PDA

View Full Version : Hisse.net Hikayesi



bıcırık
04-05-2004, 20:54
Çoğumuz internette "Devamını Getir..." şeklinde hikayelerle karşılaşmışızdır ancak bu hikayelerin devamları genelde ya gelmez,bir yerde tıkanır kalır ya da oldukça basit ve sıkıcı bir şekilde gelir.

Bu kadar saygı değer üyelere sahip böyle bir forumun böyle bir hikayesi olsa gerçekten güzel bir eser elde edilir diye düşündüm :)

Forum üyelerinin katılımıyla kendi hikayemizi yazalım... Açılışı büyüklerimiz yaparsa çok iyi olur :)

Saygılar...

Boeing
04-05-2004, 21:32
Güzel fikir.

Açılışı büyüklerden bekleme, onlar borsa büyüğü. Anne, trusty, KMX gibi mürekkep yalamışları hikaye işinde belki işe yarar ama gelirlermi bilinmez. En iyisi sen başla birisi gelirse devam etmiş olur, gelmezse devam etmemiş olur.

Belki de daha kolay bir şekilde bu işin olup olmayacağını test edebilirsin.

Biri bir kelime yazar, diğeri bu kelimenin onda çağrıştırdığı ilk kelimeyi ekler ve böylece devam eder gider, nereye kadar mı ? Bilmem, insan beyninin sınırı yoktur :)

bıcırık
04-05-2004, 21:47
deneme bir ki :)

- Yağmur yağmış ...

Birşeyleri kaçırmışlığın getirdiği hüzün sesine yansıyordu. Parmak uçları damlalarla yıkanmış pencerede dolaştı önce, sonra ispanyolete ulaştı. Camı araladı, rüzgarla savrulan birkaç damlayı suratında hissetti. Karanlık sokakta sinir bozucu bir sessizlik...

“Oysa herşey daha farklı olabilirdi, farklı olmalıydı” diye geçirdi içinden. O birkaç dakikalık yaşanmışlığı silip atmak istedi, olmadı... Sanki suratındaki çizgiler daha da belirginleşmişti. Gözlerinden süzülen damlalar izleyecek yol bulmakta güçlük çekmiyorlardı artık.

İçi ürperdi. Yeterince soluklandığından emin olunca loş odaya döndü. Tüm düşüncelerinden sıyrılıp kendini bir koltuğa atmayı denedi, gözü masanın üzerindeki çerçeveye takıldı. Mutluluğun hakim olduğu zamanlardan geriye kalan bir fotoğraf, gözlerde pırıltı ...

hakanen
08-05-2004, 22:59
...Fotoğraf ,onu çok eskilere götürmüştü.Bir akşam yemeği için ,masa başında bulunan insanlar....
...Senelerce birbirini görmeden ,sanal ortamda buluşan bu insanlar ilk kez biraraya gelmenin verdiği heyecan ve mutlulukla gülümsüyorlardı....
....İçi tekrar ürperdi ,bir an yanından yalnızlık rüzgarı geçmişti....

kemal
10-05-2004, 21:10
Konuşmadılar..

Uzun uzun birbirlerini süzdüler..

Acaba kim kimdi?

İçlerinden sadece bir tanesini tanıyabilmişti..

H. Ömer İren'di o.. Çünkü topikte resmini göndermişti..

Acaba şu 50 yaşlarındaki gözlüklü, esmer ve dinç görünen yakışıklı Bıkmış Broker mıydı?

Yağmur damlaları o sükutu daha bir anlamlı kılıyordu..

17-18 kişi kadar vardılar.

Derken içlerinden biri söze başlamak lüzumunu hissetti; hafiften bir öksürdü; o da kesmedi, bir genzini kazıdı ve:

.................................

Benden buraya kadar. :D :D :D :D

alihandro
16-02-2013, 18:38
bir eski, terkedilmiş çadır..

HARP

asla küçümseme. düşman küçümsemeye gelmez. düşmanı veya hasmı veya rakibi küçümsersen tedbir ölür. halbuki harp tedbirdir. sen yanındakini biliyor olabilirsin fakat karşıda ne var asla bilemezsin. ne kadar zeki olduğundan emin olamazsın. ne kadar yetenekli, ne kadar tutkulu, nemenem hırslı olduğunu, bağlantılarını, servetini hasılı onun yanında ne var bilemezsin. onun için asla küçümseme.

tabi ki bu, hayata savaşçı gözüyle bak da daima huzursuz yaşa demek değil. sadece bir meydan ki, almaya talipsen rakibini ciddiye almaya mecbursun. olur olmaz yerde meydan açılmaz, düşman kazanılmaz. bu 1.

2.si, kibir ve taazzum, karakterinin bir parçası olanlar herkesi küçük gördüklerinden onlar zaten hayatta golü yemişlerdir. yeniklerdir. onlar ciddi kapışmalara gelemezler. bu yüzden, bu yazının ehli kibirle ilgisi yoktur.

bazı meydanlar verilir. maksat harp değildir o zaman. eğitimdir, oyundur şudur budur. 'rakipçilik' oynayan sabiye zaferi tattırarak kazanmaya alıştırmaktır. bazı çok büyük liderler de bazen ciddi ciddi kaybederler. onların siyasetine yetişilmez. öyle liderlerin meydanlarının hududunu benim havsalam almaz.

yine de oyundan murat utmaktır derler sivaslılar. utmak yani ütmek; yenmek. ya. işte böyle, bize oyunmuş gibi nümayiş edilen ve böylece küçümsememize sebeb olarak gardımızı indirmemizi sağlamak, rakibin bir hamlesi olabilirmiş demek.

bir de ölçüyü elden bırakmamak gerekir. aşırı güç kullanımı saire kötü örnek olur ki, bu sefer kıskançlık duygularını çekebilir. hayat durduk yere zorlaşmaya başlar. sonra bugün rakip olduğunla yarın dost olmak ihtimali de her zaman vardır değil mi?

tamam edelim.

@yahu ben daha bir şeye karar vermemişken, tevakkuf halindeyken bunu hissediyorsun. inanamıyorum. herhalde sevgiden, muhabbetten olmalı. ben de sizi seviyorum ama benim sevgim yormaz, dermişim :)
neyse belki de iyisi budur.
e bari bana dua edin :)

alihandro
16-02-2013, 22:47
DERGİ

Abi dedi lütfen yaz. Nolur yaz… bi yaz abi…

Bana diyor ‘abi..’ :)

Tamam dedim, yazalım.

Yazdık.

Çok beğendiler. Gerçekten beğendiler, çünkü kendim beğendiydim. Emek veririm bişeye, ve emek verdik de netekim. Gayet üstüme düştüler, telefonlar, emailller havada uçuşuyor. Ne düşünüyorsun, yazmaya devam edecek misin, aman devam et, hangi konular…

Aylık dergi. Para filan değil, geç onu. Hiç kitap okumadan 1 sene yazabilirim. Rahat olun konu bol. Beğenirseniz yayınlarsınız, beğenmezseniz yayınlamazsınız. Bizde kırkıncalık olmaz. Lakin prensipler varsa bilelim. Biz de kendimizi aşalım…

Neysem, bir hoş hava esiyor ki püfür püfür. O gazla bir yazı daha yazdım, gönderdim. O da pörfekt! Kendi ifadeleri… sonra 2. ve 3. Fakat son 2 yazıyı göndermedim. Çünkü bir iki hallerinden şüphelendim. Tavırlarının devam ve istimrar üzerine kurulu olmadığı anlaşıldı sanki. Ekseri genç tiplerdi. ‘Dergiciydiler’. ‘Yazardılar’. İlgili lisans mezunuydular. O işten ekmek yiyorlardı. Ve tesadüfen üzerlerine düşen ve yazarlıkla ilgisi alakası olmayan bir projektörün anidenliği yaktı gözlerini. Mesela yazımı sonraki aya sarkıtıp, aynı konulu yazılar yazıldığını görüyordum önceki sayıda… gibi… Dur bakayım dedim, hele 1. bi yayınlansın bakalım.

Ve korktuğum başıma geldi. Ama en korkunç haliyle. Yazıyı o kadar değiştirmişler, o kadar bozmuşlar, o kadar yağmalamışlar ki tarife gelmez. Çıkan paragraflar mı dersin, cümleler mi dersin, değişen çıkarılan kelimeler, cümleler mi dersin… aman Allahım. Hatta başlık bile değişmiş. Ve hatta ve hatta içindeki fikriler bile değişmiş, değiştirmişler. Öyle dediğimiz, böyle olmuş. Bu nasıl olabilir? (yazıda sadece bir tek paragrafa hiç dokunmamışlar ki, ona da zannederim dokunamamışlar, çünkü anlamamışlar) Halbuki yazı tamamen teknik bir yazıydı. Makaleydi yani. şart mı misal nükleer tıbbın seyrini ilköğretim öğrencilerinin anlaması? e değil. fakat kendi yazdıkları ancak o seviyede ya o babtan. kibirlerine bir dokundu ki ne dokunuş! Yav bu kadar olmaz. Yani gerçekten, olur ama bu kadarı çok fazla. Ne ahlaki, ne hukuki, ne de başka birşeye sığmıyor… ama bu daha bişey bile değildi…

İnternet sitesine baktım, isim bile başka!! Yav dedim bu ne? Ne ne demezler mi?!!



Allahsızlar. Anladık bi derginin bi politikası olur, bi prensibi olur da ben size sormadım mı bunu? kaldı ki, suya gireriz ıslanmayız icabında. karda yürür iz bırakmayız. ne prensibiymiş o benim anlayamayacağım? tıbda ve fıkıhta ayıp olmaz misal. ha, ayıpsa o zaman tıp dergisi yapmayacaksın demektir o. sadece misal. Hadi orayı geçtik, haber etmeklik öldü müydü? kabulse bu kardeş, değilse yayınlamayız deseydiniz. ama mesele ilelebet küstürüp yazmaklıktan defetmek olunca böyle oluyor demek ki. Daha bıyığı terlemiş atarlı ergenler, bir iki liseli kompozisyonu yazdılar da dergiciliğin tanrısı oluverdiler ya. Yazarlığın babası oldular ya? Ben size yazayım mı dedim? Siz dediniz bunu. Siz istediniz. Ben makale yazmaklığı bıraktım bi kenara siz de dergiciliği. Ben de hala insanlık var insanlık! Siz nerdesiniz, ahlaksızlar!

Yayınlamayın dedim elinizdeki diğer yazıyı…

Cevap: ikinci bir emre kadar yazmayacaksın! (yani yayınlamayacağız demek istiyorlar.) kibirlerine bak!

Neyse azizim uzatmiyim, ömrümde işitmediğim lafları işittim, ömrümde pişman olmadığım kadar pişman oldum. Ve de ömrümde kinlenmediğim kadar kinlendim. Allahın günü çok. Hayat nöbetledir. Bu gün nâhak yere muamele çekenler, keyfe mâ yeşâ zulüm edenler, gün olur ellerindeki, fırsat gidince, iş bize kalır. Ve o zaman zulümkarca değil, haklı intikamımı, keyifle alacağım. Keyfimi görenler beni zulmediyor, haddi aşıyor zannedebilirler. Bunu bir yazıyla izah ederiz efenim, netekim. :)

alihandro
17-02-2013, 11:57
BÜYÜ

Geri demiş ki; şimdilik .ötü kurtardık. Ama nereye kadar? Yakın bir gelecek için umutlu değilim demiş. Garry casparov. Santranç şampiyonu. Bilgisayarı 4-1 yendiği maçtan sonra öyle bişey demiş.

Bilgisayar da öyle böyle bişey değil; binlerce hamle sonrasını görebiliyor. Hem de aynı anda görüyordur. Geri kaç hamle ötesini görüyor acaba? Üstelik aynı anda bile değil. Yine de bilgisayarı yeniyor. İyi de nasıl? Bu nasıl olabilir?

Çünkü bilgisayar oyun kuramıyor. Zannederim Her hamleyi oyuna yeni başlamış gibi değerlendiriyordur. Geri ise daha oyunun başında sonuca götürecek strateji kuruyor. Bilgisayar bunu yapamıyor. Bilgisayarınki rakamlar şıklar. Geri ise ilhami.

İlham.

Düşünmeye değer şey.

Kelimeler de böyledir. Konuşmak daha doğrusu. Aynı söz, bir yerde ses yığınından ibaretken diğerinde zağlı bir kılınç oluveriyor. Bu kadar fark?

Oraya gelmezden önce konuşmanın sadece ses yığınından ibaret değil de gayet ilmi bir disiplin olduğunu bilmek, kabul etmek lazım gelir. Misal ben ressamım demekle, ben resim çiziyorum demek çok farklıdır. Az tevakkuf edince anlaşılır zaten. Ben ressamım, cümlesi isim cümlesidir, yani içinde fiil olmamakla cümlei ismiyyedir. İsimler sübut manasını mutazammın olduklarında böyle müpteda ve haberinden ibaret cümleler daimilik ifade eder. Yani ben hep resim çizerim, bunu kendime meslek edinmişimdir demek oluyor. Resim çiziyorum’ ise cümlei fiiliyedir, ve teceddüt yani peyderpey yenilenme ve tazelenme ifade eder. Ara ara, hafta sonları, boş kalınca çizerim, bir hobi gibi manası var.

Vakıa, ‘ben resim çiziyorum’ ile resim çiziyorum’ demek de farklı. Çiziyorum’un içinde zaten ‘ben’ zamiri var. Tekrar lafzan ‘ben’ diye kuvvetlendirmek, bir nükteye mebnidir. Muhtemelen sen ne yapıyorsun, ya sen, peki sen? Diye soran bir kişiye, o kadar kişi arasında ‘ben’ zamirini teyit etmek gerekir ki soran yanında silik kalınmasın. Fakat bir otobiyografi veya cv kılıklı bir konuşmada ‘sinemaya giderim, yüzerim, resim çiziyorum,…’ denir ki burada faili yani ‘ben’ zamirini ibareye sokuşturmak olmazdı.

Bazen de evet, resim çiziyorum denir. Evet, te’kit yani kuvvet için gelmiş bir edat. Muhatap muhtemelen, inkarî bir tarz da sen de resim çizer misin? Demiştir ki, hadi canım sen de! Kısmını nezaketen hazfetmiş yani konuşmamış olabilir. Böyle yerde ifade kuvvetlendirilmezse muhatap anlamaz. Konuşmadaki tesir böyle hasıl olur. Ve inkarın şiddetine göre teyit artar. En kuvvetli ifade tabi ki muhatabın kalbinde ‘sen asla resim çizmezsin ve çizemezsin’ inancına karşıdır. Ve teyidin en kavisi zıddıyla olur: ‘tabi çizmem canım, sadece siz ve pikasso çizersiniz…’ gibi.

Bu sadece bir kelimelik bir misaldi. O misalin de tamamı değil tabi ki sadece bir kısmının kısmı. Edebiyat ve hitabet çok zevkli ve derin bir ilimdir. Fakat zevkine varmak için ille de gurme olmaya gerek yok. İşin hassasiyetini takdir ve teslim etmekle kabiliyeti olduğu belli olan herkes kabiliyeti nisbetinde nefis bir nesir ya da nazmın keyfine varabilir. Belki o yemekten yapamaz, çünkü o, hem ihtisas hem de yetenek ister, ama lezzet almak, sadece ustalara ait olmasa gerek. Usta deyince laf ebeliği yapan köşeciler hemen sahip çıkarlar şimdi. Yav her Allahın günü yazı yazıp da ancak bir kayanın üzerindeki sümüklü böcek izleri bırakmanın nesi büyük yazarlık? Sadece kamusal algıyı idare ettirtilme görevi kendilerine verilmiş paralı hokkabazlığın yazarlıkla ne ilgisi var? amerikada çıtıpıtı bir kızcağız yazdığı bir tek makale ile koskoca bir kapitali; enron'u yerle bir edebiliyor ama. ne iş?

Büyük hatiplik ekseri büyük liderlere aittir. Onlar harekete mecal kalmamış ruhları çağlayan kelimelerle diriltebilirler. Kurumuş gönül topraklarını inşâ ettikleri enfes hitabelerle aşka getirebilirler. Onlar bir tek konuşmayla, binlerce askerin oluk gibi kan akıtarak yapacağı işi, birkaç dakikada halledebilirler. Olağanüstü ikna kabiliyetleri ile, düşman geleni, ağlar bir dost olarak geri gönderebilirler. Gerçekten öyledir. Beylik ve efendiliğin ilk lazımı, olmazsa olmazı, hitabetten nasibdar olmakdır. ve bazı yazarlar vardır ki, yazdıklarıyla ait oldukları milletin dilinde yaptıkları devrimi, hiç okumayanlar bile anlar. Oraya girmeyelim.

Evet, bir de işin daha teknik bir boyutu var. Kelimelerin yaydığı ses dalgalarının madde üzerindeki tesiri. Bildiğimiz telaffuz yani. Ama işte ne yapmak lazım? telaffuz deyip geçmemek lazım. Bununla ilgili yeni yeni bazı bilimsel araştırmalar yapılıyor. Sonuçlar çok ilginç. Yani bize ilginç. Değilse o zaten öyleydi. Bu sadece çiçeğe böceğe havaya suya geçer bişey değil ki. Bu en çok insan olarak bizde işe yarar yahut tesir eder. Öyle olması lazım. Misal, vaziyetten vazife çıkarmak deyimi. ‘v’ ile başlayan ve fakat sonra yolunu değiştirerek, mahraci ağzın içindeki ‘y’ harfi olduğu halde bir işgüzarlık şeklinde tekrar 'v'nin mahraci yanına yani dudaklara dönerek ‘f’ harfine geçmesi ne kadar beliğdir. Kelimenin ne anlama geldiğini bilmeyen bir yabancı bile dikkatle dinlese, burada bir nükte olduğunu anlar. Onun için, çokça kasmaya gerek yok bazı şeyleri. Ben, üzerinde türkiye cumhuriyeti devletinin mührünü gördüğüm altına memleketim altını diye bakarım arkadaş, afrikan altını diye değil.

Neyse o ayrı bir konu.

hasılı azizim, geri'nin satrançta umudu yok ilerisi için, çünkü sonuçta bir oyunda yapılabileceklerin sınırı var. er ya da geç bilgisayar bu sınıra ulaşır, bence de rey bu. fakat edebiyat ve hitabette nihayet yoktur.

alihandro
19-02-2013, 19:17
http://2.bp.blogspot.com/-NOndGMz8WpQ/UNdthmEvmLI/AAAAAAAAFW8/Y6iDzZ-mQRM/s400/Arak+Karikat%C3%BCr.jpg

alihandro
20-02-2013, 11:41
YALAN

Beyaz yalanlar var, pembesi, flusu, açık tonu, zararsızı, ısırmayanı.. sonra küçük yalanlar var, büyükleri var, yetişkin yalanları, annebaba yalanları, çocukçacık olanları, tezgahtar yalanları, idareten olanları, ticari yalanlar var. şaka olanları var, şakacıktanları var oğlu var... boy boy, şekil şekil, renk renk, cıvı cıvıl yalanlar. Nefes almak gibi su içmek gibi ihtiyaç olmuş, yalan. Yalansız bir hayat yok. Halbuki gerçekte kendimiz yalan olmuş gitmişiz be. Biz yalan söylemekte bu kadar cömertken, bu derece hırslı iken, ne sanıyorduk, bize ahbârı sâdıkanın yağmur olup yağdığını mı?

Bittabi kelam ve hitabet, birer ses ve işarettirler. Ve hep akılda mahfuz bir bilgiye belirtidirler. İlim(bilgi) ise geçtiği üzere akılda mahfuzdur ve o dahi, hariçteki bir eşyaya işarettir. Yani esasen, ilim de soyuttur demek oluyor bu. Mesela elma. Elma demekle elma olmuyor. Fakat ‘elma dediğimiz şey hafızamızda yani ilmimizde dahil olan o meyveye bir alemdir, işarettir. Ve bu sefer de, hala, elma bir kavram olarak kafamızın içindedir, hakikatte kafamız ve/veya kalbimiz ne elma sandığıdır, ne de elma ağacı. İşte bilmek budur, bu kavramdır. O ise dışarıda bir yerde duran gerçek elmaya remzdir, ona tahakkuk eder. (hafif gidelim dedik daldık)

Şimdi efendim, böylece kelime, bilmeye ve bilmek de hakiki bir eşyaya delalet etmekle işbu kelime işinde hüner var demek anlamına gelir. Yani konuşan, yazan, hitap eden biliyor da konuşuyordur.. gibi. yalan değil. yani kelam yalan olabilir ama, evvel emirdeki haliyle(teorideki) iş budur, başka bir şey değildir.

Sorun şu ki, aslolan hariçteki eşyadır, yani onun gerçek olmasıdır. Sonra bu idrak olunur da ilim yani bilmeklik hasıl olur. kelam ise zurnanın son zırtıdır. İşte kelam kalpteki manaya, yani bilinen şeye bile bile muhalif olursa o yalan olur. dâhi imam câhız’a göre, kelam kalptekine mutabık olsun yada olmasın, hakikat başka ise o, yalandır diyor. Biz ehli sünnet itikadında olanlar ise, doğruluk meselesinde hadiseye bakılmaz, kelam ve kalbin mutabakatına bakılır; birse doğru, birbirine muhalifse yalandır; misal:

Şu anda evde bir bayan var. Az sonra size yanımda bir bayan var dedim. Belki de ben size laf yetiştirecem derken gitmiştir. Ama ben onun evde olduğuna inanarak bir bayan var dedim ya, artık gitmiş olsa bile fark etmez; gavlim doğrudur. Yani kelam ilme mutabık fakat ilim hadiseye muhalif. Keza, bayan yok iken, var desem halbuki haberim yokken gelmiş olsa bile yalan söylemiş olurum, çünkü bu babta itibar kalptekinedir. (biri beni eversin)

Böylece kelimenin, bilginin ve hakikatin birbirlerine göre nisbetlerini, yerlerini ve mevkilerini anladık. Demek ki önce öğrenmeye, bilmeye değer bir materyal. Bir şey. Sonra onu talep. Öğrenim. (bu öğreniş sadece bir kulak kabartıştan da ibaret olabilir, bir bakıştan da…) ve nihayet konuşuş.

O zaman özetle kelam ve hitabet sadece bir alet ve vasıta olduğu halde gerçekle münasebetine nazaran ya doğru ya yalandır. Fakat çoğu zaman yalan kelam mücerret olmaz çünkü, o halde inanan bulunmaz. İnandırıcı yalan ancak içine doğru karışmış yalandır, yahut doğrunun içine yalan katılır. Artık burada gelecek herhangi bir yalanı yedirmek için sarf edilen onca doğrunun hükmü nedir? Onlar da mı yalana ilhak olur?

Burada şahsen, herhangi bir kimsenin doğrusunu yalanını ayıklayacak durumda değilimdir. Dinlemem ve okumam. Herkes bildiği gibi yapsın. Fakat şuna acınır ki, insanlar doğruya gitmesin diye veya daha büyük ve ciddi doğrulara gitmesin, onları bulamasın diye esastan doğru yüzdesi karıştırıp, yahut daima eften püften lagaluga ile meşgul etmek ne kadar planlı, ne kadar haince nemenem kahpece bir münafıklığın eseridir.

Orayı yazının haricinde bırakalım.

Şimdi o halde bir kavil ki, ne kadar ışıltılı olduğuna bakılmaz, ne kadar cıvılcıvıl, ne janjanlı, nemenem ciks, nasıl süslü, ne kadar sanatlı, yaldızlı, meşhur, esprili, etkileyici ve ne kadar şiddetli verildiğinin vs. hiç önemi yoktur. bir yoğurtlu kebab isminin yanında baygın bakışlı kusturan bir poz: kadın mı erkek mi? ikisi de mi? ikisi de mi değil? peki ast mı üstün mü? Üstün ise tanrı mı tanrıça mı? ikisi de mi? fark etmez. yalan yalandır. Yüzbinlerce baskı da yapılsa, bir ömür de söylense yalan yalandır. Kim söylerse söylesin nasıl söylerse söylesin yalan doğru olmaz. Yalan kavlin şöhreti, yeri göğü tutsa, bütün nas ona yönelse bile yine de doğru olmaz. Çünkü kelam asıl değil fer’idir. Alettir, vasıtadır. İtibar ilme ve idrake ve onun da ötesinde olarak gerçeğedir. yalan ise gerçeğin önüne bir seddir, perdedir, onda garaz vardır. Nifak vardır. Oyun vardır. Hile vardır. Mutlak ve muhakkak surette muhatabına zarar vardır.

Fakat insanlar yalan söylüyor. Yalan söylemekten zevk duyuyor, keyif alıyor. İlle bir maddi menfaat elde edilmesi şartı yok. gereksiz yere, boş kaldığı için, kendini akıllı hissetmek için, muhatabının zekasına hakaret edivererek onu küçültmek ve böylece kendini büyük görmek için yalan söylüyor. Halbuki yalan, zekanın alameti değildir, olamaz. Yalan karaktersizliğin, satılmışlığın alametidir.

Bir arkadaşım var. Oğlu hakkında diyor ki, asla yalan söylemez, asla. Ne olursa olsun söylemez, başına ne gelecek olursa olsun! hayretler içinde kaldım. Arkadaş dedim sen ne diyorsun. 4 yaşında filanca zımbırtıyı icat edeni, 5 yaşında 3 dil öğreneni, 10 yaşında bilgisayar programı yazanı attım ben çöpe… cevher bu. Özellik bu, deha bu, Aman o fazilet fidanını, okulla şurayla burayla heba etmeyelim! Özel hocalar gözetiminde yetiştirelim. Bunun için maddiyat yetmiyorsa bulalım buluşturalım…

Sonra düşündüm ki, konuştuğum adam tam bir yalancı idi. Vicdanı rahatsız idi ki, oğlunu (o yaptı ya çocuğu) görmek istediği şekilde görüyor (kendiyle özdeşleştirerek herhalde), ve kendi yalancılığına bir nevi hava aldırıyor. Vakıa çocuk hakikaten dürüst olabilir ama en yakını, babası böyle iken bu nasıl olabilir? çocuğun gerçekten çok çok özel bir yaratılışta olması lazım ki, ailevi yan etkiyi reddedebilsin.

Geri dönüp yazdıklarımı okuyorum. Evet, öfkeli bir yazı. Ama doğru. Yılmışım. Bıkmış usanmışım yalandan. Bir şey soruyorum… bidibidibidi. Yav ne atıyorsun. İlah mısın sen, bilmeyebilirsin! Her tarafımdan, herkesten her an yalan duymak ihtimali yedi bitirdi beni yavrııım. Yedi bitirdi çocuum. yeni nesil desen hak getire. Resmen doğru konuşma özürlü bir nesil türemiş anacım. Meşâhire; köşecilere ve siyasilere bakıyorum… Allahım! Kim okur bu saçmalıkları, kim takar, kim inanır, inanamıyorum yav.

Konunun birkaç daha maddesi, eli ayağı var(*) fakat kısa tutmak istiyorum. Böyle bir zamanda yalansız nasıl olunur cevabını masaya yatırcam:

basit: az konuşmakla. Nasıl güzel olmuş mu diye soruyor…5 sene önceki alihandro olsaydı, hocam, sen istersen resim çizme, halter de bir hobi sonuçta. Halter kaldırmaya ne dersin? Derdim. Fakat artık duruldum hay bin balina. Şimdi, niye bana soruyorsun? Benimle ilgili değil ki. Sen keyif alıyorsan devam et diyorum.

Yalan değil.

(*)yalan denizinin yalancı balıklarıyız
kandırılmayı istemek mazoşistliği,
Kuantumsalda yalan yalanı çeker…
doğru kelimedeki temsil ve teşbihlerin yeri
dürüstlük ve uzun vade kazanım
don kişotlukla gelen asosyallik. Var mı, varsa nasıl baş edilir. Böyle biri nasıl evlenir.
Vs.

@hah şöyle yahu rahat ol. yanımızdaki kıymetini ille yazalım mı. varsın öyle bilsin. ne zarar?

alihandro
21-02-2013, 11:03
3aşağı5yukarı
SEYİR

1.gün: bir haftadır gelip alacak inek! 200 liralık malı beleşe veriyoruz, ancak bugün aldı. Akşam nihayet derin bir nefes zamanı. Derin bir nefes aldım. Erken yattım ama uyuyamadım tabi. İyi oldu iyi. Boşver.

2. gün: eveeet. Bakalım ne vardı niyetimizde… bişeyler bişeyler… elim varmıyor. Birkaç dolap filan düzelttim.

3. gün: biraz özledim. Bi haber izlesem iyi olur gibi. belki belgesel… yav ama olmaz ki. Varken çok denedik bunları.. ne demeye atkurtul yaptık?

4. gün: evde duramayacağım. Çıkıp çarşıya gezdim tozdum. sahile gittim. Yaz akşamı. Etraf lebaleb insan kaynıyor. Kalabalığı da sevmem ama evet yarın şimdi aklıma gelen ‘çılgın’ fikri yapacağım.

5.gün: akşam namazını kılar kılmaz attım kendimi dışarı. Hemen sahili buldum. Ve girdim denize. Burası en kalabalık sahildir, ama yıllar oldu ki girmedik. Gündüz amele kaynar hep. Küçüklüğüm aklıma geldi. Her gün, her Allahın günü gelip yüzerdik burda. Sonra top oynardık, sonra yine deniz. Akşama kadar. Yorulmak bilmezdik. Babam yüzgeçleriniz çıkacak derdi. Şimdi gecenin karanlığına gömülen siyah sularda ışık dolu sahili seyrederek yüzüyorum. 3 saat yüzdüm. Bunu sevdik.

6. gün: akşam denizini konuştuydum biriyle. Yav dedi hay yaşa. Ben de geleyim! İyi. Gel. Beraber gittik. Daha keyifli oldu. Hem konuştuk hem yüzdük.

7. gün: bugün deniz işi yok. bi haber mi? bi film mi? yok artık alihandro yav. Bir şey fark ettim. Kafamın içindeki o cayırtı, o gürültü, o uğultu gitmiş sanki. ‘ağğzz soğnraağ!! Kurtulduk. Bu çok iyi. İlk elle tutulur fayda.

10. gün: akşam denizleri beni canlandırdı. O yorgunlukla iyi uyku çekiyordum. En iyisi ve de garip olanı ise artık uyanmak kolay.

15. gün: az bir uyku kesinlikle yetiyor. Filimdir, filan özlüyorum ama baş edebiliyorum artık. Sabah kalkışları eziyet olmaktan kesinlikle çıktı, bir keyif oldu. Annemgil fark edecek dereceye geldi iş. Onlar hala benim televizyonu attığımı bilmiyor.

20. gün: bir akşam gezmesine katıldım, babam gille. Ne zamandır görmediğim akraba. Ben okumuş etmiş takımdan olunca çok memnun oldular. Çünkü televizyondan internetten kendini alıp da büyüklerine bakan pek yok. yine de bunu abartmayacağım.

30. gün: oldu gibi sanki. O boğazı geçtik gibi. artık son günlerde aklıma daha az geliyor. Vaktim kesinlikle bereketlendi. Uzun zamandır aklımda olan işlere bakayım diyorum.

2. ay: hep okiycam dediğim o kitabın yarı etmişim bile. Osmanlıca yazıyı gayet işlettim. Günlüğü Osmanlıca tutuyorum. 3 hafta kadar oldu ama keyifli, ve gelişme iyi. Bu günlerde fark ettiğim bir şey daha var. Kesinlikle daha neşeliyim. Kalbim daha az kasvetli, kafam çok daha net.

3. ay: kimle konuşursam konuşayım, mutlaka popüler medyada geçen bir fikri konuştuğunu fark ettim. Ama öyle ama böyle. Ama o taraf ama bu taraf. Ama!! Ama ben?.. ama ben rahatlıkla artık bundan istisna olduğumu söyleyebilirim, çünkü, televizyonseverler ile aramdaki fark barizleşmeye başladı.

6. ay: hemen her konuda özgür fikre sahibim. Duyduğum ya da gördüğüm bir şeyi düşünerek analiz edebiliyorum ve o şey hakkında derinlik kazanıyorum. Bu günlerde sıkça duyduğum şey: bunları nerden duydun? Düşündüm! İnsanlar bana ‘kaynağını vermezsen verme!’ bakışı atıyor. Atışınıza atış ülen!

1 yıl: artık televizyon hayatımda yok. o cayırtı kafamdan kalbimden ufkumdan iyice defolup gitti. birkaç sefer orda burda filan denkgeldim: ne kadar parlak, ne kadar gürültülü geliyor.

2. yıl: kesinlikle hür iradeye sahip özgür bir insanım. Fikrim hür vicdanım hür, iradem hür. Ahlaken dahi bazı mertebe güzelleşme kesinlikle müşahede ediyorum. Eskiden, meylettiğim çok şeyden sakınma duygusu daha çok ve daha güçlü. Sonra agresif ve kırılgan iken, daha sabırlı ve yetişkin oldum. Bu, İyi.

5. yıl: bu yıl televizyonsuz 5. yılım olcek haziranda. Ara ara sinema filmi izledim ve izliyorum. Fakat sinema salonuna gitmem. O korkunç volum beni kasıyor. Çok yüce sağlık bakanlığımız vaziyeti bilse warner bıros’dan başlayarak sinema salonlarına kadar öttürür bütün sektörü de, işte bilmiyo. Bi bilse. Onun için gitmem salona. zaten çok az film beni çeker oldu. İlk 10 15 dakka sararsa devamını getirebiliyorum, yoksa izleyemiyorum yav. Umrumda da değil. hiç izlemesem daha çok sevineceğim.

Desen ki niye?

İşte iyle.

alihandro
22-02-2013, 14:57
ne dehşetli görüntüler var arkadaş, şu,..
şu uzakdoğuda... hindistanında, çaynasında, felan. bu, sri lanka'dan:
http://i2.minus.com/jlT9qpDl4tIx4.jpg

alihandro
17-07-2013, 21:56
@
merhaba. :)

balık burcundan olmalısın.

balıklar _terse gelmedikten sonra_ hayata hayretle bakmaya bayılırlar. bakmak onların işidir. onlar bakmak ve görmek için doğarlar. tahmin ederler, yanılırlar, müşahede ederler, tekrar bakarlar, ibret alırlar veya almazlar, beğenirler veya beğenmezler ama onlar o süreçten muazzam keyif alırlar.

balıklar, 1. sınıf gözlemcidirler. hayattan keyif almakta onlardan daha yetenekli bir burç yoktur. kendilerini zannettiklerinden daha zeki, dışarıya göründüklerinden çok daha duyarlıdırlar.

sorun şu ki, çok zeki bir 'balık tesiri altında doğan' için zamanla kendilerine keyif verecek izlemeye değer şeyin azalması ve tükenmesi sözkonusu olabilir.

ve evet, herhalde o ,... kim?.

sizi zan altında bırakmayız. balıklar aynı zamanda burçlar aleminin en ziyade arlı ve mahcup tipleridir.

sorun bu tarafta... bağlılıktan sorumluluktan ölümüne tırsanda...

bi de Balaban Hanım'da. :he:

daha bize hiç ceza kesmedi. ama kesmiş gibi oluyo bazen... :)

......
hasılı bir taraftan da mutlu olmamak mümkün değil kendi açımdan çünkü safi bir kalp bağı bir insanı nasıl mutlu etmez?, ama, görüyorsunuz, ben de yürüdüm mü şerefimle yürürüm, ve sizin hatırınız için risk alamayacağım...

dediğim anda demeseydim diye vicdani bir direnç...

yine hata yapıyorum... mutlak kontrolde bir halt varmış gibi davranıyorum...

zamana bırakalım...

görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

sıhhat ve afiyetler dilerim efendim.

alihandro
12-08-2013, 23:12
SESSİZLİK DENİZİNİN KIRMIZI BALIKLARI

Düğmeye bas yıkasın makine çamaşırları. Aç dolabı 1 haftalık erzak. Kimsede yok sanki. Sıcak su, internet, 2m2 bir balkonda, Pazar günü öğlen komşu binanın duvarlarını izleyerek kahvaltı. Sonra tv.. Bas düğmeye tv de istediğin rolü gör,al. 2-3 çeşit ergen rol var. 2-3 çeşit baba. 2-3 çeşit anne. Hanımağa rolü var mesela. Hayatta bambaşka yerde olucakmış da buna razı olmuş kızgın tip var. Veya kariyer de çocuk da doğurgan tip… al işte birini. Yok başka. 2-3… bilemedin 4.

Standart. Adımız, sanımız, bakışımız, görüşümüz, dünyamız bu. Benim değil kendi adıma. Ama var mı? Var. Az mı? Çok. Bir de şu var. Bu kadar standarta rağmen, özel olduğuna olan sarsılmaz inanç… İlginç!

Şimdi en basit bir ev eşyası kullanmayı, en ufak apsede doktora seğirtmeyi, antibiyotikle beraber ağrıkesici yemeyi, insanlara telefonuna göre sınıf biçmeyi, yalakalıksız mesaî mümkün görmemeyi, işinden keyif almayı aptallık bilmeyi vs. cennet mekan hayat zanneden tiplerden bahsediyorum. Uzar laf ama kısadan aldık. İşte böyle standart ve aynı zamanda kutlu bir hayatın dinidir, standartizim. Ve bu hayatı tehdit eden o şey: parlak!

‘aman tanrım. N’olur olmasın. Arkası gelmesin. Bir tesadüf olsun. Işığın o körolasıca en dar açıdan denk gelmesiyle bir kereliğine parlayan bir şey. Özel olamaz, olmamalı. Olsaydı bende olurdu. Ben olurdum… bende yok, o halde olmaz. açıyorum bilgisayarı. Sağ elle. Evet evet, bu istediğimi göreceğime işaret. Bu ‘’o’’ şeyin artık olmadığına , tesadüf olduğuna işaret… haydi,… haydaaa! ama, olmaz ki ama, yaa. Bu ne yaa… lanet olsun ya…’

Yok ki kendinde bişey… fukara ki… yeteneksiz ki. Standart ki, kendi… almıyor, başka bir şey ufku. Alamıyor. Almak istemiyor. Ölümüne dilediği şey kendi kıskançlığının olması. Ama yapacak bir şey de yok. Allah yaratmış. Vermiş işte bazısına. Sana mı soracaktı?

Yapacak bir şey gerçekten yok. Çemkirse, elalem var ayıplanır. Ama bir fırsatını bulursa çemkirmek şöyle dursun sokak iti gibi dalar. Kırmızı da şaşırır bu da ne diye. Ama sonuçta aklı başında nice zevat olayı doğru okur ve standardın kıskançlığını ızhar ciddi risk unsurları taşır. En iyisi... Sessizlik. öyle ya da böyle bir tepki besler çünkü parlağı. Aşka şevke getirir. Hedef neyim büyültür. Sessiz ol… sessiz. Ta ki kendinin farkına varamadan pörsüsün tavsasın gitsin….

Sessizlik denizinde kırmızı balıklar.
Genelde sadece tıfıldırlar. Sonuçta bir şekilde bu emniyetli sularda palazlanıp da artık, kabına sığamayarak yeni yerler keşfetmek için sıçradığında, o tıfıl kırmızıların, kendisi için yenilmek olmayan dehşetli köpekbalıklarına dönüştüğü görülür.

alihandro
21-08-2013, 20:19
GİRİŞ.

satürn 1. evde gerileme duraklama...
satürn 2. evde parada gerileme duraklama...
mars 3. evde, salı günü saat 15.12, komşularla kavga patırtı,
mars 4. evde evde yangın, ailede çekişme, patlama...
...
Anlamıyorum…
4 kelimeyi evirçevir ver. Gelsin paracıklar, gelsin nam, gelsin prestij…
Besleniyorsan sallamaya devam da, beri tarafa ne oluyor.
Bazen Aziz Nesin’ e hak vermemek için çok uğraşıyorum ama çaresiz kaldığım konulardan biridir ifinim.
Neysem biz işimize bakalım… dedim…
Dedim de…
Bizim cillop gibi latalarından inşa takamız ile açık denizlerdeki hobisel resimlerimiz bazı arkedeşlere dokunabilir…
dokunsun dokunabilidği kadar dabılucom:

alihandro
21-08-2013, 20:23
SERETAN

yengeç burcu.

bir defacığıma yengeç evcimen filan değildir, evle, yuvayla, aileyle ilgisi alakası yoktur. tabi zinhar yoktur, olduğunu iddia edeni döveriz değil. her burç herşeyle ilgilidir netekim. mesela her burcun cinsellik şeysi vardır fakat cincellikle motomotuşgan burç vardır. (ve o akrep filan da değildir.) sonra her burc eni sonu çocukluktan gelir, gökten inmez, ama çocukları tastamam temsil edeni vardır. gibi. işte azizim yuvayı aileyi neyim temsil eden burç var ve o kesinlikle yengeç değildir. mamafih yengeç de duruma göre bu kavramlarla alakalı olabilir. fakat evvel emirde evet, yengeç ne duygusallığı, ne evi, ne anaçlığı ve ne de aileyi cart curt temsil eder, binaen alâ zâlik etmez.
Bir önemli not; temmuz doğumlu yahut yengeç yükselenli olmadığı halde tipik bir yengeçten daha yengeç özellikli kişisel doğum haritaları olabilir. bu kısma icap ederse sonra döneriz. metin okunurken ve yoğunlaşılırken bu maddenin unutulmaması tavsiye...

evet, madem ki, oğlak ödüldür, hedeftir; o zaman yengeç çabayı temsil eder. her nevi çaba ve çalışma, gayret ve hareket yengeç ve 4. ev olayıdır. bu açıdan yengeç ve 4. ev, iş hayatı ile 1. derecede ilgilidir.

dolayısıyla karşı burç oğlak ve 10. ev, çalışmanın karşılığını ve/veya ne için çalışıldığını gösterir. tabi ki para için! o zaman evet oğlak 1. dereceden para burcudur. kadın için de gayret sarfedilir. evet, oğlaklar kadınları temsil eder. oğlak ve 10 ev, yiyecekleri, tatlıları, kadınları, her türlü amacı, prestiji, ödülü, zaferi, daha doğrusu olaya yengeç açısından bakarsak, her hangi bir çaba ve çalışma veya yarışma ki, onun kendisi için olan her türlü hedefi, sebebi, dünyevi veya uhrevi karşılığı temsil eder.

oğlak burcunun , harita üzerindeki tesiri bundan dolayı çok önemlidir ve o, bundan dolayı baş burçtur. olay kalbin derinliklerinde gizli bir menfaat olayı da değildir tabi, mesela oğlak kendisiyle görüşmek bile büyük şans ve ayrıcalık olan çok üst düzey erkekleri ve hatta ruhani şahsiyetleri de temsil eder. dolayısıyla, 1. sınıf haritalar için 10. ev konuşlanması gayet önemlidir.

her burcu tersiyle çalışmak lazım ki, satır aralarında unutulan kalmasın, ve bu taraf aynalama ile daha iyi anlaşılsın. işte yengeç şol amaca ulaştıran gayrettir. gayretsiz bir şey olmayacağı malumdur; yengecin esaslılığı da buradan gelir.

iş hayatı ve sürülecek işin türü hakkında ciddi ipuçları yengeç ve 4. evdedir. ordaki burç, yıldızlar, ve burcun yöneticisinin olduğu ev önem taşır.

Yengeç yükselen: genelde uzun ya da uzuna yakın orta boylu, diğer yıldız tesirlerine göre esmer ya da sarışın fakat mutlaka zayıftandır yengeç yükselenler. Zayıf olmalarıyla genelde uzunca gösterirler. Gözleri göz yuvarlağından biraz çıkkıncadır ve bu tarif biraz absürt bir görüntü akla getirebilir. Oysa onların göz kapakları imdada yetişir, yani tipik bir yengeç baygın bakışlıdır, güzel yıldız tesirleriyle gayet alımlı bir tip ortaya çıkabilir. (yengeç yükselen al paçino. Karakteriyle eşleşen saçlar 1. evdeki küçük şeyleri temsil eden yıldızdan; plütondan kaynaklanıyor) Fakat yengeç doğumluların (yükseleni kastediyoruz, temmuzu değil…) yusyuvarlak yüzlü, güvercin tipli veya beybi feys oldukları tamamen asılsızdır. Onlar kemikli yüzleri ve ince dudakları vardır (yengec yükselenli barak obama) Yengeç doğumlularda dikkat çeken bir şey de kollardır. Kollar çok biçimli, güçlü, ya da (zararlı tesirlere göre) hassas, veya kazaya uğramış olabilir. kollarla ilgili bir vurgu er ya da geç olur. (racır federer: yengecin son dereceleriyükselenli…) bir de onlar, iş kıyafetleriyle sıkça görülürler. Bizzat muhatap oldukları patronları bir bayan otorite yani kadın olabilir. veya şişmanca bir erkek de olabilir tabi. Çalıştıkları kurum para ile ilgili bir kurum, bir banka, veya herhangi bir kurumun muhasebe departmanı olabilir.

Jüpiter yengeci sever. Eğer yengeç yükselen içinde Jüpiter varsa kolları, bacakları uzunca, uzun boylu, zayıftan, kemikli, gayet güçlü ve atletik tipler ortaya çıkar. Üstelik bunlar çok çalışkan ve cesaretlidirler. Ağır sporlara ve işlere yatkın olurlar çünkü kondisyonları mükemmeldir ve mızırdamazlar. Fakat mars yengeçte düşer. Marsın yengeçte olması sağlığa zararlı derecede zayıflık veya aşırı kilo problemlerinden birine sebeb olabilir. ayrıca 1. evde yengeçte mars, aşırı kaygan ve vefasız tipler ortaya çıkarır. Gibi…

Tabi ki, Jüpiter esas olarak 4. evde yükselir ve artık burca bakılmaksızın bir ilahi piyango anlamına gelir. Çünkü bu zevat, asla ottanboktan işlerle meşgul olmazlar, ve her ne iş tutarlarla onu yerine vardırırlar. Çok çalışkandırlar, üstelik yaptıkları iş de hakikaten esaslı ve gerek kendine gerekse ammeye faydalı bir iştir. Mesela 4. evde Jüpiter, ve o burcun yöneticisi 5. evdeyse, basit bir hobiyi bir iş imparatorluğuna çevirebilir. Üst düzey bürokratlarda(şovmen demedik devlet adamı..), yoktan bir imparatorluk kuran patronlarda,(sam Walton, amerikan market devi kurucusu) vs. ya 4. evde Jüpiter vardır, veya 4. ev konumlanışı çok güçlüdür.

Bir de herhangi bir burcsuz harita yoktur ve dolayısıyla yengeçsiz de harita olmaz. Yengeç burcu ve Jüpiter hangi eve denkgelirse o evi temsil eden şey; kişi; ya da bedenin uzvunda incelik, hareket, ve sağlamlık gözlenir. Mesela çocuklar evinde çocukların hepsinin ya da ekserisinin erkek, yahut kız olsa bile inceden olacağına işaret eder. akrabalar evinde gayet etkin bir erkek akraba, arkadaşlar evinde sağlam bir arkadaş, eleman evinde ise zayıfça ve hareketli, çalışkan bir eleman demektir.

Yengeç baba: çocuklarına yakın olamaz, pek sevgisini göstermeyi beceremez. Çocuklarıyla arkadaş filan olmak gibi bir derdi de yoktur. Çünkü o bir babadır ve bunun unutturmaz. Yengeç babalar, çocukları için her fedakarlığı yapabilir, onların iş hayatına atıldığını ve para kazandıklarını görmekten gerçekten mutlu olur. çocuklar büyüdükçe ve kendi ayakları üzerinde durdukça, onlara saygı duyar, çünkü kendisi çok erken yaşta hayata atılmıştır. O tembelliğe, derslerin kötü olmasına, ve yaz tatilinde çocuğun boş durmasına en az tahammül edebilen babadır. Bununla beraber çocuklar, yaşları ilerledikçe, ve hayatın zorluklarıyla karşılaşıpda birer birer üstesinden geldikce babalarını daha çok anlarlar, ve daha çok severler. O ölmüş olsa bile… (benim babamda bir yengeç yükselendir, al pacino kuşağıdır, ve babam da saçlarını hayatla eşdeğer görür. Fakat benim lanetim, babamın 1. evinde plütonla birleşen satürndür. Satürn 1. evde burca bakılmaksızın düşer, accaip derecede egoist, ve esasdan zaaflı tipler ortaya çıkarır vesselam. Yani biz burada klasik astroloji safsatalarının alayına meydan okuyoruz, ve bir tarafı yüceltmek adına heyç bir şeyi çarpıtmayacağız. )

Yengeç patron: tipik yengeçler çalışkanlıklarıyla göz doldururlar, ve bu sebeble kolaylıkla liderlik pozisyonuna çekilirler. Abartmamak da lazım tabi ki yengeçler lider olmak için doğan burç değildir. Fakat onlar, genelde o işi de iyi becerirler. Çünkü bir defa, en az herhangi bir eleman kadar çalışırlar ve bu halleriyle iyi birer örnektirler. O, zırtpırt izin alan çalışanı sevmez, mesai saatini boş geçireni de unutmaz. Fakat iyi elemanın kıymetini bilir, ve onu daha çok izin yerine daha çok para ile ödüllendirir.

Yengeç bayan: işte burçlar alemin en dayanıklı, hayata karşı durmasını en iyi bilen kadını. Onların taşıdığı yük bir bölük erkeğe bile ağır gelebilir, öyle zamanları vardır bu kadınların. Bir taraftan 4x4 çocuk yetiştirmesini becerirken, diğer taraftan, bütün evi çekip çevirir, hasta babasına bakabilir, sorunlu kardeşini ayakta tutar, ve erkeği krizde ise heyç çekinmeden iş elbisesini giyip tezgah başına geçebilir. Fakat o da yorulabilir, işte o zaman başını yaslayabileceği güçlü bir omuza ihtiyaç duyar. Evet kendisinden zayıf erkekler onun gücü karşısında, şaşırır. Yolları ayırmak için çok geç ise, yengeç kadınını mutsuz bir evlilik hayatı bekliyordur. Ama mutuz bir evliliği bile taşıyabilecek bir kadın varsa o, işte bu çıtıpıtı kadındır. Bu kadın erkeğini cidden severse, hemcinsleri için gerçekten tehlikeli olabilir. akıllı hemcinsleri, onun göz koyduğu bir erkeği gönüllerinden çıkarmaları menfaatleri icabıdır.

Yengeç erkek: artık anlaşıldı ki, yengeç, erkekleri, askerleri, günlük rutinleri, bir sokaktan geçmek ise artık her gün ordan geçerken görülmeyi, iş hayatını, iş arkadaşlarını, iş yerlerini, uzun mesai saatlerini, ortakları, sporda ya da hayatta ikili mücadeleleri, kova ile beraber çiftçileri, akrep ile beraber uzmanlık ve tecrübeyi, yay ile ibadeti, ikizlerle beraber ‘meslek’ okullarını, koçla her nevi yatırım işini, başakla takım elbiseyi, oğlak ile bilumum parasal atraksiyonları, borsayı, lokantaları, ve ters etkilerde matild manukyanı vs temsil eder.

Ayrıca yengeçler türk milletini de temsil eder. Arapların burcu ise yaydır. Yayın klasik yöneticisinin Jüpiter olduğu malum a, Jüpiter yengeçte yükselir; anladık. Jüpiter; Fahr-i alem Hatemül Enbiya Muhammed’eni-l Mustafa aleyhi’s-selam hazretleridir.
Türklerin Rasulullah Efendimiz Hazretlerine olan hususi muhabbet ve hürmetleri cümlenin malumudur.

alihandro
29-08-2013, 22:32
yazdığımız bir yazıyı yapıştırmapıştır, pek şeyetmedik hiç, ama dur bakayım, bi deneyim:


Ortaam, internet yıkılıyormuş da bizim haberimiz yokmuş yav:
FİLM TANITIMI HAKKINDA
İnsanlar ya sinemacıdır, ya da değildir.

Sinemacı olanlar ya doğrudan setçidir ya da değildir. hepside sektörden para kazanır.

Sinemacı olmayanlar ya sinema izler ya da izlemez.

İzleyiciler filmi ya beğenir ya da beğenmez.

Beğeni olayı ya kişisel ya da diğerlerinin etkisiyledir.

Diğerlerinin etkisi ya dominant bir karakter ya da popüler kültürün basmasıyladır.

Popüler kültür bir ürünü ya satar ya da satmaz.

Popüler kültürün satmadığı bir ürün (film, müzik, kişi, vs.) hit olamaz.

Popüler kültürün bir h iti ya doludur ya boştur.

Popüler kültürün hasıraltı ettiği bir ürün ya doludur ya boştur.

Dominant, ya ünlü ya da ünsüzdür.

Ünlü domin de popülerkültürün bir ürünü olup, piyondan ibarettir. (bu sonucun değili olmaz)

Dominant, ya doludur ya da boştur.

Dominant, ya dostçadır ya da değildir.

Dolu domin’nin ya zevki rafinedir ya da çok zekidir.

Rafine zevk ya sinema tutkunu olmaktan ya da özel bir görsel yetenekten olur.

Dolu ve dost domin hayatın tadıdır.

Boş ve dost domin muhabbete mezedir.

Dolu ve dost olmayan domin, art niyetlidir, biyere (muhtemelen popüler kültüre ya da kendine) çalışıyordur.

Boş ve dost olmayan domin, ya kibirli ya da kıskançtır.-diğerlerinin kendine ait fikrinin olmasını hazmedemez-

Bir izleyici film hakkındaki fikrini, diğerlerine ya söyler ya da söylemez.

Söyleyenler sebebini ya açar ya da açmaz.

Açmayanlar ya üşenmiş, ya da kelime haznesi, görüşünü ifadeye yetişmez.

Fikrini söyleme, ya muhabbet icabıdır ya da değildir.

2. kişi söyleneni ya muhatap alır ya da almaz.

Muhatap almayan ya söyleyeni takmıyordur ya da filmi.

Muhatap almayan dostluk dışı bir söylemi takmıyorsa bu, iyidir.

Muhatap alan, dostça bir muhabbeti muhatap alıyorsa bu, iyi olabilir.

Dostluğun olmadığı bir buyruntuyu muhatap alıyorsa bu, iyi değildir.

Muhatap alan, ya lehte yani, söylenene mutabık olur ya da aleyhtedir; olmaz.

Dostluk meydanında, görüş lehte ve fikirler bir olursa o bal baklavadır.

Dostlukta, görüş aleyhte ve fikirler muhalifse o, bol limonlu salatadır.

Dostluk haricindeki yere zoraki lehte görüş olursa o, baldırından kebab yapmaktır.

Dostluk haricindeki yere samimi biçimdeki aleyhte görüş, hastaya çorbadır.

Herhangi bir şey ki ya lazım, ya da değildir.

Herhangi bir şey ki ya keyifli, ya da değildir.

Film izlemek, lüzumsuz fakat keyifli olabilecek birşeydir.

İzleyiciler sinemayı ya lüzumlu görür, ya da görmez.

Sinemayı olmazsa olmaz görenler bir şey kazanmaz.

Sinemayı olmazsa olmaz görmeyenler bir şey kaybetmez.

İzleyiciler filmi ya keyif için izler ya da keyif bozmak için.

Keyif için izlemeyenlerin kastı ya kendinedir ya da başkalarına.

Kastı kendi tadını kaçırmak olanlar, ya doğrudan filmle eziyet görür ya da dolaylı.

Filmle ezâ, ya ekstrem korku, ya da aşırı dram türleriyle olur.

Dolaylı ızdırap, kendisine ‘beğeni’ dikte edilmesine izin vermektir.

Başkalarının keyfini kaçırmak için film izleyenler, dost olmayan dominant tiplerdir.
...
Alihandro film hakkında konuşmakla ilgili genel bir tasnif yaptı.

Alihandro hatasız olamaz.

Yukarıdaki mantıksal örgü başka konulara kıyas edilebilir ortaam.

Saygı.

navet; bayaa bi deneysel şeyetmişiz. mantık güzel ilim. mantığa dair bir şeyler yazmak isterim ama bildiğimiz gavaidi(kaideler) unutmuşuz hep. ama sonuçta, sel gider kumu kalır olmuş bizde.

alihandro
31-08-2013, 21:10
SAĞLIKLA İLGİLİ BİR NOTİCE:

sağlık topiğinde gezerken gördüm, sinüzit filan....

araştırmalarıma göre sinüzit balgamın vücudu sarmasıyla meydana geliyor. yani nereyi sararsa orayla ilgili sorun oluyor... aslında balgam da vücudun ürettiği sıvı ve bazı şeylere yarıyor tabi. ama fazlası herşeyde olduğu gibi sorun. ...

işbu balgam hocam, eğer akciperde dolarsa, nefes darlığı, astım cart curt oluyor, kılcalları basarsa, bu sıvının tabiatı, soğuk ve mai olduğundan, soğuğa aşırı bir duyarlılık sözkonusu. yani ani soğuğa çıkmalarda filan inme felç, uyuşma gibi şeyler. ve balgam kafada birikirse sinüzit...

şimdi kesin çözüm yok. olaya komplike yaklaşmak lazım. beslenme alışkanlığını bir çeki düzen vermekle başlamak en iyisi. aktkılı bu kadar gıda tüketmek vücudun doğal dengesini tabi ki bozacak, ve vücut fazlasını atması gereken şeyi atmayacak, atamayacatır. bu bir ve en önemlisi herhal...

2.si vücudunda çokca uyuşma olanlar, çabuk yorulanlar, çok uyuyanlar, uykusunda su ile ilgili şeyler görenler ki, bunlar hep balgamın vücutta sair sıvıya galip geldiğindendir, işte bu ve buna benzer emareler kendisinde görülen zevat, tabiattı sıcak ve kuru gıdaya ağırlık vermeliler. günlük hayattın koşuşturmacasında, böyle bir yiyecek kültürü oluşturamayacağına kanaat getirenler, hiç olmazsa, az yemek gibi kafadan bir çözüme yapışabilirler. misal ben de eskiden, öğün atladım mı, dengem bozulurdu. sonradan farkettim ki, yememek yemekten daha büyük nimet günümüzde. acaip faydasını görüyorum. akşam yemeklerini meyveyle savdığım çoktur.

bendeniz de son yıllarda (3 sene öncesine kadar son yıllar) bahar nezlesi musallat olurdu. 6 ay yaşam kalitem (vaş!) düşerdi. sonradan anladım ki, bahar nezlesi de bir nimet. kışın grip filan olmak vücutta dolan balgamın atılmasına sebeb olduğundan iyi filan olabilir duruma göre. (müzmin olmamak şartıyla tabi) o açıdan nezlediri bahardır, artık vücudun balgama karşı daha yüzeysel bir b planı gibi birşey olabilir. yani artık kap dolu ve iş o raddeye geldikten sonra tabi ki taşacak. bu da sağlıklı bir vücudun tepkilerinden biri.

fakat esaslı bir çay tiryakisiyim, şekersiz içerim ama çay çay nereye kadar. bitki çayı gibi çeşnilere merak sardık. ıhlamur, kekik, nane filan devam ettim ama benimki, bir derde derman olsun diye değil, avaralıktandı. 3 ay kadar sonra ciddi şekilde balgam atışlar... araştırdım, papatya buharı neyim iyi geliyormuş. denedim hakkaten iyi oldu. çayını da içtim. nanedir, limondur bayaa bi devam ettim. aslında biz nane limonu nezleye gribe filan iyi gelir biliriz. fakat bunlar balgam söktürücü olduğundan, mikrobun yurt tuttuğu şeyi söküp atıyor aslında...

sonuçta, başağrıları gittikçe azaldı. ağrı kesici olayı tamamen suri bir çözüm zaten, ve hastalığı daha da azmış bir halde nüksedinceye kadar bir yere kilitlemekten başka bir şey değil. bendeniz ağrıdan da ağrı kesiciden de güzelce kurtuldum Allahıma şükür. bir de eskiden çokça kemik çıtlamalar olurdu. o da bitti.

özet:
*katkılı, ambalajlı gıda yok
*tabiatı soğuk ve rutubetli gıda yok. az yemek bir çözüm.
*biz türklerin heryerde bulabileceğimiz, her evde bulunan kekik, nane, ıhlamur, limon, papatya çaylarına devam, lakin şekersiz. ille tatlandırıcı lazımsa bal yahut pekmez. özelliklen keçibounuzu pekmezi.
*reklama girmesin ama ibo uzman bir adam. soytarı değil. takip etmekte fayda var. onun buharla ilgili şeysileri vardır.
*sağlık topiğnde sinüzitle ilgili denize dalmalardan, gayet ızdıraplı şeylerden, filan bahsediliyordu. tehlikeli şeylere gerek yok. sinüzit, sistemli, bilinçli bir süreçle üstesinden gelinmez şey değil, üstesinden gelinebilir.

alihandro
04-09-2013, 14:00
alanya kalesinde esed burcu vardır, bilenler bilir. ( de get lo, kim bilir) bir de denize doğru uzanan kayalık yarlar var. dildarda burnu diyoruz. su üzerinde görünen yarlar aynı diklikle su altında da devam eder. kayalıklar su altında yosun tuttuğundan siyah ve kasvetlidir. eccük ürkünçtür yani. yüzmek cesaret ister hoca.

ESED BURCU

arslanlar.

'kıraldırlar ağbi, adamlar kıraldırlar. arslan nasıl orman kıralıysa arslan burcu da kıral ve kibirli burçcuklardır'

arslan burcu ne kıraldır, ne de kibirlidir. arslanların ne olduğunu anlamak için ne olmadığına bir bakmak lağazım:

önceliklen kova hakkında fikir sahibi olsak gerek. kovalar aklı temsil eden burçtur. akıl dediğim; mantık yani. zeka değil. zeka başka burçtur. kıyas ve kazıye kovadır. yani; bir gün 24 saattir, cuma da bir gündür, o halde cuma günü de 24 saattir gibi. bu çok basit bir örnek oldu. ama basitliğe bakıp da küçümsemeye gelmez mantık. matematik mantıkdır mesela. bütün o aritmetiği, cebiri, geometrisi, hep bu misil kıyaslar ve mikyaslar üzre ilerler. sonra if ve elseler, yani şartlı koşullu önermeler, ve bütün bu şartlara bağlı kabuller, baştan sona yazılım teknolojisi de mantıkdır, kovadır. kova böyledir işte. şart varsa meşrut olur. şart yoksa meşrut olmaz. kova bu kadar sağlamdır, sarsılmazdır, bilindikdir, sabittir.

dolayısıylan ağzımızı kıpırdatışımızdan ümer diyeceğimiz de belli oldu. :) arslanlar; bilinmeyendir.

buraya bir saplama: akrep burcu hakkında o kadar atılıyor o kadar yüceltiliyor ki, insanın akrep olmadığına acıyası geliyor. neymiş? akrep, bilinmeyenmiş, efsanevi bakışları varmış, manyetikmiş, tanrısalmış, mışmış... iyi de arslanlar ne? oğlakların çekiciliği ne ayak? balıkların sır küpü olması neci o zaman? hayır yane akreplerin de var numarası ama tanrı burç yakıştırmaları ne oluyor?

bakınız kardeşim, bana kulak veriniz: bilinmeyen arslandır. araştırmak arslandır. her türlü keşif, keşif yolculuğu, her nevi, araştırma, bilim, merak arslandır.

arslanlar bilinmeyendir.

talihdir.

ilhamdır.

kovanın sarsılmaz mantık önermelerinin karşısında ilhamdan başka ne olabilirdi? eldeki gerçek ve reel donelerden sonra yüreklilikle ileri çıkarak daha çoğunu araştırmaktan başka ne olacaktı? evet, arslanlar işte kısaca budur.

arslan yükselen: o farklıdır. akrdeşlerinden tip olarak biraz farklılık arzedebilir. onlar esmerse bu kumral onlar kısa ise bu uzun olabilir. onun kıyafeti bile biraz ekzantrik olabilir. o, hal ve tavırca da biraz tuhaftır. kibirli değildir ama özeldir. onun bitmek bilmeyen bir araştırma tutkusu, ve bilinmeyene olan acayip bir merakı vardır. o, bilim adamı olarak doğmuştur. hayata böyle bakar. bilinmeyenleri keşfeden bir kaşif, bir araştırmacıdır, duruma göre bir dedektiftir. arslanlar herşeyi incelerler, buna kendileri de dahildir.

haliyle o şaşırtıcı olabilir. sürprizleri sever. duruma göre bu lehde ya da aleyhte olabilir tabi. uzun zaman görmediğiniz bir arkadaşınız hayatınıza tekrar girdiğinde bambaşka bir insan olabilir. onun karakteri ve buna bağlı olarak tipi bile yıllarla beraber değişme temayülündedir. o, arge şirketlerinden, üniversite laboratuvarlarına, adli tıpçılardan, gelecei anlama merakı kendilerini bürümüş, kahinlere kadar çok geniş bir yelpazede fakat temel olarak araştırmak ve keşfetmek olan bir mesleği seçer.

arslan kadın: bilemezsiniz. onun ne düşündüğünü, sizi ne kadar tanıdığını asla bilemeyeceksiniz. ama o sizi bilecek, hem de fazlasıyla. o her hareketinizi büyük bir dikkatle inceler. aynı meclisteyken, konuşmalarınıza, ağzınızdan çıkan kelimelere dikkat edin, çünkü onlar arslan kadınının laboratuvarında iyice incelenmktedir. o deney uğruna diğer kızlardan daha cesur olabilir, ve bu da ona veya annebabasına ciddi sıkıntı vermiş olabilir. daha medeni arslan kadınları, daha tedbirli, ve gelişmiş inceleme usulleri takip ederler. ve bir kere bilinenin dışında farklı ve daha da incelemeye değer olduğunuza karar verdi mi artık arslan kız size rahatlıkla aşık olabilir. onun ilgi ve sevgisini üzerinizde berdavam olmasını sağlamanın en kolay yolu hiç bir zaman çok açık olmamaktır.

arslan çocuk: o, kesinlikle sakin ve uslu bir çocuk olmaz, ve ortalıkta da pek bildik oyunlar oynarken görülmez. daima bir şeylerin peşindedir, çok cesur çocuklardır, ve bu halleriyle anne babaları zaman zaman aklını kaçıracak hale gelebilir. o araştırır. sizin görmekle bile mideniz bulanan böcü börtüyü, o dilini çıkararak inceleyebilir. dersleri ya çok iyi ya da çok kötüdür. o okulu küçümser ve bunda da haksız sayılmaz, çünkü okulun sıkıcı kurallarını birkaç ay içinde aşmış ve artık orada bu küçük bilim adamını şaşırtacak birşey kalmamıştır. arslan çocuklar farkında olun yad aolmayın sizi de mercek altına alırlar. bu sizi ürkütebilir. korkmayın. o diğer pek çok çocuğun aksine ve bütün ekzantrikliğine, bütün tuhaflığına rağmen sizi daima sevecektir. fakat kaçınılmaz şekilde günü gelince evden çıkıp gidecektir. şundan kesinlikle emin olabilirsiniz: o bambaşka bir insan olarak dönecek ve kim bilir belki de elinde, bir keşfinden dolayı almış olduğu muazzam bir patent ile.

arslan baba: arslan anne ya da babalar, her hangi bir şeye tepkileri ne olacağı en kestirilemeyen ebevenlerdir. onların defterinde çoğu zaman 2 kere 2, 4 etmez. arslan babalar çok insaflıdırlar, çocuklarına hiç olmazsa standart bir maddi ortam sağlayamamışsa çok acı çeker, ama bunu hissettirmez. o, bütün sıkıntısına rağmen, çok istediğiniz bisikleti size almış olabilir, halbuki o kadar mütevazidir ki, hediyesini kendisi bile vermez. arslan anne babalar biraz polyannacı olabilirler, teselli etmeleri ve/veya teselli bulmaları kolaydır. fakat onlar sonradan hiç hesapta olmayan bir mirasa ya da yıllar önce aldıkları bir arsanın 50 kat fiyata çıktığını görerek bir anda sınıf da atlayabilirler.

arslan erkek: burçlar aleminin en yürekli erkeğine merhaba deyin. evet onlar arslanlardır. (en yürekli derken gayet yüzeysel ve sadece burç isimleri bazında şeyediyoruz. değilse arslan burcuyla ilgisi alakası olmayıp da 5. arslan evinde neptün bulunan bir yiğitle kim boy ölçüşebilir) akrep safsatalarından biri de bu cesaret meselesidir. akrepler cesurdurlar ama bir yere kadar. çünkü onlar diğer bütün burçlardan daha hızlı bir kavrayışa sahiptirler, ve bir riskle karşılaştıklarında diğerleri daha ne olduğunu bile anlamadan akrep durumu kavrar , hesaplar ve ya başa çıkabileceğine karar vererek kartal gibi ileri çıkar, yahut da asla kıpırdamaz. arslanlar ise öyle değildir. onlar inançları ne olursa olsun yüreklerinin derinliklerinde bir yerde, yüce yaratıcılarıyla ilgili bilinmeyen bir bağları vardır. yaratıcı, kainatın her yerine arslan keşfetsin diye sırlar yerleştirmiştir, ve keşfetmesi için gerekli donanımı da arslanlara vermiştir. bu donanımın en mühimmi de cesarettir. başka hangi doktor, ya da bilim adamı kendi keşefttiği şeyd ebizzat kendini kobay olarak kullanır? evet o yaratıcıya tevekkül ettiği ölçüde cesaretli olur. tevekkül sınırsızsa cesaret de sınırsızdır. ilginç şekilde, onlar akılalmaz risklerin içinden, yürür, geçer giderler.

bu tevekkül meselesi sebebiyle arslanlar içinden çok merhametli, ilhama çok açık, rüyaları neredeyse birebir çıkan, ve aklına gelen başına gelir tipler çıkar. arslanlar evet yarı evliya doğarlar. (kovalar ise yarı hoca) İsa aleyhisselam mesela. arslan burcunun ilk derecelerinde doğmuştur, ve bi lâ eb, yani babasız doğmuş olmakla bizzat kendi zatı şerifleri bir defa bilimsel bir harikadır. denir ki İsa aleyhisselam 4 yaşında nebi ve 30 yaşında rasül oldu, 33 yaşında da göğe ref olundu. ama o, anne karnında iken veli idi. ve ref olduğu yer dahi binmeyenler denizi olan uzayda 2. kat semadadır. o gerçi arslan doğmuştur ama, güneşi, uranüsü(uranüs akrepte yükselir), ve daha birkaç yıldızı 8. akrep evindedir, ve bu, tekrardan yeryüzüne geldiğinde yapacağı muazzam işlere işarettir.

evet.

neptün 5. evde yükselendir, bu tipler insanlığa sınıf atlatan bilim adamları yahut, olağanüstü bahadır erler, veya gelecek kalplerine peyderpey ilham olan, kalpleri meleklerin ziyaretgâh mahalli muhterem zevat olabilirler. bir de neptün ve arslan her hangi eve denkgelirse orasıyla ilgili bir bilinmeyen ve araştırma vardır. merkür ise 5. evde düşer. bunların işi de hasılı tahsıldır. yani nasıl olsa 2 kere 2 dört ya, bunlar kainatın heryerinde aynı olan bu gerçeği incelemeye kalkışan bedbahtlardır. ya da 5. evde merkür, bir yabancının hayatınızda negatif konuşlanması demek olabilir. (falco: 5. evdeki merkürle bir kadının yosmalığından çok çekti ve trafik kazasında öldü)

ters arslan tesirleri; gereksiz riskler alarak servetini, şerefini, hayatını heba eden, kumarbaz, nasılsa bana yine gelir diyerek hesapsız cömert, gereksiz merakı sebebiyle ayıp araştıran, olmayacak işlere merak saran, güvenilmeyecek tiplere güvenen, arkadaş kavramı çokca kendisinde yer etmiş olmakla arkadaştan kaybeden, sakar ve kazaları kendine çeken tipler ortaya çıkabilir. nötr durumlarda arslanlar yolculuğu, spekülasyonu, gayrimenkule nazaran menkul değerleri, karaya nazaran denizleri, gemileri ve arabaları, yabancıları, yabancı dilleri, tarihe nazaran geleceği, talihi, ilhamı, evliyaullahı temsil eder. bir de arslanlar, yengeçler aile ile ne kadar ilgili ise gösteri dünyası ve sahne ile o kadarcık ilgilidir. ayrıca arslanlar, koç burcuyla, büyük ve ciddi buluşları, boğa ile fatihân kıralları, yengeçlerle laboratuvarları, başakla fizikteki optik mevzusunu, terazi ile üniversiteleri, akreple yenilmez savaşçıları, yay ile bir şeyi anlamayı, oğlak ile yabancı 'gelin'leri, kova ile donald trump'u, balıkla astrolojiyi temsil eder.

arslanlar işte budur. bilinmeyendir. artık az çok tanıdık. şimdi onların kıral olduğu yahut kibirli olduğu ile ilgili safsataları bir kenara bırakın. ve durun. o sizin eşiniz, çocuğunuz, ebeveyninizden biri, patronunuz ya da çalışanınız olabilir. hayatınızdaki arslan kim olursa olsun; şaşırmaya hazır olun. ve bir tek şeyden kesin olarak emin olabilirsiniz: arslanlarla hayat eskimez. daima canlı kalır.

alihandro
07-09-2013, 16:42
ODA

kadim dostumuzun biri hatta ikisi kovaymış. :)

kova çocuk: o diğer çocukların hepsinden daha sakin daha usludur. diğerleri at gibi orda burda kişnerken o, gözünüzün önünde dizinizin dibindedir. dersleri iyidir. bişeyden korktuğundan değil, o sadece sorun istemez. o meydan okur bir tarzda olmaz hiçbir zaman. ne annebabasına ne öğretmenine ne de diğer herhangi birine.

onun dinginliğin bakıp da, iblisvari bir zekası olmadığından üzülmeyin. o sadece boş laflara toktur. boş masallardan ziyade, tarihi menkıbelere bayılır. ona heyecanlı heyecanlı birşeyler anlatanı iyice dinler. anlatan ondan aynı heyecanla onay beklemektedir. oysa kova çocuk hiçbirşey söylemez. anlatan onun bişey anlamadığına hamledebilir. oysa o işin laf olduğunu anlamış, ve kendisi de karşısındakine o işin laftan ibaret olduğunu ikna etmeye kalkışmakla uğraşmak istememektedir. bu çocuklar tam anlamıyla büyümüş de küçülmüş çocuklardır.

kova çocuklar babanıza yani dedesine çok benzer. o zaten dedenin mesleğini seçebilir. onun yaşlılarla arası iyidir. kova gençler ve çocuklar yaşlarından büyük gösterirler, ters etkilerle, erken yaşlanma emareleri, saçlarda çabuk ağarma görülür. kova çocuklar tarih dersini severler, matematikle de araları iyi olduğundan işletme ve yönetim mesleklerine uygundurlar. onun mantıkla da arası doğal olarak iyi olduğundan bilgisayar programcılığına da merak salabilir.

kova çocuklar ailelerine annebabalarına kavim ve aşiretlerine düşkündürler. onun evde en sevdiği şeylerden biri aile albümüdür. o amerikanyadaki silikon vadisinden holivut animetörlüğüne kadar ne kadar uzak denizlere yelken açarlarsa açsın, mutlaka geri döner. kova çocuklar denizaşırı coğrafyalardan her bayram gelemeyebilirler ama ararlar, ve hal hatır ederler. emekli olur olmaz da vatanlarına yurtlarına dönmek isterler. kimbilir belki de türküdeki gibi bir ezan vaktinde gelir ve elinizi öper. o bütün aile üyelerinin tam istediği hediyeleri almıştır. eski bir refleks olarak dolabı açıp karıştırır. hani küçük bir yavru iken diğerleri dışarılardaydı, bu ise çok sevdiği odasından saat başı çıkıp gelir, size türlü şaklabanlıklar yaparak dolaba sokulur ve kurabiyeden bir parça kapıp kaçardı ya, işte kova çocuğunuz yaşı kaç olursa olsun yine dolabı açacak ve aşıracağı kurabiyesini bakacaktır. onun sevdiği kurabiyeleri yapmayı unutmayın. bir de o, odasını da merak edecektir. belki yatağını çoktan kaldırdınız. ama onun o battaniyesini sakın atmayın. çünkü ailesinden yuvasından vatanından ayrı geçen yıllarla buz tutmaya başlayan yüreğini ısıtacak en iyi şey o battaniyedir.

kova kadın: kova kızlar ciddi kızlardır, siz de onu ciddiye alsanız iyi olur. çünkü o yeşil yakmışsa mutlaka ciddi düşünüyordur. o eğlenilecek bir kız değildir. onunla eğlenmeye kalkarsanız gururu kırılır, ve tamiri için bütün o sakat abilerini gırık amcalarını devreye sokabilir.

onun karşısına sakın başka gezegenden gelmiş kılark kent ahvalarında çıkmayın. o böyle şeylere inanmaz. onun karşısına annenizin biricik oğlu (evet evet), meşhur dayınızın arslan yeğeni yahut en sağlamı; şehrin eşrafından ve kendi dedesinin arkadaşı olan o gün görmüş geçirmiş dedenizin torunu olarak çıkın. çünkü bir defa o daima böyle görülür. o yolda sokakta aylak aylak gezen bir kız değildir. tam bir ev kızıdır. dışarıya çıkmışsa yanında mutlaka ya annesi, ablası, teyzesi, kuzenlerinden birkaçı filan vardır. kova kızlar asla hileye gelmezler bir defa hileye gelebilecekleri yerlerde ve ortamlarda bulunmazlar. yani o, hiçbir zaman gazozunu açtırmak için bir nuri alçoya çatmaz.

giyim önemli. altın iplikten de olsa o kot mot yerine ütülü bir kumaş pantolonlu erkekten hoşlanır. ciddi bir mesleğiniz varsa, özellikle yapı sektöründe iseniz bu ona güven verir. ve zaten kendisine de ciddi gayri mankul miras kalabilri. ayrıca o muhafazakardır. atalarına, vatanına , milliyetine saygı duyar ve saygı bekler. büyük bir ihtimal kapalı bir kızdır yahut hep arkadaşları öyledir ve kendisi de kapanmak için bahane arıyor gibidir. o serserilikten süprizlerden, bilinmeyenden hızlı gitmekten hoşlanmaz. herşey adım adım, ve tam anlamıyla olmalıdır. vakti saati geldiğinde o bir erkeği mutlu etmesini en iyi bilen bir kadındır. onun da kaprisli, sıkıcı olduğu zamanlar olabilir tabi. ama o evine, erkeğine, namusuna en düşkün kadındır ve bir erkek daha ne ister yav?

kova patron: tipik bir kova yükselenin 4. evine boğa denkgeldiğinden, kovalar patronluğa elverişlidir. bir kova patronla iş görüşmesinde dikkat edilecek konular vardır. bir defa o verici ve kendisinden istenilen bir pozisyonda olduğuna inanmak veya öyle gösteriş yapmak için hiçkimseyle iş görüşmesi yapmaz. sizinle görüşüyorsa vereceğiniz hizmet ona lazım olduğundan görüşüyordur. ondan hiçbir zaman, beraber kazanır beraber geçinir gideriz gibi, aylığınızı sallayacağına dair kapı aralığı bırakan kaypak, yuvarlak kelimeler de duymazsınız. çok dürüst bir adamdır. kendisi yemez içmez, ama sizin maaşınız verir. bununla beraber işler kötü gitmişse, yahut sizden memnun değilse, sizi işten çıkarmak için bir görüşme yapar, ve artık geri adım atmaz. çünkü tipik bir kova bir karardan önce çok düşünür, ve artık sonra geri adım atmaz.

kova patron, sizden fazladan mesai istemez, fakat mesaiyi boş geçirmenize de gelemez. zaten boş olamayacaksınız. eğer hayaliniz, akşama kadar internette gezmek ve ay sonu da maaşsa başka kapıya gitseniz iyi olur. aksi halde aklınızı başınıza alın ve çalışın. çok çalışmayın ama işi vaktinde bitirin. kovalar süprizi sevmez. sizi boş gördüğünde, ben gece çalışıp bitirmiştim demenize bayılacağını sanmayın.

o iyi elemanın kıymetini bilir. daha çok sorumluluksa daha çok aylık demektir, söylemenize gerek yok. başkalarının bulanık, belli belirsiz hissettiği çok şeyi o, sarsılmaz akli çıkarımlarla bulur ve çözer. o yaş yere basmaz. aile işinde yahut, büyük bir ihtimalle yapı sektöründedir, müteahhitlik yapıyordur. maymun iştahlı gibi görünerek masası imar durumu fotokopileriyle dolu olabilir. fakat o, herhangi bir arsaya girmekle ilgili olarak, oradan geçen yaşlı teyzeye bile sorular sorar, uçan kuşla bile istişare eder.

eğer işten ayrılacaksanız sakın kapıyı çarpıp çıkmayın. ona sebebini ve mesela kendi işinizi kurmak istediğinizi söyleyin. yolunuz düştükçe de gelip geçerken uğrayın, asla onun düşmanlığını çekmeye kalkışmayın. çünkü onun bağlantıları çok fazla ve çok güçlüdür. karşınıza almak isteyeceğiniz son kişi kova tesiri güçlü olan tiplerdir. kaldı ki onun defterinde neon ışıklarıyla yazılı olan kelime 'vefa'dır. siz vefalı olursanız o size ömür boyu yardımcı olur.

kova genel:

kova ne değildir: ekzantrik, tuhaf, öngörülemeyen, devrimci, asimetrik, asosyal, yolcu, bilinmeyen, tek adam cart curt değildir.

kova nedir: gayetle gelişmiş akıllılık, hiyerarşik sistem, haneleşme, kategorileştirme, bina, kat, oda, (bu haliyle kova burcunun adı oda burcu olmalıymış), bilumum gayrimenkuller, sınıflaştırma, önerme, mantıksal çıkarım, şart ve koşul, sözleşme, gelenek, aile, ced, tarih, yurt, ihtiyarlar ve yaşlılık, tedbir, güven.

merkür kovada: merkür iletişim gezegeni filan değildir. merkür kategori ve sınıflama gezegenidir. hiyerarşi gezegenidir. 11. evde merkür gayet meşhur ve büyük bir 'kurucu' dedeye, dolayısıyla güven veren bir aile demekten, çok ciddi gayrimenkul mirasa, yahut askeriye, bürokrasi, veya ofisboy olarak girilen bir şirkette genel müdürlüğe kadar terfi etmeye kadar her türlü hiyerarşik yükselmeye, çok güçlü bir mantığa, o mantıkla gelen akıllılık ve usluluğa, yazılım teknolojisinde yükselmeye (bili gates 11. evde merkür. öyle dünya çapında bir adam olmak için başka yıldızlar da gerekli tabi. fakat yazılımcıların ve terfi ile kaçınılmaz yükselenlerin hemen hepsinde ya merkür 11. evde, yahut 11. ev de baba konumlanış.) emlak sektöründe üstün başarıya vs işaret eder.

kova ile:
kova, boğa ile sarayları, ikizler ile okulları, yengeçle iş merkezlerini, aslan ile otogar ve istasyonları, nevi şahsına münhasır haneyi, istisnaları, terazi ile belediyeleri, akrep ile müteahhitleri, yay ile mimarlığı, oğlak ile para kasalarını, kilerleri vs temsil eder.

ters durumlar: erken gelen yaşlılık emareleri, inatçılık, değişim korkusu, bu korkuyla kaçan fırsatlar, aileye, anneye aşırı düşkünlük, yahut aile üyelerinden terslik, soyda şüpheler, kaybolan aile üyesi, kötü komşular, gelişmemiş vatanperverlik ile hainliğe meyil, yahut tam tersi kurukafalılık derecesinde milliyetçilik cartcurt.

kova ve mantık: eskiden selef zamanında büyük alimler mantıkla meşgul olmazlar ve talebelerine de meşgul olmaları için izin vermezlerdi.çünkü mantığın en büyük hocaları islamdan önceki devirlerden yunanlı aristo, sokrates ve eflatun idi, ve doğal olarak bir takım kıyas ve kazıyelerden ibaret olan mantık ilmi, islam akaidi ile çelişkili çıkarımlara sebebiyet verebilirdi. fil vakıa, ilk yanlış mantıksal çıkarım dahi şeytana aittir. çünkü o, kıyas yaptı ve dedi ki, adem topraktan ben ateştenimdir. ateş topraktan üstündür, o halde ben ademden üstünümdür dedi. halbuki iddiası yanlıştı. çünkü ateş mevcudiyeti için 1- kendi cinsinden diğer bir ateşe, 2-toprak ya da hava cinsinden bir yanıcı maddeye ve 3- bir tutuşturan faile muhtaçtır. toprak ise Allahın yaratmasından başka hiçbirşeye muhtaç değildir. şimdi ateş bu haliyle nasıl daha üstün olabilir?

fakat ilerleyen asırlarla, islam alimleri, özellikle kelam alimleri fevkalade emekler verdiler, ve mantık ile islam akaidini hiçbir çelişkiye meydan vermeyecek mükemmellikte örtüştürmeye muvaffak oldular. işte o vakitlerin ulemasından olan imam gazali hazretleri bir zamanların nehyedilen ilmi için; kimin ki mantık ilmi yoktur, onun sair ilminde dahi sıklet olmaz buyurmuştur.

işte kova burcu böyle bir burçtur.

son: kova japonları da temsil etse gerek. çünkü japonlar fevkalade gelenekçi ve muhafazakardır. ayrıca teknoloji ki backround'da (heyt yavrum be) yazılım gelişkinliği demektir, adı neredeyse japonyadır. ayriyyeten onlar toprağın yani yurtlarının ha bre sarsılması ile her daim toprak ve vatan kavramları gündemde ve vurguludur. bir de konumuzla ilgisiz son not: samuraylar, hiçbir vakitte müslüman fatihlerle karşılaşmamış olmakla islam kanına girmemiş tek millettir.

alihandro
08-09-2013, 16:25
http://i.imgur.com/383m3zV.jpg

yav aslında şöyle först kılas karikatürleri arşivlemek lağazım
neyse yoldayım şimdi... :)

send from may
son model mobayl

alihandro
28-09-2013, 14:11
İZLEMEDEN ÖLMENİZ GEREKEN 10 FİLM:

Once Upon A Time in Anatolia (bir zamanlar Anadolu'da türkçe konuşulurdu): şimdi salyangoz zamanı.

man of tai chi (yönetmenin allahı): ken rivıs yönetmenliğe soyundum diyor, demekle kalmıyor, çıırınıyor. hem de gamera önünden neyim. o kadar iddialısın madem yazdıraydın bir senaryo.

oblivion tom. tomun pembe dizilerinden biri.

escape plan: ihtiyarlara yer yok.

hızlı ve öfkeli 6 kelime: kel, pazu, kısık gözlerle çekiciymiş gibi bak, sesi en bastan ta bağırsaklardan ver, bitmek bilmeyen asi erkek çocuk tribi, animatörlerin yazıklar olasıca emeği.

total recall. farel colin. film boyunca gayık, yarı açık ağızla 'ben neymişim ba arkadaş, bizzat şahsım olarak kendim şoktayım, izleyici olarak ölün şoktan' pozu.

thor(kaçılın khor)= nataliden, sinemanın först leydi pozları bol bol.

prestij: bi bitmediniz gitti len. kılonlanın boyna. çok kolaydı.

karayip korsanları: hükümetler peşinde, korsanlar peşinde, deniz canavarları peşinde, büyücüler peşinde, kanun adamları peşinde, karacılar, denizciler, iyiler, kötüler, küçükler, büyükler, tüccarlar, kadınlar, erkekler, bilumum yaratıklar peşinde yav. eee, tabi, siz de geliştirin bi yumuşakça tavır, sizinde itiniz olsun herkeş mesajı.

görevimiz ilahlık 4: iıtın, bi dahaki sefere uzaylıları dövecek, dünyada adam kalmadı çünkü.

daha vardır da izlemedik iyi ki. kişiseldir. yutkunulmasın. gaayet beğendiklerimiz de var netekim.

alihandro
01-10-2013, 09:40
LÖYT!

Park.

Güvercinler.

4 yaşlarında bi oğlan çocuğu. Çok eğleniyormuş, aşırı şirinmiş gibi bi suratla güvercinlere doğru pat pat koşuyor, güvercinler huzurla yemlenip dururken patırpatır uçuşuyor.

LÖYT!

Dişisi yanında olan birkaç kişi, parkın ve güvercinlerin yaratıcısı havası atarken bu sefer bir erkek sesinden rahatsız olup ters ters bakıyor. Önümdeki güvercinler sesimden tırsıp patırdadı. Öte tarafta birkaç kadın bu yana baktı. Biri dehşete kapılmış, suratı bozuk yatak gibi. öfke korku ve şaşkınlık o yatakta 3lü taocu. Çocuğun annesi. Önümden uçuşan güvercinlerin kanatları arasından kaynak alevi gibi gözlerimi gördü. (çek bi ağır çekim, kameraman al oğlum bi yavaş…!) Ve yemedi:

BULAMYAT!

Bulamyat mı? o ne lan? Hangi ırktansınız olm siz? Defolun gidin parkımdan! Çocuğun ismi. bir bana bir annesine baktı. Excorcist tip. Bişey diyeyim de annesi dehşetten çıksın, bana çemkirsin diliyor. Anası ana olsa zaten çocuğun parka rahatsızlık vermesine izin vermezdi. Doğalı gördüğü bu işte. Yemişiz kamusalını. Her şey bizim! Ne olacaktı. Bulamyat, gel buraya! Hadi baham naşnaş yavrum.

Güvercinler tekrar sakin oldu. Şımarık ufaklıklara provalı gibiler. Dişili kişiler, daha bir kendi alemlerine dalmış tribi yaparak zaferimi gördütmemek istiyor. Yan bankta bi ‘tek tabanca’ ağabeylerden var: yok abi, ayile terbiyesi kalmadı… diyerek olaya sarkmak ve zaferimden hisse kapmak istiyor. Daha da sinirlendim. Nerde benim zeus bakışlarım: abi, sen kimsin bakışını bir çaktım, aypotuna gömüldü arkadaş. Amma velakin tadım da kalmadı. Çektim gittim.

Ne diyordum? Ne diyecektim ben ya? Ha, hayvanlar. Kaldıramam abi. Yani bir hayvancığa, bir kediye mediye zulmeden gördü mü dayanamam. Velev istiklal gazisi ve hamile bir nine olsun. Çemkiririm. Düşürürse düşürsün bebeğini.

Dilsiz yaratık yahu. Ne istersiz? Bir el sürsen bir sever gibi yapsan, bitti işte. Sevilmek istiyor yav. Bir parçacık ilgi istiyor. Şu koca dünyası yok onun. Sen kendi dünyanda yer açarsan var o. O kadarcık var. Öldü mü merhamet yani, öldü mü insanlık. Sevgiline hava atmak için yap tamam. Feysde artislik için yap. Yalancıktan da olsa, bilmez o yalanı. Aklı ermez hayvanın. Sevgiye o kadar aç ki, sorgulamaz bile. Şüphe etmez. Anında kanar. Hemen sokulur. Yaşlı, bir sokak köpeği bile olsa, yüzünde birkaç döğüşten kalma yara bere bile olsa bir geh kuçukuçu der mi diye yalanır. Bir parçacık ilgi için yaşar gibidir. İnsandan. İnsanoğlundan be. Hem, ne bilirsin olm, Allahın rızasının nerde olduğunu? Belki de bir sokak köpeğinin önüne attığın bir parça simittedir.

Belediyeler yok mu belediyeler. Yahu harç kilitlemekten başka bir şey yapın yav. İnsaniyet namına sokak hayvanlarına bir bakın. Tamam hasta olanı var, trafiği mirafiği rahatsız edecek şekli var da arkadaş, nere gider o toplanan paralar yav. Üstelik de türkiyede borcu olmayan bir tek belediye yoktur, sanmam. O paralar hakkıyla vatandaşa dönse var ya kaldırımlar altından olurdu be. Açın arkadaş dönümlerce barınaklar ücraya yav. Her belediyenin olmalı bence. Olmayan utansın. İnsaniyet namına lazım arkadaşım bu, neresi lüksten yatırım bunun yav? Ne gönüllüsü. Gönüllü yokmuş! Her şey için adam istihdam ederler, alelade bir şehrin neredeyse 50 de 1’i belediyede çalışır; sokaklarda insanlığı utandıracak trajedilere gelince gönüllü yok, para yok, veteriner yok, arsa yok, kalmaz artık hiçbirşey.

Ne diyordum. Ha, dedim işte diyeceğimi. Tamam.

alihandro
06-10-2013, 18:02
Ne kadar sevilmezse sevilmesin. Ne kadar hoşlaşılmazsa hoşlaşılmasın.

Bütün dehşetiyle,

Bütün haşyetiyle.

Bütün o kırmızılığıyla:

KAN

Kan deyip geçme.

Önyargılara da bi dur de.

Er meydanı burası, parfümcü değil bir defa.

Öyledir değil mi, dünyada nişantaşında bir kafeteryadan daha fazlası var.

'Buyrun efendim, ne istemiştiniz' den farklı kelimeler...

Şiddetli kelimeler. Dehşetli. Duymak istemediğimiz. Ama gerçek:

'Kan' gibi.

Önyargıları durdur.

Kan hayattır. Kansız doğum yok.

Kan sağlıktır. Gençliktir. Gençlik dediğin kanı deli akmak değil midir. Kılcallarda akan kan dinçliktir, sağlıktır, parlak cilttir. Kanı çekilmiş, gri ya da sarı bir surata bakmaktan hoşlaşmayız.

Ameliyatlar kanlıdır. Sağlıklı bir insanın kan verebilmesi ne büyük nimet. Vermek istediği halde yakınına kan verememek de var.

Kanın felsefi boyutu var. Kan karıştığı herşeyi bir anda büyütür ve ciddileştirir. Basit bir sünnet, erliğe adımdır, çocuk bunu kesin olarak anlar. Diğer bütün akranları da, herkes. Ve sünnetde akıtılan bir kurban kanı olayı bir anda bir merasime çevirir.

Askere giden genç için akıtılan kan da öyle. Anne baba anlarlar ki, artık o çocuk değildir, devletine ve komutanına aittir. Genç anlar ki, artık geri dönmese de olur.

Düğündeki kan da öyle. Artık bir yuva kurulacaktır, herkes bilsin ve duysun. Herkese mübarek olsun. Kaçma kaçırma yok, herşey meşru, herşey legal, herkes gönüllü. Buyurun dostlar, ziyafetimize buyrun. Siz de bunu böyle bilin ve sevincimize ortak olun.

(Söylemek zorundayım) Bekaretin izalesi de. Ve lihikmetin, en ziyade çiçek çocuğu tribi yapan zibidilerin en ihtiraslı olduğu kan da herhalde budur.

Kan. Bir hayatın başlangıcı. Anneliğin kutsallığı. Doğum.

En galiz yeminler kan üzere olur. Herhangi bir temelde kan akıtılırsa artık o basit bir herhangi kurulumdan çok fazla bir şeydir. Çocuk bile olsa bir kavgada kan damlarsa iş bir anda büyür.

Nice fitne ve fesatlar vardır, saman altından su yürür gibi ortalığı basar, fakat çok insanlar vardır, fildişi kulelerinde 3 maymunu oynamak işlerine gelir, anlamazlar, görmezler, bilmek istemezler. Vakta ki, kan aktı artık kelimeye hacet kalmaksızın herkes anlar ki fesat vardır.

Ve nice yumuşak kalpliler, ahmaklar, laftan anlamaz cahiller, fitnenin bastırıldığını ancak kan ile anlar. Kan görmeden kargaşalıklar gereği şekilde dinmez ve kapanmaz.

Batıl bile olsa bir dava ancak uğruna dökülen kanlar ile yeşerir. Baştan sona yalan nice iddialar, kan ile taraftar bulur, ciddiyet arzeder, ve inandırıcı olur.

Kan, ücra toprakları yakın, el yurtlarını vatan kılar.

Ve herkesin kanı yekdiğerine haramdır, yani hörmetlidir, nâsın hayat hakkı hakların en büyüğüdür, nâhak yere adam öldürmek bütün hukuklarda büyük suçtur, cezayı müstelzimdir.

Kan işte böyledir. Daha da tafsil olunur. Fakat anlamak isteyene lafın azı, çoğu gibidir.

Kan gerçektir, hayatın gerçeğidir, o kadar ki, hayatla eşdeğerdir, hayatın ta kendisidir. Alası damarda duranıdır, ne çare ki, akacak kan damarda durmaz. Ya insanın bizzat kendisinden zulmen, ya ameliyat masasında, yahut da yoluyla bir kurbanlıktan. Bunlar; dikkat edilsin, üzerinde düşünülsün ki, anlamak isteyenler için birbiriyle bağlantılıdır. Hayatın kendisinden ayrı ve bağımsız ne şey, hangi şey apayrı kalmış? Ne diyordu yeni anlayışlar? Ne diyor evrensel kıpraşımlar? Arılar olmasa insanlar sadece 4 yıl yaşayabilir diyordu değil mi? Ne alaka densin haydi bakalım sıkıysa?

Şimdi, başkalarının bütün sadeliğine ve tevazusuna, bütün 'anlamamasına' rağmen hayatı bütün 'gerçekleriyle' dörtdörtlük yaşamasından, yaşamaya çalışmasından dolayı kıskançlığa kapılan, ve hasedinden dolayı 'kan 'gerçeğini inkara cüret edenler nasıl kendilerine taraftar bulabilir? Bir şekilde: kan dökerek, ve yalanları uğruna güya şehitler vererek. Yemez gerçi, ona da gelemezler de, bilfarz vettakdir ölseler ve öldürseler bile yalanladıkları şey , böylece bir yerde kendisini ispat eder.

Halbuki ben, böyle bir yalana inanmak için bekleyen biri de değilimdir. Bilakis ben o gerçeği tam olarak anlamış ve kabul etmişimdir. O gerçek benim damarlarımda akıyor yav. İnkar ile ne demek istiyorum yani? damarlarımda tutti frutti mi akıyor?

Yo, yo ben o gerçeği kutluyorum canım.

Bütün iktisadi, içtimai ve manevi görkemi ile.

Evet her sene.

alihandro
10-10-2013, 16:44
bi topraklama yapsak fena olmayacak. olduğu kadar artık:


BOŞLUK
Boş vakit yani. Boş vakit değerlendirme. Ne yapar ne ederiz. Nasıl değerlendiririz. Yoksa değerlendirmez miyiz. Böylesi daha mı iyi. Belki de öyledir. Zaman nasıl olsa geçer.

Hobi deyince akla çok şey gelir. Benim düşündüğüm ise profesyonel bir yaşam için gerekli olduğu. Ne olursa. Yapmak zorunda olmadığım bir şeyle üretmek esaslı meşgul olmak diye tarif edebilirim. Evet hobide biraz özgürlük var. Ve biraz da yetenek. Sonra sıkılmak var. En sonunda da çöpe atmak.

Bu bize lazım değil. çocukça başlabırak’lar nemize gerek. Adamın kendine olan güvenini sarsar. Şıpsevdi olmak da ne ya. İncele araştır, sor soruştur, flört et, sonra bas nikahı değil mi… ama boşanma niyetiyle nikah olmaz. Onu demek istiyorum. Pek anlatamadım ama siz anladınız.

Pul koleksiyonudur veya herhangi bir koleksiyondur, heyç hoşlaşmam. Biriktir biriktir nereye kadar. Nolucak sonra. Paraya çevrilebilecek bir şeyse tamam, ama hayatımın bir köşesini işgâliye olarak tahsıs etmek makul değil.

Resim hemen akla gelir hobi deyince. Ama heves lazım. Ama çizmeden nerden bileceksin. Denemeli. Anlamı olması şart değil. biz Türkler resim deyince vesikalık portre anlarız. O benzerse ooo, tamam. Benzemezse bırak. Ve bu olay da taa ilkokul 3 de gerçekleşir. 8-10 yaşında tuval ne demek bilmezken resim yapmaya karşı alerjik enfeksiyon kapmışızdır bile. Bi daha da denemeyiz zaten. Ama denemeli. Şahsen boyadır, pipodur hiç gerek yok. Ressamlık bu değil. ressamlık kağıt ve kalemdir. Araba resmetmek erkek milleti için ideal. Kim Bmwnin tasarımcılarının ressam olmadığını söylüyor. Onlar bal gibi de ressamdır. Resim deyince akla ille de suda bir iki kayık gelmemeli. Buradan bütün tasarımcıların ressam olduğu sonucu çıkıyor gibi. ressam kelime olarak çizen, çizmeyi meslek edinen demek.. Açarsak, ‘gerçek ya da gerçek dışı nesneyi, kağıt üzerinde kayıt altına alış’ yapan; ressamdır. Bu kayıt esnasında kayıtçının, yani ressamın esere duygu katışı yeteneğin dozajını belirliyor. O zaman esas maksat, duyguyu hissettirmek oluyor. Duyguyu ver de ne çizersen çiz hemşerim mantığı. bazı resimlerde genellikle anlaşılmaz şekillerle, izleyiciye –güya- anlayamayacağı şeyler olduğu imajını vererek kötü hissetmesini sağlamak da bir duygudur tabi. Birinin hokkabaz çıplak demesi gerekiyordu; bize nasip oldu . Yine de bir yetenekten çıkıp gelmiş soyut bir şekil bazen gerçek bir objeden daha tesirli olabilir. Sebeb; algının kişiselleşmesi ve bilinçaltı örtüşmelerin farklılık kazanmasıdır. Herneyse şimdi biz oraları geçelim. biz şimdi arabaya bineceğiz. Nasıl bir araba? Merak etmek hakkımız. Resmi çizilmiş. Tam isabet. Ünlü bir ressamtiriğe nisbet olsun diye de değil. Yani tasarımı yapılmış. Ve ben o resimden bmw’nin sadece fiziksel ölçülerini değil, (aslında bunu hiç anlamıyorum bile) nemenem müthiş bir enerjik duruşu olduğunu hissediyorum. Araba sanki beni götüremeyeceği hiçbir yer yokmuş gibi kendine güven duygusuyla dolu. İşte resim budur entel çocuk.

Kağıt ve kalem. Bir defter yani. Parlak ışıl ışıl bir defter değil. kimseye bişey göstermiyoruz hocam. Kendimizleyiz. En adi bir defter işte. Çiz. Ne istersen. Çizgiler, karalamalar, şekiller, amblemler, logo tasarımları, hayvanlar, 3boyutlu yazılar, karikatürler, çizgiromanlar, ev tasarımı, araba tasarımı, su, su altı, insan, ağaç, manzara, borsa ekranı, hissesenedi grafikleri,.. bakarak, bakmayarak, kurşunkalemle, tükenmezle, renkli kalemle,… ne istersen ve nasıl çizersen çiz. Asla silme. Yırtıp atma. Hatta yanına notlar yaz. Çizmek için zorlanma ama. Kimseye de söyleme hemen. Baya bi yol katetmiş olursan o zaman işe yarar o söylemeler. Bi işte sebat etmiş olmakla özgüven dolarsın. Zaten hobide maksat biraz da budur. Ama bir de gizli bir yetenek ortaya çıkarsa var ya….

Bilgisayarla modelleme tarzı çizişler daha bi teknik olaylar sınıfına girer. Onu yapabilen baya bi pc kurdudur zaten. İlgili pek çok program var. Meraklısı kafasına göre bulur buluşturur.

Buradan fotoğrafçılığa geçelim. Makine gerekli. Deklanşöre basmanın nesi sanat anlamam. Sanat aslında da, fotoğraf makinesiyle bir espri yakalayabilecek seviyede işin teknolojisini, ışık gölge renk ayarlarını, vs çözmek baya bi zaman gerektiriyor. Aynı şoför doğan biri gibi. ama bir sorun var: henüz araba kullanmayı bilmiyor. Fotoğrafçılık da böyle bir şey. Fotoğraf gibi dijital bir ürüne duygu katabilecek şekilde işi çözmek ve tecrübe etmek zaman alabilir. Bense daha evlenmeye zaman bulamamışım yav. Bir de tabi, doğru anı yakalamak için tetikde durmak meselesi. Bu da makineyle bitişik yaşamak anlamına gelir. E hocam çor var çocuk var ellerler mellerler…

Bahçecilik işi bize uyar. Bişeyler yetiştirmek güzel şey. Ufak tefek meyvedir sebzedir; gerekli bilgiye ulaşmak şimdi çok kolay. Ama bir sorun var: toprak yok. Banyo küvetine soğan ekemeyiz. Sebze işini rafa kaldırıp ve birkaç profesyonelce saksı alıp çiçek işine girmeli. Ama biz erkeklere uymaz. Çocuklar baksın yav. Biz sefasını süreriz, konuşuruz çiçeklerle kimse yokken. Hatta isim filan veririz. Emre, arda, ya da jet li gibi.

Müzik hobi olamaz. Enstrüman çalacak değiliz. Solistlik de yapamayız. Dinlesen desek hangi birini dinleyeceğiz. Sayısız tür var, ve her türün çok düşük bir yüzdeyle iyi örnekleri var. Aramakla bulunacak gibi değil. kaldı ki, müzik adamın konsantresini bozar. Bu bilimsel bir şey. Beyin dinlemeye de enerji akıtır. Tersini iddia edenler kronik vaka olduklarından, müziğin çalışmaya iyi geldiğini söyleyebilirler. Eh, herkes bildiği gibi devam etsin o zaman. Biz bişey demedik.

Balık tutmak da oldukça zevkli. Deniz ya da çay filan varsa tabi. Bilgi internette. İlk alışta oltaya 3 bin kaat toslarsan zaten baştan avlanmışsındır hemşerim.. Avlanma vakti, yeri, yem durumları,.. zamanla hep. Avlanma bahanesiyle temiz hava, ve mesela 2 haftada 1 desek bile bir balık ziyafeti sağlık açısından da iyi olur.

Maket işi yaş iş. Atölye lazım. Hiç olmazsa bir çalışma tezgahı gerekli. Alet edevat filan. Kilitleyebileceğimiz bir oda şart. Haftalarca uğraştığımız bi geminin servis sehpası olarak kullanıldığını görüp de şoke olmak istemeyiz. Bi de neyin maketi. Bi arkadaş olsa hediyelikçi, ufak tefek dekoratif üründür, ahşapişidir, filandır, koysak dükkanına, satıverse… Zor. parasal vukuat arkadaşlığa iyi gelmez pek.

Yemek yapmak da çok güzel. Dünyanın her hali var kardaş. Dursun cepte. Sonra, lezzetli bir iş çıkartıp da aile ya da arkadaşlara ikram etmek hem karın hem de hatır doyurucu. Evde bi işe yarıyorsun bi kere yav. Ama yengeyi geçmemeye dikkat. Bebişin işgüzarlığı tutup da anne, istersen bundan sonra pilavı babam yapsın dedi mi, o son pilavınız olabilir.

Bayanlar daha bi şanslı hobi bulmakta. Aslında günümüzde bir kadının bişeyleri kendisinin üretmesi hobi olmayı çoktan geçti, bir gereklilik oldu resmen. Çünkü marketten gıdadır, şarküteridir, ne alırsan al, öyle ya da böyle mutlaka renklendirici ve/veya tatlandırıcı olarak kanserojenci kimya kullanılır. çarşaf gibim kullanmıyoruz kardeşim yazsalar da kullanılır kardeşim… temizlik ve kozmetik bahsini açmıyorum bile. halbuki meraklı ve becerikli bir kadın, sabundan, mayoneze, diş fırçalama tozundan, salçaya kadar pek çok ürünü evinde üretebilir. Üstelik o sabunu ekmek arası olarak yiyebilirsiniz (ytd). O biçim sağlıklı olur. ama türk kadınların 2 sorunu var. Biri para harcama holiganlığı. Diğeri de daha fazla beyazlık. Sen, türk kadınlarına, içine geyik boynuzlarının takırtılarının karıştığı, menekşe, ve sıklamen çiçeklerinin ufaktan fisirdediği, mart sonu hafif erimekte olan karlı kuzeydoğu yamacı dağ esintisi de de bi dur.

Bir arkadaşım var. Benden 8-9 yaş filan büyük. Çok stresli bir işi vardı. Derken vücut stresi kaldıramadı. Hasta oldu. Hastalığı diz ve bacaklara vurdu. Baya sıkıntılı bir durumdu yani. Ama arkadaşın iş etiği pörfek olduğundan asla yatmadı, ve hep hasta değilmiş gibi davrandı. Bu arada kapısını çalmadık hastane ve doktor bırakmadı. Ameliyat filan da oldu. Ağır ilaçlar kullandı. Belirtiler bir süre yavaşlıyor sonra yeniden nüksediyordu. Hiçbir doktor, sorunun sebebine inemedi. 4-5 sene geçti. Konuşuyorduk. Bir tek doktorun dediği şey benim oldukça dikkatimi çekti: stres hastalığını tetikliyor. Stresini boşaltmalıyız. Bunun 2 yolu var. Ya sana ilaç yazacağım ya da işin dışında bir şeyle meşgul olabilir misin, diye sormuş. Arkadaş; evet, şiir yazarım, resim yaparım, hattatım, ebru ile uğraşırım, ve bazen de yüzüyorum demiş. İyi demiş doktor, bunlardan birini seç ve hergün 1 saat gibi uğraş. Sana ilaç yazmıyorum, demiş.

Öyle demiş. Ondan sonra hobiciliğin önemi benim nazarımda büyüdü. Ama bir hobim yok. Resim çizebildiğim halde çizmiyorum. Kitap okumak da bende çok yer tutmaz. Daha çok bir konuya kafayı takıyorum ve ilgili en iyi yazıları resmen ders çalışıyorum. Yani okumak benim şifa anlamında hobim değil. sinemayı severim, ama tutkunu değilim. Onda üretmek yok. Sadece hoş ve boş vakit geçirmek var. Onu da hobiden saymam. Ama şiir ya da makale yazmak güzel. İkisini de yazıyorum sayılmam. Bişeyler yetiştirmek çok güzel. Bu forumda birkaç arkadaş bunu yapıyor. Doğrusu imreniyorum.

Aslında hobi olarak evlenmeyi düşünüyorum. Bazen bat dost filan soruyor. Ne yaptın? Evlenmedim henüz. Gafama göre birini bulamadım ki. Hayır benim de prensiplerim var hocam. Şarpada söylüyorum işte. Misal sabah namazının farzında sola selamı verdimmi kahvaltıyı orda hazır görecem. Değilse yıkarım ortalığı. sonra ekşın film çıktımı oturup paşa paşa izlerim, başkaca da hiç bi işe bakamam arkadaş. (uyş! ne işiymiş o len aliş?!) Bununla beraber bende gerektiğinde gayet anlayışlı bir erkek olabilirim tabi… Gerektiğinde ama… Gerekirse… Daha bugüne kadar hiç gerekmedi… Hele bi gereksin, bakacaz yav.

Özet: resim çizmek, bilgisayar programıyla çizmek, şiir, veya deneme ve hikayeler yazmak, fotoğrafçılık, aşçılık, bahçecilik, çiçek yetiştirmek, maket vs atölyecilik yapmak, döğüş sanatlarından biriyle uğraşmak, herhangi bir dil öğrenmek, fitness, satranç, yüzmek, balıkçılık..vs.

Borsa stresli iş. Bu işte profesyonelliğe yürümek isteyen namzetlerin bir yan uğraşı olması hem gerekli, hem de bayaa gerekli gibi görünüyor.

alihandro
17-10-2013, 18:23
k o n t r o l , b e l i r s i z l i k v e a l i h a n d r o

kontrol etmeye bayılırız. seçimlerimiz de sakata gelmek istemeyiz. öngürülemeyen şeyler bizi korkutur. öngörülemeyen yetersizlikle aynıdır bizim defterlerimizde. (bakiyim: a, avet öyle yazıyor) tam kontrol, tam adamlıktır. adamlıktan öte ilahlıktır!

tabi ki, bir nesneye tam hakim olmanın lazım olduğu yerler vardır. olur. ekseriyetle kendisi için ihtisaslık lazım olan hususlar bu cümledendir. misal bir uzman doktor, sorunun bütün herşeyine tam olarak hakim olmalıdır. sebeblere tam nüfuz bir gerekliliktir ve bu hususta son derece gayretkeş olur uzmanlar. ve mesela muhasebeciler... zarardaki bir sistemin bütün hesaplarını, bütün cetvelleri, bütün çizelgeleri, grişçıkışları kuruşuna kadar incelerler, bütün açıkları farkederler, ve şirketin hesaplarına tam bir rontgen atarak nerde kaçak olduğunu fark ederler. gibi.

ihtisaslıklar böyledir. işte biz buna bayılırız. karşı konulmaz bir işbilir imajı vermek için bütün enerjimizi sarf ederiz. bununla üstünlük ilanından başka birşeyin peşinde değilizdir gerçekte. ama öyle böyle bir üstünlük değildir bu. hedef büyük olunca sarfedilen enerji de o biçim büyük oluyor.

kontrol, bizim, yani bendenizin kırık dökük ifadelerimle izaha çalıştığım biriki sahasında değil hayatın her alanında bütün bayatlığı ve kuruluğuyla var. tam kontrol, sonuca aşırı mertebede odaklanma, sözkonusu olabilecek bütün sonuçları ihtimal dahiline alma ve tahmin dışı bir sonuca yer ve mahal bırakmama, hayatı kısırlaştırdı. bu bilimde de böyle oldu, sanatta da siyasette de. çünkü artık anlaşıldı ki, bir sorunun bir tek cevabı yoktur. soruyu sorana göre değişir. soru kendisine sorulan kadar da farklı cevaplar olabilir. bu elbette sarsılmaz donelerden şüphe oyunları oynayarak yolunu kaybetmek anlamına gelmemeli. bizim kelimemiz, kelimeyi sarfeden kadar iyi niyetlerle 'okunursa' ne demek istediğimizi tam olarak anlatmak için habre paragraf açmak zorunda kalarak uzamayız dayıoğlu.

şimdi; 2 kere 2 yi kim soruyor? kim? ben bir şirket patronuysam böyle iptidai bir soruyla beni meşgul edenden şüphe ederim. 2 kere 2 anaokulunda, matematikte tabi ki 4 eder. ama geçmişinde kimseye yamuk yapmamış dürüst bir tüccarın defterinde 2kere2 şöyle bir 5-6 etmez mi? ömrü onabuna hainlikle geçmiş ve artık biliçaltında ilahi adaletin tecellisini bekleyen biri için 2kere2, 0'dır be ya. bir çiftçide 2kere2 nadas senesinden önce 3 sandıksa, nadastan sonra 5 sandıktır hal müstahsili amcam. bir öğrenci hazırlığını tutkuyla yapmış, ders başına oturacağı saati ipinen neyim çekmişse onun 2kere 2 si elbette itü'dir.

dünya küçük. kar hırsıyla hareket eden kapitaller duvara tosladı. müşteri kitlelerini ürünleri için raf olarak görenler, yolun sonuna geldiler. çünkü artık insanlar insan olarak muhatap alınmak istiyorlar ve hiç bir pazarlama numarası bu beklentiyi aşamıyor. evet, dev kapitallerin yöneticileri tabi ki kitlelerden daha zeki, fakat insanlar da hissediyorlar, ve artık aptal yerine konmaktan usandılar. yeni pazarlama trendi, ''sadece ürünü değil, eğlenceyi al'' idi. bu uğurda reklamlar için sarfedilen astronomik rakamlar göze görünmedi bile siyoların... fakat bu da bitecek.

ne istiyorlar? insanlar ne istiyorsa haydi söylesinler de onu yapalım? onu söylemeyeceğim. (heh heh) fakat kendimizde mi sorun var diyerek, 'yaşam koçlarına' bir uzmanlık hizmeti aldıklarına inanmak için korkunç paralar toslamak da, esasta hiçbir değişiklik olmadığı halde basit bir arayüz atmaktan başka bir işe yaramadığı görüldü. gelecek orda da değil çocuğum.

gelecek bu yıl 10bin araba satçam diye hedef koymakta da değil. tabi hedef koy, hedefsiz olmaz, aşarsan iyi, aşmaya çalışmak da iyi, ama gelecek kontrolde değil. onu demek istiyorum gelecek belirsizlikte. sonuçta değil, potansiyelin bizzat kendisinde. soruna hemen bizzat atılarak çözüm bulmaya çalışmakta değil, onun kendiliğinden çözülmesi için zaman vermekte. o sorunu çözecek gerçek bir uzmanın bir köşeden çıkıp gelmesini beklemekte. bir toplantının bütün maddelerini bütün detaylarını yazmakta değil, salmakta be yav. esas konuyu belirle ve çekil. manevi hedefi koy, esprini yap, ve izle. uzmanların parlayan gözlerini ve ortaya çıkan fikir infilakını gör. emir vererek uzmanları baymakta hüner yok, gelecek, emir vermeden iş bitirmekde. detaylı yapılacaklar listesinin ilanından daha itici ne olabilir. gelecek, hiçbir şey söylememiş olduğun halde yapılmış bir işin raporlarını masanda görmekte.

liderliğe kabiliyeti olanların gerçek ihtisası insanlardır. onlar insanları gayet iyi analiz ederler ve bir bakışta bizim cam şişe içindeki su mu çay mı ne ise işte gördüğümüz gibi görürler. onların işi sabırlı olmak ve daima işleri zamana yayarak, çözüm için gereken tavın oluşmasını beklemekdir. bu yukarıda sözü geçen kontrolün tam tersi bir yaklaşımdır. belirsizlik, kontrolün zıttıdır ve maneviyatla gayetle ilgili ve ilişkilidir. bu esasta sadece liderlikte lazım olan birşey olarak görülmemeli. siz de tecrübe etmişsinizdir; eğer herhangi bir şey için yeterinse zaman tanır ve panik durumuna çekilmezseniz, zamanla o şey in halli için gereken sebebler, heves, ya da doğru insanlar çıkagelir. doğru insan belki de hep yanınızdaydı meğerse onun o cihetine biz meydan vermiyormuşuz değil mi? hani her şeyi biz yapacağız ya. her şeyi biz biliriz ya.

sabırsız hallerim oldu. içimdeki ses herhangi bir şeyi söylememem ya da yapmamam gerektiğini bağırsa bile tersine gittiğim vakidir. başkası için doğru olan şeyler benim için doğru değil. en doğrusu için beklemeyi bilmedik. fırsatları zayetdik. bunu kendimi ve ilgili insanları tam olarak kontrol etmek takıntım yüzünden yaptım. yanlış yaptım. cenabı allahıma tamamen ve kamilen inandığım halde ona gereği şekilde tevekkül edemedim.

alihandro
21-10-2013, 15:31
şu tarz filmleri severim

http://3.bp.blogspot.com/-e66MQJbEI9M/UgoBN5OgtvI/AAAAAAAACts/qp-VRwrKpps/s1600/para.jpg

http://www.hurriyetkampus.com/uploaded/filelibs/images/buyuk-kumar.jpg

fragmanlar çok açık, filmi ancak detaylar için izleriz o da izlersek.

eskilerden bu tarz ve aslarımızdan şu var;

http://img29.imageshack.us/img29/873/largowinchtehlikelimira.jpg

yeri gelmişken(yav aliş gelmese ne olur, yaz yazasın varsa yav) aslar:

the bank cop (jason statham) gerçek hikayeden. aksilikler, tesadüfler şanslar, para derken ingiliz lağım çukurunu buluş... iyiydi.
deat raca (j.statham): felsefesi var arkadaş. böyle kendi içinde felsefesi oldu mu aksiyon sahneleri anlamlı oluyor.
tehlikeli miras 1: çok iyiydi. o gazla 2. çekildi ama her açıdan 1.yi taklit etmiş.
kırmızı başlıklı kız 1: animasyon. değme filmlere taş çıkartır.
züğürt ağa. türk sinemasında şener şen gibisi yok. muhsin beyi, arabeski bir dönemi kara mizahla en iyi anlatan filmler.
scarface:alpacino. mafya filmlerinin tartışılmazı diye tartışmaya mı gidelim entelentel.
carlitonun yolu:al pacino
drive
klifhengır
matrix 1
zindan adası(leonardo dikaprio)
inception
revolver (jason statham) anlaşılmaz bir filmdi.
danny the dog(jet lı): kendi içinde tutarlı senaryosu aksiyonu 15-30 yaş sınırı dışına sevdirebiliyor.
falan filan...

bakın bahem:

http://www.youtube.com/watch?v=biUes_eVLGA

alihandro
24-10-2013, 09:14
TASARIM

Biz de tasarımcıyız ayıptır söylemesi.

Tasarım karar vermek demektir bir yerde, bir nevi. Karar verilen şey insanların kaderi hakkında değildir ( ne fiyakalı laf oldu be) ama fiziksel eşya hakkında da olsa karar karardır. Tasarımda teorik olarak sınırsız sayıda formel şık, malzeme, renk ve doku alternatifi, ve tasarıma konu materyallerin kombinasyonu derken iş baya bi uçar. Halbuki alternatiflilik o kadar da sınırsız olmaz çünkü iş pratik sahaya inmeye başladıkça sınırlar belirginleşir. 3 ana renk ve 3 ara renk cart curt olayından adede gelmez renk türevi gibidir işin gerçeği. Fakat biz tasarımcılar, alternatifleri sonsuz gösterip ve hepsini süze süze şimdi sunumunu yaptığımız şeye gelmişiz havası atmaya bayılırız.

Tasarım olayında yetenek yatsınamaz (yatsınamaz!). ama yetenekle yürüyen tasarımcı oldukça azdır. İşler genellikle tecrübe, ve neyi nerden aşıracağını bilmekle ilgilidir.

Fakat bana göre, tasarımda tasarımdan daha önemli 1 konu var:

1 konu: tasarımdan daha önemli ne olabilir sorularını duyar gibiyim (öyle gibiyim) evet var ve o da işletmecilik kavramı. İşin tanımını doğru yapmak son derece önemli (son derece). Bir defa bir işe işin sahibinden yani işveren makamındaki zevattan (bu bazen patronun kendisi de olabülüü) daha çok ehemniyet atfedilmez. Daha çoğunu atfetmek, daha çok boşa giden emek, zaman, enerji ve sair karşılıksızlıktır. (karşılıksızlık!). kim para sorun değil diyorsa ve gerçekten seni buna inandırmışsa işte sana bir baş yapıt çıkarma fırsatı. Amma velakin para daima önemlidir ve şu fani dünyada parasal çıta, tasarımsal başarının da göstergesidir bir yerde,bir nevi. Para sorun değil diyen işveren sadece şovunu yapmaktadır. Oralar bir şekilde hallolur da esas eş dost hatırı ve hayır işleri baya bi çöreklenir. Her geleni büyüleme dürtüsüyle (dürtü) hareket edersen az zamanda şişersin ve ehem mühime karışmakla hemen vakit yetmiyor sızlanması başlar. Bir yerde bu ekilmiştir çünkü tasarımcı arkadaş vakitsizlikten şikayetleniyorsa halk kendisine teveccüh etmiştir. O, o demektir. Fakat bu da içte yatan bir yeteneksizlik anlamına gelebilir çünkü tasarımcı işi seriye bağlamıştır ve artık ‘avam’ çalışmak için bahanesi hazırdır.

Tasarımda işletmecilik tasarımdan daha önemlidir diyeceğim. Gıreatif arkadaşlar bunu itirafa asla yanaşmazlar, çünkü kendi işlerinden daha önemlisi olduğuna inanmak istemezler. Ama gelirsiniz, er ya da geç dediğime geleceksiniz. Ne dedik? Vaktini yönetmesini bilcen. İnsanları yönetmesini bilcen. Misal çoğu işveren konuya çok hakim görünür ama değildir. Tabi ki konuya kafa yormuştur, fakat ne çıkacağı konusunda pek bir fikri olmaz. İşveren takımındaki havada uçuşan kelime esintilerinden ibarettir olay. Elle tutulur bir şey pek olmaz. Bu onları tedirgin eder ve bir an önce bir şeyler görmek isterler. Masalarında haftalarca duran dosya size geldi mi hemen yarın! olur artık.

No panic no cry. İşverenin gazına hilesine gelirsen ağızdan söz çıkar ve söz ağızdan çıkar hoca! (devrik cümle). Büyüleme dürtüsünü bir kenara at. Bu işler etap etap olur. sen gaza gelip de katalog sunumuyla adamın önüne çıkarsan, 2 sorun mutlaka çıkar:

Sorun 1: mutlak surette revizyon olur. çünkü genellikle tasarımlar endüstriyel olmaz, lokal yani özel olur. ve sen o ‘özel’ durumları tam kavramadığın halde işe başladığın için revizyona uğramak şart olur, veya şart gibim bişey olur. halbuki etap etap gitseydin(öyle yapsaydın, bir dahakine öyle yap!) 1 saatlik bir görüşme, bir toplantı, ne bilim bir imeil trafiği sana günler kazandırabilir. Geri dönüş olmaz yağani.

Sorun 2: işveren bir şekilde tasarım sürecine dahil olmaması sıkıntı demektir, çünkü sürece dahil olmazsa sonucu beğenmeme refleksi göstermesi doğaldır. Halbuki iş biter ve senin benim esamem okunmaz, işveren ‘abi’ yapmıştır onu. Bu yüzden bu zevatın benimsemesi önemli ve benimsemesi için de sürece dahil edilmesi gereklidir.

Eveeet. Ve sonunda oralar tamam oldu, bilgisayarı açtık. Du bakam feysde ne yazmışlar, köşe kapmacada kaçı saymışlar! Haydaaa! Yoksa… yoksa sen de mi benim gibi son dakkaya atıp da kriz durumunda harikalar çıkaracağına ve çıkaramadığında da (ki çıkmaz o) ‘yav vakit olsaydı’ bahanesini gömüyosun? Yoksa sana da çektiren mi var arkadaş? Geç bu işleri. Tasarım işi ciddi iştir. Gönül işidir bir defa sen istemezsen nasıl büyüleyici (yav çok oldu: etkileyici) bişey yumurtlayacan? Amma velakin löbbedenek de bişey çıkmaz. İş ekranla aşk yaşamakta da değil. gereken alt yapıyı kafaya kaydederim. Sonra yemekte, yolda düşünürüm, dalar giderim bazen. Sonra an olur ki, gelir. Bilgisayarın başında sadece dökerim. Evet öyle yapıyorum çoğunlukla.

Yetenek önemli, önemsiz değil. bir yetenek zaten akarsu gibidir, akacağı yolu bilir. Fakat usül bilmeyen de vusül bulamaz o da bir gerçek. Tasarımın konusuna göre teknik icat olunacak değil tabi, genellikle ‘iyi ve yeterli’ tasarımcılar zaten bir çalışma refleksini oluşturmuşlardır. Fakat efendim bendenizin tecrübelerime göre tasarım cümlesinden sayılan yani bilinen çok şey mantıksal çıkarımlarla elde etmek mümkün. Bu şu demektir: eğer tasarım konusu tamamen sanatsal bir üretim değil ve bir şekilde pratik hayata matuf bir şeyse, fonksiyonellik van nambır först neyim olur. olmalıdır daha doğrusu. Misal bir üst geçit tasarlıycan. Üst geçit dediğin şey üst geçittir bir defa boba, oturma odası veya kafeterya değildir. İnsanlar üst geçitten geçerler giderler. Şimdi 30 adımlık şeyi sen 60 adımda çözersen, o köprüden geçen bütün nas ile hısım olursun. Önce işlevsellik diyelim. Haaa, tabi şovtaym işler olur olmaz değil. şovrumlar olur mesela. Reklamlar olur. yeni bir albümün olur. o zaman salla sallayabildiğin kadar.

Mantıksal zeminde aparatif uçuşlar süreci çok hızlandırır. Yani bir fırça darbesinin neden olduğunu açıklayabilmek çok önemli olabiliyor kardaşım. Çünkü sen onun neden olduğunu açıklayabiliyorsan, tasarımı okumayı bile bilmeyen, bilemeyen çok insanı da ikna edebilirsin demektir bu. Bir de tabi ki bir kere daha zamandan tasarruf: çünkü genellikle işverenler her türlü alternatifi görmek isterler, ama kurnaz olduklarından bunu açıkça dile getirmezler. İşte bir tasarımcı için en zor an: bir şeyin neden olmayacağını görmek ve göstermek için tasarlamak!

Bir de arak olayı var. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Ben burada ne bir kimseye hesap soruyorum ne de bir şeyden dolayı hesap veririm. Cümle kurmasını biliyor diye her şeye bir laf takmayı da üst perdeden mimarlık saymam. Senin zaha hadid dediğin lahana yüzlü kadın ortadoğu asıllı ve dünya çapındaki arap baharının entelektüel iş çevrelerinde olması gereken neon bir isim olarak abartıldığı ve magazinleştirildiği aklına geldi mi hiç? Geldi mi? kim var bu dehşetli iradenin arkasında? kimin oyununda piyonsunuz bi bakın önce. Karnınız doyuyor diye laf çemkirmeyi bir hak ve olmayan hakkı bir halt sanmayın. Hiç bir şey yapmayan hata da yapmaz. Nolucak sonra. Kendisinde hata olmayınca istediği yere kusma hakkı mı doğuyor? Bu ne biçim egoist bir çıkarım yav? Bişeyden anlamazık değil. Bizde de var kelime ya; çıkarmadığımız eblehliğimize sayılmasın.

Şimcik diyelim ben bir reklam filmi çekeceğim. Reklam filmi kavramını ben niye yeniden keşfetmek zorundayım? Kimin malı bu kavram? Senin mi? yoo. Evrensel bir kavramı yeniden keşfetmek benim işim değil, ona akademisyenler baksın. Bakarlarsa tabi, karışmam. Ama ben reklam filmi çekerim arkadaşım ve evet senin korkulu rüyan: para prestij ve kariyer gelebilir. Ha dur duuur. Sorun bu değil mi.

Müdür, alem standardizasyona bağlamış. Ne olacağıdı? Üretimin bu kadar yoğun olduğu, olması gerektiği yerde işler nasılsa birbirine benzemeye başlayacak tabi ki. Ne olsun? nüfus mu artmasın? 3. dünya savaşı mı çıksın? Serbest piyasa dinamikleriyle boğuşmayı .ötü yemeyip ve odacılıkla tuzunu kuru zanneden yalakalar için millete laf atmak ne kolay yav. Ama çok ayıp.

Tabi ki telif teliftir. Telif hakkı insani bir haktır, evrenseldir. Kopi paste ne yapılamaz? kabul.. evet,.. kabul edilemez. Fakat tasarım eğitimi alan bir öğrenciden hiçbir şeyden ve yerden zinhar esinlenmeden kendi halinde gıreatif olmasını beklemek nasıl olabilir? o elbette bakacak. Mevcutu bir anlayacak, inceleyecek. Halihazırdaki kültürü bir bilecek. Belki esinlenecek, tesir altında kalacak, ama iptidailer ancak böylece kendi tarzlarını oluşturabilirler. Aksi halde büyük ustalardan, duayenlerden beklenen orjinallik ve özgünlük bu biçarelerden beklenir ve buna hapsedilirse, öğrenci ne yapacağını şaşırır. Çok sıkıntılanır ve tasarım kavramından soğur. (-Alihandro abi, bizim için çok endişelenme biz işimizi götürüyoz bi şekilde zaten…. –len bi susun zibidiler!)

Sonracığıma bilginin akışkanlığı, yaygınkaşlığı ortada. Sektörel gelişim için paylaşım ve bilginin; materyalin genele kültürel yığıntılanışı önemlidir. Veya haydi önemsiz olsun. iyi de ben mi yayınladım o ürünü. Hayır yani gözümüzü de mi kaldırmayah? Tasarımcı, daima öğrenir arkadaşım. daima arar. Bu arayışta, lazım gelen materyal elbette sadece kendi ürettiği ile sınırlı olmak zorunda değildir. Bununla beraber, orijinal bir ürün için elbette kendisini zorlamak hem bir yeteneğin hem de iş etiğinin icabıdır.

Orası öyle. Geçelim. Bir de üretimden sıkılış yani tıkanma durumları olabiliyor. En başta değindiğimiz profesyol yönetim tarzı, tıkanıklığı açar, daha doğrusu aşar. Çünkü her tasarım konusu kendi çerçevesi ve özeli içinde ele alınırsa, gereksiz enerji sarfedilmez ve yorulma olmaz. Ama gel de yap! ‘Olağanüstü bi yetenek’ imajı vermek için ortaya çıkan gayet agresif ürünler kısa bir süre sonra yolun sonunu getirir. İşletmeciler için bu yeni bir eleman arayışı anlamına gelir. Tasarımcının bizzat kendisi için iş daha zordur. Kaçış için idari pozisyonlara çekilmeler, vs. görülebilir.

alihandro
26-10-2013, 14:27
bu filmi nasıl unutmuşuz ya

http://n1310.hizliresim.com/1g/v/tyb5l.jpg

alihandro
11-11-2013, 16:48
KOMPLO TEORİLERİ=blogsuz asla

...
yönetim sinema topiğini kaldırmış. gitti o kadar mesajım.
...
1000 mesaj atmadan blog yapamıyomuşuz.
...
blogsuz yaşıyamam.
...
kedimi akıntıya karşı yüzüyormuş da akıntı da donumu götürmüş gibi hissediyorum.
...

i-ked
11-11-2013, 20:47
Sn Alihandro,

Sinema topiğine bir omuz at :)

alihandro
12-11-2013, 11:10
Sn Alihandro,

Sinema topiğine bir omuz at :)

sevgili mod'um estağfurullah. bizimki çorbaya bi tuzdur ancak. hayırlısı herşeyin.

..............
KRALLARIN HALLERİ-1

Nam-ı diğer; boğa burcu. :)

Bir defa (bir defa diyen başlayan cümle kurma)…
tamam.

E Giriş o halde:
Hop:
onlarla istediğiniz şekilde patadanak görüşemezsiniz. Çapı ne olursa olsun, küçük de olsa bir protokolü aşmak, yapmak zorundasınızdır. Randevusuz, referanssız zor. içeri girinceye kadar da baya bi beklersiniz, çünkü o hiç yalnız olmaz. İçeri girdikten sonra bile hala etrafında birkaç kişi ile görüşüyordur. Sizi fark etmediğini sanmayın. nereye oturmanız gerektiğini yardımcısı size gösterir. Kim olduğunuz sessizce ona söylenir. Artık korkmayın. Çünkü bu görüşme sizin tam istediğiniz o fırsat olabilir.

Boğa burcundan bahsediyoruz ya, boğalar lider olarak doğan burçlardır. Tam burada işi birazcık açmak ve klasik astrolojinin akıllara zarar basitliğini derinleştirmek gerekir:

Lider olmak, hayatın içinde farklı tezahürleri vardır. Gerçekten bir kral daha doğrusu prens olarak doğmak var. O zaman yükselen fark etmez. Fakat 2. yani boğa evinde çok esaslı gezegen doluşması ve gezegenlerin ‘yükselen’ değer arzetmesi önemli hale gelir. 2. evde gezegen doluştuğu halde yükselen arzetmezse, o zaman ‘kadersiz’ krallarla karşılaşırız. Son emevi halifesi ‘mervan’ gibi ki, fevkalade gayretli, inanılmayacak kadar çalışkan olmasına rağmen emevi hanedanının yıldızı tersine dönmüş olduğundan gayretleri hep boşa gitti, bir eski değirmende tutulup öldürüldü, ve boşa giden gayretlerinden, talihsizliğinden dolayı ‘mervan’ül hımar’ lakabı ile anıldı.

Bir de 2. evde ay olursa yine yükselen fark etmeksizin mutlak surette liderlik durumlarına çekilmeler görülür, bunlar üst düzey yöneticilerdir. Çünkü ay hangi eve dengelirse gelsin boğada yükselir, ve ondan da önemli olarak hangi burca denkgelirse gelsin 2. evde ise bu bir A plus yöneticilik kabiliyeti ve dolayısıyla pozisyonu demektir. Hem bunlar bence 1. gruptakilerden daha üstündürler zira, genellikle krallıklarını kendileri kurarlar.

Ve nihayet: boğa yükselen:

Evet her 12den biri boğadır, ama biz işe negatif yönden değil de diğer yönden hani o duymak istediğimiz, kulağa hoş gelen yönden bakalım olaya. Öyle bakalım. Negatife yeri gelince değiniriz.

Nasıl tanırsınız:
Tanıyamazsınız. Çünkü boğalar yönetici olarak doğarlar ve en iyi yönettikleri bir husus da diğerleri yanında bizzat kendi algılarıdır. Yani siz onu o istemedikten sonra tanıyamayacaksınız. Ama sizin de bir avantajınız var değil mi? siz alihandro’yu tanıyorsunuz. :D

Bir mecliste, salonda dikatle bakın. O en aydınlık yerde durmaz. En loş yerde de durmaz. Ortada, ortaya yakın yerdedir ve genellikle yalnız değildir. Sağında solunda insanlar vardır ama önü boştur. O ara ara salona bir bakış atar. hal ve tavırları ağırca ve konuşmaları yavaş olabilir. duyguları tipinden en anlaşılamayan burç boğadır. Zannedilenin aksine kısa boylu tıknaz filan da değildir. Bilakis ters yıldız etkisi olmazsa uzun boylu olurlar, kollar ve bacaklar, bilekler ve parmaklar uzuncadır. Eli açıkça durur, el ayası geniştir. Onun omuzları da geniş olabilir, fakat bu genişlik ensenin ‘dolu’ olmamasından dolayıdır. Bir kalkan düşünün. Boğada kalkanın dış yüzü göğüs kısmıdır, geniş göğüslü ve gümüş gibi parlak, uzun boyunları vardır. Boğa yükselenlerin oldukça atletik ve güçlü vücut yapıları olabilir. fakat onlar ağırlık kaldıramazlar ve yük taşıyamazlar. Hatta yanlarında çanta taşımaktan hiç hoşlanmazlar. Kemik çıkmalar da sıkça görülebilir. Onun yüz azaları da açık ve birbirine mütenasiptir. Kaşlar kesinlikle çatık değildir, birbirinden aralıklı olur. boğalar kaşlarını kaldırarak bakmayı adet edinirler. Saçlar biraz kendi halinde ve ortadan ikiye ayrılmış olabilir. Çünkü onlar zülkarneyn aleyhisselamın mesleği üzeredirler. Zülkarneyn aleyhisselam bütün arza hakim olmuştu ve şark ve garba hakim olduğunun nişanesi olarak 2 boynuzlu sarık takardı. Garneyn 2 boynuz dmektir.

Boğa çocuk: sakin çocuk kuşağındandır. Tepkileri anlaşılamaz. Dersleri orta veya üzeridir. Onun işi insanlar olduğundan teknikıl konuları küçük görür. Zamanla da istediğini elde eder. yaşı büyüdükçe, aile içinde kontrolü ele almaya çalışacaktır. Zeki anne babalar durumu anlarlar ve boğa çocuklarıyla sorun yaşamaya başlarlar. Bu çocukları yetiştirmek göründüğünden daha zordur. O idare etmek istek ve kabiliyetindedir, ve kendisine herhangi bir konuda kararı sorulmazsa günlerce somurtabilir. O insanları, komşuları ve akrabaları gerçek yüzleriyle görür, onların tavır ve konuşmalarının arka planına nüfuz edebilir. Yani aslında boğa çocuğunuzun lafına bakarsanız, hayat yorucu olmaktan çıkabilir. Fakat annebabalar genellikle çocuklarını ‘küçük’ gördüklerinden, boğa çocuk bir kere daha evde gereksiz enerji sarfetmeyecek ve lider olabileceği yerlere açılmak isteyecektir. O sınıf başkanı, klüp başkanı, izci başkanı(izci mi var be!) cart curt olmaya bayılır. Eğer öyle olmasa bile, boğalar oldukları grup içerisinde ‘doğal lider’dirler.

Boğa çocuklar sancılı ergenlik döneminden sonra aklı ciddi şekilde başına gelir ve daha siyasi davranma refleksi geliştirir. Zaten er ya da geç, siyasete karışacak ve/veya idari bir pozisyona çekilecektir. Annebabalar artık ister istemez çocuklarıyla gurur duyarlar, çünkü o şehirde belediye başkanı, kaymakam, milli eğitim müdürü, imar müdürü ve sair bir konuma yükselmiş, ve insanlar ona teveccüh etmektedir. Dolayısıyla bu çocuklar küçümsenmeye gelmezler. Siz de onu küçümsemeye kalkmayın. Eğer yeterince akıllı, karakterli olursanız zaten onunla şu ‘görünmeyen’ ‘kim patron’ mücadelesi içine girmenize bile gerek kalmaz, çünkü o size lazım gelen saygıyı ve sevgiyi gösterecektir. Ama önce siz ona gerçekte istediği şeyi; ‘sevgiyi’ bolca verin. O, sevginin ne demek olduğunu bilir. Hayatın ‘sevgi’ etrafında döndüğünü de. Bunu hiçbir zaman konuşmaz. Ama o sevgi gördüğü yere sırtını dönmez. Çünkü o , inşa edeceği krallığın sağlam ve devamlı olması için lazım gelen harcın sevgi olduğunu bilecek kadar zekidir.

Boğa kadın: ahha! Eğer bu kız ‘o’ kızsa önce bir prensesle nasıl konuşulacağını bilmek lazım ve bunun için de ‘bir prensesle nasıl konuşulur?’ kitabını okumak… evet. o bir prensestir. Hiçbir zaman farkına varmasa bile bu budur, onda bir hanımefendilik ve siyaset hemen göze çarpar. O bir çingene bile olsa evet rolüne kendini o kadar kaptırır ki, rolü, o ve o, rolü olur.

Hemen bodoslama dalmayın. Ve unutmayın: o pi sayısının ne olduğunu bilmeyebilir. hatta yaşadığı şehri haritada gösteremeyebilir. Fakat o, 1 km öteden bile sizi gördü mü ne için geldiğinizi bilecektir. Üzerinizdeki kıyafetten karakterinizi o kadar iyi tahlil eder ki apışıp kalırsınız. Ettiğiniz tek kelimeden de atar rontgenini. Çünkü onun 4. evinde arslan burcu vardır ve ‘incelemek’ ona bir musıki gibi gelir.

Boğa kadınlar, standartları olan, ne istediğini bilen kadınlardır. Oldukça politiktirler, hanımağa rolünü hemencecik kaparlar. Hatta çalışıyorsa çok iyi birer ‘bayan otorite’ olabilirler. Yani o erkeğinin kararını sorgulamayacak bir kadın değildir. O sevmeye çok ihtiyaç duyar ama en çok da sevilmeye. Gerçekte onun bütün nazı, bütün o ‘sana kimin ihtiyacı var ki’ oyunu, daha çok ilgi ve daha çok sevgi görmek içindir. Bu kadınların karşılıksız sevgileri yürekleri dağlayan trajik durumlar ortaya çıkarabilir. Şükür ki onlar aynı zamanda sır küpüdürler ve duygularını belli etmezler. Ne kadar acı çektiğini sadece annesi bilebilir. O da bilirse…

Boğa kadınların kaprisleri bazen bayıcı olabilir. Bunlar gerçekten biraz melankolik tiplerdir. Ama sizi seviyorsa, bunu biliyorsanız, gerisi teferruattır. Bırakın ilgi çekme oyunlarını oynasın. Kaprislerini yapsın. Hepsi de sizin hayatınızda daha çok yer tutmak içindir. Ayrıca dikakt ederseniz insanlar konusunda o hiç yanılmaz. Çocuklarına karşı da biraz sert olabilir, onlardan beklentisi oldukça yüksektir çünkü. Bir de ona annebabasının yanında gördüğü yaşam standartının hiç olmazsa aynısını veremeyecekseniz, bu kızdan uzak durun. Çünkü o zenginliğin ne demek olduğunu bilir. Bir kraliçenin zengin olması gerektiğini de. Evet o bir kraliçedir ve siz de onun kralısınız. Yeterince güçlü ve iyi bir karakteriniz varsa o hiçbir zaman itiraf etmese bile size aşık olur. işte o zaman eviniz anadolunun ücra bir köyünde 2 göz bir ev bile olsa haşmetli bir hareminiz varmışçasına mutlu olursunuz.

alihandro
12-11-2013, 11:16
KRALLARIN HALLERİ-2


Boğa erkek, iş ve liderlik: herhangi bir alan ki orada liderlik sözkonusu ise artık yükselene ve güneş burcuna bakılmaksızın 2. evde baskın yıldız tesirleri olduğuna hamledilir. Onlar başkandırlar, beydirler, efendidirler, patrondurlar, ağadırlar. Onlar esas adamdırlar. Onların ihtisası bizzat insandır, idare ve yöneticiliğe doğuştan kabiliyetlidirler. Liderliği yavaş yavaş ama çok kaçınılmaz olarak ele alırlar. Karakterleri oldukça derinlikli ve çok renklidir, çünkü karakterlerinin derinliği ve renkliliği nisbetinde çok insan onda kendinden bişey bulur. Gerçek liderliğin doğası budur.

Yükselen boğa burcu ise, ay 1. evde, yahut 1. evin lordu 2. de ise, veeyaa 2. evde yığılma varsa, tipik boğa karakteristiği görülür. Bunlar, duygularını asla belli etmezler, maskesiz dışarı çıkmazlar. Çok heyecanlanırlar, çok ilgilenirler ama oralı değilmiş gibi davranabilirler. O, savunmasız bir kedi yavrusu gibi bir pozla size bakabilir. Hiçbir şeyden anlamayan ve kaderi, sizin o dehşetli uzmanlığınıza bağlı bir kızcağız gibi de durabilir. Yahut, sizin ihtisasınızla ilgili olarak öyle bir değerlendirme yapar ki kulaklarınıza inanamazsınız. Her ne ise, o nabza göre şerbet vermiştir, ve yanından ayrıldıktan sonra, onun ne kadar özel bir insan olduğunu düşünürsünüz. Artık diğer bütün işler sizin için 2. plandadır. Bir tek görüşmede o sizin hayatınızın merkezini kapar. Veya kapacaktır. Bunun çok hızlı olması sizin gururunuza dokunacaksa o bunu hisseder ve birazcık ağırdan almış da olabilir.

Liderlerin işi sabır ve sukunettir, temkin ve vakardır. (gerçek liderlikten bahsediyoruz; artislikten değil. bazı okuyucuların bu kelimelerden bişeyler sıyırmaya çalıştığını hissediyorum yurdum sözkonusu olunca yav. İyi de sabır ve sukunet diyorum be temkin ve vakar diyorum. Ora bura zırlama gayreti içerisinde olmak mı diyoruz?) o heyecanlı yeni yetmelerin cömert laf atmalarından tacizlere varan kıskanç çemkirmelere kadar çok şeylere tahammül eder. Gerçek liderler kendisine gelen şikayetleri dinlerler fakat anında davranmaları enderdir. Onların işi, işleri zamana yayarak en doğru çözümün tavını ve insanların tam bir çözüm için hazır olmalarını beklemektir. Boğa liderler biraz manevi bir keyfiyetleri vardır, çünkü onlar bütün sair insanlarda olan nimetlerden başka bir de onlara beylik isabet etmiş olmakla ayrıcalıklıdırlar. Dolayısı ile onlar göz önündedirler ve simgesel bir tarafları vardır. Onlar için dürüstlük ve etik kurallara riayet diğer bütün burçlardan daha önemlidir. Onlar yalan söylerler yahut bir şekilde hainlik ve kahpelik ederlerse bundan yakalarını kurtaramazlar, er ya da geç bedelini öderler. Kayıpları da zannedilenden fazla olur.

Boğa liderlerde esas olan işlerin devam ve istimrar üzerine olmasıdır. Onlar krallıklarını yavaş yavaş, belki bir ömürde inşa ederler. Kriz durumlarına çekilmek, acele ve telaş etmek, olağanüstü haller onlara göre değildir. Onlar için bir işin nasıl yapılacağından çok ne için yapılacağı önemlidir. İşlerin yapılışı uzmanlara aittir. Mesela bir şey kurulacak diyelim. Teknik elemanlar ve uzmanlar bir an önce işe koyulmak ve ihtisaslıklarını sergilemek isterler. Fakat boğa lider, acele etmez. Ne için zaman geçmesi gerektiğini de konuşmaz, çünkü onu anlayan olmaz. Halbuki o, kuruluşun sebebini herkesin anlamasını ve buna hazır olmasını, ve/veya yeterli finansal desteğin çıkıp gelmesini beklemektedir.

Bilge liderler her şeyi herkesle konuşmazlar. Çoğu zaman konuşmaları yuvarlak ve genellemelerden ibarettir. Öyle ki isteyen istediğini anlar. Sonra o, bir karar verdikten sonra bunun sebebini şerh ve izah da etmez. Çünkü kararın sebebini açmaya gitmek; zımnen, karşı argümanı davet etmek demektir. Halbuki liderlikte istenen en son şey, bir tartışma çıkmasıdır. Çünkü, bir defa liderin kararının tartışılması yapılacak işi otomatik olarak tehir eder. 2.si, tartışma ortamı, verilen kararın şahsında liderin bizzat kendisinin de tartışılması ve yetersizliğini çağrıştırır. 3. olarak, gerçek liderler, evet belki herkesle her şeyi konuşmazlar ama onların çok esaslı bir yönetim kurulları vardır. Bu kurmaylar grubu, gerçek uzmanlardan oluşur ve boğa lider bu uzmanlarla defalarca toplantılar yapmış, tartışmış, arge ve fizibilite çalışmaları yaptırmış, raporlar hazırlatmış, ve oylamalardan sonra kararını vermiştir. Şimdi sair üyelerin konu hakkında o kadar bilgili olması ve kafa yorması mümkün değildir. Fakat karar vermek şerefli bir şey olduğundan insanlar genellikle yetersizlikleirne bakmadan sürece dahil olmak ve o şereften pay kapmak isterler. Nerde duracağını bilen insan çok çok azdır. Onun içindir ki liderler kararlarını uzun uzun izaha gitmezler ve gidemezler. Fakat belki bu da ayrıca bir tepeden inmeymiş görüntüsü vererek tartışmaya sebeb olabileceğinden çok gelişmiş bazı liderlik kuramları, herhangi bir kararı çok daha basit ve anlaşılır bir sebebe bağlayabilir. Bu sefer evt bir tartışma ortamı doğar fakat tartışma üyeler arasında kalır ve sonuç da bellidir. Mesela ‘pencereyi kapatınız’ demek, pencerenin kapalı olması gerektiği içindir ama neden? Herkesde akıl fışkırdığından insanlar derhal sorgulama eğilimine girerler. Akıllı yönetici ‘soğuk oldu’ diyerek işi basitleştirir, anlaşılır kılar. Gerçek sebeb ise içerde konuşılanın dışarıdan duyulmamasıdır. Halbuki bu söylenseydi, hemen anında ‘kimden korkumuz var’ gibi saçma sapan bir tartışma kalpleri istila edecekti. Bilge yöneticiler, sadece işi değil, işin herkes tarafından kabul edilmesi sürecini de iyi yönetirler.

Zaten aklı başında bir lider tek başına bir karar vermekten oldukça sakınsa gerektir çünkü, bu sefer kararın uygulayıcıları makamındaki zevat işe yapışmamak ihtimali çıkar. Sonra liderler için açık bir tehlike de tek adamlıktır. Buna geleceğiz.

Ve evet, geldik:
Liderlik tatlı nesnedir. Nefislerin oldukça tamahkar olduğu bir şeydir. Ve terbiye olmamış, Allahtan korkusu kuldan utanması olmayan için tamahkarlığın tavanı da yok. Gerçi ,esaslı bir liderlik pozisyonu kişisel çalışmalara ve fedakarlıklara bağlıdır ve kıymeti de bilinse gerektir. Zaten liderliğin doğası da budur ki, şirket yani ortaklık kabul etmez. Bunu anlarız. Fakat ipleri eline aldıktan sonra adaleti elden bırakarak yetki sahasını aşmak ayn-ı zulümdür. Sebeb, yetki ve tasarruf alanının büyüklüğü ile karakterin örtüşmemesi olabilir. bulunduğu makamı kaybetme korkusu ile daima güçlenme refleksi gösterilmesi, liderin içinde bulunduğu sistemin bizzat kendisinden daha önemliymiş profili ortaya çıkarır ki kabul edilmesi mümkün olamaz. Tam burada doğrusu nedir sorusu akla geliyor. Lider mi, sistem mi? Bu oldukça derinlikli bir sorudur. Kısaca bi elleyelim bakalım:

Sistemin ezici şekilde önemli ya da önde olduğu durumlar var ve oluyor. Avantajları da dezavantajları da var. En basit örneği en yakınımızdaki. Şahsen ben bir belediye başkanı olsam ne demeye beni devirme ihtimali olan halefime 2. dönemde tezahürleri görülecek olan 1. sınıf bir hizmet alt yapısı hazırlayayım? Tamam çalışalım kamu için ama ödülü başkasının budaması kulağa hiç hoş gelmiyor. O kadarla da kalmıyor, bu resmen adaletsizlik. Ben fedakarlık yapmak zorunda değilim ki. Bir terslik var. Bu 1. Sonra bugün kokakola mı büyük Amerika mı? google mi çin mi? Cevaplar şaşırtıcı. (Çok şaşırdım.) Olsun. Bir şey öyleyse öyledir. Hem bunu ben demiyorum ki. Dünyanın en güçlü adamı listesi yayınlıyor forbes. Çok uluslu şirketlerin hakim ortakları baraktan daha güçlü görünüyor. barak Amerika demek. Dünyanın en iyi korunan adamı. Ama en güçlüsü değil demek ki. Çünkü gidici. Çünkü amerikan derin sistemi daha önemli ve sistem bunu böyle yazmış. Elbette sistemin kendisi için muvakkat(bu, önemli bir kelime) sürücü liderler belirlemesinin de kabul edilir sebebleri var. Fakat işte tam burada bir noksanlık var gibime geliyor. Yanlış demem ortaam, diyemem ama noksan.

Bununla beraber bütün üye veya unsurlarını bir ideal etrafında birleştirici manevi bir sebeb ve itilime dayalı sistemlerde genellikle kurucu kırallar fevkalade gayretli, yüksek karakterli, çok yetenekli ve talihlidirler ve bu halleriyle değil kendi aşiretlerine, sair kavim ve kabilelere dahi hayret gelerek hepsi de tav’an boyun eğerler. Artık önü alınamayan çıkış zamanlarıdır, ve fetihler ancak kurucu kıralın ölümüyle hız keser. Emevi devleti kurucusu ve eshabı kiramdan Muaviye (r.a.) dan sultan Alparslan’a, Salahattin Eyyübi hazretlerinden Sultan Mahmut gaznevi’ye ve Cengiz han’a kadar halen örnek teşkil eden büyük kırallar bu cümledendir. Bunlar sistemin bizzat kurucusu olmakla doğal olarak sistemden daha yüce olarak algılanırlar. Sonra gelenler ise, o kadar yetenekli ve çalışkan olmadıklarından, kurucuların gölgesinde yaşarlar ve çalışmayı bırakıp zevk ve sefaya dalarlar. Pekala noksan olan nedir? Noksanlık, aşırı mertebe mücadeleye odaklı kalarak sistemleşmeye ve kurumsallaşmaya yeterince yoğunlaşamamak olabilir mi? olabilir. bundan Osmanlı hanedanı istisna tutulabilir. Çünkü ardı ardına dahi kırallar yetiştirecek bir sistem tarihin yaşayan başka bir devletinde görülmüş değildir. Veee çok tartışılan o konu: sistemi korumak için evladın katline bile cevaz, sultan 1. Ahmet han zamanına kadar devam etti. Ben buna yanlış da demem, doğruda demem. Her şeyi etiketleyiverip geçmek için bu 2 kelimeden fazlasını biliyorum çünkü. Ne gibi? balığı incelerken, suyun içinden çıkarmaya kalkışmamak lazım gibi. Değilse ne olur? Balık ölür hodam!

Yukarıdaki son paragrafa sadece tarihi bir materyal olarak bakmamalı. Kurucu kırallık günümüzde kurucu patronluktur ve artık iş imparatorlukları zamanı. Ve aynı hatalar: piyasada tutunmaya aşırı odaklı kalarak kurumsallaşmayı ihmal eden şirketlerin hazin sonu: kurucu babadan sonra pörsüyüş. Kurumsallaşmayı yani sistemleşmeyi başaranların ise devam eden nesillerde büyümeyi aynı heyecanla devam ettirdikleri görülüyor ve buna sebeb de izlediğim ve anladığım kadarı ile, başarıya, servet ve şöhrete aç ve çok yetenekli vezirler tutmak. Yani siyolar. Aslında iyi çözüm: mülkiyet ailede, tasarruf, hesap veren bir uzmanda. Risk, uzmanın şirketi tamamen ele geçirmesi. Çözüm: ailenin ya da ortakların şirketin pratik yönetiminden tamamen el çekmeyerek, kontrol edebilecek kadar uzmanlaşması, ve esas sürücü yöneticiyi zaman zaman değiştirerek esas ortakların kuyularını kazmaya meydan vermemesi. (Paris, kızım kendine gel.)

Çalışan kontrol ve denetim mekanizmaları, esas sürücünün tembelleşmesini yahut gemiyi yanlış yöne götürmesini engeller dedik ya; işbu kontrol ve denetim uygulamaları %100 felçli ve hantal durumdaki türk belediyecilik ve bürokratik sistemi için de çok gerekli gibi görünüyor. sorun içinde sorun: iyi de neyi denetleyeceksin? Nerde istanbulun 50 yıllık 100 yıllık nüfus, şehircilik, belediyecilik, imar, eğitim, su, alt yapı, trafik cart curt planları? Misal 2030 da istanbulun nüfusu böyle giderse kaç olacak? Kaç olmalı? Neden? O olması gereken için ekonomik, sosyolojik, eğitim, şehirleşme vs. alt/üst yapısı için planlar, tedbirler neler? Nerede uzmanlar, ne kadar güvenilir, ne derece yeterli? Film afişi gibi poster asmak vatandaşı salak yerine koymak değil de nedir? Ve buna dahi minnet eden ve böyle muhatap olunmayı matah sanan vatandaşlar var biliyor musunuz? Yetiştirdiler ama. Böyle aptal yerine konmayı canına minnet bilen bir güruh yetiştirdiler 10 yılda her yaştan! İşte önümüz seçim ve bir önceki gibi şehirlerimiz kaderine teslim. Sorsan belediyeciliğin allahıyıg! Bütün başkan adayları kendi kendilerine sorunlar tarifliyor ve sonra da onu çözeceğini vaad ediyor. Diğeri ya da önceki ise o sorunu tanımıyor bile. Ne güzel ülke! Başkanlığı, ait olduğun kutsal parti sistemi adına al da ( kuranı kerimde geçiyomuş, ahir zamanda gelecek parti diye) istersen her durağın yerini bile vatandaşa soracağız diye, dünya tarihinin görülmüş ve görülebilecek en azametli boşboğazlığını yap. Kimin umurunda. Saldım çayıra mevlam kayıra. Çalışan çalışır, çalışmayan çalışmaz. Yiyen yer yemeyen yemez. Nerde hesap sorucu? Neye göre ölçercez? Kim bu sorulara muhatap yav? Var mı? haa taam taam, bütün soruların cevabı tekdir: biz belediyeciliğin allahıyıg!

Öfff…

Bir de en büyük sistem olan devletin içinde ticaret ve iş imparatorluklarının, devletin bizzat kendisi ile olan nisbetleri sözkonusu. Yukarda geçen muhabbet: gugıl mi, Amerika mı? devlet ticaret yapmalı mı? yoksa daha az iş ve daha çok vergi için küçülmeli ve mülkiyet hakkı ecli için boğa patronların devleşmesine izin mi vermeli? yoksa bürokrat boğaların patron boğalara en büyük kim olduğunu ara ara göstermeli mi? bunu yapamazlar. Böyle bir sistemin çalıştığı görülmüş şey değildir. Fakat tersi çokca vakidir. Yani patronlar, bürokratları gerek kişisel gerekse kurdukları lobilerle rokratır durur. Para konuşur hacı! Yani kırallığını sisteme borçlu olan değil de bizzat kendi kurmuş olan oyunu kazanır. İyi de herkesin yani patronların, bürokratların, sistemin bizzat kendisinin ve sade vatandaşın kazanacağı, herkesin en yüksek hayrına olacak bir sistem ütopya mı?

Evet, boğa burcu vesilesiyle yaptığımız kısa ‘yöneticilik cimnastiğinden’(!) sonra tekrar sadede gelelim:
boğa negatif:
boğa ile:
yıldızlar 2. evde:
bir kıral: sultan 2. Abdülhamit han:
başlıklar halinde geçiyorum uzatmiyim diye. :D

yazımızdan sonra artık boğa burcundan olanların başı göğe ermiştir. Öyle sanılmasın. O kadar basit değil. sadece burç isimleri ile tahlil çok yüzeyseldir, hep söylüyoruz. Güneş boğada ve yükselen akrep ise o zaman güneş 7. evdedir ve büyük olumsuzluk ve şanssızlıktır. Şimdi ne yapacan bakam. Nalet olsun doğduğum güne ha? Yaa ya. İş kişisel haritada ve yükselene göre yıldızların evlerde konuşlanışında. Herhangi bir burçta doğup da, hayatının anahtarı bambaşka bir burcun kaderinde olan niceler var. Misal; Abbasi halifelerinden, Mu’tasım ibni harunu’r-Reşid: hicri 178 de doğdu, 218 de halife yani emir oldu, 227 senesi rebiulevvelin 18 inde vefat etti. 48 yıl yaşadı. Kırallığı 8 sene, 8 ay ve 8 gün sürdü. Rasülullah aleyhisselamın amcası Abbas (r.a.)ın 8. batından torunudur. Babası Harun reşid’in 8. oğludur. Abbasi kırallarının 8.sidir. 8 erkek ve 8 kız evladı kaldı. 8 memleket fethetti ve 8 hasmını yendi. Burcu akrep idi ki 8. burçtur. Tam bir akrep kıral.

alihandro
14-11-2013, 11:33
FARK VAR

Bizim bestemiz er olan ile sabî olanı ayırt eder.:rolleyes:


http://www.youtube.com/watch?v=LvifyY3a1OI

alihandro
18-11-2013, 11:10
http://kinobanda.net/uploads/1256667796_6.jpg

İNTERVİEW WİTH THE VAMPİRE =vampirle görüşmek
-…
-…
-nihat yıldız?
-…efendim.
-28 yaşında, denizli doğumlu, bekar,… yeterlilik sınavı 98.. çok iyi..
-…
-istanbul üniversitesi iktisat mezunu. Döneminde bölüm 2.si. Boğaziçi’inde, gayrimenkul değerleme ve keşifde şehircilik ve mimarlık faktörlerinin zamansal analizi konulu master. İngilizce ve almanca. Çok iyi derecede ofis ve muhasebe programları… Değişik dergilerde makaleler… 1 sene denizli belde belediyesinde hesap işleri, 2 sene kaymakamlık köy hizmetlerinde sözleşmeli personel. Halen ordamısın?
-evet efendim…
-bana efendim demene gerek yok, arkadaş. Değil mi arkadaşlar… :he::he: bizbizeyiz burda… baban istanbuldamı?
-hayır efendim, … denizlide..
-çalışıyor mu? Burda inşaatçı olduğu yazıyor…
-demir işçisiydi efendim. Sonra birkaç binanın müteahhitliğini yaptı…
-müteahhit mi? mütayit de yav… biz de müteahhit deyince, acaba o hangi meslek diye şeyediyoruz değil mi arkadaşlar…
:he::he::he:
-...
-sonra?
-ortakçılık yaptı… ortaklar babama karşı dürüst olmadılar… kötü gitti…
-hımm, battı yani. e tatlı ekmeğine ne diye ortak alıyor baban? Neydi adı… hah, kerim yıldız… Şimdi ne yapıyor?
-herşeyini satıp borçlarını kapattı efendim. Köyde ekimdikim işi yapıyor… olursa yine ufak tefek ustalık yapar…
-…3 kardeşsiniz öyle mi? efendim değil, nuri benim adım…
-evet.. nuri bey.
-sordurma oğlum her şeyi, anlat işte?
-küçük erkek kardeşim üniversitede okuyor. Burda istanbulda… Ortanca kardeşim kız…evlendi…
-sana dönelim… 28 yaşındasın ama, sadece 3 senelik iş geçmişin var?
-iş bulamadım nuri bey…
-ama sonunda bulmuşsun… belediyeden neden ayrıldın?
-kaymakam bey, bana kişisel olarak daha fazlasını taahhüt etmişti… çalışırsan, verimli olursan hep yanındayım, niye bırakalım seni dedi. Bu da bana güven verdi, daha iyi olacağını düşündüm..
-iyi de senin için daha iyi bir yerin olmayacağından biz nasıl emin olacaz?
-… nuri bey özel ve kurumsal sektör benim idealimdir.
-bak sen…
-…
-okuldayken nerde kalıyordun?
-evde kalıyordum…
-ne evi o? Nasıl ev?
-bölümden birkaç arkadaş işte. Bekar evi..
-yaa? neden ‘bizimev’de kalmadın?
-…bana uygun değildi nuri bey.
-neden?
-…tarif edemiyorum… bilemiyorum..
-ben ediyorum ama…
-…?
-nasipsizlik…
-… e…
-konuş konuş…
-babam ‘evlere’ fazlasıyla gönül vermiş biri nuri bey. Müteahhitlik yaptığı yıllarda çok yardım ederdi. O zamanlar lisedeydim ben… hatırlıyorum; daima davet edilirdi, ve ofisi hep ziyaret edilirdi…
-e nasipli adammış demekki… sen babana rağmen neden okumadın?
-…okudum nuri bey…
-nerde okudun, camide mi?
-…
-bak nihat bey kardeşim… ben sana karşı açık olacağım, sen de bana açık ol… seninle işi uzatmamın sebebi baban aslında… denizliden telefon açtırmış burdaki abilere… ille demiş, ben sizi biliyorum, siz şimdi benim oğluma yardımcı oluverin Allah için falanfilanfeşmekan…
-öyledir nuri bey…
-peki neden sen? Bak daha sabahleyin aynı senin gibi bir gençle görüştük… o da hırslı. O da dolu. ama kendisi gönül vermiş ‘evlere’. Ha babası da, oğlumun işi olsun, ben gerekirse, buradaki ‘ev’lerin hepsinin erzağını vereyim demiş…
-…
-sen şimdi bana de ki ben şu sebepten girmedim de?
-nuribey bu neden bu kadar önemli anlamıyorum…
-önemli olan ne?
-efendim ben bir müslümanım…
-eee noluyor sonra?
-bu yetişir bana. Allahın emrettiği yani. …
-çevir kazı yanmasın…
-…
-sana Müslüman olmak yetebilir. Babanı düşün… ona neden yetmedi o zaman? O mecusimiydi de bize geldi?
-..!! hocam babam sâdedil bir Anadolu insanıdır, …hatırlamakta fayda var.
-tabi ki. Tabii ki. Babanın senin için ne kadar yüz döktüğünü de ben sana hatırlatırım. Oysa sen burnundan kıl aldırmıyorsun… bir ışık vermiyorsun bana…
-nuribey, dürüst olmamı istemiştiniz… evet benim babamın o şatafatlı günleri geride kaldı. artık herhangi bir evi tedarik edemez… zaten selam verenalan da yok artık. duymak istediğiniz bu mu
-hayır. Bunu zaten biliyoruz. Senin yeteneğin göz kamaştırıyor, hırsın parlıyor… senin duymak istediğin bu mu?
-evet ama … eksik…:)
-neymiş o?
-gel yarın başla!
-komik çocuk!
-…
-geçen geçmiş… geleceğe bakalım. bana emniyet vermelisin…
-herhangi bir şey nasıl taahhüt ederim. Kardeşim okuyor… babam, babamdan çok annem psikolojik olarak çökmüş… onlara manen yardımcı olmak önceliğimdir… sonra kendim 5 senedir nişanlıyım, yuva kuracağım…
-sen nereye yardım edeceğini bil, Allah onlara yardım eder… sana yardım eder…
-ben zaten ihtiyaç içinde kıvranırken… hocam, allah akıl vermiş… yokmuş gibi mi davranayım hocam..
-yokmuş gibi davranma… ama kafir gibi de olma…
-ben müslümanım… ithamlarınız çok ağır… bilmenizi isterim; dinimin verilecek kirası yoktur…
-zekatta mı vermeyeceksin…
-nuri bey zekatı vermek farzdır. Almak değil.
-oğlum abartıyorsun. Biz senin paranla, haitiye kaçacak değiliz. Ama görüyorsun, ‘iş’lerimiz var… evlerimiz var.. çorbada tuz misali… sen nasiplen diye…
-aslında nuri bey, 2 vatandaş olarak konuşacak olursak…
-tabi tabi… hep öyle zaten… bizim hiç kimseye muhtaçlığımız yok…
-…2 vatandaş olarak konuşacak olursak, tabi ki herkes istediği işi yapabilir… siz de ben de herkes… ama neden hacet namazı ile tehdit ediliyor? Neden cennetin kapısında numarataj dağıtılıyor?
-bakın beyefendi, zarar eden kurum ayakta kalamaz, işletme okudunuz, doğru mu?
-…
-haa, ben niye riske girmek zorunda olacağım?
-!?
-..sana vaat ettiğim şeye nazaran sen çok tok durdun?
-vaat ettiğiniz şey mi?
-evet. hızla yükselirsin. Herkes saygı duyar…
-kim gibi… babam mı?
-anlamak istemiyorsan konuşmayalım?
-…
-şöhretse şöhret. Paraysa para. oğlum heryerde elemanlarımız var bizim. Her yerden bağlantılar, destekler, var oğlu var… İslami sosyeteye girersin. Köşe yazarsın len? Köşe olursun.
-hocam benim dinim bu değil.
-bilmiyorsun işte. Yanlış biliyorsun…
-hayır hocam. Ben herhangi bir menfaati ancak sanatım karşılığı isterim. İnancım karşılığı değil.
-materyalist bir zihniyet. İşte ‘ev’ ortamından uzakta, olacağı buydu.
-hocam, her şeyi dillendirmek gerekmiyor. Ben sadece sivi’mi getirdim ve iş istedim. iş aramayı nere vardırdınız, anlamadım?
-uzatma… adın neydi… neyse önemli değil. Bizden günah gitti. Bizim amacımız, dünyan ahiretin mamur olsun maksat… nasip işi bu işler. Asrı saadette de olmuş bunlar… kimi kazanmış kimi kaybetmiş… ama sen istemiyorsan, ne yapalım.
-çevir kazı yanmasın.
-çık dışarı!
-… hocam edebimi muhafaza için harbiden sabrettim, ama görüyorum ki, kibiriniz, şımarıklığınız paçanızdan akıyor. Ahretlik ile insanları tehdit etmek nerde görülmüş? Sizin menfaatiniz sağ olsun da millet perişan olsun umrunuzda mı?
-çık dışarı, *****rgit mekanımızdan *toğlu*t! açlıktan ağzın kokuyor, ettiği lafa bak! Köpek!

Köpoğlusuna bak yav. iş isteyişe bak! Ne veriyorsun bana! Ben sana şakırşakır ne diye maaş ödeyecem ****! Hem iş ver, hem para ver, hen adam ediver! Başka! Başka ne verelim? yalvaryakar ne babalar var çocuğunun işi olsun diye... kefere domuz seni!

INVENTOR
19-11-2013, 23:29
http://kinobanda.net/uploads/1256667796_6.jpg


-… Ahretlik ile insanları tehdit etmek nerde görülmüş? Sizin menfaatiniz sağ olsun da millet perişan olsun umrunuzda mı?
...

Şimdiye dek sadece okuyordum ama dostum sen filmi nası yanlış yorumluyosun .. :) Drink from me and live forever.. diyo afişte. Ne alakası var ya.. :he:

İyi gidiyor, iyi.. :cool:

i-ked
20-11-2013, 00:47
İNTERVİEW WİTH THE VAMPİRE =vampirle görüşmek


Bu olası bir gerçeklik (hikâye) midir, şahit olunan bir durum mudur, durum nedir müdür?

alihandro
21-11-2013, 10:56
Şimdiye dek sadece okuyordum ama dostum sen filmi nası yanlış yorumluyosun .. :) Drink from me and live forever.. diyo afişte. Ne alakası var ya.. :he:

İyi gidiyor, iyi.. :cool:

anaa!
neyse dostum oğa göre bi film çekem müsait bir zamanda
http://www.butterflyeyes.com/media/faces/smalls/kate-upton.jpg
:oley:



Bu olası bir gerçeklik (hikâye) midir, şahit olunan bir durum mudur, durum nedir müdür?
''bu filmde geçen kişi ve olayların gerçekle ilgisi olmadığını düşünenler cennete giremez.''
''tamamen ya da kısmen kaynak göstermeden alıntılayanın üzerine teheccüd namazıyla uçulur.''

alihandro
21-11-2013, 11:11
sevgili mod'um hisse.net'te yazmak bayaa bi hobimiz oldu çıktı bizim. eskiden şurdaydık:
http://www.hisse.net/forum/showthread.php?t=50345&page=12&p=5678205&highlight=#post5678205



http://th05.deviantart.net/fs71/PRE/f/2013/025/8/1/kurtlar_vadisi_pusu_wallpaper_by_fatihdmrg-d5so13k.jpg


KURTLAR VADİSİ, BORSA

-aabi, aabi!
-ne var memati. gene Azrail tribi ha. Azrailmisin oğlum sen?
-:(
-Konuş!
-aabi, bi milyon samuray hissesi alalımmı aabi?
-bi milyonmu? Olm inşaatım var benim… çakra inşaat. para basma makinem yok…
-aabi, o zaman bi milyon Libya alalım aabi?
-memati, çocuum, reklamları izlemiyosun galiba… inşaatım var diyorum olum, evlenecem diyorum… o kadar parayla Libya yapalım da içgüveysi mi gideyim!
-abi var mı ki yenge de evlenecen yav, ehe ehe?
-heyhey abdülhey benim asabımı bozma. Bana kız mı yok ülen.
-abi, kız demişken macideyi tanırmısın?
-tanırım abdül, iyi tanırım, n’olmuş?
-abi, hanım kız diyolar, ne dersin, bakarmısın alıcı gözle?
-abdüş, beni hayal kırıklığına uğratıyosun… macideye bakan bakıyo olm…
-aabi aabi?
-memati çok kasma istersen… senden büyük Azrail var!
-aabi, tren çalışır diyolar aabi…
-nereye çalışır? Nasıl çalışır?
-bilmiyorum da aabi, nonstop diyolar…
-memati sorun da bu ya. Nonstop yok. Olmaz yani. İlle 50 yere sapar güzergah. Sen de bekle dur son durak diye..
-abi, işin âlâsı bilem 9 ayda oluyo… 9 aylık bilançolardan şaşmayalım?
-abdül, 9 aylık ama nikahlı mı nikahsız mı… orası mühim…
-aabi, o zaman takasa girelim?
-barter gibi mi yani? Ne vercez?
-yohg aabi. Takasa getirelim anlamında…
-haa. İyi de memati kör karanlık da ne değişçez? Kendimi Ersoyulubey’le değiştirirsem nolucak karanlıkta?
-aman aabi.
-abi o zaman patronla aşık atçaz, başka çare kalmadı…
-abdül?
-buyur abi?
-nen abdül gel biz seni everelim ha? Bak olmuyo bööle..
-neyle evlenecem abi, para yok.
-hayvangibi cipe biniyoruz olm. Arka koltuktaki elsidi’yi verdik mi olur o iş… olmadı cantları değiştiririz…
-aabi, en iyisi başkan hisseleri… yüzdesi var ama temiz iş…
-hangi başkan?
-başkan işte abi, en başkan.
-mematicim ölümcül adamım benim, adam %80 çalıştırıyor… inşaatta kendimiz mi sıva atalım yav!
-abi?
-annem?
-:ayy:
-..eee.. devam et abdülhey?
-abi o zaman cereyana girelim…
-cereyan bize… tövbetövbe.. meclis ihale edilse alacaklar o kadar milletvekilini… 4 hisseyi mi salıvericeklerdi sana.. yaa abdül yah. Biz de artis artis rol keseriz de millete ninni geliriz…
-aabi aabi, o zaman …
-memati aklı başında bi laf et, bi dubleks verecem sana…
-… aabi o zaman biraz düşünem aabi…
-git istediğin kadar düşün.
-aabi, ama sonra yok ben karnımdan konuştuydum olmasın?
-memoşcum, o benim hatam değil ki, senkron olayı. Seslendirme ekibini komple değiştircem.
-necati abi, şeyhim?
-dedem şeyhmiş benim.. bende her ayak var abdül. Para basıyorum her sallamamla. Gerçi karnımdan konuşuyorum ama,… neyse, ne var cemaat?
-abi galiba buldum?
-aabi, aabi ben de buldum?
-önce sen söyle abdül. Bu kalaşnikof, tutturursa dublex gidecek!
-abdüül, olm kaç çatışmaya girdik beraber. Kaç kere hayatını kurtardım senin. Dublex var işin içinde… bi dur… geri bas. Senin kaybedecek neyin var?
-ne demek nan o? Artiz memati! Böyle mi olduk şincik? Ben söyleyecem işte.
-ben söyleyecem abdüül!
-ben dedim nan..
-tamam ülen, konu tam burda, zurnanın zırt dediği yerde asılı kalsın…
aabi bize az müsaade. Biz bi taksim meydanında düello yapıp gelelim!
-bi kesin ikinizde beh! Tamam elektiriği verdik. Reytingi aldık. Ara reklamda 50bin doları doğrulttuk… ne diyorduk… abdül?
-ama aabi.
-…ne diyorduk… abdül… bi dur bi… gavil konuştum mematiye. Önce kardeşin…
mematicim, buyur canım?
-aabi, aabi!
-hey Allahım yav!
-aabi, sen var ya en iyisi mi direk kendini arzet!
-HÖNK!
-aabi hemen morarma… yani halka arzet…
-halka mı?
-abi ben de aynısını düşündüydüm senaryo icabı. Halka arz. Yani borsaya gir!
-nassı yani KRTLRVDS olarak mı?
-yok aabi. Şahsen. PLTALMDR olarak.
-abi, iyi fikir. Paraya para demeyiz..
-ne deriz abdül?
-vadi dinarı deriz!
-güzelmiş.
-aabi, üstüne de resmimizi bastırırız…
-o da güzel… ama düşersem n’olucak? Obo-mobo bozmasın beni?
-yohg abi. Bişicik olmaz delikanlı adama..
-olmaz di mi?
-olmaz…da; tabi arasıra indirip kaldırcaz.. aabi.
-ne memati ney ney?:mad:
-yani tıreyd yapmiycakmıyız aabi.. o babtan. Alıngan olma be aabi.
-peki nasıl olcak o indirbindir?
-kolay abi. önce, ersoyun kellesini alacaz diye salla…
-sonra yalanla aabi.
-önce jet li’yi figüran oynatçaz diye yay..
-sonra yalanla aabi.
-önce, ‘300ısparta-eğirdir’i yemişim de,..
-sonra yalanla aabi.
-sıktı mı abi, dağıtıyorum konseyi de…
-sonra da dağıtma aabi..
-tamam çocuklar, anladım….da bu kadar yalan dolana dur diyen yok mu? Olmaz mı? nasıl olmaz?
-aabi, burası kurtlar vadisi.
-‘kurtlukta düşen yenir’ abi.
-onu ben deseydim abdül…neyse.. iyi. Tamam. Yapalım o zaman.
-yapalım… da; aabi?
-tamam memati, tamam.
-güney cephe ama…
-tamam, güney cephe..
-abi, ben de evleniyorum hı?
-…!
-aabi, sevaptır yuva yapmak. Gör garibin işini?
-tamam abdül seni de evlendirecem. Hatta sağdıcın olacam bekar halimle.
-abi, büyüksün.
-aabi, büyüksün.

alihandro
22-11-2013, 13:07
http://www.aktifhaber.com/images/other/harita2.jpg

MELİ-MALI

* trafiğe çıkan araç sayısını kontrol altına almalı:
göç: göçme, dur! Niye göçüyosun amcam? Ne var istanbul’da? İşin var mı? Evin var mı diye sormalı. İstanbula her açıdan yük olacak göçün önüne geçmeli. Özgür ülke; insanlar tabi ki istedikleri yerde yaşayabilir ama sadece sorun olmaya gelene dur! Vasıflıya geç! Şartlar ve standartlar konmalı. Marmara, batı karadeniz, Trakya ve doğudan yerel ve merkezi kurumlarla ve İçişleri bakanlığı ile koordineli hareket edilmeli. İstanbul’a göçün sosyal, ekonomik, eğitim sebebleri masaya yatırılmalı. (şahsen ben bu ‘yatırma’ işine varım) Mevcut alanlarda göçü bloke edecek alternatifler hazırlanmalı. İstanbul’a göçü ağırlaştıracak sorgulama ve yaptırımlar olmalı ciğerim. olmuyor da n’oluyor görüyog.

*trafiğin sadece ibb’nin sorunu olmadığı anlaşılmalı, anlatılmalı. İnsanlar, Motorbike ve bisiklete yönlendirilmeli. 300-500cc’lik motorlar vergiden neyim muaf olmalı. Bisiklet yolları tahsısı ile sağlık ve şehir için çözümün bir parçası olmaya halk özendirilmeli. Çok sistematik reklam, eğitim ve propaganda araçları kullanılmalı.

-bi dakka … bi dakkanızı alabilir miyiz?
-Ne var bacım? Bisikletime binmiş gidiyorum görüyorsunuz, ne var?
-sayın alihandro bey, siz bir İstanbul aşığısınız, halkımızın bildiği sevdiği birisiniz. neden bisiklet?
-şşşşşindi tabi ben küçükken babam sınıfı geç bisikleti alacam dediydi. Okul 1.si oldum ortada bişey yok. İçimde kaldıydı…
-…e..!?
-bu da saa kapak ossun bacım… çekil bakam ordan.

*başta resmi kurumlar ve büyük mükellefler olmak üzere lojman sistemini zorunlu kılan yaptırımlar getirilmeli. Çalışanların yürüme mesafesindeki lojmanlarda iskanı sağlanmalı. Sistem; çalışma, imar, sosyal ve vergi avantajları ile teşvik edilmeli.

*bütün yüksek öğrenim öğrencilerinin iskan edildiği yurtlar kampüs içinde veya yürüme mesafesinde olmalı. Rektörlükler öğrencilerin adreslerini tam olarak bilmeli ve yardımcı olmalı.

*uygun iş kolları ve eğitim sistemleri için homeoffice sistemi alt yapısı teşvik edilmeli.

*binalarda tercihen -1. Bodrum kat kapalı otoparka tahsısı zorunlu olmalı. Kapalı otopark çözümleri parsel bazında değil, ada bazında olmalı ve hissedarlar buna teşvik edilmeli, avantajları sağlanmalı. Bina altındaki kapalı otoparklar gündüz bina yönetimlerince kapalı otopark olarak işletilebilmeli. Yollar ve kaldırımların park alanı olmaması açısından yağani.

*trafiğe açık güzergahlarda esnafın dışarıya mal koymasına masasandalye atmasına kesinlikle engel olunmalı. Yay yürüyemiyor yav. Yola iniyor, ortalık koyun kuzu ağılı gibi. hasan Sipahioğlu yaptı bunu. Alt yapısını hazırladı, geri adım atmam dedi, tarihi verdi; ahha o da ne, herkes tıkır tıkır uydu, sokaklar yürünür oldu be ya, caddeler meydana çıktı.

*avm, plaza ve işyerleri gibi yapıların etrafına çevreye faydalı olacak düzenleme yaptırılması zorunluluğu getirilmeli. Adamlar para basıyor, ama 1 tek kaldırım taşı kadar faydaları olur mu diye korkularından titriyor yav.

*amorti eder etmez 2. Marmaraya ve sonra o amortiden sonra 3. Ye geçilmeli. 3. Marmaray araçların geçebileceği yeterlilikte olmalı. Bir gidiş ve geliş şeritini şehirlerarası otobüslere ve kamyonlara tahsıs etmeli. Giriş çıkış noktalarını şehrin dışına koyarak şehir içi trafiğinden çıkarmalı bu büyükleri.

*3. Köprüden sonra Boğaziçi köprüsünü yıkıp yeniden 2 veya 3 katlı bir köprü yapmalı. 2 yakadaki ayak noktalarını marmaraya, metro ve metrobüslere adam gibi bağlamalı.

*çok yoğun yollar turnikelerle ücretli hale getirilmeli. (Kavşakta 1000 araç varsa bu ancak ortalama 1000 kişi demek yav. Millet binmiş sedan arabasına bekliyor ışıkta. 3 koltuk boş. Napçaz?) Buna karşılık toplu ulaşım araçları ucuzlatılarak İstanbullular için cazibeli hale getirilmeli.

*yoğun kavşaklar, sadece battı-çıktı değil 1-2 km’lik , veya daha uzun çift katlı yollara dönüştürülmeli.

*merkezi belediye otobüs duraklarının 1950 den kalma değil 2050 ye göre mimari, trafik ve elektronik olarak yeniden planlanmalı. Mümkün mertebe çift katlı duraklar yapılmalı. Böylece çıkış noktaları ve manevra alanları arttırılmalı.

*deniz taşımacılığı sadece karşıdan karşıya değil, aynı yakadaki noktalara da olmalı.

*birbirlerine, kendi yolcularına, kendilerinin olmayan yolculara, otobüslere, yayalara, diğer bütün özel araçlara düşman olan minibüsler bir çatı altında toplanmalı, araçları ve kendileri için standartlar getirilmeli, sicilleri tutulmalı. Ayrı ve hareket amirliklerince kontrol edilen duraklar tahsıs edilmeli. Güzergahları zamanla nüfusun çok yoğun olduğu, otobüslerin girmesi mümkün olmayan mahaller ile sınırlandırılmalı.

*elektronik kart sistemiyle bütün yayalar kişisel olarak takib edilmeli ve en uygun ve kısa yolları tercih etmeleri için kart dolumlarında yönlendirilmeli.

*İstanbul trafiğine kayıtlı araçlar navigasyonla izlenmeli ve nisbeten daha boş güzergahlara yönlendirilmeli.

*yeni iskan mahalleri sadece voleyi vurmaya yönelik konut yatırımları olarak düşünülmemeli, iş, eğitim sağlık vs. açısından yeterli ve donanımlı olmalı. Kenar mahallere nüfusu yığıp da iş ve saireyi merkeze bağımlı halde tuttun mu olacağı budur.

Sadece bir sade vatandaşım men, ama derdimiz var. Derdimiz avantamızı alamayacaksak olmasın hiçbir iş dabılucom değil.

alihandro
23-11-2013, 12:32
topiğe bi müzik takalım da keyfimiz hışır olsun. freş tutalım topiği. çok kasmayalım.


http://www.youtube.com/watch?v=gj0Rz-uP4Mk

i-ked
23-11-2013, 13:19
Sade, sade olduğu kadar da güzel, güzel müziğe güzel klip...

Demek ki "et-meta" kullanmadan da güzel işler ortaya çıkartılabiliyormuş.

alihandro
23-11-2013, 22:11
http://www.hdfilmde.com/wp-content/uploads/mr-and-mrs-smith.jpg

MİSTIR END MİSİS SİMİT

Saat: 02.00

Tavana bakıyorum. Düşünmekten yoruldum. Sokağın ışığı tavanı kasvetli bir gri yapıyor. Arada sokaktan geçen arabaların ışığı tavanı süzerek geçiyor. Pencere doğramalarının böldüğü bir ışık daha geçti. Tavan gene griye döndü. Gitgide koyulaştı, koyulaştı. Hareket etmeye başladı. Dağlar ovalar oluştu. Bir çaydanlıkta kaynayan su gibi, su buharı gibiydi. Uyudum galiba. Bulutlar siyah ve hareketliydi. Yatıyordum. Bir sal gibi bir şey. Hareket ediyor. Yüzüp gidiyorum. Su şırıltısı var. Göl gibi. sazlık. Yavaşladım. Sazlık sıklaştı. Beyaz bir şey var. Bana doğru geliyor. Bir el. Bir çocuk eli bu. Kendi suyun içinde. Esra? Esra kızım sen misin? Kızımın sağ eliydi ve tuttum. Suyun içinde ay gibi yüzü göründü. Gözleri kapalı. Bişeyler söylüyor, sudan kabarcıklar çıkıyor, anlamıyorum. Esra kızım ne diyorsun? Yukarı çektim, o dedi yanında! Kim yanımda kızım, yanımda kimse yok benim dedim. Suya battı, suda başka şeyler konuşuyor, anlamıyorum. Tekrar dışarıda ‘o yanında’ dedi. Esra kızım bak yanımda kimse yok ki. Bak istersen dedim. Sol elimle onun sağ elinden tutuyordum. Elini bırakıp sola doğru kolumu attım; Esracığım yavrum bak kimse yok dedim. Kızım eli dışarıda kendi suda, uzaklaştı gitti. Siyah bulutların hareketi durmuştu, tekrar kaynamaya başladı. Bulutların kaynayışı beni ürküttü. Sonra araları açıldı, bir ışık şuası kaydı. Yine bir arabanın ışığı tavanı silerek geçti. Uyandım.

Sol kolumu yana atmış buldum. Cep telefonu çaldı. Bir karış ötedeydi. Kim olabilir? o olamaz. Mutlaka annesidir. Uzanıp baktım, o. Ama o değildir, annesidir. Bir kabus gibi. kızını benimle görüştürmüyor. Kaç kere aradım, ya hiç açmadı ya da o cadı annesi çıktı. Telefon hala çalıyor. Ne kadar sinirim varsa tepeme çıktı.

Yarın boşanma günü.

Telefon tekrar çalıyor. Niye bakayım. Bağırıp çağırırım, küfür ederim ve cadı yarın bunu da aleyhime delil olarak getirir karşıma. Beni kalan ömründe rezil etmek için malzeme olarak kullanır. Hem de kızına, benim yarına kadar hala kadınım olan o salağa ballandıra ballandıra anlatır durur. Daha ne istiyor yav? Daha ne istiyorlar. Kadın hayatımı karikatür etti ya. Eğlencelik etti. Yuvamı dağıttı. Kadın kızını sanki bana kiraya vermiş gibi davranmaya başladı. Onu verdim bunu verdim. Karakterimden verdim. Erliğimi kocalığımı bilemedim be. Olan bana oldu. Olan küçük kızcağızıma oldu. Kavgasız bir dakkamızı görmedi kızım.

Telefon 3. defa çaldı.

Bu annesi olacak o cadı olamaz.
-… alo?
-… uyuyor muydun?
-… yo.. yok. şaşırdım.
-…
-… annen sandım.
-… telefon bende değil. Kartı çıkarıp getirmiş Ferhat(kardeşi)
-…bir şey mi söyleyeceksin Ferhan? Baya bi aradın?
-…
-...yarın boşanma günü. Sorunsuz olur. yeterince üzdük birbirimizi zaten. Bi de oralarda rezil olmayalım elaleme.
-…sen nasıl istersen enes
-!ferhan lütfen ben istiyormuşum boşanmayı gibi konuşma.
-…
-… ağlama bi ya. Sen boşanmak istemiyor muydun? İstemem demek iş değil Ferhan. Bak iş bu raddeye geldi çattı. Yarın mahkememiz var yav. Ne demek telefon annemde Ferhan. Ne demek annem ya! Kim senin kocan ya!
-…sen… sen çocuğumun babasısın.
-.. ağlama. Sen tercihini yaptın. Sen anneni seçtin. Artık esra için ne olacak ona bakalım.
-benim tercihim bu değil enes.
-haydaa! Şimdi mi söylüyorsun Ferhan. Annen bizim ocağımıza incir ağacı dikerken hep susuyordun!
-annemle ilgili konuşan hep sensin enes. Hep sendin…
bu kelime beni dehşete düşürdü
-!!
-..
-… ağlama. Galiba doğru söylüyorsun. Tamam. Ben… ben senden boşanmak istemiyorum Ferhan. Evine gel. Kızımızı da al. Dışarı çık. Seni aşağıda bekleyeyim.
-sen hastaneye gel enes. Esra sinir krizi geçirdi. Salon kapısını yumrukladı. Cam koluna indi.
-ne!
-çocuk, 504 numara.

Saat:4.00

4 yıl sonra olmuştu yavrum. Gitmediğimiz doktor kalmamıştı. Sonunda Allahımdan, yoktan var edenimden bir hediye. Bir cennet çiçeği. 5 yaşında 50 yaşında gibi yoruldu hayattan. Biz yorduk. Ben yordum. Gelmemekte, benim hayatıma gelmeyi istememekte haklıydın kızım. Biricik kızım. Biblo gibi parlak yüzü ölü yüzü gibi olmuş yavrumun. Sol kolu sargıda. Kan kaybetmiş, annesi kan vermiş. Cam parçası koluna girmiş. ameliyatla almışlar. Narkozun etkisinde. Başını oynatıyor arada. Bişeyler söylemek istiyor. Sağ elini tutuyorum. Başını bana doğru çeviriyor, gözünü açmak istiyor, açamıyor. Konuşmak istiyor anlaşılmıyor. Esracığım yavrucuğum benim baban diyorum. Annem… diyor galiba. …Annen de burda kızım. Annem yanında mı diye soruyor. Artık gözyaşlarımı tutmam imkansız. Evet, kızım, annen burda. Bak. İşte. Annen yanımda bitanem. O yanımda.

alihandro
25-11-2013, 11:11
http://www.youtube.com/watch?v=eh8eb_ACLl8

alihandro
26-11-2013, 11:26
http://www.karagozevi.com/image/karagozler/250/oyun1.jpg

HACIVAT&KARAGÖZ

-kapatılsın!
-kapatılmasın
-kapatılsın
-kapatılmasın
-kapatılsın
-kapatılsın
-a’ aaaa! Zıt’tokai! Şiştinmi karagöz!
-tamam kapatılsın ama sonra yeniden açılsın
-ley’yürü git!
-peki, ama milli eğitim bakanlığı da kapatılsın o zaman. Bi sizden bi bizden.
-yuh!
-sadece üniversiteler kalsın. İlkokullar üniversteye dönüşsün.
-akşamdan kaldın heral, yüzün gözün şişmiş, mosmor. bakılmıyo
-çözüm bulmaya çalışıyom burda, suyum kesildi lan. millet bi tarafıyla gülüyo
-yav bi bırak sanki 2 çubukla idare edilmiyosun karagöz ha. Çözüm bulacakmış.
-2 mi sende 2 mi hacıvat
-bende 2, kafamda ve kolumda. Sende?
-3; kafamda, kolumda ve… neyse kapatılsın, kapatılmasın, kapatılsın kapatılmasın…
-kapatçam karagöz boşuna sallama. Hadi kapatmadık, nere kadar? Nolucak sonunda?
-kapatılmasın, sana yüzde çıkarım?
-the get lo? Sözü bişeye geçiyo da. Defterindeki kayda değil, sözünün geçtiği sayıya bakacan emmioğlu. Yaptık biz o hesapları.
-kapatılmasın yoksa sana tayms dan laf geydirtirim. Salarım üstüne her gasteden bağlıları.
-çok da tın!
-Parti bile kurmam dedim ben sana yaranmak için kanki. Yemedin. Şimdi ulusalcılara yaranırım. indiririm yüzdenden.
-indirmeyen össün
-çok ağır konuşuyosun biliyomusun. Ne gerek var kavgaya?
-yav hani herkesden akıllıydınız siz? Afişin üstüne bu ne hal? Çok pis tuşa getirdi biri sizi ha?
-:aww:
-yaaa. Öyle işte. Kapatılsın
-kapatılmasın
-kapatılsın
-kapatılmasın
-kapatılacak. Hem milletin parasını söğüşle hem de paralarını alıyorsunuz diye bi de minnet ettir kendine. O kadar akıllı olamazsınız. Hem millet o kadar saf mı?
-var mısın?
-varım
-var mısın yokmusun
-varım
-var mısın yok musun boşmusun dolumusun?
-varım ulan
-haa, desene.
-dedim gitti: zararın neresinden dönülse kardır
-:o kapatmıyomusun! Ayy sakallı bebeğim benim!
-kanki, milletin zararı. Senin değil.
-sen ne zamandan beri millleti düşünür oldun?
-durmak yok yelkenler fora
-küstüm
-küs
-küstüm
-küs
-küstüm yaa
-küs ulan
-namaz kılcam, ardından beddua etçem, işşallahrabbimrabbülalemin
-ne diye beddua etçen?
-sarıgül istanbulu alır işşallah
-hah hah haaaay. Alır o alır. Çok alır. Haftada 50 saat çalıştırıyosunuz hocaları. Kaç para veriyosunuz?
-sana ne be! A a!
-bana ne mi? Ulan ben bu milletin sevişmesine bile bir çeki bir düzen veriyom be! Ne demek sana ne? Hem ben sana kapat da oklohamada aç demiyom ki. Okullaş. Kafayı çalıştır oolum.
-yav bırak allasen. 1 senede aldığım parayı 3 senede mi alcam?
-o zaman ne gerek var kavgaya? bir ihtimal daha var!
-hee!
-yaa!
-haa, ya sen cemaat lideri olsana hacı.
-oliyim valla. Neyim eksik karagözüm. Bi de cemaat lideri oluvereyim.
-hee, bende yaşlandım artık. Çok da hastayım, bakma, kuyruğu dik tuttuğuma
-beni yerine yazar mısın üstadım? :oley:
-a a! Yazarım tabi ayol. Niye yazmiyim. Senden iyisini mi bulcam gidi? :clown:
-ne yapmam lazım, nasıl zikir çekcem?
-zikirmikir yok..
-zikirzükür yok mu?
-yok zikirmikir.
-ya?
-sen kreş ve anaokullarına girişi sınavlı hale getir, gerisine karışma. Biz bebeleri gereken yerlerde hazırlarız sınava!

alihandro
27-11-2013, 10:31
http://www.youtube.com/watch?v=o0_2Z3pPNM8

güzel filmdi.

http://assets.flicks.co.nz/images/movies/poster/b6/b6f8dc086b2d60c5856e4ff517060392_500x735.jpg

alihandro
30-11-2013, 12:06
http://www.youtube.com/watch?v=7HKoqNJtMTQ

alihandro
03-12-2013, 14:33
Where you go I go
What you see I see
I know i'll never be without the security
Are your loving arms
Keeping me from harm
Put your hand in my hand
And we'll stand

AT SKYFALL =GÖK YIKILDIĞINDA

KONUŞ! dedi. Konuş! Bunu da geveleme!


Sesten öte..
Sesten başka birşey bu.
Bir arı kovanından geliyor sanki. Kovanın içindeyim.
Anlaşılıyor.
Hem de çok iyi.
O kadar ki, ciğerlerime işliyor.
Duyuyor muyum yoksa yaşıyor muyum o dehşetli sesi, bilemiyorum.
aklım başımda değil.
Şimdiye kadarkileri nasıl vevap verdim?
Gerçekten bilmiyorum.

Kalın kaşları var sanki.
Gözleri köz gibi.
baktığı yeri deliyor.
Gözgöze gelmeye hiç cesaret edemedim.
Uzun boylu.
O kadar gazapnak ki, tarifsiz.
zangır zangır titriyorum..
ayakta mıyım oturuyor muyum, bilmiyorum.
Tek bildiğim, iliklerime kadar tekrar dolan o soru:


Ne okuyordun, konuş!

Okumak mı?
Bir kopya mı? bir umut mu? Bir derece yumuşadı mı?
bu kadarcık bir ferahlık bile dünyalara değdi.
Evet, bunu,.. bunu çok iyi biliyorum.
cevap verebilirim.
Cevap vereceğim.
Göğsüm gürüldeyerek hem de….


Durun!


Bir ses.
Her şey dondu.
Ne yönden?
Çok güzel.
Allahım!
az geride duran, elini öndekinin omzuna koydu. Geri çekildiler.


Bırakınız onu. O bana aittir,
Haydi, siz başka işlerinize bakınız!


Odaya dolan o ışığın tazeliği…
duvarlarda yankılanan lâhûti sesi.
Bu da ses değil.
bu da sadece enerji.
Sadece güç.


Merhaba!


Tebessüm ederek söyledi.
30lu yaşlarında.
olağanüstü güzel yüzlü ve yakışıklı.
Yüzü gözü ışık.

Sevinçten ağlayacağım.


Merhaba efendim.


Elimi tuttu.
İpek gibi.
içime dolan huzur ve güven artık çıkmamacasına doluyor sanki.
elimi bırakmadan koltuğa yönlendirerek, oturabilirsin diyor. Sakin ol.
Ayakta olduğumu anladım.
Oturdum.


Artık dedi, senin için korku yoktur.
Endişelenme. O ikisi sadece görevlerini yapıyorlardı.


Gözlerim yaşardı.
Sıcak 2 damla yaş süzüldü…
Sonra diğer damlalar…
Sevinç gözyaşları bunlar…
Bir ömürdür akıtamadığım gözyaşlarım.
Ağladım ağladım…
Hıçkıra hıçkıra ağladım. ..gözyaşlarım ellerime, kucağıma şıpır şıpır damlıyor.
Kucağım su oldu, gözyaşlarımı kucakladım sanki.
Ne kadardır ağlıyordum acaba? Bir gün? Bir hafta? 1 aydır mı buradayım?
Bilmiyorum.
Nihayet, titremem geçti, sakin oldum.
Özür dilerim,....
Gülümseyerek baktı.


Artık korkma. Burada senin için artık tehlike yoktur. Sen benim arkadaşımsın dedi.


Arkadaş mı? Allah Allah.
O kalktı, ben de kalktım.
Ne kadar uzun boyluydu!
Ama sormazsam ölürüm:


Arkadaşım mısınız? …Fakat düşünüyorum da ben hiç sizin gibi güzel yüzlü bir arkadaşımı hatırlayamıyorum, deyiverdim.


Gülümsedi. Bu seferki gülümseyişinde oda daha da aydınlandı, ve sanki büyüdü.


Yaa dedi. Ne çabuk unuttun. Ben kuranım. Sen sağlığında bana arkadaşlık ederdin. Beni okurdun. Niceleri bana nasıl düşmanlık edeceğini şaşırmışken sen beni anlamaya çalışırdın, hatırlamadın mı. Şimdi dostluk nöbeti bende. Benim emanım ve teminatım altındasın. Sana kimse ilişmez artık dedi.


Çıkmak üzereyken, bir kere daha; emniyet burada mı dedim? Aslında sadece burada mı güvendeyim, sonra beni koruyacak mısın demek istedim. Yine tebessüm etti. Hep böyleydin. Bana hep çok hürmetli idin. Ve tilaveti bitirmeye niyet etmişken yeniden başlaman da çoktu… elbette hayır. Benim dostluğum süreli değildir. Burada, dirilişte, hesapta, her yerde... Sıratta elinden tutacağım. Huzuru ilahide borçlarına ben kefil olacağım. sonsuz nimetler kapısından vizeni ben alıvereceğim dedi.


Ve gitti.


Pencere var. Şaşırdım. Hiç fark etmemişim. Yaklaşıp dışarıya baktım. Gayet büyük ve yapraklı bir ağaç var. Yaprak ve dalların koyu nefis gölgesi yere düşüyor. Zemin yemyeşil ve müthiş canlı. Pencereyi açıp, derin bir nefes çektim. Aklım iyice başıma geldi.

Evet burası benim kabrimdi.


Ben ölmüştüm.


Şimdi hatırladım.

i-ked
03-12-2013, 20:22
İyiymiş, kendinize özgü yazınız ders verici nitelikte...

Burası taltif :)




Where you go I go
What you see I see
I know i'll never be without the security
Are your loving arms
Keeping me from harm
Put your hand in my hand
And we'll stand
...

Ve gitti.


Pencere var. Şaşırdım. Hiç fark etmemişim. Yaklaşıp dışarıya baktım. Gayet büyük ve yapraklı bir ağaç var. Yaprak ve dalların koyu nefis gölgesi yere düşüyor. Zemin yemyeşil ve müthiş canlı. Pencereyi açıp, derin bir nefes çektim. Aklım iyice başıma geldi.

Evet burası benim kabrimdi.


Ben ölmüştüm.


Şimdi hatırladım.

Benzer bir hikaye daha olacaktı, rüyasında öldüğünü ve tabutun içerisinde olduğunu, cemaatin taşırken söyledikleri, cenaze namazı vs olan...

alihandro
04-12-2013, 13:22
önemine binaen teykrar gessin


http://www.karagozevi.com/image/karagozler/250/oyun1.jpg

HACIVAT&KARAGÖZ

-kapatılsın!
-kapatılmasın
-kapatılsın
-kapatılmasın
-kapatılsın
-kapatılsın
-a’ aaaa! Zıt’tokai! Şiştinmi karagöz!
-tamam kapatılsın ama sonra yeniden açılsın
-ley’yürü git!
-peki, ama milli eğitim bakanlığı da kapatılsın o zaman. Bi sizden bi bizden.
-yuh!
-sadece üniversiteler kalsın. İlkokullar üniversteye dönüşsün.
-akşamdan kaldın heral, yüzün gözün şişmiş, mosmor. bakılmıyo
-çözüm bulmaya çalışıyom burda, suyum kesildi lan. millet bi tarafıyla gülüyo
-yav bi bırak sanki 2 çubukla idare edilmiyosun karagöz ha. Çözüm bulacakmış.
-2 mi sende 2 mi hacıvat
-bende 2, kafamda ve kolumda. Sende?
-3; kafamda, kolumda ve… neyse kapatılsın, kapatılmasın, kapatılsın kapatılmasın…
-kapatçam karagöz boşuna sallama. Hadi kapatmadık, nere kadar? Nolucak sonunda?
-kapatılmasın, sana yüzde çıkarım?
-the get lo? Sözü bişeye geçiyo da. Defterindeki kayda değil, sözünün geçtiği sayıya bakacan emmioğlu. Yaptık biz o hesapları.
-kapatılmasın yoksa sana tayms dan laf geydirtirim. Salarım üstüne her gasteden bağlıları.
-çok da tın!
-Parti bile kurmam dedim ben sana yaranmak için kanki. Yemedin. Şimdi ulusalcılara yaranırım. indiririm yüzdenden.
-indirmeyen össün
-çok ağır konuşuyosun biliyomusun. Ne gerek var kavgaya?
-yav hani herkesden akıllıydınız siz? Afişin üstüne bu ne hal? Çok pis tuşa getirdi biri sizi ha?
-:aww:
-yaaa. Öyle işte. Kapatılsın
-kapatılmasın
-kapatılsın
-kapatılmasın
-kapatılacak. Hem milletin parasını söğüşle hem de paralarını alıyorsunuz diye bi de minnet ettir kendine. O kadar akıllı olamazsınız. Hem millet o kadar saf mı?
-var mısın?
-varım
-var mısın yokmusun
-varım
-var mısın yok musun boşmusun dolumusun?
-varım ulan
-haa, desene.
-dedim gitti: zararın neresinden dönülse kardır
-:o kapatmıyomusun! Ayy sakallı bebeğim benim!
-kanki, milletin zararı. Senin değil.
-sen ne zamandan beri millleti düşünür oldun?
-durmak yok yelkenler fora
-küstüm
-küs
-küstüm
-küs
-küstüm yaa
-küs ulan
-namaz kılcam, ardından beddua etçem, işşallahrabbimrabbülalemin
-ne diye beddua etçen?
-sarıgül istanbulu alır işşallah
-hah hah haaaay. Alır o alır. Çok alır. Haftada 50 saat çalıştırıyosunuz hocaları. Kaç para veriyosunuz?
-sana ne be! A a!
-bana ne mi? Ulan ben bu milletin sevişmesine bile bir çeki bir düzen veriyom be! Ne demek sana ne? Hem ben sana kapat da oklohamada aç demiyom ki. Okullaş. Kafayı çalıştır oolum.
-yav bırak allasen. 1 senede aldığım parayı 3 senede mi alcam?
-o zaman ne gerek var kavgaya? bir ihtimal daha var!
-hee!
-yaa!
-haa, ya sen cemaat lideri olsana hacı.
-oliyim valla. Neyim eksik karagözüm. Bi de cemaat lideri oluvereyim.
-hee, bende yaşlandım artık. Çok da hastayım, bakma, kuyruğu dik tuttuğuma
-beni yerine yazar mısın üstadım? :oley:
-a a! Yazarım tabi ayol. Niye yazmiyim. Senden iyisini mi bulcam gidi? :clown:
-ne yapmam lazım, nasıl zikir çekcem?
-zikirmikir yok..
-zikirzükür yok mu?
-yok zikirmikir.
-ya?
-sen kreş ve anaokullarına girişi sınavlı hale getir, gerisine karışma. Biz bebeleri gereken yerlerde hazırlarız sınava!

alihandro
04-12-2013, 13:23
50 nam nolu mesajı 2. kere göndermişim yanlışlıklan.
sileyrum.

(i-ked dost taltif mi tahzir mi bilemedim. sen de ben de bişeye mecbur olduğumuzdan değil be dostum, hı?)

i-ked
04-12-2013, 22:22
50 nam nolu mesajı 2. kere göndermişim yanlışlıklan.
sileyrum.

(i-ked dost taltif mi tahzir mi bilemedim. sen de ben de bişeye mecbur olduğumuzdan değil be dostum, hı?)

Kesinlikle, taltif!

Taltif : Ödüllendirme, gönül okşama

alihandro
07-12-2013, 13:52
arkadaş yanlış afiş olur da bu kadar olmaz. ha yanlış yaptım.. yaptım ama hele bi sor niye yaptım?

http://www.birtonresim.com/wp-content/uploads/2012/01/alien-movie-Facebook-Zaman-T%C3%BCneli-Film-Kapaklar%C4%B1-Resimleri.jpg

KADIN KOKUSU

Bilmem etmem. Yağani bi gacıya pek yakın hissetmedik kendimizi hiç. Yakınlıktan maksat sevmek sevilmek. Hayır yani başımızdan kaza da geçti geçmedi değil. ama doğru insana çatamadık onu diycam. Evlenmeyi gafaya takmıştım, ve yerine getirilmesi gereken parçalar baydı da baydı. Yardımsız, yalnız kaldık. Issız kaldık. Neticede iş patladı. Geri dönüp bakıyorum,(1 dakka) eyh işte. Yaşanması gerekiyordu yaşandı derim. Başkaca da bişey demem. (hişşalişaçsanameseleyilen)

Tabi ki kadın hakında bir fikrim yok değil. kişisel olarak tabi. Müstakbel yengeniz diyeh şuğa. Her konuda fikrimiz var a bu konuda olmasa ölürdük zaten. (ölürdük goçum)

Efendim bendeniz, servet sâmân peşinde değilimdir. Dünya güzeli neyim de öte dursun. Bana poster lazım değil, kadın lağazım. Haa, bununlan beraber mesela benden de güzel olsun yav. Eccük de yakışıklıcayımdır ayıptır söylemesi onu da diyem de. (ayy çok yakışıklı çocuk)

Sonracığıma çalışması ne gerek, ne de gerekmez. Duruma bakar. Bakacaz. O kadar kesin ölçüye koymak şımarıklık olur. zaten olmaz zaten, denkgelmez. Bu işlerin bi ucu da kader ne der peder ne der hesabı. (kız cioymuş aliş: :oley:)

Amma velakin ciddiyet isterim arkedeşim. Kadın var kadın var ho. Şıkır şıkır kadınlar da var. Eh, evin içinde şenşakrak ne bilim bıcırbıcır isteyen de olur. olabilir. tercih meselesi. Fakat şahsen bendeniz daha mazbut, daha temkinli tip gider bana. Öyle gibi. (o zaman al bi dul, töbetöbe)

Bir zaman bi kız vardı. Arkadaş, kız sankim benim için yaratılmış. Güzel, sakin, içli. Bi de yeşil yeşil bakmıyo mu.. neysem haftalarca dürüp düşündükten sonra, bi kelime mesaj attım. Öyle ıslak filan da diil mesaj, imeylim bu gibisinden nötr bişi. Geri dönüş de yeşilimsi. Sonracığıma, günlerce bi daha dürüp düşündükten sonra birazcık daha dirice bişey send ettim. Kızı görüp ediyorum, girip çıktığımız iş yaptığımız bi yerde çalışıyo filan. Ama tabi o zamanlarda serde gençlik var a; kıza açılmak şöyle dursun, çalıştığı yere gitmekten bile arlanır oldum. Sonra, başka bir yerde bir kadına denkgeldim. Kızın da benim de ortak tanıdığımız bir kadın. Lafı dolaştırıp getirip de bana Alihan bey, x kızla aranızda bişey mi var demesin mi? öyle korkunç utandım ki anlatılmam. Sana ne? Senin neyine gerek geri zekalı! Ama bunda suç yok. suç benim platoniim olacak o zillide. Haa dedim haa. Yaa. Demek öyle ha. Hımm. Her ne ise işte frene bir elledim arkadaş, bi daha ne onu gördüm ne bunu. Yahu benim gönlümün bir esrarı, daha kızın kendisi bile emin değilken nasıl olur da başka birinin diline çıkar? Bunu kabul edemem. The secret, konu ne olursa olsun benim için hayati bi mevzudur.

Aa, bak yazınca ne istediğim daha bi netleşiyo. Sır tutmak konusunda ne kadar hassasmışıım. Tabi ki kelime düşüncelerden daha somut ya, kelimeye dökmek işi daha belirginleştiriyor. O babtan.

Neysem devam edem bakam:
Bi de tabi ki zeki olsun. üniversite neyim varsa var yoksa yok. ama zeki olsun yav. Kavrayışlı, anlayışlı olsun. ne kadar zeki? Kendini herkesden akıllı olamayacağını bilecek kadar diyelim. Bu kelime; büyük, hikmetli bir kelime oldu ha.

Sonra az çok becerikli, atik ve dakik neyim olsun yav. Pratik olsun. O olsun bu olsun. Bitmez ki. Bi temizlik dediğin yarım saatte de biter, icabında yarım gün de sürer. Becerikli bir kadın 5 dakkada bir sofra kurabilir. Duruma göre ayar vermesini bilcek kadın. Bu arada yeri gelmişken yemek olayına düşkünlüğüm filan yoktur benim misal. Seçmem. 67-70. 70i hoş hiç görmedik daha. Ööle de bi issanım ayıptır söylemesi. (şımarma!)

Tabi ki bir hayat kültürümüz bir yaşam tarzımız var. Çocukluk aşkım mı ya? Ne diye zorliyim bazı şeyleri. Gerek yok. var mı? yok yav. İşinin görüldüğüne bakacan topraam. hani var ya iş.. (leyt!). Yağani evlenmek bir alacalı kuş, geçinmek bi zemheri kış. Zaten nasılsa sıkıntı olur. inkisar yani. maksat eksiden başlamayah. Bilebile ladese gelmeyeh. Sonra ver elini 3 çocuk… teheyyy

Yağani kibirli olmasın. Yarış içinde olmasın hep. Kendini emmavatsın sanan kızınan sorun yaşarım ben. danıld tırampın kızı sananla da sorun yaşarım. Leng arkadaş bu sanmalar yakıyo zaten bizi ha. Ben kendimi ne sanıyorum acaba? Ünlü olmayı heyç sevmem. Eskiden beri photo çektirmekten hoşlaşmam misal. Ya da çok mu akıllı zannediyorum yav? Sanmirem. Akıllı olsak heral her şeyi muhatap neyim alıp da önüne gerilmezdik donumkişotum.

Diyeceğim, benim işim öyle sahne ışıklarının altında olmasın. Trübine oynayan kızla er ya da geç çelişirim sanırım. Servet kovalayan biri karşıma çıkarsa ona da açıkça söylerim. Bak kızım derim. Bende aradığın yok. senin derdin para, haydi kapı orda! Yani. Bunu derim. Zaten kendim şahsen paraya pula garkolsam bile bunu bildirmem. O kadar güçlümüsün alihan dır o?. Tamam kendimizi adamdan sayarız ama… 5-10 mülkün kirası gelecek ve bunu yengeniz bilmeyecek! Evet herhalde yazdığım bu. Ama gözüm kesmedi şimdi.

Hayırlısı her şeyin. Her şey vaktiyle. Olanda 1 olmayanda bin hayır var. Olmaz olmaz bi olur var ya…:oley: Tabi kendimden herangi bi noksanı, töhmeti selbedip, sütten çıkmış kaşık olarak görmek değil. hatam oldu. Hatalar diyek şuğa. Hattı zatında heryere sığan merasimsiz, kendi halinde biriyim. Ama kafayı çalıştırmadık. Sevgiye olan açlığım suzusluğum beni çok verici yapıyor. Bu da tüketiyor. Karşı taraf bunu yönetebilecek biri değilveya olamaz ya da öylesine denkgelmedik. hayatımın kadını bu yav, hayatımın gömleği değil ki? Kaç kızla konuşabileceğim. Ama beni suiistimal etmeyecek birine denkgelsem bile, bazı şeyleri idare etmesini öğrenmem gerekiyor. Bu halde yola çıkamayacağım ve zaten olmadı. E şimdi durum?

Daha iyi. Gerçekten daha iyi. Kendim başta olmak üzere insanlara olan sabırsızlığım ve acımasızlığım artık azaldı. Belki de bitmiştir. Bilmiyorum. Allah imtihan etmesin ama. Zira kim imtihan verebilir?

Mevzu derinleşti.

Kalalım.

i-ked
07-12-2013, 16:35
KADIN KOKUSU


Bir zaman bi kız vardı. Arkadaş, kız sankim benim için yaratılmış. Güzel, sakin, içli. Bi de yeşil yeşil bakmıyo mu.. neysem haftalarca dürüp düşündükten sonra, bi kelime mesaj attım. Öyle ıslak filan da diil mesaj, imeylim bu gibisinden nötr bişi. Geri dönüş de yeşilimsi. Sonracığıma, günlerce bi daha dürüp düşündükten sonra birazcık daha dirice bişey send ettim. Kızı görüp ediyorum, girip çıktığımız iş yaptığımız bi yerde çalışıyo filan.



Benzer şekilde bir hatunla önceleri yazışmaya sonra sonra da görüşmeye başladık. Bu arada ben de kendisini başkaları ile samimi bir şekilde görüyorum bu yüzden de mesafeli durmaya çalışıyorum derken biraz da risk alarak birkaç ortak tanıdığın ağzını aradım. "İyidir, hoştur; ama uzak durun, bağlanmayın." gibisinden fikirlerini belirttiler.

Beni etkileyen "Kadın Kokusu" filmindeki gibi kokusu :) ve tenime dokunuşu idi. Öyle sevişme filan değil basit bir dokunuş, basit bir tokalaşma gibi... Aylarca birbirimize birçok konuda içlerimizi açtık. Anlattım, dinledim! Belirli saatlerde buluşmak bir çeşit ibadet gibi olmuştu. Vakit namazları gibi o saatleri kaçırınca huzursuz oluyordum. 00:19 ve 19:00 cuma namazı, bayram namazları gibi :)

Sonuçta gün geldi yazdıklarıma cevap vermemeye başladı. Hatta karakola çağrıldım. Artık "huzur ve sukûnunu bozmakla" suçlanıyordum.

Sanıyordum ki aramızdaki sonsuza kadar sürmese de bir ömürlük sürsün. Kendisine göre sadece bir sezonluk dizi gibi 3 aylık bir ilişkimiz varmış ve bu ilişkiyi kürtaj ile aldırdı ya da düşük yaptı.




Tabi ki bir hayat kültürümüz bir yaşam tarzımız var. Çocukluk aşkım mı ya? Ne diye zorliyim bazı şeyleri. Gerek yok. var mı? yok yav. Sonra ver elini 3 çocuk… teheyyy



Çocukluk aşkı :), platonik olarak duruyor yerli yerinde... Ne zaman güzel bir şiir okusam, dinlesem; içli içli ağlayan birisini görsem bu kendisini anımsatır.

"Huzur ve sukûnunu bozmakla" suçlandığım hatun da ağlamaklı olur, 1 bilemedin 2 damla yanaklarından süzülür ve unutkanlığından dem vururdu. Öyle gözüküyor ki i-ked ile sadece son 3 ay ve sonrasını hatırlıyor, öncesini yine unutmuş.

Adıyla, yaşıyla, cinsiyeti ile 3 -hayali- çocuğumuz da ortada kalakaldı.




Hayırlısı her şeyin. Her şey vaktiyle. Olanda 1 olmayanda bin hayır var. Olmaz olmaz bi olur var ya

Sevgiye olan açlığım suzusluğum beni çok verici yapıyor. Bu da tüketiyor. Karşı taraf bunu yönetebilecek biri değilveya olamaz ya da öylesine denkgelmedik. hayatımın kadını bu yav, hayatımın gömleği değil ki? Kaç kızla konuşabileceğim.


Evet hayırlısı... 5 yıl boyunca kendisini aramam ve kendisine yazmam yasak. Hayırlısı...

Gömlek değiştiririm ama hayatımın kadınını, ASLA!

07/12/2013 15:15+19

INVENTOR
07-12-2013, 20:21
...
Ama beni suiistimal etmeyecek birine denkgelsem bile, bazı şeyleri idare etmesini öğrenmem gerekiyor. Bu halde yola çıkamayacağım ve zaten olmadı. E şimdi durum?
..

Ayen bilader.. :yes:

alihandro
08-12-2013, 17:02
Ayen bilader.. :yes:
dostum uğra ara sıra yaf...
----------------------------------------

http://www.yeniresim.com/data/media/365/GEN.jpg

GEN


-başınız sağolsun
-sağolun
-başınız sağolsun
-siz de sağolun, buyurun
-başın sağolsun, Fatma hanım
-sağolun, hoş geldiniz emine aba, gelin şöyle buyurun
-ha ba ba ba a b aba ba!

Başımı kaldırıp baktım. Kilolu gövdeli bir kadın. 60 gibi vardır. Yaşlılığın o çirkinliği yok yüzünde, bir şirinlik var. Küçük gözleri anlamlı. Sağ gözü muzipçe, sevimli bakıyor. Sol kederli ve üzüntülü. Konuşamıyor. Yanında genç kızı var, o da kiloluca ama çok güzel kız. Annesinin kolundan tutuyor. Annem başınız sağolsun diyor Fatma teyze,.. başınız sağolsun dedi. Siz de sağolun çocuğum, buyurun şöyle oturun dedim. Ağırca geçtiler, oturdular. Onlar geçinceye kadar bu tat kadını bu bakışlarını nerden tanıdığımı hatırlamaya çalıştım.

Bu gün biraz toparladım da kendimi çıktım salona, gelen giden çok soruyor, iyice ayıp olmasın. Erkekler evin önündeki taziye çadırındalar. Evet, taziye evim bu benim. Keder, matem ciğerimi dağladı. Oğulcağızım öldü. 3. gün. Balkondan düştü... Evin anahtarı yokmuş üstünde... Biz de evde yoktuk... Yağmur oluğundan tırmanmaya kalkışmış... çocuk işte… Oluk tutmamış serkan’ımı.. 4. katın oluğu ile aşağı düşmüş… Kafası… kaldırıma çarpınca… …

-ahh, oğğlumm!

Fatma hanım sakin ol, sesleri duyuyorum. O kadar ağladım ya hala çökmüş gözlerimden yaş damlıyor. Çay servisi yapan kızım çiğdem kolonya getirdi. Anne diyor yüzüme kolonya sürüyor. Kızım! deyip sarıldım. Kadınlar rikkate geldi. Hem ağlıyorlar hem de teselli ediyorlar. Ağlama Fatma hanım, ölenle ölünmez. Allah cennetde kavuştursun….

Kızımın omuzu üzerinden onu görüyorum. O tat kadını. Bu bakışlar… üzgün.. biliyor… biliyorum… allahım bu bakışları ben nerden tanıyorum. 10 yıldır görmüyorum bu kadını. Hatta 12, 13. 15 yıl oldu. Serkanımın doğduğu yıl. Evet o zamandan beri görmüyorum. Köydeydik o zaman. Evleneli 1 yıl olmuştu. 2 mi? Serkan doğunca şehre taşındık zaten. Tevfik(kocam) ticarete atıldı. Kardeşimle işleri büyüttüler. Zengin olduk.

Ama bu bakışlar… anlamı var...

Bir şey var.

***

Haziran ayı. Saat 9. Mehtap ortalığı gün gibi aydınlatıyor. Tek katlı evin önündeki sundurmada oturuyorum, köyümüzün seyrek ev ışıklarını, gecenin karanlığına gömülmüş bahçelerini seyrediyorum. Benden 2 yaş küçük kardeşim metin elinde tabakla geldi. Tabakta ızgara yapılmış tavuk kebabı var. Abla bu senin dedi. Ben yemem onu metin götür yukarı dedim. Yav aba ne olacak, eniştem verecem ben parasını yarın diyor, ye işte dedi. Tevfik, kardeşim ve 3. ortakları evin damında ızgara yapıyorlar, sohbet ediyorlar. Ben hamileyim. 7. aydayım. Yukarı çıkamadım çünkü bu tavuk komşunun ve bu tarafa atlamış gelmiş. Tevfik, tavuğu görünce tutup kesti, yarın parasını veririz, kocası olmayan kadının evine bu saatte varıp da korkutmayalım dedi. Kadın komşumuz, kocası öldü, kızıyla yaşıyor. Tavuk besliyor, alan olursa satıyor. Kadın tat.

Sabah, kuşluk vakti kapı çaldı. Ağırca kalktım açtım. Kilolu gövdesi kapıyı kaplamış adeta. Minicik kızı annesinin eteğinden sıkıca tutmuş, güvensiz, endişeli bakışlarla bana bakıyor. Kadın ha ba bab baa ba b haba ba ba , diyor. Anladım tabi. Ama… o an… o an yok mu… küçük kıza döndüm, anan ne diyor Ayşegül dedim. Annesine daha da sokularak, zor duyulan bir incecik; tavuğumuz yok lafı çıktı. Ha, dedim gülcan aba tavuğunuz mu kaçmış dedim. İşte o bakışlar… o çaresiz, o suçlayıcı bakışlar… bir gözünde bunu senden beklemezdim.. diğerinde şu yetimin rızkıydı bakışları… bir şey demedi. Diyemedi. Ben de bilmiyorum gülcan aba, görürsem haber ederim dedim. Ses etmedi artık. Geri dönüp önüne bakarak ağır ağır evi tarafına çıktı. Kapıda öylece kaldım. Ben ne yaptım!

Akşam:

-sen ne yaptın dedi Tevfik, gülcan ablaya bile bile yalan mı söyledin sen? Yahu Fatma, kocası ölmüş bir yetim. Konuşma özürlü. Bir tek yavrucuğu var. Mümkün değil olmaz ben bu tavuğun parasını veririm dedi
-tevfik akşam verseydin o zaman. Hadi akşam vermedin sabah bıraksaydın ben verirdim. Kadın karşıma dikilince şaşırdım kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne deseydim? Akşam biz kızartıp yedik damda, sen de gördün, şimdi de parasını sallıyoruz mu deseydim Tevfik? Beni yalancı mı çıkarmak istiyorsun sen?
-fatma, tamam, başka bir zaman bir tavuk alalım da fazla fazla verelim o zaman. Gülcan ablanın gönlünü alalım. Vallahi kız, tek tesellim, sen yemedin şu hamile halinle o tavuktan var ya değilse traktörü satar gene verirdim ben kadının parasını dedi.
-…!!

Ve hiçbir zaman da artık başka tavuk alamadık.

***
-ha ba ba b aba haba b aba ba ba ba !
-annem biz kalkalım diyor Fatma teyze. Başınız sağolsun diyor dedi kızı.

Ah güzel kızcağızım. Ne biliyorsun annenin öyle dediğini sen? bana sor onun ne dediğini? Bak şu ses… havayı yarıp gelip de kulaklarıma dolan şu anlamsız sesler… Fatmanım diyor o ses, sen vaktiyle benim tavuğumu yemiştin. Parasını vermedin. İzin almadın. Benim tavuğumu önce çaldın, sonra yalan söyledin. İnkar ettin. Haram yedin diyor. Hamileydin o zaman diyor. Senin oğlunun mayasına haram karıştı diyor. O artık hiçbir zaman helali sevmez diyor, sevemez diyor. Onun arkadaşı yoldaşı haram olur diyor. Onun işi hırsızlık olur diyor. Hatırla Fatma hanım evde babasının senin çantandan çaldıklarını diyor. Kaç kere yüzün yere geçmişti hatırla diyor… şimdi de yalan konuşma diyor… üst kat komşun Kıbrıslı türk, İngiliz vatandaşı olan şu zengin dul tabi… yazlıkçı.. altınları var. Konuşurken Serkan duydu evde altın olduğunu diyor. Kaç kere plan yaptı, kaç kere kafasında kurdu sen biliyorsun diyor. Baban seni öldürür bu sefer diye kaç kere tehdit ettiğini hatırla diyor. Vallahi Serkan eğer bir halt yersen kendimi şurdan aşağı atarım diye bağırmalarını hatırla diyor a ayşegülüm! Bunları diyor o ses… aaahh… bu acı… dayanamayacağım…

-ayşegül kızım!

Geri döndüler. Salon kapısında 15 yıl önceki gibi ışığı kapattı tat kadının gövdesi. Şaşırdılar. Herkes şaşırdı. Gözlerimde kalan son göz yaşlarımı çeşme ettim:

-Kızım getir anneni buraya bi!

Kız annesine baktı. Ağırca yürüyerek geldiler. Kalkıp bende onlara doğru yürümek istedim, başım döndü. Kalkamadım. Ayağa kaldırın diye işaret ettim, koluma girip kaldırdılar. Geldi Gülcan. Sarıldım, sarıldım. Helal et, helal ediyor musun dedim, helal etmezsen bırakmam seni diyorum. Ağlamaktan ne dediğim tam anlaşılmıyor. Ama o anlıyor. O biliyor. Ha ba ba b aba ba ba! diyor. Kızı şaşkın. Kadının boynunu bırakıp yüzüne baktım.

Sıcak göz yaşlarımın arasından görüyorum.

Evet şimdi 2 gözü de sevinçli bakıyordu.

alihandro
09-12-2013, 16:52
http://www.youtube.com/watch?v=FZwEE2s3qxE

alihandro
11-12-2013, 14:15
http://www.iwannawatch.co/wp-content/uploads/2011/08/The-Bodyguard-2004.bmp

THE BODYGUARD

Eeeh, artık vakti gelmişti..

N’avet; onlar:

Akrep burcu.

Tip:
Genellikle tıknaz. Ense doludur, sırt çok güçlü ve adalelidir. Kalkanın dış yüzü gibidir akrebin sırtı. Kollar, bacaklar kısa fakat güçlüdür. Boyun da kısadır. Gövdeye nazaran kafa büyükçe durabilir. Yüz azaları bir araya sıkıştırılmış gibi durur. Kaşlar çatık, yahut kaş ile göz arasında göz kapağı hiç görünmez. Bu halleriyle tam bir kartal gözüne sahiptirler. (bakınız jason statham; akrep burcunun ilk dereceleri. Dünya çapında bir aktörün fiziği olmasına rağmen sırt adalelerindeki vurgu ve pazuların gövdeye yapışıkmış gibi duruşu…) akrep yükselenlerde, Uranüs 1. evde olanlar ya da 1. ev yöneticisi 8. evde olanlar, tipik akrep görünümünden çizgiler taşırlar. Bunların ağızları da kapalı, dişleri birbirine kenetlidir. Sık sık dişlerini gıcırdatırlar bu onlarda tik olabilir. saçlar taralı, ve kafaya yapışıktır. konuşmaları, yürümeleri hızlı ve hayvani bir enerjileri vardır. Onların gözleri çok keskin olabilir. dar kesim elbise giyerler, pijama eşofman gibi şeyleri sevmezler. İş elbisesine alet edevata bayılırlar. Bir de sırtlarında çanta, ya da ellerinde bir leptop gibi bişeyler taşımayı severler. Bedenen ağır işlere oldukça yatkındırlar, risk ve tehlike onları çeker.

Karakter:
Akrep burcu olağanüstü durumları ve kriz durumlarını temsil eder. onlar doğal olarak böyle durumlara elverişli ve alışkındırlar. Mesela bir kaza durumunda herkes şoke olmuşken, bir kenarda sakin sakin duran o akrep, bir anda değişir ve derhal müdahale ederek, ilk yardımı yapar, telefon açar, diğerlerini teskin eder, ve sağa sola emirler vererek ortamı yatıştırır, tıkanıklığı açar. Onun fevkaladeliği gerçekten etkileyicidir ama sadece böyle fevkalade durumlarda… kriz durumu ortadan çekilince, akreplerin işi tatil olur ve onlar köşelerine çekilirler. Daha doğrusu çekilmelidirler. Çünkü diğer zamanlar ve haller akrebin olağanüstü müdahalesine ihtiyaç duymamaktadır. Halbuki aynı büyüleyiciliğin devamını isteyen akrep, sahnede kalmak için bu sefer bilerek ya da bilmeyerek kriz çıkarmaya kalkışabilir. Bunu yapar veya yapamaz ama ortalama bir akrep yeterince akıllı ise köşesine çekilir. Negatif tesir altındaki akrepler normal zamanlarda huysuz, bakımsız ve agresif olurlar. Onlar hulk karakteri gibidirler. Gerçekten de her akrebin içinde bir yerde bir süper kahramanlık dürtüsü vardır. Akrepler ve onların temsil ettiği her şey olağanüstü ve kriz halleri olduğundan izlemeye değer pek çok şey ortaya çıkar ve bu da akrep temalarının sinemada çokça kullanılması demektir.

Meslek:
Akrepler uzmanlardır. Esas adam değildirler. Esas adamlık derken esas adam olmamayı dilediğimiz çok şey olabilir tabi hayatın içinde… mesela hasta olmayı istemeyiz. Çünkü doktor bu halde esas değildir ve iyi bir doktor genellikle iyi bir akrep ya da 8. evinde gezegen doluşmuş bir arkadaştır. Akrepler, patronun yanında tek kuruşu bile kaçırmayan muhasebeci, hastanın yanında cerrah, zanlının yanında avukat, liderin yanında danışman, ağanın yanında kahya, kıralın yanında vezir, vezirin yanında serasker, seraskerin yanında kendisi için yenilmek olmayan o savaşçıdır.

Akrepler iyi taşıyıcıdırlar. Jason stathamın taşıyıcı rolü akrep mesleğe çok uygun. Onlardan çok iyi otobüs ve kamyon şoförleri, pilotlar ve kaptanlar çıkar. Onları detayları görme ve olağanüstü kontsantrasyon yetenekleri vardır, kavrayışları çok hızlıdır, ve normal bir zekada olsalar bile genellikle aşırı mertebedeki yoğunlaşmaları sebebiyle herkezin gözünden kaçar onun gözünden kaçmaz. Onlar iyi gözcüdür, istihbaratçıdırlar, çok iyi güvenlikçidirler. Karakterleri, aşırılıklara ve olağanüstü hallere yatkın olduğundan onlar ölümün yakasına iliştirilmiş meslekleri seçebilirler. Bomba imha uzmanıdırlar, özel hareket timidirler, komandodurlar, binlerce voltluk kabloları birbirine bağlarlar, yüzlerce metre yukarıya kurulmuş inşaat iskelelerinde öğlen yemeklerini yiyebilirler. Sporsa, akrep sakin sporları asla tercih etmez; o ancak offroad gibi bangicamp gibi adrenalini yüksek sporları tercih eder, yahut da esasdan döğüş sporları onları çeker. Ve evet dünyanın en iyi badigartları hep akreplerdir.

Tabi ki kişisel haritanın kalitesi ortalamanın üzerine çıktıkça akrepler daha şerefli, daha üstün ve daha çok kazandıran mesleklere çekilirler. Onların detaylara olan yeteneği, unutmak nedir bilmemeleri çok iyi bir ekonomist yapar onları. Ceo’luk ve günümüzde vezirliğin muadili olan her türlü bürokratik makamlar bir akrebin ulaşabileceği en iyi konumlardan biridir. Yine de onlara iş düşmüşse ortada fevkalade zamanlar sözkonusudur. Mesela gerçek hissedarlar farkında olsun ya da olmasın, bir akrep ceo işe getirilmişse şirket içinde ya da ulusal veya dünyada ekonomik ya da sektörel bir kriz vardır yahut da olmak üzeredir. Ve akrebin şov zamanı: o, güdümlü bir füze gibi salona girer, bütün konuşanları susturur, bütün ayaktakileri oturtur, bütün olmayanların listesini alır, bütün hesapları, verileri, cetvelleri, belgeleri ister, tek tek inceler. O sadece hesap vereceği esas adamı bilir. Başka hiçbir kimseye iltimas geçmez, kimseyi sakınmaz ve kayırmaz. O bir alev parçası gibidir ve yaşın yanında kuru da yanabilir. Bir akrep ceo binlerce aile üyesinin gözünün yaşına bakmadan yüzlerce işçiyi bir günde kapının önüne koyabilir. O bir seraskerse gözünü kırpmadan binlerce askeri ölümün üstüne sürebilir.

Halife ömerül Faruk radıyellahü anh hazretleri, eshabı kiramdan ve arabın dahilerinden sayılan muğıre ibn şu’be (r.a.) hazretlerini bir görevinden azletti. Muğıre hazretleri bir münasip mecliste sordu; ya emiril müminin dedi, beni bir kusurumdan bir yetersizliğimden dolayı mı azlettiniz yoksa hakkımda şikayet mi vaki oldu dedi. Halife hazretleri hayır buyurdu; ikisi de değil. fakat sen arabın bir dahi yüzüsün. İnsanların hallerine vakıf olursun, buna sabredemezsin. Onları güç yetiremeyecekleri şeye davet edersin. Halk ile aranıza nefret ve vahşet girer. Halbuki halk kendisine şefkat ve sabırla muamele olunmak gerektir dedi. Muğıre hazretleri sükut etti.

Akrep çocuk:
Size bir şey söyleyeyim mi? bir öğretmenin kıskanacağı bir öğrenci varsa o akrep çocuktur. Çünkü o bir matematik problemine kafayı takarsa onu mutlaka çözer ve bu çözümü öğretmeni bile bilmeyebilir. Daha da ilginci bu çocuğun mesela sözel dersleri yerlerde sürünürken sayısal derslerde olimpik olabilir. evet onun çocukluk halleri işte böyle radikal uçlarda geçer. Genellikle kıskanılır, çünkü o, sizin neden hasta olduğunuzu vasat bir doktordan daha iyi bilir. Onun çaresini de bilir. Zaten o çok şeyi bilir, fakat ilgili sözüm ona uzmanlığını satarak hayatını kazanan meslek ‘insanları’ uzmanlıklarını; bu küçük ya da gencecik ‘çok bilmişin’, tartışılır hale getirmesine gelemezler. Vee tipik akrep senaryosu: o, dışlanır. Genellikle haklı olduğu halde henüz karakteri olgunlaşmamış olan küçük akrebiniz içine kapanır ve asosyal bir kişiliğe doğru yelken açar. İşte burada siz devreye girmelisiniz. Ona kendisine sorulmadıkça, başvurulmadıkça insanların işine karışmaması gerektiğini öğretmelisiniz. Herhangi bir konuda insanların hatırlarının, gönüllerinin, olması gereken ‘o doğrudan’ daha önemli olduğunu anlamasını sağlamalısınız.

Akrep yükselen ya da esaslı akrep tesiri altındaki çocuklar, krizlerin ortasında doğabilirler. Onlar aile travmalarının, boşanmaların, kazaların, ekonomik krizlerin, hasretliklerin ortasında bir taraftan kendilerini geliştirirken, diğer taraftan dünyayı anlamaya çalışırlar. Onların fevkalade durumlara yatkın karakterleri o krizlerin içinden yara bere almadan büyümelerini, geçmelerini sağlayabilir. Bu üstünlük ya da bir lanet değildir. Bu Allahın mahzı bir hikmetidir.

Akrep çocuk, ebeveynin sevgisine, güvenine, yetiştirmesine en açık burçlardan biridir. O eğitilmeye çok açıktır, ve inanılmayacak kadar çabuk öğrenebilir. Onun güçlü ve bağımsız görünüşüne bakmayın. Ona verebildiğiniz sevgiyi verin. Ona güvenin ve güvendiğinizi hissettirin. Onun da sizi sevmesini ve güvenmesini sağlayın. Çünkü o, nasılsa bir gün büyük, çok büyük bir iş yapacaktır, ve yaptığı şeyin büyüklüğü, çapı ya da ondan da önemlisi iyiliği ya da kötülüğü şimdi sizin ona verdiğiniz ya da vermediğiniz sevgiye bağlıdır. O diğer her şeyi anlar ya da bir şekilde başa çıkabilir. Ama sevgisizlikle başa çıkamaz. Eğer siz ona anne ya da baba olamazsanız o sizin rolünüzü alacak başka birini bulmaya muhtaçtır. ve akrep çocuklar kadar kapıyı hızlı çarpıp çıkan bir çocuk da olmaz. Diğer çocuklar akreplere göre daha ‘tamam’ karakterde doğarlar, ama akrep çocuk, henüz katılaşmamış bir maden gibidir. O katılaşıp şekillendiğinde artık karşınızda ya bir kılarkkent vardır yahut da kurt adam. Bunun seçimi size aittir.

Kalanı sonraya bırakçam. bi harita atam:

Akrep baayan:
Akrep erkek:
Akrep&8. Ev nedir, ne değildir:
Cartcurt…

alihandro
12-12-2013, 12:23
http://www.youtube.com/watch?v=Tgcc5V9Hu3g

Heroes

I, I wish you could swim_______________________Ben, ben yüzebilmeyi dilerdim
Like the dolphins, like dolphins can swim__________Tıpkı yunuslar gibi, tıpkı yunuslar gibi yüzebilmeyi
Though nothing, nothing will keep us together______Bizi hiçbir şey beraber tutamasa da
We can beat them, for ever and ever____________ Biz onları yenebiliriz, sonsuza dek
Oh we can be heroes, just for one day___________biz kahramanlar olabiliriz, sadece bir günlüğüne

alihandro
13-12-2013, 00:11
DI BADİGART II

Buradaki değerlendirmeler, sadece bir tek burcu ve zaten onu da oldukça yüzeysel ve çok net ele alınarak yapılmıştır. Aksi halde haritalar bir bütün ve kişiseldir. Kişi kadar farklılık arzeder.

Akrap baayan:
Aşk ve sevgi bu kadını çok güçlendirir. İstediği erkeği bulursa o, rahatlıkla bir kalemiti ceyn’e bir katvomın’a dönüşür. Akrep kadın, tipik bir akrepse, tipik akrep tesirindeyse bir operatör karakterindedir. Çok iyi bir aşçı, temizlikçi, çocuk bakıcısı, sekreter cartcurt olabilir. tabi bazen de nagatif durumlarda metres olabilir. hasılı çok becerikli hanımlardır bunlar. Ellerine kepçeden, tornavidaya, boya fırçasından, dikiş iğnesine, tırpandan, hesap makinesine kadar yakışmayan nesne henüz icat edilmemiştir. ayriyeten bunlar anneliği de hazederler, doğurgan olmaya yatkındırlar. Zaten o, bir kadın olarak aradığı ‘aidiyet’ duygusunu erkeğinde bulamazsa hayatının merkezine çocuklarını alır, dışarıya demir yumruklu bi leydi olduğu halde çocuklarını çok şımartabilir.

Akrep gacılar, biraz sert tavırlıdır, yaklaşımları doğrudandır, dolaylı değildir. Zaten akrepler hal ve tavırca burçlar kuşağının en dürüst arkadaşlarıdır. Ama bu hal ve tavırcadır, iş uzun vadeye çıkarsa, ve özellikle işin ucunda bir menfaat asılı ise işin rengi de değişebilir, o ayrı konu. Sadece ayrı bir konu dedik, geçtik. Yani aslında akreplerin kalbindeki ne ise dilindeki de odur. Kadınsı hilelere, ayınoyunlara en az tenezzülü olan kadın budur. Zaten pek beceremez. O pattadanak söyleyiverir bişeyi ve hatta bağırır ama sesini yükselttiğinin farkına bile varmaz. Dolayısıyla o biraz dili belasından çeker.

Gerçekte ise bu kadın erkeğini soylu bir köpeğin sadakatiyle ve belki daha da fazlasıyla sevebilir. O aşık olmak için doğmuş gibidir. Zaten bir aşk ya da evlilik ile erken yaşta bağlanırlar. Özgürlüğü, başıboşluğu sevmezler, yaşça kendilerinden büyük ve erkeksiz bir hemcinsini şeytan olarak görürler. Dolayısıyla onlar sevdikleri erkeği aşırı mertebe benimseme eğilimindedirler, ilgi ve sevgileriyle işi boğmaya doğru sürebilirler. Burada erkek, kendine en başından bir hareket alanı belirlemeli, buna sadık kalmalı, ve bu sınırları akrep kadının yapıcı olarak anlamasını sağlamalıdır. Aksi halde boğulmaya başladığında akrep kadın, o erkeğini kendinin bir parçası olarak gören kadın hiçbir şekilde uzaklaşmayı kabul etmeyecek ve akrep kadına çok acı veren kavgalar başlayacaktır. Fakat bu tip ‘doğrudan’ kavgalar aslında işin kolayı bile sayılır. Çünkü akrep kadın reddedildiği hissine kapılırsa, o ‘adanmışlık’ taşıyan saf sevgisi, içine necis damlamış iksir gibi heba olabilir. yavaş yavaş bozulma başlar, ve bozulmanın sonunda aşk nefrete dönüşür. O zaman görür işte erkek dünyanın kaç bucak olduğunu. Tabi ‘cinsel partner’ takılınıyorsa(!) vur tekmeyi gitsin değil mi? iyi de hayatının kadını yani eşin ise, çocuklarının annesi ise? Ahıllı olun oolum. Kadın erkek ilişkilerinde zar atılmaz.

Bir de bu kadınlar gerçi öyle boylu poslu olmazlar pek, amanaman endamları da olmayabilir, ama parlak gözlü, sert bakışlı, porselen ciltli, etli butlu, yumurta gibi baayandırlar ha(vahş!). hobbit neyim gibim olur bunlar(ohşt!) En iyi operatörlüklerinden biri de cinsel hizmetler a.ş.dir, benden söylemesi. En iyi de kova erkeği ile anlaşsa gerek. Ama her hangi erkek olursa olsun, akrep kadın, kendini erkeğine adayabilir. O kadından öte bir köle ve cariye gibidir, ayrıca erkeğini çok beladan koruyabilecek akıllı bir danışmandır. Artık akrep kadının kıymetini bilen erkek için hayatta başarılı olmaktan başka yapacak bir şey yoktur.

Akrep bay:
akrep bayları artık az çok ne olup olmadığını anlamak kolay. Ezcümle; onlar işlerine fazlaca bağımlıdırlar, tam bir işkolik olabilirler, özellikle yengeç tesiri de varsa. Bakmayın siz onun iki de bir uzun mesailerden, işin tehlikelerinden şikayetlenip durduğuna. ‘işe yaramak’ ve bir şeylerin onun sayesinde yürüyor olması akrep erkeklerin karakterlerini oluşturan en önemli bir mayadır ve onun işinden mızırdanması sadece takla atmış bir ‘bakın bakın ben ne yapıyorum’ demektir. Fakat bazı çok özel akrepler ise gerçekten tehlikeli işler yaparlar, yahut pis işlerle meşgul olurlar, ve bunu da çok iyi gizleyebilirler. Yani, bu erkeği seven kadın, onun ne halt karıştırdığını hiçbir zaman tam olarak bilemeyebilir.

Akrep erkeklerin haritaları, daha gelişmiş ve üst astrolojik özelliklere sahip oldukça profesyonelleşirler ve bu hal özel hayatlarına da yansır. O kişisel bakımıyla jilet gibi bir görünüme sahip olabilir, iş ve ev hayatını çok kesin çizgilerle ayırır ve çocuklarını çok iyi yetiştirebilir. Ama ne kadar itiraf etmese de onun hayatının merkezinde işi daha da doğrusu kendisine uzmanlığı ile hizmet verdiği ‘o 3. kişi’ olacaktır. Akıllı akrepler, olayı profesyonellik olarak görürler ve gösterirler. Fakat gece saat 2 de ameliyat için çağrıldığı halde gitmeyen bir doktor yoktur, gitmeyecek olsaydı zaten çağrılmazdı. Diğ mi, diğ mi?.

Akrep erkeği seven bir kadın iseniz bunu böyle kabul etmelisiniz. Fakat ne kadar da kabul edilse, profesyonel akreplerin, işleri ile evleri arasında kaldığı çoktur. Böyle durumlarda gerçek akrepler tabi ki işlerini tercih ederler, dolayısı ile ev ve aile 2. derecede kalır ve bu da kadına ağır gelir. Akreplerde boşanmalar çoktur. Onlar bazı film kahramanları gibi görevlerinden dolayı hiç evlenmeyebilirler. (cet lî, birıcırt fonda; ejderha öpücüü) Ama Türklerde akrep erkek genellikle erken yaşta evlenir, ‘başı bağlanır’.

Akrep erkeklerin şöyleböyle gibi şişirilmesine hiiç gerek yok. iş kişisel haritada biter. Akrep olmadığı halde korkunç becerikliliğe sahip kimler yok? işte bili. 8. evinde, orada yükselen Uranüs gezegeni onun bilgisayar programı yazmaktaki üstün maharetine işaret. Uranüs aslanda ve aslanın doğal yöneticisi 11. evde. (aslandaki Uranüs ilhamvari bir operatörlüğe işaret. Tam da çığır açacak bişey.) Biz hissenetçiler ise biliyoruz ki, 11. ev mantıksal önermelerin yani kovanın evidir. Doolayısıylan bili mikkemmel bir yazılımcıdır. Ve tam da burada 11. evde Merkür’ü görüyok. Ne idi? Merkür 11.de yükselirdi değil mi? yaa ya. Fakat insanlığa bilim ve teknoloji olarak sınıf atlatçak bir dahi olmak için bu da yetmez bir de bunun paraya çevrilmesi lağazım. (aksi halde bir nikol tesla vakası daha görebilirdik) 10. evde oluk gibi paraya işeret eden mars var. O aynı zamanda bili’den bile daha üstün olan melinda yengeye de işaret. Sonuç: bili bir kovadan çok daha üstün mantığa sahip, bir akrepten çok daha yetenekli bir operatör, ve bir oğlaktan daha çok para kazanmasını bilen oldukça çekici bir yay yükselenli arkadaştır. Biz bişeyi biliyoz da söylüyoz amcam. 4 kelimeyi boyayıp boyayıp da sürmüyoz. Ne imiş; vaaay, çocuk kız oldu ha? E ben dedim ama ya kız ya erkek diye değil mi? abbooovvv! Arkadaş şu ileri görüşlülüğe, şu dehşetengiz astroloji uzmanlığına bakar mısınız bi? Aralık da ya ralli ya değil! vaş babam vaş! Ülen arkadaş bu ne akılalmaz, nemenem bir korkunç geleceğe nüfuz ediş ki, sanki yaratıyormuşçasına!

Geyç!

Akrep ve 8. ev: geyç onu da geç hadi.

Tek not: vay ölümü simgeler vay yeniden doğuş, vay anka… lengarkadaşım, kelimelerimin gittikçe sertleştiğinin farkındayım, sinir bastı, onu da geçelim.

silenttt
13-12-2013, 19:00
Bilinen bir hikaye ama zaman zaman anımsayıp, elimizdeki nimetlerin kıymetini hatırlama bakımından faydalı buluyorum.


BALIKÇI

Amerikalı bir zengin, iş seyahati sırasında Meksika'nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış. Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı...
"- Merhaba balıkçı" diye seslenmiş,
"... Bu balıkları kaç zamanda tuttun?"
"- Bir iki saatimi aldı" demiş balıkçı... İştahlanmış bizim işadamı;
"- E, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın?" diye sormuş.
"- Bu kadarı bize yetiyor da ondan" diye omuz silkmiş balıkçı.
Şaşmış balıkçının bu kanaatkarlığına işadamı;
"Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki" diye üstelemiş.
Balıkçı, özetlemiş bir gününü: "- Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Akşamları amigolarla beraber gitar çalar, geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım senyor".
Gerinmiş Amerikalı: "- Bak" demiş "... ben sana yardımcı olabilirim.
Bu işe daha çok zaman ayırmalısın. Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın.
Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede değil, doğrudan işletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun".
Balıkçı merakla "Bunları yapmak kaç sene alır senyor" demiş:
"15-20 yılda halledersin" demiş Amerikalı, "Ama sonrası daha parlak: Zamanı gelince şirketini halka açarsın, hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın."
"- Milyonlar ha..." diye tekrarlamış balıkçı...
"Eeee... sonra?" "- Sonra emekli olursun.

Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin. İstersen zevk için balık tutarsın. Çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın. Akşamları da arkadaşlarınla bol vakit geçirir, gitar çalarsın. Nasıl...? Mükemmel değil mi?" .

Bir an olsun durup düşünseniz; "Bütün bu telaş ne için...?" Arada denize açılıp, çocuklarınızla oynamayacak, dostlarınıza zaman ayırıp, birlikte vakit geçiremedikten sonra onca koşturmanın ne anlamı var?


Hırsla örülü onca yılın vaat ettiği final, halen yanı başımızda duran mutluluksa, bu yarışa ne gerek var?...

silenttt
13-12-2013, 19:07
ÜŞENMEDEN OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM ! BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.

O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar oluşturmaktır. "Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar oluşturmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar oluşturyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da *sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.

Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, Duştan sonra havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.

"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU