PDA

View Full Version : Ömer Hayyam



egedenizi
11-02-2007, 19:23
Ey bütün bir evrenin
En seçkin yaratığı olan sen!
Sen ki;
İki gözümden ve canımdan
Daha da azizsin.
Ey güzel kimse!
Candan aziz birşey yoktur.
Sen bana;
Candan da yüz kere daha azizsin.

***
Ey hoca!
Yalnız bir dileğimizi yerine getir.
Konuşma. Kes sesini.
Allah'la aramıza girme.
Biz doğru yoldayız.
Yalnız sen,
Bu yolu eğri görüyorsun.
Git... Gözlerini tedavi ettir.
Ya da rahat bırak bizi.

***
Kalk gel!
Hatırımız için gel.
dileğimizce bir zorumuzu hallet.
Bir testi şarap getir.
Ki, vücudumuzun toprağından
Testi yapılmadan önce
Kana kana testiden içelim.

***
Ben öldüğümde;
Beni şarap ile yıkayınız.
Telkin yerine;
Şarap dökünüz mezarıma.
Kadehleri ve şarabı öven
Şiirler okuyunuz baş ucumda.
Eğer, kıyamette
Beni bulmak isterseniz;
Meyhane kapısının
Toprağından koklayınız beni.

***
Şarap içmediğin için,
Sarhoşlara sövme.
Eğer Allah tövbe verirse,
Ben sadece
Şarap içmemek için tövbe ederim.
Sen;
Şarap içmemekle övünüyorsun.
Ancak;
Öyle ayıp işler ediyorsun ki,
Şarap onların yanında
Yüz kere zemzemle yıkanmıştır.

***
O kadar çok,
O kadar çok şarap içeyim ki;
Beni gömdüklerinde
Şarap kokusu gelsin mezarımdan
Ziyaretime gelen çakırkeyf dostlar,
Yıkılasıya içmiş gibi olsunlar.

***
Şarap, şarkılar, çalgıcılar ve ben
Bu harap köşede beraberiz
Rehin etmişiz canımızı şarap için.
Rehin etmişiz gönlümüzü, elbisemizi.
Vazgeçmişiz rahmet umudundan,
Azap korkusundan...
Ve kurtulmuşuz
Yel, toprak, ateş, su korkusundan.

***
Bu gün,
Benim gençlik nöbetimdir,
Aşk şarabı içerim.
Zira benim mutluluğum bundandır.
Acıdır diye kötülemeyiniz,
O, hoştur.
Onun acılığı,
Benim saflığımdandır.

***
Ey gönül!
Madem ki, senin nasibin
Daima kanamak ve
Her gün başka durumda olmaktır,
Ve ey can!
Sonuçta bir gün çıkıp gideceksen,
Bu bedende
Ne diye geldin?

***
Bizim dergahımızda
Sahte para geçmez.
Süpürge bizim darphanemizi
Temiz süpürmüştür.
Meyhaneden bir efendi dedi ki;
"Şarap içmeye bak.
Zira senin dalacağın
Sonsuz uyku anında
Nice asırlar gelip geçecek."

***
Boyun eğeceksin,
Doğa kanunları önünde.
İşe yaramaz başka bir şey...
İnsanların önünde,
Gösteriş ve riyadan başka
Bir şey fayda etmez...
Kül ettim aklın düşünebildiği her şeyi.
Lakin;
Doğa'nın emirlerine çaresiz kaldım.

***
Eğer, bir yabancı
Sana vefakarlık ederse
Onu akrabadan kabul et.
Eğer; akraban sana
Vefasızlık ederse
Onu düşman kabul et.
Eğer, zehir sana
Şifa verirse panzehir say.
Eğer bal seni hasta ederse
Arı soktu kabul et.

***
Hiçbir yürek yoktur ki;
Senin ayrılığınla kanlar içinde olmasın.
İyi gören hiçbir kimse yoktur ki;
Sana gönül vermiş olmasın.
Senin yüreğinde,
Hiçbir kimsenin düşüncesi olmadığı halde,
Hiçbir kimse yoktur ki;
Senin sevdan ile meşgul
Ve
Yanıp tutuşmuş olmasın.

***
Sen lalenin Nevruz'da yaptığı gibi
Fırsatın olursa eğer
Lale yanaklı bir dilberle
Beraber ol.
Kadehi eline al,
Sevinç ile şarap iç.
Zira hayat;
Bir rüzgar darbesi gibi
Mavi göğün altında
Seni altına alıp
Eziverir ansızın.

***
Ey Hayyam!
İşlediğin günaha
Bu kadar hüzne gerek var mı?
Gam çekmekten ne umarsın?
Günah işlemeyene
Tanrı bağışlaması olmaz.
Tanrı bağışlaması
Günah için gelmiştir.
Bir şey yok
Üzülecek, korkacak.

***
Canan!
Ömrümüzün sonunda
Vefasız bir aleme ulaşacağız.
Nelere sahip olursak olalım,
Çok şeyler arayacağız bıraktığımız.
Senin yüzün gibi Ay'ı
Nereden bulacağım?
Doğru söylüyorum,
Senin boyun gibi
Servi de yoktur alemde.

***
Uyuyordum.
Rüyamda bir bilgin dedi ki:
"Uyku kime ışık saçtı?
Kimin sevinç gönlünü açtı?
Ölüme benzeyen bir işi yapma.
Şarap iç.
Zira toprağın altında
Uyumaya çok vaktin olacak."

***
Şarap kasesini benim elime koy.
Zira;
Gönlümde hararet var.
Ve bu ömür akıp kaçıp gidiyor.
Kalk!
Talih ve mutluluk
Rüya gibi bir sırdır.
Kalk!
Gençlik ateşi
Su gibi akıp gidiyor.

***
Ne cehennemi hak ettim,
Ne cennete layığım.
Benim toprağımı ne ile yoğurduğunu
Allah bilir.
Fakir, kafir, çirkin, fahişe gibiyim.
Ne dinim var ne dünyam.
Ne de;
Cennet umudum var.

***
Benim şarap içmem
Keyiften değildir.
Ara bozmak,
Din ve terbiyeyi
terk etmek için de değildir.
İsterim ki,
Arada bir nefes alayım.
Şarap içmem;
İşte bu sebepledir.

***
Ey candan azizim!
Madem ki;
Bu cihan seni kederlendiriyor.
Madem ki; temiz ruhun
Bir gün ansızın teninden ayrılacak,
Senin toprağında
Çimenler yükselmeden evvel,
Gönlünün arzusunca eğlen.
Bir çemenzarda otur.

***
Eğer;
Akıl gözünü açarak bakarsan,
En çok emniyette saydığın kimseyi
Kendine düşman görürsün.
Bu zamanda, özellikle
Az dostun olsun.
zaman ehliyle,
Uzaktan sohbet iyidir.

***
Gözünü aç!
Birgün canından ayrılacaksın.
Hüdanın,
Esrar perdesinin arkasına gideceksin.
Aşk şarabı iç ki;
Nereden geldiğini bilmeyesin.
Sarhoş ve neş'eli ol ki,
Nereye gideceğini bilmeyesin.

***
Ben şarap içerim
Muhalifler soldan sağdan;
"İçme!
Şarap dinin düşmanıdır" derler.
Madem ki;
Şarabın din düşmanı olduğunu öğrendim,
Vallahi içerim, billahi içerim
Helaldir düşmanın kanını içmek.

***
Hayal sermayesi eksik olan
her gönül çaresizdir.
her gün;
Pişmanlığın ve acımanın
Kardeşidir, arkadaşıdır.
Endişelerden kurtulmuş,
Sevinçli bir gönülden başka
Dünyada ne varsa
Hepsi üzüntü sebebidir.

***
Allah benim yaradılış ruhumu yoğururken
Amelimin ne olacağını biliyordu.
Bana yakışmayan günahları,
Ben onun ilmi, onun rızası ile işliyorum.
O halde kıyamet günü
Beni cehennemde yakmasının
Mantıklı sebebi acaba nedir?

***
Ömür geçtikten sonra
Acı olmuş, tatlı olmuş
Ne önemi var.
Can, dudağa geldiğinde
Nişabur'da olmuşsun, Belh'te olmuşsun
ne farkı var.
muhabbet şarabı iç.
Çünkü;
Benden ve senden sonra ay,
hilalden dolunaya,
Dolunaydan hilale
inip çıkıp duracak.

***
Madem ki;
Cihanın bütün hallerinden haberdarsınız.
Ey gafiller!
Dünyanın işvesine aldanmayınız.
Ve aziz ömrünüzü
Heder etmeyiniz.
Haydi! Vakit kaybetmeksizin
Muhabbet şarabı içiniz.

***
Muazzez arkadaşlarım.
Bana gıdayı şaraptan yapınız.
Bu kehribar gibi olan yüzümü,
Yakut gibi yapınız.
Öldüğüm zaman beni
Şarap ile yıkayınız.
Mümkünse tabutumun tahtasını
Asma ağacından yapınız.

***
Allah bize
Cennetinde şarap vaat etti.
İş bu merkezde iken
Bu dünyada şarabı
Nasıl yasak eder, haram eder?
Bir gün, sinir halinde bir arap,
Hamza'nın dişi devesine
nişan almış ve vurmuş.
Bizim peygamberimiz şarabı
O araba yasak etmiş.

***
Evvela;
Benim rızam olmaksızın
Dünyaya getirildim.
Hayatta;
Hayretimden başka bir şeyim artmadı.
Sonra yine elimde olmadan
Bu dünyadan göçeceğim.
Gelmekten, kalmaktan, göçmekten
Maksat ne?
Hala anlamış değilim.

egedenizi
11-02-2007, 19:26
Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin
Tekkede , manastırda eremezsin
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin cehennemin üstündesin

Bir sır daha var , çözdüklerimden başka
Bir ışık daha var , bu ışıklardan başka
Hiç bir yaptığınla yetinme , geç öteye !
Bir şey daha var , bütün yaptıklarından başka/ Ömer Hayyam

greentown
12-02-2007, 20:34
Bulut geçti
Gözyaşları kaldı çimende
Gök rengi şarap
İçilmez mi böyle günde
Seher yeli eser
Yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün

Bu yıldızlı gökler
Ne zaman başladı dönmeye
Kimse bilmez

greentown
12-02-2007, 20:45
Bir yürek ki yanmaz yürek denir mi ona
Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana
Bir günü sevgisiz geçirdinse yazık
En boş geçen günün o gündür inan bana.

greentown
12-02-2007, 20:46
Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin,
Tekkede manastırda eremezsin.
Bir kez gerçekten sevdin mi bu dünyada,
Cennetin, Cehennemin üstündesin.

greentown
12-02-2007, 20:47
Ey kör bu yer bu gök bu yıldızlar boştur boş
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş
Durmadan kurulup dağılan bu evrende
Bir nefestir alacağın o da boştur.

greentown
12-02-2007, 20:47
geçmiş olan dünden hiç yad etme
yarın da gelmemişken feryad etme
düşünme geleceği de geçmişi de
şimdi şen ol da yaşamı berbad etme.

greentown
12-02-2007, 20:48
Bir sır daha var, çözdüklerimden başka
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka
Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye !
Bir şey daha var, bütün yaptıklarından başka

JoNaThAn
12-02-2007, 22:28
ben açacaktım siz açmışsınız..


Seni aramaktan dünyanın başı dertte;
Zengine de göründüğün yok, fakire de;
Sen konuşursun da biz sağır mıyız yoksa,
Hep kör müyüz, sen varsın da görünürde.

Şarabı götürüp döksen bir dağa
Dağ sarhoş olur başlar oynamaya.
Ben ne diye tövbe edecekmişim
İçimi tertemiz eden şaraba?

JoNaThAn
12-02-2007, 22:30
Meyhane rintlerinin sergerdesi benim;
Yersiz sözlerle günaha giren benim;
Gecesini kızıl şaraba kurban eden
Ciğerinin kanıyla dua eden benim.



Bize şarap ve sevgili, size cami kilise;
Sizler cennetliksiniz, cehennemliğiz bizlerse;
Kader böyleymiş neylersin, kimsenin suçu yok:
Kim ne karışır ezel nakkaşının işine?



Zahide hurilerle dolu cennet hoş gelir
Onun bana üzümün suyu daha hoş gelir
Onun cenneti veresiye benimki peşin
Ne var ki uzaktan davulun sesi hoş gelir.


Boştur dünya saki ve şarap olmayınca,
Irak neylerinin sesi duyulmayınca;
Nesi var nesi yok bu dünyanın bana sor:
Boştur geçen ömrün kadehin dolmayınca.



Yaşamanı akla uydurman gerekir,
Ama bilmezsin akla uygun olan nedir;
Bereket eli çabuktur Zaman Usta'nın,
Başına vura vura sana da öğretir.



Dilerim ölünce şarapla yıkanayım
Şarap şiirleriyle talkınlanayım
Mahşer günü arayan olursa beni
Meyhanenin önündeki topraktayım.



Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.



Ben şarabı eskimiş acı acı severim;
En çok da ramazanda cumaları içerim;
Helal üzümünü ezdim doldurdum küpe:
Ne olur,içinceyedek ekşitme Tanrım.



Madem aman vermiyor ecel, saki,
Kadeh boş kalmasın, aman gel, saki;
Şu üç beş günlük dünyada gam yemek
Bizim gönlümüzce iş değil, saki.



Daha nice sürsün yalan dolanı ömrün;
Daha nice dert sunsun sakisi ömrün;
Uzatma; kadehindeki son yudum gibi
Bırak dökülsün yere kalanı ömrün.



Her gün tövbe eder bozarız biz;
Şanı şerefi de boşarız biz;
Kusur işlersek ayıplamayın:
Sarhoş doğduk, sarhoş yaşarız biz.



Ey canlar, şarapla buldurun bana beni;
Yakutlara çevirin kehruba çehremi;
Şarapla yıkayın beni öldüğüm zaman
Asmadan bir tabut içinde gömün beni.

Kaderin elinde boynum kıldan ince:
Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince,
Yine de toprağımdan testi yapın siz:
Dirilirim içine şarap dökünce.

Şarap güllere çevirsin sabahımızı;
Çalalım yere şan şeref külahımızı;
Nemize gerek bizim uzun dilekler,
Uzun saçlar, çalgılar sarsın havamızı.

Barış istemiyorsa Felek, işte savaş;
İster serseri deyin bana, ister ayyaş;
İşte şarap, duruyor ortada, kıpkızıl;
İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş!



Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş;
Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş?
Aklın varsa kadehi bırakma elden
Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun, ha sarhoş.

Ben şarap içiyorum, doğrudur;
Aklı olan da beni haklı bulur:
İçeceğimi biliyordu Tanrı,
İçmezsem Tanrı yanılmış olur.

JoNaThAn
12-02-2007, 22:31
Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam' dır.18 Mayis 1048'de İranin Nişabur kentinde doğan Ömer Hayyam bir çadırcının oğluydu. Çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden almistir.Fakat o soyisminin çok ötesinde işlere imza atmıştır.İlgilendiği ilimler:matematik ,fizik,astronomi,şiir,tıp,müzik. Horasan'ın yıldızı; İran'ın; Irak'ı Acemi ve Irak'ı Arabi olmak üzere her iki Irak'ın dahisi, feylesofların prensi Ömer!
Daha yaşadığı dönemde İbn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul ediliyordu. Tıp, fizik, astronomi, cebir, geometri ve yüksek matematik alanlarında önemli çalışmaları olan Ömer Hayyam için “zamanın bütün bilgilerini bildiği” söylenirdi. O herkesten farklı olarak yaptığı çalışmaların cogunu kaleme almadi, oysa O ismini çokça duyduğumuz teoremlerin isimsiz kahramanıdır. Elde bulunan ender kayıtlara dayanılarak Ömer Hayyam'ın çalışmaları şöyle sıralanabilir:
Yazdığı bilimsel içerikli kitaplar arasında Cebir ve Geometri Üzerine, Fiziksel Bilimler Alanında Bir Özet, Varlıkla İlgili Bilgi Özeti, Oluş ve Görüşler, Bilgelikler Ölçüsü, Akıllar Bahçesi yer alır. En büyük eseri Cebir Risalesi'dir. On bölümden oluşan bu kitabın dört bölümünde kübik denklemleri incelemiş ve bu denklemleri sınıflandırmıştır. Matematik tarihinde ilk kez bu sınıflandırmayı yapan kişidir. O cebiri, “ sayısal ve geometrik bilinmeyenlerin belirlenmesini amaçlayan bilim” olarak tanımlardı.Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın çok ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yapmıştir. Nitekim, Hayyam 13 farklı 3. dereceden denklem tanımlamıştır. Denklemleri çoğunlukla geometrik metod kullanarak çözmüştür ve bu çözümler zekice seçilmiş konikler üzerine dayandırılmıştır. Bu kitabında iki koniğin arakesitini kullanarak 3. dereceden her denklem tipi için köklerin bir geometrik çizimi bulunduğunu belirtir ve bu köklerin varlık koşullarını tartışır.Bunun yanısıra Hayyam, binom açılımını da bulmuştur.Binom teoerimini ve bu açılımdaki katsayıları bulan ilk kişi olduğu düşünülmektedir. (Pascal üçgeni diye bildiğimiz şey aslında bir Hayyam üçgenidir )
21 Mart 1079 yılında tamamladığı, halk arasında “Ömer Hayyam Takvimi” bugün ise “Celali Takvimi” olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmiştir. Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim 5000 yılda bir gün hata verirken, bugün kullandığımız Gregoryen Takvimi 3330 yılda bir gün hata vermektedir. Eserleri arasında İbn-i Sina'nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi de yer alır.
Öğrenimi tamamlayan Ömer Hayyam kendisine bugünlere kadar uzanacak bir ün kazandıran Cebir Risaliyesi'ni ve Rubaiyat'ı Semerkant'ta kaleme almıştır. Dönemin üç ünlü ismi Nizamülmülk, Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam bu şehirde bir araya gelmiştir. Dönemin hakanı Melikşah, adı devlet düzeni anlamına gelen ve bu ada yakışır yaşayan veziri Nizamülmülk'e çok güvenirdi. Ömer Hayyam ile ilk kez Semerkant'ta tanışan Nizam onu İsfahan'a davet eder. Orada buluştuklarında O'na devlet hülyasından bahseder ve bu büyük hayalinin gerçekleşmesi için Hayyam'dan yardım ister. Fakat Hayyam devlet işlerine karışmak istemez ve teklifini geri çevirir. Saray entrikalarından hayatının sonuna kadar uzak kalmayı yeğler.
İlmini genişletmek için zamanın ilim merkezleri olan Semerkand, Buhara, İsfahan'a yolculuklar yapmıştır. 4 Aralık 1131'de doğduğu yer olan Nişabur'da fani dünyaya veda eder..

JoNaThAn
12-02-2007, 22:34
Hayyam'da devri, çeşitli tepkiler yaratmıştır. O, ne tasavvufun mistik balçığına saplanıp kendinden geçmiştir, ne az bilginin verdiği aşağılık duygusuyla benliğe düşmüştür; bu bakımdan dünyayı, olduğundan başka türlü görmemiştir Hayyam. Onca feleğin işi-gücü adaletle tartılıp düzenlenseydi, fazilet ehlinin hatırını incitir miydi hiç? Felek ne veriyorsa aşağılık kişilere veriyor; han veriyor, hamam veriyor, ambar veriyor; hür kişiyse, yiyeceği ekmeği bile, bir şeyini rehin vermedikçe bulamıyor; böyle aleme yuf çekilir, yuf. Felek, gönülleri gamlara batırmada; neş'e gömleğini yırtmada; esen yeli ateş haline getirmede; içilen suyu ağızda toprağa döndürmede. Halkta vefa yok. Alem öyle iki kapılı bir konak ki burda ancak gönül kanı içiliyor, can veriliyor. Ne mutlu bu alemde tanınmayana, bilinmeyene, hatta anasından doğmayana. Yiyim, içim için çalışmak, yerinde bir iş; ama bundan ötesi ömre değmez. Gönül hoşluğunun ada kalmış ancak; ham şaraptan başka solukdaş yok. Elde kalan, ancak şarap kadehi. Akıldan, fikirden de fayda yok: zamanın meyvasını akılsızlar yemekte; böylesi zamanda ya Tanrı razılığını elde etmeye çalışmak gerek, yahut kadehe sarılmak.
Hayyam, böyle bir devirde, bir zamancağız diyor, kendimden geçmek, olanı-biteni unutmak için şaraba sarılırım. Ama bana kötü diye fetva veren olur, sorarım ona, derim ki: Sen insanlarm kanlarını içmedesin, biz üzümün kanını; sen mi kan içicisin, biz mi? Zaten Hayyam, medreseden ancak ziyankarlık meydana geldiğine, vakıf lokmasındansa gönül karanlığı elde edileceğine inanmıştır. Bu yüzden de, yıkık bir yerde yaşa der, bu yaşayışla gönül sultanlığına erişilir. Akıllarına güvenenler, öküz sağmadalar; çünkü bugün ne akıl alan var, ne tere satan; böyle zamanda aptallık çok daha iyi. Az kişiyle dost olmak, zamane ehline uzaktan merhaba demek daha hoş; güvendiğin kişiye bile akıl gözüyle bir baksan görürsün ki düşmanındır o. Cehennem, ehil olmayan kişiyle eş-dost olmaktır, sohbet etmektir. Büyük geçinenler, mevki sahipleri, dertten, gussadan canlarından bezmişlerdir de gene şaşılacak şey şu ki onlar gibi hırsa tutsak olmayanı adam saymazlar. Hatta Hayyam, kendisine filozof diyeni düşman sayar ve bu sözün, bu kanaatin yanlış olduğunu söyler: Allah da bilir ki der, filozof değilim ben; şu gam yurdunda oturmuşum, fakat kim olduğumu bilmeyecek kadar da aşağı değilim, ne olduğumu ben bilirim. Bu rubai, gerçekten de Hayyam hakkında verilecek hükümde pek önemlidir.
Hayyam, iyiliğe aşıktır, benliğe, benciliğe, kibre, nekesliğe düşmandır. Ehil kişiyle düşüp kalkmayı, ehil olanın sunduğu zehir bile olsa içmeyi, ehil olmayanın elinden şerbet bile içmekten sakınmayı öğütler. Kimseyi incitmemeyi, aziz kişilerin gönüllerini ele almayı, hatırlarını yapmayı, yüklerini yüklenmeyi söyler; insanlara ne yapıyorsan onlardan da onu bekle der. Kibirlenmenin karşısındadır; güzellerin saçları gibi gönül kırıklığına düş de der, her solukta binlerce gönül al; bir hür kişiyi iyilikle kul et kendine; bu, binlerce kul azad etmekten yeğdir. Onca cömert kafir, nekes Müslümandan üstündür; fakat gene de pek ihtiyatlıdır o. Zaman der, ağzına helva verse inanma, ağıyla karışmıştır o. Surahiyle kadeh bile birbirine dosttur ama dikkat et de gör, aralarına kan düşmüş.
Hayyam, her ne pahasına olursa olsun, insanların minneti altında kalmamayı tavsiye eder. İnsan, sedefte mahpus kalan katrenin inci oluşu gibi eziyete, zahmete katlanmakla hür olur. Mal kalmazsa ne çıkar, baş sağ olsun der; kadeh boşalınca gene dolar elbet. Onca insan günde bir dilim ekmek, kırık testide bir içim soğuk su buldu mu, ne diye aşağı bir kişiye kul olsun? Akbaba gibi bir kemik parçasını yeter bulmak, adam olmayanın sofrasına eğreti oturmaktan yeğdir; aşağılık işinin yağlı-ballı nimetiyle bulunmaktansa kendi arpa ekmeğiyle geçinmek elbette daha hoştur. Aşağılık kişilerin hizmetine koşmaktan, sinek gibi her lokmanın üstüne konmaktansa bir somunu iki gün yemek, gönül kanını içmek, insanlığa daha da yaraşır. Yarım somunu olan, başını sokacak bir yuvası bulunan, ne kimseye hizmet eden, ne kimseden hizmet bekleyen kişinin ne hoş alemi vardır, neş'esiyle yaşasın.
Düşmanın Zaloğlu Rüstem bile olsa baş eğme; dostun Hatem-i Tayy bile olsa minnetinin altına girme diyen Hayyam, elimde olsaydı şu feleği ortadan kaldırırdım, gönlümce yeni baştan bir felek kurardım; hür kişi de orda kolayca gönlünün dileğine kavuşurdu sözleriyle yeni bir alemin özlemini dile getirir. Hasılı Hayyam'ın dünya görüşünde dayandığı şeyler şunlardır: İyilik, gönül yapmak, özlü ve derin bir izzet-i nefis, kimseye eğilmemek; fakat zamanede herkesle ölçülü tanışıp sevişmek. Selviye hür derler; çünkü yüz eli vardır; bir yere uzatmaz; süsene hür derler on dili vardır; susar der Hayyam.
Kaynak: Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 35-38

JoNaThAn
12-02-2007, 22:37
''Kimmiş bu Hayyam? Abdülbaki Gölpınarlı'nın araştırmalarından öğrendiğimize göre Hayyam'ın 1121-1122 yıllarında ölmüş, zamanında dörtlükleri, yıldızlar bilgisi, bir terazi buluşu, dünyasına küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlülüğüyle tanınmış , masallaşmış bir bilge olduğunu ve kendi eliyle yazılmış hiç bir yazısı bulunmadığını ve dörtlüklerinin ölümünden sonra şurda burda birer ikişer yazıldıktan sonra toplu halde ancak onbeşinci yüzyılda kalma kitaplarda görüldüğünü öğreniyoruz..."
Eski Hayyam çevirilerini okurken bir şeye takılırdım: Nasıl oluyor da, derdim. düşüncesini bu kadar pervasızca söyleyen, hocalara, softalara böylesine çatan bir adam. ağdalı, lügatli, cüppeli bir dille konuşuyor? Farsça bilmediğim için çevirilerin, Hayyam'ın kendi dilinde kullandığı ağıza uyup uymadıklarını kestiremezdim. Onun da, bizim Divan şairlerimiz gibi, halkın bilmediği kelimeler kullandığını sanırdım. Abdülbaki Gölpınarlı'nın çevirileri çıktıktan ve kendisine akıl danıştıktan sonra anladım ki düşüncede yaptığını dilde de yapmış, bütün büyük adamlar gibi o da halkın, meydanın kelimeleriyle konuşmuş. Bu kelimelere halkın zor anlayacağı, belki de yanlış yorumlayacağı yeni anlamlar yüklemiş, o başka. Aynı şey Yunanca ve Latinceden, yaşayan Batı dillerine çevrilen yazarların başına da gelmiştir. Bizim Dede-Korkut gibi bir halk destancısı olan Homeros'u Fransızlar, yüzyıllarca bir Sorbon profesörü ya da bir akademi üyesiymiş gibi konuşturmuşlardır. Benden önce Hayyam'ı Türkçeye çevirenlerin çabalarını küçümsemiyorum. Ter-ine, başka başka anladığımız Hayyam'ın sofrasında onlarla oturup tartışmak benim için en büyük zevklerden biri oldu. Bu çeviriler. Hayyam'ın dörtlüklerini yeniden yorumlama, kendini zamanımızın şiir anlayışıyla yeniden tanıtma denemesidir.
Türkçe Hayyam'a benden önceki çevirilerden daha çok benden sonrakilerden daha az yaklaşmış olduğuma inanıyorum. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, biz, bugünkü Anadolu Türkleri, Doğu klasiklerini yeni baştan anlamak ve anlatmak zorundayız. Başta Kur'an olmak üzere Arap ve Fars edebiyatını, biz, bugüne kadar, iyi kötü, doğru yanlış demeden aklımızı, sağ duyumuzu kullanmadan bir çeşit kıble saymış, Hafız'ın serçe kuşu dediğinde bir zümrüdü anka görmüş, Sadi'nin ev dediğini saraya çevirmişiz. Onları asıllarındaki sadelikle görürsek, yeniden ve daha kökten kazanabiliriz. Hayyam Doğulu bir düşünce ve şiir adamı olmasına karşın, daha çok Batıda gerçek değerini bulmuş. Neden dersiniz? Yunan fılozoflarıyla bir yakınlığı, gelenekleri ceviz kabuğu gibi kırıp öze gitmek istediği, başkalarından çok kendini söylediği, dünya ötesini inkar ettiği, bilgin olduğu kadar bilimden kuşkulandığı için mi? Bunu düşüne duralım, Hayyam'ın Doğu'da filozof yanından çok şair yanıyla tanındığını, söylediğinden çok söyleyişiyle sevildiğini, yorumlamalarda gerçek Hayyam'ın aranmadığını söyleyebiliriz. Dedelerimiz Hayyam'ı ya ermiş bir din adamı ya da sadece bir keyif adamı olarak görmüş ve göstermişlerdir. Kaldı ki Doğu'da eskiden, Hayyam'ın şiirlerini okuyan kim? Beş on kişi; mutlular mutlusu, kimseye hesap vermek zorunda olmayan Hayyam gibilerin bir gün kitap ve şarap parasını veren, bir başka gün de boynunu vurduran mutlular mutlusu bir azınlık. 0 zaman ve çok daha sonra, daha düne kadar, basın yok ki, Hayyam padişahlardan daha çok sevdigi halka sesini duyursun. Sorumsuz beyzadeler Hayyam'ı diledikleri anlamda okuyup geçmişler: Hayyam'ın kendilerine attığı tokatları meze yapmışlar.
Kimmiş bu Hayyam? Abdülbaki Gölpınarlı'nın araştırmala-rından öğrendiğimize göre Hayyam'ın 1121-1122 yıllarında ölmüş, zamanında dörtlükleri, yıldızlar bilgisi, bir terazi buluşu, dünyasına küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlülüğüyle tanınmış, masallaşmış bir bilge olduğunu ve kendi eliyle yazılmış hiçbir yazısı bulunmadığını ve dörtlüklerinin ölümünden sonra şurda burda birer ikişer yazıldıktan sonra toplu halde ancak onbeşinci yüzyıldan kalma kitaplarda görüldüğünü öğreniyoruz.
A. Gölpınarlı'nın yayımladığı Rubailer en eski ve en inanılır kaynaklardan alınmadır. Bununla beraber bunlardan hangileri Hayyam'ın, hangileri Hayyamca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. Ne var ki Hayyam, o kadar herkesten başka, o kadar kendi olmuş ki onun adına ancak onun söyleyebileceği sözler söylenmiş. Bu arada birçok şairler kendilerinin söylemekten çekindikleri, yahut kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları şeyleri Hayyam'a söyletmiş, Hayyam'ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş olabilirler. Böylece Hayyam birçok dereleri içip büyüyen, pembe üstüne pembe gele gele kızıllaşmış bir ırmak olmuş. Hemen bütün peygamberlerin başına gelen de bu değil mi? Sözlerini kendi yazmamış, hangi peygamberin sözlerine kimsenin bir şeyler katmadığı ileri sürülebilir? Biz daha dün ölen Atatürk'e bile neler söyletiyoruz bugün. Bizim edebiyatımızda Yunus, Pir Sultan Abdal, Köroğlu gibi kendi ellerinden çıkma hiçbir şey kalmamış, ama yüzyıllarca adlarına, onların ağızları güçlü kişiliklerinin yordamıyla söylenmiş nice şairler vardır. Hatta bazılan belki hiç söylememiş de söyletmişler:
Sözlerini halk söylemiş. Pir Sultan ve Köroğlu böylesi olabilir. Ama bu oluş, şiirlerinin değerini hiç de azaltmaz, bir bakıma çoğaltır bile. Homeros destanlarını kendi söylediği için mi, bir sürü şaire söylettiği için mi büyük şairdir?
Hayyam'ı söylememiş de söyletmişler arasına koyamayız; çünkü dörtlüklerin düzenini ancak usta bir şair kurmuş ya da öğretmiş olabilir. Üstelik de Hayyam'da bir değil birçok davranışlar, ancak kendisinin göze alabileceği beklenmedik çıkışlar var. Öyle dörtlükleri var ki, fazla saldırgan olduklan için, Hayyam'ın olmadıkları sanılıyor. Camiye namaz kılmaya değil, halı çalmaya gittiğini söylediği, yahut kendini yaşlı bir fahişeye benzettiği dörtlük A. Gölpınarlı'yı bile kuşkulandırıyor. Yalnız felsefı olanlara değer veren Rıza Tevfik, düpedüz şarabı öven dörtlüklerin Hayyam'ın olamayacağına inanıyor, inananlara da budala diyor. Abdullah Cevdet. başka baskıların çoğunda bulunmayan beklenmedik bazı dörtlüklerde asıl Hayyam'ı buluyor. Hüseyin Rifat'sa aşık Hayyam'ı ötekilerden daha sahici sayıyor. Yahya Kemal'in en çok sevdiği ve Türkçeye çevirdiği dörtlüklerdcn birkaçını elime geçen metinlerin hiçbirinde bulamadım. Fitzgerald'ın aşırı bir serbestlikle İngilizceye çevirdiği ve ondokuzuncu yüzyılda bütün Batı'ya sevdirdiği rubailerin birçoğu bilginlerce Hayyam'ın değildir. Abdullah Cevdet'in kitabında yalnız Fransızcasının fotoğrafı görülen şöyle bir rubai var:
Hiçbir kelime atlamadan Türkçeye çeviriyorum:
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
Bu dörtlüğü de başka hiçbir yerde bulamadım. Kim bilir nerden almıç F. Toussaint. Hayyam böyle bir şey söyler mi söylemez mi? Hayyam'dan hiçbir yazma kalmadığına göre ne kadar tartışsak, ne kadar kuşkulansak boş. Bilginler olsa olsa, onun yaşadığı çağda kullanılması imkansız kelimelerden, sonradan doğduğu su götürmez kavramlardan Hayyam'ın yazmış olamayacağı dörtlükleri kestirebilirler. Ama onlar bile gerek öz gerek biçim bakımından Hayyam'a yakıştırmış olduğuna göre ondan başka kime maledilebilir? Onun düşüncesi, onun sanatı değil mi onları başka ellerle yuğuran. Bu düşünce ile ben bu seçmede, Abdülbaki üstadımızın kitabını temel diye almakla beraber, bizde ve Batı'da çıkmış bilim değeri çok daha az kitaplardan beş on dörtlük topladım. Hayyamcayı değil de, Hayyam'ın kendini merak edenlerin Abdülbaki'nin kitabına başvurmaları gerekir. İkimizi birden okumalarında Hayyam'ın da, Abdülbaki'nin de bir sakınca göreceklerini sanmıyorum.
Belki hiç de gerek olmayan bu önsözde, fırsat bu fırsat, bir şey daha söylemek istiyorum. Bir öğretmen arkadaşım Tercüme Dergisi'nde çıkan Hayyam çevirilerim dolayısıyla bana çatmış ve aşağı yukan şunları söylemişti: Batılı bir edebiyat anlayışına yöneldiğimiz ve sizin de yazılarınız ve çevirilerinizle bu anlayışı desteklediğiniz bu yıllarda Ömer Hayyam gibi özü ve biçimiyle Doğulu insan ve dünya gerçeklerinden çok şaraba ve sevgiliye çevrik bir şairi öne sürmeniz, sevdirmeye çalışmanız yersiz değil mi? Mevlana, Sadi, Yunus, Hacı Bektaş, Pir Sultan gibi Doğulu şairlere olan sevgim dolayısıyla da buna benzer azarlar işitmişimdir. Hayyam'ı, dolayısıyla kendimi şöyle savunmuştum kısaca. Doğu ve Batı ayrılığı sanatçılar arasında değil toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlak anlayışları arasında olmuştur. Kültür için Doğu-Batı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme imkanlarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır. Bizim yaşadığımız çağda Hayyam'ın da içinde bulunduğu kültürün, bir tek olan dünya kültürünün nefes alabildiği yer Batı'dır. Doğu'da ise kültür türlü sebeplerle içine kapanıp boğulmuş. Bu yüzden aynı Hayyam Batı'da insan düşüncesinin gelişmesine yardım ederken Doğu'da ister istemez kapanıp körleşmesine yardım etmiş; aynı Hayyam Batı'da kendini aşmaya, Doğu'da kendini silmeye götürmüş; aynı Hayyam Batı'da bir devrimci diye yorumlanmış, Doğu'da bir uyarıcı diye. Bütün gerçek sanatçılar gibi, yani kendini aşan sanatçılar gibi, Hayyam da bugün kültürün sığındığı, saygı gördüğü, geliştiği yerin, Batı'nın adamıdır. Hayyam'ın doğduğu ve öldüğü yer nerede olursa olsun dörtlükleri kültürün, dolayısıyla doğruluğun en ileride olduğu yer neresiyse oralıdır. Diyeceksiniz ki Hayyam Batılı da olsa bizim bildiğimiz bir şair. Bilmediklerimizi Türkçeye çevirmek dururken ne diye Hayyam? Şundan ötürü Hayyam ki, onu atalarımız konuşmadığı bir dille, hiç sevmediği insanların kafasıyla konuşturmuşlar. Şiirini halkın diliyle söyleyen Hayyam bizde halk düşmanlarının diliyle söylemiş. Onu bugünün anlayışıyla ve bugün söyleyişiyle Türkçeye çevirmek, Hayyam'ın atalarımıza anlatamadığı ilk dersi, düşündüğünü konuştuğu dille yazmak dersini hatırlatmak hiç de küçümsenecek bir iş değildir. Hayyam'ın düşündükleri bugün düşündüklerimize uymasa bile -ki çok yerde uyuyor da- yalnız söyleyişi bile en yeni şaire örnek olabilir.
Ne mutlu düşündüğünü onun kadar rahat söyleyebilene.

egedenizi
13-02-2007, 12:31
JoNaThAn klavyen dert görmesin emi daha ne diyeyim ben..
Büyük bir alimi (özellikle astronomi) bize neden yıllarca pis ayyaş diye öğrettiler, onu daha çok semerkand isimli kitab ile tanıdım ,
şarabın kırmızısı ama gülün beyazını kadının güzelini seven Hayyam ın enbüyük hobisi uzay bilimi idi, beyaz bir gül bahcesinde yıldızların altında yarin koynunda içmeden sarhoş olmuş ve ayıkabilmek için kırmızı şarabdan yardım isterdi... kimbilir bize hayatı anlatmak için belkide bir postacı idi ....

JoNaThAn
13-02-2007, 12:57
JoNaThAn klavyen dert görmesin emi daha ne diyeyim ben..
Büyük bir alimi (özellikle astronomi) bize neden yıllarca pis ayyaş diye öğrettiler, onu daha çok semerkand isimli kitab ile tanıdım ,
şarabın kırmızısı ama gülün beyazını kadının güzelini seven Hayyam ın enbüyük hobisi uzay bilimi idi, beyaz bir gül bahcesinde yıldızların altında yarin koynunda içmeden sarhoş olmuş ve ayıkabilmek için kırmızı şarabdan yardım isterdi... kimbilir bize hayatı anlatmak için belkide bir postacı idi ....

onu ayyaş diye tanıtmak, derinliği olmayan insanların sergileyeceği bir davranıştır genelde..

iyi hoş, zaten herkes derin olamaz..

hayyamın görüş açısını ve derinliğini şu rubaide anlayabiliriz:

Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helalı karıştırmam:
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram.


hafif sitemleride yok değildir:

Aklı olan paraya değer vermez,
Ama parasız dünya da çekilmez;
Eli boş menekşe boynunu büker,
Gül altın kasede gülmezlik etmez.

Sevenlerinden yer yok ben garibe;
Derdine düşenlerle başım dertte;
Sarmışlar seni kum bulutu gibi
Gül yüzünden ışık mı düşer bize.

Yoksula, yoksulluğa yakın ettin beni;
Dertlere, gurbetlere alıştırdın beni;
Yakınların ancak ere bu mertebeye;
Tanrım, ne hizmet gördüm de kayırdın beni?

egedenizi
27-03-2007, 12:15
için temiz olmadıktan sonra
hacı hoca olmuşsun; kac para!
hırka; tespih; post;seccade güzel:
ama tanrı kanar mı bunlara?

dünya üç beş bilgisizin elinde;
onlarca bilgi güya kendilerinde.
üzülme; eşek eşeği beğenir:
hayırlar vardır sana kötü demelerinde.

ömer hayyam

JoNaThAn
27-03-2007, 19:44
Dedim ben artık kızıl şarabı içmem;
Üzümün kanıymış bu, ben kan dökmek istemem.
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi;
Yok canım, şaka, ben nasıl içmem!

justdoit
27-03-2007, 20:51
Zaman zaman bu dünyada bir adam kalkar,
Şişinerek:İşte buradayım! der.
Kısa bir düş boyunca sürer zaferi,
Ölüm gelmiştir bile ve:İşte buradayım! der.

JoNaThAn
28-03-2007, 22:30
değişik yorumlar..

Derler ; Aşık ve sarhoş cehennemlik olacak!
Bu söz ki gönüllere sanma korku salacak!
Giderse cehenneme tüm aşık ve sarhoşlar;
Küçük yapın cenneti,yarın bomboş kalacak!

Her zaman dogru nedenlerle içmiyoruz,
Dogru, nedensiz içiyoruz.
Bizi sensizlik yaratti,
Yokluğun ölsün diye içiyoruz.

Dostunu erkekçe seven kişi
Pervane gibi özler ateşi;
Sevip de yanmaktan kaçanlarin
Masal anlatmaktır bütün işi.

bilemem kimim, neyim, benden ne kalır yarına
cennet mi düşer cehennem mi payıma
sevgili, şarap, müzik, yetişir bana bunlar
gerisi senin olsun, al cenneti çal başına (en sevdiğim dizelerinden..)

Cenneti, cehennemi gören yok, gönül!
O dünyadan buraya gelen yok, gönül!
Umutlar ve korkular ondan diyorsan;
Adından başka bir şey bilen yok, gönül!

Gül yüzlünün kalbini eğmek istersen,
Dikene de razı ol, değmek istersen.
Yüz parçaya bölünmüş tarağa bir bak;
O güzelin saçını sevmek istersen!

Şu dünya ki; yakını, uzağı silen,
Burda iki kişidir sadece gülen,
Biri; iyi, kötüyü hemen bilendir;
Biri; ne dünya, ne de kendini bilen!

Kırdın, döktün testimi; şimdi boş, Tanrım!
Sanma böyle mutluyum, sanma hoş, Tanrım!
Hep toprağa içirdin, gül gibi şarabımı;
Doğruyu söyle şimdi, kim sarhoş, Tanrım?

Tanrım; sen yarattığın her çamura bakarsın.
Her yapacağımı bilir, çok önceden yazarsın.
Tüm günahlarımızın kararı senden madem,
Öyleyse niçin bizi kıyamette yakarsın?

Ben, gönlü temiz insana kurban olayım
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım

Bir rahat yer bulabilseydik a dostlar, ne olur?
Başka bir yön tutabilseydi bu yollar, ne olur?
Ne olur, toprağın altından asırlar sonra
Yeniden bitse idik, ot gibi tekrar ne olur

Dolmakta ömrümüz evlat, içelim !
Kılmaz ölüm bize imdat, içelim !
Bir gün büker belimiz , kahpe felek,
Vermez su içmeye fırsat, içelim

Taze, yakut dudağın nerde, hani?
Cana candır şarabın nerde, hani?
İçki, İslamda haram...İçmene bak;
Müslüman bul, bakalım nerde, hani

Nem var, ya da nem yok diye, niçin üzgün,
Ömrün ne zaman mutlanacak?Boş bu düşün!
Sağlıkla bugün çektiğimiz soluğu,
Yarın geri vermek olağan şey mi, düşün

Kim senin yasanı çiğnemedi ki , söyle?
Günahsız bir ömrün tadı ne ki, söyle?
Yaptığım kötülüğü , kötülükle ödetirsin sen,
Sen ile ben arasında ne fark kalır ki, söyle?




Şarap testimi kırdın tanrım!
İşret kapısını kapadın yüzüme be tanrım!
Ben şarap içiyorum, sen dağıtıyorsun.
Tövbe tövbe sarhoşmusun nesin be tanrım!

Muradınca yaşadın say; n’olacak yani?
Ömür mektubunu okudun say; n’olacak yani?
Say ki yüz yıl yaşadın gönlünün muradınca,
Yüz yıl daha yaşadın say; n’olacak yani?

İsyan edip, karşında duracağım; nerdesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım; nerdesin?
İbadete karşılık, cenneti alacaksam;
Bağış mı, ticaret mi; soracağım; nerdesin?

Avcı yemi koydu ve bekledi sonra,
Avına Adem adı ekledi sonra,
Dünyada iyi, kötü her şeyi yapıp;
Suçu hep başkasına yükledi sonra!

BEYAZIT
11-04-2007, 10:31
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez:
Bunlar için didinmene bir şey denmez.
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış:
Bu güzelim ömrünü satmaya değmez.
Ö.H.

ally_mcbeal
30-12-2008, 01:55
Bulut geçti gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde.
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün.
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün.

Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Kimse bilmez.. kimse bilmez..

Bulut geçti gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün


**************************************
mehmet gürelinin hatırla sevgili dizisinde herkesi canevinden vuran mükemmel yorumu ile ömer hayyam dizelerini dinlemek isteyenler için: http://tr-tr.facebook.com/video/video.php?v=1042455586358&oid=11348451553

horus_sirius
29-01-2009, 21:44
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
Ö.H.
:):)

ATTİLA HAN
21-02-2010, 00:00
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;

Derede akan su,ovada esen yel gibi.

İki gün var ki dünyada,bence ha var ha yok;

Daha gelmemiş gün bir,geçmiş gün iki..

Ömer Hayyam

.

ATTİLA HAN
28-02-2010, 17:40
Bu Dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;

Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.

Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,

Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.

Ömer Hayyam
.

Halil64
04-03-2010, 18:57
RÜBAİ

Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin.
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin.

ÖMER HAYYAM

Üstadı anlamak lazım gerçekten çok derin ve özlü şiirleri var.

ATTİLA HAN
06-03-2010, 02:00
Gül der ki yüzüm yüzlerden güzelken

Ezer suyumu çıkarırlar bilmem neden.

Bülbül de şöyle der ona sanki içinden:

Bir yıl dert çekmeden varmı bir gün sevinen?

ÖMER HAYYAM
.

ATTİLA HAN
07-03-2010, 18:34
Dünya,yıldıramazsın beni ne yapsan;

Ölümden de korkmam,er geç ölür insan.

Ölmemek elimizde değil ki bizim:

İyi yaşamamak beni korkutan.

ÖMER HAYYAM

-----------------
-----------------

Yılmayan bir insan , zaten en büyük hediyeyi almıştır...

Lakin çoğunlukla , yılmama gücü zorda kalındığı zaman ortaya çıkmazmı?...

Zorluklar o kadar değişkenki,kimine 5 kilo hafif gelirken,kimine 50 gram ağır gelir...

O vakit zorluklarla karşılaşmayan bir insanın bazı şeyleri anlaması imkansız değilmidir?

bu da NASİP olsa gerek....


İyi yaşayamamaktan korkmak söylemini,

İyi yaşamanın ne kadar değerli/kiymetli olduğunu bilen söyleyebilir,

Kötüsünü gören/yaşayan söyleyebilir...


Yoksa insan gerçek anlamda ACI çekmeden gelişemezmi?göremezmi?Kiymet bilemezmi?...

Doğmak ve Ölmek elde değil ise....Elde olan ikisinin arasındaki olmasın?

insan kararını vermeli ,elinde olan şeylerde var...Umudun/güzelliklerin/iyiliklerin/Sevgilerin/vb/'nin Peşinden koşabilir!...

Elimizde olmayan olduğu gibi, elde olan da vardır elbet...

Yeter ki inanmalı,Yeter ki istemeli, nokta.
.

ATTİLA HAN
25-03-2010, 00:42
İnsanlık yaratılalı olgun kişiler,

Bulduklarıyla yetinip dert çekmediler.

Birbirine girdi gözü doymayanlarsa;

Çok isteme kaderden başın derde girer.

ÖMER HAYYAM
.

ATTİLA HAN
29-03-2010, 22:58
Yarım somonun var mı ? Bir ufak da evin ?

Kimselerin kulu kölesi değil misin ?

Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya ?

Keyfine bak: En hoş dünyası olan sensin.

...................................... ÖMER HAYYAM
.

ATTİLA HAN
19-05-2010, 23:51
Bir testi aldım çarşıdan ucuza ;

Gizli gizli neler anlattı bana ;

Bir şahdım , dedi ; altın kupam vardı ;

Şimdi neyim ? Testi oldum şaraba .

ÖMER HAYYAM