, ayakta çalşmadıkça, klavyeyi kullanabilmekiçin dirseklerinizi geri çekmek zorunda kalırsınız. Şişmanlık, fizikselkusur, eklem iltihabı, hormonal değişiklikler, tiroid hastalığı vediğer birçok tıbbi koşul olumsuzlık yaratabilir.

Eğer bu risk faktörleri size tanıdık geliyorsa, sorunlarınız başlamadan önlemlerinizi alınız. Tekrarlanan Zorlama Yaralanması (RSI)ortaya çıktı ise çalışma kapasiteniz oldukça düşecektir, çünkü sakıncalı aktiviteleri tekrarladığınızda veya sadece günlük işlerinizi bile yaptığınızda kendinizi tekrar yaralama riskiniz oldukça artacaktır.

Yaralanma riskinizi azaltmanın en iyi yolları bilgisayar başında geçirdiğiniz zamanı azaltmanız, düzenli ve sık molalar vermeniz(en az 20 dakikada bir), uzun süreler oturmaktan kaçınmanız ve üst vücut kaslarınıza, özellikle de sırt kaslarınıza, haftada 3 ila 5 kez germe ve kuvvetlendirme egzersizleri yapmanızdır.

kaynak: Bursa Sağlık Müdürlüğü

mutlu
13-02-2007, 16:04
sevgili mutlu arkadaşım yazdıklarının bazıları çok faydalı ben zevkle okuyorum ben senden bir şey rica edeceğim, sağlıkla ilgili çok ilginç ve güzel bilgiler var bunları sağlığımızla ilgili olanları toplayıp bir topik haline getirsen, bu sağlık bilgileri çok önemli bence, mesela bu kulak masajı olayını çok merak ettimde kulağa nasıl bastırcaz kulak pençesi neresi tam olark çözemedim:)

saygılar.

KIYMETLİ SMYRNA,
Öncelikle nezaketinizden dolayı teşekkür ederim.
İşim icabı masabaşı çalışan biriyim. Bulduğum faydalı bilgileri sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. yararlı olabiliyorsak ne mutlu bize.
sitede sağlıkla ilgili bölüm var diye karışık bilgiler demeti sunmayı düşünmüştüm. özelden gelen yazılar ve verilen puanlara baktığımda sağlık ile ilgili ilginç yazılar daha etkili olmuş. bu fikrinizi dikkate alacağım.

"kulak pençesi neresi?" demişsiniz.
yazıda kulak kepçesi diye geçiyor. malum kulak üç bölümdür. dış kulak, orta kulak ve iç kulak. dış kulağın kıkırdakla desteklenen ve deri ile kaplı dış bölümü kulak kepçesi (aurikula) adını alır.

yazı gayet açık. yazıyı okuduğumda yıllar önce akupunktur yaptırdığımda iğnelerin yerleştirildiği yerleri aklıma geldi ve oraları ovalamaya başladım. faydasını gördüm. yazıyı siz de tekrar okursanız dış kulağınızı yukarıdan kulak memesi dahil ovalarsanız rahatlarsınız.


saygılar.

mutlu
13-02-2007, 17:47
geldik cinsel bilgi faslına, ben bu cinsellikle ilgili olanları okumayım en iyisi:)

okumak istememe sebebiniz nedir? açıklayabilir misiniz acaba? :cry:
sanki "ben almayayım. hiç işim olmaz." cinsinden yazmışsınız da...:he:

bu yazılar insanı kışkırtan yazılar değil faydalarını söylüyo sadece.:yes:

Smyrna
13-02-2007, 17:56
alakası yok sevgili mutlu, çok teşekkür ederim o yazımın altında pek bi anlam aramayın espriydi sadece elbetteki memleketimizdeki en önemli sağlık sorunlarının başında cinsel olanlar gelir aynı zamanda en az tedavi olunan daldır bence

Eline sağlık işlrinde başarılar sevgili dostum

hayırlı akşamlar.

mutlu
14-02-2007, 16:51
alakası yok sevgili mutlu, çok teşekkür ederim o yazımın altında pek bi anlam aramayın espriydi sadece elbetteki memleketimizdeki en önemli sağlık sorunlarının başında cinsel olanlar gelir aynı zamanda en az tedavi olunan daldır bence

Eline sağlık işlrinde başarılar sevgili dostum

hayırlı akşamlar.

haklısın. doğru söze ne denir? eyvallah.

mutlu
15-02-2007, 17:33
Saçlarınızı her gün yıkamayın

Dr. Esra Özgüroğlu, sağlıklı saçlara sahip olmak için, sağlıklı, dengeli ve doğru beslenmek gerektiğini, her gün yıkananan saçların yıprandığını söyledi.

http://img224.imageshack.us/img224/8517/52242151d27bdi8.jpg


Kocaeli'nin Gebze İlçesi'ne bağlı Çayırova Beldesi'nde bulunan Anadolu Sağlık Merkezi'nin (ASM) Dermatoloji Bölümü'nde görevli Dr. Esra Özgüroğlu, sağlıklı saçlara sahip olmak için, sağlıklı, dengeli ve doğru beslenmek gerektiğini, her gün yıkananan saçların yıprandığını söyledi.

ASM Dermatoloji Bölümü'nden Dr. Esra Özgüroğlu, insanların dış görünüşünde saçların çok önemli bir rol oynadığını ifade ederek, sağlıklı saçlara sahip olmak için bazı kurallara uyulmasının yeterli olacağını söyledi.

Sağlıklı saçlara sahip olmanın herkesin arzusu olduğunu vurgulayan Dr. Özgüroğlu, "Saçın esas maddesi keratin denilen bir proteindir. Sağlıklı saçlara sahip olmak istiyorsak, unutulmaması gereken en önemli nokta, saçın sadece kökünden beslenebileceğidir. Saç sadece kökünden beslenir. Bu kural hiç unutulmamalıdır. Sağlıklı saçlara sahip olmak için, sağlıklı, dengeli ve doğru beslenmeliyiz. Dışarıdan lokal olarak uygulanan preparatlar, saçlarımıza sağlık getirmez. Bu tür uygulamalar, saçların yıpranmış görüntüsüne, kısa süreli değişmeler dışında yarar sağlamaz. Saçlarımız için gerekli olan besin maddeleri, saçlarımıza, sadece kan yoluyla ulaşabilir. Yeterli protein, demir, çinko, biotin ve folik asit içeren beslenme şekli, saçlarımız için çok önemlidir" dedi.

Saç boyası, renk açıcılar, jöle ve köpük gibi kimyasal maddelerin günümüzde çok sık kullanıldığının da altını çizen Dr. Özgüroğlu, "Bu maddeler doğru kullanıldığında, nadiren saçlara zarar verir. Çok sık ve uzun süreli uygulamalar, saçların zaman içinde zayıflamasına ve kırılmalara sebep olur. Sık şampuanlama saçların yıpranmasına sebep olur. Gün aşırı yıkama, saç sağlığı açısından uygun gözükmektedir. Saçlar ıslak iken daha kırılgandır. Islak saçlar yumuşak havlularla ve düşük ayarlı kurutma makineleriyle kurutulmalıdır. Aynı şekilde kaba ve sert fırçalama, saçların çabuk yıpranmasına ve mat görünmelerine neden olmaktadır. Kimyasal içeriği az olan bakım ürünleri kullanmalıyız. Örneğin ammoniyum lauryl sülfat ya da silikon içeren ürünler, saçlarımızı aşırı kurutarak daha kolay kırılmalarına yol açmaktadır. Sıkı toplanmış saçlar, at kuyrukları, topuzlar ve örgüler saçların köklerini zayıflatmaktadır. Özellikle alnın yan kısmındaki saç dökülmelerinden, sıkı ve gergin toplamalar sorumludur" diye konuştu.

Saçların kestirilmesinin, saçlara sağlık açısından bir katkıda bulunmadığını söyleyen Dr. Esra Özgüroğlu, "Saç sağlığı için en önemli olan diyetin içeriğidir. Protein açısından yetersiz diyetler, saç köklerini dinlenme dönemine sokarak, proteinden tasarruf etme yoluna gider. Bu ağır diyetleri takiben 2-3 ay içinde yaygın saç dökülmesi görülebilir. Unutulmaması gereken saçın kökünden beslendiğidir. Dolayısıyla bu yüzden saçlarımızı kestirmek, saçlara sağlık açısından bir katkıda bulunmaz" şeklinde konuştu.

(İHA)

mutlu
16-02-2007, 16:23
Annelere 'pudra' uyarısı


Bebek cildinde meydana gelen sorunların başında yer alan ve pişiklerde kullanılan pudra, cilt travmasını artırıyor.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görev yapan Yrd. Doç. Dr. Hayri Levent Yılmaz, annelere 'pudra kullanmayın' uyarısında bulundu.

Pişikten korumak için, bebeğin altını kirletir kirletmez, değiştirmeyi ve ılık su ile temizlemeyi öneren Yılmaz, bebeklerin altlarının sabunla kesinlikle temizlenmemesi gerektiğini açıkladı:

''Cilt kıvrımlarına özen gösterilerek ılık suyla yıkanmalı. Kurulama için sert cisimler yerine yumuşak, emiş gücü yüksek havlu kullanılmalı. Hazır olarak satılan ıslak mendiller ile pudra kesinlikle kullanılmamalı.

Çünkü pudranın tanecikleri ve sonrasında oluşan küçük pudra kümecikleri en hareketli bölge olan kasık bölgesinde ve kıvrımları arasında sürtünmeye bağlı cilt travmasını artırarak pişik gelişimine zemin hazırlar.

Bunun yerine her alt temizliğinden sonra pişiği önleyici kremler sürülmeli. Bu kremlerde pişik oluşmadan önce kullanılmalı. Pişik oluştuktan sonra sürülen kremler faydasız olur.''

Yılmaz, kalorifer, klima veya elektrikli soba kullanılan evlerde bebeklerin cildinde kurumayı önlemek için nemlendirici kremlerin kullanılması gerektiğini de sözlerine ekledi.

mutlu
16-02-2007, 16:25
Bazı müzikler sara nöbetini tetikliyor




Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdal Işık, Tuna Valsi, Beşinci Senfoni ve İbrahim Tatlıses'in bazı türkülerinin sara nöbetlerini tetiklediğini belirtti.

Prof. Dr. Işık, bazı müziklerin sara nöbetini tetiklemesinin beynin dominant olmayan yarımküresiyle ilişkili olduğunun ileri sürüldüğünü söyledi.

Dostoyevski'nin sara nöbetlerinde olduğu gibi nöbet öncesi kısa süreli ve kişiye zevk veren haberci dönemlerinin izlenebilmesi, bu nöbetlerde beynin yan ve duygularla ilişkili limbik sisteminde de rolü olabileceğini düşündürdüğünü belirten Işık, beyin işlevini ortaya koyan çalışmalarda ise ses, ritim, melodi ve armoninin müzik kulağının beynin sağ yarımküresiyle ilişkili olduğunu dile getirdi.

Sesin şiddetindeki değişmelerin ya da müzikle öğrenme ve düşünceleri müzikle
harekete geçirme gibi düşünce kalıplarının beynin sol yarımküresiyle ilişkili
olduğunu belirten Işık, depresyonda da hızlı ritimli müzik parçalarının olumlu rol oynayabileceğini söyledi.

Kişiyi dış dünyaya bağlayan araç

Işık, müziğin bulimia ve anorekside yiyecek saplantısının yerine konabileceğini, diğer kişilerde ise iletişim kurma ve uğraşı tedavisinde, bunama olan kişilerde de kişiyi dış dünyaya bağlayan bir aracı olarak kullanılabileceğini açıkladı.

Türk müziği makamları

Tedavide hastanın akli ve psişik güçlerini artırmanın, mücadele için cesaret
vermenin ve sevdiği insanlarla biraraya getirip en iyi müziği dinletmenin
gerekli olduğunu belirten Işık, Türk müziğinin de çeşitli etkileri olduğunu
belirtti.

Işık, hicaz makamının alçak gönüllülük verici, rast ve mahur makamının neşe
ve huzur verici, hüseyni makamının sükunet ve rahatlık verici, saba makamının
cesaret ve kuvvet verici, uşşak makamının gülümsetici ve acemaşiran
makamının ise gevşetici olduğunu kaydetti.
Müzikle terapinin tedavi girişimlerinin sınırlı olan psikiyatrik hastalıklarda yardımcı bir tedavi yaklaşımı olarak ele alınabildiğini belirten Işık, ancak tek başına iyileştirici bir yöntem olarak düşünmenin doğru olmadığını söyledi.

mutlu
16-02-2007, 16:42
Tehlike evlerimizde

Uzmanlar, "Ebeveynler interneti bilmiyor, çocuklar internetin zararlı etkileri altında kalıyor. İnsanlar yılın 70 gününü televizyon başında geçiriyor" diyorlar

Samsun Rehberlik ve Araştırma Merkezi (RAM) Müdürü Alican Usta, çocukların okulda 900 saat geçirirken televizyon karşısında bin 500 saatlerini geçirdiklerini belirterek, televizyon izlemenin basit bir etkinlik olmadığını ve doğru kullanılması gerektiğini söyledi.

Televizyon, sinema, yazılı ve görsel basın, internet gibi medya elemanlarının yaşamı renklendiren birer araç olmaktan ziyade toplumsal hayatı yönlendiren, biçimlendiren bir konumda olduğunu kaydeden Usta, "Bu nedenle medyada sunulanlar doğrudan değil, eleştiri süzgecinden geçirilerek alınmalı" dedi.
Bugün her evde televizyon bulunduğunu, kısa bir süre sonra internetin de olacağını ifade eden Usta, "Televizyon tek taraflı bir kültür aktarma aracı olduğundan bunu izlemek basit bir etkinlik değildir. Televizyon gerçeği değil, imal edilen gerçeği yansıtır. Televizyon seyircisini elinde tutabilmek için olayları dramatize eder ve suni yapay bir duygusal ortam oluşturur, insanlara doğal bir durum gibi sunulur. Televizyon doğru kullanılmalıdır" uyarısında bulundu.

İnsanların yılın yüzde 19'unu yani yaklaşık 70 gününü televizyon başında geçirdiğini dile getiren Usta, "Çocuklar 900 saatlerini okulda, bin 500 saatlerini televizyon karşısında geçiriyor. Çocukların yüzde 82'si televizyonda hangi programı izleyeceklerine kendileri karar veriyor. Çocukların önemli bir kısmı programları seçerek değil, gelişigüzel izliyor" diyerek, ebeveyn yönlendirmesinin olması gerektiğini vurguladı.

Ebeveynlerin çocukların televizyon izlemeleri üzerinde herhangi bir kontrolünün olmamasının en tehlikeli boyut olduğuna değinen Usta, "Hatta ebeveynler çocuklarını kontrol edebilmek adına televizyon başında oturmalarını kardan sayıyor. Oysa televizyonda sürekli ve tek yönlü bir kültür akışı söz konusu. Çocuklarımız çoğu zaman ekranda sunulan yapay dünya ile gerçek dünya arasındaki farkı ayırt edemiyor. Televizyon izlemek asla basit bir etkinlik değil ve mutlaka ebeveyn rehberliğini gerektiriyor. Çocuğunun arkadaş seçimine, uygunsuz insanlarla konuşmasına tepki gösteren ebeveyn, televizyondaki kültür akışına seyirci kalmamalı" diye konuştu.

Televizyonun çoğu zaman rating uğruna kahramanlar oluşturduğunu, olayların kahramanı yapılan kişilerin daha sonraki hayatlarında neler yaptıklarının kimse tarafından bilinmediğini, olayların kahramanlarının bir müddet sonra insanlar tarafından unutulup gittiğini ancak bıraktıkları izlerin toplumda tahribat oluşturduğunu açıklayan Usta, bu suni kahramanların çocuklar tarafından model alınmasının zararlarına dikkat çekti. Çocukların şiddet ve cinsellik içerikli programlardan olumsuz etkilendiğini söyleyerek, "RTÜK'ün 2006'da başlattığı ikaz işaretlerine kaç kişi uyuyor?" diyen Usta, internetin de televizyonlar kadar etkileyici olduğunu ve ebeveynlerin bu konuda bilgisi bulunmadığını anlattı. Usta, "Çoğu ebeveynin bilgisizliği, çocukların interneti ve bilgisayarı hangi amaçlı kullandıklarını denetlemeyi engelliyor. İnternet farklı kültürleri tanıma, her türlü bilgiye ulaşma, kişinin değişik kültürlerden hatta dünyanın değişik bölgelerinden arkadaşlar edinerek sosyal ilişkilerinin gelişimine katkıda bulunma, normal hayatta tecrübe etmekte zorlanacağı bazı yaşantıları bilgisayar ortamında deneme fırsatı bulma gibi çok değerli olanakları sunuyor. Bunun yanı sıra internette zararlı bilgiler, çocuklar için uygun olmayan içerikler mevcut. Şiddet, uygunsuz cinsel içerik, yasadışı faaliyetler içeren pek çok site bulunuyor.

Çocuklarımız bu zararlı içerikle de sıklıkla karşılaşıyor. Aslında internet kullanıcılarının internet üzerindeki bilgiye kontrollü olarak ulaştıklarını söylemek güç. Adres üzerine bir bilgiye ulaşmak yerine gelişi güzel taranarak bilgiye ulaşılmaya çalışılıyor. Bu arama sırasında da pek çok zararlı içeriği olan siteye ulaşılabiliyor. İnternet üzerindeki zararlı içerikli sitelerin binlerce olduğunu biliyoruz. Bu sayı her geçen gün daha da artıyor" dedi.

Gençlerin interneti chat amaçlı kullandığına işaret ederken, internet üzerinden kurulan sanal ilişkinin ne kadar iyi olursa olsun asla gerçek bir ilişkinin yerini tutamayacağının altını çizen Usta, sürekli internet üzerinden kurulacak sanal bir ilişkinin çocuk ve gençlerin sosyal iletişim becerilerinin gelişmesine engel olduğunu belirtti.

Bilgisayar, internet gibi teknolojik donanımların hayatı kolaylaştırmak, yaşantıyı zenginleştirmek için varolduğunu, hayata engeller çıkararak, sosyal ve kişisel düzeni bozmak için olmadığını kaydeden Usta, şu uyarılarda bulundu:

"Aşırı bilgisayar kullanan kişilerde; günün büyük bölümünü bilgisayar başında geçirmek isteme, bilgisayar başında geçirdiği süreyi kontrol edememe, bilgisayarın en iyi arkadaş olduğuna inanma, gerçek arkadaş ortamlarından ziyade internet üzerinden kurulmuş sanal arkadaşlıklara yönelme, sosyal ilişkilerde azalma, dışarıya çıkmak istememe, aile içi ilişkilerde azalma ve sosyal rollerde aksama, okul ve iş performansında düşüş görülebilir. Ayrıca buna eşlik eden fizyolojik rahatsızlıklar da meydana gelebilir."

mutlu
16-02-2007, 16:45
Kansere Karşı 5 Öneri

--------------------------------------------------------------------------

Uzmanların kansere karşı korunmanız için 5 önerisi var..

Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu (TKAK) Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk, tütün kullanılmaması, sağlıkla beslenilmesi, egzersiz yapılması, bazı kronik enfeksiyonlara yakalanmamaya dikkat edilmesi ve ultraviyole ışınlardan uzak durulması halinde "katil kanser" türlerinin yüzde 43'ünden korunmanın mümkün olduğunu söyledi.

4 Şubat'ın tüm dünyada Dünya Kanser Günü olarak anıldığını vurgulayan Kutluk, "Bu seneki Kanser Günü'nde 'Yarın için Bugün Hemen Harekete Geçin' sloganıyla çocuk, yetişkin herkesi kanserden korunmaya çağırıyoruz" dedi.

Hedef 10 milyon insan...

Dünyada her yıl 11 milyon kişinin kansere yakalandığını belirten Kutluk, bu hızla giderse 2020'de her yıl kansere yakalan sayısının 16 milyon kişiye ulaşacağına dikkat çekti. Türkiye'de de yaklaşık olarak her yıl 150 bin kişide kanser vakası görüldüğünü ifade eden Kutluk, "Bu mesajları 4 Şubat'ta yazılı, görsel basın aracılığıyla, konferanslar, broşürler, afişlerle 10 milyon kişiye ulaştırmaya çalışacağız " diye konuştu.

TÜTÜNLE İLİŞKİLİ:

Tüm kanserlerin yüzde 30'unun tütün kullanımı ile ilgili olduğunu anlatan Kutluk, "Başta akciğer kanseri olmak üzere, sindirim sistemi kanserleri, idrar torbası kanserleri, böbrek kanseri tütünle alakalı. Tütünü önlersek burada çok ciddi kazanımlar elde ederiz" diye konuştu.

BESLENMEYE DİKKAT EDİN:

Kutluk, sağlıklı beslenmenin kanserden korunmada önemli olduğunu belirtti.

EGZERSİZ YAPIN:

Sağlıklı beslenme ile egzersiz yaparak şişmanlıktan kaçınmanın mümkün olduğunu ifade eden Kutluk, "Şişmanlığın kalınbağırsak kanseri, meme kanseri ve rahim kanseri gibi bazı kanser türleriyle ilişkisi olduğu biliniyor" dedi.

ENFEKSİYONA DİKKAT:

"Tüm dünyadaki kanserlerin yaklaşık yüzde 20'sinin nedeninin kronik enfeksiyonlar olduğunu söyleyen Kutluk, "Her yıl hepatit B hastalığından kaynaklanan çok sayıda kanser vakası görülüyor. Hepatit B aşısı yapıldığı zaman karaciğer kanserinden korunabiliyoruz. Aşıyla korunulabilecek 2. kanser rahim ağzı kanseri. Her yıl dünyada 500 bin kadın rahim ağzı kanserinden mustarip, bunların 270 bini ölüyor. Şimdi geliştirilen bir aşıyla rahim ağzı kanserinden korunmak mümkün" dedi.

mutlu
16-02-2007, 16:47
Balık yağı çocukta 'koordinasyonu' artırıyor


Bir araştırmaya göre yüksek dozda balık yağı alan hamile kadınların bebeklerinde el ve göz koordinasyonu diğerlerine kıyasla daha fazla oluyor.

Avustralya'da 98 hamile kadını kapsayan küçük çaplı bir araştırmada doğumdan önceki 20 hafta boyunca katılımcıların bir kısmına hergün 4 gram balık yağı diğer kısmına ise 4 gram zeytin yağı içirildi.

Doğumdan sonra 72 bebek, 2.5 yaşına dek konuşma, davranış, pratik mantık ve el ve göz koordinasyonu açısınında testlerden geçirildi.

Balık yağı grubunda 33, zeytin yağı grubunda ise 39 bebek bulunuyordu.

Araştırmanın sonucunda balık yağı grubunun anlama, kavrama ve kelime haznesi bakımından biraz daha üstün olduğu ortaya çıktı.

Ancak en önemli fark, balık yağı grubunun çok yüksek puan aldığı el ve göz koordinasyonunda görüldü.

Emzirme ve annelerin yaşları gibi faktörler hesaba katıldığında bile, balık yağı grubunun büyük farkla önde olduğu görüldü.

Araştırmacılar "annelerin hamilelik sırasında aldığı balık yağı desteğinin hem fetus hem de bebeğe hiçbir zararı yok. Aksine bebeğin göz ve el koordinasonu açısından potansiyel faydası var" dedi.

Araştırma, Batı Avustralya Üniversitesi Pediatri ve Çocuk Sağlığı Bölümü tarafından gerçekleştirildi.

Smyrna
16-02-2007, 16:50
balık yağının çok faydalı olduğunu biliyorum bende kullandım bir ara tadı çok kötü ama....

mutlu
16-02-2007, 16:59
Depresyon İlacı Kemik Kırıgı Riskini Artırıyor

--------------------------------------------------------------------------

ABD ve Kanada'da yapılan bir araştırmada, depresyon ilacı kullanan yaşlılarda düşmekten kaynaklanan kırık riskinin iki kat artabileceği belirlendi.

ABD'nin Vanderbilt Üniversitesi Tıp Merkezi ile Kanada'nın Montreal kentindeki McGill Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yapılan araştırmada, 'selektif serotonin geri alım inhibitörleri' (SSRI) olarak bilinen antidepresanları kullanan yaşlı hastaların, düşmeye bağlı olarak kemik kırılması riskinin iki kat artabileceği tespit edildi.

Doktorlar, ABD'de yaşlı depresyon hastalarının tedavilerinde yaygın kullanılan Prozac ve Paxil gibi ilaçların da bu gruba dahil olduğunu belirtti.

Araştırmalar sonunda doktorlar, depresyon ilaçlarının kullanımına bağlı olarak tespit ettikleri riskin, kırıklara yol açan diğer risk faktörlerine göre yüksek olduğunu vurguladı.

Bu vakalarda inceledikleri kırıkların 'düşük travmalar' olduğunu belirten doktorlar, bunların küçük çarpmalar veya her gün yapılan yürüme ya da ayakta durma gibi faaliyetlerin kemiklere uyguladığı baskının sonucu olarak ortaya çıkabildiğini kaydetti.

Antidepresanların yaşlılarda kırık riskini arttırdığını gösteren bu sonuçların daha araştırılmasının gerektiğini vurgulayan doktorlar, araştırmalarının sonuçlarını Archives of Internal Medicine tıp dergisinin son sayısında yayımladı.

BUSHIDO
16-02-2007, 16:59
Dis macunlarinda dis curumelerine yararli olarak bildigimiz, ve bildigim kadari ile, sehir su sebekelerine katilmaya da baslanilar Sodium Fluoridate'in(NaF), bir zamanlar Nazi Almanya'sinda ve Stalin Sovyetler Birligi'nde bireyleri pasifize etmek ve bas kaldirmayan, ilimli vatandaslara dondumek icin icme suyuna katilan kimyasal bir madde oldugunu biliyormuydunuz?

Zehirli bir madde olan NaF'in dis curuklerine iyi geldigi hala ispat edilememis bir gercektir. Ama halen bunu dis macunlarina katarak toplumu pasifize etmeye calisiyorlar.

Lutfen kendinizde arastirin ve ona gore karar verin.

NaF a hayir!

http://en.wikipedia.org/wiki/Sodium_fluoride

Toothpaste often has sodium fluoride as an ingredient due to claims by some organizations that it prevents cavities. Its actual effects and use remains the subject of scientific debate.

Sodium fluoride can be lethal when ingested. Some countries (e.g. United States) require fluoridated toothpaste to carry a warning label, as infants and children are more susceptible to both swallowing toothpaste and, even in small doses, acute toxicity from fluoride.

http://video.google.com/videoplay?docid=8667011121551944391&q=great+depression

http://en.wikipedia.org/wiki/Water_fluoridation#Controversy

Water fluoridation by public authorities has occasionally provoked controversy. Advocates of water fluoridation say that fluoridation is similar to fortifying salt with iodine, milk with vitamin D and orange juice with vitamin C and say it is an effective way to prevent tooth decay. Those opposed to public fluoridation of drinking water say that water fluoridation can have harmful health effects such as dental fluorosis, bone cancer and osteoporosis which outweighs the purported benefits of water fluoridation. Some opponents claim that releasing fluoride compounds into municipal water takes away individual choice as to the substances a person ingests and amounts to mass medication.
http://video.google.com/videoplay?docid=-7422984715562163381&q=fluoridate+waterWindows/Mac Windows/Mac

The Mellon Institute, an industry-funded research institute, was notorious for giving industry the "scientific" information it needed to ... all » defend itself against lawsuits. In addition to producing "evidence" suggesting that inhaling asbestos was perfectly safe for workers, the Mellon Institute also published some of the key evidence supporting the effectiveness of fluoride in fighting tooth decay. Indeed, it was an aluminum industry funded scientist,

mutlu
16-02-2007, 17:02
balık yağının çok faydalı olduğunu biliyorum bende kullandım bir ara tadı çok kötü ama....

balık yağı çok kokuyor kendime hiç kullanmadım. cocuklarıma çok kullandım.

bir de ney üfleyenler bilir. ney düzenli olarak yağlanır. bazen yağlama amacıyla kullanırım.

mutlu
16-02-2007, 17:39
Dis macunlarinda dis curumelerine yararli olarak bildigimiz, ve bildigim kadari ile, sehir su sebekelerine katilmaya da baslanilar Sodium Fluoridate'in(NaF), bir zamanlar Nazi Almanya'sinda ve Stalin Sovyetler Birligi'nde bireyleri pasifize etmek ve bas kaldirmayan, ilimli vatandaslara dondumek icin icme suyuna katilan kimyasal bir madde oldugunu biliyormuydunuz?

Zehirli bir madde olan NaF'in dis curuklerine iyi geldigi hala ispat edilememis bir gercektir. Ama halen bunu dis macunlarina katarak toplumu pasifize etmeye calisiyorlar.

Lutfen kendinizde arastirin ve ona gore karar verin.

NaF a hayir!

http://en.wikipedia.org/wiki/Sodium_fluoride

Toothpaste often has sodium fluoride as an ingredient due to claims by some organizations that it prevents cavities. Its actual effects and use remains the subject of scientific debate.

Sodium fluoride can be lethal when ingested. Some countries (e.g. United States) require fluoridated toothpaste to carry a warning label, as infants and children are more susceptible to both swallowing toothpaste and, even in small doses, acute toxicity from fluoride.

http://video.google.com/videoplay?docid=8667011121551944391&q=great+depression

http://en.wikipedia.org/wiki/Water_fluoridation#Controversy

Water fluoridation by public authorities has occasionally provoked controversy. Advocates of water fluoridation say that fluoridation is similar to fortifying salt with iodine, milk with vitamin D and orange juice with vitamin C and say it is an effective way to prevent tooth decay. Those opposed to public fluoridation of drinking water say that water fluoridation can have harmful health effects such as dental fluorosis, bone cancer and osteoporosis which outweighs the purported benefits of water fluoridation. Some opponents claim that releasing fluoride compounds into municipal water takes away individual choice as to the substances a person ingests and amounts to mass medication.
http://video.google.com/videoplay?docid=-7422984715562163381&q=fluoridate+waterWindows/Mac Windows/Mac

The Mellon Institute, an industry-funded research institute, was notorious for giving industry the "scientific" information it needed to ... all » defend itself against lawsuits. In addition to producing "evidence" suggesting that inhaling asbestos was perfectly safe for workers, the Mellon Institute also published some of the key evidence supporting the effectiveness of fluoride in fighting tooth decay. Indeed, it was an aluminum industry funded scientist,

çok ilginçti.
teşekkürler sayın bushido.:super:
macun konusuna dikkat etmek lazım.:yes:

ÇAKAL
16-02-2007, 21:22
Dis macunlarinda dis curumelerine yararli olarak bildigimiz, ve bildigim kadari ile, sehir su sebekelerine katilmaya da baslanilar Sodium Fluoridate'in(NaF), bir zamanlar Nazi Almanya'sinda ve Stalin Sovyetler Birligi'nde bireyleri pasifize etmek ve bas kaldirmayan, ilimli vatandaslara dondumek icin icme suyuna katilan kimyasal bir madde oldugunu biliyormuydunuz?

Zehirli bir madde olan NaF'in dis curuklerine iyi geldigi hala ispat edilememis bir gercektir. Ama halen bunu dis macunlarina katarak toplumu pasifize etmeye calisiyorlar.

Lutfen kendinizde arastirin ve ona gore karar verin.

NaF a hayir!


Allah Allah,hiç bişeyden habersiz ot gibi yaşıyoruz,hayret bişey.:grrr:

sağol Bushi kardeş.:wink:

mitli
17-02-2007, 12:37
Ev İçin Püf Noktaları



1) Gözlüğünüzün vidası çok çabuk çıkıyorsa vidayı takmadan önce,vidanın gireceği deliğe renksiz oje damlatın.Vidayı öyle takın.
2) Satın aldığınız ayakkabılar ayağınızı sıkıyor ise onları bir kaç dakika buhara tutun.
3) Makasınızı bilemek istiyorsanız, zımpara kağıdı kesin.
4) Halıdaki sigara yanıklarından,­yanık­ y­er­ler üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler yaparak kurtulabilirsiniz.
5) Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde halıların üzerinde iz bırakır.Bu izleri yok etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun ve erimesini bekleyin.Daha sonra üzerinde elektrik süpürgesini gezdirin.İzden eser kalmadığını göreceksiniz.
6) Fermuarlı giyeceklerinizi çamaşır makinesine koymadan önce kapalı olup olmadığını kontrol edin.Açıksa zedelenebilirler.
7) Üst üste koyduğunuz bardaklar yapışıp çıkmıyorsa bir leğenin içerisine koyun.Üstteki bardağın içerisine buz koyup leğenin içerisine yavaş yavaş sıcak su koyun.Bardakları n kolayca çıktığını göreceksiniz.
8) Satın aldığınız plastik ve cam eşyalarin üzerine yapıştırılan etiketlerden kurtulmak için etiketin üzerine yemeklik margarin sürün ve 15 dakika bekletin.Bir bez ile ovalayıp yıkayın.Üzerinde hiç bir leke ve çizilme oluşmayacaktır.
9) Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi azaltmak için ütü masasının kılıfının altına alüminyum folyo koyun.Sıcağı geri yansıtacağından ütü yapmak daha kolay olacaktır.
10) Bez pabuçların temizlenmesi sorun oluyor ise pabuçları bir yastık kılıfının içerisine koyun.Kılıfın ağzını kapayın ve çamaşır makinasında yıkayın.Yeni gibi olacaklardır.
11) Buz kalıplarınızı su ile doldurmadan önce bölmelere portakal,limon ve dilediğiniz meyve parçacıkları yerleştirirseniz dekoratif buzlar elde etmiş olursunuz.
12) Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları saatlerce sıcak suda bekletmeyin, aksine kolonya ile ovalayın.Bileklerini z ve ayaklarınız şişmeyecektir.
13) Eğer ayaklarınız çok hassas ise,sıcak havalarda şikayetleriniz artıyorsa,her sabah bir kaç damla zeytinyağı ile ovalayın.
14) Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk yıkamada bir gece soğuk suyun içerisinde bekletin,sonra yıkayın,çekmeyeceklerd ir.
15) Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini istemiyorsanı z,bir dilim limon ile ovun.Böylece yumuşacık olacaklardır.
16) Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde bir miktar sirke kaynatın.Bu işlem ilerde kızartmalarınızı n tavaya yapışmasını önleyecektir.
17) Cevizle dost olun.İçindeki yağ beyin hücreleri için çok yararlıdır.Kan şekerini düşürdüğü için şeker hastalarına da uzmanlar tarafından tavsiye edilir.
18) Duvarınıza çivi çakacağınız zaman işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırın.Çiviyi öyle çakın. Böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız.
19) Kızartma yağını bir kaç kez kullanabilirsiniz. Kullanılır durumda olup olmadığını anlamak için kızgın yağın içerisine bir dilim ekmek atın.Ekmekte kara lekeler oluşmuyorsa kullanabilirsiniz.
20) Cevizlerin kabuklarını kolayca açabilmek için onları bir gece tuzlu suyun içerisinde bekletin.Böylece içleri de dağılmayacaktır.
21) Unlarınızın böceklenmemesi için,un kavanozunun içerisine bir adet defne yaprağı koyun.
22) Fırında patates yapmadan önce,10-15 dakika haşlayın ve çatal ile delin.Daha kolay pişecektir.
23) Büyük miktarda patatesiniz var ise torbanın içerisine bir adet elma koyun.8 hafta boyunca filizlenmesini ve büzüşmesini önler.
24) Kullanılmış limon kabuklarını rendeleyip şeker ile karıştırın.Kavanozun içerisinde buzdolabında uzun bir süre saklayabilirsiniz. Böylece pasta yaparken elinizin altında hazır bulunur.
25) Kabarık bir omlet yapmak istiyorsanız, bir çorba kaşığı suyun içerisine bir çay kaşığı mısır unu karıştırın. Hazırladığınız karışımı yumurtaya ilave edin.Böylece kabarık bir omlet yapmış olacaksınız.
26) Sarımsaklarınızı her zaman elinizin altında hazır bulundurmak istiyorsaniz kabuklarını soyduktan sonra bir kavanoza doldurup üzerine zeytinyağı koyarak muhafaza edebilirsiniz. Ayrıca bu yağ yemeklerinize, salatalarınıza ayrı bir lezzet katacaktır.
27) Peyniri kolay rendelemek için,15 dakika buzlukta bekletin.
28) Bisküvileriniz yumuşamışsa onları birkaç dakika fırınlayın.
29) Çekmeceleri içini boşaltmadan temizlemek istiyorsanız, elektrik süpürgesinin ucuna ince bir çorap geçirin.
30) Fırında tavuk kızartacağınız zaman üzerine koyduğunuz baharatlardan içine de koyun.Böylece daha lezzetli olur.
31) Domates salçanız çok ekşi ise içerisine bir havuç rendeleyin.Havuç ,salçanızı tatlandıracaktı r.
32) Mantarların daha lezzetli olması için pişirmeden önce üzerlerine biraz tuz ve limon suyu koyun,5 dakika bekletin.Daha sonra pişirin.
33) Fırında tavuk kızartacağınız zaman bir limonu ikiye bölün,yarısını tavuğun üzerine bastırarak iyice sürün.Diğer yarısını ise tavuğun içerisine yerleştirin.Tavuğ unuz nar gibi kızaracaktır.
34) 2 Çorba kaşığı yoğurdu,sulandı rılmış 1 çorba kaşığı salçayı ve birazda zeytinyağını derin bir kabın içerisinde karıştırın.Fırına koymadan önce tavuğun her tarafına sürün.Çok daha lezzetli olacaktır.
35) Hazırladığınız kekin ortasına malzeme koyacağınız zaman bıçak ile kesmenize gerek yok.Dikiş ipliğini kekin etrafına gerip dikkatlice çektiğiniz zaman düzgün bir şekilde kesildiğini göreceksiniz.
36) Hazirladığınız kekin,fırında pişirirken çökmemesi için hamuru kalıbı ile birlikte fırına koymadan önce 20 dakika kadar dinlendirin.
37) Pişirdiğiniz sebzelerin renklerini kaybetmemesi için bir kesme şeker yada limon suyu koyun.
38) Hazırladığınız omletin tavaya yapışmaması için,önce tavayı ocağa koyup iyice ısıtın sonra yağı döküp kızdırın.Daha sonra karışımı tavaya alın ve ocağın altını kısın.
39) Kesilmiş ve açık havada kalmış soğan zararlıdır.Kullanmadığınız soğan parçalarını saklamayın.
40) Çok miktarda alkollü ve alkolsüz kokteyller hazırladığınızda onlardan bir miktarını buz kaplarına yerleştirin.Kokteyll erin içerisine bunları kullanın.Böylece sulanıp tatlarını kaybetmeyeceklerdir .
41) Kuru soğanları kese kağıdına sardıktan sonra buzdolabının sebze bölümünde muhafaza ederseniz çürüyüp bozulmasını önlemiş olursunuz.
42) Kızarttığınız tavuğun tekrar ısıttığınızda lezzetini kaybetmesini istemiyorsanı z tavuk parçalarını bir süzgece koyun.Tencerenin içerisinde su kaynatın ve süzgeci üzerine oturtun.Buharda ısıtılan tavuk lezzetinden hiçbir şey kaybetmeyecektir.
43) Satın aldığınız kiviler çok sert ve ham ise bir gece boyunca plastik bir torba içerisinde elma ve armut ile saklayın.
44) Evde pasta yaparken kullandığınız meyve şekerlemelerinin dibe çökmesini istemiyorsanı z hazırladığınız hamura bir miktar mısır unu ilave edin.Meyveler pişerken suları yoğunlaşır ve dibe çökmezler.
45) Kek kalıbınızın içine hamurunuzu dökmeden önce ortasına bir şerit alüminyum folyo koyun.Böylece kekinizi pişirdikten sonra kolayca çıkartabilirsiniz.
46) Soğan,sarımsak kesmeden önce parmaklarınıza limon suyu sürerseniz,istemediğ iniz kokulardan kurtulmuş olursunuz.
47) Kızartma kokularının bütün eve yayılmaması için yağın içerisine 1-2 dal maydanoz atın.
48) Lambalarınızın üzerine kullanmadığınız kokularınızdan veya biraz vanilya sürerseniz,lambaları nızı yaktığınızda mis gibi koku yayılacaktır.( Fazla sürmeyin.)
49)Parfümü bitmiş küçük parfüm şişelerini atmaya kıyamıyorsanız onları çamaşır dolabınıza koyun.Böylece çamaşırlarınızın hoş kokmasını sağlarsınız.

Şafak
20-02-2007, 22:15
Küçücük vücutlarında bir teknolojiyi barındıran ateş böcekleri de üstün ve güçlü olan Yüce Rabbimiz'in yaratış delillerinden sadece biridir. Normal bir ampul, elektrik enerjisinin ancak %3-4'ünü, bir floresan ampülü ise, ampüle giren elektrik enerjisinin %10'unu ışığa dönüştürebilir, enerjinin kalan kısmı ise ısıya dönüşür. Bu, üretimdeki bir kayıptır. İdeal olan %100'lük bir verimdir. Ateşböcekleri ise, mühendislerin ulaşmaya çalıştıkları fakat başaramadıkları %100 verimle ışık üretimi işlemini küçücük bedenlerinde gerçekleştirirler.

Ateşböceğinin karın bölgesinde bir ışık organı vardır. Bu ışık organında birbirine çok yakın bölümlerde, ışık vermede rol alan iki temel kimyasal madde üretilir. Lusiferin ve lusiferaz olarak adlandırılan bu iki maddenin birbiriyle karışması ışıldamanın olabilmesi için yeterli değildir. Bu maddelere oksijen ilave edilmesi gerekir. Bu nedenle ateşböceklerinde, solunum sistemi ışık verme organında geniş bir yer kaplar. Son derece kompleks bir seri işlem sonucunda, ateşböcekleri tam 3 saat boyunca ışık verebilirler.

Sonsuz ilim sahibi Yüce Allah, her canlıda birbirinden muhteşem sistemler var etmiştir. Canlıların sahip oldukları bu özellikler inananlar içinse birer ayettir.

alıntı

mutlu
21-02-2007, 16:17
Dünyanın en zeki insanı: Kur'an'da insanın yaratılışına aykırı hiçbir şey görmedim
Dünyanın en zeki insanı unvanına sahip Dağıstan Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naida Camukova, "Kur'an-ı Kerim'de, insanın yaratılışına aykırı gelebilecek hiçbir şey görmedim." dedi.

http://img225.imageshack.us/img225/7100/zeki1649622eq2.jpg

Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde, Yıldırım Koleji'nin öğrencilerine, konferans veren Camukova, 3,5 yaşındayken Kur'an-ı Kerim'i öğrenme hikâyesini anlattı. Camukova, Kur'an-ı Kerim'i Moskova'da öğrendiğini belirterek, "Bir Tatar'ın evine misafirliğe gittik. O zaman dini konular açıktan dışarıya yasaktı. Oradaki beyefendi, Sinbat'ın maceralarını Arapça'dan Rusça'ya çeviriyordu. Sesli çeviri yaptığı için biz de dinliyorduk. Ben orada farklı bir yazı gördüm. Dikkatimi çekti. O ne okuduysa ben de onu okudum. Sonra çeviri yapan çay içmeye geçti. Ben de kitabı aldım okumaya başladım. Benim okuduğumu gören çeviri yapan kişi, babama bu Arapça biliyor mu dedi. O da benim özel durumumu anlattı. Sonra çevirici bana birkaç ayet öğretti. Daha sonra aynı kişinin yanına birkaç kez gittim. Sonraları da gitme ihtiyacı hissetmedim. Okuduğum için ezbere öğrendim. Kalın kitaplar hoşuma gidiyordu. O zamanlar 3,5, 4 yaşındaydım. Ardından Kur'an-ı Kerim'in anlamını bilerek okumaya başladığım zaman 16 yaşındaydım." dedi.

Naida Camukova, bir romandan ilmi olarak alınabilecek şeyin olmadığını, ancak Kur'an-ı Kerim'den öğrenilecek çok şeyin olduğunu ifade etti. Camukova, "Kur'an-ı Kerim'de, insanın yaratılışına aykırı gelebilecek hiçbir şey görmedim." ifadesini kullandı. Camukova, Türkiye'ye karşı özlemini ve gördüğü ilgiyi ise şu sözlerle ifade etti: "İnsanlar evlerinden uzak olunca evlerini özlerler. Evlerini değil evin içerisindeki yakın akrabalarını özlerler. Ama gittiği yerlerde akrabalarını görebiliyorsa ve karşısındaki insanları gerçekten akraba olarak hissediyorsa bu özlemi kısmen olsa da gideriyorlar. Sizin benim evimin özlemini kısmen de olsa giderdiğiniz için teşekkür ediyorum."

Naida Camukova, eğitimin insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için geliştirilmiş bir yöntem olduğunu kaydetti. Camukova, şöyle konuştu: "Eğitim sadece okul değil, okuma yazma öğrenmek değil. Bunlar eğitimin en basit halkaları. Ama eğitimin zor halkaları var. İnsan olarak doğup, kalıcı faydalı bir insan olarak ölmek önemlidir."

Camukova, üstün zekâlı çocukların eğitimiyle ilgili bir yöntem geliştirmek amacıyla Türkiye'de bulunduğunu aktardı. Camukova, "Türkiye'de unvan almak gibi bir derdim yoktur." ifadelerini kullandı. Öğrencilerin sorularını da cevaplayan Naida Camukova, üstün zekâlı olmasından dolayı okulda yaşadığı sıkıntıları da anlattı.

NAİDA CAMUKOVA KİMDİR?

Dünyanın en zeki insanı olarak kabul edilen Prof.Dr.Naida Camukova, 1 yaşında konuşmaya başlamış. Camokova, çok fazla kitap okuduğu için 23 yaşında beyin kanaması geçirmiş. Fotografik hafızaya sahip olan Naida Camukova 300 sayfalık bir kitabı iki saate anlayarak okuyor ve bitiriyor.
Camukova, 3 buçuk yaşındayken ilköğretime başladı. 11 yıllık okulu yedi yılda altın madalyayla tamamladı. Ortaokul ve lise yıllarında Rus dili ve edebiyatı, matematik, tarih ve coğrafya konularında Sovyetler Birliği birincilikleri aldı. 1985'te lise eğitiminin yanı sıra tıp kolejine girdi. İki yılda hem lise hem tıp eğitimini üstün başarıyla tamamladı. Moskova Devlet Üniversitesi ve Dağıstan Devlet Üniversitesi'nde eş zamanlı olarak eğitimini üstün başarıyla sürdürdü.

Eğitimi boyunca 'Lenin' bursuyla ödüllendirildi. 2001 yılında 25 yaşındayken tarih ve filoloji alanlarında 'dünyanın en genç profesörü' ünvanını aldı. Bu ünvanı en genç alan Profesör Oktay Sinanoğlu, 26 yaşındaydı. 1996 yılında Dağıstan Devlet Üniversitesi'nde Türkoloji bölümünü açtı. 1990 yılından bu yana bu üniversitede görev yapıyor. 25'e yakın kitabı yayınlanan Camukova; Rusça, İngilizce, Fransızca, Türkçe, Almanca, Arapça ve Farsça biliyor. Türk dilini ise Kumukca, Nogayca, Karaçay-Malkarca, Kazakça,Tatarca, Gagavuzca, Azerice lehçelerinde konuşabiliyor. Dağıstan Devlet Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Nadia Camukova, 199.37 IQ ile dünyanın en üstün zekálı insanı unvanını taşıyor. Prof. Camukova'nın hafızasında tam üç bin kitap bulunuyor.

ekselans
21-02-2007, 18:37
DÜNYAYI TERSİNE ÇEVİREN 50 GERÇEK




01- Bir Japon kadini ortalama 84 yil, bir Botswanali kadin sadece 39 yil yasiyor.

02- Dunyadaki obez nufusun ucte biri, gelismekte olan ulkelerde yasiyor.

03- ABD ve Ingiltere, gelismis ulkeler arasinda en yuksek erken hamilelik oranina sahip.

04- Cin'de 44 milyon kadin kayip.

05- Brezilya'daki Avon kadinlarinin sayisi, asker sayisindan fazla.

06- 2002'de idamlarin yuzde 81'i ABD, Cin ve Iran'da gerceklesti.

07- Ingiliz supermarketleri, musterileri hakkinda hukumetten daha fazla bilgiye sahip.

08- AB'deki her inek icin verilen gunluk 2.50 dolarlik subvansiyon, Afrika'nin yuzde 75'inin gunluk geciminden daha fazla.

09- 70'in uzerindeki ulkede ayni cinsten iki kisinin iliskisi yasak, 9'unda ise cezasi olum.

10- Dunya nufusunun beste biri, gunluk 1 dolarinda altinda gelirle yasiyor.

11- Rusya'da yilda 12 binin uzerinde kadin aile ici siddet sonucunda hayatini kaybediyor.

12- 1 yilda 13.2 milyon Amerikali, estetik ameliyat yaptirdi.

13- Kara mayinlari nedeniyle saatte bir insan oluyor ve sakat kaliyor.

14- Hindistan'da 44 milyon cocuk isci var.

15- Sanayilesmis ulkelerde insanlar, gunde 6-7 kg katki maddesi yiyor.

16- Dunyanin en cok kazanan sporcusu golfcu Tiger Woods, yilda 78 milyon dolar, yani saniyede 148 dolar kazaniyor.

17- Amerikali 7 milyon kadin, 1 milyon erkek yeme bozuklugu cekiyor.

18- 15 yasindaki Ingilizler'in yarisi uyusturucu kullanmis, dortte biri sigara iciyor.

19- Washington'daki lobi endustrisinde 67 bin kisi, her secilmis kongre uyesi icin 125 kisi calisiyor.

20- Motorlu araclar dakikada 2 insani olduruyor.

21- 1977'den bu yana ABD'deki kurtaj kliniklerinde 80 bin siddet ve taciz vakasi yasandi.

22- Mc Donalds'in altin kemerini taniyanlarin sayisi, Hiristiyan tacini taniyanlardan fazla.

23- Kenya'da bir ailenin gelirinin ucte biri rusvete gidiyor.

24- Dunyadaki yasadisi uyusturucu pazari 400 milyar dolar.

25- Amerikalilar'in ucte biri, uzaylilarin geldigine inaniyor.

26- 150'den fazla ulkede iskence var.

27- Her gun dunya nufusunun yedide biri, yani 800 milyon insan ac kaliyor.

28- Amerikali siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yuzde 33.

29- Dunyanin ucte biri savas halinde.

30- Petrol rezervleri 2040'da tukenebilir.

31- Sigara icenlerin yuzde 82'si gelismekte olan ulkelerde yasiyor.

32- Dunya nufusunun yuzde 70'i, bugune dek hic cevir sesi duymadi.

33- Silahli catismalarin dortte biri, dogal kaynaklari ele gecirmek icin yasaniyor.

34- Afrika'da 30 milyon kisi AIDS.

35- Her yil 10 dil oluyor.

36- Intiharla olenlerin sayisi, catismalarda olenlerden fazla.

37- ABD'de her hafta ortalama 88 ogrenci sinifa silah getiriyor.

38- Dunyada en az 300 bin dusunce suclusu var.

39- Her yil 2 milyon genc kiz ve kadin sunnet ediliyor.

40- Silahli catismalarda 300 bin cocuk asker savasiyor.

41- Ingiltere'de 2001 secimlerinde 26 milyon kisi, Pop Idol'un ilk sezonunda 32 milyon kisi oy kullandi.

42- ABD, pornografiye yilda 10 milyar dolar harciyor.

43- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettigi 7 ulkeden 33 kat daha fazla askeri harcama yapiyor.

44- Dunyada 27 milyon kole var.

45- Amerikalilar cope saatte 2.5 milyon plastik sise atiyor, yani her uc haftada bir Ay'a ulasmaya yetecek uzunlukta sise birikiyor.

46- Siradan bir Ingiliz, gunde yaklasIk 300 defa kameraya yakalaniyor.

47- Her yil 120 bin kadin veya genc kiz, Bati Avrupa'ya satiliyor.

48- Yeni Zelanda'dan Ingiltere'ye ucakla getirilen bir tane kivi, atmosfere kendi agirliginin 5 kati sera gazi saliyor.

49- ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.

50- Yoksul aile cocuklarinin psIkolojik sorun yasama ihtimali, zengin aile cocuklarina gore 3 kat daha fazla.

ÇAKAL
21-02-2007, 19:01
03- ABD ve Ingiltere, gelismis ulkeler arasinda en yuksek erken hamilelik oranina sahip.



08- AB'deki her inek icin verilen gunluk 2.50 dolarlik subvansiyon, Afrika'nin yuzde 75'inin gunluk geciminden daha fazla.

18- 15 yasindaki Ingilizler'in yarisi uyusturucu kullanmis, dortte biri sigara iciyor.



28- Amerikali siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yuzde 33.



31- Sigara icenlerin yuzde 82'si gelismekte olan ulkelerde yasiyor.



37- ABD'de her hafta ortalama 88 ogrenci sinifa silah getiriyor.



42- ABD, pornografiye yilda 10 milyar dolar harciyor.

43- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettigi 7 ulkeden 33 kat daha fazla askeri harcama yapiyor.
.:düsün: :düsün: :düsün:

mutlu
23-02-2007, 10:59
Doğal bir alternatif tedavi yöntemi

Nane çayının erkeklerde cinsel isteksizliğe kadınlarda ise tüy dökülmesine neden olduğu bildirildi.

22.02.2007

http://img90.imageshack.us/img90/6332/mnanekucuk4df4aahp7.png
Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Dahiliye Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Mehmet Numan Tamer başkanlığında hastane Başhekimi Prof. Dr. Namık Delibaş, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akdoğan, Uzman Dr. Banu Kale Köroğlu ile araştırma görevlileri Erkan Cüre ve Medine Cumhur Cüre'nin nane çayıyla ilgili yaptıkları araştırma ilginç sonuçlar ortaya koydu.

İngiltere'de yayınlanan Phytotherapy Resarch adlı dergide de yer alan
araştırmaya göre, nane çayının düzenli tüketimi erkeklerde cinsel isteksizliğe
kadınlarda ise tüylerin dökülmesine neden oluyor.

Prof. Dr. Tamer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2002 yılında
Yenişarbademli ilçesinden hastaneye gelen yaşlı bir hastanın şikayeti üzerine, bu kişinin çok fazla nane çayı içtiğini ve erkeklik hormonlarının ölmeye başladığını tespit ettiklerini söyledi. Bunun üzerine fareler üzerinde nane çayıyla ilgili bazı deneyler gerçekleştirdiklerini dile getiren Prof. Dr. Tamer, daha sonra 21 yetişkin kadın ve 5 yetişkin erkek üzerinde araştırma yaptıklarını vurguladı.

Prof. Dr. Tamer, düzenli olarak nane çayı içen yetişkin erkeklerde cinsel
isteksizlik oluşturduğu, kadınlarda ise tüylerin azaldığını kaydetti.

Prof. Dr. Tamer, androjen adı verilen seks hormonuna bağlı kıllanma artışı
bildirdi. Hirşutizmin kadınların özellikle yüz, göğüs ve karın bölgelerinde koyu
renkli tüylerin oluşmasına neden olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tamer, düzenli
olarak beş gün üst üste nane çayı içen kadınların seks hormonlarından testeron
düzeyinde anlamlı azalma olduğunu dile getirdi. Seks hormonunun, hirşutizmi
tetiklediğine dikkati çeken Prof. Dr. Tamer, testeron düzeyindeki azalma
nedeniyle kadınlardaki istenmeyen tüylerinde azaldığını söyledi.

Bugüne kadar hirsutizm tedavisinde doğum kontrol hapları veya başka haplar
kullanıldığını belirten Prof. Dr. Tamer, orta şiddette hasta olan kadınlar için
nanenin doğal bir alternatif tedavi olabileceğini sözlerine ekledi.

A.A

mutlu
23-02-2007, 12:46
kullanılabilir su miktarıyla Türkiye, sanıldığı gibi su zengini bir ülke değildir.

(kaynak:WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı))

Su tüm canlılar için en önemli doğal kaynaklardan biridir.İnsan kullanımı, ekosistem kullanımı, ekonomik kalkınma, enerji üretimi, ulusal güvenlik gibi suyun gerekli olduğu birçok sektör vardır. Sürdürülebilir kalkınma için en önemli yaşamsal kaynaklardan biri sudur. 20. yüzyılda dünya nüfusu 19.yüzyıla oranla üç kat artmasına rağmen, su kaynaklarının kullanımının altı kat arttığı belirlenmiştir.

Su yenilenebilir bir kaynaktır, bu anlamda sürdürülebilir kullanımı mümkündür; Ancak günümüzde hızlı tüketim, kaynaklardan yararlananlara eşit fırsatlar ve yararlar sağlayacak şekilde sürdürülebilirlikten çok uzaktadır. Türkiye dünyanın en hızlı nehirlerinden birkaçına sahip olsa da su rezervleri bakımında alt sıralarda yer almaktadır. Türkiye’de su kaynaklarının yönetimi uluslararası standartlarda iyi ve sürdürülebilir bir yönetim politikası benimsenmediği için geleceğe ilişkin tehditler ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Genellikle, bir insanın biyolojik ihtiyaçlarını karşılaması ve yaşamını sürdürebilmesi için, günde en az 25 litre su tüketmesi gerektiği kabul edilir. Ancak, çağdaş bir insanın sağlıklı bir biçimde yaşaması için gereken içme, yemek pişirme, yıkanma, çamaşır gibi amaçlarla kullanılacak su dikkate alındığında, kişi başına günlük ortalama kentsel su tüketim standardı 150 litre olarak kabul edilmektedir. Dünya genelinde bölgelere göre kişi başına su tüketim miktarları sanayileşmiş ülkelerde 266 litre iken Afrika’da 67, Asya’da 143, Arap ülkelerinde 158, Latin Amerika’da 184 litredir. Türkiye'de ise kişi başına günlük su tüketimi ortalama 111 litredir.
Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için, kişi başına düşen yıllık su miktarı en az 8000- 10.000 m3 arasında olmalıdır. Kişi başına düşen yıllık 1430 m3’lük kullanılabilir su miktarıyla Türkiye, sanıldığı gibi su zengini bir ülke değildir.
Ülke- Kıta Ortalaması
Kişi Başına Düşen Kullanılabilir Su Miktarı (yıllık)

SURİYE
1.200 m3

LÜBNAN
1.300 m3

TÜRKİYE
1.430 m3

IRAK
2.020 m3

ASYA ORTALAMASI
3.000 m3

BATI AVRUPA ORT.
5.000 m3

AFRİKA ORT.
7.000 m3

GÜNEY AMERİKA ORT.
23.000m3

DÜNYA ORT.
7.600 m3


Tablo 1: Dünyada Kişi Başına Düşen Kullanılabilir Su Miktarları

DSİ Genel Müdürlüğü verileri, 2030 yılında su kaynaklarımızın %100 verimle kullanılacağını öngörür. 2030 yılında nüfusu 80 milyona ulaşacak olan Türkiye, kişi başına düşen 1100 m3 kullanılabilir su miktarıyla, su sıkıntısı çeken bir ülke durumuna gelecektir. Bu veriler göz önüne alındığında, 2050 ya da 2100 yılında, Türkiye’nin çok ciddi bir su kriziyle mücadele etmesinin kaçınılmaz olduğu görülür. Bu tehlikeyi en aza indirmek için, su kaynaklarımız çok dikkatli yönetilmelidir.

Böyle giderse 2050 yılında İstanbul :
http://img135.imageshack.us/img135/3135/2kl9vq2.png

sardes
23-02-2007, 14:26
www.hisse.net'i
google da aradığınızda tam 101,000 sonuç bulduğunu biliyormuydunuz.
: )

mutlu
26-02-2007, 13:01
www.hisse.net'i
google da aradığınızda tam 101,000 sonuç bulduğunu biliyormuydunuz.
: )

az önce denedim

ilginç:
hisse.net şeklinde aratınca 141.000 sonuç veriyor

www.hisse.net şeklinde aratınca 98.900 sonuç veriyor. :notr: :he:

Şafak
26-02-2007, 23:50
Hiç Çocugu Olmayan Padişahlar:

II.SÜLEYMAN
I. MAHMUD
III.OSMAN
III.SELİM
I.MUSTAFA


Hepsi nur içinde yatsınlar.Allah Rahmet eylesin.

mutlu
01-03-2007, 13:22
Sünnet AIDS'ten koruyor

-------------------------------------------------------------------------

Tıp dünyasının en saygın yayınlarından "The Lancet" dergisinin son sayısında çıkan makaleye göre sünnet, AIDS bulaşma riskini yarı yarıya azaltıyor. Kenya ve Uganda'da yürütülen iki araştırmaya dayanan makale, daha önce Güney Afrika'da yapılan araştırmayı doğruladı.
Kenya'nın Kisumu bölgesinde 18 ila 24 yaşlarında 1391'i sünnetli 2784 erkek arasında yapılan araştırma, sünnetli erkeklere AIDS'e neden olan HIV'in bulaşma riskinin en az yüzde 53 az olduğunu gösterdi. Uganda'nın Rakai bölgesinde 15 ila 49 yaşlarında 4996 erkek arasında yürütülen araştırma da, enfeksiyon riskinin sünnetlilerde en az yüzde 51 daha az olduğuna işaret etti.

mutlu
01-03-2007, 13:22
Gıdaların Renklerinin Dili

--------------------------------------------------------------------------
Renkler sadece yiyecekleri hos gostermez. Renklerine gore ozel besleyicilikleri vardir. Iste renklerine gore gidalarin yararlari... Unutulmamasi gereken ise, bir yiyecegin rengi daha koyuysa daha fazla besleyici oldugu...


Kırmızı
Kirmizi renkli yiyecekler likopen bakimindan zengin ve kanser riskini azaltiyor.
Kirmizi renkli yiyeceklerin basinda domates, karpuz, pembe greyfurt sayilabilir.
Mora yakin yiyecekler de, ayni ozellige sahiptir. Uzum, kirmizi sarap, bogurtlen, ahududu ve kirmizi elma bu tur yiyeceklerin basinda gelir.

Portakal sarısı
Bu tur yiyecekler alfa ve beta keroten iceriyor, kanserin yayilmasini onyeici ve hucreleri yenileyici.. . Havuc, mango, kis meyveleri ve tatli patates.

Sarı ve portakal sarısı
Bu tur yiyecekler basta C vitamini olmak uzere hucreleri koruyor ve beta-kriptoksin gibi bir cok bagisIklikla ilgili mineraller iceriyor. Portakal, yesil fasulye ve avakado bu grupta aniliyor.

Sari ve yesil
Bu tur yiyecekler lutein, keraten iceriyor ve goz sagligi icin yararli.
Ispanak ve diger yesil sebzeler, taze misir, yesil fasulye, taze baklagiller ve avakado bu tur yiyeceklere ornek.

Yesil
Yesil renkli yiyecekler ise, genlerin bozulmasini engelliyor, kemik kanserine ve diger kanserlere karsi onleyici ozellik tasiyor. Brokoli, bruksel lahanasi, karnibahar, lahana bu tur besinlerin basinda geliyor.

Beyaz/Yesil
Bu tur yiyecekler hucrelerin ince zarini koruyor. Sogan, sarimsak, kereviz, armut bu grupta yer aliyor.

sahin06
04-03-2007, 04:02
BUNU BILIYORMUYDUNUZ: birsiteye bu kadar cok ilginc seyleri gönderme rekorunun mutlu da oldugunu sagol eline saglik gercekten cok ilginc

guneysu
04-03-2007, 06:00
Doğal bir alternatif tedavi yöntemi

Nane çayının erkeklerde cinsel isteksizliğe kadınlarda ise tüy dökülmesine neden olduğu bildirildi.

22.02.2007

http://img90.imageshack.us/img90/6332/mnanekucuk4df4aahp7.png
Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Dahiliye Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Mehmet Numan Tamer başkanlığında hastane Başhekimi Prof. Dr. Namık Delibaş, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akdoğan, Uzman Dr. Banu Kale Köroğlu ile araştırma görevlileri Erkan Cüre ve Medine Cumhur Cüre'nin nane çayıyla ilgili yaptıkları araştırma ilginç sonuçlar ortaya koydu.

İngiltere'de yayınlanan Phytotherapy Resarch adlı dergide de yer alan
araştırmaya göre, nane çayının düzenli tüketimi erkeklerde cinsel isteksizliğe
kadınlarda ise tüylerin dökülmesine neden oluyor.

Prof. Dr. Tamer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2002 yılında
Yenişarbademli ilçesinden hastaneye gelen yaşlı bir hastanın şikayeti üzerine, bu kişinin çok fazla nane çayı içtiğini ve erkeklik hormonlarının ölmeye başladığını tespit ettiklerini söyledi. Bunun üzerine fareler üzerinde nane çayıyla ilgili bazı deneyler gerçekleştirdiklerini dile getiren Prof. Dr. Tamer, daha sonra 21 yetişkin kadın ve 5 yetişkin erkek üzerinde araştırma yaptıklarını vurguladı.

Prof. Dr. Tamer, düzenli olarak nane çayı içen yetişkin erkeklerde cinsel
isteksizlik oluşturduğu, kadınlarda ise tüylerin azaldığını kaydetti.




A.A

Bu durumda birak nane cayini naneyi bile eve sokmamak lazim:he: :he: :he:

mutlu
05-03-2007, 14:03
BUNU BILIYORMUYDUNUZ: birsiteye bu kadar cok ilginc seyleri gönderme rekorunun mutlu da oldugunu sagol eline saglik gercekten cok ilginc

estağfurullah efendim.
"en hayırlınız insanlığa faydalı olanınızdır." düsturunca hareket etmeye çalışıyorum.
saygılar.

mutlu
05-03-2007, 17:09
Japonlar "organik bilgisayar" peşinde

--------------------------------------------------------------------------
Japon araştırmacılar, küçük bir canlı organizmanın genlerine dijital veri yükleyebilen bir yöntem geliştirdi.

Keio Üniversitesi Hayat Bilimleri Enstitüsü uzmanlarının geliştirdiği yöntem, "organik bilgisayar" yolunda önemli bir adım olarak değerlendirildi.

Yöntemin mucitleri, bir bakterinin genlerine yüzlerce yıl muhafaza edilebilecek önemli miktarda sayısal bilgi yüklemeyi başardı.

Araştırmaya göre, "bakteriler ve belli bir genetik şifreye göre çoğalan diğer mini organizmalar, veri depolamak için önemli potansiyel" sunuyor.

Japon araştırmacılara göre, mini organizmalar, hard disk ve hafıza kartlarıyla kıyaslandığında çok küçük kalsalar da, genlerinde çok uzun süre önemli miktarda bilgiyi saklayabilecek.

Araştırmacılar, bilgileri genlerin değişik noktalarında depolayan teknoloji geliştirdiklerini, bunun da zaman içinde oluşacak genetik mutasyon sonucu bilgilerin yok olma ihtimalini azalttığını belirtti.

Uzmanlar, çalışmalarında "bacillus subtilis" adlı bakterinin genlerine dijital bilgiyi kimyasal elementlere "tercüme eden" bir yöntem kullanarak şifreli kısa mesaj "yazdı."

Verilere ulaşmak için, bakterinin normal gen haritasını mesaj yüklenerek değiştirilmiş gen haritasıyla kıyaslamak yetiyor.

mutlu
05-03-2007, 17:19
Nefret Ettiren İcatlar

--------------------------------------------------------------------------

BBC’nin yayınladığı aylık bilim teknoloji dergisi Focus, 4100 kişi arasında yaptığı ankette tarihin en sevilmeyen 9 icadını belirledi. Sonuçlara göre en sevilmeyen 3 icat silah, cep telefonu, ve nükleer enerji.

Focus Dergisi’nin anketine katılanların yüzde 35’i ateşli silahlar, biyolojik silahlar, atom bombası ve patlayıcıların en sevmedikleri icatlar olduğunu söyledi.

İkinci sırada yüzde 17’lik bir oranla cep telefonları, zil sesleri ve kısa mesaj sesleri geldi.

Üç tekerlekli pilli araç ‘Sinclair C5,’ televizyon ve nükleer enerji de yüzde 9 oy alarak üçüncü sıraya yerleşti.

Listenin son 5’indeyse otomobil, sigara, fast-food, trafik radarı bulunuyor.

Focus Dergisi’nin editörü Paul Parsons anketle ilgili olarak ‘insanları neyin öfkelendirdiğini öğrenmek ilginç geldi. Hayatımızda çok önemli rol oynayan bilgi modern teknoloji ürünleri bile aslında herkesi memnun etmeyebiliyor’ yorumunu yaptı.

En nefret edilen 9 icat:

1. Silah %10

2. Cep telefonu %17

3. Nükleer enerji %9

4. Sinclair C5 %9

5. Televizyon %9

6. Otomobil %6

7. Sigara %6

8. Fast food %3

9. Trafik radarı %2

mutlu
06-03-2007, 10:30
Eğer google siyah arka plan olsaydı yılda 3000 Megawatt elektrik tasarrufu olacakmış.

Beyaz olan bir ekran yaklaşık olarak 74 watt elektrik tüketiyormuş.

http://img85.imageshack.us/img85/1329/google2bea10lq6.jpg
Siyah bir ekransa yaklaşık olarak 59 watt.
Google, günde yaklaşık olarak 200 milyon ziyaretçi alıyor.
Her ziyaretçinin ortalama 10 saniye arama süresi olsa; Google, günde 550.000 saat görüntüleniyor.

Eğer sayfa siyah olsaydı toplamda 15 watt’lık bir kazancımız olacaktı.
Bu da dünya çapında 8.3 megawatt/saat lik bir enerji kazanımı demekti ya da yılda 3000 megawatt/saat.
Sitede yapılan birkaç kod değişikliği ile yılda 300.000$ lık enerji tasarrufu olurdu.

haberin orjinali için:
http://ecoiron.blogspot.com/2007/01/black-google-would-save-3000-megawatts.html

mutlu
06-03-2007, 10:30
Avusturalya ampülü yasaklıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Avustralya hükümeti, küresel ısınmayla mücadele kapsamında sıcak ışık kaynağı olan ampullerin kullanımını yasaklamaya hazırlanıyor.

Başbakan John Howard, bu durumun iklim değişikliği ile mücadele konusunda atılabilecek pratik bir adım olacağını dile getirdi.

Küresel ısınma sorununa karşı Avustralya hükümeti bir dizi önlem paketi hazırlıyor. Sözkonusu önlemler kapsamında hükümet, ampul kullanımının yasaklanmasını öngörüyor. Çevre Bakanı Malcolm Turnbull, 2010 yılında ülkedeki tüm ampullerin yerini florasanların almasının planlandığını dile getirdi.

Turnbull, 1879'da Thomas Edison tarafından bulunan tungstenli ampullerin kullanımının kesilmesi ile birlikte 2015 yılından itibaren her yıl 4 milyon ton sera gazı emisyonu sağlanacağını vurguladı. Turnbull, Avustralya'nın almış olduğu bu kararın diğer ülkelerce de takip edilmesini dilediklerini söyledi.

mutlu
06-03-2007, 11:57
Elbiselerinizi çıkarıp her tarafa atıyorsanız--------------------------------------------------------------------------

AMERİKALI psikoterapi uzmanı Dr. Jane Greer, soyunma biçimiyle insanın kişiliği arasında çok güçlü bir bağ bulunduğunu belirtti. Dr. Greer, insanların "altı ayrı biçimde" elbise çıkardıklarını belirterek şunaları söyledi:

1- DOST CANLISI Elbiseleriniz çıkarıp her yere atıyorsanız "dost canlısı"birisiniz. Başkaları sizin dağınık ve pasaklı olduğunuzu düşünebilir.Ama gerçekte, başkalarına fazla aldırmama yolunu tercih ediyorsunuz.

2- GÜVENİLİR BİRİ Giysilerinizi çıkarıp hemen derli toplu olarak yerlerine koyuyorsunuz.Çıkardığınız her şeyin konacağı bir yer var. Bu tür insanlar,yaşamın sorunlarını çözmenin en iyi yolunun "hiç sorun yaratmamak"olduğunu düşünüyorlar. Güvenilir birisiniz ve çevreye dikkat vermeyi biliyorsunuz.

3-DERİN DÜŞÜNEN Gömleğinizi çıkardınız ve bir süre yarı çıplak evde dolaşıyorsunuz. Pantolon çıkarmanız 10 ya da 15 dakika sonra geliyor.Zaman sizin için çok fazla önemli değil. Boş zamanları ve derin konuları düşünmeyi seviyorsunuz. Ama aceleye gelemiyorsunuz.

4-TUTKULU VE NEŞELİ Giysilerinizi "süper bir hızla" çıkarıyorsunuz. Bu tür insanlar, genelde stresli oluyor. Ancak aynı kişiler tutkulu ve neşeli de olabiliyor.

5- ROMANTİKLER Saatinizi, kolyenizi ve bileziğinizi her şeyden önce çıkarıyorsunuz. Duygu yüklüsünüz, romantiksiniz, düşüncelisiniz ve iyi arkadaşlıklar kurabiliyorsunuz.

6- MACERACILAR Elbise çıkarırken belli bir rutini izlemiyorsunuz. Ya da her gün farklı bir yöntemidenemekten hoşlanıyorsunuz. Bu kişiler "oldukça maceracı" ve risk alabiliyorlar.Sosyal ortamlara iyi uyum sağlıyorlar,farklı aktivitelerden zevk duyuyrolar.

mutlu
06-03-2007, 12:01
Azgelişmiş ulkedekı gencler daha mutlu

--------------------------------------------------------------------------------

14 ülkede 16-34 yaş arası 5 bin 400 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre, ABD ve İngiltere'de gençlerin yüzde 30'dan azı 'mutlu ve umutlu'. Bu oran Japonya'da yüzde 8'e kadar düşüyor.

Çin'de gençlerin yüzde 84'ü ise gelecekte hayatlarının daha iyi olacağını düşünüyor. Arjantin ve Güney Afrika'da yaşayanlar da yüzde 75'le dünyanın en mutlu insanları arasında bulunuyor.

Gençlerin geleceğe bakışları, kendilerini güvende hissedip hissetmedikleri ve topluma uyumları konusunda yapılan araştırmaya göre, gelişmiş ülke insanları küreselleşme konusunda kötümser.

Almanya'da gençlerin yüzde 95'i küreselleşmenin kültürlerini olumsuz etkilediğini düşünüyor. Araştırmada, İngiltere'de bu yaş grubundakilerin yüzde 80'inin terörden kansere yakalanmak kadar korktukları ortaya çıktı. Az gelişmiş ülkelerin mutlu insanları aynı zamanda dini inançları da güçlü olanlar.

Gelişmiş ülkelerdeki mutsuzluğun sebepleri arasında başarılı olma baskısı, kötümserlik ve iş kaygısı da bulunuyor. Az gelişmiş ülkelerde insanların daha mutlu olmasının sebebi ise gençlerin daha iyi bir geleceğe sahip olacaklarına inanmasına bağlanıyor.

Araştırma, Arjantin, Brezilya, Çin, Danimarka, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, Japonya, Meksika, Güney Afrika, İsveç, İngiltere ve ABD'de yapıldı.

kantar
08-03-2007, 18:25
Beden Dili **


İletişimde beden dili % 60 , ses tonu % 30 , kelimeler % 10 önem taşır.


İlişkilerde pozitif olmak , olaylara olumlu yönden bakmak çok

önemlidir. Böylece etkili bir iletişim kurulması sağlanabilir.



1-YÜZ : Canlı olun.Mümkün olduğunca gülün.

2-GÖZ : İnsanların yüzüne bakın.Konuşurken gözlerinizi kaçırmayın .


3-JESTLER : Jestlerinizin ( el , kol vs. kullanımı ) sözlerinizle aynı

mesajları vermesini sağlamalısınız.Ellerin kenetlenmesi , kolların
kavuşturulması , ellerinizin çene hizasında olması durumlarından kaçının.
Aşırıya kaçmadan jestlerinizi kullanın.


4-BAŞ HAREKETLERİ : Karşınızdaki konuşurken başınızı ara sıra aşağı

yukarı hareket ettirerek onu dinlediğinizi ve anladığınızı belli edin.


5-DURUŞ : Sizinle konuşan insanlara bakın. Mümkün olduğu kadar

çok kişiye ara sıra da olsa bakmaya çalışın .


6-TEMAS : Bazı durumlarda yaşı küçüklerle , aynı cins ve sizden daha

alt statüde olanlarla bedensel temas kurun.


7-KONUŞMA : Ses tonu çok önemlidir.Çok fazla konuşmayın.

Toplulukta eşit miktarda konuşun.

GÜRKAN
10-03-2007, 13:27
http://img100.imageshack.us/img100/8126/hhkgi2.gif

ÇAKAL
10-03-2007, 13:38
1 litre kullanılmış motor yağı 800 bin litre suyu kirletiyormuş.:düsün:

mutlu
12-03-2007, 11:34
1 litre kullanılmış motor yağı 800 bin litre suyu kirletiyormuş.:düsün:

Atık yağlar çevreyi kirletiyor


Evsel atık suyun neden olduğu çevresel kirliliğin yüzde 25'i, bitkisel ve hayvansal atık yağların kanalizasyona dökülmesinden kaynaklanıyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mustafa Öztürk tarafından hazırlanan, ''Kullanılmış Bitkisel ve Hayvansal Yağlar'' başlıklı raporda, yüksek kaloriye sahip kullanılmış bitkisel ve hayvansal yağların zararlarına dikkat çekildi.

Raporda bu yağların döküldükleri kanal borusunun yüzeyine yapıştıkları ve kanal kesitinin zamanla daralıp tıkanmasına neden oldukları vurgulandı.

Bakanlık raporunda, lokanta, restoran, fast-food veya hazır yemek merkezleri yakınındaki kanallardaki tıkanmaların, yağ dökülmesi nedeniyle meydana geldiği vurgulandı.
Raporda, ''Bu gibi tesislerin, kanala bağlantı kısımlarında yağ tutucu kullanılmalıdır. Kanala dökülen bitkisel ve hayvansal yağlar, suların kirlilik yükünü artırır. Atık suya karışan atık yağlar yüzünden kirlilik daha geniş alana yayılır. Evsel atık suyun neden olduğu çevresel kirliliğinin yüzde 25'i, bitkisel ve hayvansal atık yağların kanalizasyona dökülmesinden kaynaklanmaktadır'' denildi.

Arıtma tesisleri için de zararlı

Raporda, kullanılmış bitkisel ve hayvansal yağ atıklarının, atık su arıtma tesislerine de zarar verdiği vurgulanarak, bu durumun arıtma tesisinin işletme maliyetini artıracağına işaret edildi.

Çöpe dökülen atık yağların zamanla emilerek yer altına indiği belirtilen raporda, kullanılmış yağların yer altı sularının kirlenmesine neden olabileceği, kirlenen yer altı sularını temizlemenin ise çok pahalı ve zor olduğu belirtildi.

Raporda, bitkisel ve hayvansal atık yağların kanalizasyona, yüzeysel sulara ve toprağa dökülmesinin önlenmesi istenerek, dökenler hakkında yasal işlem yapılması gerektiği kaydedildi.

"Kullanılmış yağları tekrar paketliyorlar"

Türkiye'de yılda 1 milyon 500 bin ton bitkisel yağın gıda amacıyla kullanıldığı belirtilen raporda, bu miktarın yaklaşık 350 bin tonunun ''atık'' formatında serbest kaldığı ifade edildi.

Kullanılmış yağları, paketleyip tekrar yağ olarak satan firmalar bulunduğu vurgulanan raporda, ''Bu yağlar insan sağlığı için çok tehlikeli ve sakıncalıdır. Atık bitkisel yağlar, gıda amacı ile kesinlikle tekrar kullanılmamalıdır. Bu yağlar, hayvan yemi olarak kullanılacaksa içerisindeki PCB, furan, PAH, dioksin ve dioksin benzeri madde miktarına mutlaka bakılmalıdır" denildi.

ekselans
12-03-2007, 11:39
Dünyada yaşayan en mükemmel canlı olan insan ile öteki canlılar
hakkında bilinenler, bildiklerimizden daha fazla.

Örneğin insan vücudunda 9 bin adet kurşun kalem yapacak kadar karbon ve 2
bin 200 kibrite yetecek kadar da fosfor bulunuyor.

Çeşitli konulara ilişkin bazı ilginç bilgiler şunlar:

"- İnsan vücudunda 5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demir vardır.

- Bebekken 270 den fazla kemiğimiz varken, büyüdükçe bunların bazısı
birbiriyle kaynaşarak sonunda sadece 206 kemikle kalırız.

-Normal bir insan vücudunda bulunan elektrik, 25 Watt'lık bir lambayı
dakikalarca yakabilir.

-Esmerlerde 120 bin, sarışınlarda ise 140 bin adet saç teli vardır.

-Bir dakika içerisinde 1025 cm küplük havayı içimize çeker, 4 kilograma
yakın kanı vücudumuz içinde devrederiz.

- İnsan 103 derecelik bir soğuğa karşı koyabiliri, 30 gün aç 110 saat da
uykusuzluğa dayanabilir.

-İnsan tırnağı bir yılda 3,75 metre kadar uzar.

-İnsan doğduktan bir kaç gün sonraya kadar, hiçbir şey duymayacak kadar
sağırdır.

-El tırnakları ayak tırnaklarına oranla 4 kat daha hızlı uzarlar.

-Yılda ortalama 10 milyon kez göz kırparız.

-Yarasalar bir mağaraya girdiklerinde önce sola dönerler.

-Soğan doğrarken sakız çiğnemek göz yaşarmasını önler.

-Thomas Edison karanlıktan korkardı.

-Beyaz Saray da 13bin 92 adet çatal, bıçak, kaşık vardır.

- Timsahların dilleri damaklarındadır.

-Aslan kükremesi 5 mil öteden bile duyulabilir.

-Bir fare susuzluğa bir deveden daha fazla dayanabilir.

-Köpekler ve boğalar renk körüdür.

-Sibirya'da insanlar sütü donmuş çubuklar şeklinde alırlar.

-Las Vegas'taki kumarhanelerin hiç birisinde saat yoktur.

-İtalyan bayrağını Napolyon Bonapart tasarlamıştır.

-İtalya'nın Siena kentinde ismi Mary olanların fahişelik yapması yasaktır.

-İstokozların kanı mavi renktedir.

-Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.

-Kalınlığı ve büyüklüğü ne olursa olsun hiçbir kağıt parçası 7 kereden
fazla katlanamaz

-Kanada'da insanların olduğu yerde horlayarak uyuması yasalara aykırıdır.

-Kansas'da başka bir memlekete giderken valilikten ''Bu kişinin gezmeye
yetecek kadar parası vardır'' belgesi almak zorunludur.

-İllionis'de İngilizce konuşmak yasaktır. Çünkü, orada ana dil
Amerikanca'dır.

-Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.

-Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen
karbondan oluşur.

-Üzerinde barkodu olan ilk ürün Wrıgleys marka sakızdır.

-Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.

- Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.

- Aslanlar bir günde 50 kez sevişebilirler.

- Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.

- Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde "başkent" anlamına gelmektedir.

- Kanada, Kızılderili dilinde "büyük koy" anlamına gelmektedir.

- Avustralya'daki tuvaletlerin sifon suları saat yönünde akar.

- ABD'de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin ücte biri ya
hapiste ya da gözaltında tutulmaktadır.

-Gecen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.

-Dünyadaki hayvanların yüzde 80'i altı ayaklıdır".

mutlu
12-03-2007, 12:27
Cep'lerin son marifetleri
Prof. Kalkan: Cep'lerin yaydığı enerji insanda beyin tümörü, kısırlık, hipertansiyon ve kansere yapabiliyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) öğretim üyesi Prof. Dr. Mine Kalkan, cep telefonlarının, yaydığı elektromanyetik enerji nedeniyle insanda beyin tümörü, kısırlık, hipertansiyon ve kansere yol açabildiğini belirterek, bu etkilerden korunmak için günlük yaşamda kulaklık takma, harici antenli cep telefonları kullanma gibi bazı pratik yollara başvurulabileceğini bildirdi.

İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Telekomünikasyon Ana Bilim Dalı öğretim
üyesi Prof. Dr. Mine Kalkan, cep telefonlarının insan sağlığı üzerindeki etkileri
konusunda AA muhabirinin sorularını yanıtladı. Tüm canlıların elektromanyetik
enerjiyi soğurduklarını, buna bağlı olarak da hücre kimyalarında birtakım
değişikliklerin gözlendiğini ifade eden Kalkan, bu etkileri, hücre proteinlerinde
ve enzimlerinde bozulma, hücre zarlarında yapışma, hücre dışına kalsiyum, sodyum ve potasyum kaçışları, hücre zarında delinmeler ve DNA tahribatı olarak açıkladı.

Radyo, televizyon, telsiz verici istasyonları antenleri, televizyon ve
bilgisayar monitörleri, enerji nakil hatları, akım taşıyan kablolar, mikrodalga
fırınlar, radar sistemleri, radyo, mobil ve uydu iletişim sistemlerinin
elektromanyetik ışınlar yaydığını ifade eden Kalkan, REFLEX isimli Avrupa Birliği projesinde, cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik ışınların, hücre DNA ipliklerinde kopmalara ve diğer genotoksik oluşumlara neden olduğunun tespit edildiğini söyledi. Kalkan, Dünya Sağlık Örgütü destekli INTERPHONE Projesinde de bu ışınların beyin, duyma siniri, lenfatik doku ve kulak altı tükürük bezlerinde tümör oluşumlarına yol açabildiğinin görüldüğünü belirtti.

KISA VE UZUN VADELİ ETKİLER

Prof. Dr. Mine Kalkan, cep telefonlarının kısa vadede kalp pilinde bozulma,
dikkatin azalması, geçici işitme bozuklukları, görüş alanında daralma, kulak
çınlaması ile kulaklarda ısınma, yorgunluk, baş ağrısı ve sersemlik hissine yol
açtığını anlattı.

Kalkan, kalp rahatsızlıkları, kalıcı işitme bozuklukları, hafıza kaybı,
beyin tümörü riski, kan-beyin bariyerinin zedelenmesi, bağışıklık sistemi
hasarları, sinir sistemi bozuklukları, karmaşık rüyaların görülmesi, kısırlık ve
düşük yapma riskinde artış, genetik yapının bozulması, çeşitli kanserler,
hipertansiyon ve kusurlu embriyo gelişimini de cep telefonlarının uzun vadeli
etkileri arasında sıraladı.

Elektromanyetik ışınların tüm bu etkilerinden emin olabilmek için 15-20
yıllık bir araştırma süresine ihtiyaç olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kalkan,
''Yine de elektromanyetik alanların sağlığı bozucu etkilerine dair güçlü şüpheler
bulunmaktadır. Bu nedenle söz konusu cihazların dikkatli kullanılmasında yarar vardır'' diye konuştu.

KORUNMAK İÇİN PRATİK YOLLAR

Cep telefonunun yaydığı elektromanyetik etkilerden korunmak için günlük
hayatta bazı pratik yollara başvurulabileceğini belirten Kalkan, bu yollardan
bazılarını, kulaklık kullanmak, cep telefonunu kalp, beyin ve diğer yaşamsal
organlardan uzak tutmak, harici antenli cep telefonları ile SAR (özgül emilme
oranı) değeri düşük cihazları tercih etmek ve numara çevrildikten hat bağlanana kadar geçen sürede telefonu vücuttan uzak tutmak olarak saydı.

Cep telefonunu, yatak başucuna koyarak uyumanın da sakıncalı olduğuna
dikkati çeken Kalkan, ''Otomobil, asansör gibi dar ve kapalı alanlarda veya
bodrum katı gibi erişimin zayıf olduğu alanlarda görüşme yapmamak gerekir'' dedi.
Kalkan, acil durumlar dışında hamilelikte cep telefonu kullanılmaması
gerektiğini de vurgulayarak, ''Cep telefonunu, bebekler ve çocukların yakınında
kullanmamak gerekir. Acil durumlar dışında da çocukların kullanmamasında yarar var'' görüşünü dile getirdi.

mutlu
12-03-2007, 12:33
-Esmerlerde 120 bin, sarışınlarda ise 140 bin adet saç teli vardır.

-İnsan doğduktan bir kaç gün sonraya kadar, hiçbir şey duymayacak kadar
sağırdır.

-El tırnakları ayak tırnaklarına oranla 4 kat daha hızlı uzarlar.

-Yarasalar bir mağaraya girdiklerinde önce sola dönerler.

-Sibirya'da insanlar sütü donmuş çubuklar şeklinde alırlar.

-Las Vegas'taki kumarhanelerin hiç birisinde saat yoktur.

-İtalya'nın Siena kentinde ismi Mary olanların fahişelik yapması yasaktır.

-Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.

-Kalınlığı ve büyüklüğü ne olursa olsun hiçbir kağıt parçası 7 kereden
fazla katlanamaz




yukarıdakileri ilk defa duydum ve çok ilginç geldiler.:super:

teşekkürler sayın ekselans.:he:

gemici
12-03-2007, 12:35
Dünyada yaşayan en mükemmel canlı olan insan ile öteki canlılar
hakkında bilinenler, bildiklerimizden daha fazla.

-İnsan tırnağı bir yılda 3,75 metre kadar uzar.
.[/B]

".

yani günde 1 cm mi?

ekselans
12-03-2007, 12:37
yani günde 1 cm mi?

10 parmak = 1 cm Herhalde

gemici
12-03-2007, 12:41
10 parmak = 1 cm Herhalde

hatta 20 parmak diyelim de tam olsun günde ..0,5 mm o bile fazla gibi

ekselans
12-03-2007, 12:43
hatta 20 parmak diyelim de tam olsun günde ..0,5 mm o bile fazla gibi


Doğru Sn Gemici :super:

ekselans
12-03-2007, 16:04
Yeryüzündeki canlılar hakkında yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan bazı gerçekler, duyanları şaşkına çeviriyor. İşte, şaşkınlığa neden olan gerçekler...

Dünyanın en büyük timsahı 6 metre boyunda, ağırlığı ise 1 tondan fazla.
- Develerin 3 tane kaşı vardır.
- Istakozların kanı mavidir.
- Bir sineğin hızı saatte 8 km’dir.
- Sıçan, deveden daha uzun bir süre susuz kalabilir.
- Erkek güve, dişi güvenin kokusunu 14 km’den alabilir.
- Bazı böcekler kafaları kopmasına rağmen 1 sene yaşayabilir.
- Zürafa kulaklarını diliyle temizler.
- Çikolata köpekleri öldürebilir. Gerçek çikolata köpeklerin kalbini ve sinir sitemini olumsuz şekilde etkiler.
- Yarasalar bir mağaradan dışarı çıkarken hep sola döner.
- Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.
- İngiltere’deki bütün kuğular, kraliyet ailesine aittir.
- Kutup ayıları solaktır.
- Baykuş mavi rengini görebilen tek kuştur.
- Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
- Dünyanın bir numaralı domuz üreticisi ve tüketicisi Çinlilerdir.
- Timsahlar dillerini dışarı çıkaramazlar.
- Bir karıncanın koku alma yeteneği, en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
- Hamam böcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde, hiçbir değişime uğramamışlardır.
- Kediler ultrason seslerini duyarlar.
- Zürafa 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptir.
- Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunur.
- Dünyanın en büyük hayvanı mavi balinadır. Aynı zamanda hayvanlar aleminin en hızlı büyüyen hayvanıdır. Kilosu 22 ayda 26 tona kadar ulaşır.
- Dünyanın en hızlı hayvanı Leopar’dır. Hızı saate 100 km.’ye ulaşır.
- Dünyanın en hızlı kuşu Boğazlı Kırlangıçtır. 3 saniye süreyle saatte 128 km. sürate ulaşmıştır.
- İyi bakılan ve erken yaşlarda kısırlaştırılmış bir tavşan 8 ila 12 sene yaşar.
- Kediler 100 değişik ses, köpekler ise 10 ses çıkartabilir.
- Son 4 bin sene içerisinde herhangi yeni hayvan evcilleştirilmemiştir.
- Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gereklidir.
- Atlar bir aya kadar ayakta kalabilirler.
- Kedilerin her bir kulağında 32 adale vardır.
- Bir inek hayatı boyunca yaklaşık 200 bin bardak süt üretir.
- Karıncalar uyumaz.
- Her sene Amerika’daki hayvan bakım yerleri 30 bin kedi ve köpeği uyutma mecburiyetinde kalmaktadır.
- Hastalanmayan tek hayvan köpekbalığıdır.
- 2 bin 600 değişik cins kurbağa vardır.
- Yılanlar duyamaz.
- Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.
- Filler zıplamayan tek memelidir.
- Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
- Atların, insanlardan 18 tane fazla kemiği vardır.
- Fareler kusamaz.
- Yunuslar gözleri açık uyur.
- Kangurular geri geri yürüyemez.
- Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir.
- Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir.
- Sineklerin 5 gözü vardır.
- Sığırların dört tane midesi vardır.
- Zürafalar yüzemez.
- Penguen yüzebilen ama uçamayan tek kuştur.
- Dünyada en tehlikeli hayvan sivrisinektir, çünkü insan ölümüne en fazla sebep olan hayvandır.
- Tüm dünyadaki kedi ve köpekler yılda 11 milyar dolarlık mama tüketmektedir.
- İnsanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımak mümkündür.
- Kedi ve köpekler insanlar gibi ya sağ ellerini çok kullanırlar ya da sol.
- Kirpiler suda batmaz.
- Bir ıstakoz, ancak yedi senede, yarım kilo alabilir.
- Salyangozların 25 bin civarında dişi vardır.
- Mavi yunusların kalbi dakikada sadece dokuz kere çarpar.
- Köpekbalıklarının kansere karşı bağışıklığı vardır.
- Sivrisineklerin 47 tane dişi vardır.
- Büyükçe bir yunus günde 2 ton yiyecek tüketir.
- Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.
- Kediler şeker tadını ayırt edemezler.
- Amerika’da 58 milyondan fazla köpek vardır.
- Zürafaların ses telleri yoktur.

Kaynak : İnternethaber

gemici
12-03-2007, 16:18
- Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.

bunu kim saydı acaba ...acaip sallamış

gemici
12-03-2007, 16:23
- Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gereklidir.
ort. boy 175 dersek 250 metre felan...

Smyrna
12-03-2007, 17:11
Büyükçe bir yunus günde 2 ton yiyecek tüketir.

buda biraz bana uçuk geldi yunus değildi dev balinalar oluyor o balinalar olsa neysede, hiç bir yunus türü günlük 2 tonla beslenmez biraz nacizane belgesel merağım varda ona istinaden söylüyorum:)

Smyrna
12-03-2007, 17:18
- Dünyanın en büyük hayvanı mavi balinadır. Aynı zamanda hayvanlar aleminin en hızlı büyüyen hayvanıdır. Kilosu 22 ayda 26 tona kadar ulaşır.

evet işte dediğim balina türü bu balinalar,

Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunur. :)

- Tüm dünyadaki kedi ve köpekler yılda 11 milyar dolarlık mama tüketmektedir.

en ilginci ve hayal kırıklığı yaratçak maddesi bu heralde, çünkü o parayı hayvana veren insan iiçnde verebilir, benim tahminim bir bu kadar parayı fakirler için ayırsalar, her sene dünyada açlıktan ölen yüzbinlerce muhtacı kurtarmış olurlar:(

mutlu
14-03-2007, 17:34
bu güncel haberi biliyor muydunuz?
Mehmet Okur Utah'ın tarihi rekorunu kırdı
Milli basketbolcu Mehmet Okur, Utah Jazz tarihinin bir sezonda, en fazla 3 sayılık basket atan oyuncusu oldu.

http://img153.imageshack.us/img153/604/okur1uy4.jpg

''All Star'' Okur, takımının bu sabaha karşı Miami Heat'e 88-86 yenildiği maçta, üç sayılık atışlarda 2 kez isabet sağlayarak, toplamda 109. üç sayı isabetini buldu ve bu alanda kulüp rekorunu kırdı.

Yıldız oyuncu, böylece 1996-1997 sezonunda elde ettiği 108 üç sayılık basket rekorunu elinde bulunduran Brayn Russell'ı da geride bıraktı.
http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=512920

KENDİSİYLE GURUR DUYUYORUZ.

ÇAKAL
15-03-2007, 08:04
Her şeyi 'O'
yarattı



Yüce Allah'ı isimleri ile tanıyoruz. Meselâ Allah'ın bir ismi Hâlık'tır. Yani, yaratıcı, yaratan, yoktan var eden O’dur. Her şeyi O yarattı.


Bizi ve bütün insanları. Dünyanın kuruluşundan bu yana, dünyanın sonuna kadar herkesi O yarattı, O yaratıyor ve O yaratacak. Sadece insanları değil, bitkileri, hayvanları, taşı, toprağı, denizi, karayı, ayı, güneşi, gezegenleri ve yıldızları da O yarattı. Dünyayı, âhireti, Cenneti, Cehennemi, görebildiğimizi, göremediğimizi, bildiğimizi, bilmediğimizi, her şeyi yaratan O... Yüce Allah varlıkları yaratıp öyle bırakmadı. Onların ihtiyaçlarını, yiyeceklerini, içeceklerini, giyeceklerini, hayatlarını devam ettirebilecekleri rızıklarını da verdi. Bizim ve bütün insanların rızıklarını hiçbir ayırım gözetmeden verdi, veriyor, verecek. İnanan, inanmayan, iyi, kötü herkesin ihtiyacını karşılıyor. Bütün kedilerin, serçenin ve kuşların, balıkların, sineğin, karıncanın ve böceklerin de rızıklarını veriyor. Çiçeğin, gülün, papatyanın, fidanın, ağacın ve bütün bitkilerin ihtiyacı olan her şeyini veriyor. Dünyanın yaşaması için hava, su, ışık, atmosfer veriyor, Güneş’in işini görmesi için enerji veriyor. Bitmeden, tükenmeden, azalmadan, sürekli veriyor. İmanla öbür âleme geçince orada da bize sonsuza dek, ebedi olarak rızkın her türlüsünü verecek. Bunun için bütün varlıklar kendilerini besleyen ve büyüten, rızıklarını veren Rezzak'larına hep beraber "Yâ Rezzak! Yâ Allah!" diyorlar. Mehmet Paksu

mutlu
16-03-2007, 11:59
GAZELLERİN ÖZEL SOĞUTMA SİSTEMİ

Klimalar bizi kışın soğuktan, yazın da sıcaktan korur. Ancak soğutma sistemlerini ilk keşfedenler insanlar değildir. Pek çok canlının vücudunda klima benzeri soğutma sistemleri zaten vardır.
http://img80.imageshack.us/img80/3365/gazel886aabyt2.jpg

Örnek olarak Afrika'da yaşayan ve çok hızlı koşan gazeli verebiliriz. Bu canlı diğer pek çok canlı gibi yaşamını sürdürebilmek için düşmanlarından kaçmak zorundadır, çünkü başka bir savunma aracı yoktur. Ancak bu süratli koşu gazelin vücut ısısını aşırı derecede yükseltir. Bu durum gazel için çok tehlikelidir, çünkü vücut ısısı arttıkça gazelin beyninin ısısı da artar. Ancak gazelin hayatta kalabilmesi için beyninin vücudundan daha serin olması gerekmektedir. Bu durumda aklınıza "gazellerin nasıl olup da ölmedikleri" sorusu gelecektir.

Bu sorunun cevabı bizi bir yaratılış gerçeğine götürür.

Gazellerin beyninin başlarının sağ tarafında bulunan özel bir soğutma sistemi soğutur. Ayrıca gazellerin ve diğer hızlı koşan hayvanların soluk alma kanalları vardır. Bu kanalların ardında uzanan, büyük kan birikintilerinin içerisine de yüzlerce küçük kan damarı yayılmıştır. Gazelin soluduğu hava bu yeri soğutur, böylece küçük kan damarlarının içerisinden geçen kan da soğumuş olur. Sonra küçük damarlar kanı beyne taşıyan tek bir kan damarının içerisinde biraraya gelirler. Bu sistem sayesinde gazel koşarken süratle artan vücut ısısından etkilenmez.

Böyle kusursuz bir sistemin zaman içinde kendiliğinden ortaya çıkamayacağını siz de hemen anlamışsınızdır. Çünkü beynin soğutulması için gereken bu sistemin var olmaması demek, gazelin daha ilk koşusunu yaparken ölmesi demektir.

Gazellerdeki soğutma sistemi örneğinde de görüldüğü gibi canlılardaki tasarım, mükemmel bir yapıya sahiptir. Yani bir canlının vücut sistemlerinin ve organlarının evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde ortaya çıkması imkansızdır.

Tüm canlılar, gazellerdeki soğutma sistemi gibi, tek bir parçası bile eksik olsa hiçbir işe yaramayacak sistemlerle dolu bedenlere sahiptir. Bu da canlıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüflerle zaman içinde var olmadıklarını, aksine hepsini yaratanın Allah olduğunu ispatlar. Bu, düşünebilen ve aklını kullanabilen insanlar için çok açık bir gerçektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunların arasında olan herşeyin de Rabbidir." (Şuara Suresi, 28)

mutlu
16-03-2007, 16:38
Allah’ın 99 ismini zikretmek insana huzur veriyor
http://img139.imageshack.us/img139/2502/endersarac186f469dy2.jpg

Sağlıklı yaşam, doğal tıp, doğru beslenme, obezite, stres gibi konularda gelir seviyesi yüksek kesime danışmanlık yapan Dr. Ender Saraç, Allah’ın 99 ismini yani Esmaü’l-Hüsna’yı zikretmenin insana huzur verdiğini söylüyor. Merhametsizlere ‘Er Rahim’ ve ‘Er Rahman’, aşırı sinirlilere ‘El Halim’, yaşamında sevgi ve muhabbeti az olanlara ‘Ya Vedud’, nereye gideceğini bilemeyenlere ‘El Hadi’, sıkıntı içinde olanlara ‘El Vekil’ ismini zikretmelerini tavsiye eden Saraç, “Allah’ın isimlerini zikretmek, meditasyon ve diğer enerji teknikleri gibi pozitif enerji verebilecek etkili bir yöntem. Bu doğru olarak yapıldığında insanın içinde eksik olan enerjileri tamamlar, zarar veren enerjileri de törpüler ve kişiyi rahatlatır. Esmaü’l-Hüsna ile yapılan zikir, beynin bazı merkezlerinde birtakım enerjileri daha çok aktive eder. Zikirden elde edilecek maddi ve manevi güç, diğer insanların acılarını hafifletmek, topluma daha yararlı olmak için kullanılmalı.” diyor.

Dr. Ender Saraç, hepimizin bildiği gibi uzman bir hekim. Sağlıklı yaşam, doğal tıp, doğru beslenme, obezite, stres gibi konularda gelir seviyesi üst düzey grubuna yıllardan beri hizmet veriyor. Mısır’ın piramitlerinden Hindistan’ın aşramlarına, Kâbe-i Muazzama’dan Vatikan’daki Katolik kiliselerine kadar birçok yerde araştırmalar yapan Saraç, Doğu kökenli yoga, meditasyon, reiki gibi enerji tekniklerini incelemiş ve deneyimlemiş bir doktor. Bugüne kadar 100 bine yakın hasta bakan, birçok kitap yazan, kitapları çok satan bir yazar aynı zamanda. Ender Saraç kısa bir süre önce “Ruhsal Gelişimimiz ve Kader” adı altında bir kitap piyasaya çıkardı ve kitabında Allah’ın 99 ismi Esmaü’l-Hüsna’yı zikretmenin bir enerji tekniği olduğunu söyleyerek bütün dikkatleri üzerine çekti. Saraç, kitabında Esmaü’l-Hüsna’nın insanın ruhsal gelişimine nasıl katkıda bulunduğunu yazıyor. Kendini biraz katı ve merhametsiz hissedenlere “Er Rahim” ve “Er Rahman”, aşırı sinirli olanlara “El Halim”, yaşamında sevgi ve muhabbet az olanlara “Ya Vedud”, nereye gideceğini bilemeyenlere “El Hadi”, içinden çıkılamayan bir durum karşısında “El Vekil” ismini zikretmelerini söylüyor. Ayrıca her burcun etkilendiği isimlerin neler olduğunu anlatıyor. Mesela İkizler burcunun baskın isimleri; Es Semi, Eş Şehid, El Mukaddim, El Basir.

Tıp fakültesinden yeni mezun olduğunda doktorluğun sadece ‘reçete yaz, tahlil iste’ gibi eylemlerden ibaret olmadığını düşünerek araştırmaya başlayan Saraç, “Başka bir derinliği vardır diye hissediyor, hatta biliyordum. Ama çok gençtim, yeterince bilgim yoktu. Bu nedenle adını koyamıyordum.” diyor. Saraç, 18 yıllık bir çalışmanın ürünü olan kitabı için, “İçimde uyanan ve tecrübelerimle geldiğim noktanın kaleme dökülmüş halidir.” yorumunu yapıyor. Saraç, kitabının ne dini ne de siyasi bir çalışma olmadığını söyleyerek aslında akılda soru işareti bırakıyor. Çünkü bir Müslüman için esmaları zikretmenin ilk amacı Allah’ın rızasını kazanmak. “Zikri ve esmaları dinden bağımsız bir şey gibi insanlara sunmak doğru mu?” sorumuza şöyle açıklık getiriyor: “Dinden soyutlamıyorum. Bu evrensel bir bilgidir. İnsanlığa yararlı olabilecek enerji inanç sistemimizde var. Bırakın pek çok insan bunların tadını alsın. Şifasını, nurunu öğrensin. Ondan sonra seçimi kendi yapsın. Pek çok insanın ulaşamayacağı ve giremeyeceği yerlere belirli bir anlatım tekniğiyle ben girdim. Bu kitap Türk toplumuna iyi bir hizmettir. İnsanlara hissedebileceği ve anlayacağı dilden ikram yapmak lazım. Sonuçta ben de bazı şeyleri nasıl yapacağımı hissediyorum.” diyor. Ender Saraç, yoga, meditasyon gibi Batı toplumlarında çok popüler olan tüm enerji tekniklerini denemiş hastalarının, “En büyük teknik nedir?” sorusuna, “Kalben tam teslim olarak yaşamak.” cevabını veriyor.


***


Ayete’l-Kürsî’nin koruyucu etkisi bilimsel olarak ispatlanacak


Ender Saraç, artık dünyada her şeyin bilimsel ve teknik şeylerle açıklandığını ve bunun aslında en ileri teknolojinin kaynağı olan El Alîm esmasının tecellisi olduğunu belirtiyor. Saraç, “Ayete’l-Kürsî, Felak ve Nas sûreleri okunduğunda insanın aurasının kalınlaştığı yani insanın korunduğu, çok kısa süre içinde birtakım ince aletlerle tespit edilecek. Nazar diye bir enerji olduğu ve nazara karşı bazı sûrelerle korunmanın insanın aurasını genişlettiği bilimsel olarak açıklanacak.” diyor.

ÇAKAL
20-03-2007, 07:29
Baykuş ve ekolojik denge



Bir ağaca konup da kendi halinde konuşmaya başladığında, bir felaketin işareti olarak yorumlanır. Bakışları nedense hep korkuyu hatırlatır insanlara. Halbuki kainattaki görevlerinin felaketlerle hiç ilgisi yoktur.


Dünyanın ekolojik dengesinin vazgeçilmez memurları baykuşlardan bahsediyoruz. Baykuşlar bünyelerine, kendi boyutlarına uygun beslenme tarzlarına sahiptirler. Küçük baykuş tipleri böceklerle karnını doyururken, orta büyüklükteki baykuşların temel besini, başta fareler, hemen hemen bütün kemirgen türleridir. Büyük boyda baykuşlar ise ceylan yavrusu gibi küçük memeli hayvanları ve iri boyutlu kuşları avlayabilirler. Bir baykuş çifti günde ortalama 7 kemirici tüketir. Farelerin nüfusu arttığında baykuşlarınki de artar. Hayatı bir denge içinde geçen ve ekolojik dengeye katkıda bulunan baykuşlara "felaket habercisi" gibi ya da "uğursuzluk" yakıştırması ne kadar da haksız ve batıl bir inançtır.

Mehmet Paksu /

mutlu
20-03-2007, 09:59
Liseli Türk Gencinin Bulduğu buluş Almanları Şok etti

Bir lise öğrencisinin pilsiz ve şarjsız yanmasını sağladığı el feneri, bir sallamayla 10 saat çalışıyor.Türkiye’de ve dünyada ilk defa seri üretime geçen pilsiz ve şarjsız el fenerinin bir öğrencinin projesi olduğunu vurgulayan satış sorumlusu Metin Yıldız, “Teknik lisede okuyan bir öğrenci, bobin arasından geçen bir mıknatıs sistemiyle elektrik üretmeyi başararak el fenerinde uyguladı. Daha sonra bu projeyi İstanbul Elektrik Firması’na gönderdi. Burada arkadaşlarımızın yaptığı çalışmalar sonucu da olumlu çıktı. Pil ve şarj cihazı kullanmağa gerek kalmadan hazırlanan sistemde, sadece bir kez sallamak yeterli oluyor. Bir kez salladığınız el fenerinin elektrik enerjisi yaklaşık 10 saat gidiyor” dedi.

Almanya’da katıldıkları bir fuarda bu ürünü gösterdiklerini belirten Yıldız, “Almanlar hayretler içinde kaldı ve bizden talepleri oldu. Bunu yapan bir lise öğrencisi, yani bir Türk’ün başarısıdır. Şimdi İstanbul Elektrik Firması tarafından seri üretime geçen bu el feneri ileriki dönemlerde maden ocaklarında kullanılan kasklara da monte edilecek. Bu sistem sayesinde pillerden oluşan çevre kirliliği ortadan kalkıyor. En iyisi ise aldığınız el fenerini ömürlük kullanabiliyorsunuz” şeklinde konuştu.

mutlu
20-03-2007, 10:14
Erkekler eskiden nasıl tıraş oluyorlardı?

1991'de Avusturya Alpleri'nde buzullar arasında donmuş bir erkek cesedi bulundu. Şaşırtıcı olan cesedin 5.200 yıl önce yaşamış birine ait olması ve bugüne kadar hemen hemen hiç bozulmadan kalabilmesiydi. 'Alp Çobanı' adı verilen bu cesette dikkat çeken bir başka husus da, yüzünde sakal ve bıyık olmamasıydı.

Arkeologlara göre erkekler tarih öncesi devirlerde de tıraş oluyorlardı. Mağara duvarlarındaki bu devirlerden kalma resimler sakal tıraşı için kabukların, köpekbalığı dişlerinin, en çok da keskinleştirilmiş çakmaktaşlarının kullanıldığını göstermektedir. Günümüzde keşfedilen bazı ilkel kabilelerde çakmaktaşının bu amaçla kullanıldığı gerçekten de görülmektedir. Mısır'da
açılan mezarlarda eski Mısırlıların M.Ö. 4. yüzyılda sakal kesmek için kullandıkları altın ve bakır aletler bulunmuştur.

Tarih öncesi erkeğinin sakal tıraşı olma nedeni, kesilmezse 150 santimetreye kadar uzayabilecek olan sakalın hareket kabiliyetini hayli kısıtlamasıdır. Ancak sinek kaydı tıraş olma ihtiyacının nedeni bilinmemektedir. Her gün kesilmesi gerekiyorsa erkekler niçin sakallı yaratılmışlardır, o da ayrı bir konu. Erkekler günümüzde olduğu gibi geçmiş zamanlarda da din, toplumsal konum ve moda gibi nedenlerle tıraş oluyorlardı. Örneğin, Roma'da sadece özgür insanlar tıraş olabilirdi.
MS. 14. yüzyılda şimdiki usturanın ilkelleri ortaya çıkmaya başladı, ama erkeklerin acılı ve kanlı tıraş derdi 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti. King Camp Gillette (jilet) ABD'de 1901 yılında ilk iki taraflı jileti keşfetti. Ancak Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar 168 jilet ve 51 makine satabilmişti. - Çünkü satın aldıkları jiletlerin ambalajı olan ince kağıtları çıkarmamışlardı. Satılan firmaya “Bu jilet kesmiyor.” diye iade etmişlerdi.- Savaş başlarında ABD hükümeti ordunun ihtiyacını karşılamak için firmaya 3,5 milyon tıraş makinesi sipariş etti. Böylece tıraş bıçağı bir sektör haline geldi.
Kısa bir süre sonra eski bir kılıç üreticisi olan Wilkinson firması da tıraş bıçağı üretimine geçti ve bu ikili günümüze kadar piyasanın devleri olarak geldiler. Günümüzde Gillette dünya pazarının yüzde 66'sim elinde bulundururken, Wilkinson'un payı yüzde 20'dir. Daima sektörün motoru olan Gillette aslında kaşifinin ve firmanın ismi ve bir marka iken ürünün de ismi haline gelmiştir 1950'li yıllarda ilk elektrikli tıraş makineleri devreye girdi. Aynı yıllarda ise paslanmaz çelik tıraş bıçağı piyasaya çıktı. Günümüz erkeklerinin yaklaşık yüzde 80'i ıslak tıraşı yani tıraş bıçağı kullanmayı tercih ediyor. Dünyada tıraş olan 2 milyar erkek ve her birinin yüzünde ortalama 15 bin kıl varken ve hele hele bu kıllar günde yaklaşık 2 milimetre uzarken, yani bir erkeğin ömrünün ortalama 100 günü tıraş olmakla geçerken, kim bükebilir tıraş bıçağı sektörünün bileğini?

mutlu
20-03-2007, 18:31
Gözle görülen en büyük yıldıza bakarken aslında zamanın içinde 4 milyar yıl geriye bakıyormuşuz.

mutlu
20-03-2007, 18:31
Alman bilim adamlarının araştırmasına göre, kalp krizleri en çok pazartesi günleri yaşanıyor.

mutlu
20-03-2007, 18:31
Ünlü yazar Shakespeare ile çağdaşı yazar Jonson Londra’daki Westminister Abbey’de 1637 yılında tasarruf etmek için ayakta dikilir halde gömülmüşlerdi.

mutlu
20-03-2007, 18:31
Güneş sisteminde Venüs dışındaki tüm gezegenler saatin tersi yönünde dönerler. Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.

mutlu
20-03-2007, 18:32
İsrail’de bulunan Ölü Deniz’de boğulmak olanaksızdır. Tuzluluk oranı yüzde 25’e yakın olan denizin yüzeyinde bacak bacak üstüne atıp gazete okusanız bile batmazsınız.

mutlu
20-03-2007, 18:32
Dünyadaki tüm kıtalarda Roma adında bir kent vardır.

mutlu
20-03-2007, 18:32
İnsanın gülümsemek için 17, somurtmak içinse 43 kasa ihtiyacı var.

mutlu
20-03-2007, 18:32
Dünyadaki en yaygın kan grubu 0’dır. AB grubu kan ise en az rastlanan guruptur. A-H adındaki bir grup kana ise şu ana dek dünyada yalnızca üç kişide rastlanmıştır.

mutlu
20-03-2007, 18:33
Bedevi düğünlerinin geleneksel bir yemeği şöyledir: Bir bütün devenin içine bir koyun, koyunun içine birkaç piliç, piliçlerin içine balık ve balıkların içine de yumurta doldurulur.

mutlu
20-03-2007, 18:33
Auguste Rodin’in ünlü Düşünen Adam Heykeli, aslında düşünen bir adamı simgelemesi için yapılmamıştı, sadece İtalyan şair Dante’nin heykeliydi.

mutlu
20-03-2007, 18:33
1961 yılında çağdaş resmin öncülerinden Matisse’in “Bateau-Gemi” adlı tablosu, New York’taki Çağdaş Sanat Müzesi’nde yapılan bir yanlışlık sonucu iki ay boyunca kafa üstü ters olarak asılı kalmış, 12 bin ziyaretçi bu durumu farketmemişti.

mutlu
20-03-2007, 18:34
Ernest Vincent Wright adlı deneysel yazarın 1939 tarihli “Gadsby” adlı romanı 50 bin 110 sözcükten oluşmuştu ancak romanda bir tek “e” harfi bile yoktu.

mutlu
20-03-2007, 18:34
Bir filmde yer alan en uzun öpüşme sahnesi, ressam-deneysel sinemacı Andy Warhol’un “Öpüşme” adlı filminde yer alan 50 dakikalık öpüşme sahnesiydi. Film zaten oyuncular Naomi Levine ve Rufus Collins’in 50 dakikalık öpüşmesini anlatmaktaydı.

mutlu
20-03-2007, 18:34
1931-1969 yılları arasında çizgi filmcilerin piri Walt Disney, toplam 35 Oscar kazanmıştı.

mutlu
20-03-2007, 18:35
1979 yılında çekilen “Kara Delik” filmi, Walt Disney yapımı olmasına rağmen çocukların seyretmesine izin verilmeyen ilk ve tek Disney filmiydi.

mutlu
20-03-2007, 18:35
Ünlü tiyatro oyuncusu Sarah Bernhardt geceleri bir tabutta uyurdu.

mutlu
20-03-2007, 18:35
Ünlü rock yıldızı Elvis Presley, polis rozeti koleksiyonu yapardı.

mutlu
20-03-2007, 18:35
1952 tarihli John Cage bestesi “4’ 33”, dört dakika otuz üç saniye süreli tam bir sessizlikten oluşmaktaydı.

mutlu
20-03-2007, 18:35
Haydn sadece temiz, beyaz kağıda bestelerini yazabilirdi. Mozart eserlerini mutlaka bilardo oynarken bestelerdi. Christoph Gluck ise ancak bir tarlanın ortasına oturup beste yapabilirdi. Rossini eserlerinin çoğunu sarhoşken bestelerken, Wagner ise tarihsel kostümler giydiği zaman çok daha kolay beste yapardı.

mutlu
20-03-2007, 18:36
Havuç delisi Buggs Bunny’i çok uzun yıllar başarıyla seslendiren tiyatro sanatçısı Mel Blanc, gerçek yaşamında havuca karşı anormal derecede alerjikti.

mutlu
20-03-2007, 18:36
Hıristiyan sözcüğü İncil’de sadece 3 kez geçmektedir.

mutlu
20-03-2007, 18:36
Napolyon’un içki kadehlerinden biri ünlü İtalyan serüvenci Cagliostro’nun kafatasından yapılmıştı.

mutlu
20-03-2007, 18:37
1864 yılında mezarı açılıp çalındığından beri Voltaire’in cesedinin nerede olduğu bilinmemektedir.

mutlu
20-03-2007, 18:38
Harvard Business Review Dergisi tarafından yapılan araştırmaya göre, erkek üst düzey yöneticilerin yüzde 50’den, kadın yöneticilerin de yüzde 80’inden fazlası, haftada 60 saatten fazla çalışıyor. Üst yöneticiler arasında ise kadın yöneticiler, daha çok çalışmayı tercih ediyorlar.


Yoğun çalışma saatlerinin sürdürülebilir olmadığını gören büyük küresel şirketler, yetenekli elemanlarının, yoğun çalışma nedeniyle istifa etmelerini önlemek için “daha az çalışmayı” öngören bir strateji benimsediler.

Küresel şirketler, üst düzey yöneticileri için haftalık ortalama 40 saatlik çalışma ortamı hazırlıyorlar, yöneticilerini uzun tatillere yolluyorlar, alternatif dinlendirici çalışma imkanı sağlıyorlar, bazıları da, yöneticilerin kendi projeleri üzerinde çalışmasını istiyor.

Yeni yaklaşımın, üst yöneticiler için daha sürdürülebilir ve yaratıcılığı öldürmeyecek bir çalışma sistemi oluşturmayı amaçladığı belirtiliyor.

ÇAKAL
21-03-2007, 08:09
Mantar görevini bilir



Mantarlar çoğunlukla patates, havuç gibi bir bitki olarak anılırlar. Halbuki bir mantar "bitki" adını alabilecek kadar bitki değildir.


Onların hayvanlara da benzeyen yönleri vardır. Fakat hayvansal özellikleri de "hayvan" adını almaya yeterli değildir. Hem bitkilere, hem de hayvanlara benzeyen bu çok özel bir yapıyla yaratılmış varlıkları bilim dünyası ayrı bir "âlem"de inceler: Mantarlar âlemi diye. Biz onların sadece meyvelerini görebiliriz-tabii, bizim görebileceğimiz boyutta meyve verirlerse. Mantarların gövdeleri toprağın altında, bir odun parçası içinde veya bir gıdanın yüzeyinde bulunur. Besinlerini sağlamak için kullandıkları çok farklı yöntemleri vardır. Binlerce çeşit mantar, yeryüzünün ayrı ayrı köşelerindeki görevlerini aksatmadan Rablerinin onlara emrettiği gibi eksiksiz yerine getirirler. Kendilerine verilen bir düzen ve sistem içinde sessiz sedasız çalışırlar, soframıza kadar taşınırlar. Sonra da hücrelerimize kadar gelerek vücut yapımızda göreve başlarlar.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
22-03-2007, 08:52
Kuran'ın anlattığı kuş



Hüdhüd kuşu, Kur'an-ı Kerimde anlatılan birkaç kuş türünden biridir. Neml Suresinde Hz. Süleyman ile aralarında geçen bir konuşmaya yer verilir.


Hüdhüd, Hz. Süleyman'a Güneş'e ibadet eden hükümdar Belkıs'ın varlığını haber verir. O zamanın şartlarında çok büyük bir hizmete vesile olur. Hüdhüd, rengarenk desenleri, başındaki dik tepelik ve uzun ince gaga şekliyle çok ilginç bir kuştur. "Huuud, huuud!" şeklindeki sesi sebebiyle hüdhüd ismini almış. Boru şeklindeki ince gagası nedeniyle yemek borusuna da dışarıdan hava alır. Hz. Süleyman, bir mucize olarak her varlığın dilini anladığı gibi, kuşların da dilini bilir, onlarla konuşur, çeşitli görevlerde çalıştırırdı. Bu mucize uzun yıllar etkisini göstermiş. Osmanlı döneminde de postacılık görevi yapan hüdhüdün arkadaşlarından güvercinleri biliyoruz. Biz anlamasak da kuşların kendi konuştukları dilleri vardır. Kur'ân diyor ki: "Her varlık kendi diliyle Rabbini tesbih eder ama siz anlayamazsınız."

Mehmet Paksu

mutlu
22-03-2007, 13:22
:cry: TARİHTEN TRAJİK BİR SAYFAMIZ:cry:

:notr: İLK OTOMOBİLİMİZ DEVRİM 'in HİKAYESİ:arf: Okuyup ibret alalım.

29 Ekim 1961 tarihine kadar binek otomobili tipinin geliştirilmesi görevinin TCDD işletmesine verildiği bildirilir...

Devrim'in teknik özellikleri:
İmal Tarihi::::::::::: 1961
Ağırlık:::::::::::::::: 1250 kg.
Uzunluk:::::::::::::: 4500 mm.
Genişlik:::::::::::::: 1800 mm.
Yükseklik:::::::::::::1550 mm.
İmal Yeri::::::::::::: Eskişehir Demiryolu Fabrikası
İmal Süresi::::::::::: 4,5 ay
Üretim Sayısı::::::::: 4 Adet Binek Otomobili
10 Adet Motor::::::: 4 adet A4L tipi 3 adet A4T tipi 3 adet B3T tipi
7 Adet Şanzuman:::: 3 adet A tipi 4 adet B tipi
Silindir Sayısı::::::::: 4
Silindir Çapı::::::::::: 81 mm.
Silindir Hacmi::::::::: 20 70 cm
Strok:::::::::::::::::: 100 mm.
Kompresyon::::::::::: 6,8 : 1
Güç:::::::::::::::::::: 50 HP
Devir:::::::::::::::::: 3600 d/d
Karakteristik::::::::::: Dört zamanlı

http://img257.imageshack.us/img257/695/2b9ef3ejq5.jpg


16 Haziran 1961 TCDD Fabrikalar ve Cer Daireleri Yönetici ve Mühendisleri ile toplantıda Ulaştırma Bakanlığının yazısı okunarak, 29 Ekim 1961 tarihine kadar binek otomobili tipinin geliştirilmesi görevinin TCDD işletmesine verildiği bildirilir.

Bu iş için 1.400.000 TL. ödenek ayrıldığı belirtilir. Süre 4,5 aydır!. Bu süre içinde bu çapta bir geliştirme çalışması yapılabilir mi ki? Bırakınız geliştirmeyi hiçten yola çıkarak çalışabilecek bir otomobil yapılabilir miydi?

Tüm ülkede Üniversiteden Basınına, bir avuç sanayicisinden politikacısına, sesi duyulabilen kimse ne otomobil ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyordu.

Fakat bu inanılmaz şey gerçekleşiyor ve 28 Ekim 1961 sabahı Türkiye’de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye’de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi Binası önüne götürülerek Devlet Başkanı Cemal GÜRSEL paşaya sunulabiliyor, bir ikincisi paşayı Anıtkabir’e götürüyor, sonra da Hipodrom'daki geçit resmine katılıyordu.

Bu nasıl gerçekleşmişti? Ne getirmiş, ne götürmüştü?

Projeyle başka bir kuruluşun değil de TCDD’nin görevlendirilmiş olması, o tarihlerde TCDD’nin onarım amacıyla kurulmuş fakat geniş ölçüde yedek parça imal eden Ankara, Eskişehir, Sivas ve Adapazarı’ndaki fabrikaları ile önemli bir teknik potansiyeli ve yetişmiş işçisinden mühendisine kadar güçlü bir teknik kadrosunun bulunmasıydı.

Yüksek Mühendis Emin BOZOĞLU yönetim grubunun (Necmettin Erbakan'da gruptadır) başı olarak 20 mühendisin olağanüstü bir tempoyla fakat gönül rahatlığı içinde çalışmasını sağlayıp eşyöneltmek suretiyle birinci derecede rol oynamıştı.

Zamana karşı yapılan yarışın kazanılmasında ikinci etken, görevalan mühendislerin, proje süresince hafta sonları da dahil her gün, en az 12’şer saat, gerektiğinde bazı geceleri, sökülmüş bir otomobil sedirinin üzerinde birkaç saat kestirerek işbaşında kalmayı yüksünmeyecek ölçüde davaya gönül vermiş olmalarıydı.

Çalışmalar için, Eskişehir Demiryol Fabrikalarında dökümhane olarak yapılıp kullanılmayan bir bina seçildi. Elden geldiğince çeşitli tipte otomobil yapısını yakından inceleyerek fikir edindikten sonra yapılacak tipin boyutları, motor, şanzıman vb. öteki grup ve parçaların nasıl tasarlanıp imal edileceği üzerinde durulması sonucuna varıldı.

Önce otomobilin ana hatları belirlendi. Dört ile beş kişilik, toplam 1000-1100 kg. ağırlığında ortaboy denilebilecek bir tip üzerinde uzlaşıldı. Motor 4 zamanlı ve 4 silindirli olarak, 50-60 BG. vermeliydi.

Karoser için hazırlanan 1/10 ölçekli maketlerden seçilen 1/1 ölçekli alçı modeli yapıldı. Kroserin damı, kaput ve benzeri saçları, sonra bu modelden alınan kalıplarla yapılmış beton bloklara çekilmek ve çekiçle düzeltilmek suretiyle tek tek imal edildi.

Karar verilen yandan subablı bir 4 silindirli motorun, gövde ve başlığı Sivas Demiryol Fabrikalarında dökülüp, Ankara Fabrikasında işlendi. Piston, segman ve kolları Eskişehir’de yapıldı. Motor Ankara Fabrikasında monte edildi. Frenlemede 40 BG.’den fazla güç alınamayan bu motora alternatif olarak Ankara Fabrikası aynı gövde ve krank milinden yola çıkarak başka bir tip geliştirdi.


B Tipi adı verilen üstten subablı bir üçüncü motorda bu kez tanınmış bir 6 silindirli otomobil motorundan esinlenerek, fakat krank ve eksantrik milleri yeni baştan çizilip, hesaplanmak suretiyle Eskişehir’de imal edildi. Bu motor frenleme de 60 BG.’ye ulaşmış ve daha sonra Diesel’e çevrilerek istasyon aydınlatılmasında kullanılmak üzere yapılan elektrojen gruplarına uygulanmıştır.

Süspansiyon grubu ön takımları için “Mc Phearson” sistemi önerilmişti. Bu gün çok yaygın kullanılan bu sistem, o tarihte bulduğumuz kadarıyla bir tek firma tarafından uygulanıyordu. Benimsendi ve Eskişehir’de yeniden imal edildi.

Eylül sonuna doğru, ön ve arka camları, piyasada bulunabilenlere uydurmak zorunluluğuyla modele göre biraz değiştirilmiş iki gövde çatılmış ve biri A diğeri B tipinden iki ayrı motor hazırlanmış bulunuyordu.

Şanzumanlar, Ankara Fabrikasınca tümü yerli olarak yapılmıştı.

Montaja geçildiğinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri de gövde-motor uyumunu sağlamak, debriyaj, gaz ve fren kumanda mekanizmalarını yerleştirmek ve direksiyonun en uygun konumunu bulmaktı. Ayarlı direksiyon önerisi kabul edilmedi. İki yıl sonra Cadillac bunu bir yenilik olarak getiriyordu.

Nihayet Ekim ortalarında Devrim otomobillerinden ilki tecrubeye hazır duruma gelebildi. Elektrik donanımı, diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları ve motor yatakları ile cam ve lastikleri dışında tüm parçalar yerli idi.

Bir yandan bu ilk otomobilin yol tecrübeleri sürdürülürken bir yandan da ikinci otomobilin yetiştirilmesine çalışılıyordu. Siyah renkteki bu iki numaralı Devrim’in son kat boyası ancak 28 Ekim akşamı vurulabilmişti. Pasta ve cilası Ankara’ya sevkedilmek üzere yüklendiği trende, gece yol alırken yapıldı. Buharlı lokomotiflerde, çekilen trende bacadan sıçraması olası kıvılcımlardan ötürü güvenlik önlemi olarak benzin depoları boşaltılmıştı.


Tren sabaha karşı Ankara’ya geldi. İki Devrim o zamanlar Sıhhıye semtinde, şimdiki Adliye Sarayı’nın yerindeki Ankara Demiryol Fabrikasına indirildi. Manevra imkanı sağlamak için depolarına yalnızca birkaç litre benzin kondu. Asıl ikmal, sabahleyin Sıhhıye’deki Mobil Benzin İstasyonundan yapılacak, sonra da Meclis’e gidilecekti. 29 Ekim sabahı Fabrikaya gelen otomobilli, motosikletli oldukça kalabalık bir trafik ekibinden oluşan eskordun arasında Devrim’ler yola çıktı. Çıktı ama, eskorttakiler, benzin alma işinden haberleri olmadığı için Mobil’e uğramadan yola devam ettiler. Meclis’in önüne gelindiğinde durum anlaşıldı, acele getirilen benzin 1. arabaya kondu, 2 numaraya konacağı sırada Cemal Paşa Meclis’in önüne gelmiş ve Anıtkabir’e gitmek üzere 2 numaralı Devrim otomobiline binmişti. Yola çıkıldı fakat, 100 metre kadar sonra motor öksürerek durdu. Cemal Paşa’nın “Ne oluyor?” sorusuna direksiyondaki Y. Muh. Rıfat SERDAROĞLU “Paşam, benzin bitti.” cevabını verdi. Paşa’dan özür dilenerek 1 numaralı Devrim’e geçmesi rica edildi. Büyük bir hoşgörü ile buna uyan Cemal Paşa Anıtkabir’e bu otomobil ile gitti, inerken ünlü “Batı kafasıyla otomobili yaptınız ama doğu kafasıyla ikmali unuttunuz.” sözlerini söyledi.

Ertesi gün bütün gazetelerin sözbirliği etmişçesine “100 metre gidip bozuldu” başlığını attıkları 2 numaralı Devrim aynı gün Hipodrom’daki geçit törenine katılıyor, basınımız ne bunu, ne de Cemal Paşa’nın Anıtkabir’e bir başka Devrim otomobili ile gittiğini yazmıyor, yalnızca haber, yorum ve fıkralarda harcanan bunca paranın boşa gittiğinden dem vuruyorlardı. Oysa aynı yıl Tarım Bakanlığı bütçesine konmuş bulunan “At neslinin ıslahı” için 25 milyon TL ödenekten ve sonucundan kimse söz etmiyordu. Hala merak eder sorarım at neslinde o günden buyana bir gelişme sağlanmış mıdır diye...

Bir de otomotiv sanayimize bakalım: Ekonominin gerekleri uyarınca montaj biçiminde başlayıp bugün büyük birer sanayi kuruluşu durumuna gelmiş bulunan Kamyon-Otobüs-Otomobil firmaları yüzbinlerce araç üretebiliyor... Ve bunlar ithal yolları açık olduğu halde satışlarını arttırabiliyorlar.

Acaba bugüne kadar basınımızdan olumlu yazılar almamış olan Devrim Otomobilleri yapılmasaydı, Türkiye’de bir otomotiv sanayii oluşabilir miydi, hiç sanmıyorum. Çünkü Devrim Otomobillerinin ortaya çıkmasıdır ki “Türkiye’de otomobil ve motor yapılamaz” görüşünü yıkmış tartışmaların yönü değişmişti.

[I]Kaynak: Salih Kayasağın Makina Mühendisi

Devrim'in Yapım Aşaması...

14.GÜN
http://img300.imageshack.us/img300/994/14bb0755tg4.jpg

29.GÜN
http://img139.imageshack.us/img139/6392/29bec557xs8.jpg

86.GÜN
http://img141.imageshack.us/img141/2113/86c00634zw6.jpg

92.GÜN
http://img148.imageshack.us/img148/4595/92c04679om8.jpg

113.GÜN
http://img137.imageshack.us/img137/8286/113iz1.jpg

115.GÜN
http://img241.imageshack.us/img241/4899/115zg4.jpg

ve
129. GÜN
http://img134.imageshack.us/img134/4895/129up5.jpg

ÇAKAL
23-03-2007, 07:52
Bir şefkat desteği



Yarasa deyince ilk akla gelen tanım karanlık şatolarda insanın tüylerini ürperten esrarengiz yaratıklardır.


Küçük kızınızla ormanlık bir alanda yürüyüş yaparken, masum bir yarasa yakınlarınızdan geçse, ufaklık hemen çığlığı basar. Halbuki o sırada yakınlardan geçen bir serçe ne kadar korkunçsa bir yarasa da aynı derecede dehşet vericidir! Yarasaların yeryüzünde yaklaşık bin farklı türü vardır. Ve bunların arasından sadece üç tür bazı hayvanların kanını emerler. Fakat tarih boyunca insanlara saldırdıkları vaki değildir. Rahmeti sonsuz Rabbimiz, bu 10 santimetrelik varlıklara nakış nakış merhamet işlemiştir. Mesela, bir anne yarasa, yavrusunu dünyaya getirdikten sonra ölmüşse, yakınlardaki diğer anne yarasalar hemen bir araya gelirler. Yavru yarasanın bütün bakımını üstlenirler. Kendi çocuklarından ayırt etmeden öksüz yavruyu büyütürler. Akılsız, şuursuz sıradan bir varlık olan anne yarasanın kalbindeki şefkat, bütün hayvan annelerindeki şefkatin aynısından başkası değil.

Mehmet Paksu

mutlu
23-03-2007, 09:59
Bir şefkat desteği



Yarasa deyince ilk akla gelen tanım karanlık şatolarda insanın tüylerini ürperten esrarengiz yaratıklardır.


Küçük kızınızla ormanlık bir alanda yürüyüş yaparken, masum bir yarasa yakınlarınızdan geçse, ufaklık hemen çığlığı basar. Halbuki o sırada yakınlardan geçen bir serçe ne kadar korkunçsa bir yarasa da aynı derecede dehşet vericidir! Yarasaların yeryüzünde yaklaşık bin farklı türü vardır. Ve bunların arasından sadece üç tür bazı hayvanların kanını emerler. Fakat tarih boyunca insanlara saldırdıkları vaki değildir. Rahmeti sonsuz Rabbimiz, bu 10 santimetrelik varlıklara nakış nakış merhamet işlemiştir. Mesela, bir anne yarasa, yavrusunu dünyaya getirdikten sonra ölmüşse, yakınlardaki diğer anne yarasalar hemen bir araya gelirler. Yavru yarasanın bütün bakımını üstlenirler. Kendi çocuklarından ayırt etmeden öksüz yavruyu büyütürler. Akılsız, şuursuz sıradan bir varlık olan anne yarasanın kalbindeki şefkat, bütün hayvan annelerindeki şefkatin aynısından başkası değil.

Mehmet Paksu


sayın cakhall,

Burada şu hatırlatmayı yapayım:

Yarasalar uçabilen tek memeli hayvanlardır. Memeli, aynen insan gibi doğurarak üreme yapar. yavrusunu emzirerek büyütür, demektir.
memeli hayvanlarda diğer yollarla üreme yapan (yumurtlayarak, bölünerek, tozlanma yoluyla vs.) varlıklara göre şefkat daha fazladır.yüce yaratıcı bir annenin yavrusuna gösterdiği şefkatten yüzlerce kat şefkatlidir.

Bu yüzden yarasa, kuş türü değildir. aynen yunus gibi. yunuslara yunus balığı diyenler yanlış ifade ediyorlar. çünkü yunuslar da memeli hayvanlardandır.
Suda yaşayan memelilerdendir.

Bi de yarasalar çok yararlı hayvanlardır. Yoksa yaramasa derdik.:he:

mutlu
23-03-2007, 10:09
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

İŞTE YARASANIN FAYDALARINDAN
yarasa gübresi


http://img257.imageshack.us/img257/4021/61c555bhq0.jpg
Yarasa Gübresi 1800 lü yılların ortalarında Amerika Birleşik Devletlerinde Tarımın gelişmesinde lider rolü oynamıştır.Yarasa gübresi mağaralarda yaşayan yarasalardan arta kalan dışkılardan doğal olarak elde edilen çevresel bir gübredir. Bu gübre, diğer bütün doğada bulunan gübreler içinde daha iyi bir gerekli besleyici dengeye sahiptir ( N P K), ve diğer organik gübrelere nazaran mikro organizma sayısı ve işlevliği çok daha yüksektir.

Yarasa gübresinin üzerinde uzun yıllar yapılan araştırma ve deneylere göre gübre içersinde bulunan besleyici mikro organizmaların sayısı ve işlevlerinin sürekli değişebildiği gözlenmiştir. Yarasa gübresinden yapılan farklı farklı analizler sonucunda değişik sonuçlar içeren değerler elde edilmiştir.

Yarasa Gübresi(Bat Guano) İçeriği

Biolojik olarak yarasa gübresi %100 doğal hammaddedir, özellikle yarasa ve deniz kuslarinin dışkılarıyla oluşur.100 lerce sene magaralarda kalip kompostaya dönüşür katılaşırlar ve sonrasinda dogal tamemiyle doğal yollarla islenirler.

Bu kaba urunden taslar ve tuylerden temizleniyor. Sonrasinda pudra seklinde suzuluyor, ve bu yuzden bu dogal gubre nin içeriği cok homojen dağılım gösterir.ince uzun sutun sekilindeki aletler yardimiyla taneler, (cap 4 – 5 millimetre , boy/uzunlugu 5 – 20 millimetre) urun 210 derecede firinda kurutuluyo ve sonrasinda paketleniyo.

Guanokalong simdi pudraseklindede temin edilebiliyo. Bitkiler Pudrayi daha cabuk absorbe ediyor/sindiriliyo. Maddelerin Macro icerigi: stikstof, fosfor, kalium, zwavel, mikro elementlerle bitkilere ve gewassen? Lara besin kaynagi yuksek zemin oluyosturuyo.

Toplam Azot(N) 1.00-6.00%
Fosfor Oksit (P2O5) 1.50-9.00%
Potasyum Oksit (K2O) 0.70-1.20%
Kalsiyum Oksit (CaO) 3.60-12.0%
Mağnezyum Oksit (MgO) 0.70-2.00%
Demir(Fe) 0.70-1.50%
Bakır (Cu) 0.20-0.50%
Mangan Oksit (MnO) 0.40-0.70%
Çinko (Zn) 0.40-0.65%
Sodyum (Na+) 0.45-0.50%
Organik Materyal (OM) 30-65%
pH (in H2O) 4.3-5.5
C/N Oranı 8-15/1
Nem 40-30%








Avantajları

Kokusuzdur yani iceride ve disarida kullanilabilir rahatlıkla kullanılabilir.
Uygulama 3-4 ayda bir kez yapılabilir, çünkü toprağın derinliklerine inmesi zaman alır ve buda toprak bünyesinde daha uzun sure kalici olmasini saglar.
Su gereksinimi cok azdır.
Kısa sürede şaşırtıcı düzeyde etki yaratır, kök uçları kalınlaşır, bitkinin yapraklarında ve taç yapraklarda görünür düzeyde etki eder.
Gübrenin işlenme şekli (sutun şekline gelmesi ve kurutma işlemi) sayesinde toprak gübreyi daha uzun sürede absorbe eder ve daha verimli kullanır.
Biokimyasal özellikleri ve metabolismayi hizlandiriliyo
Organik olan ve olmayan topraktaki elementleri doğal yollardan işlenebilirliğini arttırıyor.
Micro elementleri coğaltıyor ve bitkilerin bakteri saldirilarina karşı dirençliliğini yükseltiyor.
Kullanimi diğer gübrelere göre daha kolay, pratik ve ekonomiktir.

Yarasa gübresi topragin sagligini ve diriligini, direncini sagliyo. Bu biolojik gubre tadi, kaliteyi ve verimliligi yukseltiyo.ve daha cok serralarda, tarlalarda ve evde kendi bahceelrinde ürün yetiştiren kisiler.

BAT GUANO “Bünyesinde çok zengin azot, nitrat, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir bulunan yarasa gübresi, mikroorganizmalar tarafından parçalanarak, inorganik bileşiklere dönüşür. Yarasa gübresi, diğer gübrelere göre çok küçük miktarlarda daha fazla verim sağladığı uzmanlar tarafından açıklanmıştır.

Konsantre olarak da tanımlayabileceğimiz bu gübre, zengin içeriği sayesinde her türlü toprakta diğer gübrelere nazaran %56-212 oranında daha fazla verim sağlar. Evinizdeki saksıdan bahçenize, seralara her türlü üretim yapılan tarlaya az miktarda uygulanması halinde topraktaki mucize gözle görülür şekilde artmaktadır.


Yarasalar kısmı sivri sinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir kısmının gübresinden istifade edilir. Yarasalar yemiş oldukları sinek ve böceklerin %15 ini hazmeder kalanı dışkı olarak bırakır. Bu yüzden yarasa gübresinde doğal birçok zengin mineral bulunmak-tadır.

İsrail’de toprak kum ağırlıklı olduğundan tamamen verimsizdir. Bu yüzden seracılık ve tarımda az miktarlarda yarasa gübresi kullanılarak kumlu verimsiz topraktan inanılmaz ürünler elde etmektedirler. Bu mucizevi gübre az miktarda kullanıldığında topraktaki canlanmayı gözle bile görmek mümkün olacaktır.

Yarasa gübresinin doğal olmasından dolayı kimyasal gübreler gibi hormon içermez bu yüzden yetiştirilen ürünlerdeki lezzet çok farklıdır. Yarasa gübresinde bitkinin gereksinim duyduğu: Organik Azot, organik karbonu, Organomineral, Mikrobiyal, Enzim, nitrat, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir gibi minareler çok zengin olarak bulunur.






Tarih

Fosfor icerikli maddeler ve gubre maddeleri, Alman alchemist Brand 1669`da fosforu ilk defa isole etmeyi basardiktan oncede kullaniliyodu.

Christus dogmadan 200 sene once,kuş dışkısı kullaniyolardi tarim verimini yukseltmek icin.

Guano`kelimesinin kokeni Quichua dilinden (kokenli) geliyo. Bu dil Inca uygarliginda konusuluyomus. Guano`nun anlami aslinda `su kuşlarinin dışkıları`. `Guano` Yarasagubresi icin yanlis adlandirmadır, ama bu zamanda hem yarasa hemde su kuşlari gubresi icin kullanılıyor.

En cok tanınan guano, Inca`lar tarafindan Peru'nun sahil önündeki adalardan toplanılıyormuş. Inca`lar bu gübrenin tahmin dışı değerinin farkına varınca,kuşları ve yarasaları öldürenlere ağır cezalar düşünmüşler.

En cok sorulan sorular

1. Guano nedir?

Birinci kalite, 100% biyolojik doğal gubre maddesi, tamamiyle komposto edilmis yarasa dışkısı

2.Neden iyi dogal gübrelere ihtiyacimiz vardır, Guano gibi?

Çünkü yapay ve yalancı gübreler ekosistemi çökertir ürünlere ağır zararlar verebilir, topragin kaymasini rizikosunu arttırabilir ve onemli mevcut micro elementlerin cekilmesini önlüyo. Guano toprak yüzeyindeki eksikleri tamamlar, ve buda tarlanin sagligi ve diriligi için çok önemlidir.

3.Doğal Guanonun avantajlari kisa ve uzun vadede nelerdir?

Guano zemine yaşam gücü veriyo ve bunu ilk olarak erezyonu durdurarak ve sonrasindada önceden toprağa verilmiş olan farklı çeşitteki yapay gübrelerin izlerini temizliyor.

Ve Guano topragin en iyi verimde kullanımını sağlıyor. Bunun aksine yapay gübre sert işlenmesi ve çözünmezi kısır bir toprak yaratıyor

Toprakta içersinde yeterince sağlıklı ve gerekli maddeler olduğundan toprağın kendisi sömürülmüyor, ve buda tarlalarin verimsizliğini? önlüyor.

4. Guano bitkiler icin daha faydalı?

Guano toprak zeminine yaşamgücü ve sağlik verdiği gibi her bitki, yesillik veya meyva icin kesinlikle faydalı olduğu kanıtlanmıştır.


Avantajları

Her yetistirme sisteminde kullanilabilir.
Bitki tarafindan direk absorbe edilebilir.
Enzim ve mikro elementler ilave eder
%100 organiktir.
Hormonlar ve şeker ilavesi yoktur.
Vakum paketlerde satılır.
NPK değerleri çok düşüktür.


Neden Bat Guano kullanilmali? (baska gubrelerle karsilastirma)

Her bitkide bakteri ve küf mevcuttur ve bitkide bunlara muhtaçtır. Bunlar kök etraflarına kadar uzanır. Micro hayat bitkiyi hastaliklardan korur ve bunun yani sira besin almasina yardimci olur. Yarasa gübreleri ise bu mikro hayatı dahada uyarmak etkinleştirmek için birebirdir. Zemindeki onemli küfler, bu yarasa gübrelerine karşı hassastır ve yarasa gübresi bulunmayan ortamlarda hastaliklar ve zararlılar artacaktir. Sadece doğal yarasa gübreleri ile mikrohayatı uyarmak mümkündür. Doğal yarasa gübresi bitkilere güçlenme ve sağlıklı olma şansı verir. Sonuc olarak daha az gübre miktarı ile iyi ,kaliteli bahçe/ürün lere sahip olursunuz. Bunlarin yani sira daha maddiyat ile zararlı hastalık ve patojenlerle savaşmanız daha kolay olabilir.

Yarasa gübresi yüzde yüz doğal maddelerden elde ediliyor ve bu yüzden baska organik gubre maddeleriyle, mesela inek veya tavuk gübresiyle, karsilastirilmamalidir. Inekler ve tavuklar dogal yollardan besinlense bile, organik değillerdir, cunku bu maddeler organik üretilmiyor. Inekler cimen yiyor. Bu cimen daha cabuk uzasin diye, cogunlukla kimyasal gübre maddeleriyle gübreleniyor. Yarasa gübresi organik olduğu burdan anlaşılıyor. Yarasalar kendileri yiyecegi meyvalari veya bocekleri buluyor. Bu malzemeleri ormanlik gibi ama ayak basilmamis ve cok yagmur yagan yerlerden buluyor ve besleniyorlar.

Yarasa gübresi birçok makro-micro elementler ve enzimler içeriyor.Bu yüzden Dunyadaki hiçbir laboratuar bunun aynisini yapamaz.

-Flamenkçeden Çeviri " Ayla Gökçen"

mutlu
23-03-2007, 10:18
bu konuyla ilgili eksantrik vakalar bölümüne ilginç bir yarasa gübresi hadisesi yazdım. ilgilenenler aşağıdaki linke girsin.

http://www.hisse.net/forum/showthread.php?t=13600&page=23

gemici
23-03-2007, 10:37
bu konuyla ilgili eksantrik vakalar bölümüne ilginç bir yarasa gübresi hadisesi yazdım. ilgilenenler aşağıdaki linke girsin.

http://www.hisse.net/forum/showthread.php?t=13600&page=23

ağabey sağol en ilgilendiğim konu bu yarasa gübresi.. sayende öğrendim..malum yararlı bir hayvan olsaydı yarasa derlermiydi:)

MAŞALI
23-03-2007, 11:27
ağabey sağol en ilgilendiğim konu bu yarasa gübresi.. sayende öğrendim..malum yararlı bir hayvan olsaydı yarasa derlermiydi:)

ben de bu yarasa ile bi anımı anlatayım..bi gün arkadaşlarla kurs kampına gitiik sözde ders çalışacağız..(bizim sözde ders çalışmamız da sözde ermeni soykırımından bile yalan)yatakhane de yastık savaşı yaparken açık olan pencereden yarasa girdi..başladık hayvancağızı kovalamaya..bir yandan da korkuyoruz..derken ben hava da kuşcağıza var gücümle yasıkla vurdum..hayvanın kanadı bi tarafa kendi bi tarafa yapıştı..uşaklı mehmet diye kanki yatakhaneye girdi ne o lan yarasa mı? dedi..

ben de hayır YARISI dedim:D

mutlu
23-03-2007, 12:05
ben de bu yarasa ile bi anımı anlatayım..bi gün arkadaşlarla kurs kampına gitiik sözde ders çalışacağız..(bizim sözde ders çalışmamız da sözde ermeni soykırımından bile yalan)yatakhane de yastık savaşı yaparken açık olan pencereden yarasa girdi..başladık hayvancağızı kovalamaya..bir yandan da korkuyoruz..derken ben hava da kuşcağıza var gücümle yasıkla vurdum..hayvanın kanadı bi tarafa kendi bi tarafa yapıştı..uşaklı mehmet diye kanki yatakhaneye girdi ne o lan yarasa mı? dedi..

ben de hayır YARISI dedim:D

hay çok yaşa emi:oley: :oley: :oley:
güldürdün beni.:he:

ÇAKAL
24-03-2007, 07:59
Kurbağaların savunma silahı



İnsanlar tarafından pek sevilmeseler de dikkatli bakıldığında her birinin ayrı bir sanatı üzerinde sergilediği açıkça görülebilir.


Kimisi siyah beyaz, kimisi yeşil turuncu, kimisi mavi beyaz renklerde yeryüzünün ayrı birer sanat harikasıdırlar. Sözünü ettiğimiz kahramanımız kurbağalar. Kendilerine düşman olan canlılardan korumak için bünyelerine yerleştirilmiş mekanizmalar da ayrı bir mucizedir. Meselâ, kırmızı karınlı kurbağalar herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında aniden, kusursuz işleyen bir program gibi, ters dönerek hareketsiz hale geçerler. Böylelikle ölü taklidi yaparak tehlikeye hiç bulaşmadan kurtulurlar. Siğilli kara kurbağaları ise bir düşman tarafından yakalanmaya çalışılırlarsa, kafalarının arkasından yakıcı bir zehir saçarlar. Sadece kurbağalar değil, suda yaşayan bütün hayvanlar başka bir âlemde eğitim görmüşler de dünyaya öyle gönderilmişler gerçeğini akla getiriyor.
Mehmet Paksu

yeter
24-03-2007, 08:34
İsrail’de bulunan Ölü Deniz’de boğulmak olanaksızdır. Tuzluluk oranı yüzde 25’e yakın olan denizin yüzeyinde bacak bacak üstüne atıp gazete okusanız bile batmazsınız.

Hatta suda dik durmaya çalıştığınızda bile su sizi yan tarafa doğru çeviriyor. Sırt üstü uzandığınızda da bir yataktakinden daha az suya batıyorsunuz. Bunun da ötesinde ölüdenizin tuzunun bildiğimiz tuzdan farklı olduğunu, bir çeşit eski pillerin içindeki acı nişadırın tadında olduğunu, gözlere ve ağıza su kaçmaması için sırtüstü yüzme uyarılarının çokça olduğunu, bunu görmediğimi
ve bununla ne anlatılmak istendiğini sonradan farkına vardığımı, beklenenin aksine Ölü Denizde yüzmenin çok zevksiz olduğunu belirteyim.
Ama denemiş olduk işte.

mutlu
26-03-2007, 09:27
Zürafalar yaklaşık 50-60 santimetre uzunluğuna sahip çok uzun bir dile sahip olup, dilleri ile kulaklarını temizleyebilirler.

http://img225.imageshack.us/img225/1427/00025874iy6.jpg

ÇAKAL
26-03-2007, 20:28
Türkiye'nin gizli kalmış zenginliği: Zeolit

BANU ŞEN İzmir

Balıkesir-Bigadiç ve Manisa- Gördes'te bulunan zeolit madeninin, çok bilinmeyen ama küresel ısınmaya karşı gizli bir güç olduğu belirtiliyor. Zeolit, özellikle tarım, hayvancılık, çimento katkısı, yapı malzemesi, gıda katkısı ve arıtma alanlarında kullanılıyor.


Manisa'da ocakları ve cevher hazırlama tesisi bulunan Enli Madencilik'in Ar-Ge ve İhracat Müdürü Dr. Serpil Özaydın, Türkiye'de 50 milyar tonun üzerinde zeolit rezervi olduğunu kaydederek dünyada zeolit madeninin kullanımının artmasıyla ekonomiye bu madenin katkısının milyar dolarlar olabileceğini belirtti.


Yılda 5-10 bin ton ihracat
Dünyada yılda 4 milyon ton zeolit kullanılıyor. Özaydın, "Bu maden dünyada birçok ülkede bulunuyor. Ancak en çok aranan özellikleri bulundurduğu için ülkemiz klinoptilolit denen zeolit'leri tercih ediliyor. Sadece Gördes'te 1 milyar tonun üzerinde görünür rezerv var" dedi.

Dr. Özaydın, şu anda firma olarak AB ülkeleri, ABD ve İsrail'e zeolit ihraç ettiklerini, Türkiye'den yurtdışına yılda 5-10 bin ton arası ihracat gerçekleştirildiğini belirtti. Önümüzdeki yıl Türkiye'nin 50 bin tonun üzerinde zeolit ihracatı yapmasının beklendiğini kaydeden Özaydın, "Şu an bu madenin Türkiye'den hammadde olarak ihraç değerleri 1 ton için kalitesi ve alıcının talebi doğrultusunda hazırlanan ürünlere göre 60 dolar ile 250 dolar arasında değişiyor" dedi.

Zeolitlerin küresel ısınmaya çözüm getirecek doğal minareller olduğunu belirten Dr. Özaydın şunları söyledi:

"Özelliklerini yönde özetlememiz mümkün. Birisi bu hammadde kaynağının asıl özelliklerinin ortamdaki ısıyı emmesi yani madenin bulunduğu ortamda doğal bir iklimlendirme sağlamasıdır. Diğeri ise doğrudan sera; yani metan, azot oksitleri, karbondioksit gibi gazları bertaraf edecek şekilde hazırlanarak yine mevcut alanlarda kullanımlarının sağlanması şeklindedir."

Zeolit'in kullanımı için 25'e yakın proje geliştirdiklerini söyleyen Dr. Özaydın, "Tarımsal alanda, yapı sektöründe, karayollarında, hayvan - bitki yetiştirme ortamında, radyoaktif ve diğer kirliliklerin arıtılmasında küresel ısınmayı önleyici malzeme olarak kullanılabilecek. Örneğin zeolitin serpildiği ya da bulunduğu alanlarda her türlü ısı taşınımı doğal olarak dengelenecek" diye konuştu.

MAŞALI
26-03-2007, 20:38
şu anda tv de acı hayatın başlamış olduğunu:D

mutlu
28-03-2007, 13:34
Geleceğin laptopunun böyle ..

üstüne söyleyecek çok şey var ama...

http://img134.imageshack.us/img134/9265/41132fk0pr9rj0.jpg

İçine gizli kamera yerleştirilmiş kalem şeklinde gördüğünüz bu aletler aslında bir dizüstü bilgisayar...


http://img175.imageshack.us/img175/8881/41134os4zj6si7.jpg
Daha doğrusu dizüstü bigisayarların gelecekteki hali..



http://img242.imageshack.us/img242/8248/41135qe7dn0bq0.jpg
Nasıl mı?


http://img84.imageshack.us/img84/8985/41136in7di2co0.jpg
Minik bilgisayarların değişiminde bilimadamları Bluetooth ile bir adım öteye geçtiler.


http://img294.imageshack.us/img294/3784/41137mu5ub8og1.jpg
Ve kalem şeklindeki bu dört aletin içine bir PC'de olması gereken ne varsa yerleştirdiler...


http://img145.imageshack.us/img145/3335/41138oz8dg1oq9.jpg
"Teknolojide son nokta" dedirtecek bu alet ortaya çıktı...

mutlu
31-03-2007, 09:28
http://img244.imageshack.us/img244/5558/3232434194342278hp4.jpg


Özellikle otel, havaalanı, işyerleri gibi toplu kullanım yerlerindeki alafranga tuvaletlerin, cinsel yolla bulaşan hastalıkların yaygınlaşmasında büyük etkisinin bulunduğu belirtildi.

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Öğretim Üyesi, Samsun İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Araştırmaları Derneği Genel Sekreteri ve AIDS Savaşım Derneği Başkanı Prof. Dr. Murat Günaydın, asrın korkulu vebası AIDS baş İlgili Bağlantılar

şta olmak üzere cinsel yolla bulaşan 40'a yakın hastalık bulunduğunu hatırlatarak, bu hastalıkların insandan insana cinsel temas dışında da geçtiğini kaydetti. Günaydın, "Bunlardan biri de alafranga tuvaletlerdir" dedi.

2005 yılından itibaren Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede cinsel yolla bulaşan hastalıkların hızla yaygınlaştığını vurgulayan Günaydın, "Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için öncelikle tek eşlilik önemli. Ama bu da yetmiyor, temizlik de çok önemli. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar sadece cinsel temasla geçmiyor. Herhangi bir hastalığı bulunan kişinin kullandığı alafranga tuvaleti kullanan hasta olmayan bir kişi de, bu hastalığa yakalanabilir. Alafranga tuvaletlerden uzak durulmalıdır" diye konuştu.

ÇAKAL
01-04-2007, 03:33
21 yaşında top oynarken ayağım kırıldı.Kırılan kemik insanın yaşı kadar günde kaynaşır,zamanla sertleşirmiş.Maşşallah Samsun OMÜ doktorları 4 ayda zor kaynattırdılar.:grrr: Bıraksalar zaten o kadar günde kaynardı kendiliğinden.:)

ÇAKAL
01-04-2007, 03:35
Kutuplarda sevimli bir mucize



Kocaman kabileler halinde, hiç kavgasız, sürtüşmesiz uslu biçimde, mutlu mutlu yaşayan penguenlerin her bir özelliği ayrı bir araştırma konusudur.


Mesela, kutupların dayanılmaz soğuklarında eğer vücutları kuru olursa hiç üşümezler ama ıslak olurlarsa soğuk onları yakarak öldürebilir. Bu hava şartlarında konforlu bir hayat sürdürebilmeleri için, kendilerine çok özel bir sistem verilmiştir.

Penguenlerin vücudunu sıcak tutan kalın tüylerinin hemen üstüne su geçirmez özellikli yağlı tüylerle kaplı yeni bir kıyafet giydirilmiştir. Böylece, sevimli penguenler dondurucu soğuklarda rahat rahat deniz keyiflerine devam edebilirler. Soğukluk konusunda onlara kolaylık sağlayan tek özellik tüyleri değildir. Isı kaybını azaltmak için gagası ve ayakları vücuduna oranla daha küçük yaratılmıştır.

Zira bir organın çıplak yüzeyi ne kadar genişse o kadar fazla ısı kaybına uğrar. Burun boşlukları ise, ısıyı korumak ve nefes alırken dışarıya sıcak hava vermemek için kompleks labirentler halinde düzenlenmiştir. Böylelikle sıcak havayı dışarıya verip ısılarını kaybetmiş olmazlar.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
02-04-2007, 07:26
Göklerde dev bir kelebek



Her canlının belli hayat süresi olduğu gibi, uzayın akıl almaz boşluğunda ömür süren gök cisimlerin de belli bir eceli vardır.


Güneşimiz ve onun gibi yıldızlar, ecelleri geldiğinde hayat kaynakları olan gazı uzaya boşaltırlar. Gökyüzünün dev mücevherleri hayata veda ederken, muhteşem tablolar bırakırlar arkalarında. Bu tablolara ise "nebula (bulutsu)" ismi verilir. Nebulalar yaşlı yıldızların kabri, yeni yıldızların da beşiğidir. Bug Nebulası da uzayda bilinen yaklaşık bin 600 nebuladan sadece birisidir. Şekli dev bir kelebeğin kanatlarını andırıyor. Nebulayı oluşturan gaz, dev kanatların kesişim noktasında bulunan ölü yıldızdan çıkıyor. Yaratıcı’nın, uzayı dolduracak azamette sanatını mükemmel bir şekilde yansıtan kozmik kelebeğin fotoğrafı geçtiğimiz sene görüntülendi.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
03-04-2007, 06:56
Karıncayiyenin özel tasarımı



Hayvanlar ya ot yer, ya da et.
Ama karıncayiyenler istisna!


Karıncayiyenler karınca ve termitlerle karınlarını doyururlar. Boyu 130 santimetreye, ağırlığı 40 kg'a kadar artabilen bir karıncayiyenin, milimetrik boyutlardaki karıncalara ulaşabilmesi için çok özel uzuvlarla donatılmıştır.

Bir karıncayiyenin ağzında diş bulunmaz. Uzun burnunun ucundaki küçük oval açıklığı ağız olarak kullanır. Karıncaların yuvasının içini göremese bile, uzun dilini yuvanın içine sokup bünyesine göre "lezzetli" karıncaları diline yapıştırarak işlemini tamamlar. Bizim ancak gelişen teknolojiyle anlayabildiğimiz bu sistem sayesinde karıncayiyenler yüz binlerce yıldır her gün karınlarını doyurup, hayatlarına devam ediyorlar.

Onlar bu çabalarıyla ekolojik dengeye katkıda bulunurlarken, kendilerine bu özelliği veren ve rızıklarını bu yolla ayarlayan Rezzak'larını tanıtıyorlar. Hem de hiçbir varlıkla olmayan bu görünümleri ve yaptığı işlerle.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
03-04-2007, 07:17
AB uyumlu boğa adayımız 'Baran'

Milli Döl Kontrolu Projesi ile AB normlarında Türkiye'nin en iyi damızlık boğaları önümüzdeki aylarda belli olacak.

Süt, et ve döl verim özellikleri bakımından üstün damızlıklar elde etmeye yönelik Milli Döl Kontrolü Projesi kapsamında Türkiye'nin en iyi 800 ineği ve en iyi 5-7 boğası belirlenecek. 2001 yılında başlayan programın meyveleri bu yıl alınıyor.
AB onaylı ilk Türk boğası favorileri arasında, geçen yıl yarışmada birinci gelen kızın babası Edirne'den 'Baran' da bulunuyor.
Sığır varlığının kayıt altına alınması ve ıslahı için geliştirilen Soy Kütüğü Projesi, bir başka deyişle Milli Döl Kontrolü Projesi ile ülke şartlarına adapte olmuş, hastalıklara dayanıklı boğalar yetiştirilecek ve bunlardan sperma üretilecek. Soy kütüğü çalışmalarının göstergesi ve sonucu olan "Damızlık belgesi" Avrupa Birliği normlarında veriliyor. Programı, Tarım Bakanlığı işbirliğiyle Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birlikleri ve Ankara'daki Merkez Birliği yürütüyor. Edirne Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Teknik Şube Müdürü Mehmet Kel, projenin 6 yıllık sürecinin bu yıl sona ereceğini ve ilk verilerin haziran- temmuz aylarında açıklanmaya başlayacağını söyledi. Kel, "Bursa'da geçen yıl döl kontrolü boğalarının kızlarının yarışması düzenlendi.

Yarışmada 1'inci gelen kızın babası 'Baran' Edirne'den. 'Baran', AB onayı alacak ilk Türk boğa adayı.:bravo: :bravo:


Diğer iddialı boğamız ise Çakal" dedi.:cry: :vurkafa: :vurkafa: :vurkafa:

Bükemediğimiz bileği öperiz.:)

http://www.sabah.com.tr/eko108.html

ÇAKAL
04-04-2007, 07:31
Kartallar yuva yapmış göklere



Kartal nebulası, bizden 7 bin ışık yılı uzakta yer alan, heybetli ve rengârenk bir uzay bulutu.


Dünyamızdan görülen şekliyle, bir kenarı 55, diğer kenarı 70 ışık yılı uzunlukta, dikdörtgen biçiminde bir alan kaplıyor. Eski bir yıldız kalıntısı olan bu nebula, aynı zamanda yeni yıldızlara beşiklik etmeye başladı bile. Kartal nebulası henüz 5,5 milyon yaşında. Yeni yıldızlar doğurmaya devam eden bu yıldız kümesi etrafındaki bulutlara görkemli bir ışık yayıyor.

Bu parlak yıldız kümelere, astronomlar "buharlaşan gaz kümeleri" yani İngilizce kısaltmasıyla EGG diyorlar. Uzayın derinliklerinde milyarlarca kilometre büyüklüğünde bir yıldız sarayı inşa etmek Yüce Kudretin azameti ve haşmeti yanında belki hiç kalır. Ama insan, bu manzarayı gördükten sonra duygularını tanımlamak için "hayret" kelimesinin az geldiğini hissediyor.

İçindeki şaşkınlığı ve hayranlık duygusunu tatmin etmek ve "Büyükler Büyüğünü" ifade etmek için ister istemez dilinden "Allahü Ekber" tekbiri çıkıyor.

Mehmet Paksu

mutlu
04-04-2007, 08:46
SÜT KANDAN MI OLUR?

Memede süt yapımı için gerekli besinler kan ile memeye taşınmaktadır. Üretilen sütün azlığı veya çokluğu memedeki damarlardan geçen kan miktarı ile ilgilidir. 1 litre süt üretimi için memeden 400 litre kanın geçmesi gerekir. Memedeki damarlar ne kadar çok kıvrımlı ve kalın olursa o kadar kan geçer ve o kadar fazla süt oluşur.

Bir günde ortalama 25 litre süt veren bir ineğin memelerinden 400x25=10.000 litre kan geçmektedir.

Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz.
Nahl suresi 66. ayet
-mutlu-

ÇAKAL
06-04-2007, 07:05
Okyanusların dev takımı



Foklar, denizaslanları, morslar ve deniz filleri hep birlikte bir takımı oluşturur. Her birinin sahip olduğu dalma, yüzme ve avlanma stilleri az çok farklılık gösterse de, temelde benzer davranışlar gösterirler.


Bu takımın en önemli özelliği de sağa sola sallanarak yüzmeleridir. Bel omurları çok güçlü ve hareketli yaratıldığından, bu yüzme onlar için en kolay olan şekildir. En dikkat çeken yönleri ise denizin diplerine dalabilmeleri ve kara memelilerinin hiçbirinin tahammül edemeyeceği yüksek basınç altında nefes almadan çok uzun süre durabilmeleridir. Okyanusların uçsuz bucaksız enginliklerinde, derinliklerinde ve genişliğinde hayat süren bu birbirinden harika ve farklı özelliklere sahip bu sevimli yaratıklar, kendilerini bir kelime tanımlıyor ve tanıtıyorlarsa, Sanatkârlığını binlerce kelime ile ilan ediyorlar.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
08-04-2007, 11:53
Çöllerin sosyal yaratıkları: Mirketler



Kısa bacaklarıyla sevimli bir uyum sağlayan otuz santimetrelik ince uzun vücudu, bir mirketi size hemen tanıtır.


Ayağa kalkıp da etrafı gözetlemeye başladığında, minyatür bir kanguruyu andıran mirketler, içine toz kaçmaması için kulaklarını kapatabilen tek hayvandır. Güney Afrika'nın çöllerinde yaşayan bu sevimli hayvanların en şaşırtıcı özelliği ise sosyal hayatlarıdır. Bazılarımızın hayatında eksik olan yardımlaşma, işbölümü gibi özellikler, mirketlerin hayatına derinlemesine işlenmiştir. Mirketler oldukça demokratik bir kabile yapısına sahiptirler. Her kabilenin bir dişi ve bir erkek reisi bulunur. Bu iki reis, kabilenin yaşayacağı alanın sınırlarını belirler. Reisler bir bakıma kabiledeki mirketlerin annebabası da sayılabilir. Çünkü çiftleşme görevi bu iki mirkete aittir. Dişi reis öldüğünde veya başına bir şey geldiğinde, erkek reis kardeş kabilelerden birinden bir eş alır. Ama asla rakip kabilelerle aralarında "kız" alışverişi olmaz!

Mehmet Paksu

ÇAKAL
08-04-2007, 20:14
İstanbul'ın elitleri Osmanlı'yı keşfetti



Almanya'nın önde gelen dergisi Der Spiegel, İstanbul'u tanıttığı bir yazıda, bu büyük şehirde yaşayan zengin kesimin, eski İstanbul'un güzelliğini ve tarihi mirasını yeniden keşfetmeye başladığını yazdı.
Yazıda, iş adamı Kağan Gürsel de tanıtılarak, Gürsel'in oturduğu ve 1860 yılında Osmanlı mimarisiyle yapılan yalıda, zamanında bir Osmanlı bölgesi olan Mısır'dan bir prensesin yaşadığı belirtildi. Zengin iş adamlarının dünyada başka bir yerde yaşamak istemediği kaydedilen yazıda, şöyle denildi:

''İstanbul ülkenin motoru, kendisini yeniden keşfeden dinamik bir metropol. İstanbul'un elit tabakası Osmanlı geçmişini keşfediyor ve hayal kırıklığı içinde Avrupa'ya sırt çeviriyor.''

Kanlıca'nın meşhur yoğurdunun, Beyoğlu'ndaki barların ve eğlencenin anlatıldığı yazıda, arada bir yükselen ezan seslerinin de :yes: kente bir özellik kattığı ve turistleri rahatsız etmediği, ''Newsweek''in bile İstanbul'u dünyanın en harika şehirlerinden biri olarak tanıttığı kaydedildi.

ÇAKAL
09-04-2007, 07:16
Bir kartalın yere inişi



Şöyle elimize yorgunluk kahvemizi alıp balkonumuzda gökyüzünde uçan kuşları seyrederken, çoğu zaman onların yerinde olmak isteriz.


Bir yandan da nasıl o minicik gövdeleriyle bulutlar arasından süzüldüklerine hayret ederiz. Fakat çoğu zaman önemli bir noktayı atlarız. Kuşların uçuşu kadar, yere konmaları da aynı ölçüde hayret vericidir. Özellikle de kartal gibi çok yüksek hızlarla uçabilen kuşların sağ salim iniş yapabilmeleri için, Sonsuz Kudret Sahibi onların bedenlerine çok özel sistemler yerleştirmiştir. Bir kartal inişini yaparken, kuyruğunu vücuduna göre bir açıyla aşağı çekerek hızını azaltır.

Kanatlarının uçlarını alçaltarak onları fren olarak kullanır. Hızını kaybederken, kanatların üstünde oluşan hava akımı onun düşme tehlikesinin artmasına neden olur. Bu tehlikeyi "alulas" denilen özel tüylerini kaldırarak önler. Alulas'lar uçan kuşların kanatlarının ucunda bulunan üç-dört adet tüy öbeğidir. Bunlar kanat yüzeyinde havanın çizgi halinde akmasına yardımcı olur. Artık kuş tüm hızını kaybettiğinde, dev pençelerini uzatır, dalı kavrar ve tamamen durur.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
10-04-2007, 07:11
İki dev galaksinin uzay dansı



Tıpkı dev bir kedinin kulaklarını andıran bu galaksi çifti gezegenimizden 190 milyon ışık yılı uzaklığında güzelliğini sergiliyor.


Küçücük mavi bir gezegeni yaratıp da milyarlarca yıldır kendisini anan, ibadet eden yaratıkları içine yerleştiren yüce kudret, içinde tek bir canlı bile olmayan galaksileri yaratarak sanatının ince nakışlarını büyük bir hünerle sergiliyor. Avrupa Güney Gözlemevi'nin çektiği bu fotoğrafta, birbirinin çekim kuvvetiyle dengelenmiş iki galaksi yer alıyor. Galaksiler arasındaki bu kuvvetli etkileşim, dünyaya gelmekte olan yıldızlar için de bir doğumevi görevi görüyor. Galaksiler arasındaki beyaz bir bulut gibi görünen kısımda yüzlerce bebek yıldız büyüyüp etrafa ışık saçan dev yıldızlar olmayı bekliyorlar.
http://www.bugun.com.tr/haberler/100407/p44532.html

Mehmet Paksu

mutlu
10-04-2007, 16:13
helal çakhall kardeş
döktürüyorsun valla.
bu mekanı sana bırakıyorum.:cool: :yes: :super:

bunları biliyor musunuz? bölümünü cakhall'a devrettiğimi

biliyor musunuz? :he: :he: :he:

ÇAKAL
15-04-2007, 01:45
helal çakhall kardeş
döktürüyorsun valla.
bu mekanı sana bırakıyorum.:cool: :yes: :super:

bunları biliyor musunuz? bölümünü cakhall'a devrettiğimi

biliyor musunuz? :he: :he: :he:
Olmaz ,kabul etmem.Taş yerinde ağırdır.:yes: Destek bizden.:wink:

ÇAKAL
15-04-2007, 01:45
Gıdaları 5 dakikada donduran soğutucu


Ferah IŞIK- Ramazan ÇETİN (DHA)

Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde her türlü gıdayı 5 dakikada donduran süper bir dondurucu geliştirerek, enerji tasarrufunda büyük bir başarı elde etti.

187 bin YTL’ye malolan projeyi TÜBİTAK da destekledi. Geliştirilen cihazla sebze ve meyveler başta olmak üzere her türlü gıda ürünü 2 dakikada soğutulup 5 dakikada dondurulabiliyor. Bu icadın devrim niteliğinde olduğunu söyleyen Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Harun Kemal Öztürk, "Projeden başta sanayi kesimi yararlanmalı. Buzdolabı, soğuk hava deposu gibi yerlerde ürünleri 30 ile 60 dakika arasında soğutmak mümkünken, bizim geliştirdiğimiz projeyle gıda ürünlerini 2 dakikada soğutmak, enerjide çok büyük tasarruf yapmak mümkün. Bu konunun benzeri olarak literatürde herhangi bir çalışmaya rastlanmadı. Döner ve diğer et ürünlerini vakum soğutma sistemi ile soğutarak dünyada bir ilke imza attık. Gıda ürünleri yavaş soğutulursa ürünlerin içindeki mikroorganizmalar çabuk ürer. Ayrıca, ürünler soğuk hava depolarına sıcak konulduğundan, içerideki soğuk ürünler ısınabiliyor. Bu da ürünlerin ömrünü azaltıyor. Bu sistemle bu risk ortadan kalkıyor" dedi.

ÇAKAL
15-04-2007, 01:48
Bebek zürafalara özel kreş



Zürafalar küçük gruplar halinde yaşarlar. Bir gruptaki iki zürafayı birbirinden ayırmak oldukça zordur. Fakat vücutlarındaki desenlere dikkatli baktığınızda aslında hiçbirinin birbirine tıpatıp benzemediğini görürsünüz.


Yaratanın, her bir zürafayı ayrı bir sanat ile, ayrı bir desenle yaratmıştır. Zürafalar, kainata ilk geldiklerinden beri bu emsalsiz sanat sayesinde birbirlerini tanıyabiliyorlar. Yaşlı erkek zürafalar zamanlarının çoğunu dişi zürafalar için devriye gezerek geçirirler. Anne zürafalar ise gruplaşarak, bebekleri için küçük kreşler kurarlar. Kreşlerde, anne zürafalar dönüşümlü olarak yavruların başında nöbet tutarlar. Bu güvenlik sistemi sayesinde anneler bebeklerini kreşte bırakıp kilometrelerce uzağa yiyecek aramaya gidebilirler. Grup üyeleri haberleşirken uzun boyları ve keskin gözleri sayesinde, birbirlerini kilometrelerce uzaktan görebilirler. Eğer siz bir yerde durup onları izliyorsanız, onlar çoktan sizi gözaltına almışlardır.

Mehmet Paksu

mutlu
16-04-2007, 09:38
Arıları yok eden cep telefonu mu?

Bilim adamları, son dönemde Amerika'da başlayan ve daha sonra Avrupa ile Türkiye'ye de sıçrayan "arıların koloniler halinde yok olması" fenomeninin, cep telefonlarının yaydığı radyasyon yüzünden meydana geldiğini ileri sürdü.
İngiliz The Independent gazetesinin haberine göre, cep telefonlarından ve benzeri yüksek teknoloji ürünü cihazlardan yayılan radyasyon, arıların seyrüsefer yeteneğini olumsuz yönde etkiliyor. Cep telefonlarının yaydığı radyasyon, dışarıdan kovanlarına geri dönmek isteyen arıların yönlerini bulmalarına engel oluyor.
Almanya'daki Landau Üniversitesi'ndeki öğretim üyelerinin deney ve araştırmalarına göre, arılar, kovanlarının yakınında cep telefonları olduğu zaman kovana dönmeyi reddediyorlar. Amerika'da 1990'lardan beri cep telefonlarının zararlarını araştıran Dr. George Carlo da "böyle bir ihtimalin gerçek olabileceğini" söyledi.

ÇAKAL
17-04-2007, 07:12
Bebekler güzeli tercih ediyor



Geçen yıllarda yapılan bir araştırma, bebeklerin tercih yapabilme özelliğiyle birlikte dünyaya geldiklerini göstermişti.


Araştırmada bebeklere biri çok güzel diğeri daha az güzel olan iki yüz gösterilmiş ve bebekler çok güzel olan yüze diğerine nazaran daha uzun süre bakmışlardı. Araştırmanın psikologlarından Dr. Alan Slater, "Bebeklere güzellik veya diğer konularda karşılaştırmaları için onlarca suret gösterebilir ve hangisini daha çok beğendiklerini anlayabilirsiniz. Bu durum, bebeklerin çok detaylı bir suret algılama yeteneğiyle yaratıldıklarını ortaya koyuyor" dedi. Güzellik tercihi yapabilme özelliği, bebek doğduktan hemen sonra belki de daha doğmadan önce beyinde muazzam bir sanatla yaratılıyor.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
19-04-2007, 06:04
Sincaplar da uçar



Uçan sincaplarda, diğer sincaplardan farklı olarak ön ve arka bacaklarının arasına kürklü bir örtü yerleştirilmiştir.


Bir nevi paraşüt görevi gören bu örtü, ağaçların yüksek dallarından aşağıya rahatlıkla süzülebilmelerini sağlar. Bir uçan sincap yüksek bir yerden atladıktan sonra yaklaşık yüz metre süzülebilir. Havadayken hareketlerinin yönünü ise 15 cm'lik kuyruklarıyla tayin ederler. İniş yapacakları zaman ise önce yavaşlar ve ardından seçtikleri ağaç gövdesine dört ayaklarıyla sıkıca tutunurlar.

Martılara kocaman kanatlar vererek uçuran Kudret, sincapları ise tüylü bir paraşüt vasıtasıyla havalandırıyor. Kainatın her noktası Yüce Sanatkâr'ın farklı farklı eserleriyle tezyin edilmiş, seyircilerini bekliyor.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
20-04-2007, 06:50
Ahtapotun mükemmel gözleri



Sekiz bacağı, iskeletsiz kocaman bedeniyle okyanuslarda Yaratıcının çok özel bir eseri olarak yaşar ahtapotlar.


İskelet yerleştirilmemiş vücutları sayesinde riskli bir durumla karşılaştıklarında bir pelte gibi bulundukları yere girebilirler. İstedikleri zaman kayaların arasında daracık boşluklara girip, konforlu bir şekilde uyuyabilirler. Ahtapotun mükemmel gözleri Yaratıcısının birliğini haykırır. Ahtapotun gözleri mercek ve yirmi milyon ışık alıcısı taşıyan bir retinaya, dörtgen şeklinde bir gözbebeğine sahiptir. Bunlara bir de göz yapısındaki karanlık oda eklenince profesyonel bir fotoğraf makinesi geliyor akıllara. Başını hiç döndürmeden gözlerini etrafında 180 derece çevirebilir. Saniyede 70 kere titreşen ışığı bile rahatlıkla fark edebilir. Okyanusun derinliklerindeki kemiksiz bir yaratığa böyle muhteşem bir mekanizma yerleştirmek O'ndan başka kimin işi olabilir ki? :düsün:

Mehmet Paksu

ÇAKAL
21-04-2007, 22:28
Vay be.Koca İzmirden 1 .ligde bir takım yok.Yazık.:grrr:

zamanlama
21-04-2007, 22:35
Vay be.Koca İzmirden 1 .ligde bir takım yok.Yazık.:grrr:

hemşo onlar izmirin güzel kızlarıyla uğraşmaktan, sahada maç etmeye fırsat bulamıyolar :D bende izmirde olsam 1.lige çıkamazdım :D:D

BORSAHİSSE
21-04-2007, 22:57
Vay be.Koca İzmirden 1 .ligde bir takım yok.Yazık.:grrr:

kelimelerin tükendiği an bu olsa gerek:frown:

ÇAKAL
27-04-2007, 06:50
"Zeytinyağı neden yararlı?"

Zeytinyağının sağlıklı olarak ilan edilmesinin 5 sebebi...

Akdeniz mutfağında önemli yeri bulunan zeytinyağı, sadece lezzetiyle değil faydalarıyla da anılıyor. Büyüleyici bir antioksidan deposu olan zeytinyağı, iltihabi rahatszılıkları önler, hücreleir tehdit eden moleküllere karşı korur. İşte süper kahraman zeytinyağının sağlıklı ilan edilmesinin 5 nedeni...

Kanser riskini azaltır
Zeytinyağının kanserden koruduğu bir laboratuvar efsanesidir. İçerdiği Polyphenols, bitkisel antioksidan ile hücreleri kanserden korur. Tekil doymamış yağ oranı kansere karşı etkilidir. Yapılan bazı araştırmalarda zeytinyağı ile beslenen kişilerin beslenmeyenlere oranla daha sağlıklı oldukları da belirtilen bilgiler arasında yer alıyor.

Kalbi korur
Zeytinyağı kalbinize geldiğinde damarlarınızın genişlediği söylenebilir. Kalbiniz için zeytinyağından daha iyi hiçbir şey yoktur. Zeytinyağı iyi kolesterolü yükseltir (HDL), kötü kolesterolü (LDL) düşürür. Kandaki yağ oranını dengeler. Yararları bununla da sınırlı kalmaz, itihabı ve diğer kalp hastalıklarına neden olan sağlık sorunlarını önler.

Kan basıncını düşürür
Kan basıncınız nasıl? Eğer 120/80 aralığında değil ve yüksekse üşürmeniz gerekir. Zeytinyağı kan basıncınızı düşürmenize yardımcı olur. İçerdiği etkili antioksidanlar damarları güçlendirir ve genişletir. Bu arada her zaman antioksidan bakımından zengin saf zeytinyağını seçmeye çalışın.

Kilo vermenizi sağlar
"Daha az depolanan harika bir tat" .. Zeytinyağının kendine has lezzeti, doymuş yağ oranının düşük olması kilo vermeye yardımcıdır. Etrafınızda zeytinyağı dışındaki yağlarla beslenenlere dikkat edin. Diğer yağlarla beslenenlerden daha sağlıklı ve normal kiloda olduklarını göreceksiniz.

Başağrısını azaltır
Eğildiğinizde başınıza doğru saplanan bir ağrınız varsa, salata ve sebzelerinize düzenli olarak ekstra saf zeytinyağı koyun. İçerdiği ibuprofen gibi minerallerle ağrıların oluşumunu, mide ağrılarını ve iltihabı tedavi eden doğal bir bileşime sahiptir. İçerdiği oleocanthal tabiki ağrı kesicilere eşit değildir fakat kanser, damar problemleri, Alzheimer ve kalp sorunlarını azaltır.

ÇAKAL
28-04-2007, 09:43
Domates, brokoli ve balık ye, kanser olma



Besinlerin bazıları kanseri önlüyor... ABD'de kanser araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ömer Küçük, soyadaki izoflovanın meme, prostat, domatesteki likopenin akciğer, prostat, brokoli ve balıktaki selenyumun da akciğer kanserini önlediğini söyledi.

Küçük, "Prostat kanseri 15 hastaya üç hafta boyunca günde 30 miligram likopen verdik ve tümörün küçüldüğünü gördük" dedi. Araştırmalar olumlu sonuçlanırsa sebze ve meyvelerdeki kimyasalların tablet olarak kullanılabileceğini söyleyen Küçük, günde 5 miligram likopenin kanserden korunmaya etkisi olduğunu, bunun da günde 1 kilogram domatesin tüketilmesi anlamına geldiğini belirtti.

ÇAKAL
28-04-2007, 09:46
200 bin derecede yüzlerce bebek



Meşhur Hubble Teleskopu’nun çektiği bu harika resim, uzayın derinliklerine yerleştirilmiş sanat harikalarından birini daha insanoğlunun hayretine sunuyor.


Lila renginin bütün tonlarını üzerinde sergileyen bu olağanüstü nebula da, ölmüş bir yıldızın dışarı fışkırttığı karmakarışık gazlardan oluşuyor. Nebulanın merkezinde bulunan yıldızın yaklaşık sıcaklık değeri 200 bin santigrat derece. Bu sıcaklıktaki yıldız, eceline adım adım yaklaşıyor. Fakat boş bir ölüm değil onun ki. Çünkü o uzaydaki görevini bitirirken, bünyesinden fışkırttığı gazlarla uzayın yeni yıldızlarının yetişmesine vesile oluyor. Bilimsel adı NGC 2440 olan bu uzay cismi, Dünya'dan yaklaşık 4 bin ışık yılı uzakta bulunuyor. (1 ışık yılı= 10 trilyon kilometre) :düsün: :düsün:
Mehmet Paksu

ÇAKAL
30-04-2007, 23:39
Yeşil renkli
genlerimiz



Sakat ve yaşlı insanlar bahçe işleriyle uğraştıkları zaman fiziken ve ruhen kendilerini çok daha iyi hissediyorlar.


Araştırmayı yönetenlerden Tim Spurgeon "Hastalar veya yaşlıların odalarının pencereleri güzel bir bahçeye bakıyorsa, daha az ağrı kesici alıyorlar ve daha çabuk iyileşiyorlar" diyor. Tim Spurgeon araştırmayı anlatırken şunları söylüyor: "Sadece başını hareket ettirebilen ve bahçe malzemelerini ağızlarıyla kullanan hastalarla çalıştık. Sağır, kör, tekerlekli sandalyeye bağımlı hastalar, saksıda bir çiçek yetiştirmek dahi olsun, mutlaka bahçede bir şeyle uğraştılar. Kendilerini fiziksel ve ruhsal anlamda sağlıklı hissettiler. Allah'ın yarattığı, süslediği tabiat harikalarının görüntüsüyle, kokusuyla, tadıyla, her bakımdan insanlığın faydasına olduğu aşikâr. Çünkü hepsi kainatın halifesi olan insan için yaratıldı.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
01-05-2007, 07:19
VAY BEEE!!!:beurk:

Karıncalar alemi



Karıncaların kendi içinde âlemleri vardır. Karıncaların bir kısmı, bizim etrafta bıraktığımız kırıntıları toplar.

:beurk: :beurk:
Bir başka türüne "çiftçi karıncalar" adı verilir; bunlar yaprakları keser, yuvasına taşır, orada bu yapraklardan mantar yetiştirir.

Bir başkasına "marangoz karınca" derler; bunlar da tomrukların içinde yuva yapar.

Başkası bizim koyun ve inek besleyişimiz gibi, bir kısım böcekleri besler ve onlardan süt sağar.:p :p

Daha başka bir tür karıncaya "esirci" adı verilir; bunlar da başka karınca topluluklarına saldırılar düzenleyip onları esir alır.

Bunların her biri ayrı bir sanatta uzmanlaşmış ve ona göre örgütlenmiştir. Her karınca türü gibi, her karınca yuvası da kendi başına bir âlemdir. :düsün:

Mehmet Paksu

mutlu
01-05-2007, 11:10
Hangi ay hangi balık yenir?

Ocak
Kefal, tekir, kırlangıç



Şubat
Uskumru, istavrit, lüfer, palamut, tekir, kefal, kalkan, gümüşbalığı, midye



Mart
Levrek, kalkan, kefal, tekir, midye



Nisan
Kalkan, kılıçbalığı, kırlangıç, barbunya, mercan



Mayıs
Barbunya, istakoz, levrek, kırlangıç, dilbalığı, iskorpit, pavurya, karides



Haziran
Mercan, levrek, barbunya



Temmuz
Sardalya, istakoz, pavurya



Ağustos
Sardalya, izmarit, mercan, çingene palamutu



Eylül
Palamut, sardalya, kırlangıç



Ekim
Palamut, lüfer, mercan, hamsi



Kasım
Lüfer, istavrit, hamsi



Aralık
Lüfer, kırlangıç, torik, tekir

mutlu
01-05-2007, 11:23
1- MİGREN İÇİN;

Migren için saf nane yağı koklayın veya birer damla burun deliklerine
sürün. Ağrılarınızdan kurtulacaksınız, yanlız mutlaka saf nane yağı olması
lazımdır.

2- SAÇ BAKIM YAĞI;
20cc Badem yağı ve 20cc Çam terebentini yarım kg şampuana karıştırıp
öyle kullanın. Saçlarınızın daha canlı ve daha parlak olduğunu göreceksiniz
ve biraz da dökülmesini önleyecektir.

3- KIRIK KEMİK;

Kırılmış kemikler için; burçak alınır lapa yapılır ve kırık kemik
üzerine lapa serilip sarılır.Kemik cam parçası gibi dağılmış olsa bile kısa
zamanda toparlayıp normal haline getirir.Burçak bu kadar etkilidir (Her gün
yeniden lapa yapıp sarılmalıdır).

4-KİREÇLENME İÇİN;

Kireçlenen bölgeyi günde 1 veya 2 defa ılık zeytin yağı ile ovun çok
faydasını göreceksiniz. Ekzersiz de yapabilirseniz iyi olur.

5- CİLT BAKIM;

Yatmadan önce cildinizi buğday yağı ile pamukla iyice temizleyip öyle
yatın, güzeliğinize sizde şaşıracaksınız.

6-DEPRESYON STRES İÇİN;

Karabaş otu melisa otu çaylarını içebilirsiniz veya damıtma yöntemi
ile elde edilmiş, üretim izinli ürünler alıp kullanabilirsiniz çok faydasını
göreceksiniz.Emin olabilirsiniz.

7-TIRNAK ŞEKİL BOZUKLUĞU;

Tırnak şekil bozuklukları için her öğün yemek öncesi sarmısak hap gibi

uzun süre yutulursa tırnakta düzelmeler olacaktır.

8- AĞIZ KOKUSU İÇİN;

Ağız kokusu için eğer dişlerde çürük veya iltihap yoksa o zaman misvak
ile dişlerinizi fırçalayın, ağız kokusu yok olacaktır.

9-HAZIMSIZLIK, KABIZLIK,İDRAR YOLLARI İLTİHABI SORUNLARI İÇİN;

Hazımsızlık ve kabızlık için asla sinameki otunu yanlız kullanmayınız.
Alışkanlık yapar ve daha kötü kabızlık yaşarsınız. 50 g sinameki 50
g biberiye 50 g funda 50 g mersin yaprağı 50 g rezene olarak
karışım alın. Bunları karıştırıp bir tutam alıp sıcak suyla demleme usulü günde en
az üç su bardağı içilirse kabızlık sorunu kalkar, idrar yolları intihabı na
faydası olur, hazımsızlık ve gaz sorunlarına bire bir faydası olur
memnun kalacaksınız. Aslında her evde olması gereken bir karışımdır.

10- EL AYAK TERLEMELERİ İÇİN;

El ayak terlemesi hemen hemen bir çok insanın büyük sorunudur. Ayak
kokmasıda tabiî ki, bu sorunlar için günde en az iki defa üzüm sirkesi

veya
elma sirkesi ile yıkanır normal su ile durulanır, devam edilirse bu
sorun ortadan kalkar önemli olan düzenli kullanmanızdır.

11- GÖZ ALTI ŞİŞMELERİ İÇİN;

Ilık şekersiz çay ile temiz bir pamuk veya bez ile pansuman yapın şişliklere
ve morluklara faydasının olduğunu göreceksiniz.

12- BEBEKLER İÇİN;

Yeni doğum yapmış ve süt veren anneler için rezene çayı bol bol
içilirse hem anne rahatlar hem sütü çoğalır hem çocukta hazımsızlık ve gaz sorunu olmaz..

mutlu
01-05-2007, 14:09
Kadınları zayıflatırken seks iştahını artıran hap yaptılar


İngiliz bilim adamları, sonunda hem kadınları hem de dolaylı olarak erkekleri memnun edecek bir hap geliştirdiler. Kadınları zayıflatırken, seks iştahlarını da artıran bu mucize hap, bugüne kadar yalnızca fare ve maymunlar üzerinde test edilmişti.

Ancak hap önümüzdeki 10 yıl içinde piyasaya çıkacak. Edinburgh Tıp Araştırma Konseyi’ne bağlı merkezin Başkanı Prof. Robert Millar’ın başkanlığındaki bilim adamları, milyonlarca kadını etkileyen "libido azalması"nı tedavi edecek hormonu geliştirirken, bu hormonun tesadüfen zayıflattığını da fark ettiler.

Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde, seks iştahı arttıkça yemeğe daha az ilgi olduğu farkedildi. Libidoyu artıran "Tip 2 Gonadotropin" adlı hormon, fareye enjekte edilince, farenin karşı cinsle flört etmeye yatkınlık gösterdiği anlaşıldı. Aynı şekilde denek maymunların da karşı cinsin ilgisini çekmek için dil çıkarıp kaşlarını kaldırdığı gözlendi. Bununla birlikte denek olarak kullanılan bu hayvanların günlük yemek yeme miktarları azalırken, bazılarının üçte biri oranda yemek yediği ortaya çıktı. Araştırmayı yapan Prof. Millar, şunları söyledi:

"Bu hormon, beyinde üremeyi etkileyen alanları harekete geçiriyor. Ancak aynı zamanda libidonun artması ile birlikte iştahın da azaldığını gözledik. Geliştirdiğimiz bu hormon kadınlara verilirse, hem libidonun artacağını hem de iştahın azalarak kadınların korkulu rüyası olan fazla kilolardan kurtulacağını tahmin ediyoruz."

ÇAKAL
02-05-2007, 04:53
Hareket eden dikenler



Bir kirpinin sırtındaki ortalama 5 bin adet dikenlerin her biri 2-3 cm uzunluğundadır. Aslında bu iğneye benzeyen yapının görevi insan bedenindeki tüylerle eşdeğerdir.


Bizim için tüylerimiz neyse bir kirpi için de dikenleri odur. İnsanoğlunun tüylerini incecik yaratan kudret, kirpininkini diken şeklinde yaratmıştır. Cenab-ı Hak, derinin altında tüy yerine diken meydana gelmesi için kirpinin bünyesi için özel olarak tasarlanmış mekanizmalar yerleştirmiştir. Üst kısımları krem veya beyaz renkli olan kirpi dikenlerinin alt kısımları koyu kahverengi bantlarla kaplanmıştır. Şekerleme yaparken veya sakin sakin otururken kasları gevşek olduğu için dikenleri yatık gözükür. Ama bir tehlike sezildiğinde aniden kaslar gerilir ve dikenler çeşitli yönlerde dikleşir.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
03-05-2007, 20:56
Ebegümeci mucizesi



Tropikal ülke ebegümecinden kan şekerini düşüren ve dengeleyen 'ilaç' üretildi...


***

Sağlığın en 'şeker' dostu

Diyabetin ilacı, doğadan geldi. Taylandlı Dr. Sukanya Nimmannit Jesadanont, yalancı ebegümecinin kan şekerini düşürdüğünü, yaraları iyileştirdiğini belirledi. Jesadanont, ''Bu bitkiyi ilaç haline getirdiğimizde insülin iğnesine gerek kalmayacak. Ayrıca antibakteriyel özelliği sayesinde bağışıklık sistemini de kuvvetlendiriyor" dedi.

ÇAKAL
04-05-2007, 05:54
Ormanların uykucu kralı



Her ne kadar ormanların yalnız kralı olarak bilinse de aslanlar kedi türleri içinde en sosyal olanıdır.


Yuvada yavrular beklerken dişi aslanlar bir yandan tehlikelere karşı onları korur bir yandan da ev halkının karnını doyurmak için avlanır. Erkekler ise belli ölçüde kaldıkları bölgeyi korurlar, dişilerin avladığı avı yerler, çiftleşirler ve uyurlar. :) :) Kedi türleri arasında en çok uyuyanlar da yine aslanlardır. Korkusuz aslanlar küçük bir sinekten kaçmak için kocaman bir ağaca tırmanmayı göze alabilir. Aslanın minicik bir sinekten kaçması İlâhî düzenin farklı bir yansımasıdır. Bütün ormana korku salan, istediği avı kısa sürede yakalayan aslanlar asil duruşları, titreten kükremelerinin yanı sıra rahatlarına düşkünlükleriyle "ormanların kralı" sıfatını her yönüyle hak ediyorlar.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
04-05-2007, 05:57
Nefsimizi nasıl yeneceğiz?



Nefis, insanı günaha çağırır. Nefsinin böylesi seslerine kulak verip onun peşinden gidenler, çıkmaz sokaklara, uçurumlara ve bataklıklara düşebilir. Akıllı insan, nefsini terbiye edebilendir


İnsan günlük hayatında devamlı suretle nefsiyle savaş halinde. Zaman zaman nefsimiz sırtımızı yere getiriyor. Zaman zaman da biz onu tuş ediyoruz. İnsanın nefsini yenmesi çok mühim, mühim olduğu kadar da çok zor bir meseledir. Allah Resulü bir hadislerinde, "En can alıcı düşmanın, benliğin, muhtevan içindeki nefsindir." buyurarak nefsin insan için ne denli bir tehlike oluşturduğuna dikkatleri çekiyor. Nefsin insanı yoldan çıkarmak için kullandığı değişik silahlar vardır. Bunlardan bir tanesi kuvve-i şeheviyye (Cinsi istek kudreti.. yemek, içmek, konuşmak, uyumak gibi kabiliyetler.)dir. Nefis, yeme, içme ve uyuma gibi hisleri tahrik ederek insanı tuş etmek ister. Arap şairlerinden birisi bu hakikati şu dizelerle anlatır: "Nefis, çocuk gibidir, sütten kesti mi kesilir. Kesmezsen emzirdikçe emmek ister. Bir de onun üzerinde gelişirse öyle gelişir ki, üstesinden gelemezsin. Kuvvet kazanır, önüne geçemezsin. Bu sebeple onu sütünden kesmek gerekir."

AZ YE, AZ UYU

İnsan, vücuduna gerekli olan yeme ve içmeyi temin ederek, şehevi duyguları tahrik eden yollara girmeyerek, onlara ait meseleleri dile getiren batıl tasvirlere göz dikmeyerek ve onları hatırlatacak her türlü söz ve davranıştan uzak kalarak nefsinin dizginleyebilir. İbrahim Hakkı Hazretleri, "Az ye, az uyu, hayrete var fani ol andan Bul cân-ı beka ol âna mihman gecelerde" diyerek meseleyi nefis bir şekilde özetler. Bir insan yeme ve içmesini azalttığı ölçüde az uyuyacaktır. Yeme, içme ve uyku azaltıldığı nispette -inşallah- Cenab- ı Hak nefse hakimiyet ihsan edecektir. Nefsin ikinci silahı kuvve-i gadabiyedir. Kuvve-i gadabiye, çabuk öfkelenme, -halk diliyle- küplere binme, en küçük hadiseyi büyütme demektir. İnsanın kendi kendini frenleyebilmesi, öfkeleneceği yerde öfkelenmemesi, nefsine gem vurabilmesi çok önemlidir. Kişi, kendisini öfkelendirebilecek bir hadisede kendisini yenebilmelidir. Şayet yenemezse nefis, öfke silahını kullanmış demektir.

NEFİS AKLI KULLANIR

Nefsin diğer bir silahı ise akıldır. O, demagoji yapma, başkalarını mağlup etme, bâtılı hak gösterme, siyahı beyaz gösterme şeklinde akıl silahını kullanır. Bir insan nefsi adına bu silahı kullandığı zaman mağlup olmuş demektir. Kişi, söz kalabalıklarıyla kendisini ve başkalarını aldatmadan geri durursa nefsin bu silahı kullanmasına sebebiyet vermeyecek, bu şekilde nefsini frenlemiş olacaktır.

NEFİS VESVESE VERİR

Bunun dışında insan, nefsini dizginlemek için şunları düşünebilir: "İnsan kendisine ait vazifeyi yaptıktan sonra kendisine eşlik eden ruh, güvercin gibi kanat çırpacak ve uçup gidecek. Ebedi bir aleme intikal edecek, ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun’ sırrı zuhur edecek ve kişi, Allah'ın huzuruna gidecek. Allah'a hesap verecek. Dünyada yaptığı her şeyin hesabı iğneden ipliğe kendisine sorulacak." Bu şekilde sonunu düşünen insan, nefsinin verdiği vesveselere mani olabilir ve onu frenleyebilir. Bir diğer tefekkür neticesinde Allah'ın her an hazır ve nazır olduğunu düşünebilmektir. Böylece, “Nefsime uyarak niye kör olayım!" diyerek nefsin burnunu kırıp ondan uzaklaşmaya çalışmak mümkün olur.

http://www.bugun.com.tr/haberler/040507/p48163.html

ÇAKAL
05-05-2007, 00:21
:beurk: :beurk: :beurk:

ÇAKAL
05-05-2007, 07:46
Ördek gagalı köstebekler



Bir köstebeğin burnunda ördek gagası nasıl dururdu? Ve yine ördek gagalı köstebek yumurtlayarak çoğalsaydı ve yumurtalardan yeni yavrular çıktıktan sonra onlara süt vererek büyütseydi?


Hem memeli sınıfından olup hem de yumurtlayan canlılardan olsaydı? Hatta bir de ayağında içi zehir dolu bir enjektör bulundursa ve bu mekanizmayla kendisine kötü niyetle yaklaşanları zehirleseydi? İşte "ornitorenk" adıyla anılan Avustralya'ya özgü bir hayvan bütün bu özellikleri bünyesinde barındırıyor. Hayatının büyük bir kısmını suyun içinde geçiren ornitorenk çok özel bir yaratılışa sahiptir. Ornitorenkin ayakları ve gagası hariç bütün vücudu, su geçirmez kalın bir kürkle kaplıdır. Kürkün yalıtkanlık özelliği çok yüksek olması sayesinde ornitorenk, çok soğuk sularda bile avlanabilir.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
05-05-2007, 08:03
:cry: :cry:

ÇAKAL
07-05-2007, 07:34
Hafıza tedavilerinin ilacı: Çay



Newcastle Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre düzenli bir şekilde çay içmek hafıza bozukluklarının düzelmesine yardımcı oluyor.


Uzmanlar bu laboratuvar testleriyle özellikle Alzheimer hastalığı için yeni bir tedavi sistemi geliştirilebileceğini söylüyor. Deneyde kahvenin olumlu bir etkisine rastlanamazken, yeşil çay ve siyah çayın beyindeki Alzheimer hastalığına neden olan enzimlerin aktivitelerini yavaşlattığı bulundu. Fakat yeşil çayın etkisi bir hafta sürerken, siyah çayın enzimler üzerindeki tesiri sadece bir gün dayanıyor. Her derde ayrı bir dermanı gönderen Yüce Yaratıcıya hiç akla gelmeyen şifa kaynakları yaratmak hiç de zor değil. Minik bir böceğe balı yaptıran Kudret, çayın içindeki mikroskopla görülmeyen enzimlere de şifayı yerleştiriyor.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
08-05-2007, 21:05
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/6478683.asp?gid=196

ÇAKAL
09-05-2007, 07:53
450 gram bal için 17 bin arı



Kur'an'da "arı" anlamına gelen Nahl Suresinde ne güzel anlatılır bal arıları: "Rabbin, balarısına ilham etti: 'Dağlardan, ağaçlardan, insanların kurduğu kovanlardan kendine evler edin.


Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin sana has kıldığı, şaşırmayacağın yaylım yollarına çık.' Onların karnından çeşitli renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifa bulunur. Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır." Yeni bir araştırmada da balarılarının mucize yönleri tekrar nazara verildi. Dicle Üniversitesinden Prof. Dr. Davut Başaran, "En gelişmiş bilgisayar, saniyede 16 milyar işlem yaparken, bir arı beyni saniyede 10 trilyon işlem yapabiliyor. :düsün: 500 gram bal için 900 arı 1 gün çalışırken, 1 arı 25 dakikada 50 çiçek, 450 gram bal için de 17 bin arı 10 milyon çiçek dolaşıyor. Kraliçe arıda, arıların hepsini gözleyebilecek bir radar sistemi bulunuyor. " :beurk: :beurk:

Mehmet Paksu

mutlu
09-05-2007, 17:08
merak ettiklerimiz


İnsan korkunca niçin dişleri birbirine vurur?

Bir insan büyük bir tehlike veya korku verici olayla karşılaşınca vücudu otomatikman savunmaya geçer. Diğer canlılarda olduğu gibi dişler ve çene savunmanın ana mekanizmalarıdır.İşte bu nedenle önce çene ve dişler harekete geçer. Çenedeki kaslar titrer, bu da sanki dişler birbirine vuruyormuş gibi görüntü verir.

mutlu
09-05-2007, 17:09
Akıl ile zeka arasında fark nedir?

Akıl yalanla gerçeği, doğruile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yataneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır. Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.

mutlu
09-05-2007, 17:10
Dolunay insan davranışlarını etkiler mi?

İnsanlar arasında bu inanç oldukça yaygındır. Eskilerin Ay'ın dönemlerine bağladıkları boş bir inancın günümüze uzanan bir varsayımıdır. Bilim adamlarının yaptıkları bütün çalışmalar bu görüşün boş olduğunu kanıtlamıştır. Ay, dünyadaki okyanusların gel-git denilen suların alçalması ve yükselmesi olayı üzerinde doğrudan etkisi vardır. Vücudumuzdaki suyun oranı , okyanuslardaki su miktarıyla kıyaslanamaz. Yani Ay'ın çekim gücü insanı etkileseydi yalnız dolunayda değil her gün olması gerekirdi. Dolunayda ayın parlaklığı da pek önemli bir etken değildir. Çünkü gönderdiği ışık miktarı Güneş'in gönderdiğinin 600 binde biri kadardır

mutlu
09-05-2007, 17:12
Niçin gözyaşı dökeriz?

Dünyadaki canlılardan sadece insan ruhsal nedenlerle ağlar. İnsanı farklı kılan bu durum şüphesiz Rabbimizin bize bahşettiği bir güzelliktir. Aslında gözlerimize sürekli gözyaşı koruma amaçlı olarak salgılanmaktadır. Fakat ağlama ruhsal bir boşalmadır. Bu konuyu ilk inceleyer Darwin'dir. Daha sonra yapılan deneyler sonucu görüldü ki soğan doğrarken akan gözyaşlarının kimyasal yapıları farklıdır. Ruhsal gözyaşları daha çok protein içermektedir. Fakat henüz bu farkın nedeni açıklanamamıştır.

El ilmü indallah (Gerçek ilim Allah'ın bilgisindedir, ondadır.)

mutlu
09-05-2007, 17:13
Büyük gücüne rağmen ahtapotlar çabuk yorulur.

Kanında oksijen taşıyan hücreleri insanınki gibi demir değil bakır içerikli olduğundan daha az etkili ve kuvvetlidir, dolayısıyla boğuşma esnasında oksijen eksikliği başlar ve ahtapot uyuşuklaşır.

mutlu
09-05-2007, 17:15
Coca Cola'nın ilk çıktığında yeşil renkte olduğunu biliyor muydunuz?

mutlu
09-05-2007, 17:17
Kurşun geçirmez yelekler,
yangın merdivenleri,
arabaların silecekleri ve
lazer yazıcıların tek ortak özellikleri:

dördünün de kadınlar tarafından bulunmuş olmalarıdır.

ÇAKAL
10-05-2007, 08:25
Küçük enzimlerin büyük faydaları



Kainattaki bütün varlıkların hücrelerinin içine binlerce enzim yerleştirilmiştir.


Eğer enzimler yaratılmasaydı birkaç saniyede gerçekleşebilen tepkimeler bir asırdan fazla sürecekti ve belki kolumuzu bile kaldırmak için 10 yıl bekleyecektik. Enzimler protein şeklinde tasarlanmıştır. O yüzden oldukça hassastırlar ve en ufak bir değişikliğe karşı tepki gösterirler. Mesela, bir elmayı soyduktan kısa bir süre sonra kararmasının sebebi de enzimlerdir. Elmayı kestiğiniz anda bıçağın değdiği noktalarda, hücreyi dış etkilerden koruyan hücre duvarı parçalanır ve enzimler havadaki oksijenle temas etmek zorunda kalır. Elmanın içindeki demir içeren kimyasallar oksijenle temas ettiğinde paslanırlar.

Mehmet Paksu

ÇAKAL
11-05-2007, 06:30
Buzun suya karşı direnci



Bütün sıvıların yoğunlukları dondukları zaman artar. Bir şey hariç: hayat kaynağımız olan su! Suyun donduğu zaman yoğunluğunun artmak yerine azalması, bünyesine yerleştirilmiş molekül yapısından kaynaklanır. Su molekülleri diğer sıvıların moleküllerinden farklı bir yapı sergiler


Su soğudukça, moleküller birbirini çekmeye başlarlar. Su donduğunda moleküller içi hava boşluklarıyla dolu bir altıgen şeklini alır. Boşluklar, buzun hacminin azalmasına sebep olur ve yoğunluk suya göre yüzde 9 oranında azalır. Su eğer böyle hikmetle yaratılmasaydı, diğer sıvılar gibi donduğunda yoğunluğu artsaydı, dünya bugünkü gibi olmayacaktı. Göllerin, denizlerin yüzeyi dondukça buz parçaları dibe çökecekti. Su altı hayatı yok olurken, denizlerin büyük kısmı buz kütlesi olacak ve asla erimeyecekti. :düsün: :düsün:

Mehmet Paksu

mutlu
11-05-2007, 11:11
Saddamin Gİzlİ Hazİnesinin ortaya çıkan küçük bir kısmı
Halk açlıktan kırılırken Saddam'ın hazinesine bak. Nereye götürebildi? Dünya malı sudaki yük gibidir. Sırtına yüklemeye çalışırsan suya batarsın, sonun olur. Ayağının altına alırsan seni suda batırmaz, selamet bulursun.

http://img154.imageshack.us/img154/142/aaadop0kz6.jpg
http://img301.imageshack.us/img301/9841/aaahs5so2.jpg
http://img169.imageshack.us/img169/3566/bbbop1xx1.jpg
http://img519.imageshack.us/img519/335/ccccjb9aw1.jpg
http://img524.imageshack.us/img524/8857/ddddpo6tm2.jpg
http://img514.imageshack.us/img514/917/eeeepn1eh4.jpg

ÇAKAL
12-05-2007, 16:02
Buldan'ın ünlü kumaşı Bush'un yatağını örtüyor
El tezgâhı dokumalarda yapılan yatak örtüleri; İtalya Başbakanı Berlusconi, ABD Başkanı Bush'un evlerinde kullanılıyor..

Buldan Kaymakamlığı El Sanatları Merkezi'nde (BELSAM) el tezgâhında dokunan kumaşların İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, ABD Başkanı George W. Bush, İngiltere Başbakanı Tony Blair ve İngiltere Kraliyet Ailesi'nin evine 'özel sipariş' ile girdiği bildirildi. BELSAM İşletme Müdürü Mehmet Gürsoy, Osmanlı döneminde dokumacılığın başkenti sayılan Denizli Buldan'da bugün el tezgâhında yapılan dokumaların, dünyanın önde gelen liderleri veya eşleri tarafından kullanıldığını belirtti. ABD Başkanı George W. Bush'un eşi Laura Bush'un, Afganistan'da gördüğü bir gazetecinin üzerindeki ipek dokumayı çok beğendiğini ifade eden Gürsoy, "Türkiye'ye geldiklerinde eşi benzeri olmayan yedi şalı el tezgâhıyla dokuduk. İngiltere'de yine bir yayın kuruluşunda çalışan bir Türk'ün üstündeki şalı çok beğenen İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eşi Cherie Blair'e de bu şal hediye edilmiş'' dedi.

DÜNYADA MARKA OLDUK
Gürsoy, 1999'da Buldan'da bir tane el tezgâhı kalması üzerine Denizli Valiliği, Buldan Kaymakamlığı tarafından 'Buldan El Dokumacılığını Yeniden Geliştirme Projesi'nin hayata geçirildiğini kaydetti. Buldan'ın ünlü dokumacılarından 68 yaşındaki İbrahim Milas, Türkiye'deki sanatçılara da ürün dokuduklarını belirtti. Bu arada BELSAM'daki ipek şalların fiyatlarının 25 YTL'den başladığı, yatak örtülerin fiyatlarının ise bin 500 YTL'ye kadar yükseldiği belirtildi.

ÇAKAL
15-05-2007, 06:17
Bakanlık uyardı: 'Gaz faturam yüksek geliyor' diyenler, belediyeye başvursun
Sanayi Bakanlığı, doğalgaz sayacı yüzünden yüksek fatura ödediğini düşünen aboneye adres olarak belediyeleri gösterdi. 10 yıldır bakım ve tamiri yapılmayan sayaçların ölçümü yapan kısımlarının zamanla aşınacağı, bu yüzden faturanın kabarmaması için de cihazlara bakım yaptırılması gerektiği ifade ediliyor.



Bu noktada gözlerin çevrildiği Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'na bağlı Ölçü ve Standartlar Genel Müdürlüğü, belediyeler ve onların doğalgaz dağıtımında ortak oldukları şirketleri işaret etti. Belediyelerin 10 yıllık bakımı gelmiş sayaçlarla ilgili çalışmalarını sürdürdüğünü kaydeden Bakanlık, "Henüz süresi dolup muayenesi yapılmayan sayaç sahipleri ise bağlı bulundukları belediyelere dilekçe ile müracaat etmek suretiyle muayenelerini yaptırabilir." bilgisini verdi.

Ölçü ve Ayarlar Kanunu gereği, 10 yılını dolduran doğalgaz sayaçlarının kalibrasyon (doğru ölçüm yapıp yapmadığı) kontrolünden geçmesi gerekiyor. Ancak, altyapı eksikliği denetim boşluğu yüzünden bir milyonu aşkın sayacın kalibrasyon ayarı yapılamadı. Kalibrasyon ve standartları, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'na bağlı Ölçü ve Standartlar Genel Müdürlüğü, düzenleyip denetliyor. Denetim için gözlerin çevrildiği müdürlük, konut ve işyerlerinde 10 yılını dolduran sayaç sahiplerinin bağlı bulundukları belediyelere müracaat ederek sayaç kontrollerini yaptırabileceğini duyurdu. Böylece bu konudaki belirsizlik de ortadan kalkmış oldu. Zaman, basınç ve katsayı oyunundan sonra, 10 yıllık cihazların doğru ölçüm yapmayabileceğini ortaya çıkarmıştı. 24 Nisan'da yayınlanan "Doğalgaz faturası kabarık geliyorsa sayacınıza hemen bakım yaptırın" başlığıyla duyurulan haberde konuyla ilgili ayrıntılar dile getirilmişti. Gaz sayaçlarını oluşturan parçaların çoğunlukla plastik malzemeden oluştuğu ve zamanla bunların aşınıp, kırılabildikleri ifade edilerek, bakım yaptırmanın önemine atıfta bulunulmuştu. Konuyla ilgili Zaman'ın sorularını cevaplayan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 10 yıllık sayaç abonelerinin yoğunlaşdığı İstanbul ve Ankara doğalgaz dağıtım şirketlerinin kalibrasyon ayarı çalışmalarını sürdürdüğü bilgisini verdi. Ankara'da şehiriçi dağıtım işini yürüten belediye şirketi EGO'nun verilerine göre, şehirdeki sayaçların 338 bini ön ödemeli, 11 bini de ticarî modelden oluşuyor. Bunlardan ticarî olanların tamamının muayenesi yapılmış. Konut tipi sayaçların günde 400-450 adedi kontrolden geçiriliyor. Mekanik kullanılan sayaçların ise günde 101 adedi muayene ediliyor. İstanbul'da Uluslararası Gaz Eğitim ve Teknoloji Araştırma Merkezi (UGETAM) Kurtköy tesislerinde uluslararası standartlarda kalibrasyon hizmeti sunuluyor.

İGDAŞ, burada şimdiye kadar 10 yılını dolduran 100 bin adet sayacın kalibrasyon ayarını yaptırmış. Bu arada yılda 150 bin kalibrasyon ayarı yapacak kapasiteye sahip yeni bir tesis kurulacak. Bakanlık ayrıca, İstanbul, Ankara ve Bursa gibi illerde belediyelerin iştirakçi olduğu dağıtım şirketlerinin de kalibrasyon, tamir ve ayar istasyonlarının mevcut olduğuna vurgu yaparak, sayaçları arıza yapan abonelerin buralardan, yeni cihaz temin edebileceklerini kaydetti.

1 milyon sayaç sırada bekliyor

EPDK 2003 yılından bu yana şehiriçi doğalgaz dağıtımı lisansı ihalelerini yapıyor. O günden bu yana yapılan yatırımlarla toplam gaz kullanıcı sayısı 6 milyona ulaştı. Doğalgazın kullanımı ilk olarak 1988'de Ankara'da başladı. Halihazırda abone sayısı 3,5 milyonu bulan İstanbul'da ise ilk doğalgaz Ocak 1992'de Kadıköy'de müşteriye ulaştırıldı. Dolayısıyla mevcut durumdaki 10 yılını doldurmuş sayaçların çoğunluğu, bu iki ilde bulunuyor. İstanbul'un gaz dağıtımını gerçekleştiren şirketi İGDAŞ'ın 10 yılını dolduran abone sayısının 1 milyonun üzerinde olduğu hesaplanıyor. Şirketin açıklamasına göre ise bugüne kadar sadece 150 bin sayacın kalibrasyon kontrolü yapıldı.

İsmail Altunsoy
15 Mayıs 2007, Salı

mutlu
15-05-2007, 09:58
Çin seddi gerçekten Ay'dan görünüyor mu?


Çin seddi, Ay'dan gözüken tek insan yapıtıdır. Tümüyle yalan ve yanlış bir önermedir. Ne zaman ortaya çıkmıştır? ve kim ortaya atmıştır.
1938 de basılan; bir gezgin olan Richard Halliburton'un Second Book of Marvels, the Orient isimli kitabında yazmaktadır memphismagazine.comoysa ki; çin seddi değil aydan, dünyanın yörüngesinden dahi gözükmemektedir.

Dünya yörüngesine oturtulan Mekiğin Astronotu Jay Apt 180 mil yükseklikte (takribi 288km) iken Kennedy Uzay İstasyonuna tutanaklarda sabit olduğu şekilde aynen şöyle demiştir;
"Çin seddini arıyoruz. Küçük havalimanlarını dahi görmemize rağmen, duvar gözükmüyor. rengi araziye çok benzediği için sanırım. Bu şeyin aydan gözüktüğüne dair hikayeler duymuştum, oysa sadece 180 mil yükseklikteyiz ve neredeyse görünmez."
Aynen Jay Apt'ın dediği gibi 180 mil uzaklıkta görünmeyen bir nesne Ay'dan, yani 237bin mil öteden (takribi 379bin km) hiç gözükmez.

Apollo 12 pilotu Alan Bean'in sözlerine göz atalım;
"Aydan gördüğümüz tek şey o muhteşem güzellikteki küreydi, beyaz bulutlar, okyanusun mavisi, sarı çöl yamaları, ve herşeyden önce bitki örtüsünün yeşilliği. Hiç bir insan yapısı gözükmüyordu. Gerçekte dünya yörüngesinden ilk ayrıldığımızdan beri yani bir kaç bin mil öteden itibaren hiç insan yapısı görülmüyordu."

Yani sadece Çin Seddi değil hiç bir insan yapıtı Ay'dan görülemez. oradan çekilmiş fotoğraflarla zaten bu sabittir.

Diğer yandan Çin Seddi radardan çekilen fotoğraflarda gözükür;

http://www.jpl.nasa.gov/radar/sircxsar/gwall.html

KAYNAKLAR:
Apt, Jay. Orbit: NASA Astronauts Photograph the Earth.
National Geographic Society, 1996. ISBN 0-792-23714-5.
Burnam, Tom. More Misinformation.
New York: Lippincott & Crowell, 1980. ISBN 0-690-01685-9 (p. 100).
Halliburton, Richard. Second Book of Marvels, the Orient.
Indianapolis: Bobbs-Merrill, 1938.
Pogue, William R. How Do You Go to the Bathroom in Space?

mutlu
15-05-2007, 10:14
OKUMA___



Bir üniversitede yapılan araştırmaya göre;



kleiiemlrein hrfalreiin hnagi srıdaa yzalıdkılraı ömnelli dğeliimş.



Önelmi oaln briicni ve snonucnu hrfain yrenide omlsaımyış,



ardakai hfralrein srıası krıaşık oslada ouknyuorumş.



Çnükü kleimlrei hraf hraf dyie dğeil bri btüün oalark oykuorumuşz.



Bakın nasıl da düzgün okudunuz, ilginç değil mi ?

ÇAKAL
16-05-2007, 08:19
1 litre yakıt ile
bin km



Fransa’daki uluslararası yarışmaya katılan Boğaziçili öğrenciler, 1 litre yakıtla 928 km yol aldı. 78 okul arasından 8’inci oldu


Bu yıl 22'ncisi düzenlenen Shell Eco-Marathon yarışında Türk takımları dikkat çekti. BUHAR isimli araçlarıyla yarışmaya katılan Boğaziçililer, hidrojen kategorisinde 1 litre yakıtla 928 km yol alarak 78 okul arasından 8’inci olmayı başardı. Ekipten Saruhan Onur Ünlü, tasarım eksikliklerinin yanı sıra pilotlarının yarışa tam hazırlanamadığını açıkladı.

2008 FARKLI OLACAK

Araç üzerinde köklü değişiklikler yapacaklarını anlatan Ünlü, "Aracımız seneye 3 bin 500 kilometre gidebilecek. Shell Eco-Marathon 2008'in sonuçları farklı olacak" dedi. Bu yıl 22'ncisi düzenlenen Shell Eco-Marathon yarışmasında farklı kategorilerde birçok genç mücadele etti. Yarışa benzinli araçlarıyla katılan Fransız St. Joseph La Joliverie Lisesi ekibi, 1 litre yakıtla 3 bin 39 km ‘yle birinci olurken, geleceğin yakıtı hidrojen alanındaki yarışmalarkıyasıya geçti.

PİLOT HAZIR DEĞİLDİ

Boğaziçi Üniversitesi Hidrojenli Araba; BUHAR ekibi, araç tasarımındaki bazı eksikliklerin yanı sıra pilotun tam olarak hazır olmaması nedeniyle istediği başarıyı elde edemedi. Ekipteki tek birinci sınıf öğrencisi olan Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü'nden Saruhan Onur Ünlü, "Pilotumuzu yarışa tam hazırlayamadık. Daha üst sıralarda yer alamayışımızın nedeni bu. Sponsor katkıları da sorun oluşturdu" dedi.

HEDEF 3 BİN 500 KM

Önümüzdeki yıl Shell Eco- Marathon'da daha iyi sonuçlar alacaklarını vurgulayan Saruhan Onur Ünlü, araçta köklü değişikliklerde yapacaklarının sinyalini verdi. Kaportanın değişeceğini ifade eden Ünlü şunları söyledi: "Aracı uzatacağız. Yakıt pilini de geliştireceğiz." Araçta kullanılan hidrojen yakıt pilinin 1.2 kilowatt kapasiteye sahip olduğunu aktaran Ünlü, motor kapasitesinin 300 volt olması nedeniyle bu kadar kapasitenin kullanılabildiğini kaydetti. Ünlü, araçta yapılacak köklü değişiklikler sayesinde 1 litre benzin eşdeğeri hidrojen yakıtıyla 3 bin 500 kilometre yol gidebileceklerinin altını çizdi.

İrfan DUMLU / İSTANBUL

mutlu
21-05-2007, 14:19
Dünya Osmanlı`nın Yayına Şaşıyor

Osmanlı neden ateşli silah yerine yay tercih etmiş?
Bu yayın mükemmel oluşunun sırrı ne?
Osmanlı yayının kaç km hızla gittiğini deneyle ispatlayan Alman bilim adamı

_0jBsSckdBI

ÇAKAL
21-05-2007, 16:08
Mehmet Paksu


Güneş bir kat daha sıcak olsaydı?

Bu yaz mevsimi Güneşimizin bir kat daha güçlü parlayacağını düşünün bir an için. Nefes almakta zorlanacak, buram buram kan ter içinde kalacağız.

Dünya bir zindana, bir cehenneme dönecek, hatta hayat denen o güzelim nimet bitecekti. Ama Allah'a bin şükür ki Güneş böyle bir şey yapmıyor. Çünkü bir emir altında hareket ediyor.

Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Yüce Yaratıcı dayanabileceğimizden bir derece fazlasını bile göndermiyor yeryüzüne. Gökbilimciler 2002 yılının başlarında bir yıldızın çok değişik hareketlerine şahit oldular.

V838 Mon isimli bir yıldız birdenbire çok yüksek sıcaklığa ulaştı. Güneşimizden bin kat fazla bir büyüklüğe kadar şişti, büyüdü. Sonunda 6 yüz bin kat daha parlak hale geldi. Eğer Güneş böyle bir büyüklüğe erişecek olsaydı, Allah korusun, önce Dünya'yı yutacaktı, bununla da kalmayacak sonra da Jüpiter'e kadar olan bölgeyi tamamen iç edecekti. Bu yıldız daha şu haliyle bile Samanyolu'nun en parlak cismi görünümde. Bu fotoğraf Hubble tarafından Şubat 2004'te çekildi.

Bu harika görüntüyü veren toz bulutu, nebulanın ortasındaki süper-dev kırmızı yıldızdan kaynaklanıyor. Bu yıldız Dünyamızdan 20 bin ışık yılı uzakta bulunan Samanyolu'nun en dış katmanında yer alan Monoceros takımyıldızında yer alıyor. Samanyolu galaksisinde 300 milyara yakın yıldız var. Bu yıldız onlardan sadece bir tanesidir.

Hem bu yıldızın, hem de diğer yıldızların akla hayale sığmaz sıcaklıklarını uzayın yutması, sonsuz kudretin üzerimizdeki o ince şefkatinin bir eseri...

mutlu
22-05-2007, 15:41
(ruslara göre) 10 dahiyane müslüman icadı

Rus Pravda gazetesi Müslümanlarca gerçekleştirilip vazgeçilmez hale gelen keşif ve icatlara yer verdi. İşte Ruslara göre, en önemli 10 Müslüman icadı


* Kahve: Halid isimli bir Arap, Etyopya'nın Kaffa bölgesinde keçilerin yere dökülmüş koyu renkli tohumları yediğini fark etti. Kahve 1645'te Venedik'e geldi.

* Satranç: Eski Hindistan'da ortaya çıkan bu oyuna Persler tarafından bugünkü şekli verildi.

* Paraşüt: Endülüslü Abbas Kasım İbn Firnas'ın asıl amacı uçan bir cihaz icat etmekti. İcadı sadece yere çakılmasını engelledi.

* Sabun: Mısır ve Romalılar bazı materyalleri temizlik için kullansa da bitkisel yağları sodyum hidroksit ile birleştirip ilk sabunu yapan Araplardı.

* Çelik yelek: ilk kez ok geçirmeyen giysiler yapanlar Müslümanlar. Hıristiyanlar bunu Haçlı Seferleri sırasında öğrendi.

* Ameliyat: Ebu'l- Kasım El Zehravi'nin, 10'uncu yüzyılda bulduğu ameliyat yöntemleri ve 200 alet hâlâ kullanılıyor.

* Akşam yemeği: Irak'tan İspanya'ya gelen Ali ibn Nafi, 9'uncu yüzyılda çorbadan sonra et ya da balık yemeğiyle devam eden ve meyve ya da tatlıyla son bulan akşam yemeğini restoranında uygulamaya başladı.

* Halı: İnsan figürünün kullanılmaması Müslüman dünyasında halıcılığın da gelişmesini sağladı.

* Çek: 9'uncu yüzyılda Araplar iş yaptıkları kişilere verecekleri tutarı kağıt üzerine yazıyor bu kağıtlar gerçek para gibi değerlendiriliyordu.

* Roket: Çinlilerin gösteri amaçlı roketlerinin içine potasyum nitrat katarak askeri amaçlı kullananlar Araplar oldu.

* Bahçe: Bahçeyi çiçek ve sanat eserleriyle süsleyip meditasyon merkezi haline getirenler Araplardı.

mutlu
22-05-2007, 15:56
LÜTFEN YAŞI KÜÇÜK OLAN VE MİDESİ KALDIRMAYACAKLAR BAKMASIN.

+24

emniyet kemeri takmazsak başımıza gelebilir.( Allah korusun)

Arabaya bindiğimizde yapacağımız ilk şey emniyet kemerini takmak olsun.
Herkese kazasız günler...

http://img340.imageshack.us/img340/7664/wearyourseatbelt1on2zm5xp2.jpg


http://img168.imageshack.us/img168/5167/wearyourseatbelt2sp3cc4ev8.jpg



http://img258.imageshack.us/img258/1011/wearyourseatbelt4jl4ym9tw6.jpg


http://img257.imageshack.us/img257/1301/wearyourseatbelt6kc4cc1mx4.jpg




http://img248.imageshack.us/img248/2348/wearyourseatbelt8lx4uy4gs5.jpg

ÇAKAL
23-05-2007, 07:17
Mars'ta yeni "su işareti"

DIŞ HABERLER

Mars'ın sırlarını çözmek için çabalayan NASA uzmanları, yeni bir bulgu elde etti. Dün basına dağıtılan bu fotoğraflarda görülen parlak tonlu ve silis açısından çok zengin bu toprağın oluşumunda suyun rolü olabileceği belirtiliyor. Görüntüler, Rover Spirit adlı uzay aracınca elde edildi.
http://www.sabah.com.tr/haber,6A43FC8978B443B1AFD09CA255FC046A.html

mutlu
24-05-2007, 09:52
Nasırı makasla kesmeyin


Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Memişoğlu, ayak hastalıkları arasında ilk sırada yer alan nasıra karşı makasla kesme gibi bilinçsizce yapılan uygulamaların, sorunu daha da kronik hale getirebileceğini bildirdi..





Prof. Dr. Memişoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, nasırı yakmak ve makasla kesmek gibi yöntemlerin kesinlikle uygulanmaması gerektiğini bildirdi. Nasırın vücudun korunma mekanizması olduğunu ifade eden Prof. Dr. Memişoğlu, ''Ayakta sürtünme veya basıncın olduğu mesajını verir. Böyle bir savunma mekanizması olmasa vücudumuz delik deşik olurdu'' dedi. Prof. Dr. Memişoğlu, kalem bile elde fazla tutulduğu zaman parmak içinin sertleştiğini, deri renginin koyulaştığını, ayak için de aynı durumun söz konusu olduğunu, özellikle sert derili, sivri burunlu, dar ve yüksek ökçeli ayakkabıların nasıra yol açtığını ifade etti.

Nasırda en uygun tedavinin, uygun ayakkabı giymek olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Memişoğlu, oluştuğunda ise önce derinin ilaçla yumuşatılıp daha sonra ''ponza taşı'' diye tabir edilen ayak taşıyla törpülenmesinin uygun olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Memişoğlu, bu tedavinin ardından yine ayağa sıkıntı veren ayakkabılar giyilmeye devam ederse nasırın tekrar oluşacağının unutulmaması gerektiğini vurguladı. Prof. Dr. Memişoğlu, ayrıca ayaklarında yapısal bozukluklar olanların nasır oluşumuna yol açacak etkenlere karşı daha dikkatli olmaları gerektiğini ifade etti.

AYAK SAĞLIĞI İÇİN ÖNERİLER

Prof. Dr. Memişoğlu, hava sıcaklıklarının da hissedilmeye başladığı şu günlerde, ayak sağlığı için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

''Yazın sıcak günlerinde ayaklarınızı gün boyu ayakkabılara kapatmayın. Çünkü sıcak ve ter nedeniyle ayakkabının içi bakteriler için ideal ortam oluşturur. Her fırsatta ayaklarınızı havalandırın ve deri bantlı sandaletleri tercih edin, sentetik olmayan, ama teri emen doğal malzemelerden yapılmış çoraplar giyin.

Yüksek ince topuklu ayakkabılardan kaçının. Bu tür ayakkabılar uzun süre giyildiğinde dengede durmak için bedeni öne eğilmeye zorlar. Topuklu ayakkabılar ise mümkün olduğunca geniş tabanlı olmalı, topuk yüksekliği de en fazla 5 santimetreyi geçmemeli. Ayakkabılarınız sivri burunlu olursa parmaklarınız uca doğru toplanarak üst üste binecektir. Bu da zamanla parmakların doğal duruşunu etkiler. Yaz süresince yüzme havuzları mantar enfeksiyonu açısından ayaklar için sakıncalı olabilir. Yüzme havuzlarını seçerken dikkatli olun. Ayaklarınızı pudralamak için talk pudrası yerine özel pudraları ve terlemeyi önleyici spreylerini tercih edin.
Ayakta oluşan deri ülserlerinin oluşumunda en çok rastlanan sebeplerden biri yeni ayakkabı giyiminden kaynaklanıyor. Yeni ayakkabınızı ayaklarınızın en şiş halindeyken öğleyin satın alın.''

mutlu
24-05-2007, 10:01
Acıkmadan yemeyin!

Dr. Yasemin Fatih Amato

Yeme ve atıştırma alışkanlıklarımız, çoğu zaman beslenme ihtiyacımızdan çok farklı amaçlara hizmet eder. Bazen ne zaman, ne yiyeceğimize vücudumuz değil de duygusal çalkantılarımız hükmeder. Canınız sıkılınca etrafta atıştıracak bir şeyler arar mısınız? Bazı insanlar düşüncelerden uzaklaşmak, bir an olsun unutmak için teselliyi yemekte ararlar. Aynı sigara bağımlılığı gibi bir atıştırma bağımlılığı oluşur. Üstelik böyle zamanlarda aklımıza gelen bir bardak meyve suyu, bir elma, ayran ve birkaç kuru yemiş gibi yararlı yiyecekler değildir. İnsan nedense bol şekerli ve tuzlu gıdalara sarılır. Gelsin kahveler, gitsin çaylar, tuzlu krakerler, çerezler, çikolatalar, şekerlemeler, börekler, hamburgerler, meşrubatlar... Obezite araştırmaları, aşırı yeme alışkanlığının yüzde 75'inin sıkıntıyla ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Yani pek çok insan, yaşamla baş etmek için atıştırmaktan medet umuyor. Depresyon, öfke, bıkkınlık, yalnızlık, bunalım, gerginlik, belirsizlik...

Kendinizi test edin
* Hiç farkına bile varmadan yediğiniz olur mu?
* Bir şeyler yedikten sonra kendinizi suçlu hissettiğiniz veya utandığınız olur mu?
* Kendinizi karışık hissettiğinizde çikolata, kraker ve cips gibi yiyeceklere mi yönelirsiniz?
* Açık büfelerde veya televizyonda gördüğünüz yemekler iştahınızı açar mı?
* Bazen de yapacak başka hiçbir şey bulamadığınız için mi yersiniz? Yukarıdaki soruların çoğuna 'evet' cevabını veriyorsanız, muhtemelen aşırı kilolarla başınız derttedir ve asıl sorununuz da duygusal bir yeme bozukluğudur. İlginç olan, genellikle zayıf ve iştahsız kişilerin stres dönemlerinde kilo vermesi, şişman olanların da kilo almasıdır.

Nasıl kurtulacağız!
* Asla öğün atlamayın yani kendinizi aç bırakmayın.
* Ağzınıza bir şey atarken, aç olup olmadığınızı bir daha düşünmeyi alışkanlık haline getirin.
* Sizi baştan çıkaran zararlı yiyecekleri evinize almayın.
* Gereksiz atıştırmalar yaptığınızda kendinize kızmayın. Üzerinde durmayın, kendinizi affedin ve gayret etmeye devam edin. Yeme davranışlarınızı değiştirmekte çok zorlanıyorsanız size psikoterapi ve hipnoz öneririm. Bu tedavilerle psikolojik yeme alışkanlığının denetlenmesi, kalorili yiyeceklerden alınan haz ve tat olgusunun azaltılması mümkün olabilmekte ve yaşam boyu sürecek bir davranış değişikliği kazanılabilmektedir.


http://www.sabah.com.tr/2007/05/24/gny/haber,583C4A2438D44C179F8018CC891F39E0.html

mutlu
28-05-2007, 11:24
kuşları neden elektrik çarpmaz?


Elektriğin bir canlıya zarar vermesi için, elektrik akımının bu canlının üzerinden akması gerekir. Bunun için akımın bir taraftan girip başka bir yerden vücudu terk etmesi gerekir. Bir telin üzerinde duran kuşun üzerinden akım bu yüzden geçmez. Eğer kuş iki ayrı tele birden dokunabilseydi bir teldeki akım kuşun üzerinden diğer tele akardı ve kuş çarpılmış olurdu. Evlerimizdeki elektrik prizlerinde de en az iki delik olmasının sebebi aynıdır. Aletlerimize bir taraftan elektriğin girmesi, aletin içinde dolaşarak başka bir yoldan terketmesi gerekir.

Bir telin üzerindeki kuşun bir ayağından elektriğin girip diğer ayağından çıkabileceği, böylece çarpılabileceği akla gelebilir. Ama bu olay gerçekleşmez. Çünkü kuşun iki bacağı arasındaki çok düşük dirençli, akımın çok rahat geçebileceği elektrik teli varken; akım, çok daha yüksek dirençli kuşun üzerinden geçmez.

elektrik hattındaki gerilimin yüksekliği tek başına önemli değildir.önemli olan iki nokta arasındaki gerilim düşmesidir.bir tele konan kuşun iki ayağı arasındaki gerilim düşmesi çok küçüktür.buna kuşun elektrik direncinin yüksek oluşu da eklenince,kuşun içinden herhangi bir akım geçmiyor demektir.Ama yüksek gerilim hattına konmuşken bir şekilde vücudunun bir parçası da elektrik direğine değen şanssız bir kuş olursa elektrik hattı ile toprak arasında kısa bir devre olur; bedeninden çok büyük bir akım geçen kuşu elektrik çarpar

mutlu
28-05-2007, 11:33
Bulut nedir?

Bulut havadaki su buharının yani nemin birleşerek oluşturduğu ve kilometrelerce yukarıda rüzgarlar yardımıyla oradan oraya gezen ve bazen de yağmur olarak yer yüzüne düşen kütlelerdir.Özellikle beyaz olanlar pamuk gibi gökyüzünü süslerler.

Bulut Nasıl Oluşur?

Özellikle deniz,göl ve okyanus civarında hava ısındığında yükselir ve beraberinde nem yüklü tanecikleri de taşır.Bunlar bir nevi havadaki su buharıdır.Bu nem taşıyan sıcak hava akımı atmosferde yükselirken,atmosferin özelliğinden dolayı çevresindeki havanın basıncı ve sıcaklığı azalır.(Yukarı çıkıldıkça sıcaklık her yüz metrede yaklaşık 1 derece düşer ve her 10 metre de barometre yaklaşık 1 milibar düşer)

Etrafındaki basınç azaldığı için bu nem taşıyan hava molekülleri genleşir ve yoğunlaşarak nemin soğumasına neden olur ve sonucunda bulut oluşur.Bulut daha fazla soğudukça daha fazla nem yoğuşması olur ve su damlacıkları daha büyük bulutlar oluşturur.

Yağmur Nedir?

Tepemizde gezinen orta büyüklükteki bir bulutun(yaklaşık çapı 1 kilometre) hacmi 4 milyar metreküptür ve içinde 1 ile 5 milyon kilogram su vardır.Peki bu tonlarca ağırlık nasılda kilometrelerce yukarıda düşmeden gezinebiliyor? Bulutların bu kadar ağarlığa rağmen gökyüzünde asılı kalabilmelerinin sebebi bu su damlacıklarının çok küçük olmalarıdır. Her ne kadar bir kilometre çapındaki bir bulutta en azından 1000 ton su varsa da bu hacimdeki hava 1 milyon tondur, yani bin kez daha ağırdır. Bu nedenle de bulutlar içerlerindeki yağmur taneleri iyice oluşup, ağırlaşıp yere düşene kadar tepemizde gezinip dururlar.İşte bulutlar artık taşıyamayacağı bir kütleye sahip olduğunda yere yağmur olarak inerler. Aslında yağmur yağarken yağmur damlası oluşma işlemi devam ettiğinden bulut içindeki suyu boşaltıp bir anda kaybolmaz.

Bulutlar Neden Beyazdır?

Bulutlar oluşmaya başladığında içindeki su damlacıkları o kadar küçüktür ki,üzerine gelen ışıkları doğrudan yansıtırlar ve bu tip bulutlar pamuk gibi bembeyaz gözükürler.Ama zamanla bu su damlacıkları birleşip büyüdükçe,yani kalınlaştıkça gelen ışığı daha az yansıtırlar ve git gide daha koyu bir renk alırlar.

Yukarıda dediğimiz gibi her bulutun belli bir taşıma kapasitesi vardı ve demekki koyu renkli bulutlar bu kapasiteye yaklaşmışlardır ve bu tür bulutlar yağmur bulutu olarak bilinirler.Ayrıca yağmur bulutlarınında git gide ağırlaşan su damlacıkları bulutun altına toplandığından,bu tip bulutların tabanları üst tarafına nazaran daha koyu renkte görünür

mutlu
28-05-2007, 11:39
X- IŞinlarinin KeŞfİ
http://img502.imageshack.us/img502/2392/roentgena22c7asj6.jpg

Fizik tarihi keşiflerle doludur. Bu keşifler, kimi zaman ön görülen bir teoriyi kanıtlamak için yapılan sayısız deneyler sonrasında, kimi zamanda hiç beklenmedik bir anda, tevafuk sonucu karşımıza çıkıverir. Bilim adamının bilimsel merakının bir ürünü olan bu keşifler bilim tarihinin önemli kilometre taşlarını oluşturur. Wilhelm Röntgen (1845-1923) de fizik dünyasındaki sayısız keşiflerden birine imza atmıştır. Bundan tam 100 yıl önce gerçekleştirdiği bir deneyin sonuçları, bugün yaşantımızla iç içe geçmiş birçok aygıtın temelini oluşturdu.

Röntgen, 1895 yılının yazında katot ışılarıyla uğraşmaya başlamıştı.Ancak, bu çalışmasına hız vermesi 1895 yılının sonbaharında, üniversitedeki rektörlük grevinden ayrıldığı zamana rastlıyor.

Röntgeni bu çalışmalarında Crookes tüpü adı verilen havası alınmış bir cam tüpün başında görüyoruz. Hava geçirmeyen armut şeklindeki bu tüpün içinde anot ve katot isimli iki metal plaka vardır. Katot, armut şeklindeki bu tüpün sap kısmına yerleştirilmiş içbükey bir metaldir. Anot ise, armudun diğer ucundadır. Bir pompa yardımı ile içindeki hava basıncı, atmosfer basıncının milyonda birine kadar düşürülen tüpün uçları bir akım kaynağına bağlandığında yeşil renkte bir florasans ışığı gözlenir.

Röntgen, 8 Kasım 1985 günü, akşamın geç saatlerinde her zamanki gibi lâboratuarında her yanı siyah kartonlarla kaplı Crookes tüpü ile çalışırken tevafuk sonucu masanın üzerindeki baryum plosiyanür kristallerinin siyah ışınını fark eder.

Bu ilginç gözlemin üzerine gittiğinde o zamana denk hiç kimse tarafından fark edilemeyen bu ışımanın Crookes tüpünden gelen ışınlar yüzünden olabileceğini düşünür.İzleyen 8 hafta boyunca bu garip ışınların özelliklerini incelemek için sıkı bir çalışma içine girer. Bu süre boyunca keşfini kimseye anlatmayan Röntgen, yatağını çalışmalarını aralısı sürdürdüğü lâboratuarına taşır. Çalışmaları sırasında emin olabilmek için tüple ekran arasına değişik bir çok nesne yerleştirir ve florasans ışımasına, tüpten ekrana doğru düzgün bir yol izleyen fakat görünmeyen bir ışınımın neden olduğu sonucuna varır.
Röntgen, yapısını tam olarak açıklayamadığı bu ışınımlara, bilinmeyen anlamında “x” sembolünü kullanarak “x-ışınları” adını verir. Keşfettiği bu ışınlar katı maddelerden geçmekte ve ışının geçtiği çeşitli nesneler ekran üzerinde gölgeler oluşturmaktadır. Özellikle kurşun gibi ağır metallerden yapılmış cisimler, tahta, alüminyum, kağıt gibi daha hafif maddelerden daha net görünür ve görüntüler, fotoğraf levhalarını tıpkı görünür ışık gibi etkiler. Röntgen, x-ışınlarının bu özelliğini fark ettikten sonra ilk x-ışını fotoğrafını çeker. Bunlar tahta bir kutunun içindeki metal eşyalar ile karısının elinin iskeletinin fotoğrafıdır.

İlk röntgen görüntülerinin fotoğrafını çektikten sonra x-ışınlarıyla ilgili hemen hemen tüm bilgileri elde eden Röntgen, 28 Aralık 1895’ de Würzburg Fiziksel Tıp Topluluğu’na, çalışmalarını aktardığı “Yeni Bir Tür Işın Üzerine” başlıklı bildirisini sunar. Röntgen topluluğun bildirileri arasında yayımlanan bir makaleyi 1896 yılında meslektaşları için yeniden yayılar ve bu makale 23 Ocak2da İngiliz “Nature”, 14 Şubat’da Amerikan “Science” ve 8 Şubat’da Fransız “L’Elairage”dergilerinde yer alır.

Röntgen, günlük gazetelere girecek kadar büyük sansasyona yol açan bu buluşunu, 13 Ocak 1896 günü Berlin İmparatorluk Saray’ında imparatorun huzurunda sergiler. Dönüşünde öğrencileri onu, fener alaylı muhteşem bir törenle karşılar.

Röntgen, bu konudaki ilk konferansını 23 Ocak 1896’da, Würzburg Fiziksel Tıp Topluluğu’nda yapılan ve öğrencilerin, öğretim görevlilerinin yanı sıra Würzburg garnizonu subaylarının da bir oturumda verir.Röntgen, mütevazı bir tavırla sunduğu, sık sık alkışlarla kesilen bu konuşmasında deneyini şöyle özetler:

Işınların siyah kağıdın içinden geçmesi benim için umulmadık bir durumdu. Aynı şeyi odun ve kağıt yığınları ile de denemiş olmama rağmen, yine de yanılmış olabileceğimi düşünüyordum. Sonra yardıma fotoğraf yetişti ve deney başarılı oldu.”

Röntgen, konferansın bitiminde ünlü anatomisi Geheimrant von Koellikeer’ in elinin x-ışını fotoğrafını çektiği bir gösteri yapar. Gördükleri karşısında heyecanlanan von Koellikeer bir konuşma yaparak yeni bulunan bu ışınların x-ışınları olan bu adının, “Röntgen Işınları”olarak değiştirilmesini önerir.
W.C. Röntgen’in uluslar arası bir üne kavuşması işte bu olaydan sonra gerçekleşir. Kendisine yaklaşık 80 bilisel ödül ve çok sayıda bilimsel topluluğun üyeliği verilir ve adı, içlerinde Würzburg’unda bulunduğu birçok şehrin caddelerini süsler. Bütün bu ödül ve payelerin arasında hiç kuşkusuz en önemli olanı 10 Aralık 1901’deverilen ilk Nobel Fizik Ödülü dür.Bu verilen ilk Nobel Fizik Ödülü dür. Röntgen, bu ödülün nakit kısmı olan 50000 Kronu Würzburg Üniversitesi’ne bağışlar.

kantar
29-05-2007, 20:59
eğer türkiyede 1 yıl sigara içilmesin o paraların tamamı yardım amacıyla kullanılsaydı dünyada hiç kimse açlıktan ölmeyecekti

-türkiyede dışarı atılan ekmekler eğer atılmasaydıda toplansaydı bunların hepsi afrikanın 1.5 yıl yiyeceğini karşılayacaktı

-türkiyedeki bor minerallerini satarsak bunların toplam fiyatının 800 milyar$ olduğunu ve bu parayla tüm balkanları satın alacağımızı biliyormuydunuz

-dünyanın en küçük ülkesinin vatikan olduğunu biliyormuydunuz (2100 kişi)

-türkiye her yıl bir kıbrıs adası büyüklüğünde toprak kaybediyor

-eğer dünyadaki tüm deniz ve okyanusların dibindeki hazineleri çıkartırsak dünyadaki her kişinin 1kg yi aşkın altını olacaktı

-100 yıl sonra almanyada yaşayan türklerin alman nüfusundan fazla olacağını biliyormuydunuz (çünkü doğum oranı çok az almanlarda)

-eğer her gün sofranızdan bir zeytin tanesi alıp onu saklarsanız 10.000$ ı aşkın karınız olacağını biliyormuydunuz

-dünyadaki tüm alkole bağlı olan zehirleyici maddeler (sigara,içki,eroin,kokain...vs vs) kullanılmasaydı o paralarla birlikte 55.000 in üzerinde hayalet uçağı,100 milyonu aşkın tank yapılacağını,260 milyonu aşkın araba yapılacağını ve 500 bini aşkın uçaksavar gemisi yaplıacağını biliyormuydunuz

kantar
29-05-2007, 21:03
* Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu..

* Ördeğin vakvaklamasının yankı yaratmadığını ve bunu kimsenin açıklayamadığını

* Dünyadaki fotokopi makinelerinde meydana gelen arızaların %23 ünün, makinenin üstüne oturup kendi popolarının fotokopisini çekmek isteyen insanlar sayesinde meydana geldiğini

* Yaşamın boyunca uyku sırasında yaklaşık 70 böcek ve 10 örümcek yiyeceğini (Mmmmh!!:)

* İdrarın zifiri karanlıkta parladığını

* Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından birini kırabileceğini

* Hapşırmayı engellemeye calışırsan, başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini

* Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini

* Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını

* Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla konuşmadığını

* Farelerin ve atların kusamadıklarını

* 1 saat süreyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını

* Çakmağın kibritten önce bulunduğunu

* Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu

* Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlasının, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını..!!

mutlu
04-06-2007, 11:08
Cips yemenin yağ içmekten farksız olduğunu biliyor muydunuz?

Yemeyin gari!

Uzmanlar uyarıyor: Patates cipsi kalp rahatsızlıkları, obezite ve kanser riskini artırıyor. Çocukların geleceğini karartıyor

Dünya Sağlık Örgütü ile Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu'na göre bir yetişkinin günde en fazla 6 gram tuz alması, 65 gram yağ tüketmesi gerekiyor. Yani günde 2 paket cips yiyen bir çocuk bu oranları fazlasıyla aşıyor!

Tüm çocukların bayıldığı patates cipsi, aslında bu minik vücutlar için zehirden farksız. Dünya Sağlık Örgütü ile Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu'nun (FDA) verileri günde 2 paket cips yiyen bir çocuğun, bir yetişkinin bile almaması gereken oranda yağ ve tuz tükettiğini gösteriyor. Bu iki kurumun uzmanlarına göre, günde ortalama 2000 bin kalori alan bir yetişkinin en fazla 65 gram yağ tüketmesi gerekiyor. Üstelik bu toplam yağ miktarının içinde, kalbe zararlı olan doymuş yağ oranının 20 gramı aşmaması gerekiyor. "Sigara kadar tehlikeli olan" trans yağların ise hiç tüketilmemesi vurgulanıyor. Dünya Sağlık Örgütü uzmanları ayrıca bir yetişkinin günde en fazla 6 gram tuz alması gerektiğini söylüyor. Bu oran, çocuklarda 3 grama kadar iniyor.

Trans yağ deposu
Oysa çocuklarımızın tükettiği 100 gramlık bir paket patates cipsinde 25-33 gram arasında yağ bulunuyor. Türkiye'de satılan patates cipslerinin üzerinde belirtilmediği için hangi oranda doymuş ve trans yağ kullanıldığını öğrenemiyoruz. Ancak İngiliz Kalp Vakfı'nın (BHF) verilerine göre, 100 gramlık patates cipsindeki doymuş yağ oranı 10, trans yağ oranı ise 3 grama kadar çıkabiliyor. Tuz oranı da 3 grama kadar yükseliyor. Bir başka deyişle günde 100 gramlık iki paket cips yiyen bir çocuk, aslında bir yetişkin alması gereken yağ ve tuz oranını tüketmiş oluyor.

Kalp, felç, kanser riski
ABD'deki California Üniversitesi'nin araştırmasına göre de, doymuş yağ tüketimi günlük 20 gramı aştığında obezite riski yüzde 80 ve kalp rahatsızlıklarına yakalanma riski yüzde 60 yükseliyor. Trans yağ ise damarlarda tıkanmaya yol açarak kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskini 2 kat artırıyor. "Tuza karşı mücadele" (WASH) adlı bir kampanya başlatan Dünya Sağlık Örgütü, "Tuz tüketimi 3 gramı aştığında kalp krizi ve felç riski iki kat artıyor" uyarısını yapıyor. Patates cipsinin yağda kızartılması sırasında ortaya çıkan "akrilamid" adlı maddenin kansere yol açtığına yönelik bilimsel tartışmalar sürüyor.

Cips yemek, yağ içmekten farksızİngİlİz Kalp Sağlığı Vakfı (BHF) çocukların cip tüketimini azaltmak için "Cips yemek yağ içmekten farksızdır" sloganıyla bir kampanya başlattı. BHF'ye göre 35 gramlık cips paketinde 2.5 çay kaşığı yemeklik yağ kullanılıyor. Ülkede cipslerde kullanılan yağ ile günde iki Olimpik yüzme havuzu doldurulabiliyor. Dünyada her yıl 36 milyar paket patates cipsi satılıyor.

McDonald's besin tablosu koyacak ama VATAN'IN fast food ürünlerinin paketlerinde zararlı doymuş ve trans yağ oranlarına ilişkin bilgi verilmemesi haberinin ardından McDonald's Türkiye bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada, McDonald's, beslenme değerleri bilgilerini, 2006 yılından itibaren ürün paketleri üzerinde de duyurmaya başlama kararı aldığını söyledi. "2006'da öncelikle, restoranların en yoğun bulunduğu 9 ülkede (Amerika, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Japonya, Çin ve Avustralya ) ile diğer tüm Avrupa ülkelerinde uygulanmaya başlayan etiketleme sisteminin 2007 yılının Kasım ayında uygulamaya başlayacağı" vurgulandı. McDonald's, Türkiye için Kasım 2007'nin başlangıç tarihi olarak belirlenmesinin nedenini "ABD merkezden onayının alınması, ambalaj üreticilerinin gerekli tasarım ve alt yapı çalışmalarını yapmaları, tasarımların ABD merkezince onaylanması, baskı hazırlıkları ve üretim" ifadeleriyle açıkladı.

Tabloda eksikler var
Ancak McDonald's basın açıklamasına ek olarak gazetemize gönderdiği taslak besin tablosu örneğinde, ABD'deki uygulamaya oranla ciddi farklılar göze çarpıyor. "Günlük McDonald's ihtiyacınız" başlıklı tabloda ürünün içeriğindeki, kalp ve damar sağlığına zararlı olan doymuş ve trans yağlar gösterilmiyor. Sadece toplam yağ miktarı veriliyor. Umarız, McDonald's tablonun nihai halinde, tüketici için son derece önemli olan trans yağ ve doymuş yağ oranları eklemeyi ihmal etmez.

TÜBİTAK: Cipste kanserojen var
Türkİye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK), gıda ürünleriyle ilgili kanser taramasında Türkiye'de 20 çeşit ürünü piyasadan tesadüfi yöntemle toplayıp inceledi. Bu ürünleri kapsayan ev yemekleri, kavrulmuş çerez, fırıncılık mamulleri, cipsler, kahve, bisküvi, kraker, çikolata, bebek mamaları, patates kızartmaları, Türk tatlıları, ızgara, kebap, döner ve köfte gibi gıdalardan oluşan yaklaşık 50 gıdayı da analiz etti. Araştırmanın ilk aşamasında yüksek ısıya maruz kalan cips, kraker, bebe bisküvisi, kavrulmuş çerezlerde yüksek oranda kanserojen 'akrilamid' maddesi tespit edildi. Kurum kesin sonuçları temmuzda açıklayacağını söyledi.

Akrilamid nedir?
Akrilamid; yüksek ısıda besinlerde çıkan vücuda zararlı kimyasal bir madde. Yüksek ısıda protein ile şeker kimyasal reaksiyona girip 'akrilamid'i doğuruyor. Bu madde plastik sanayiinde kullanılıyor. Sigarada kansere yol açtığı sanılan maddeler arasında akrilamid de bulunuyor.

Kalp krizini tetikliyor
* Prof. Dr. Sebahattin Ateşal (MedikalPark Hospital Kardiyoloji Klinik Şefi): Cipslerin içerdikleri yağlar damar sertleştirici özelliklere sahip. Bu da damar tıkanıklıklarına neden oluyor. Kalbi besleyen damarlar olumsuz etkilendiği için kalp fazla çalışıyor ve kalp krizleri ortaya çıkıyor.

Zararı anlatılmalı
* Dilara Koçak (Beslenme uzman): Aşırı cips tüketimi dengesiz bir beslenme şekli. Çocukların kalsiyum ve proteine; vitamin minerallere ihtiyacı var. Her gün köfte, tavuk veya balık, süt veya ayran meyve ve sebze tüketilmeli. Çocuğa yasak koymak yerine yediklerini dengeli hale getirmeyi öğretmek önemli.

ÇAKAL
10-06-2007, 22:50
Hayvanların gizli yetenekleri



Hayvanlar aleminin akıllara durgunluk veren kabiliyetlerini araştıran Bölgesel Çevre Merkezi'nin (REC) bilimsel çalışmasını okudukça çok şaşıracaksınız.


FİL: Fillerin vücudunda 50 bin kas var.

LEOPAR : Leoparların hızı, saatte 100 kilometreyi buluyor.

AT: Bir ay boyunca ayakta durabiliyor.

KÖSTEBEK: Bir saatte 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor. :beurk:

YARASA: Zifiri karanlıkta 0.6 milimetre çapında bir teli ayırt edebiliyor.

KARGA: Ortalama yaşam süresi 120 yıl. :beurk:

PENGUEN: Yiyecek aradıkları sırada, 255 metre derine dalabilen penguenler, yaklaşık 18 dakika nefessiz kalabiliyorlar.

ORKİNOS: En hızlı yüzen balık ise orkinos. Yetişkin bir orkinos, saatte yaklaşık 90 kilometre hız yapabiliyor.

http://www.bugun.com.tr/haberler/100607/p53815.asp

ÇAKAL
16-06-2007, 14:03
Mehmet Paksu
Uzayın buzdağları nasıl oluşuyor?

Kuyrukluyıldızlar, bilim dünyasında "uzayın buzdağları" olarak da anılırlar. Bizim onların parıltılı geçişini görmemiz, Güneş sisteminin uzak bölgelerinden ayrılıp Güneş'e doğru yönelmesiyle gerçekleşir.

Kuyrukluyıldız diğer gezegenlerin çekim etkileriyle Güneş'e doğru yaklaşır ve bu sırada Güneş'in sıcaklığı yüzünden bünyesindeki buzlar erimeye başlar.

Böylelikle bizim "kuyruk" adını verdiğimiz parıltılar oluşur. Hesaplamalara göre bir kuyrukluyıldız, bünyesinde Güneş'in etrafında yüzlerce kez dönebilecek yeterlilikte buz bulundurur. Fakat zaman geçtikçe çok yüksek sıcaklıklarda eriyen metaryali yüzünden oldukça güçsüzleşir.

Çok sonraki aşamalarda ise yüzeyi sanki katranla kaplanmış gibi iyice kararır. Böylelikle gittikçe o parıltılı manzarasını kaybeder ve bir "gizli" kuyrukluyıldıza dönüşür. Bu aşamada kuyrukluyıldız kuyruk üretmeyi durdurur ve Dünyamız'ın yakınlarında gezinen asteroid ordusunun bir ferdi olur. Güneş sisteminde yer alan "Oort bulutu" denilen bölgede henüz yerlerinden ayrılmayan ve birer parıltılı kuyrukluyıldız olmayı bekleyen yıldızların sayısının 1 trilyon olduğu sanılıyor. Arada bir Dünyamız'a yakın geçerken de meraklı gözleri bir endişedir alır. "Aman ha Dünyamız'a çarpmasın!" diye...

Kuyrukluyıldız kendi kendine oluşmuyor ki, başına buyruk hareket etsin ve Uzay boşluğunda rast gele gezsin. Bir emir altında hareket ettiği ise besbelli...

ÇAKAL
17-06-2007, 13:03
Şükrü Cido
24 Mayıs 2007 Perşembe

Kan uyuşmazlığı nedir? -1-

Kan grupları ve Rh: Kan uyuşmazlığı zannedilenin aksine, eşler arasındaki değil, gebelik döneminde anne ile bebeği arasında söz konusu olabilen normal dışı bir durumdur. Hangi kan grupları arasında ve nasıl bir uyuşmazlık olduğunu anlatmadan önce kan gruplarını tanımlamak gerekir. Kanımızda oksijen taşımakla görevli kırmızı kan hücrelerinde bulunan proteinler esas alındığında klasik olarak dört ana kan grubu tanımlanır: “A”, “B”, “AB” ve “0” grubu .. Bir de “Rh” söz konusudur. Birey, “D” proteinine sahipse Rh pozitif (+), değilse Rh negatif (-) olarak ifade edilir. Rh (-) kişilerin vücudunda D proteini hiç yoktur ve bağışıklık sistemi için tamamen yabancı bir maddedir.:düsün:
AB0 VE Rh kan uyuşmazlığının oluşum mekanizması: Normal şartlarda hamilelik döneminde anne ve bebeğin kanları birbirine karışmadan plasenta (eş) aracılığıyla oksijen, karbondioksit ve besin ögelerinin karşılıklı alışverişi gerçekleştirilir. Anne Rh (-), bebek Rh (+) ise ilk gebelikte herhangi bir problem olmaz. Bebek doğarken zedelenen damarlardan bir miktar bebek kanı, Rh (-) annenin kanına karışabilir. Böylece annenin bağışıklık sistemi tamamen yabancısı olduğu bir proteinle, “D” proteini ile tanışır ve ona karşı tepki geliştirir. O maddeyi tanımadığı için yok etmek ister. Beyaz kan hücreleri D proteinini yok etmek için ürettiği özel maddeleri (antikorlar) kullanarak hedefine ulaşır. Annenin kanında bir tane bile bebek kan hücresi kalmaz, tümü yok edilir. Bu savaş sona erdiğinde geriye “anti-D antikorları” adı verilen maddeler ve bunları ihtiyaç duyulduğunda her an yeniden üretebilecek hafıza beyaz kan hücreleri kalır.
İkinci gebelikte çocuk eğer yine Rh (+) kana sahipse annenin kanında hazır bulunan bu özel maddeler (antikorlar) kolayca plasenta (eş) engelini aşarak anne karnındaki bebeğin kanına karışırlar. Bebek kırmızı kan hücrelerini yok etmeye başlarlar. Çocuğun kemik iliği, karaciğer ve dalağı yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yenilerini üretir ve eksilen kanı yerine koymaya çalışır. Bu aşırı kırmızı kan hücresi yıkımı ve yapımı sürecinde “bilirubin” adı verilen, fazlası zararlı olan sarılığa sebep olan madde açığa çıkar, bebekten anneye geçer, annenin karaciğeri tarafından yok edilir. Bebeğin karaciğeri henüz bu maddenin tümünü yok edebilecek kadar gelişmemiştir. Eğer üretilen kırmızı kan hücresi miktarı yok edilenden daha az olursa, bebek ağır bir kansızlığa maruz kalır, hatta ölebilir. Eğer arada bir denge varsa bebek bir ölçüde kansızlıkla doğar veya sağlıklı olarak dünyaya gelir. Problem asıl o zaman belirginleşir. Çünkü kan hücreleri hâlâ parçalanmakta, yenileri yapılırken gereken maddeler anneden temin edilememekte, çocuk kendi depolarını kullanmaktadır. Üstelik açığa çıkan sarılığa sebep olan madde (bilirubin) bebeğin karaciğeri tarafından yeterince vücuttan uzaklaştırılamamaktadır. Kanda belli bir düzeyi aşan “bilirubin” göz aklarına, cilde ve sonunda asıl zararını gösterdiği beyin ve sinir sistemine yerleşerek hayatı tehdit etmeye başlayabilir. Yenidoğan sarılığının ağır şekillerinde, tedavi edilmeyen çocuklarda adalelerin sertleşmesi, zekâ geriliği gibi kimi geri dönüşümsüz sinir sistemi bozuklukları meydana gelmektedir.

ÇAKAL
17-06-2007, 13:06
Şükrü Cido
17 Haziran 2007 Pazar

Kan uyuşmazlığı nedir -2-

Kan uyuşmazlığında istenmeyen sonuçlar ve tedavi: Yenidoğan sarılığı olan bebeklerde sarılık maddesini (bilirubin) vücuttan daha kolay uzaklaştırmak için belli bir dalga boyundaki ultra viyole ışınları kullanılmaktadır. Bebeklerin uygun sıcaklık ortamı sağlayan kuvöz ya da yataklarda ultra viyole ışınıyla tedavisine “fototerapi” denir. Yeterli olmadığında bebeğin göbek kordonundan takılan bir sistemle, uygun bir Rh (-) kanla “kan değişimi” işlemi gerçekleştirilerek hayati tehlike atlatılabilir. Geç kalınan durumlarda sekel kalma (körlük, şaşılık, sağırlık, felç gibi) ihtimali çok yüksektir.
Korunma: Kan uyuşmazlığı ve sonuçları bu kadar ağır olabildiğine göre , Rh (-) anneler için koruyucu bazı tedbirler alınması gereklidir. Bir anne adayı eğer Rh (-) kana sahipse, ilk doğum, kürtaj ya da düşüğünden hemen sonra, bebeğinden kendisine o anda geçmiş olabilecek Rh (+) bebek kan hücrelerine karşı annenin bağışıklık sisteminde tepki oluşmadan önce girişimde bulunulmalıdır. Bunun için özel olarak hazırlanmış bir serum vardır: “Anti-D İmmun Globulin”. Bu madde doğumdan (ya da düşük veya kürtajdan) hemen sonra anneye kas içine enjeksiyon şeklinde yapılmalıdır. “Anti-D İmmun Globulin” kana karışır, bebekten geçmiş olan Rh (+) kan hücrelerini derhal yok eder. Annenin bağışıklık sistemi ne olduğu anlamadan işlem tamamlanır. Bir süre sonra “Anti-D İmmun Globulin” doğal ömrünü tamamlar ve kanda yok olur. Zamanla yok olan “Anti-D İmmun Globulin” bu sayede annenin sonraki hamileliklerinde çocuk için bir sorun oluşturamaz. Yalnız unutulmaması gereken bir konu bu immun globulinin her bir gebeliğin son bulumunda yeniden uygulanmasının gerekliliğidir. Kan uyuşmazlığı genel olarak ilk bebekte sorun oluşturmaz. Sonraki olabilecek Rh (-) çocuk için zaten bir problem yoktur. Rh uygunsuzluğu kadar ağır seyretmese de “kan grupları” arasında da uygunsuzluk söz konusu olabilir. Genellikle annenin “0” bebeğin “A”, “B” veya “AB” olduğu durumlarda meydana gelir. Farklı mekanizmalarla ama aynı prensiplere dayanan süreçler yaşanır. Fakat daha seyrek olarak hayatı tehdit eden boyutlara ulaşır.
Sonuç ve yapılması gerekenler: Rh (-) olan anneler Rh (+) doğabilecek çocukları için önceden hazırlıklı olmalıdırlar. Eğer anne ve baba her ikisi de Rh (-) iseler genetik kurallarına göre Rh (+) bebekleri olamaz. Eğer anne Rh (-), baba Rh (+) ise çocuk Rh (-) de olabilir, Rh (+) da. Bu genel bilgi de göz önünde bulundurulmalı, doğum sonrası bebek kan grubu tayin edilmelidir. Anne Rh (-), bebek de Rh (-) ise uygunsuzluk yoktur, anneye anti-D immun globulin yapmak gerekmez. Annenin Rh (+) olduğu durumlarda çocuğun Rh’ı ne olursa olsun Rh uygunsuzluğu zaten olamaz. Eğer anne ve baba her ikisi de “0” grubu kana sahiplerse çocukları mutlaka “0” grubu olur. Bu durumda anne ve bebek arasında grup uygunsuzluğu olamayacağı açıktır. Anne “0”, baba “A”, “B” veya “AB” ise çocukta muhtemelen “AB0” grup uyuşmazlığı olabilir.
Gebelik boyunca duyarlanmayı gösteren anneden alınan özel kan testleri olduğu gibi, doğum sonrası çocuğa özel tarama testleri de vardır. Sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için gebelikte sağlıklı ve düzenli takip şarttır. Anne baba adayları, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı arasında iş birliği bu sürecin temelini oluşturmaktadır. Uygun bir gebelik yönetimi ve doğuma uzman gözetiminde hazırlık, kan uyuşmazlığı gibi hayatî bir problemin bile kolaylıkla halledilmesini sağlayacaktır.

ÇAKAL
17-06-2007, 23:24
Küresel ısınma, kene popülasyonunu artırdı


Leyla Ataman Özel

Kene popülasyonunun artmasında, ılık geçen kış mevsimlerinin etkili olduğu belirtildi.
Kırım-Kongo kanalı ateşi (KKKA) hastalığına neden olan virüsü taşıyan keneler, korku saçmaya devam ediyor. Türkiye'de 2003 yılından beri tanımlanan bu hastalıktan sadece bu yıl 172 vaka belirlendi, 10 kişi ise virüs nedeniyle hayatını kaybetti.
KKKA nedir, her keneden bulaşır mı, bu hastalık hep ölümle mi sonuçlanır, Türkiye'nin her yerinde var mı? KKKA virüsü taşıyan keneler sonradan mı çıktı, biyolojik silah mı?...
Kene uzmanı Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zati Vatansever, ölümle sonuçlanan ve insanlara korku saçan bu virüs nedeniyle bilgi kirliliği yaşandığını, insanların ise virüsü tam olarak tanıyamadığını söyledi.
Ölüm olayları nedeniyle şehirlerle gereksiz bir panik havası yaşandığını, esas risk taşıyan yaban hayatının olduğu kırsal alanlarda yaşayan insanlarda duyarsızlık olduğunu ifade eden Vatansever, ''Yeterli önlem alınırsa korkulacak bir şey yok, fakat öncelikle kırsal kesimde yaşayan halkın bilinçlendirilmesi gerekiyor'' dedi.
Kene popülasyonunun artmasında ılık geçen kışların ve yaban hayvanı sayısının artmasının etkisinin olduğunu belirten Vatansever, ''Özellikle KKKA virüsü taşıyabilen keneler sıcağı severler. Nemli yerlerde asla yaşamazlar. Birkaç yıl önce Rusya'da eksi 20 derecenin altında kış yaşandığı için kene popülasyonu önemli derecede azaldı'' diye konuştu.

KENE ASLINDA HAYVANLARDA AŞI GÖREVİ GÖRÜYOR

Şu anda tüm dünyanın kene mücadelesi yaptığını, fakat milyon dolarlar harcanmasına rağmen kene popülasyonunun yok edilemediğini anlatan Vatansever, ''Zaten yok etmek de gerekmiyor, kontrol altında tutulması gerekiyor. Çünkü keneler bir anlamda aşı vazifesi görüyor. Konakladığı hayvana düşük dozda hastalık vererek hayvanın dayanıklılığını artırıyor. Keneyi tamamen yok ederseniz bölgeyi hastalıklara karşı duyarlı hale getirmiş olursunuz'' diye konuştu.
Vatansever, kenelerin hayvanlara verdiği zararları ise ''hayvanı zayıflatması, et ve süt verimi düşürmesi'' olarak sıraladı.

BİYOLOJİK SİLAH OLMASI İMKANSIZ

KKKA virüsü taşıyabilen kenelerin biyolojik silah olduğu yönündeki iddialara kesinlikle katılmadığını belirten Vatansever, KKKA hastalığının aslında hep olduğunu, fakat Türkiye'de 2003 yılında tanımlanabildiğini söyledi.
Türkiye'de 30'un üzerinde kene türü bulunduğunu, bunların da 800'den fazla hastalık barındırdığını anlatan Vatansever, KKKA'nın öldürücü olması nedeniyle dikkati çektiğini kaydetti.
Kenenin birçok çeşidinin olduğunu ve dünyada yaşayan birçok kenenin başka ölümcül hastalıklar da taşıdığını kaydeden Vatansever, ''Dünyada keneden bulaşan hastalıklardan ölüm ortalaması yüzde 10-30 arasında değişiyor. Bizde ölüm oranı yüzde 5 civarında'' diye konuştu.

TÜRKİYE'DE NERELERDE YAŞIYORLAR

Vatansever'in verdiği bilgiye göre, virüs taşıyabilen keneler Türkiye'de Karadeniz iklimi ile step ikliminin kesiştiği bölgelerde bulunuyor. Bu tür keneler bodur meşelik alanları ve yaban hayvanların bulunduğu yerleri tercih ediyorlar.
Bu çerçevede bakıldığı zaman Türkiye'de virüs taşıyabilen keneler için esas odak noktaları öncelikle Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat, ikinci sırada da Çankırı, Gümüşhane, Siva, Kastamonu, Artvin ve Erzurum öne çıkıyor.
Vatansever, virüs taşıyabilen keneler açısından en risksiz bölgelerin Akdeniz ve Karadeniz kıyıları olduğunu belirtiyor.

KKKA VİRÜSÜ TAŞIYAN KENE

Türkiye'de 30'un üzerinde kene bulunuyor ve bunlar 800'ün üzerinde hastalık taşıyor.
KKKA virüsü her kenede bulunmuyor. Bu virüsü özellikle Hyalomma soyuna ait keneler taşıyabiliyor.
Virüs taşıyabilen kene yumurtadan çıktıktan sonra tavşan gibi küçük yaban hayvanları ile yerde beklenen yabani kuşların üzerinde konaklıyor. Erişkin olduğu zaman buradan yere düşüyor, daha sonra da büyük yaban hayvanları, büyükbaş evcil hayvanlar ve insanların üzerine geliyor. Beslenmesini tamamlayan kene tekrar toprağa düşüyor erkek ölüyor, dişi kene ise önce yumurtluyor (bir defada 5-7 bin adet yumurta bırakıyor) daha sonra ölüyor. KKKA virüsü taşıyan bir kenenin yumurtalarının yüzde 3-5'i virüslü çıkıyor.
Erişkin avcı kene konaklayacak bir canlı bulamazsa iklim şartlarına göre ortalama 1 yıl yaşıyor. Artı 16-18 derece sıcaklıkta yaşam süresi 3 yıla kadar çıkıyor.
Büyükbaş yaban veya evcil hayvanlara gelen kene bir defa besleniyor (kan emerek), bu da 10-15 gün sürüyor.
Bu keneler karakter olarak diğer kenelere benzemiyor. KKKA virüsü taşıyabilen Hyalomma soyuna ait keneler ''avcı kene'' olarak da biliyor. Bu keneler diğer keneler gibi otların üzerinde değil toprakta veya toprak altında saklanıyorlar, titreşimleri, ısı, koku ve nefesteki karbondioksiti hissedebiliyorlar, gözleri olduğu için de avlarını siluet şeklinde görebiliyorlar ve avlarına atlıyorlar.

BİYOLOJİK MÜCADELE YAPILABİLİR Mİ?

Şu anda kene biyolojik mücadelenin yapılamayacağını, çünkü kenelerle biyolojik mücadelenin henüz kanıtlanmadığını kaydeden Vatansever, sığırcık, keklik gibi hayvanların keneleri yediği görüşlerinin kesinlik kazanmadığını, hatta bu tür hayvanların kene popülasyonunu azaltıcı mı, yoksa arttırıcı mı olduğunu kimsenin bilmediğini söyledi.
Vatansever, ''Bu keneler erişkin olana kadar bu tür yerden beslenen kuşlar veya tavşan gibi küçük yaban hayvanların üzerinde konaklıyorlar. Bu nedenle bu kuşların azaltıcı mı yoksa arttırıcı mı olduğunu kimse söyleyemez'' diye konuştu.

KİŞİSEL KORUNMA ÖNLEMLERİ

Vatansever, kırsal alanda yaşayan veya pikniğe çıkan insanlara şu tavsiyelerde bulundu:
''-Sinek kovucu ilaçlar kullanın. Bu ilaçlar keneyi öldürmüyor, fakat yaklaşmasını önlüyor, yani caydırıcı etkisi var.
-Doğrudan keneyi öldüren ilaçlar var. Bu tür ilaçlarla bir gün önceden giysilerini ve ayakkabılarınızı nemlendirin (asla cilde sıkmayın). Örneğin binde 5 permetrin içeren (böcek öldürücü) ilaçlar keneyi öldürebiliyor. Bu ilacın etkisi birkaç hafta sürüyor.
(Şu anda Türkiye'de binde 1 permetrin içeren ilaçlar var, Sağlık Bakanlığı binde 5 için ruhsatlandırma çalışması yapıyor. Türkiye'de binde 1 permetrin içeren ilaçlar bile kullanılabilir.)
-Eve geldiğiniz zaman mutlaka kendinizi kontrol edin.
-Tarlaya küçük çocukları götürmeyin.
-KKKA virüsü taşıyabilen keneler ahırlara pek yerleşmiyor, bu nedenle ahır ilaçlaması pek başarılı olmuyor. Fakat çiftlik hayvanlarının mutlaka ilaçlanması gerekiyor.
-Eğer kene tutunursa bir pens veya ip ile kıvırmadan düzgün bir şekilde çekin. Çıkarttığınız keneyi bir kutuda saklayın, incelenmesi için ilgili kuruluşa götürün.
-KKKA virüsü alınan doza göre ölümcül olabilir. Kene tarafından ısırıldıysanız kendinizi kontrol edin. İki hafta içinde yoğun halsizlik, baş ağrısı, bulantı, kusma gibi belirtiler görürseniz mutlaka sağlık kuruluşuna gidin.

ÇAKAL
18-06-2007, 07:28
Mehmet Paksu



Küstüm otunu küstüren şeyler

Küstüm otunun kendine has çok enteresan bir savunma sistemi vardır. O incecik yapraklarına dokunur dokunmaz birkaç saniye içinde, sapıyla birlikte yapraklarının gövdeye doğru yaslandığını görürsünüz.

Eğer bitkiyi rahatsız eden etken devam ederse, aşağıya doğru ikinci bir hareket yapar ve gövdesinin üzerindeki dikenleri ortaya çıkarır. Bu da üzerindeki böcekleri kaçırması için yeter de artar bile... Küstüm otundaki bu hareketi gerçekleştiren mekanizma, elektrik akımlarıyla başlar. Bu akım tıpkı insan vücudundaki sinirlerden geçen akıma benzer. Fakat bitkinin gösterdiği reaksiyon bizdeki gibi hızlı bir gelişme göstermez. Bununla birlikte bitki özünü taşıyan kanallar aracılığıyla iletilen elektrik sinyalleri 30 santimetrelik mesafeyi bir-iki saniye içinde geçer.

Isı ne kadar yüksek olursa, reaksiyon da o kadar hızlı olur. Küstüm otunun her yaprağının dibi oldukça şişkin görünür. İçindeki hücreler sıvıyla doludur. Uyarı buraya ulaşır ulaşmaz, yaprağın dibindeki şişkinliğin alt yarısı hemen suyunu boşaltır ve aynı anda diğer üst yarı, bu suyu kendi bünyesine alır. Ve sonunda yaprak aşağıya doğru düşer.

Böylece yapılan uyarı yaprağın sapları boyunca ilerlerken, yapraklar çok kısa sürede teker teker, ardı ardına kapanır. Kâinat kitabının bu minicik parçacığı, genlerine yerleştirilen bu ilginç sistemi milyonlarca senedir aksatmadan yürütür ve Yaratıcısı adına hareket ettiğini gözler önüne serer.

ÇAKAL
18-06-2007, 08:09
İncir ye taş gibi ol



Sütten fazla kalsiyum barındıran incir, kemik sağlığını koruyor ve kanseri önlüyor.


***

İncir kemikleri güçlendiriyor

Kemiklerinizi korumak istiyorsanız, incir yiyin. E ve B vitamini içeren incirde, sütten 2 kat daha fazla kalsiyum bulunduğu belirtildi. Bu nedenle yaşlıların, hamilelerin ve çocukların bol bol incir tüketmesi istendi. Uzmanlar "İncir, içerdiği protein ile hücreleri yeniler. Zengin demir minerali ile kanı güçlendirir ve bağırsak kanserini önler" dedi.

ÇAKAL
19-06-2007, 08:46
Mehmet Paksu


Karpuzun kokusu ne hissettirir?

Yaz mevsiminin birbirinden güzel meyveleri sofralarımızı süslüyor. Karpuz, çilek, kayısı ve onlarcası... Her biri gözlerimize ayrı bir görüntü sunuyor, dilimize farklı tatlar veriyor ve belki de en önemlisi, burnumuza birbirinden güzel kokular hissettiriyor.

Öyle ya, eğer o lezzetli taneleri koklayamadan yeseydik, bir saman parçasıyla muzun arasındaki farkı nasıl anlayabilirdik? Bir karpuz dilimini yemeye hazırlanırken, dilimizin tattığı lezzetten önce burnumuza ulaşan muhteşem koku, karpuzun etrafa yaydığı moleküllerden başka bir şey değildir. Kokusunu alabildiğimiz her nesne etrafa buhar şeklindeki koku moleküllerini yayar. "Kokusunu alabildiğimiz" diyoruz, çünkü her maddenin kokusunu alamıyoruz. Meselâ buharlaşamayan bir madde olan demir parçası bir koku yaymaz etrafına... Burnumuz koku molekülleriyle, özel dokular aracılığıyla temasa geçer. Bir karpuz diliminin yüzeyinden buharlaşıp havada uçarak burnumuza ulaşan moleküllerin hedef tahtası bu dokulardır. Beynin biraz aşağısında geniz boşluğunda bulunan bu dokuların yüzeyinde tüy şeklinde, tıpkı birer anten gibi uzanan koku alıcılar bulunur. Bu alıcı hücrelerin her biri koku molekülünün belli bir bölümüyle temas eder.

Bu şekilde toplanan bilgiler beyne iletilir. Sonunda koku alma işlemi tamamlanmış ve biz karpuzun kokusunu algılamış oluruz. Burnumuz, bir meyvenin kokusunu aldığında Allah'ın Latîf isminin tecellisini hissediyoruz aslında. Burnumuzla mis gibi kokan Onun isimlerinin tecellisini kokluyoruz. Bir meyvenin kokusu sadece bir koku değildir çünkü. Karpuz Onun güzelliğini bize hatırlatan bir kelimeden ibarettir.

ÇAKAL
20-06-2007, 06:02
Mehmet Paksu


Bir bebek nasıl yaratılır?

Bukle bukle sarı saçları omuzlarına dökülmüş, kocaman kara gözleriyle size bakıp gülümseyen bir kız çocuğunu seyrederken nasıl da içimiz şefkatle dolar, minicik bir insanın böyle bir güzelliğe sahip olması karşısında hayretlere düşeriz, değil mi?


Halbuki o küçük güzel yüzde gördüğümüz güzellik, Ezelî Sanatkâr'ın insanı yaratırken sergilediği sanatının ancak bir zerresi olabilir. İnsan, ilk anne rahmine düştükten dünyaya gelene kadar öyle dönemlerden geçiyor, her bir hücre öyle bir sistemle yaratılıyor ki, "hayret" kelimesi böyle bir tablo karşısında yetersiz kalıyor.

Meselâ, embriyonal hayatta ilk basit barsak, boru şeklinde oluşur. Sonra bu borunun belirli yerlerinde bazı hücreler, vücudun başka bir ihtiyacı için başka bir faaliyet göstermeye başlar. Mideyi yapacak hücreler, midenin yerleşeceği bölgede çoğalarak ona torba şeklini verirler. Midenin hemen alt kısmında iki çıkıntı görülür. Bunlardan birisi pankreası, diğeri ise karaciğeri yapar. Mideye uzanan yemek borusundan bir çıkıntı kök gibi uzamaya başlar; hedefi, 80 metrekarelik bir alana sahip akciğerleri yapmaktır. Başlangıç itibarıyla aynı olan bu hücreler, bir ikaz, bir emir alarak, tanımadıkları bu organları yaparlar.

Ceninde organlar gelişirken, dünya şartlarına göre belirlenir.

Anne karnında hiçbir işe yaramayan gözler dünyadaki ışık şiddetine göre inşa edilir. Anne karnındaki insan bedeni plânlı ve programlı bir şekilde, bir yaratılıştan diğerine dönüşür.

Kâinat kitabını bize okuyan Kur'an bu hakikati şöyle ifade eder:

"Rahimlerde size dilediği gibi bir şekil veren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur; O her şeyin mutlak galibi ve sonsuz hikmet sahibidir." (Al-i İmrân,3:6)

ÇAKAL
21-06-2007, 22:59
Karıncalar 'sırrı' bulmuş :D:D


A.A.

Karıncaların, topladıkları reçineyle yuvalarını dezenfekte ettikleri, böylece yaşam sürelerini iki kat artırdıkları ortaya çıktı.

Lausanne Üniversitesi'nden bilim adamlarının yaptığı araştırma sonucunda, Formica paralugubris cinsi karıncaların, köknar ağacı ya da reçine parçalarını yuvalarının her yerine yerleştirdikleri belirlendi.

Reçinenin, yuvaya zarar verebilecek Pseudomonas fluorescens bakterisi ve Metarhizium anisopliae mantarının barınmasını engellediğini, üstelik reçinenin içindeki maddelerin karıncıları etkilemediğini belirten İsviçreli bilim adamları, reçinenin tıbbi özelliklerine başvuranların sadece karıncalar olmadığına da dikkat çekti.

Bilim adamları, arıların ağaçların tomurcuk ve kabuklarından topladıkları reçineli ve mum kıvamındaki propolisle kovanlarını kapladıklarının, 1980'lerde kuşların da yuvalarına parazite karşı bitkisel bir madde yerleştirdiklerinin anlaşıldığını vurguladılar.

Karıncaların sağlık önlemleri alma becerilerini gösteren bu araştırma Proceedings of the Royal Society dergisinde yayımlandı.

ÇAKAL
22-06-2007, 09:03
Mehmet Paksu


Şeytanın secde etmemesine Allah mı izin verdi?

"Allah, 'Adem'e secde et' demiş. Fakat şeytan gururlanıp bunu reddetmiş. Bu Rabbimin izniyle mi olmuştur? Çünkü O 'Ol' demeden hiçbir şey olmaz.

Bu durumu açıklar mısınız?" Şeytanın secde etmemesine Allah izin vermiş değildir. Allah secde etmesini emretmiş ama şeytan emri dinlememiş, karşı gelmiş, isyan etmiştir. Yani Allah bir şeyi hem emredecek hem de şeytanın emri dinlememesi için izin verecek, böyle bir şeyi düşünmek mümkün değildir. Şayet mümkün olsaydı, abes bir şey olurdu ki, bu da Allah hakkında düşünülemez.

Yalnız şu var: Yüce Allah Hz. Adem'i yarattı, onu birtakım üstün vasıflarla donattı. Meleklerden ve şeytandan üstün bir konuma getirdi. Bütün varlığın, eşyanın özünü ve mahiyetini öğretti, onu ilim ve marifetle donattı, gerçek anlamda Kendine muhatap olacak hale getirdi. Kâinatın yaratılış hikmeti konusunda hakikat ilmini öğretti. Yüce isimlerini anlama ve varlık âlemini o isimlerin gözüyle kavrama bilgisini verdi. Bununla birlikte canlı cansız, melekler de dahil olmak üzere bütün varlıkların halifesi, temsilcisi, ustabaşısı mertebesine yükseltti. Böylece Hz. Adem, şeytandan da, meleklerden de üstün bir seviyeye çıktı.

* * *

Melekler nurdan yaratılmış varlıklardır. Nefis taşımadıkları için Allah'a mutlak itaatten başka bir şey düşünemezler, karşı gelme, isyan etme gibi bir seçenekleri de yoktur. Allah ne emretmişse harfiyen yerine getirirler. Allah'ın secde emri üzerine meleklerin hepsi Hz. Adem'e secde etti, yani onun kendilerinden üstün bir varlık olduğunu kabul ettiler. Ancak asıl adı İblis olan şeytan secdeye yanaşmadı.

Gerekçesi de, "Onu topraktan yarattın, beni ateşten yarattın" sözüydü, bununla ateşin topraktan üstün olduğunu ileri sürüyor ve kendini daha üstün ve önemli konuma çekiyordu. Şeytanın meleklerden farklı olarak bu şekilde davranmasının başka bir sebebi, şeytanda nefsin olmasıydı. Cin türünden ruhani bir varlık olan şeytan, kendi yaratılışı ve yapısı gereği olarak irade sahibidir, sorumlu bir varlıktır. Tercihte ve seçenekte bulunabilir bir özellik taşımaktadır. Bunun için tercihini, Allah'ın emrini dinlememe, Allah'a karşı gelme yönünde kullandı.
* * *

Başta da dediğimiz gibi, Allah şeytana emri dinlememe konusunda bir izin vermedi. Ancak onu nefis taşıyan bir varlık şeklinde yarattığından, şeytan itaati değil de, isyanı tercih etti. Allah da onun bu tercihini yarattı fakat ona sorumluluk verdiğinden şeytan suçlu konumuna düştü, cezayı hak etti ve Cennetten sürüldü. Bir başka açıdan işin içine insanı katarak baktığımızda konu daha rahat anlaşılacaktır. İnsanla şeytan arasında sorumlu olmaları yönünde bir benzerlik vardır. Verilen emri dinleyip dinlememe konusunda insanla şeytan, bir diğer anlamıyla cinlerle insan arasında fark yoktur.

Çünkü Cenab-ı Hakkın Kur'an'daki bütün emir ve yasaklarından insan kadar cinler, dolayısıyla şeytan da sorumludur. Her iki varlığın hem inananı var hem de inanmayanı hem Müslüman'ı vardır hem de kâfiri; her ikisi için hem Cennet kapısı açıktır hem de Cehennem kapısı... İnsan nasıl ki, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket ediyorsa, cinler de aynı durumla karşı karşıyadırlar. Ancak şeytan işin başında nasıl ki isyan etmiş, Rabbine karşı gelmiş, huzurdan kovulmuş, Cehennemi hak etmişse, insan da aynı yolun yolcusu olur, iradesini bu istikamette kullanırsa o da şeytanla birlikte haşrolacak, aynı akıbeti paylaşacaktır.

Bu mesele Kur'ân-ı Kerim'de başta Tâha ve Sâd Suresi olmak üzere değişik surelerde genişçe anlatılır. Şeytanın iradesini bu yönden kullandıktan sonra Cennetten kovulduğu bildirilir. Şeytanın, âdemoğullarını hak yoldan çevirmesi konusunda izin istemesi üzerine, Allah'ın izin verdiği ve bu mücadelenin de kıyamete kadar devam edeceği haber verilir.

Şafak
23-06-2007, 00:34
Mehmet Paksu


Bir bebek nasıl yaratılır?

Bukle bukle sarı saçları omuzlarına dökülmüş, kocaman kara gözleriyle size bakıp gülümseyen bir kız çocuğunu seyrederken nasıl da içimiz şefkatle dolar, minicik bir insanın böyle bir güzelliğe sahip olması karşısında hayretlere düşeriz, değil mi?


Halbuki o küçük güzel yüzde gördüğümüz güzellik, Ezelî Sanatkâr'ın insanı yaratırken sergilediği sanatının ancak bir zerresi olabilir. İnsan, ilk anne rahmine düştükten dünyaya gelene kadar öyle dönemlerden geçiyor, her bir hücre öyle bir sistemle yaratılıyor ki, "hayret" kelimesi böyle bir tablo karşısında yetersiz kalıyor.

Meselâ, embriyonal hayatta ilk basit barsak, boru şeklinde oluşur. Sonra bu borunun belirli yerlerinde bazı hücreler, vücudun başka bir ihtiyacı için başka bir faaliyet göstermeye başlar. Mideyi yapacak hücreler, midenin yerleşeceği bölgede çoğalarak ona torba şeklini verirler. Midenin hemen alt kısmında iki çıkıntı görülür. Bunlardan birisi pankreası, diğeri ise karaciğeri yapar. Mideye uzanan yemek borusundan bir çıkıntı kök gibi uzamaya başlar; hedefi, 80 metrekarelik bir alana sahip akciğerleri yapmaktır. Başlangıç itibarıyla aynı olan bu hücreler, bir ikaz, bir emir alarak, tanımadıkları bu organları yaparlar.

Ceninde organlar gelişirken, dünya şartlarına göre belirlenir.

Anne karnında hiçbir işe yaramayan gözler dünyadaki ışık şiddetine göre inşa edilir. Anne karnındaki insan bedeni plânlı ve programlı bir şekilde, bir yaratılıştan diğerine dönüşür.

Kâinat kitabını bize okuyan Kur'an bu hakikati şöyle ifade eder:

"Rahimlerde size dilediği gibi bir şekil veren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur; O her şeyin mutlak galibi ve sonsuz hikmet sahibidir." (Al-i İmrân,3:6)

Teşekkurler bilgi paylaşımın icin sayın cahkall.Çok guzel sevgiler:)

ÇAKAL
23-06-2007, 13:33
Mehmet Paksu
Tehlikeden korunma sanatı

Kamuflaj sanatı hayvanlar arasında çok ilginç görüntüler oluşturur. Kamuflaj, bir hayvanın dış görünüşüyle kendini başka bir hayvana benzetmesi, bazen bir taş ve ağaç parçası gibi görünmesi veya diğer bir hayvanın hareketlerini taklit etmesidir.

Mesela, avcının ateşini fark eden tilki, kendini yere atarak ölü taklidi yaparken, çöldeki engerek yılanı tarafından yutulmak istenen bazı böcekler, sırt üstü dönerek aynı hileye yapar. İpek böceklerindeki kamuflaj uygulamaları, daha larva dönemindeyken başlar. Çünkü larvalar, son derece zayıf ve savunmasızdırlar. Ancak onu dünya hayatı ile tanıştıran Kudret, larvaları bu savunmasız zamanlarında yalnız bırakmaz ve onlara verdiği değişik şekille hayatlarını devam ettirir. Bu dönemdeki tırtıllar üzerinde yapılan araştırmalar, kuşların bu tırtılları hayvan gübresine benzettiklerini ve bu yüzden onlara dokunmadıklarını gösteriyor.

İpek böcekleri, daha sonraki günlerde de aynı Rahmetten istifade ederler. İnsana kumaşın en yumuşağını giydirmekle görevlendirilen bu böcekler büyüdükçe, vücutları da, üzerlerinde yaşadıkları ağaç ve dalların renk ve desenleriyle süslendirilir. Bu desenlerin arasına yerleştirilen gözler ise, meraklı kuşların onları birer küçük yılan halinde görmesini sağlar.

Kamuflaj yoluna en fazla başvuran hayvanlardan biri de, kırkayaklardır. Kırkayaklar, tehlike sezdikleri bölgelerde genellikle başaşağı çevrilmiş "U" şekline girerek hareketsiz kalmayı ve böylelikle kuşlardan kurtulmaya çalışırlar. Tehlikeyi sezerek bu şekli alan bir kırkayağı bir dal parçasından ayırabilmeniz için hafifçe bir dokunmanız yeterlidir. Gerçekten bir dal parçası değilse, size küçük de olsa bir tepki gösterir. Aksi halde heykel gibi durmaya devam eder.