PDA

View Full Version : Necip Fazıl Kısakürek



kut
14-05-2007, 14:57
=a5YTcPW2gGs
=pX-Cwo3-ho4
=B1Ruyjq8M20
Necip Fazıl Kısakürek (26 Mayıs 1904, İstanbul - 25 Mayıs 1983, İstanbul), Türk şair, romancı, hikâyeci, piyes yazarı ve fikir adamıdır.
Hayatı
Kayıtlı bir şecereyle, Alaüddevle devrinin Şeyhülislamı Mevlâna Bektut'a dayanan ve Dulkadiroğulları'na bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur. Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan Koleji ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askerî Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşkı gibi isimler vardı.
Eserleri
12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl'ın ilk şiir kitabı daha 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri M.E.B'nın ders kitaplarında okutuldu. Genç yaşta yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında aylarca kapalı gişe sahnelendi. Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü. Yine M.E.B'nın yayınladığı bir Türk şairleri Anatolojisi kitabında, 'N.F. Kısakürek herkes tarafından en iyi şair olarak kabul edilmese bile, Ben ve Ötesi Türk Edebiyatı nın en kuvvetli şiir kitabı olsa gerek, der. Meslektaşları tarafından da çok sevilen şair 'Üstad Necip Fazıl Kısakürek, olarak anılmaya başlandı. Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. 30'lu yaşlarında Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Bu tanışma onun hayatında dönüm noktası oldu. İslami kimliği ile öne çıkmaya başladıktan ders kitaplarından şiirleri ve fikirleri çıkarıldı. Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar.
Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı.
Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ile birkaç yılda bir hapse mahkûm oldu.
1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) unvanını kazanmıştır.
Türk devleti tarafından, "bir mısrası Türk milletini ihya etmeye yeter" denilerek övülmüş; Şair Hasan Sami Bolak tarafından da, "Şiirin süzme balı, tadı Necip Fazıl'dır - Fikir, san'at ve çile... Adı Necip Fazıl'dır..." denilerek tanımlanmıştır.
Vasiyeti
Vasiyetin bir kısmı
• Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum.Bu bahiste bütün eserlerim,her kelime,cümle,mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü; başka herşey hiç ve batıl" demekten ibarettir.
• Beni,ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi,İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada,umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım.
• Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum... Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna.
Eserlerinin Listesi 1. Hikâyelerim
2. Cinnet mustatili (Yılanlı Kuyudan)
3. Bir Adam Yaratmak
4. Çile
5. Kafa Kağıdı
6. O ve Ben
7. Yunus Emre - Kanlı Sarık
8. At'a Senfoni
9. Para - Mukaddes Emanet
10. Sahte Kahramanlar - İman Ve Aksiyon - Özlediğimiz Nesil - İslam Ve Öbürleri
11. Hazret-i Ali
12. Tanrı Kulundan Dinlediklerim
13. İhtilal
14. Moskof
15. Tohum - Künye
16. Aynadaki Yalan
17. Reis Bey - Parmaksız Salih
18. Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu
19. Babıali
20. Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık
21. Hitabeler
22. Peygamber Halkası
23. İbrahim Ethem - Abdülhamid Han - Siyah Pelerinli Adam
24. Hesaplaşma - Tarihte Yobaz Ve Yobazlık - Türkiye Ve Komünizm
25. Esselam
26. Dünya Bir İnkılap Bekliyor - Yolumuz, Halimiz, Çaremiz - Ruh Muvazenesi - Her Cephesiyle Komünizm
27. Hac
28. Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar
29. Türkiye'nin Manzarası
30. Çerçeve - 1
31. Nur Harmanı
32. İman ve İslam Atlası
33. Müdafaalarım
34. Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar)
35. Benim Gözümde Menderes
36. İdeolocya Örgüsü
37. Mümin Kafir - Vecdimin Penceresinden - Bir Pırıltı Binbir Işık
38. Senaryo Romanlarım: Sen Bana Ölümü Yedirdin - Deprem (Çile) - Katibim - Villa Semer - Vatan Şairi Namık Kemal - Canım İstanbul - Ufuk Çizgisi - Son Tövbe - En Kötü Patron
39. Çöle İnen Nur
40. Son Devrin Din Mazlumları
41. Öfke ve Hiciv
42. Sabır Taşı - Ahşap Konak
43. Ulu Hakan II. Abdülhamid Han
44. Başbuğ Velilerden 33 (Altun Halka)
45. Çerçeve - 2
46. Konuşmalar
47. Rabıta-i Şerife
48. Doğru Yolun Sapık Kolları
49. Başmakalelerim - 1
50. Tasavvuf Bahçeleri
51. Çerçeve - 3
52. Namık Kemal
53. Hücum ve Polemik
54. Rapor - 1 - Rapor - 2 - Rapor - 3
55. Rapor - 4 - Rapor - 5 - Rapor - 6
56. Rapor - 7 - Rapor - 8 - Rapor - 9
57. Rapor - 10 - Rapor - 11 - Rapor - 12 - Rapor - 13
58. Yeniçeri
59. Reşahat
60. Başmakalelerim - 2
61. Mektubat
62. Başmakalelerim - 3
63. Çerçeve - 4
64. Gönül Nimetleri
65. Edebiyat Mahkemeleri - Doğu Edebiyatı - Dil Raporları -
66. Çerçeve - 5
67. Hadiselerin Muhasebesi - 1


kaynak:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Necip_Faz%C4%B1l_K%C4%B1sak%C3%BCrek

kut
14-05-2007, 15:15
AKIL

Akıl akıl olsaydı adı gönül olurdu
Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu

AKŞAM

Güneş çekildi demin,
Doğdu bir renk akşamı.
Bu, bütün günlerimin,
İçime denk akşamı.

Akşamı duya duya,
Sular yattı uykuya;
Kızıllık çöktü suya,
Sandım bir cenk akşamı...


ANNECİĞİM

Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!...


ANNEME

Anne girdin düşüme.
Yorganın olsun duam;
Mezarında üşüme.

Anlamam, anlatamam.
Düşen düştü peşime,
Artık vadeler tamam...



ANNEME MEKTUP

Ben bu gurbete ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.
Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.
Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim


AŞK VE KORKU

Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde,
Allah'tan nasıl korkmaz, insan Onu sever de...

AYDINLIK

Uyan yârim, uyan, söndü yıldızlar,
Gün, karşı tepeden doğmak üzredir.
Her sabah güneşi seyreden kızlar,
Mahmur gözlerini oğmak üzredir.

Uyan yârim, sesler geldi derinden,
Karanlık oynadı, koptu yerinden;
İlk ışık, kapının eşiklerinden,
Şimdi bir gölgeyi koğmak üzredir.

Sevgilim, kapımı çaldı aydınlık,
Baygın gözlerimi aldı aydınlık,
İçimde tıkandı, kaldı aydınlık,
Bu aydınlık beni boğmak üzredir.


AYNALAR

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İste yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karsıma,
Başımın tokmağı indi başıma.

Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!

Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.

Günah, gunah, hasad yerinde demet;
Merhamet, sucumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti

kut
15-05-2007, 22:48
AYRILIK VAKTİ

Akşamı getiren sesleri dinle
Dinle de gönlümü alıver gitsin
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin

Güneşle köye in, beni bırak da
Küçüle, küçüle kaybol ırakta
Şu yolu dönerken arkana bak da
Köşede bir lahza kalıver gitsin

Ümidim yılların seline düştü
Saçının en titrek teline düştü
Kuru yaprak gibi eline düştü
İstersen rüzgara salıver gitsin

kut
15-05-2007, 22:48
BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

kut
15-05-2007, 22:48
BEKLEYEN

Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur, beklerim...

kut
15-05-2007, 22:49
BENDEDİR

Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan,
Kime ne, aşılmaz duvar bendedir,
Süslenmiş gemiler geçse açıktan,
Sanırım gittiği diyar bendedir.

Yaram var, havanlar dövemez merhem;
Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem.
Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem;
Yollar ki, Allah'a çıkar, bendedir.

kut
15-05-2007, 22:49
BU YAĞMUR

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.

Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.

Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden...

kut
15-05-2007, 22:49
CANIM İSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...

İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle Istanbul'da bul!

İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.

İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.

Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.

Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,

İstanbul,
İstanbul...

kut
15-05-2007, 22:49
ÇİLE..

Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

Bir bardak su gibi çalkalandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makâni bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu ögrensem asıl?

Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep nokta nokta ruhumu sokmus,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.

Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan mühacir; eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatıi bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerrecigim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmis zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
Içiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırılıtılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

kut
15-05-2007, 22:50
ÇOCUK

Annesi gül koklasa,ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...

Çocukta,uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa 'niçin,nasıl?' ve hayret...

Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;
Biz akıl tutsağıyız,çocuktur ki asıl hür.

Allah diyor ki:'Geçti gazabımı rahmetim!'
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...

Bugün ağla çocuğum,yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını,sonra anlayamazsın!

İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...

kut
15-05-2007, 22:50
DAĞLARDA ŞARKI SÖYLE

Al eline bir değnek,
Tırman dağlara, söyle!
Şehir farksız olsun tek,
Mukavvadan bir köyle.

Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!

kut
15-05-2007, 22:50
DAYAN KALBİM

Seni dağladılar, değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.

Sensin gökten gelen oklara hedef;
Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef!
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!

kut
15-05-2007, 22:51
DESTAN

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,

Çekiyor tebeşirle yekun hattını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir laf var, buyurun size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!

Bir şey koptu benden, şey, Herşeyi tutan bir şey.
Benim adım bay Necip, babamın ki Fazıl bey,

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.

Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!

Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!

Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu:
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!

Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.

Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilac;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç.

Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!

Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

Ah! küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap!

kut
15-05-2007, 22:52
FEZA PİLOTU

Yirminci yüzyılın ablak yüzlü pilotu
Buldun mu Ay yüzünde ölüme çare otu ?

Bir odun parçasına at diye binen çocuk
Başında çelik kulaf, sırtında plastik gocuk.

Uzakları yenmiş Fatih edasındasın|
Dipsizliğin dibini bulmak sevdasındasın...

Allah'a dil çıkarır gibi küstah bir yarış...
Farkında değilsin ki, Ay Dünya'ya bir karış.

Fezada milyarlarca ışık, yol, mesafe;
Seninki, saniyelik zafer, ilmi hurafe.

Kavanozda, kendini deryada sanan balık;
Ne acı vahşet, mağrur ilimdeki kalabalık;

Fezada 'Allah diye bir şey yok' iddiası
Gel gör, kaç füzeye denk, bir mü'minin duası;

Rafa kaldırmak için ruhlarını dürdüler;
Güneş diye kalpteki güneşi söndürdüler.

Bilmediler; kalptedir, kalptedir asıl feza;
Kalptedir, olumsuzluk kefili kutsi imza.

Sayıdan sonsuzluğa sınıf geçirtecek not;
Bizdedir ve bizdedir Arş'a giden astronot,

Ve mekandan arınmış ve zamandan ilerde,
Fezayı teslim alma sırrı bizimkilerde.

Bizimkiler ışığa gem vururda binerler;
Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler..

kut
15-05-2007, 22:52
GECEYE ŞİİR

Kalbim bir çiçektir,gündüzler ölgün;
Gelin,gelin,onu açın geceler!
Beni yadedermiş gibi,bütün gün
Ötün kulağımda,çın,çın,geceler!

Geceler çekmeyin benim için hüzün,
Gelin siz,ruhumu tenimden süzün;
Bırakın naşımı yerde gündüzün,
Gölgemi alın da kaçın geceler!

kut
15-05-2007, 22:52
GÖLGELER

Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere...

kut
15-05-2007, 22:52
GURBET

Dağda dolaşırken yakma kandili,
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!
Ne söylemez, akan suların dili,
Sessizlik içinde çağlama gurbet!
Titrek parmağınla tutup tığını.
Alnıma işleme kırışığını
Duvarda, emerek mum ışığını,
Bir veremli rengi bağlama gurbet
Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..

kut
15-05-2007, 22:53
HATRINA DÜŞECEĞİM

Kopkoyu bir sis içinde bir akşam
Hatırına düşeceğim belki
Bir an ıslayacak yağmur yüzünü
Birden o tatlı demleri hatırlayacaksın
Sonra sıcak yatağında uzun uzun
Ağlayacaksın Ağlayacak.!

Boğazında bir şeyler düğümlenecek
Ah yanımda olsaydı diyeceksin
Tüm yıldızlar gülecek haline Ay'da göz kırpacak
İliklerine işleyecek bensizlik
Kahrolacaksın...!

Bir sigara tüttüreceksin ihtimal
Ufku seyredeceksin saatlerce
Bir rüzgar kopçalayacak yüzünü
Sonra hayalim gelecek karşına
Bir Şiirimi mırıldanacaksın
Hıçkıracaksın..!

Gönlünden atamadığın gibi kafandan da
Silemeyeceksin beni düşlerine gireceğim her gece
İnce bir hüzün bürüyecek yüzünü
Ve çırılçıplak gerçekleri o zaman
Anlayacaksın..!

Sonra bir şeyler yazmak isteyeceksin
Kafan gibi kaleminde işlemeyecek
Unutmak isteyeceksin her şeyi
Ama unutamayacaksın hiç bir şeyi
Kıvranacaksın.!

kut
15-05-2007, 22:53
HEP BU AYAK SESLERİ

Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,
Dolaşıyor dışarda, gün batışından beri,
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime,
Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan,
Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan,
Sesler, ayak sesleri kesilmez çıtırdılar!
Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar,
Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden,
Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden,
Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu,
Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu
Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım
Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım,
Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,
Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya

kut
15-05-2007, 22:53
HER NEFESTEN

göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
affet senden habersiz aldığım her nefesten...

kut
15-05-2007, 22:53
KADIN

Kalıp değil bir fikir...
Elmas sorguçlu fakir;
Açıkta sırrı bakir;
Kadın...

Çölde kaçan bir serap;
Yönü kementli mihrap...
Madeni som ıstırap;
Kadın...

Dipsiz hasrete tuzak;
En yakınken en uzak....
Tadı zehrinde erzak;
Kadın...

Bir işaret, bir misal;
Ayrılık remzi visal...
Allah'a yol bir timsal;
Kadın...

kut
15-05-2007, 22:53
KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

kut
15-05-2007, 22:54
KARACAAHMET

Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!

Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?

Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...

Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.

Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.

Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.

Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,

Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bölüm...

Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sukuta sebep?

Kavuklu, başörtülü, fesli, başacık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,

Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.

Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.

Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.

Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!

kut
15-05-2007, 22:54
KURTULUŞ BESTESİ

Aç kapıyı haber var,
Ötenin ötesinden.
Dudaklarda şarkılar,
Kurtuluş bestesinden.

Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden.

kut
15-05-2007, 22:54
MUHASEBE ..

Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!
Sadece beyni zonklayanlardan biri!

Bakmayın tozduğuma meşhur Babialide!
Bulmuşum rahatımı ben bir tesellide.

Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?

Evet, kafam çatlıyor, güya ulvi hastalık;
Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.

Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.

Üstün çile, dev gibi geldi çattı birden! Tos!!
Sen cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos!

Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet, yok edilen güruhiyle...

Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!
Genç adam, al silahı; iman tılsımlı kılınç!

İşte bütün meselem, her meselenın başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!

Tırnağı en yırtıcı hayvanın pencesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi!

Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,
İçimde homurtular, inanma diye gülen...

İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı alem!
Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve aşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları;

Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
Koku iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım!

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!

Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!
Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;

Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

Yeni çirkine mahkum, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hakim, kulları heykellerin!

Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkilapta!

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!

Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?

kut
15-05-2007, 22:54
OLMAZ MI?

Yön yön sarılmışım ne yana baksam;
Sarılan olur da saran olmaz mı?
Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam;
Geçip de aynaya,soran olmaz mı?

Bir parçacığım ben,bütüne hasret;
Zaman döne dursun,o güne hasret;
Ruhumsa zamanın üstüne hasret;
Ebediyet boyu bir an... Olmaz mı?

kut
15-05-2007, 22:55
OTEL ODALARINDA

Bir merhamettir yanan, daracık odaların
İsli lambalarında, isli lambalarında.

Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,
Küflü aynalarında, küflü aynalarında.

Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,
Kırık masalarında, kırık masalarında.

Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır,
İzbe sofalarında, izbe sofalarında.

Atıyor sızıların çıplak duvarda nabzı,
Çivi yaralarında, çivi yaralarında.

Duyuluyor zamanın tahtayı kemirdiği
Tavan aralarında, tavan aralarında.

Ağlayın, aşinasız, sessiz can verenlere,
Otel odalarında, otel odalarında.

kut
15-05-2007, 22:55
PERDELER

Perdeler, hep perdeler...
Her yerde, her yerdeler.
Pencerede, kapıda,
Geçitte, kemerdeler...
Perdeler, hep perdeler...

Ya benim sevdiklerim,
Şimdi nemde, nemdeler?
Onu bomboş perdenin;
İçerde, içerdeler!
Perdeler, hep perdeler...

Gönülde asil perde;
Onu hangi göz deler?
Surat maske altında,
Sis altında beldeler.
Perdeler, hep perdeler...

Perdeye doğru akın;
Atlılar, piyadeler.
Yollar, yönler dolaşık;
Değişik ifadeler.
Perdeler, hep perdelere.

Bir tohumda bin gömlek.
Giyim fideler.
Kalbiler dilini yutmuş;
Bangır bangır mideler.
Perdeler, hep perdeler...

Son noktada son perde;
Çevrilmiş seccadeler.
Orada işte işte,
Ölümden azadeler!
Perdeler, hep perdeler...

kut
15-05-2007, 22:55
SAÇLARIN

Saçların omuzlarından aksın
Mermer üzerinden geçen su gibi
İçinde ezgin bir his duyacaksın
Yaz vaktinin gündüz uykusu gibi

Saç tel tel örtüler hep tül tül düşer
Gözünün değdiği yere gül düşer
Sonunda sana da bir gönül düşer
Gönlümün şimdiki duygusu gibi

Dillerde dökülüp sayılır saçın
Sıcak nefeslerle bayılır saçın
Bir tütsüdür kalbe yayılır saçın
Kararan gözlerin buğusu gibi

kut
15-05-2007, 22:56
SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

kut
15-05-2007, 22:56
TAKVİMDEKİ DENİZ

Hasreti denizlerin,
Denizler kadar derin.
Ve o kadar bucaksız.
Ta karşımda yapraksız
Kullanılmış bir takvim.
Üzerinde bir resim;
Azgın, sonsuz birdeniz.
Kaygısız, düşüncesiz,
Çalkanıyor boşlukta
Resimdeyse bir nokta;
Yana yatmış bir gemi,
Kaybettiği alemi
Arıyor deryalarda.
Bu resim rüyalarda
Gibi aklımı çeldi,
Bana sahici geldi.
Geçtim kendi kendimden,
Yüzüme o resimden,
Köpükler vurdu sandım.
Duymuş gibi tıkandım,
Ciğerimde bir yosun.
Artık beni kim tutsun.
Denizler oldu tasam,
Yakar onu bulmazsam
Beni bu hasret dedim
Varırım elbet dedim.
Bir ömür geze geze
Takvimdeki denize.
Ne var bana ne oldu
Odama nasıl doldu
Birden bire bu meltem
Ve dalgalandı perdem
Havalandı kağıtlar.
Odamda kıyamet var.
Ah yolculuk yolculuk
Ne kadar baygın soluk
O gün bizde betbeniz
Ve ne titrek kalbimiz.
Ve eşyamız ne küskün.
Yola çıktığımız gün
Bir sıraya dizilmiş
Gözyaşlarını silmiş,
Bakarlar sinsi sinsi
Niçin o anda hepsi
Bir kuş gibi hafifler
Arkandan geleyim der
Niçin o güne kadar
Dilsiz duran ne kadar
Eşya varsa dirilir
Yolumuza serpilir
Ufak böcükler gibi
Gezer onların kalbi
Üstünde döşemenin
Gizli bir didişmenin
Saati çalar o an
Birden bakar ki insan
Herşey karmakarışık.
Ayırmak olmaz artık
Bir kalbi bir taraktan
Ve kalb ağlayaraktan
Çekilir geri geri
Terkeder bu mahşeri.
Bu mahşerin içinden
O gün ben de geçtim ben,
Nem varsa evim, anam,
Çocukluğum, hatııram,
Ve ne sevdalar serde
Bıraktım gerilerde
Kaçar gibi yangından.
Rüzgarların ardından
Baktım da süzgün süzgün
Kurşun yükünü gönlün
Tüy gibi hafiflettim.
Denize hicret ettim.

kut
15-05-2007, 22:56
TAM OTUZ YIL

Tam otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...

kut
15-05-2007, 22:56
UTANSIN

Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!

Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

kut
15-05-2007, 22:57
UYAN YARİM

Uyan yarim, uyan, söndü yıldızlar,
Gün, karşı tepeden doğmak üzredir.
Her sabah güneşi seyreden kızlar,
Mahmur gözlerini oğmak üzredir.

Uyan yarim, sesler geldi derinden,
Karanlık oynadı, koptu yerinden;
İlk ışık, kapının eşiklerinden,
Şimdi bir gölgeyi koğmak üzredir.

Sevgilim, kapımı çaldı aydınlık,
Baygın gözlerimi aldı aydınlık,
İçimde tıkandı, kaldı ayrılık,
Bu aydınlık beni boğmak üzredir.

kut
15-05-2007, 22:57
YAR O Kİ

Falan, dağın ardında;
Seslen, seslen, işitmez
Filan toprak altında;
Göz yaşları diriltmez

Neye vardın, vardın da?
Ufuk varmakla bitmez.
Bir şey göster kadında,
Tılsımını eskitmez

Yar o ki, hep yadında;
Eskimez ve eskitmez.
Muradı muradında,
Seni bırakıp gitmez

kut
15-05-2007, 22:57
YOLCULUK

Yolculuk, her zaman düşündüm onu;
İçimde bu azgın davet ne demek?
Oraya, nerdeyse güneşin sonu,
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.

Altımdan kaydırdı bir el minderi;
Herkes yatağında, ben ayaktayım.
Bir gece, rüyada gördüğüm yeri,
Gözlerim yumulu, aramaktayım.

Beni çağırmakta yabancı dostlar;
Bu dostlar ne güzel, dilsiz ve adsız.
Eski evde, şimdi bir başka ev var:
Avlusu karanlık, suları tadsız.

Her akşam, aynı yer, aynı saatte,
Güneşten eşyama düşen bir çubuk;
Yangın varmış gibi yukarı katta,
Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk!

Başım, artık onu taşımak ne zor!
Başım, günden güne kayıtsız bana.
Dalında bir yaprak gibi dönüyor,
Acı rüzgarların çektiği yana...

kut
15-05-2007, 22:57
ZİNDANDAN MEHMEDE MEKTUP

Zindanda iki hece.Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam,boynunda yafta...

Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mi?..Belki ..Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...

Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak!

Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akıl almazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.

Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu?
Buradan insan mı çıkar,tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı.
Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı

Ondan kalan,boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"!
Çatık kaş...Hükumet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?

Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçem...
Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekun içinde yazıl ve çizil!

Insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik,mintanlarla et.

Somurtuş gibi bıçak,nara gibi tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat

Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan,sen öp seccadem!

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim,senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan

Karıştır çayını zaman erisin
Kopuk kopuk,duman duman erisin!

Peykeler,duvara mihli peykeler
Duvarda,başlardan yağlı lekeler
Gömülmüş duvara,bas bas gölgeler...

Duvar,katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin

Sukut...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep,ölü ve mezar?

Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç varda ,kalan biz miyiz?

Ses demir,su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden,kader bu,emir...

Garip pencerecik,küçük daracık;
Dünyaya kapalı,Allah'a açık

Dua,dua eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış

Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu
İplik ki incecik,örer boşluğu

Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş
Karanlığında nur,yeniden doğuş....
Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş!

Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir

kut
19-05-2007, 13:54
Aç Kapıyı

Aç kapıyı haber var,
Ötenin ötesinden.
Dudaklarda şarkılar,
Kurtuluş bestesinden.

Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden.

kut
19-05-2007, 14:14
Büyük Doğu Marşı

Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!
Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!
Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!



Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!

(1983)

kut
20-05-2007, 01:00
Geçen Dakikalarım

Kimbilir nerdesiniz,
Geçen dakikalarım
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların,korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.

Gün geldi,saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!

N.F.K
20-05-2007, 02:54
Dostum bu güzelliği bize yaşattığın için teşekkürler...
Necip Fazıl KISAKÜREK , benim olmazsa olmazımdır..onun şiirlerinden sonra başka şiir okumuyorum, onun yazılarından sonra hiç bir yazıya saygı duyamıyorum,
yani insan koskoca dünyayı iki kelimeye sığdırı mı? evet sığdırır
düz yazılarında bir tane de olsa boş cümle yazmadan yazı yazabilir mi? evet yazar
işte bunlar üstadın en önemli özelliği...

ölüm yıl dönümü yine geliyor 25 Mayıs 1983
inşl. mezarı başında olmaya çalışacağım...

hexedemical
20-05-2007, 03:48
necip fazıl hayatını okudum özelliklede arkadaşları çok cimri ve paracı olduğundan bahsediyor bu benim çok ilgimi çekti.. insanlara çok güvenmemek gerekiyor . şirlerini okuyunca inanamıyor insan o ayrı tabi :)

GÜRKAN
20-05-2007, 09:06
Dostum bu güzelliği bize yaşattığın için teşekkürler...
Necip Fazıl KISAKÜREK , benim olmazsa olmazımdır..onun şiirlerinden sonra başka şiir okumuyorum, onun yazılarından sonra hiç bir yazıya saygı duyamıyorum,
yani insan koskoca dünyayı iki kelimeye sığdırı mı? evet sığdırır
düz yazılarında bir tane de olsa boş cümle yazmadan yazı yazabilir mi? evet yazar
işte bunlar üstadın en önemli özelliği...

ölüm yıl dönümü yine geliyor 25 Mayıs 1983
inşl. mezarı başında olmaya çalışacağım...

Her ne kadar siyasi görüşlerimiz zıt olsa da Necip Fazıl Ustayla; şiir konusunda kendisini Nazım ustadan ayırd etmem.Olağanüstü bir şair olarak gönlümde hep kalacak.Ruhu şad olsun.
saygılar&sevgiler

ÇAKAL
20-05-2007, 09:34
necip fazıl hayatını okudum özelliklede arkadaşları çok cimri ve paracı olduğundan bahsediyor bu benim çok ilgimi çekti.. insanlara çok güvenmemek gerekiyor . şirlerini okuyunca inanamıyor insan o ayrı tabi :)
Ben inanmıyorum,belki Kurtuluş Savaşı yokluğunu yaşamış bir milletin evladı olarak gayr-ı ihtiyari tutumluluk yapmıştır.O kadar paragöz olsaydı İstiklâl Marşımız için verilen ödülü alır cebine koyardı.

N.F.K
20-05-2007, 09:37
necip fazıl hayatını okudum özelliklede arkadaşları çok cimri ve paracı olduğundan bahsediyor bu benim çok ilgimi çekti.. insanlara çok güvenmemek gerekiyor . şirlerini okuyunca inanamıyor insan o ayrı tabi :)






hexedemical ya dostum sen aldırı ve eleştiri içgüdüsüyle mi yaratıldın, anlamıyorum...kaç kere üstadın hayatını okudun, yazdığın şeylere kendin inanıyormusun. sağdan soldan dolduruşa gelmiş adamların duyumlarıyla nereye varmaya çalışıyorsun....

NECİP FAZIL KISAKÜREK paraya tamah edecek olan bir insan olsaydı, statükocu cihetten gelen teklifleri anında kabullenir ve saltanat içerisinde hayatını devam ettirirdi..

-Para Necip Fazıl’a hiç dayanmazdı. Para Necip Fazıl’ın elinde rezil olduğu kadar kimsenin elinde rezil olmadı.

Üstad’a para sorulduğunda Yahudiye, komünizme ve kapitalizma lanet etmekten başka bir cevap vermez.
İşte ‘Konuşmalar’ adıyla neşredilen kitabındaki sorulara cevap olarak verdiği fikirlerinden bazı satırlar:
Hep maneviyat dediniz.. Bir de para denilen bir şey var. Onunla aranız nasıl?

— Para hiç bir zaman benim için gaye olmadı. Halen ayda ikiyüz bin lira ile dönen bir evin reisiyim. Yetişmiş çocuklarım babalarının sırtındadır. Bir eserin hayatta para getirdiği ilk defa görülüyor. Ben seksenine gelmiş yaşta, bu yükün altındayım. Ama kendim bakımından sorarsanız bundan on sene evvel yapılmış kostümlerimin bir kaçından başka bir şey 'giymemişim, iskarpin de almamışımdır. Paraya hırsım yok. Ama olsaydı eğer, milyarla hesabı gerekirdi. Öyle tekliflerle karşılaştım.. Mahkeme zabıtlarına geçmiş teklifler vardır bunlar arasında..

Bir alış-veriş vasıtası olarak paranın mahiyeti konusunda ne düşünüyorsunuz?

— Bilmiyorum mizacınıza bunu neşretmek uygun düşer mi.. Para bir Yahudi icadıdır. Paranın teşkil ettiği zulme karşı anti kapitalizm keza Yahudi icadıdır. Velhasıl bu Yahudi garip şeydir. Tahribe memurdur. Nerede mükemmeliyet görürse onu tahrip eder. Marks, Yahudi-dir. Ama Yahudiye dehşetli çatar, çıfıt diye.. Acayip bir şey; tezi Yahudi, anti tezi Yahudi, sentezi Yahudi, analizi Yahudi.. Bu ince iştir.. Benim Abdülhamit'le ilgili kitabım okunursa pek çok sorunun cevabı bulunur.

1982- N.F.K- KONUŞMALAR

Rahmetli Menderes’ten yüklüce para almıştı. Bana Osman ağbi anlattı. Osman ağbiyi yemeğe götürmüş. O zaman bir deste para .O zamanın parası ile 165 bin lira. Büyük para bu gün trilyondan fazla. Karpiç lokantasına gitmişler. Necip Fazıl, parayı deste ile çıkarıyor “Tırrrrrrrrr “ diye saçıyor. “Buna para derler para ..Toplaaaaaaaaa.”diyor. Garsonlar koşuyor topluyor. Hepsine biner lira veriyor. Bu defa şef garson ve patronda toplamaya başlıyor. Bir deste parayı böylece yok etmiş.


http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?

N.F.K
20-05-2007, 09:47
(Büyük değişiminden sonra)Necip Fazıl merhuma bir gün biri der ki:"Üstat, şimdi böyle diyorsunuz ama eskiden içki içer kumar oynardınız."
Üstat cevap verir:Geçmişim bir çöplüktür.Çöplüğü karıştırmak da itlere yaraşır.

Ben öyle bir devim ki aslında pireyim
Bir delik gösterin utancımdan gireyim.


Üstad "benim efendim" dediği mürşidine bağlandıktan bir müddet sonra sakal bırakır.
Bir gün üstadın fikirlerini ve yani halini hazmedemayen eski dostlarından biri karşılıklı bir sohbet sırasında takılmak için;
"ya hu maymuna dönmşsün" der
Bunun üzereine üstadta;
"öyle mi? o zaman biraz da duvara döneyim" diyerek istikametini duvara çevirir...


"Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış"

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.
Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nemde?
Bazı geriden gelen, yüz bin devir ilerde!

N.F.K
20-05-2007, 09:49
Üstad, milli, manevi ve edebi değerlere bakışını;


“Bu cemiyetin dini mizacı , Süleyman Çelebi’de,

Derinlik ve olgunluğu Mevlana’da,

Mavera humması Yunus Emre’de,

Kahramanlık hayali Battal Gazi’de,


Aksülemal ve isyan psikolojisi Köroğlu’nda

Nükte ve hicvi Nasreddin Hoca’da,

Hassasiyet cevhari Fuzuli’de,

Eda ve estetik ruhu Baki’de,

Kuru mantık ve aklı Nabi’de,

İrfan ve inceliğ Şeyh Galib’te…” aranmalıdır diyerek açıklar

ALLAH dostu o dur ki, nefsine tek pay biçmez;
Kırk yıl bir ekşi ayran özlerde onu içmez...

forges
20-05-2007, 10:00
Necip Fazıl ın hayatındaki dönüşümü bilen herkes paraya ve diğer başka şeylere nasıl sırt çevirdiğini şüphesiz bir şekilde idrak eder.
Yukarıdaki "paracı ve cimriymiş" kelimesini kullanan arkadaş kulaktan dolma laflardan etkilenmiştir gibi geliyor bana...

N.F.K
20-05-2007, 11:01
Kaç Ermenî Daha?


[Hâdiseler]

Avrupalıların, Ermenileri kışkırtarak Anadolu’da karışıklıklar
çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi Sultan Abdülhamid
Hân’a küstahça:

“Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?” diye sorunca,
Ulu Hâkan’ın cevabı şöyledir:

"Filan gün, filan saatte Karadeniz’in filan noktasından karaya
çıkararak Ermenileri silahlandırmak için şu kadar sandık
malzemeyi Ermenilere teslim eden İngiliz gemisinde kaç silah
bulunuyorsa, o kadar Ermeni öldüreceğiz."



Necip Fazıl Kısakürek / Ulu Hakan s: 244

Merhum üstad birgün oldukça kalabalık bir yerde konferans vermektedir.
soysuz çevrelerinde üstadı dinlemeye ve yaptığı konuşmaları teyid etme maksatlı olduğu tahmin edilen
ve bu kalabalığın içine karışanlardan biri, üstad konuştuğu sirada kürsüye bir hıyar(salatalık) fırlatır...

bir süre sonra hıyarı farkeden üstad:
ARKADAŞLAR ARANIZDAN BİRİSİ BURAYA BANA KİMLİĞİNİ YOLLAMIŞ DER.

KARTAL KONSA


Bir gün bir seveni onu ziyarete gitmiş. Epey dağınık günüymüş üstadın .”hayrola üstadım, çok dağınıksınız

bugün?”demiş.

Meşhur davalarından biri ile uğraşıyormuş. Çok yorgun bir şekilde:”Sorma Niyazi, dedi. Tepeme kartal çıksa

kovacak halim yok”,demiş. Niyazi gülmüş.

- Niye gülüyorsun? dedi.

- Kartala güldüm Üstadım, demiş. Niye kartal da güvercin, karga falan değil

- Büyük Doğu’nun kayalıklarına da ancak kartal yaraşır. Öyle değil mi ?

- Öyle Üstadım, demiş.


Milli Şahlanışın Ruhuna Tükürmek
Kendi yaşadığı dönemde de kız öğrencilerin başörtüsü takmaları yüzünden üniversitelere alınmaması üzerine, merhum Necip Fazıl Kısakürek'in bu haksızlığa:
Bir kız öğrenciyi, başını örttüğü için tahsil hakkından mahrum etmek İstiklal Savaşı başlarında ve Maraş'ta düşmanlar tarafından başörtüsü çekilip düşürüldüğü için başlayan milli şahlanışın ruhuna tükürmektir" diye yazarak kalemini kılıç gibi kullandığını...(157)

SENDİKA

Üstad’ı sendika yemeğine davet etmişler.
Yemekten sonra :
-Üstadım ,demişler, sendika hakkında bir konuşma yap da …. Millet sendika hakkında bilgi sahibi olsun!
Onlar öyle söyleyince üstad aniden ayağa fırlamış öfkeyle. Sonra da almış mikrofonu eline, demiş ki:
-Sanmayın ki yemeğinizi yedim diye gönlünüze göre konuşacağım! sendika ,patronun zulmüne karşı kurulmuş ikinci bir zulüm müessesesidir!...


Üstad Yenilgi ve mağlubiyeti kabul etmezdi. Bir gün bir tren istasyonunda onun sinirli sinirli gezdiğini gören bir hayranı (bazı rivayetlere göre onu sevmeyen biri) sorar:
- Ne oldu Üstad, treni mi kaçırdınız?
Üstad böyle bir ithamı kabul eder mi? Treni kaçırmak bir eksiklik, bir yenilgidir.
- Kovdum gitti, der.


Bir gün kendisine, bir dostu:
-Üstad, dünyada iki büyük şair var, demiş.
Necip Fazıl’ın tepkisi şu olmuş:
-Öteki kim?


Necip Fazıl,oğlu Mehmed'i kırmaz ve ödevini yapar.Ödevden "orta" not alan küçük Mehmed eve geldiğinde üzüntülü şekilde babasına sitem eder:

"Baba bu nasıl iş.Herkes seni edebiyatçı biliyor.Bense senin yaptığın ödevimde zar zor orta aldım."

Üstadın tebessümü dudaklarına yayılır:
"Üzülme evlat! Şarlo'da kendisine benzeyenler yarışmasında sonuncu olmuştu."


Mahkemede hakim, Necip Fazıl'a:
- Bak, der. Seni bundan böyle bir daha huzurumda görmeyeceğim, öyle değil mi?
Necip Fazıl sorar:
- Hakim Bey, yoksa istifa mı ediyorsunuz?


Üstada bir konferans sırasında bir genç sorar:
-Osmanlı emperyalist değil miydi?
Cevap dikkate şayandır:
-Evladım eğer Osmanlı emperyalist olsaydı şu anda bu soruyu fransızca değil türkçe sorardın.

Bir gün büyük şair Necip Fazıl Kısakürek'e sahilde rastlayan bir hayranı;
''Üstad, senin bütün mücadelelerin güzel, hizmetlerin eşsiz ama şu ....... tarafın olmasa diye tenkit eder.. Bunun üzerine Necip Fazıl tebessüm ederek:
''şu boğaz'dan geçen lüks ve güzel gemiyi görüyor musun? Bak ne kadar lüks ve konforlu değil mi? İşte böylesine lüks geminin tuvaleti de vardır.'' der...

Bir gün Necip Fazıl, “Osman bekle, ben bir küçük abdest bozacağım” der.
Osman Yüksel nükteyi patlatır:
“Estağfirullah Üstad, senden küçük bir şey sadır olmaz.”

Necip Fazıl vapurla Karaköy'e geçerken, yanına biri yaklaşıp:

"Üstad", diye sormuş "Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik."

N. Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:

"Ne diye vapura bindin ki, yüzerek geçsene karşıya" cevabını vermiş.


Bir gün bir komünist güya düşünme istidadında biri, bana dedi ki:

"-İslam'ı takdir ediyorum,her şeyiyle harika..."

"-Eeee!...."

"-Ama iktisadi doktrini yok!..."

O komüniste dedim ki:

"-Sana birşey söyleyeceğim şimdi,herşeyi anlayacaksın.Tıpkı bir elmadaki erimiş lezzet gibi...İslamda bütün iktisadi dava(ama onu çözebilmek, lifini bulabilmek lazım...)maden suyunda demir gibi;bünyede erimiş olarak mevcuttur.Ne mutlu onu görebilene!...


"Beninki benim,seninki de senin!..." Bu ŞERİATTIR.

İkincisi "Seninki senin,benimki de senin!..." Bu TARİKATTIR.

Üçüncüsü:"Ne seninki senin ne benimki benim...Herşey Allah'ın.."Bu da HAKİKATTIR.

SAHTE KAHRAMANLAR

1960’lı yıllar, Üstad’ın “Sahte Kahramanlar” konferansı ile Türkiye’yi salladığı yıllar.
İşte bu “Sahte Kahramanlar” dolayısıyla Ankara’ya gittiği zaman, devrin başbakanı bir adamını göndermiş Üstad’a adamın getirdiği mesaj şu:
—Muhterem Üstadım, sayın başbakanımızın size çok selamları var.
-Aleyküm Selam ,ne diyor?
—Sahte kahramanlar konferansında kendilerinden söz edilmemesini istiyorlar.
Başbakanın adamının sözü bitince şöyle gürlemiş Üstad:
—Var git söyle ona, sahte kahraman olmak da bir seviye işidir. Onda bu seviye de yok, merak etmesin bahsetmeyeceğim.

Bir gün, Necip Fazıl hoşlanmadığı birisiyle yemek yemek zorunda kalmış. Yemek için bir lokantaya gidip, normal bir masaya oturmuşlar. Garson siparişleri almak üzere masalarına gelip;
-Hoş geldiniz efendim, ne alırsınız, ne arzu etmiştiniz? diye sorar.
Necip Fazıl ile yemeğe gelen adam siparişini verir;
-Pilavın üstüne et!
Bunun üzerine garson Necip Fazıl dönerek siparişini sorar; Üstad da şöyle der;
-Benim, pilavın üstüne etme!


Çaplı Düşünce

Üstadın Müdafaalarım'ında geçiyor.
Yıl 1939... Çankaya'nın kalemşoru Falih Rıfkı Atay, Caddesbostan'daki villasına Necip Fâzıl'ı yemeğe davet eder. Bir ara sofrada şöyle der:

"Yahu, Necip Fazıl senin tarzında, senin çapında bir adam, nasıl Müslüman olur?"

Üstadın cevabı, anlayana zehir zemberek:

"Benim çapımı geç. İnsanın çapı yükseldikçe Müslümanlığa bağlanmak ve ondan başka hiçbir şey tanımamak şansı artar."

kut
20-05-2007, 22:29
Dostum bu güzelliği bize yaşattığın için teşekkürler...
Necip Fazıl KISAKÜREK , benim olmazsa olmazımdır..onun şiirlerinden sonra başka şiir okumuyorum, onun yazılarından sonra hiç bir yazıya saygı duyamıyorum,
yani insan koskoca dünyayı iki kelimeye sığdırı mı? evet sığdırır
düz yazılarında bir tane de olsa boş cümle yazmadan yazı yazabilir mi? evet yazar
işte bunlar üstadın en önemli özelliği...

ölüm yıl dönümü yine geliyor 25 Mayıs 1983
inşl. mezarı başında olmaya çalışacağım...

rica ederim, ne demek.
2 sene önce 20 yaşımda; arkadaşım "Bir Adam Yaratmak" adlı üstadın yazdığı tiyatroya götürmüştü. Sonra şiirleri, belgeseli vs çok geç tanıdım. Tanımayanlara tanıtmak biyerde görev sayılır;)

kut
21-05-2007, 09:00
Geçen Dakikalarım

Kimbilir nerdesiniz,
Geçen dakikalarım
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların,korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.

Gün geldi,saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!

mutlu
21-05-2007, 10:38
neden daha önce fark etmedim diyordum ki bu topiği açalı daha bir hafta olmuş.

hayırlı olsun. güzel düşünmüşsünüz.

bizim de mutlaka katkımız olacaktır.
saygılar

hexedemical
21-05-2007, 10:52
Necip Fazıl ın hayatındaki dönüşümü bilen herkes paraya ve diğer başka şeylere nasıl sırt çevirdiğini şüphesiz bir şekilde idrak eder.
Yukarıdaki "paracı ve cimriymiş" kelimesini kullanan arkadaş kulaktan dolma laflardan etkilenmiştir gibi geliyor bana...

okuyalım araştıralım sonra cevaplar yazalım.....
son cümle tarifi bana uymuyor

kut
21-05-2007, 11:57
İşim Acele

Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele!

Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!

(1972)

kut
21-05-2007, 22:02
Surda Bir Gedik Açtık

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es...

HAŞAT
23-05-2007, 23:07
Her ne kadar düşünsel temellerimiz Necip Fazıl'la uyuşmasa da şairliği, dize yapısı ve şiir bilgisiyle kendisini takdir etmişimdir ve nedense şu dizelerini hiç aklımdan çıkmamıştır. Bunların yanısıra Necip Fazıl'ın "Sakarya Türküsü" haricinde birçok şiiri de vardır.

Anladım işi san'at Allah'ı aramakmış
Marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış.

Sevgiler.

kolaşinli
23-05-2007, 23:32
tel tel ve iplik iplik dikseler de ağzımı,
tek ses duysalar yoklayanlar nabzımı.
Allah...

N.F.K.

mystified
24-05-2007, 00:51
Bravo!

Necip Fazıl' sız edebiyat topiği zaten düşünülemezdi.Ölümü,anı,benliği Yunus Emre'den bu yana bu kadar yakından hissedip anlatabilen başka şair gelmedi,gelmezde.Fetullah Gülen'in deyişiyle kelime aleminin sultanı.Şairlikte Edgar Allen Poe ayarında bir pırlanta.Necip Fazıl'ın polemikleride meşhurdur:Birgün Üstad'a Nazım Hikmet'in şiirini sorarlar, cevabı:
''Keman sesini ayaklar altına alan davulun sesi'' olur.

ÇAKAL
27-05-2007, 10:42
Osman Akkuşak



Necip Fazıl KISAKÜREK...
Büyük şair Necip Fazıl Kısakürek ebediyet âlemine geçeli tam 24 sene oldu.. gökkubbede bıraktığı iz sebebiyle tereddütsüz diyebiliriz ki şair, artık ölümsüzler kafilesine katılmış bir fânidir.. kendisiyle 1950'den, ölüm vakti olan 1983'e kadar devam eden bir dostluğumuz, bir hukukumuz mevcud bulunmuştur.. sadece meclisinde ve sofrasında değil bir aile dostu olarak da sanki ailenin bir ferdi gibi; sık sık yanında ve yakınında olmuşumdur..

Üstad; beş evlâd sahibi idi.. en büyük oğlu Mehmed'in “zindandan Mehmed'e mektup” şiiriyle edebiyat tarihine malolduğunu söyleyebiliriz.. şiir;


“zindan iki hece Mehmed'im lâfta!
baba katiliyle baban bir safta!
bir de, geri adam, boynunda yafta...
halini düşünüp yanma Mehmed'im!
kavuşmak mı?.. belki.. daha ölmedim!”
diye başlar.. ve devam eder:


“bir idamlık Ali vardı, asıldı;
kaydını düştüler, mühür basıldı
geçti gitti, birkaç günlük fasıldı...
ondan kalan, boynu bükük ve sefil,
bahçeye diktiği üç beş karanfil!..


müdür bey dert dinler, bugün “mâruzat”
çatık kaş, hükümet dedikleri zat..
beni Allah tutmuş, kim eder azat?
anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem..
anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!”


Mektup bu minval üzere devam eder gider, zindanı anlatır.. acı.. keskin beyanlar.. çığlık çığlık.. derin derin.. söyleyeni ve dinleyeni yakar geçer..


“somurtuş ki bıçak, nâra ki tokad
zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
yalnız seccademin yününde şefkat
beni kimsecikler okşamaz madem;
öp beni alnımdan sen öp seccadem!”


Mehmed'in küçüğü Ömer'dir.. bu Ömer iki sene oldu sanırım; o da babasının yanına gitti.. Üstadı sevenlerin, yollara, caddelere sığmayan kalabalıkların elleri üstünde toprak anaya teslim edildi.. bir sâkin.. susan ve derinden bakan, bir güzel insandı.. Ömer'in küçüğü, Ayşe'dir.. Ayşe hamdolsun sıhhatte ve iyidir.. Ayşe de mâsumiyetin, iyi rûhun izlerini etrafa saçar durur.. Ayşe, esmerle kumral karışığı bir cilt altında Neslihan Abla ile Üstad'ın renklerini âdeta harmanlamıştır.. güzel insandır, güzel evâddır.. Neslihan Abla ile Necib Bey'in son çocukları Zeynep'in ise, çocukluğu, hâlâ gözlerimin önündedir.. sarışın beyaz karışımı yumuk yumuk gözlü, tombul görünüşü ile saffetin ve güzelliğin bir nümûnesi idi.. rengi ile huyu ile, Neslihan Abla'nın annesi Sâra Abla'ya benzemiştir ve hep onu hatırlatmıştır.. yıllar oldu.. acı kaderin tecellisi; o, Ömer'den de evvel babasına kavuşmuştur..

Neslihan Abla asil, zarif ve güçlü bir hanımefendi idi.. Üstad'ın fırtınalı hayatındaki acılara, sıkıntılara göğüs germiş, tahammül etmiş dirençli, inançlı bir anne idi.. konuşması ve tavırları bir İstanbul hanımefendisini temsil etmiştir.. pırlanta gibi o beş çocuğu nasıl yetiştirmiştir, şaşılır.. o mevzuda galiba en büyük dayanağı ve en büyük şansı; annesi, yani Necib Bey'in kayınvalidesi Sâra Abla olmuştur diyebiliriz.. Sâra Abla bir melekten farksızdı.. sarışın, beyaz temiz yüzü.. sesinin sıcaklığı.. beyazlığını belli etmeyen sarı saçları ile karşımda şu anda konuşuyor gibidir.. hep gülümsemiştir.. gülmediği zamanlardaki sükûneti ve yüzünün ciddî görünüşü ise; iyi niyetin, iyimserliğin ve kalb rahatlığının pek sevimli bir ifadesidir.. şimdi hem Sâra Abla hem de Neslihan Abla artık bu dünyada değildirler..

Az daha Osman'ı unutuyordum.. Osman kardeşlerinin en uzun boylusudur.. iki metreye yakındır.. sporcudur, futbolcudur.. Konyaspor'da oynamıştır.. kardeşleri içinde en aktif, en hareketli olanı Osman'dır.. benim adaşımdır.. aktivitesi, insiyatif ve teşebbüs kabiliyetiyle birlikte dürüstlüğün, temizliğin, çalışkanlığın timsali olmuştur.. Ömer'in ve Ayşe'nin küçüğü olup Zeyneb'in büyüğüdür.. toksözlüdür.. doğru sözlüdür.. yanlışlıklara, eksikliklere hatır için gözyummaz.. sözünü de esirgemez.. aslında Ömer'le Osman sanki yanlışlıkla birbirinin ismine elkoymuş gibidirler.. Üstad'ın çocuklarının isimlerini bir arada hatırlarsanız çok enteresandır.. calibidikkattir: Mehmed, Ömer, Ayşe, Osman, Zeyneb.. bu isimlerdeki sıcaklık, güzellik ve mânâlar; bir hasretin, bir sevginin, bir saygının tezahüründen başka nedir ki?..

Vefatının 24'üncü yılında O'nu yâdederken, çocuklarını ve ailesini anlatalım, derken; asıl temel konumuza başlayamadık.. Üstad'ın edebî, fikrî, manevî şahsiyetinin hâkim çizgilerini bir kere daha tekrarlamak isterim.. O'nu en iyi, tanıyanlardan birisi hiç şüphe yoktur ki, bu satırların yazarıdır.. O'nunla dostluğumuz, şahsiyetine ve san'atına objektif bir gözle bakmama engel teşkil edemez.. objektiviteden ve gerçekleri ifade etmekten kaçtığımı farkedersem, hiç şüphe yoktur ki, işte o zaman kalemimin suyu kesilir.. yazamaz, söyleyemez olurum.. kalemim, vicdanımın ve gerçeğin emrinden sapacak olursa, kendisini besleyen kaynaklardan kopacaktır.. bu da benim hiç işime gelmez.. kendi elimle kalemimi ve dilimi kurutamam.. kalemime, üslûbuma ve tutumuma dâir haşviyatı (fazlalıklar) bir kenara bırakarak büyük şair hakkındaki kanaatlerimi hülâsa edeceğim:

1- Necib Fazıl Kısakürek; Türk edebiyatında benzeri bir daha çok zor gelebilecek bir “enmûzeç”tir.. bir orjinal numûnedir..

2- Gerçek bir şâirdir.. kelimeleri, mısralara o tarzda yerleştirmiştir ki, mânâlardaki keskinlik ve güzellik, söyleyişteki âhenk ve mûsikî, fikirlerdeki yoğunluk ve çarpıcılık, okuyanları büyülemektedir..

3- Kısakürek'in nesri, yani kullandığı düz yazı; Türkçe'nin ifade kalıplarına yenilikler, daha güçlü daha orjinal cümle sistemleri getirmiştir.. üslubu; fikir ve felsefe üslubudur.. girift fikirleri, fikir yumaklarını ifade etmeye muktedir cümle şekilleri, sentaks formülleri icad etmiştir.. Türkçe'nin, en zor fikirleri bile anlatmaya yetecek bir güce sahib olduğunu ispat etmiştir..

4- Hitabeti de en az nesri kadar cazip ve renklidir.. hiç okumamış halk tabakasından, üniversite profesörüne kadar bütün ahâlî, onu saatlerce dinlemekten usanmamış ve yorulmamıştır.

5- Günlük hayattaki konuşmaları, tavırları, hareket tarzları; hep sür'atli, kararlı ve tereddütsüz tezahür etmiştir.. dinamik ve enerjik bir ruh yapısı vardır..

Üstad'ın özellikleri, Babıâli'de dilden dile dolaşan fıkraları, hikâyeleri saymakla bitmez.. yazarların ve edebiyatçıların bitiremeyeceği bir kaynaktır.. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın!..

mystified
16-06-2007, 17:03
Bir gün Necip Fazıl, bir üniversitede konferansa katılmış...
Çıkıp herzamanki gibi Din ve Allah kavramı hakkında konuşmuş...
Konuşması bittikten sonra, onunla karşıt görüşlü olan bir Prefesör, Necip Fazıl'a
'Siz önceden çıkıp farklı şeyler söylerdiniz, şimdi ise o sözlerinize çelişen şeyler söylüyorsunuz... Yazdığınız şiirler hala ezberimdedir... bu ne demek oluyor? '
Necip Fazıl'ın cevabı cevabı 'Benin geçmişim bir çöplüktür ve çöplükleri sadece köpekler kurcalar' olur

mystified
16-06-2007, 17:05
Bir gün kendisine, bir dostu:
-Üstad, dünyada iki büyük şair var, demiş.
Necip Fazıl’ın tepkisi şu olmuş:
-Öteki kim?

mystified
16-06-2007, 17:09
Ne İran'ı örnek bil,ne Libya'yı,ne Fas'ı!
Gereken petrol değil,gerçek İslam kafası.

mystified
16-06-2007, 17:19
Elalem çalışırken fethetmeye merihi.,
Sen cebinde kaybettin güneş dolu tarihi.

Elindeyse zamana dur geçme diye dayat,
Bi sigara içmekten daha kısa buhayat.

Sen, aya ayak basan kıçı motorlu kaçık!
Elindeyse eline ayağınla bas da çık!

N.F.K
18-06-2007, 09:43
http://img263.imageshack.us/img263/5739/adszzg8.jpg

meragi
07-09-2007, 12:28
Tüm Necip Fazıl dostları,
Hepinize merhabalar.

Bu Topiği başlatan ve değerli paylaşımlarıyla katkıda bulunan bütün arkadaşlara içten teşekkürler.

Bundan sonra ben de sık sık burada olacağım.


KARACAAHMET

Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!

Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?

Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...

Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.

Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.

Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.

Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,

Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bölüm...

Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sukuta sebep?

Kavuklu, başörtülü, fesli, başacık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,

Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.

Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.

Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.

Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!


Necip Fazıl Kısakürek

meragi
07-09-2007, 12:33
Üstadımızın kendi sesinden Sakarya Türküsü

http://www.youtube.com/watch?v=pX-Cwo3-ho4

meragi
07-09-2007, 12:45
Üstadın vasiyeti

1- Bu vasiyet,çoluk-çoğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade,onların da içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor.Başta gerçek Türk'ün ruh köküne bağlı yeni gençlik,şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes...Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar.Emanetim,beni seven ve İslam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese...

2- Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim,her kelime,cümle,mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir.Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü;başka her şey hiç ve batıl" demekten ibarettir.

3- "Büyük Doğu Yayınları" kitabevi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali,dikkatsiz ve ciddiyetsiz,hürmet ve haşyetten mahrum ve ne varsa - isterse nokta veya virgül olsun-onları reddediyor,malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu,bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlı yorum.İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir,arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslama pazarlıksız ve sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise,çoktan beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı,herbirinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir- şu cevap verilmelidir: "Koca Hz.Ömer bile Allahın Resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin,derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir.Hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuş mudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır." Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil;sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan,yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim...Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise,mirasçılarımın ve manevi mirasçım gençliğin...
Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse,tezgahını başına yıkınız!
En büyük korkularımdan biri,nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.
4-Beni,ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi,İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz!
Burada,umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım:1935 yılında,Mürşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum.Bu yazı,kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak,zamanenin bize aykırı,meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türk'ün tarih muhasebesini İslami tafekkür noktası etrafında çerçeveliyordu.
Yazıyı ellerine aldılar,kalem istediler ve üstüne öz elleriyle "altın ile yazılacak yazı"buyurdular.İşte hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi,bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler..
5-Nasıl,nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir.Fakat imkan aleminde en küçük pay bulundukça,biricik dileğim Ankara'da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta,Şeyhimin civarına defnedilmektir.Elden gelen yapılsın...
6-Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum.
Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa,ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum...Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...
7-Cenazemde,namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Nede,kim olursa olsun,kadın...Ve bilhassa,ölü simsarı cinsinden imam! Ve "bid'at" belirtici hiçbirşey!...Başucumda ne nutuk,ne şamata, ne medh,ne şu,ne bu...Sadece Fatiha ve Kur'an...
8-Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak...Mevlid de istemem!
Onu,uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız!
Sadece Kur'an...
9-Şimdi sıra en büyük dileğimde...Müslümanlardan,Eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa,şunları istiyorum: Her ferdin,herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın,benim için "Necip Fazıl'ın kazaborcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (Beş vakit)namaz kılması ve yine birgün oruç tutması... Mevtanın ardından,onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir.
Her ferdin,en aşağı yüz Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi...70 bine dolması lazım...Bir de,üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri...
Ölünceye dek,üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem dene olacağını,nereye,hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum.
"Şey'en lillah" tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz !Yardımınızı
esirgemeyiniz!
10-Allahı,Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!..Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!
11-Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!

meragi
07-09-2007, 14:04
ÇİLE
Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birden bire dam.
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.

Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

* * *

Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta ?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta ?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl ?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım : Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
Annemin duası, düşte perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç.

Uyku katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş.
Mevsimden mevsime girdim böylece
Gördüm ki, ateşte cımbızda yokmuş.
Fikir çilesinden büyük işkence.
Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir Çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde mavi bir ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi beynimde.

Lügat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta.
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış
Boşuna gezmişim yok tabiatta.
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

* * *

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

Ötelet öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte samanyolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

balaban
07-09-2007, 14:20
Ben de üstadın eserlerinden birini göndereyim

Atatürkçülüğü Atatürk’ün ölümünden sonra da sürmüştü. 1943’de Atatürk Bir gün dirilecek diye bir yazısı vardı.
29 Haziran 1949 günü Büyük Doğu Cemiyetini kurdu. Dernekte Kısakürekten sonra ikinci kişi Ortadoğu’nun Hitler’i Cevat Rıfat Atilhan’dı.
30 Mart 1956 Büyük Doğu adında bir Gazete çıkaran Kısakürek bir yazısında:Amerikan politikasını korumakla mükellefiz…. Amerikan siyasetini tutmak birinci yol…Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik vazifemiz olmalı. Yoksa Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz.,,,,,,,,,, yazmıştı. herhalde en önemli eseri budur.

yosun
07-09-2007, 15:06
KADIN BACAKLARI


Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var

Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,

Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın.

Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü

Kadınlar!Onlar varken konuşmayınız sakın.

İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe

Bacakların ruhudur şekil veren diyorum

Bacakları bir kalın örtüde saklı diye

Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum

Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar

Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Boynuma doladığım güzel putu görseler.

İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını

Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler

İsa’nın eli diye bir kadın bacağını

Necip Fazıl Kısakürek

tent
07-09-2007, 15:20
Ben inanmıyorum,belki Kurtuluş Savaşı yokluğunu yaşamış bir milletin evladı olarak gayr-ı ihtiyari tutumluluk yapmıştır.O kadar paragöz olsaydı İstiklâl Marşımız için verilen ödülü alır cebine koyardı.
sn. cakhall, istiklal marşını necip fazıl kısakürek'in yazdığını mı sanıyorsunuz siz?
sanıyorum, öğretmensiniz bir de!!

ipeksay
07-09-2007, 15:28
AŞK VE KORKU

Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde,
Allah'tan nasıl korkmaz, insan Onu sever de...

PARK
07-09-2007, 15:31
sn. cakhall, istiklal marşını necip fazıl kısakürek'in yazdığını mı sanıyorsunuz siz?
sanıyorum, öğretmensiniz bir de!!

hehehehe:):):)

ipeksay
07-09-2007, 15:32
BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

ipeksay
07-09-2007, 15:35
BEKLEYEN

Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur, beklerim...

ipeksay
07-09-2007, 15:40
KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..


NECİP FAZIL KISAKÜREK

tent
07-09-2007, 16:05
sn. ipeksay, yolladığınız şiirler ilk sayfada varmış...

BORA YAŞAR
07-09-2007, 16:09
sn. ipeksay, yolladığınız şiirler ilk sayfada varmış...

Lazın dediği gibi:

Beğenmiş olma ihtimali yokmidur?:he:

yosun
07-09-2007, 16:10
Necip Fazıl Kısakürek tarafından Dersim Olaylarından sonra yazılan "Son Devrin Din Mazlumları" adlı eserinin tanıtımı / yorumu.



Son Devrin Din Mazlumları, dokuz fasıldan oluşmaktadır: Birinci Fasıl: Mazlum Padişah, Abdulhamit’tir. İkinci fasıl, Şeyh Said-Genç İsyanı’dır. Üçüncü fasıl, şapka Kurbanları’nı konu edinmektedir. Dördüncü Fasıl’da bir mazlum ve şapka kurbanı, İskilipli Atıf Hoca’ya yer verilmiştir. Beşinci faslın konusu, menemen hareketi ve buna bağlı olarak Şeyh Esad Efendi’dir. Altıncı fasıl, ‘Doğu Faciası’ başlığı altında toplanmıştır. Yedinci Fasl’ın konuğu, Said/i Nursi hazretleridir. Sekizinci Fasıl, özellikle Kuran öğrenimi için verilmiş bir ömrün sahibi, Süleyman Efendi söz konusu edilmektedir ve nihayet Necip Fazıl, şeyhi ve mürşidi, Esseyyid Abdulhakim Arvasi hazretlerini dokuzuncu ve son fasılda anlatır.

İkinci fasılın yorumu

İkinci Fasıl, yakın tarihin, bugüne dek uzantılar veren çeşitli operasyonlara neden olmuş feci bir olayını, Şeyh Said vak’asını, Genç kalkışmasını konu alır. Yıl, 1925’tir. Şubat ayının onüçüncü Cuma günüdür. Ergani çevresinden Piran köyündeyiz. Cumhuriyet’in ilanının üzerinden onaltı yıl geçmiştir. Üç beşyüz sürvariden oluşan bir atlı kafilesi köye doğru yol almaktadır. Reisleri, en önde, cins bir at üzerinde. Şeyh Said, Necip Fazıl’ın anlatımıyla, ‘güzel yüzlü, derin gözlü, tatlı bakışlı, kuvvetli bir yapıya sahip, yaşı altmış civarında fakat görünüşü genç bir adam.’ Şeyh, kardeşi Şeyh Abdurrahim’e bir düğün vesilesiyle konuk olmaktadır. Doğu Anadolu’da etkin ve yaygın olan Nakşiliğe bağlı şeyhlerdendir.

Şeyh Said, düğün için geldiği kardeşinin evinde şu mealde bir konuşma yapar: ‘Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Nazırlığı kaldırıldı. Din tedrisatı, Maarif’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz muharrirler, Peygamber Efendimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Be, bugün, elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.’ Bu düşünceler, yöre insanınca paylaşılmaktadır. Yeni devletin kurucuları, attıkları köktenci adımlarla, dindarların tepkisini çekecek uygulamalarda bulunmuşlardır. Dini duyarlığı güçlü olan bu yöre insanında, Şeyh Said’in kişiliğinde dile gelen bir tepki, bir öfke birikmiştir. Şeyh, konuşmasının sonunda, kalkışmanın işaretini verir: ‘Bu vaziyette, artık ayaklanmanın ve karşı durmanın zamanı gelmiştir.’ Ve olaylar gelişmeye başlar. Öğleye doğru köye, ‘jandarma kılıklı, küçük bir atlı grubu’ gelir. Onbeş er ve iki subay. Subaylardan üsteğmen olanı, Şeyh’e, kafilenin içinde ağır suçlu birkaç mahkum bulunduğunu, onları teslim etmesini söyler. Şeyh, adamlara, teslim olmaları için haber gönderir. Çeşitli evlere ve kovuklara gizlenmişlerdir. Mahkumlar, ‘üçlü boşama’ üzere yemin ettiklerini, bu yüzden teslim olmayacaklarını belirtirler. Şeyh, iddiaya göre, düğün merasimi olduğunu, en azından düğünün bitiminde, adamlarla konuşarak, kendi istekleriyle teslim olmalarını sağlayabileceğini söyler ama subaylar bunu kabul etmez ve çatışma başlar. İki taraftan da zayiat olur. Bunun üzerine Şeyh, dağa çekilir ve kıyamda bulunur. Ankara hareketlenir. Doğu Anadolu’nun yarısını aşan bir alanda sıkıyönetim ilan edilir, Divan-ı Harpler kurulur. Ali Fethi bey, olayın, mevzii olduğunu söyleyerek buna karşı çıkar, ne yazık ki itirazı kabul görmez.

Necip Fazıl, Şeyh Said’in kimilerinin iddia edegeldiği gibi, bir ‘kürtlük ideal’i peşinde olmadığı, olayın Ali Fethi beyin dediği gibi mevzii olmasına rağmen abartılarak, onbinlerce cana kıyıldığı yargısını öne sürer : "Büyük harflerle (bu paragrafı büyük harflerle yazmıştır.) kaydetmenin yeri gelmiştir ki, basit ve zorlanmış bir isyan bahanesiyle Türk’ün manevi ismetini lekelemeye kalkanlar, Milli Şef emrinde Halk Partisi’nin eski gözü dönmüş saldırganları ve fikirsiz kuduzlarıdır. (...) Şeyh Said’in, İngilizlerin adamı ve müstakik Kürtlük ideali peşinde olduğu şeni bir yalandır. Öyle olsaydı ilk başarılarının ardından, Cenup istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak kürtleri ve İngilizlerle irtibat kurar ve davasına, yardım kaynaklarını sağlamış olarak belli başlı bir çevre içinde girişirdi.’ Şeyh Said ve adamları, ayaklanmanın ikinci ayında, Dokuzuncu Kolordu tarafından yakalanır. Takrir-i Sükun ve İstiklal Mahkemeleri oluşturulur. Bu olay vesile kılınarak, acımasızca bir insan avına girişilir. Potansiyel tehdit unsurları, birer birer yok edilir. Darağaçları kanla yıkanır. Babıali’nin kalemleri, fırsatı ganimet bilerek, müslüman dindarlara yönelik bir kampanya başlatır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılır. Bir yıl sonra, ünlü ‘suikast’ olayı da gerçekleşince, Doğu’da yüzbinlerce insan asılır. Necip Fazıl, nihai hükmünü şöyle açıklar: "Şeyh Said, zorla itilmiş olmasına rağmen, din hikmetleri bakımından pekala mukavemet edebileceği ve mukavemet etmekle mükellef bulunduğu hadiselerin tek sorumlusu olmakla beraber bilmeyerek uyandırdığı ve artık hep uyanık kalmasına sebep olduğu ejderhanın yine bizzat mazlumudur. O, kendisine düşen zulüm payının kefaretini ödedi; ya ödemelerine imkan olmayanların hali ne olsa gerek?"
Alıntı : Sadık YALSIZUÇANLAR

BORA YAŞAR
07-09-2007, 16:12
Bir gün kendisine, bir dostu:
-Üstad, dünyada iki büyük şair var, demiş.
Necip Fazıl’ın tepkisi şu olmuş:
-Öteki kim?

Bize tevazuun erdem olduğunu öğretmişlerdi.:yes:

Bir yanlışlık var ama.

balaban
07-09-2007, 16:16
Bir insan yaşadığı ülkeye neden düşman olur? Neden ülkenin parçalanmasını ister? Hiç aklım ermiyor bu işe biri anlatsa da şunu anlasam.

BORA YAŞAR
07-09-2007, 16:19
Ben inanmıyorum,belki Kurtuluş Savaşı yokluğunu yaşamış bir milletin evladı olarak gayr-ı ihtiyari tutumluluk yapmıştır.O kadar paragöz olsaydı İstiklâl Marşımız için verilen ödülü alır cebine koyardı.


sn. cakhall, istiklal marşını necip fazıl kısakürek'in yazdığını mı sanıyorsunuz siz?
sanıyorum, öğretmensiniz bir de!!

Sn Tent;

Siz de yeni uğradınız bu topiğe belli.:he:

Siteyi dolaşmıyoruz. Gezdikçe öğreniyor insan. Tanıyoruz dostlarımızın çeşitli yönlerini, zevk ve beğenilerini. Seviniyoruz.

ipeksay
07-09-2007, 16:20
Lazın dediği gibi:

Beğenmiş olma ihtimali yokmidur?:he:

Aynen öyle Sn. Bora yaşar beğenmiş olma ihtimalimi kullandım...:mut::mut::he:

ama laz değilim akdenizliyim.:he::mut::mut:

balaban
07-09-2007, 16:24
KADIN BACAKLARI


Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var

Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,

Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın.

Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü

Kadınlar!Onlar varken konuşmayınız sakın.

İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe

Bacakların ruhudur şekil veren diyorum

Bacakları bir kalın örtüde saklı diye

Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum

Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar

Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Boynuma doladığım güzel putu görseler.

İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını

Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler

İsa’nın eli diye bir kadın bacağını

Necip Fazıl Kısakürek


Sn.yosun, diğer şiirlerini biliyorum ama bu şiirini ilk defa okudum.

ÇAKAL
07-09-2007, 16:40
sn. cakhall, istiklal marşını necip fazıl kısakürek'in yazdığını mı sanıyorsunuz siz?
sanıyorum, öğretmensiniz bir de!!
Algılama yanlışlığı.Devletin hatası.Ziraat Fakültesi mezununu öğretmen yaparsan olacağı budur.:D:D:D

yosun
07-09-2007, 17:09
Sn.yosun, diğer şiirlerini biliyorum ama bu şiirini ilk defa okudum.

Rivayet edilene göre daha doğrusu internette bir kaç sitede yazılana göre üstat bu şiiri ve "kaldırımlar" adlı şiiri "müslüman olmadan önce" yazmış! Ne demekse artık, ben de anlamadım.

balaban
07-09-2007, 21:26
Rivayet edilene göre daha doğrusu internette bir kaç sitede yazılana göre üstat bu şiiri ve "kaldırımlar" adlı şiiri "müslüman olmadan önce" yazmış! Ne demekse artık, ben de anlamadım.

Palavra zaten Müslüman doğmuştu. Benim gönderdiğim yazı; (rivayet dediniz ya ) o dönemden sonraya denk gelir. Ne demekse Amerikan Bahriye askerinin bacakları ... neyse tövbe töve
Amerikanın dizine kapanmayı marifet sayan bir insan. Müslümanlar böyle yazı yazmazlar ama ........neyse

yosun
07-09-2007, 21:50
Palavra zaten Müslüman doğmuştu. Benim gönderdiğim yazı; (rivayet dediniz ya ) o dönemden sonraya denk gelir. Ne demekse Amerikan Bahriye askerinin bacakları ... neyse tövbe töve
Amerikanın dizine kapanmayı marifet sayan bir insan. Müslümanlar böyle yazı yazmazlar ama ........neyse

Vallahi ne bileyim Sayın balaban, geçenlerde bir tv kanalında Mehmet Altan beyefendi üstadın "kadın bacakları" adlı şiirini bağıra bağıra okumuş! Ben de okuduklarımın yalancısıyım.

Bir de üstadın 1934 yılında Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanıştığı ve bir daha hiç ayrılmadığı bilinir. Malum şiir bu tanışıklıktan önce yazılmış ve bu nedenle "müslüman olmadan önce" denilmiş sanırım.

forges
07-09-2007, 22:05
http://www.necipfazil.com
ilgilenenler için.Not:Biyografi epey detay içeriyor.

baron11
08-09-2007, 12:58
KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

NECİP FAZIL KISAKÜREK

PARK
08-09-2007, 13:03
Adı geçen üstad İslami Büyük doğu akıncılarınında kurulmalarında ilham alınanlar arasındadırlar...

forges
08-09-2007, 18:25
Adı geçen üstad İslami Büyük doğu akıncılarınında kurulmalarında ilham alınanlar arasındadırlar...

Madem hoşlanmıyorsunuz neden ikide bir de imalı göndermeli mesajlar atıyorsunuz. Merhum hakkında olumsuz düşüncelerinizi boşaltmadıkça rahatlayamıyorsunuz demekki. İşi gücü bırakmışsınız nefret pompalıyorsunuz.
ibdac ile necip fazıl arasında düşünsel bağ olabilir ama necip fazıl ile ibdac arasında hiçbir bağ yoktur bunu beyninizin bir köşesine yazın ve cahilane yazılarla burayı doldurmayın. Necip Fazıl hakkında kaç kitap ya da makale okudunuz bilmiyorum ama onunla ilgili hiçbirşeyi anlayamamışsınız. Ayrıca yukarıda kibirli olduğuna dair bir anekdot anlatılmış.O esnada mevcut şartlar ve kimlerle konuştuğunu biliyor muydunuz.Neden öyle söylediğini. Bilmiyorsanız kestirmeden yorum yapmayın.

forges
08-09-2007, 18:36
MUHASEBE ..

Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!
Sadece beyni zonklayanlardan biri!

Bakmayın tozduğuma meşhur Babialide!
Bulmuşum rahatımı ben bir tesellide.

Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?

Evet, kafam çatlıyor, güya ulvi hastalık;
Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.

Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.

Üstün çile, dev gibi geldi çattı birden! Tos!!
Sen cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos!

Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet, yok edilen güruhiyle...

Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!
Genç adam, al silahı; iman tılsımlı kılınç!

İşte bütün meselem, her meselenın başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!

Tırnağı en yırtıcı hayvanın pencesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi!

Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,
İçimde homurtular, inanma diye gülen...

İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı alem!
Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve aşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları;

Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
Koku iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım!

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!

Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!
Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;

Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

Yeni çirkine mahkum, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hakim, kulları heykellerin!

Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkilapta!

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!

Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?

çok anlamlı bir şiir
1947 de yazmış

asagir
08-09-2007, 19:52
Şeyh Said, düğün için geldiği kardeşinin evinde şu mealde bir konuşma yapar: ‘Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Nazırlığı kaldırıldı. Din tedrisatı, Maarif’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz muharrirler, Peygamber Efendimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Be, bugün, elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.’ Bu düşünceler, yöre insanınca paylaşılmaktadır. Yeni devletin kurucuları, attıkları köktenci adımlarla, dindarların tepkisini çekecek uygulamalarda bulunmuşlardır. Dini duyarlığı güçlü olan bu yöre insanında, Şeyh Said’in kişiliğinde dile gelen bir tepki, bir öfke birikmiştir. Şeyh, konuşmasının sonunda, kalkışmanın işaretini verir: ‘Bu vaziyette, artık ayaklanmanın ve karşı durmanın zamanı gelmiştir.’ Ve olaylar gelişmeye başlar. Öğleye doğru köye, ‘jandarma kılıklı, küçük bir atlı grubu’ gelir. Onbeş er ve iki subay. Subaylardan üsteğmen olanı, Şeyh’e, kafilenin içinde ağır suçlu birkaç mahkum bulunduğunu, onları teslim etmesini söyler. Şeyh, adamlara, teslim olmaları için haber gönderir. Çeşitli evlere ve kovuklara gizlenmişlerdir. Mahkumlar, ‘üçlü boşama’ üzere yemin ettiklerini, bu yüzden teslim olmayacaklarını belirtirler. Şeyh, iddiaya göre, düğün merasimi olduğunu, en azından düğünün bitiminde, adamlarla konuşarak, kendi istekleriyle teslim olmalarını sağlayabileceğini söyler ama subaylar bunu kabul etmez ve çatışma başlar. İki taraftan da zayiat olur. Bunun üzerine Şeyh, dağa çekilir ve kıyamda bulunur. Ankara hareketlenir. Doğu Anadolu’nun yarısını aşan bir alanda sıkıyönetim ilan edilir, Divan-ı Harpler kurulur. Ali Fethi bey, olayın, mevzii olduğunu söyleyerek buna karşı çıkar, ne yazık ki itirazı kabul görmez.

[B]Necip Fazıl, Şeyh Said’in kimilerinin iddia edegeldiği gibi, bir ‘kürtlük ideal’i peşinde olmadığı, olayın Ali Fethi beyin dediği gibi mevzii olmasına rağmen abartılarak, onbinlerce cana kıyıldığı yargısını öne sürer : "Büyük harflerle (bu paragrafı büyük harflerle yazmıştır.) kaydetmenin yeri gelmiştir ki, basit ve zorlanmış bir isyan bahanesiyle Türk’ün manevi ismetini lekelemeye kalkanlar, Milli Şef emrinde Halk Partisi’nin eski gözü dönmüş saldırganları ve fikirsiz kuduzlarıdır. (...) Şeyh Said’in, İngilizlerin adamı ve müstakik Kürtlük ideali peşinde olduğu şeni bir yalandır. Öyle olsaydı ilk başarılarının ardından, Cenup istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak kürtleri ve İngilizlerle irtibat kurar ve davasına, yardım kaynaklarını sağlamış olarak belli başlı bir çevre içinde girişirdi.’ Şeyh Said ve adamları, ayaklanmanın ikinci ayında, Dokuzuncu Kolordu tarafından yakalanır. Takrir-i Sükun ve İstiklal Mahkemeleri oluşturulur. Bu olay vesile kılınarak, acımasızca bir insan avına girişilir. Potansiyel tehdit unsurları, birer birer yok edilir. Darağaçları kanla yıkanır. Babıali’nin kalemleri, fırsatı ganimet bilerek, müslüman dindarlara yönelik bir kampanya başlatır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılır. Bir yıl sonra, ünlü ‘suikast’ olayı da gerçekleşince, Doğu’da yüzbinlerce insan asılır. Necip Fazıl, nihai hükmünü şöyle açıklar: "Şeyh Said, zorla itilmiş olmasına rağmen, din hikmetleri bakımından pekala mukavemet edebileceği ve mukavemet etmekle mükellef bulunduğu hadiselerin tek sorumlusu olmakla beraber bilmeyerek uyandırdığı ve artık hep uyanık kalmasına sebep olduğu ejderhanın yine bizzat mazlumudur. O, kendisine düşen zulüm payının kefaretini ödedi; ya ödemelerine imkan olmayanların hali ne olsa gerek?"
Alıntı : Sadık YALSIZUÇANLAR
olaylar düğünde anlık gelişmişmiş, planlanmamışmış, teşkilatlanılmamış bir olaymışmış. pehhh.
iyi de onca silahlı adam bir anda gökten mi gönderildi?

işte; "dindarlara zulmedildi, öldürüldüler, kur'an-ı kerimi ahırda okudular" iddialarındaki dindarlar da bunlar oluyor.

insan birşeyleri savunacaksa, en azından temelini mantıklı atar.
karşısındaki insanlarda da bir beyin olduğunu, düşünebilme melekesinin sadece kendisine bahşedilmiş olmadığını bilmesi gerekir. ama ne gezer, takipçilerin nasıl olsa bu iddiaları sorgulamayacağından eminler. çünkü; işin içine din girmiş se sorgulama düşünülemez.

ne yazayım, duygularımı nasıl ifade edeyim ki; "vatandaşı kışkırtmadan, şeyh saidçilerin/cumhuriyetin kurucularına "kuduz" yakıştırması yapanların tepkilerini çekmeden, topikte karışıklıklara neden olmadan tepkimi ortaya koyabileyim, iğrenç iddialara cevap verebileyim" diye çok düşündüm. ama bunun yolunu bulamadım.
en iyisi susmak galiba.
kimin ne dediği, ne yaptığı, kim olduğu, hangi vatanı savunduğu zaten açıkça ortaya konmuş.
herkes önderini takip eder.

başarı dilemeyeceğim.
yolunuz açık olsun da demeyeceğim.
asıl dileklerimi ise yazmayacağım.

herkesin gerçek yüzü ortaya çıktı.
çok anlamlı bir topik oldu.

yosun
09-09-2007, 02:09
Bu topicde yazdıklarım birileri tarafından yanlış anlaşıldı sanırım. Önerim o şahıslar eklediğim yazıları bir kez daha okusunlar. Yazarın kendi kaleminden kendi fikirlerinin yansıması kadar gerçekçi ve inandırıcı ne olabilir ki? Alıntı yaptığım yazıda vermek istediğim asıl mesaj bu idi. Bir olumsuzluğu belirtmek için illaki tu ka ka demek gerekmiyor fikrimce...
Bu arada birbuçuk yıldır bu sitede belirli topiclerde savunduğum fikirlerim gözardı edilmiş her nedense...

meragi
25-09-2007, 15:29
ŞARKIMIZ

Kırılırda bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz,barkımız bizim

Yokuşlar kaybolur,çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlere farkımız bizim

Kurtulur dil,tarih,ahlak ve iman
Görürler nasılmış,neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim

Gideriz,nur yolu izde gideriz
Taş bağırda,sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim

N.Fazıl Kısakürek

meragi
25-09-2007, 15:50
CANIM İSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Ciceği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbullu'dur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır'at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalınin alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir sehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir <>i...

Kadını keskin bı&#231;ak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe &#252;st&#252;nde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Ey&#252;p &#246;ks&#252;z, Kadık&#246;y s&#252;sl&#252;, Moda kurumlu,
Adada r&#252;zgar, u&#231;an eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar &#231;ıkar yayından
Hala &#231;ığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
G&#252;leni ş&#246;yle dursun, ağlayanı bahtiyar...

kılıçbalığı
05-10-2007, 00:20
Ne diye,

Bu şuna,

Şu, buna,

Kafiye?

Başa taş,

Aşa yaş,

Hey'e ney,

Tuhaf şey!



Kafiye

Mantığı,

O mantık!

Hediye

Sandığı,

Bu sandık!

O mantık,

Bu sandık-

ta sandık,

Ve yandık .

Ne yandık!



Hendese,

Kümese

Tıkılmak.

Hadise

Kırkayak.

Adese,

Oyuncak.

Vesvese,

Gökbayrak.

Ölümse,

Gel dese;

Tak, tak tak!

Mu-hak-kak!



Sorular

Sordular;

Neden çok,

Nasıl yok,

Niçin var?



Sanatsız

Papağan,

Neden çok;

Ve atsız

Kahraman,

Niçin yok?



Çok ve yok,

Yok ve çok,

Aç ve tok,

Tok ve aç;

Tut ve kaç!

Saklambaç.



Neden çok,

Nasıl yok,

Niçin var?



Niçin'i

Boğarken

Piçini,

Yatakta

Bastılar,

Şafakta

Astılar.



Ve derken:

Nasıl yok

Niçin var?



Bir varmış,

Bir yokmuş.

Karamış

Ve kokmuş

Dünyamız.

Rüyamız

Kapkara.

Manzara:

Gebeler

Döşeksiz.

Ebeler

Isteksiz.

Kubbeler

Desteksiz.

Habbeler

Süreksiz.

Türbeler

Meleksiz.

Tövbeler

Gerçeksiz.

Cübbeler

Yüreksiz.

Cezbeler

Şimşeksiz.

Izbeler

Emeksiz.

Heybeler

Ekmeksiz.



Kafiye,

Hikâye!

Dava tek:

Ölmemek!

Peygamber!

Ne haber?

Bir batan

Var: Vatan!

Kandil loş,

Ocak boş;

Ve dağ dağ

Elveda!



Gitme kal!

Nefes al!

Emir tez,

Bekletmez!

Ve o nur

Bulunur!

İşte iz!

Geliniz!

Toprak post,

Allah dost...

kılıçbalığı
05-10-2007, 01:12
CANIM İSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İ&#231;imde t&#252;ten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp ge&#231;miş sevgilim.
Ciceği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve g&#252;neş ezelden iki İstanbullu'dur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş r&#252;yalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin g&#246;zleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır'at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır g&#246;ğe doğru minare;
Her nakışta o mana: &#214;leceğiz ne &#231;are?..
Hayattan canlı &#246;l&#252;m, g&#252;nahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz g&#252;m&#252;ş bir mangal, kaynatır serinliği;
&#199;amlıca'da, yerdedir g&#246;klerin derinliği.
Oynak sular yalınin alt katına misafir;
Yeni d&#252;nyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın &#231;ıkan &#220;sk&#252;dar,
Perili ahşap konak, koca bir sehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir <>i...

Kadını keskin bı&#231;ak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe &#252;st&#252;nde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Ey&#252;p &#246;ks&#252;z, Kadık&#246;y s&#252;sl&#252;, Moda kurumlu,
Adada r&#252;zgar, u&#231;an eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar &#231;ıkar yayından
Hala &#231;ığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
G&#252;leni ş&#246;yle dursun, ağlayanı bahtiyar...


Siz hi&#231; bu şiiri &#252;stadın kendi sesinden dinlemiş miydiniz? 30 dakikadır nette arıyorum bulamadım malesef bulsaydım ekleyecektim.

ÇAKAL
05-10-2007, 01:42
L-lbVQu2eCk
Siz hiç bu şiiri üstadın kendi sesinden dinlemiş miydiniz? 30 dakikadır nette arıyorum bulamadım malesef bulsaydım ekleyecektim.

ÇAKAL
05-10-2007, 01:44
s37LE2ipCWA

kılıçbalığı
05-10-2007, 02:23
L-lbVQu2eCk

Bir kaç sene evvel üstadın sesinden dinlemiştim bu şiiri, şimdi o video yok, kaldırmışlar galiba..Benim dinlediğim videoda üstadın vurguları, okuyuşu vs. enfesti, ses te çok temizdi.Şiiri burada görünce tekrar dinlemek istedim.Nette baktım, kaldırımlar, sakarya türküsü, bendedir, vs. bir iki şiiri var kendi sesinden ama ben en çok canım istanbul şiirini sevmiştim üstadın sesinden..Sizin eklediğiniz klipler de güzel, İbrahim Sadri de güzel yorumlamış..Alakanıza teşekkür ederim Sn.cakhall, zahmet verdik size.İyi geceler.

mf2hd
05-10-2007, 02:53
ustadımızı rahmetle anıyoruz mekanı cennet olsun ıns.

kılıçbalığı
05-10-2007, 03:30
Ruhu şad, toprağı bol, mekanı cennet olsun, Türk edebiyatında ölüm temasına en fazla değinmiş şairdir üstad.Ölümün tablosunu şöyle çizmiştir bir şiirinde;

tablo
ölümü sığdıramaz,
akıl daracık koğuk.
ölemez, çıldıramaz,
ağlarlar boğuk boğuk.

ilâç yarım şişede,
koltuk mahzun, köşede,
ev halkı telâşede,
ölü yerde, sopsoğuk...

Vanessa
06-11-2007, 10:31
"Otuz üç yıl saatim işlemiş, ben durmuşum.

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum."

Turkbroker
06-11-2007, 11:19
Akİfİ Sanİye Allah(c.c) Hz Lerİnden Rahmet Sevenlerİne D&#220;nya Da Bİr &#214;m&#220;r G&#214;n&#220;l BaĞi ,mahŞerde İse Ayni Safta Olmayi Dİlerİm

Vanessa
09-11-2007, 12:54
pencereye koştum: kızıl kıyamet!
dediklerin cıktı ihtiyar bacı!
sonsuzluk elinde bir mavi tülbent,
ok çekti yukardan, üstüme avcı.

ateşten zehrini tattım bu okun.
bir anda kül etti can elmasımı.
sanki burnum değdi burnuna (yok)un.
kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

bu nasıl bir dünya hikayesi zor;
mekânı bir satıh, zamanı vehim.
bütün bir kainat muşamba dekor,
bütün bir insanlık yalana teslim

Vanessa
09-12-2007, 13:09
Geçen Dakikalarım

Kimbilir nerdesiniz,
Geçen dakikalarım
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların,korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.

Gün geldi,saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!

N.F.K

borsa78
13-12-2007, 16:06
Gen&#231;liğe Hitabe

Bir gen&#231;lik,bir gen&#231;lik, bir gen&#231;lik...

''Zaman bendedir ve mekan bana emanettir!'' şuurunda bir gen&#231;lik...

Devlet ve milletin b&#252;y&#252;k &#231;aba ermiş yedi asırlık hayatında; ilk iki bu&#231;uk asrını aşk,vecd, fetih ve hakimiyetle s&#252;sleyici ; &#252;&#231; asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah'ın Kur'an'ında ''belh&#252;m adal'' dediği hayvandan aşağı taklit&#231;ilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle,T&#252;rk&#252; madde planında kurtardıktan sonra,ruh planında helak edici tam d&#246;rt devre bulunduğunu g&#246;ren... Bu devreleri y&#252;kseltici aşk, &#231;&#252;r&#252;t&#252;c&#252; taklit&#231;ilik ve &#246;ld&#252;r&#252;c&#252; k&#252;f&#252;r diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı &#246;n&#252;nde dimdik bekleyen bir gen&#231;lik...

G&#246;kleri &#231;&#246;kertecek ve yeni kurbağadiliyle b&#252;t&#252;n ''dikey'' leri ''yatay'' hale getirecek bir nida kopararak ''Mukaddes emaneti ne yaptınız?'' diye meydan yerine &#231;ıkacağı g&#252;n&#252; kollayan bir gen&#231;lik...

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, &#246;c&#252;n&#252;n davacısı bir gen&#231;lik...

Halka değil Hakk'a inanan, meclisinin duvarında ''Hakimiyet Hakk'ndır'' d&#252;sturuna hasret &#231;eken,ger&#231;ek adaleti bu inanışta ve halis h&#252;rriyeti Hakk'a k&#246;lelikte bulan bir gen&#231;lik...

Emek&#231;iye "Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zul&#252;m g&#246;rd&#252;ğ&#252;n iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılmazsın!", kapitaliste ise "Allah'ın buyruğunu ve Resul &#246;l&#231;&#252;s&#252;n&#252; kalbinin ve kasanın kapısına kazımadık&#231;a, serbest nefes bile alamazsın!" ihtarını edecek... K&#246;k&#252; ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakına sahip bir gen&#231;lik...

Bir bu&#231;uk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan Batı adamının bulamadığını, T&#252;rk&#252;n de yine birbu&#231;uk asırdır işte bu hasta Batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o m&#252;barek oluş sırrını &#231;&#246;zecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslam'da olduğunu g&#246;sterecek ve bu tavırla yurduna, İslam alemine, b&#252;t&#252;n insanlığa numunelik teşkil edecek bir gen&#231;lik... "Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "Ben varım!" cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur!"duygusuna sahip bir dava ahlakını pırıldatıcı bir gen&#231;lik...

Can taşıma liyakatini, canların canı uğurunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar g&#246;z&#252; kara ve o nisbette strateci ve taktik sahibi bir gen&#231;lik...

B&#252;y&#252;k bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta, ak s&#252;t&#252;n i&#231;indeki ak kılı farkedecek kadar g&#246;z&#252; keskin bir gen&#231;lik...

Bug&#252;n komik &#252;niversitesi, hokkabaz profes&#246;r&#252;,yalancı ders kitabı, &#231;ıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş alb&#252;m&#252; gazetesi, şaşkına d&#246;nm&#252;ş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, g&#252;ya kendisini yetiştirecek b&#252;t&#252;n cemiyet m&#252;esseselerinden aldığı zehirli tesiri &#252;zerinden silkip atacabilecek, kendi &#246;z talim ve terbiyesine, telkin ve temmiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek ve &#231;etinler &#231;etini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gen&#231;lik...

Annesi, babası, ninesi, ve dedesi de i&#231;inde olsa, gelmiş ve ge&#231;miş b&#252;t&#252;n eski nesillerden hi&#231;birini beğenmeyen, onlara "Siz g&#252;neşi ceketinizin astarı i&#231;inde kaybetmiş marka M&#252;sl&#252;manlarısınız! Ger&#231;ek M&#252;sl&#252;man olsaydınız bu hallerden hi&#231;biri başınıza gelmezdi!" diyecek ve ger&#231;ek M&#252;sl&#252;manlığın "ne id&#252;ğ&#252;"n&#252; ve "nasıl"ını g&#246;sterecek bir gen&#231;lik...

Tek c&#252;mleyle, Allah'ın kainatı y&#252;z&#252; suyu h&#252;rmetine yarattığı Sevgilisinin alemleri manto gibi b&#252;r&#252;yen eteğine tutunacak, O'ndan başka hi&#231;bir tutanak, dayanak, sığınak, barınacak tanımayacak ve O'nun d&#252;şmanlarını ancak kabur farelerine denk muameleye layık g&#246;recek bir gen&#231;lik...

Bu gen&#231;liği karşımda g&#246;r&#252;yorum. Maya tutması i&#231;in otuz k&#252;s&#252;r yıldır, devrimbaz komadanların viski &#231;ektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan &#231;ekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda &#231;&#252;r&#252;d&#252;ğ&#252;m bu gen&#231;lik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp, bir &#246;m&#252;r Allah’a hamd etme makamındayım. Gen&#231; adam! Bundan b&#246;yle senden beklediğim, manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası b&#252;y&#252;kl&#252;ğ&#252;ndeki dava taşını da gediğine koymandır.

Surda bir gedik a&#231;tık mukaddes mi mukaddes!

Ey kahbe r&#252;zgar, artık ne yandan esersen es!..

Allah’ın selamı &#252;zerine olsun!

Necip Fazıl

YANKIBERKE
13-12-2007, 16:17
NEREDEN BİLECEKSİN



O eski h&#252;lyaların sahile vurduğunu

Yakama bir muamma taktığım g&#252;n hatırla

Gurbetin mahşerimde bir sıla bulduğunu

Dağlar gibi eriyip aktığım g&#252;n hatırla



Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında

Kaybolan ışıkların g&#246;zlerim olduğunu

Her seher y&#252;reğimde a&#231;an karanfillerin

Her akşam ellerimde sararıp solduğunu

Nereden bileceksin



Kim bilir, belki bir g&#252;n kapıma geleceksin

Siyah t&#252;yl&#252; martılar yorgun pencerelerde

Benimle ağlayacak benimle g&#252;leceksin

G&#246;ğs&#252;mde ızdırabı deniz fenerlerinin

Hayatımdan fışkıran h&#252;zne g&#246;m&#252;leceksin



Her şairin bir g&#252;lle bahtiyar olduğunu

Bir sana bir g&#246;klere baktığım g&#252;n hatırla

G&#246;nl&#252;m&#252;n kahrın ile ihtiyar olduğunu

Sigaramı sessizce yaktığım g&#252;n hatırla



Bilemezsin i&#231;imde bir denizdir yaşamak

Sen denizin en uzak noktasında şen şakrak

Ben kırgın dalgalarla avunurum derinde

Gemilere yosunlu mendiller bağlayarak



Nereden bileceksin fesleğen k&#246;klerinin

Hercai bulutlardan bıkıp usandığını

Ansızın kayıveren yıldızların ardında

Vuslatı bekleyen bir kalbin yandığını

Nereden bileceksin



Yağmura boyun b&#252;ken susuz topraklar gibi

Kim bilir belki bir g&#252;n kapıma geleceksin

Sinesinde bi-vefa bir sırrı saklar gibi

İnfazına y&#252;r&#252;yen &#246;l&#252; tutsaklar gibi

G&#246;zlerinin hicranlı yaşını sileceksin



Tatlı bir rayihanın g&#246;klere dolduğunu

Irmaklara karışıp aktığım g&#252;n hatırla

G&#246;lgelerin ruhumu g&#246;r&#252;p kaybolduğunu

Mavi bir şimşek gibi &#231;aktığım g&#252;n hatırla



G&#252;l&#252;mse ve uzaklaş &#231;&#252;nk&#252; anlayamazsın

Bu kopan fırtınayı Yusuf'un y&#252;reğinde

Koyu bir &#231;aresizlik ayinidir yalnızlık

Z&#252;leyha'nın menekşe b&#252;y&#252;yen g&#246;zlerinde



Nereden bileceksin kayalara tutunan

Devlerin birer birer vurulup &#246;ld&#252;ğ&#252;n&#252;

R&#252;yaları s&#252;sleyen eşsiz m&#252;cevherlerin

Bir dervişi g&#246;r&#252;nce yere d&#246;k&#252;ld&#252;ğ&#252;n&#252;

Nereden bileceksin



Kim bilir belki bir g&#252;n kapıma geleceksin

Kollarında r&#252;zgarlı bir deprem karanlığı

Kapı aralığından sessizce gireceksin

Işıldayan bu g&#246;n&#252;l şahikası &#246;n&#252;nde

El pen&#231;e divan durup sen de eğileceksin



B&#252;lb&#252;l&#252;n lalezardan neden kovulduğunu

Bu hayal zindanını yıktığım g&#252;n hatırla

Balığın susuz kalıp suda boğulduğunu

Acılar evreninden &#231;ıktığım g&#252;n hatırla


nurullah gen&#231;

ÇAKAL
25-05-2008, 09:11
25 yıl sonra hala kitleleri etkiliyor


25 Mayıs 1983'te aramızdan ayrılan Şairler Sultanı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, tüm Türkiye'de ve dünyada etkinliklerle anılıyor.



ORHAN TURAN / İSTANBUL
Türk edebiyatının köşe taşı olarak kabul edilen şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25'inci, doğumunun 104'üncü yıldönümünde düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılıyor.
1904'te dünyaya gelen ünlü şair, düşünür ve yazar Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılında 79 yaşındayken yaşamını yitirmişti. Yazın hayatına aralarında Ağaç, Büyükdoğu, Borazan gibi dergiler, 67 kitap ve birçok ödül bırakan Kısakürek, hayatı, felsefesi ve eserleriyle bugün de milyonları etkilemeyi sürdürüyor.

Bir dönem Türk gençliğinin 'Üstad'ı Necip Fazıl Kısakürek hakkındaki bazı görüşler şöyle:

KİTLELERİ ETKİLEMEYE DEVAM EDİYOR


Şair Ömer Erdem
Necip Fazıl Kısakürek'in, Türkiye'nin yetiştirdiği büyük bir fikir adamı, şair ve yazar olduğunu belirten Erdem, şunları söyledi: “Necip Fazıl, kitleleri etkilemiş ve halen etkilemeye devam eden, ölümünden sonra dahi eserleri ilk günkü heyecanla takip edilen ender şahsiyetlerden biridir. 30'lu yaşlarında bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Daha sonraları onun için “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” diyeceği bu büyük insan, onun hayatında yeni bir devrin başlamasına vesile olur.

DEMEK BÖYLE ÖLÜNÜRMÜŞ


Yazar Turan Koç
Yazdığı yazılar nedeniyle defalarca hapse giren şair, pek çok eserini orada yazan, 1943 yılında siyasi, fikri ve edebi mücadelesini işlediği “Büyük Doğu” dergisini yayımlayan Kısakürek'in çok yönlülüğüne dikkat çeken yazar Turan Koç, Kısakürek'in edebiyatın her alanında büyük başarılara imza attığını dile getirdi. Koç, şunları söyledi: “Makalelerinden senaryo yazarlığına, şairliğinden diğer alanlara kadar Kısakürek, içindeki müthiş dağarcığı okurlarıyla paylaştı. 26 Mayıs 1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” seçilen, 1981 yılının başlarında, “İman ve İslam Atlası”nı yazmak için, bir daha çıkmamak üzere evine kapanan üstad, 25 Mayıs 1983 günü elâ gözlerini pencereden dışarıya dikti ve “Demek böyle ölünürmüş!..” diyerek Hakk'a yürüdü. Şiiriyle edebiyatımızı, fikirleriyle düşünce hayatımızı etkileyen Necip Fazıl geride 60'ın üzerinde eser bıraktı. Bu onun ne denli büyük bir derya olduğunu gösteriyor.”

BUGÜN TARTIŞTIĞIMIZ KONULARI AŞMIŞTI


Şair, Yazar Mustafa Miyasoğlu
“Türk edebiyatının nadir şahsiyetlerinden biridir. Bazı kesimler onu sağlığında 'unuttular'. Bu kesimlerin bugünkü çağdaşları da yine onu unutacaklar. Türkiye'de mahalle baskısı ve diğer her türlü meseleyi Necip Fazıl'sız tarif etmek mümkün değildir. Türkiye'de CHP zihniyetine karşı 60 yıl mücadele vermiş dehanın ölüm yıldönümündeyiz. Necip Fazıl, son dönemlerde tartışılan birçok konuya yaşadığı dönemde nokta koydu. Mesela 'mahalle baskısı' kavramı bunlardan biridir. Ona göre mahalle baskısı bu milletin kültür baskısıdır ve ruh kökümüzün varlık davasıdır. Yaratılış ve tabiatın isyanıdır. Necip Fazıl böyle yorumlardı. Bu toprağın hakiki sahipleri onlardır. Biz bu sözcülüğü miras olarak devralmış durumundayız. 68 kuşağının Paris'ten başlayarak dünya gençliğini intihara sürüklediği bir ortamda, Türkiye'nin önünü açacak kadroların söz sahibi olacağını o öğretmiştir.

AYNI ZAMANDA FİKİR ADAMI

Kısakürek'in sadece edebiyat adamı olmadığını, aksine onun aynı zamanda bir fikir ve felsefe adamı olduğunu belirten Tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan ise eserlerinde seçtiği dilin kendini çok iyi ifade ettiğini dile getirdi.


Anma programı



Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) eski binasının (Eminönü Halk Eğitim Merkezi) konferans salonunda bugünkü programda “Üstad - Necip Fazıl Kısakürek Belgeseli” saat 18.00'de gösterilecek. Araştırmacı Yazar D. Ali Taşçı, 'Vefatının 25. Yılında Necip Fazıl Kısakürek' konulu konferans veriyor. Çarşamba günü yapılacak etkinlik, Ümraniye Alemdağ Caddesi'ndeki nikah salonunun üstünde.

(Tel: 0216 443 56 00)




25.05.2008

ÇAKAL
25-05-2008, 09:26
Çile'de Ölüm

Atilla Yaramış

17.11.2005 - 14:26




Ölümü düşünmeyen hiçbir insan ve onu şiirine konu etmemiş hiçbir şair hemen hemen yoktur. Çünkü "ölüm", dünya görüşü ne olursa olsun, her sanatçı için bitmez tükenmez bir kaynaktır. Materyalist bir şair onu varlığın sonu olarak görürken inançlı şair için ise o, yeniden doğuş, ebedi hayata giriştir. Nitekim her ikisi de onda büyük şeyler bulur ve onu işler.

Çağdaş edebiyatımızın büyük şairlerinden Necip Fazıl da şiirinde "ölüm"e büyük yer ayırır. Onun ölüme bakışını da tıpkı hayatı gibi ikiye ayırabiliriz: Mürşidini* tanımadan önce (1934 öncesi) ve Mürşidini tanıdıktan sonra (1934 sonrası). Şairin bütün şiirlerini topladığı Çile kitabında** toplam 14 bölüm var. Bunlardan üçüncüsü olan "ölüm" bölümünde ise 39 şiir yer alıyor. Ama bu demek değildir ki sadece bu bölümdekiler ölüm şiiri. Kitabın diğer 13 bölümündeki şiirlerden birçoğunda ona bir dokunuş yahut da dayanak noktası bulmak mümkün.

Şimdi yazıldığı devreye göre bazı şiirleri inceleyelim.

İLK YILLAR (1934 ÖNCESİ)

Daha şairliğinin ilk yıllarında bile onda ölüm düşüncesinin önemli bir yeri vardır. Fakat bu yıllarda şaire hakim olan duygu korku ve tedirginliktir. Mesela 1925 tarihli "Ölünün Odası" adlı şiiri buna bariz bir kanıt olarak gösterebiliriz. İlk mısralar bir cesedin bulunduğu odayı tasvir eder:


"Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş
Yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş
Süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
Artık ne bir çıtırtı ne bir ayak sesi" [1]

Ardından yine aynı ürpertici üslubuyla cesedi tasvire başlar:


"Yatıyor yatağında, dimdik upuzun ölü
Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü
.......
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an
Belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan"

Ama son iki mısraya baktığımızda dışardan bir gözlemci edasıyla tasvir ettiği ölü bir anda kendisi oluverir:


"Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm
Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm"

Henüz 21 yaşındaki bir gencin ölümü bu kadar yakınında hissetmesi onu şuuruna ne denli işlediğinin bir kanıtıdır.

Şairin meşhur olmasını sağlayan 1927 tarihli 'Kaldırımlar' da bu noktada ele alınabilir. Şiirin geneline hakim olan duygular, yalnızlık bunalım vs görünse de Kaldırımlar 1'in son kıtası ölüm temennisiyle biter:


"Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi" [2]

Şiirin genelinde dile getirilen buhranın çaresi ölümdür. Yine aynı şiirin ikincisinde de (Kaldırımlar 2) ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu vurgular:


"Yağız atlı süvari koştur atını koştur
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları" [3]

Şairin en bilinen şiirlerinden "Anneciğim"de de ölüm düşüncesinin kendisini belli ediyor. Uzaklarda, gurbette olan gir gencin annesine duyduğu özlem, çok değişik duygular içinde terennüm eder. Müthiş bir karamsarlık ve kadercilik şiire apayrı bir hava katıyor. Ve de tahmin edileceği gibi sonuç ölümle bağlanıyor. Fakat burada ölüm anneye bağlı. Onun içinden gelen sese tam bir teslimiyet var:


"Gözlerinde aksi bir derin hiçin
Kanadın yayılmış çırpınmak için
Bu kış yolculuk var diyorsa için
Beni de beraber al anneciğim" [4]

Yine gurbetteki bir gencin annesine duyduğu özlemi dile getiren 1924 tarihli "Anneme Mektup" şiiri de ölüm korkusuyla bitirilir. Yalnız burada korkulan ölüm değil anneyi göremeden ölmektir. Nitekim şiire göre de ölüm kapıya dayanmıştır:


"Son günüm yaklaştı görünesiye
Kalmadı bir adım yol ileriye
Yüzünü görmeden ölürsem diye
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim" [5]

Evet, 30 yaşına kadar "arayış devresi"nde"ki bir şairin ölüme bakışı ve onu dile getirişi... N.Fazıl'ı tanımayan ve okumayan kimi insanlar, görüyoruz ki onun 30 yaş öncesini bir "inkar devresi" olarak adlandırıyor. Tam tersine kendisini mistik bir dünyaya doğru ta başından yönlendirdiğini anlıyoruz. İnkar devresindeki biri ölüme bu yakınlıkta durabilir mi? Elbette hayır. O, 30 yaşına kadar birçok şeyden habersiz "Gerçek Haber"i, "İlahi Nefes"i arayan biriydi. Hatta 1926'da;


"İnsanın unuttuğu
Allah'ı zikredelim" [6]

diyecek kadar O'nu arıyordu. Mürşidi vasıtasıyla da aradığını buldu ve inancını bayraklaştırdı. Hülasa, o hiçbir zaman münkir olmadı.


1934 SONRASI

Bu tarihten 1943'e kadar yani dokuz sene, şairin ömrünün sonuna kadar savunacağı fikirlerinin şekillenmesi ve özümsenmesi söz konusudur. 1943'te Büyük Doğu'nun doğmasıyla artık şair kimliğinin yanına cumhuriyet tarihinin en gözü kara fikir ve aksiyon adamı sıfatını da alıyor. Dolayısıyla yazmış olduğu şiirler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu dokuz senelik zaman diliminde şair ölümü ve hayatı kendi merkezinden tanımaya çalışır:


"Hep ben, ayna ve hayal, hep ben pervane ve mum
Ölü ve Münker Nekir, baş dönmesi uçurum" [7]

Yukarıdaki şiirin tarihi 1939. Yine bu tarihte yazılmış "Çile" şiiri de onun için bir yoğruluştur. Hayatla, ölümle, nefisle, sualle... Nitekim kainat nizamını anlamaya çalışırken "son"u merak eder:


"Niçin küçülüyor eşya uzakta
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta
Sonum varmış, onu öğrensem asıl" [8]

1964 tarihli "Zeybeğin Ölümü" ise şairin fikir ve aksiyon cihetinin bir ürünüdür. Burada zeybek, Adnan Menderes'tir. 20, asırda demokratik(!) insanların astıkları bir lidere yakılan ağıttır bir nevi. Necip Fazıl'ın bu olaydan üç yıl sonra kaleme aldığı şiir, duyduğu teessürün ne denli derin olduğunu gösterir:


"Zeybeğimi birkaç kızan vurdular
Çukurda üstüne taş doldurdular
Bir de ya kalkarsa diye kurdular..." [9]

"Mezar" mefhumu N.Fazıl'da ayrı bir sima kazanır. Onu varlığa yol veren geçit olarak görür. 1969'da yazdığı "Karacaahmet" şiirinde mezarlık adeta canlıdır. Ve hatta gelip geçen insanlar hakikatte gaflettedirler. Çünkü dünya bir "oyun"dan ibarettir:


"Kavuklu, başörtülü, fesli başaçık taşlar
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar
Kum dolu gözlerle süzüyor insanları
Süzüyor sahi diye toprağa basanları" [10]

"Mezar" başlığındaki 1978 tarihli şiir ise bir nevi orasını tanıtır. Bu dünya ve bu dünyalıklardan çok farklı bir yer olduğunu şöyle anımsatır:


"Kapıya ne icra memuru gelir
Ne Birinci Şube Sivil Polisi
İçerde kimine kuş tüyü sedir
Yüzüstü toprağa düşer kimisi" [11]

1972 tarihli "Orada" şiiri kaçınılmaz son'un artık yaklaştığını söyler. Ufka yaklaşıp batmaya yüz tutmuş güneş gibi ömür de batmaya yüz tutmuştur:


"Güneş mızrak boyu yaklaştı ufka
Camlarda renklerin veda cümbüşü
Ey gönül madenin ne kadar yufka
Yeter ağlamana bir kuş ötüşü" [12]

Lakin bu kıt'anın ardından bir ümidi dile getiriyor. Ölüm korkusu ancak ölünceye kadar ve "Gerçek" ölümle başlıyor:


"Ölüm dedikleri ölünceye dek
Dünya, balı zehir yalancı petek
Orada bulursun biraz bekle tek
Burada yaşamak sandığın düşü" [13]

Biraz önce de belirttiğimiz gibi N.Fazıl, şair kimliğinin yanında büyük bir fikir ve aksiyon adamıdır. O, ömrünün sonuna kadar mukaddes davasına hizmet etmiş ve onun yükselmesi için 'madden ve manen' gözünü budaktan esirgememiştir. Bundandır ki kimi şeyler onda bir ukde olarak kalmıştır. 1975 tarihli "Hasret" şiiri de 'hasret' duyduğu şeyleri yapamadan, ukdelerine kavuşamadan ölmenin vereceği bir üzüntü anının ürünüdür:


"Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda
Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda" [14]

Ömrünün son yılları onu ölüme o kadar ısındırmıştır ki ölmek artık bayram demektir. Bayrama nasıl girilirse ve o nasıl karşılanırsa ölüm de öyle olmalıdır. 1982 tarihli Bayram şiiri:


"Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var" [15]

Yukarıdaki şiirden beş yıl önce yazdığı '"üzel Şey" ise tarifi imkânsız bir şekilde ölümü güzelleştiriyor. Müjdecinin, Kurtarıcının başına da gelen ölüm, ancak 'güzel ' olur:


"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?" [16]

SON ŞİİR...

Gerek edebiyatımız gerekse fikir hayatımızda doldurulamayacak bir yere sahip N.Fazıl için de Gerçek'e yürüme zaamanı gelmişti. Yazmış olduğu onlarca eser, muhakkak makaddes davaya hizmetten başka bir şey değildi. 79 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü uğruna harcadığı gençlik, artık onu omuzlarında sevgiliye götürecekti. İşte, "Sevgili"ye kavuşmadan önce yazdığı son şiiri, bizleri düşünmenin kapısına bir kez daha bırakıyor. Asla yerine oturmamış fakat ilk önceleri beynini ısırmış bir "yokluk" düşüncesinin olduğu anlaşılıyor bu şiirde. Ama mütakip mısrada, materyalistin beynine bir balyoz gibi inecek soru geliyor:

"Sonum yokluk olsa bu varlık niye?"

Şiirin ikinci kıt'asında ise "yokluk" çok farklı bir anlam buluyor onda. Belki de 'Var' olanın tecellisi konumunda. Hepsi iki kıt'alık şiir şöyle:


ZEHİR


Çocukken haftalar bana asırdı
Derken saat oldu derken saniye
İlk düşünce, beni yokluk ısırdı
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

Yokluk sen de yoksun, bir var bir yoksun
İnsanoğlu kendi varından yoksun
Gelsin beni yokluk akrebi soksun
Bir zehir ki hayat özü faniye [17]

mahmut1
25-05-2008, 11:32
Paraya hiç önem vermezmiş neden versinki Mehmet Akif İstiklal marşı için meclisin belirlediği ödülü retederken Necip Fazıl Devletin örtülü ödeneğinden verilen paraları kabul etmiştir ödenen paraların tarihleri ve miktarları yassı ada mahkeme tutanaklarında geçiyor.

krokodil
25-05-2008, 13:40
Çile'de Ölüm

Atilla Yaramış

17.11.2005 - 14:26




Ölümü düşünmeyen hiçbir insan ve onu şiirine konu etmemiş hiçbir şair hemen hemen yoktur. Çünkü "ölüm", dünya görüşü ne olursa olsun, her sanatçı için bitmez tükenmez bir kaynaktır. Materyalist bir şair onu varlığın sonu olarak görürken inançlı şair için ise o, yeniden doğuş, ebedi hayata giriştir. Nitekim her ikisi de onda büyük şeyler bulur ve onu işler.

Çağdaş edebiyatımızın büyük şairlerinden Necip Fazıl da şiirinde "ölüm"e büyük yer ayırır. Onun ölüme bakışını da tıpkı hayatı gibi ikiye ayırabiliriz: Mürşidini* tanımadan önce (1934 öncesi) ve Mürşidini tanıdıktan sonra (1934 sonrası). Şairin bütün şiirlerini topladığı Çile kitabında** toplam 14 bölüm var. Bunlardan üçüncüsü olan "ölüm" bölümünde ise 39 şiir yer alıyor. Ama bu demek değildir ki sadece bu bölümdekiler ölüm şiiri. Kitabın diğer 13 bölümündeki şiirlerden birçoğunda ona bir dokunuş yahut da dayanak noktası bulmak mümkün.

Şimdi yazıldığı devreye göre bazı şiirleri inceleyelim.

İLK YILLAR (1934 ÖNCESİ)

Daha şairliğinin ilk yıllarında bile onda ölüm düşüncesinin önemli bir yeri vardır. Fakat bu yıllarda şaire hakim olan duygu korku ve tedirginliktir. Mesela 1925 tarihli "Ölünün Odası" adlı şiiri buna bariz bir kanıt olarak gösterebiliriz. İlk mısralar bir cesedin bulunduğu odayı tasvir eder:


"Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş
Yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş
Süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
Artık ne bir çıtırtı ne bir ayak sesi" [1]

Ardından yine aynı ürpertici üslubuyla cesedi tasvire başlar:


"Yatıyor yatağında, dimdik upuzun ölü
Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü
.......
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an
Belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan"

Ama son iki mısraya baktığımızda dışardan bir gözlemci edasıyla tasvir ettiği ölü bir anda kendisi oluverir:


"Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm
Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm"

Henüz 21 yaşındaki bir gencin ölümü bu kadar yakınında hissetmesi onu şuuruna ne denli işlediğinin bir kanıtıdır.

Şairin meşhur olmasını sağlayan 1927 tarihli 'Kaldırımlar' da bu noktada ele alınabilir. Şiirin geneline hakim olan duygular, yalnızlık bunalım vs görünse de Kaldırımlar 1'in son kıtası ölüm temennisiyle biter:


"Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi" [2]

Şiirin genelinde dile getirilen buhranın çaresi ölümdür. Yine aynı şiirin ikincisinde de (Kaldırımlar 2) ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu vurgular:


"Yağız atlı süvari koştur atını koştur
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları" [3]

Şairin en bilinen şiirlerinden "Anneciğim"de de ölüm düşüncesinin kendisini belli ediyor. Uzaklarda, gurbette olan gir gencin annesine duyduğu özlem, çok değişik duygular içinde terennüm eder. Müthiş bir karamsarlık ve kadercilik şiire apayrı bir hava katıyor. Ve de tahmin edileceği gibi sonuç ölümle bağlanıyor. Fakat burada ölüm anneye bağlı. Onun içinden gelen sese tam bir teslimiyet var:


"Gözlerinde aksi bir derin hiçin
Kanadın yayılmış çırpınmak için
Bu kış yolculuk var diyorsa için
Beni de beraber al anneciğim" [4]

Yine gurbetteki bir gencin annesine duyduğu özlemi dile getiren 1924 tarihli "Anneme Mektup" şiiri de ölüm korkusuyla bitirilir. Yalnız burada korkulan ölüm değil anneyi göremeden ölmektir. Nitekim şiire göre de ölüm kapıya dayanmıştır:


"Son günüm yaklaştı görünesiye
Kalmadı bir adım yol ileriye
Yüzünü görmeden ölürsem diye
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim" [5]

Evet, 30 yaşına kadar "arayış devresi"nde"ki bir şairin ölüme bakışı ve onu dile getirişi... N.Fazıl'ı tanımayan ve okumayan kimi insanlar, görüyoruz ki onun 30 yaş öncesini bir "inkar devresi" olarak adlandırıyor. Tam tersine kendisini mistik bir dünyaya doğru ta başından yönlendirdiğini anlıyoruz. İnkar devresindeki biri ölüme bu yakınlıkta durabilir mi? Elbette hayır. O, 30 yaşına kadar birçok şeyden habersiz "Gerçek Haber"i, "İlahi Nefes"i arayan biriydi. Hatta 1926'da;


"İnsanın unuttuğu
Allah'ı zikredelim" [6]

diyecek kadar O'nu arıyordu. Mürşidi vasıtasıyla da aradığını buldu ve inancını bayraklaştırdı. Hülasa, o hiçbir zaman münkir olmadı.


1934 SONRASI

Bu tarihten 1943'e kadar yani dokuz sene, şairin ömrünün sonuna kadar savunacağı fikirlerinin şekillenmesi ve özümsenmesi söz konusudur. 1943'te Büyük Doğu'nun doğmasıyla artık şair kimliğinin yanına cumhuriyet tarihinin en gözü kara fikir ve aksiyon adamı sıfatını da alıyor. Dolayısıyla yazmış olduğu şiirler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu dokuz senelik zaman diliminde şair ölümü ve hayatı kendi merkezinden tanımaya çalışır:


"Hep ben, ayna ve hayal, hep ben pervane ve mum
Ölü ve Münker Nekir, baş dönmesi uçurum" [7]

Yukarıdaki şiirin tarihi 1939. Yine bu tarihte yazılmış "Çile" şiiri de onun için bir yoğruluştur. Hayatla, ölümle, nefisle, sualle... Nitekim kainat nizamını anlamaya çalışırken "son"u merak eder:


"Niçin küçülüyor eşya uzakta
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta
Sonum varmış, onu öğrensem asıl" [8]

1964 tarihli "Zeybeğin Ölümü" ise şairin fikir ve aksiyon cihetinin bir ürünüdür. Burada zeybek, Adnan Menderes'tir. 20, asırda demokratik(!) insanların astıkları bir lidere yakılan ağıttır bir nevi. Necip Fazıl'ın bu olaydan üç yıl sonra kaleme aldığı şiir, duyduğu teessürün ne denli derin olduğunu gösterir:


"Zeybeğimi birkaç kızan vurdular
Çukurda üstüne taş doldurdular
Bir de ya kalkarsa diye kurdular..." [9]

"Mezar" mefhumu N.Fazıl'da ayrı bir sima kazanır. Onu varlığa yol veren geçit olarak görür. 1969'da yazdığı "Karacaahmet" şiirinde mezarlık adeta canlıdır. Ve hatta gelip geçen insanlar hakikatte gaflettedirler. Çünkü dünya bir "oyun"dan ibarettir:


"Kavuklu, başörtülü, fesli başaçık taşlar
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar
Kum dolu gözlerle süzüyor insanları
Süzüyor sahi diye toprağa basanları" [10]

"Mezar" başlığındaki 1978 tarihli şiir ise bir nevi orasını tanıtır. Bu dünya ve bu dünyalıklardan çok farklı bir yer olduğunu şöyle anımsatır:


"Kapıya ne icra memuru gelir
Ne Birinci Şube Sivil Polisi
İçerde kimine kuş tüyü sedir
Yüzüstü toprağa düşer kimisi" [11]

1972 tarihli "Orada" şiiri kaçınılmaz son'un artık yaklaştığını söyler. Ufka yaklaşıp batmaya yüz tutmuş güneş gibi ömür de batmaya yüz tutmuştur:


"Güneş mızrak boyu yaklaştı ufka
Camlarda renklerin veda cümbüşü
Ey gönül madenin ne kadar yufka
Yeter ağlamana bir kuş ötüşü" [12]

Lakin bu kıt'anın ardından bir ümidi dile getiriyor. Ölüm korkusu ancak ölünceye kadar ve "Gerçek" ölümle başlıyor:


"Ölüm dedikleri ölünceye dek
Dünya, balı zehir yalancı petek
Orada bulursun biraz bekle tek
Burada yaşamak sandığın düşü" [13]

Biraz önce de belirttiğimiz gibi N.Fazıl, şair kimliğinin yanında büyük bir fikir ve aksiyon adamıdır. O, ömrünün sonuna kadar mukaddes davasına hizmet etmiş ve onun yükselmesi için 'madden ve manen' gözünü budaktan esirgememiştir. Bundandır ki kimi şeyler onda bir ukde olarak kalmıştır. 1975 tarihli "Hasret" şiiri de 'hasret' duyduğu şeyleri yapamadan, ukdelerine kavuşamadan ölmenin vereceği bir üzüntü anının ürünüdür:


"Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda
Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda" [14]

Ömrünün son yılları onu ölüme o kadar ısındırmıştır ki ölmek artık bayram demektir. Bayrama nasıl girilirse ve o nasıl karşılanırsa ölüm de öyle olmalıdır. 1982 tarihli Bayram şiiri:


"Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var" [15]

Yukarıdaki şiirden beş yıl önce yazdığı '"üzel Şey" ise tarifi imkânsız bir şekilde ölümü güzelleştiriyor. Müjdecinin, Kurtarıcının başına da gelen ölüm, ancak 'güzel ' olur:


"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?" [16]

SON ŞİİR...

Gerek edebiyatımız gerekse fikir hayatımızda doldurulamayacak bir yere sahip N.Fazıl için de Gerçek'e yürüme zaamanı gelmişti. Yazmış olduğu onlarca eser, muhakkak makaddes davaya hizmetten başka bir şey değildi. 79 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü uğruna harcadığı gençlik, artık onu omuzlarında sevgiliye götürecekti. İşte, "Sevgili"ye kavuşmadan önce yazdığı son şiiri, bizleri düşünmenin kapısına bir kez daha bırakıyor. Asla yerine oturmamış fakat ilk önceleri beynini ısırmış bir "yokluk" düşüncesinin olduğu anlaşılıyor bu şiirde. Ama mütakip mısrada, materyalistin beynine bir balyoz gibi inecek soru geliyor:

"Sonum yokluk olsa bu varlık niye?"

Şiirin ikinci kıt'asında ise "yokluk" çok farklı bir anlam buluyor onda. Belki de 'Var' olanın tecellisi konumunda. Hepsi iki kıt'alık şiir şöyle:


ZEHİR


Çocukken haftalar bana asırdı
Derken saat oldu derken saniye
İlk düşünce, beni yokluk ısırdı
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

Yokluk sen de yoksun, bir var bir yoksun
İnsanoğlu kendi varından yoksun
Gelsin beni yokluk akrebi soksun
Bir zehir ki hayat özü faniye [17]

sağolun var olun emi sevgili kardeşim...üstada da rahmetler diliyorum..mezarı geniş, sorgusu kolay, rabbi, affedici olsun..amin....

MaTHiLDa
25-05-2010, 12:58
Yıllar çabuk geçiyor.. Şiirimizin Üstadı, Necip Fazıl Kısakürek'i 27. ölüm yıldönümünde rahmetle, sevgi ve saygıyla anıyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin

"ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!.."

BORA YAŞAR
25-05-2010, 22:52
Bu forumda siyaseten NFK kavgası yapacak birçok kişi var..

Birçok da NFK nın sanatının hayranı..

Ama bunların bugünün NFK nın ölüm yıldönümü olduğundan bile haberi yoktur..

Olsa da forumda anmak akıllarına gelmez..

Onu anmak yine bizlere düşer..

http://www.hisse.net/forum/showthread.php?t=42021&p=4468288#post4468288

MaTHiLDa
26-05-2010, 18:38
burda gelir insana,
boş günlerin usancı.
çalar birden kampana
ölüm çanından acı.

sonra bir düdük öter,
kesik çığlıklar der:
burdan bildik gidenler,
yarın döner yabancı...

MaTHiLDa
28-05-2010, 13:06
Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,
Dolaşıyor dışarda, gün batışından beri,
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime,
Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan,
Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan,
Sesler, ayak sesleri kesilmez çıtırdılar!
Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar,
Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden,
Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden,
Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu,
Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu
Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım
Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım,
Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,
Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya ..

MaTHiLDa
12-06-2010, 19:41
1000 yıl geçse de fikirleri edebi ve ebedi olarak yaşamaya devam edecek


25 yıl sonra hala kitleleri etkiliyor


25 Mayıs 1983'te aramızdan ayrılan Şairler Sultanı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, tüm Türkiye'de ve dünyada etkinliklerle anılıyor.



ORHAN TURAN / İSTANBUL
Türk edebiyatının köşe taşı olarak kabul edilen şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25'inci, doğumunun 104'üncü yıldönümünde düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılıyor.
1904'te dünyaya gelen ünlü şair, düşünür ve yazar Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılında 79 yaşındayken yaşamını yitirmişti. Yazın hayatına aralarında Ağaç, Büyükdoğu, Borazan gibi dergiler, 67 kitap ve birçok ödül bırakan Kısakürek, hayatı, felsefesi ve eserleriyle bugün de milyonları etkilemeyi sürdürüyor.

Bir dönem Türk gençliğinin 'Üstad'ı Necip Fazıl Kısakürek hakkındaki bazı görüşler şöyle:

KİTLELERİ ETKİLEMEYE DEVAM EDİYOR


Şair Ömer Erdem
Necip Fazıl Kısakürek'in, Türkiye'nin yetiştirdiği büyük bir fikir adamı, şair ve yazar olduğunu belirten Erdem, şunları söyledi: “Necip Fazıl, kitleleri etkilemiş ve halen etkilemeye devam eden, ölümünden sonra dahi eserleri ilk günkü heyecanla takip edilen ender şahsiyetlerden biridir. 30'lu yaşlarında bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Daha sonraları onun için “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” diyeceği bu büyük insan, onun hayatında yeni bir devrin başlamasına vesile olur.

DEMEK BÖYLE ÖLÜNÜRMÜŞ


Yazar Turan Koç
Yazdığı yazılar nedeniyle defalarca hapse giren şair, pek çok eserini orada yazan, 1943 yılında siyasi, fikri ve edebi mücadelesini işlediği “Büyük Doğu” dergisini yayımlayan Kısakürek'in çok yönlülüğüne dikkat çeken yazar Turan Koç, Kısakürek'in edebiyatın her alanında büyük başarılara imza attığını dile getirdi. Koç, şunları söyledi: “Makalelerinden senaryo yazarlığına, şairliğinden diğer alanlara kadar Kısakürek, içindeki müthiş dağarcığı okurlarıyla paylaştı. 26 Mayıs 1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” seçilen, 1981 yılının başlarında, “İman ve İslam Atlası”nı yazmak için, bir daha çıkmamak üzere evine kapanan üstad, 25 Mayıs 1983 günü elâ gözlerini pencereden dışarıya dikti ve “Demek böyle ölünürmüş!..” diyerek Hakk'a yürüdü. Şiiriyle edebiyatımızı, fikirleriyle düşünce hayatımızı etkileyen Necip Fazıl geride 60'ın üzerinde eser bıraktı. Bu onun ne denli büyük bir derya olduğunu gösteriyor.”

BUGÜN TARTIŞTIĞIMIZ KONULARI AŞMIŞTI


Şair, Yazar Mustafa Miyasoğlu
“Türk edebiyatının nadir şahsiyetlerinden biridir. Bazı kesimler onu sağlığında 'unuttular'. Bu kesimlerin bugünkü çağdaşları da yine onu unutacaklar. Türkiye'de mahalle baskısı ve diğer her türlü meseleyi Necip Fazıl'sız tarif etmek mümkün değildir. Türkiye'de CHP zihniyetine karşı 60 yıl mücadele vermiş dehanın ölüm yıldönümündeyiz. Necip Fazıl, son dönemlerde tartışılan birçok konuya yaşadığı dönemde nokta koydu. Mesela 'mahalle baskısı' kavramı bunlardan biridir. Ona göre mahalle baskısı bu milletin kültür baskısıdır ve ruh kökümüzün varlık davasıdır. Yaratılış ve tabiatın isyanıdır. Necip Fazıl böyle yorumlardı. Bu toprağın hakiki sahipleri onlardır. Biz bu sözcülüğü miras olarak devralmış durumundayız. 68 kuşağının Paris'ten başlayarak dünya gençliğini intihara sürüklediği bir ortamda, Türkiye'nin önünü açacak kadroların söz sahibi olacağını o öğretmiştir.

AYNI ZAMANDA FİKİR ADAMI

Kısakürek'in sadece edebiyat adamı olmadığını, aksine onun aynı zamanda bir fikir ve felsefe adamı olduğunu belirten Tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan ise eserlerinde seçtiği dilin kendini çok iyi ifade ettiğini dile getirdi.


Anma programı



Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) eski binasının (Eminönü Halk Eğitim Merkezi) konferans salonunda bugünkü programda “Üstad - Necip Fazıl Kısakürek Belgeseli” saat 18.00'de gösterilecek. Araştırmacı Yazar D. Ali Taşçı, 'Vefatının 25. Yılında Necip Fazıl Kısakürek' konulu konferans veriyor. Çarşamba günü yapılacak etkinlik, Ümraniye Alemdağ Caddesi'ndeki nikah salonunun üstünde.

(Tel: 0216 443 56 00)




25.05.2008