PDA

View Full Version : Sır - Çekim yasası



selçuk efendi
27-05-2007, 20:03
(Aslında kitabı okuduktan sonra bu başlığı açmak istiyordum ama bugün çok iyi hissediyorum. benle şu an beş dakika otursanız, neşeden patlarsınız:). dedim, en iyisi daha fazla ertelemeyeyim. duymamış olanlar duysun, farkında olmayanlar varsın, bilmeyenler, öğrensin. bilgiye buyurun:))

Mutluluk, sağlık, servet:
Ne istersek yapabilir ya da sahip olabiliriz.
Neyi seçersek ona sahip olabiliriz
Olmuşların, olanların ve tüm olacakların cevabi 'sır'dır
Hepimiz tek bir sonsuz güçle çalışıyoruz Tek yasa: ÇEKİM YASASI

SIR : ÇEKİM YASASI

başınıza gelen her şeyi, siz hayatınıza çekiyorsunuz ,ve hepsi zihninizde
tuttuğunuz suretlerden dolayı size geliyor ve bu düşüncelerinizdir
ne düşünürseniz, kendinize çekersiniz

en çok neyi düşünürseniz, onu kendinize çekersiniz ve o hale gelirsiniz
düşündüğünüz şey, elinize geçer bu prensip 3 basit kelimeyle açıklanabilir:
düşünceler nesnelere dönüşür!

çoğu insanlar istemedikleri şeyi düşünür ve başlarına niye tekrar tekrar geldiğini merak eder
çekim yasası sizin bir şeyi iyi yada kötü algılamanızla veya olmasını isteyip istememenizle ilgilenmez sadece düşüncelerinize cevap verir

evren çekim yasasını temel alıyor,her şey çekim yasası ile ilgili,çekim yasası her zaman işliyor
inanın, inanmayın, anlayın ya da anlamayın,her zaman işler
yaratım her an devam ediyor sürekli yaratım sürecindedirler
çekim yasası " neyi düşünür ya da odaklanırsan, onu alırsın’’ der
ondan yakınıyor olman yakındığını sana daha çok yaklaştırır

korktuğu şeylere odaklanmak yerine olmasını istediklerine odaklanmak
tek yapmamız gereken, gözlerimizi açıp bakmak:
çevrenizde çekim yasasının kanıtlarını görürsünüz

en çok hasta olan, hastalıktan en çok bahsedendir
bolluktan en çok bahseden, bolluk içindedir
çekim yasası her yerde aşikardır, eğer ne olduğunu anlarsanız.
siz bir mıknatıssınız

anlamamanız, reddetmeniz anlamına gelmez bilimsel olarak açıklanmıştır ki, yapıcı düşünce olumsuz düşünceden 100 kat güçlüdür.
zaman tamponu olan bir gerçeklikte yaşıyoruz ve bu gerçekten isimize yarıyor
düşüncelerinizin anında gerçekleştiği bir çevrede yasamak istemezdiniz!
düşüncelerinizin ortaya çıkışı biraz zaman alır ve bu iyi bir şeydir!
düşüncelerinizi fark etmeli, seçmeli, ve bundan hoşlanmalısınız

çünkü siz, kendi hayatinizin şaheserisiniz, hayatınızdaki her şeyi, yakındıklarınız dahil,hayatınıza siz çektiniz ilk bakışta bunu duymaktan nefret edeceğinizi biliyorum

birçoğumuz bir tersliği çekeriz, ve bunu kontrol edemeyeceğimizi düşünürüz
"düşüncelerimi değiştirmek zor olacak" diyorsunuz
düşünceleriniz, duygularınızı oluşturur
duygularımız, neyi kendimize çektiğimizi
yani "şu anda neyi kendime çekiyorum" sorusunun cevabi hislerinizdir
eğer iyi hissediyorsanız, devam edin doğru yoldasınız

insanlar yataktan kötü kalkarlarsa,bir döngü başlatırlar ve bütün gün öyle gider
hislerindeki basit değişimlerin günlerini veya hayatlarını etkileyeceğini bilmezler
eğer gününüze iyi baslar, mutlu bir ruh hali içinde olursanız herhangi bir şeyin ruh halinizi değiştirmesine izin vermediğiniz surece çekim yasası ile, mutlu ruh halinizi sürdürecek durum ve kişilerle karşılaşırsınız neye odaklanırsanız, onu hayatınıza çeker ve yaşarsınız isteseniz de istemeseniz de
duygu ve düşünceleriniz her zaman oluşanlarla denktir

anlaması zor,ama kendimizi açmaya başlayabilirsek,düşüncelerimizin hayatımıza yaptıklarını farkındalığımızdaki bu değişimle engelleyebiliriz
geri kalan her şeyi unutun, sadece onu düşünün garanti ederim, kendinizi iyi hissedeceksiniz

mesela evcil hayvanlar harikadır, size kendinizi harika hissettirirler
evcil hayvaninizi sevdiğinizde, bu duygu hayatınıza iyilik getirir bu çok güzel bir hediyedir

hisleriniz aracılığıyla düşüncelerinizi yönlendirmeye başladığınızda ve duygu, düşünceleriniz ve başınıza gelenler arasındaki uyumu fark ettiğinizde kendi gerçekliğinizin yaratıcısı olduğunuzu bilirsiniz ve uzaktan bakanlar yaşadığınız mükemmel hayata hayret ederler.

yaratım sureci 3 adımdan oluşur
1. adim: istemek

istemek için kelimelere ihtiyacınız yok evren tamamen düşüncelerinize cevap verir
gerçekte ne istiyorsunuz?

2. adim: cevaptır

isteğinize cevap verilmesidir burada evren sizin için devrededir evrendeki tüm güçler isteğinize cevap vermek için devrededir

3. adim, alma

kendinizi isteğinizle ayni hatta getirmeniz gerekir isteğinizle ayni hattaysanız, kendinizi harika hissedersiniz
bu duyguların gücüdür ama korku, öfke, umutsuzluk hissederseniz, bunlar isteğinizle ayni hatta olmadığınızın güçlü göstergeleridir

hissettiklerinizin önemini fark ettiğinizde, ve düşüncelerinizi, hislerinize dayanarak yönlendirdiğinizde, yavaş yavaş görürsünüz ki düşünceniz, oluşturmaya başlayacaktır

evrenin size ulaştırmak istediğiyle ayni hattaysanız,eğlenceli olur, zaman durur, bütün gün ayni şeyi yapabilirsiniz evren hızı sever ertelemeyin, fırsat oluştuğunda, harekete geçin!

tek yapmanız gereken bu
istediğiniz her şeyi kendinize çekeceksiniz para, insanlar, ihtiyaç duyduğunuz bir kitap,ne isterseniz kendinize çekeceksiniz

neyi çektiğinize dikkat etmelisiniz çünkü zihninizde tuttuğunuz görüntüleri,kendinize çekersiniz
başlangıçta hiçbir şeyiniz olmayabilir
hiçbir yol da olmayabilir, bir yolu bulunacaktır karanlık bir yolda giden bir arabayı düşünün,sadece birkaç metre önünü görür.

hayat da böyle ilerler görmesek de yolun devam edeceğine inanırsak, hayat bizi gerçekten gitmek istediğimiz noktaya götürecektir ilk adimi atin yeter evrenin müthiş bir düzeni vardır

her şey zihnimizdedir

"bu çok büyük, olması zaman alır" diyen de,
"bu ufak bir şey hemen olur" diyen de biziz
bunlar bizim tanımladığımız ölçütlerdir,
evrene göre böyle kurallar yoktur su anki koşullarınız ne olursa olsun o sadece su anki gerçekliğinizdir,

birçok insan mevcut durumlarına bakıp "ben buyum" der
kendinizi su andaki koşullarınızla tanımlarsanız gelecekte de aynılarını yasamaya kendinizi mahkum edersiniz
yaşadıklarımız, düşündüklerimizin sonucudur

Şükür gerçekten de daha fazlasını hayatınıza getirir

herkes bilir, küçük şeyler için şükretmek, daha fazlasını istemektir
her zaman şükretmek, kaynakları size doğru çeker
düşündüğümüz ve şükrettiğimiz şeyleri kendimize çekeriz
bu hepimizin her gün yapması gereken çok güçlü bir egzersiz
her sabah kalkıp şükretmek

diş fırçalarken, şükrettiğim şeyleri düşünmek sabah rutin islerimi yaparken bu minnet duygusunu hissetmek.

sahip olduklarınızla ilgili hislerinizi ne kadar çabuk değiştirirseniz, minnet duyduklarınızı o kadar çabuk hayatınıza çekersiniz
sahip olduğunuz için şükrederseniz, kısa sure sonra daha iyisine kavuşursunuz

hayatinizi değiştirmeye başlamak için bir diğer şey; tasavvur etmek
tasavvur ettiğinizde, gerçekleştirirsiniz bir şey zihninizde oluyorsa, madden de olacaktır

nasıllar evrenin isi

tasavvur her şeydir, hayatin gelecek etkilerinin ön izlemesidir
ne istediğinize karar verin, elde edebileceğinize inanın, hak ettiğinize ve mümkün olduğuna inanın

niyet edin!
hayat her alanıyla birbirine bağlıdır birçok insan basarili olup, istediği ise, eve sahip olmak ister ama tüm bunlara sahip olmak, asil isteğimiz olan mutluluğu bize garantilemez
bunlar iç huzuru bize getirmez, tersine iç huzuru ve mutluluğu sağlamak kendimize bunları çeker

hepimiz bu evrende yaratıcıyız ve meydana getirmek istediğimiz her dilek,
gerçekleşecek
duygu, düşünce ve dilekleriniz çok önemli

kendinize, diğerlerinin size davranmasını istediğiniz gibi mi davranıyorsunuz?

kendi kendinizin çaresisiniz karşıdan beklemeyin, onun yerine zamanınızı kendinize istemeye ayırın ve kendinizi sevdikçe başkalarını da seversiniz kendinizi etrafınızdaki insanların en iyi yönlerini görmeye alıştırın

iyi hissetmek için kimseden değişmesini istemeyin

mutluluğun tek bir akimi vardır tek bir pozitif enerji akimi vardır ve tüm evren bununla doludur
insan neyi düşünürse başına gelir
"hayır" deyip ortadan kaldıramazsınız
eğer savaş karşıtıysanız barış için çalışın
eğer açlığa karşıysanız insanların daha çok yiyecek bulması için çalışın
eğer kötü politikacılara karşıysanız, rakibi için çalışın
istemediğinize değil, istediğinize odaklanmalısınız
tabii ki istemediğinize bakacak, tam tersini arayıp ne istediğinizi bulup onu oluşturacaksınız

gerçek su ki;
iç sesiniz ve iç görünüzü derinleştirmeye başlarsanız hayatinizi siz yönetirsiniz
tüm dünyayı istediğiniz sekle sokmak için doğmadınız kendi dünyanızı seçtiğiniz şekilde yaratmak için doğdunuz

diğerlerine de kendi seçtikleri dünyayı yaratmaları için izin vermelisiniz
insanlığın beyninde bir virüs gibi yasayan bir yalan var bu yalan;hiçbir şeyin yeterince iyi olmadığı düşüncesi
bu yalan insanları korkuya, açgözlülüğe sürükler ve bu duygular onların yaşantıları olur böylece dünya bir kabus hapı almış gibi olur

mevcut kaynağımızın yetersiz kaldığını fark edince, hedefimize ulaşmak için yeni bir kaynak buluruz
kendimizi çaresiz hissettiğimizde aslında etrafımızdakileri görmüyoruzdur
insanlar kalplerinden geçeni yapmaya başlayınca ayni şeyleri yapmak istemezler
bunun güzelliği buradadır
hepimiz ayni kişi olmak istemeyiz
ayni deneyimleri yasamak istemeyiz
hepimiz ayni giysileri istemeyiz

inanır, ona göre hareket ederseniz size görünecektir

gerçekliğinizin çeşitliliği sizi özgür bıraksın
ve istediklerinizi seçin ve yasamak istediğiniz bir şey gördüğünüzde,
onu düşünün onunla ilgili duyguyu bulun ve o duyguya bürünün
ondan bahsedin, onunla ilgili yazın
onu kendi gerçekliğinize dönüştürün ve yasamak istemediğiniz deneyimleri görünce onunla ilgili konuşmayın, yazmayın endişelenmeyin,
tepki vermeyin görmezden gelmek için kendinizi zorlayın, dikkatinizi vermeyin
istediklerinize olan dikkatinizi bölmeyin

simdi tarihte yeni bir sayfa açmak için en iyi zaman
çünkü ilk defa bilgiye parmaklarımızın ucundan ulaşabiliyoruz
elinize yüksek güçlü bir mikroskopla bakarsanız, sadece enerji dalgaları görürsünüz
eliniz, yıldızlar ya da okyanus, hepsi aslında aynı şeyden meydana geldi
her şey enerjidir

evrendeki her şey enerjidir

çoğu insan kendini bu beden olarak tanımlar
siz bu beden değilsiniz mikroskop altında bir enerji alanısınız
tekrar düşünün
siz ruhsal bir varlıksınız

hepimiz birbirimize bağlıyız sadece bunu göremiyoruz birbirinden ayrı bir dışarısı ve içerisi yok evrendeki her şey birbiriyle bağlantılı,tek bir enerji alanı var siz bir enerji kaynağının uzantısısınız ve burada bu harika bedenlerinizle bulunuyorsunuz ama bedenleriniz sizi çoğunlukla gerçekte ne olduğunuzdan uzak tutar

biz enerjinin kaynağıyız, biz sonsuz varlıklarız

diğer bir değişle evrenin kendisi bir bilinçtir
açığa çıkan olasılıkların sınırsız hissedişiyiz ve hepsi gerçeğe dönüşecek

bütün büyük öğretiler, yaratıcı gücün hayalinde ve suretinde yaratıldığınızı söyler
siz kendi dünyanızı yaratabilecek potansiyel yaratıcı güce sahipsiniz ve yaratıyorsunuz
tüm güç içerdendir ve bu yüzden kendi kontrolümüzdedir

insanlar istediklerine odaklanınca, istemedikleri uzak düşer
istedikleri oluşur, diğeri ise kaybolur

evrende ihtiyaçtan fazlası var

çekim yasası ile tüm isteklerimizi oluşturabiliriz
kendinizi kültürel engellerinizden, sosyal inanışlarınızdan kurtarabilirsiniz bir kez daha sizdeki gücün dünyadakinden fazla olduğunu anlarsınız
bir sınır var mi;kesinlikle yok bizler sınırlandırılmamış varlıklarız
yetenek, güç, ve kapasitede bir tavanımız yok
bu gezegendeki her bir yaratılmış varlık sınırsızdır

eğer meditasyon yapmaktan zevk alıyorsanız, yapın
eğer salamlı sandviçten zevk alıyorsanız, yiyin
başarınin koşulu iç mutluluktur

sizi mutlu eden her şey, daha fazlasını size çekecektir ve size iyi gelecek bir şey bulun saadetinizi izleyin,sadece duvarların olduğu bir yerde evren size kapılar açacaktır

yeni bir çağ başlıyor

bu, sınırı uzay değil, akıl olan bir çağ
sınırsız olasılıkların, sınırsız potansiyelin olduğu bir gelecek

insanlar zihinlerindeki potansiyelin en fazla %5 ini kullanabilirler uygun eğitimin sonucunda zihnin potansiyelinin %100 ü kullanılabilir
insanların tüm zihinsel ve duygusal potansiyellerini kullandıkları bir dünya düşünün

her yere gidebilir, her şeyi yapabilir, her şeye ulaşabiliriz kendinizi istediğiniz ile farz edin
her din bize bunu söyler her önemli felsefe kitabi, her büyük lider bize ayni şeyi söyler

isteğini düşünerek, ne istediğine karar vermene yardim edecek hayat deneyimini kendine çek ve bir kez karar verince bütün düşünceni ona ver
zamanının çoğu bilgi toplamakla geçecek
bilgi, istediğinin ne olduğuna karar vermeni sağlayacak ama asıl işin ne istediğine karar verip, ona odaklanmak ve ona odaklanarak onu kendine doğru çekmek
yaratımın süreci budur

harika olduğumuza inanmalıyız

muhteşem bir tarafımız var
hayatta başımıza ne gelirse gelsin, ne kadar genç ya da yaşlı olduğumuzu düşünüyor olursak olalım, içimizde dünyadan daha güçlü bir kuvvet olduğunu düşünmeye başladığımız an ortaya çıkmaya başlayacak

hayatımızı değiştirecek
bizi doyuracak,
giydirecek,
koruyacak,
yol gösterecek

eğer izin verirsek varlığımızı besleyecek...

Kaynak: http://biltekbilgisayar.blogcu.com/1914415/

selçuk efendi
27-05-2007, 20:05
http://img528.imageshack.us/img528/8283/1009814picture2aq0.jpg (http://imageshack.us)

"Bu sırrın ne olduğunu söyleyemem.Tek söyleyebildiğim varolduğu."
(Alexander Graham Bell-Telefonun Mucidi)

Çağlar boyu nesilden nesile geçerken, bir çok insan ona göz dikti, onu gizledi, kaybetti, çaldı, büyük paralar karşılığı satın alanlar oldu. Tarihteki en önemli insanların bazıları yüzyıllar kadar eski olan “Sır”ra vakıf olmuşlardı. Eflatun, Galileo, Beethoven, Edison, Carnegie, Einstein ve diğer mucitler, bilim adamları ile büyük düşünürler “Sır”rı biliyorlardı; ve şimdi “Sır” dünyaya açıklanıyor.

“Sır”rı öğrendiğinizde, istediğiniz her şeyi elde etmeyi, yapmayı, ya da istediğiniz her şey olmayı da öğrenmiş olacak; asıl kimliğinizi bulacak ve hayatta sizi bekleyen gerçek ihtişamın ne olduğunu göreceksiniz.

Sizce dünya nüfusunun sadece %1’lik bir kısmını oluşturan bir kesimin tüm maddi gelirin %96'sına sahip olması bir tesadüf mü?
Olağanüstü bir servete sahip olmak ister misiniz?
Muhteşem bir malikanede yaşamak ister misiniz
Ömrünüz boyunca hiç sıkıntıya düşmeden bolluk, bereket içinde yaşamak ister misiniz?
Ruh eşinizi bulmak ya da huzurlu, mutlu bir evlilik yaşamak ister misiniz?
Peki kendinize sorun. Gerçekten ne, ama ne istersiniz?

Amaçlarınıza ulaşmak için bu kitabı kullanmaya başlayabilirsiniz. Yaşamınızdaki herhangi bir şey için bir cevap, bir rehber arıyorsanız, sorunuzu sorun, cevap alacağınıza inanın ve bu kitabı rastgele açın. Açılan sayfada aradığınız cevabı ve tavsiyeyi bulacaksınız.
"Sır tüm olmuşların, olanların ve olacakların cevabıdır."

(Ralph Waldo Emerson-Filozof)

selçuk efendi
27-05-2007, 20:19
"Olduğumuz her şey, düşünmüş olduklarımızın sonucudur."
Buda (MÖ 563-483)

Einstein'a göre "zaman bir yanılsamadır"… Kuantum fizikçilerinin ve Einstein'ın bu düşünceleri, doğru bildiğimiz pek çok şeyin değişmesine yol açan müthiş bir tespittir.

Bugün, şu an ne düşünüyorsak, "paralel evren"de düşüncenin gücüyle yaratıldığını biliyor muydunuz? Düşüncelerimizin, isteklerimizin paralel evrende bizim için ve bizim tarafımızdan yaratıldığını ve bize bir gün dönmek üzere orada beklediğini? (Buna olumsuz düşüncelerimiz de dahildir.) Hepimizin hayatta başına birkaç kez gelmiştir; çok istediğimiz bir şeye, eninde sonunda sahip olmaz mıyız? Bazen bir araba, bazen bir ev, bazen bir sevgili…

Her şey düşüncede başlamaktadır; tabii ki olumlu düşüncede… Olumsuz düşünmek, en başta kendimize zarar vermektir. Hayatımızın bolluk, bereket içinde geçmesini istiyorsak, bütün olumsuz düşüncelerden sıyrılarak istemeliyiz; bir ka-talogdan bir şey seçer gibi. Evren sizin için yaratacaktır ve düşünceleriniz size dönecektir. Sizlerden bunun için para, pul istemez evren; yapmanız gereken tek şey, istemek ve inanmaktır…

"Şu evi almak istiyorum, ama param yok alamam!" demek doğru düşünce biçimi değildir. Doğru düşünce; "şu evi alacağım" demektir. Sonrası hayal etmektir; evi aldığınızı, kapısını, penceresini, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar dekorasyonunu… Hatta ellerinizle boyamayı, boyanın ne renk olması üzerine düşünmelisiniz. Siz böyle evinize sahip çıktıkça, eviniz paralel evrende yaratılacak ve size bir şekilde somut olarak geri dönecektir; iste, inan ve al…

"Mutsuzum" dedikçe asla mutlu olamazsınız. Mutlu olmak istiyorsanız "mutluyum" demeniz gerekmektedir. Mutsuzluğu da, mutluluğu da yaratanın ancak siz olduğunuzu bilmelisiniz. İçinize evrenin gücünün yaşam ışıklarıyla dolduğunu, ancak o zaman hissedebilirsiniz. Siz neyi düşünüyorsanız, siz o'sunuz. Kendinizi başka yerlerde aramayın, kendiniz; düşüncelerinizsiniz… Kaderinizi yazmak elinizdedir. Yapacağınız tek şey, yaşantınızdaki bütün olumsuz düşünceleri bir kenara, bir daha hatırlamamak üzere itmek ve kendinizi evrenin merkezi, yaşamın merkezi olarak görmektir…

İnsan bir enerjidir… İnsan, yeryüzündeki en büyük enerji kaynağıdır ve evrende hiçbir enerjiyi yok edemezsiniz. Değişen, sadece yaşam formatlarıdır. Adına "yaşam" dediğimiz süreç de, tümüyle enerjiden ibarettir…

Hepimizin bir frekansı ve manyetik bir alanı vardır. Bu alanı olumlu düşüncelerle doldurursak, daha doğrusu olumlu düşünerek, olumlu düşüncelerimizi frekansımızda yayarsak, paralel evrenimizi de olumlu düşüncelerimizle dolduracağımız açıktır. Düşüncelerimizin ürettiği enerji (neyi düşünüyorsak), paralel evrende düşüncelerimizle yarattığımız neyse, gidip onu bulacaktır. Gerisini, siz evrene bırakın… "Nasıl gelecek, nasıl olacak" sizin işiniz değildir. Size düşen, sadece istemek ve geleceğine inanmaktır. Ve düşüncelerinizin hayata geçeceğinden emin olarak şükretmektir… Düşledikleriniz, size somut olarak bir gün mutlaka geri dönecektir. Evren, çağrınızı asla yanıtsız bırakmayacaktır.

Elbette ki bu düşünce, "istedikten" sonra yan gelip yatmak anlamında algılanmamalı bilakis isteklerinize ulaşabilmek için daha fazla çalışmak şeklinde algılanmalıdır. Evrenin gücü size isteklerinize kavuşmanız için ne yapmanız gerektiğini, doğal bilincinize aktaracaktır. Başlangıçta bütün bunlar size saçma bir düşünce gibi gelebilir, ama kendi hayatımıza yapacağımız içsel bir yolculuk, "sır"rın ne kadar doğru olduğunu ortaya koyacaktır. Her gün bir taraflarda mucize gibi anlatılan birçok olay duymuşsunuzdur. Ölümcül hastaların, hastalıklarını yenmesi veya fantastik bilim kurgu filmlerinde hayretle izlediğiniz şeylerin gerçek olduğunu... Bu sadece, önce hayal etmenin yani düşünmenin önemini ortaya koymaz mı?

Bugün, günlük hayatta kullandığımız ve daha düne kadar "olamaz" dediklerimizin ve "mucize" diye nitelendirebileceğimiz şeylerin, şimdi günlük hayatın içinde ne kadar sıradan kaldığını düşünürseniz, bunu anlamanız çok kolay olacaktır. Her şey düşüncede başlamaktadır. Bugünün cep telefonlarının, çok değil 10-15 yıl önce mümkün olabileceğine inanabilir miydiniz? Şimdi ne kadar sıradan ve doğal değil mi?

Bir şeyi başarmak için önce hayal etmek gerektiği böylece ortaya çıkmaktadır. Tabii ki, sadece hayal etmek veya istemek yeterli değildir; istemenin ikinci adımı inanmaktır…

Eğer istediğiniz şeye inanmazsanız elbette ki gerçekleşmeyecektir. Ancak, istediğiniz şeye odaklanır ve yürekten isterseniz mutlaka gerçek olacaktır. Bunun önüne, sizden başka hiç kimse geçemez. Yani isteklerinizin önündeki en büyük engel "siz"sinizdir. İçinize bir şüphe düşerse "acaba olmaz mı" diye, aynı şüphe paralel evrende de yaratılacağı için size olumsuz olarak geri dönecektir. İstediğinizin evren tarafından yerine getirileceğine inanırsanız ve istediğinizin artık sizin olduğunu ve bir gün geleceğine inanırsanız ve bunun için şükran duygularınızı yollarsanız, isteğiniz emir olarak alınacak ve yerine getirilecektir.

Eğer düşünür ve isterseniz mutlaka başarırsınız. "Sır"rın bize aktardığı temel düşünce biçimi; "iste, inan ve al" şeklinde basitçe özetlenebilir…

Evrende her şey insan merkezlidir. Evren ve evrenin yaratıcı gücü, yaşam adına insanın emirlerini beklemektedir. Hangi dinden, hangi düşünceden olmanıza veya hangi dille konuştuğunuza bakmaz evren; tek istediği sizden, emretmenizdir…

Mükemmel bir yaratık olan insanın yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Bugün teknolojinin geldiği nokta, beynimizin sadece yüzde beşini kullanarak yaptıklarımızdır. Henüz kullanamadığımız yüzde doksan beş beyin gücümüzü, bir gün kullandığımız zaman neler yapabileceğimiz, hayallerimizi bile aşmaktadır. İnsanın isteyip de yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Güç, sadece ve sadece içimizde gizlidir. "Sır"rın önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Düşüncelerimizi ve duygularımızı aynı noktaya odakladığımız zaman her istediğimizin gerçek olması artık an meselesidir.

Bütün mesele "Sır"rı yakalayabilmektir. "Sır"rı bir kere yakalamış insanların isteklerinin yerine gelmesi için evrenin gücü, ona rehberlik edecek, yol gösterecek ve istediklerini ona verecektir. Ne isterseniz; kötülük isterseniz kötü olursunuz, iyilik isterseniz iyi; hepsi size bağlı…

Dünyanın birçok ülkesinde bütün hayatı başarılarla dolu, keşifler yapmış, icatlar yapmış, bol para kazanmış insanların "sır"rıdır bu sır. Dünyamızı gül bahçesine çevirmek nasıl elimizdeyse, dünyayı dikenlerle doldurmak da elimizdedir.

Tahir Sakman
kaynak: http://www.mansetgazetesi.com/haber.asp?id=4467

BUSHIDO
27-05-2007, 20:21
Sn Selcuk Efendi, Secret ile ilgili yayinlanan tanitim filmlerini bir kac ay once izlemistim. Baslangicta oldukca ilginc geleboilen ve Kuantum fizik ile iliskilendirilebilecek bazi yonleride bulunan ilginc bir kurama sahip.

Ama biraz daha derinlemesine incelendiginde beni rahatsiz eden ogelerinin bulnmasi ve belkide sakli bir ajandalarinin bulunma ihtimali uzerine ilgilenmekten vazgecmistim.

Kendi goruslerimi daha detayli yazmak istemiyorum cunku elimde belirli bir delil yok. Yanlizca bu uyarida bulunabilmek icin bu mesaji gonderiyorum.

Sevgiler.

selçuk efendi
27-05-2007, 20:27
Teşekkür ederim Sn. Bushido, ben bir inanan olarak ilmi alırım ama tabii ki, genel ilkelerimin süzgecinden geçirerek. Aktaracağım yazılarda bana uyan ancak başkalarına uymayacak veya tersi fikirleri kendi düşünce süzgecimizden geçirmek, sonra da hayatla karşılaştırmak elzemdir.

burada yazılanlar, her yerde yazılanlarda olduğu gibi gerçeği anlatırken yanlışı da empoze ediyor olabilir. o yüzden, dediğiniz gibi, olduğu gibi almak değil, muhakeme etmek gereklidir.

selçuk efendi
27-05-2007, 20:34
The Secret Law of Attraction (Çekim Yasası Sırrı)

"The Secret", tarihte ilk kez tüm dünyaya açıklanan ve insanlığın yeni bir döneme girişini simgeleyen "Gizli Yasa" veya "Sır" diye tanıtılan yeni bir filmin adı. "What the Bleep Do We Know" formatında ancak içinde bir hikaye olmayan belgesel türünde bir film. Avustralya, Yeni Zelanda ve Papua Yeni Gine'de televizyon kanallarında DVD ve internetten satışı yapılıyor; fakat bildiğim kadarıyla henüz sinemalarda gösterimde değil.

"İnsanoğlu bu sırrın açıklanmasıyla yeni bir döneme girecektir" diye sunuluyor. "Evrenin büyük sırrı, çağlar boyunca yolculuğunu yapıp şimdi size ulaştı" deniyor. "Öğrendiğinizde hayatınızı sonsuza kadar değiştirecek. Herşeyin sırrı, huzur, mutluluk, başarı, sağlık, zenginlik, sevgi, dostluk, istediğiniz herşey için... Tüm yapmanız gereken sırrı anlamak ve uygulamak. Bunu bilen herkesin yaşamı değişti. Sizinki de değişecek! Tarihte ilk kez, dünyanın önde gelen bilimadamları, yazarları, filozofları, herkesin hayatını değiştiren bu sırrı açıklıyorlar. Daha önce de çeşitli felsefelerde, dinsel öğretilerde, edebiyatta yeralan bu sırrı Plato, Newton, Carnegie, Beethoven, Shakespeare, Einstein gibi ünlü kişiler biliyor ve kullanıyorlardı." deniyor... Filmde, çeşitli kişiler bu prensiple yaşadıkları olayları anlatıyorlar; tıp ve kuantum fiziği konularında bilimadamları gerekçelerini açıklıyorlar.

Sır, "çekim yasası": "Tıpkı yerin her nesneyi çekmesi gibi, yaşamınızdaki herşeyi de oraya siz çekiyorsunuz. Filmde, istediğiniz şeyi yaratmak için çekim yasasının (law of attraction) nasıl kullanılacağı ve ne şekilde etkin olduğu açıklanıyor. İnsanların çoğunun düşüncelerini ya istemedikleri şeylere ya da zaten elde ettikleri şeylere yoğunlaştırmakta olduğu noktasından hareketle, niyet ettiğiniz şeylerin gerçekleşebilmesi ve başarabilmeniz için, düşüncelerinizin tamamen "istediğiniz şeye" yoğunlaşması gerektiği vurgulanıyor. Hayatınızda o istediğiniz gibi birşey henüz hiç olmasa dahi... Yeter ki isteyin, kendinizi neye ulaşmak istiyorsanız öyle hayal edin!

"Çekim yasasını doğru uygulayıp uygulamadığınızı hissettiklerinizden anlayabiliriniz: Eğer, mutlu, neşeli, huzurlu, başarılı, yani pozitif hissediyorsanız, bu demektir ki istediklerinizin gerçekleşmesi konusunda çekim yasasını doğru kullanıyorsunuz ve başarılı olmaktasınız. Eğer korku, depresyon, kızgınlık gibi negatif hisleriniz varsa, o halde istemediğiniz şeylere yoğunlaşmış olduğunuzdan hayatınıza onları çekmektesiniz ve çekim yasasını kendi aleyhinize kullanmaktasınız."

Filmde bilimadamları ve yazarlar Esther Hicks, Jack Canfield, Joe Vitale, Fred Alan Wolf (ayrıca What the Bleep'te idi), John Demartini ve Denis Waitley gibi birçok tanınmış kişinin konuşmaları yeralıyor. Batıda, özellikle ABD'de milyonlarca insan bu tür prensipleri yaşamlarına uygulamaya çalışıyorlar. Bununla ilgili yüzlerce kitap 1980'lerden beri en çok satanlar arasında her biri milyonlarca satılıyor ve gün geçtikçe de yayılıyorlar.

"Sırrın anlamı, yaşamınızda varolan her şeyin sorumluluğunun yüzde yüz size ait olduğu. Aklınız bunu kabul etmekte zorlansa dahi... Yaşamınızdaki herşeyi vareden güç sizin kendi özünüzde mevcut. Yaşadıklarınızı ve dünyanızı olduğu şekliyle vareden sizsiniz ve bunu düşüncelerinizle, duygularınızla, inançlarınızla, niyetlerinizle gerçekleştirmektesiniz. Bunlar sizin titreşimlerinizi belirliyor ve evrene salınan bu titreşimleriniz de aynı frekanstaki insanları, objeleri, olayları, şartları yaşamınıza çekiyor. İç dünyanızdaki düşünceleriniz, dış dünyanızı şekillendiriyor. Bunu bilerek, dilediğinizi seçin, sonuçlarını yaşayın!"

Neye odaklanırsanız, yaşamınıza onu çekmektesiniz. Sizin değer yargılarınızın beyniniz için geçerliliği yoktur. İster korkarak, ister istemeyerek, ister arzu ederek odaklanın, hepsinde aslında o odaklandığınız şeyi yaşamınıza çekmektesiniz...

Dünyayı ve insanların yaşamını yöneten gökte bir tanrı olmadığını ve insanın özündeki evrensel güçleri farketme yolunda önemli bir adım bu ve benzeri filmler. Evrende işleyen bir sistemin varlığını ve insanın kendi yaptıklarının sonucunu yaşadığını anlamasına da önemli bir katkı...

Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın bizlere "dua" adı altında kendi özümüzde mevcut bu kuvveleri kullanabilmenin yollarını öğütlemiş olmasını bir kez daha iyi değerlendirmek ve şükretmek için iyi bir fırsat bu. "Dua edin, icabet edilecektir" sırrını, batı toplumları "evrene ne verirseniz, o size geri döner" kadarıyla farketti...

Müslüman toplumlar kendi iç sorunlarıyla boğuşadursun, kalkınmış Batı toplumları, kendi özlerindeki ilahi güçlere yönelmekle ve onları deneyimlemekle dünya yaşamlarını değerlendirmeye çoktan başladı bile...

kaynak: http://ahmedbaki.com/turkce/blog/2006/07.htm

selçuk efendi
27-05-2007, 20:35
Sistemdeki kuvveleri doğru kullanabiliyor muyuz?

Mühim olan sistemin kuvvelerini, ki çekim yasası sırrı diye tanıtılan da buna dahildir, nasıl kullandığınız; daha açıkçası doğru şekilde kullanıp kullanamadığınızdır!

İşin en can alıcı yanı ise şudur: Evrenin özündeki sistemin ana kuvvelerinden bağımsız olarak yaşayamazsınız! Neye inanırsanız inanın veya isterseniz inanmayın! Her an etkiliyor ve etkileniyorsunuz! "Ben bunlarla uğraşmıyorum" deyip te bir kenara çekilseniz dahi, o kuvvelerin işleyiş yasalarına tâbisiniz ve sizinle herşey arasında bu etkileşim her an kesintisiz biçimde devam etmektedir. Yaşamınızdaki herşey sizinle karşılıklı etkileşim içerisinde! Algıladığınız dünyada süregiden herşeye yön veren eşyanın özündeki güç, sizin kendi özünüzde mevcut... Herşeyle aranızda her an karşılıklı bir ilişki var ve bu ilişkiye hakim güçlere göre gelişen olaylar sözkonusu... Yaşama ve gelişen olaylara yön veren sistemin ana kuvveleri, sizin kendi özünüzde de mevcut ve kesintisiz işliyorlar! Onlar hakkında bilinçlenmek suretiyle kendi özünüzden bu güçleri doğru kullanmayı öğrenebilirsiniz..

Fizik bedeninizle etrafınızdaki herhangi bir nesne üzerindeki kontrolünüzü düşünün! İstediğiniz bir nesneyi tutup yakınınıza alabilirsiniz veya atıp uzaklaştırabilirsiniz, hatta hiç yokken farklı bir ortamdan temin edebilir ve yanıbaşınıza getirebilirsiniz veya gözünüzün önünden tamamen uzaklaştırabilirsiniz. Bunun için neyi kullanmaktasınız? Elinizi... Bunu nasıl başarmaktasınız? Elinizdeki gücü kullanarak! Hangi el hareketlerinin hangi sonucu getireceği konusunda melekelerinizi kullanmaktasınız!

devamı...

Tıpkı fizik bedeninizdeki elinizi kullanabilmeniz gibi, zihinsel güçlerinizi, yani bilincinize ait kuvveleri harekete geçirerek te, sisteme yön veren ana kuvveleri kullanabilir, daha doğru ifadeyle, değerlendirebilirsiniz. Yaşamınızı şekillendiren kuvveler dışarıda değil, sizin kendi özünüzde mevcut! Bilinciniz, evreni vareden ve herşeyin özündeki bilinç ile aynı özden meydana geldiği için, sizden ortaya çıkan düşünceler, sürekli kesintisiz etkileşim içerisinde olduğunuz evrenin özünden çıkan kuvvenin ta kendisidir. Siz ilişkilendirseniz de ilişkilendiremeseniz de, bu yapıdaki karşılıklı etkileşimin sonuçlarına tâbisiniz. "Bilmiyordum" veya "farketmedim" demek mazeret değil! Sizden çıkanın neticesini yaşamanız kaçınılmaz!.. Sizden çıkan her düşünce ve değerlendirmenin... Yaşamınızdaki herşey, kendi düşüncelerinizle yön verdiğiniz kuvvelerin eseri olarak oradalar.

selçuk efendi
27-05-2007, 20:37
"Düşüncelerinizden mesûlsünüz" yasası

İnsanın evrenle etkileşiminde beynin ürettiği dalgalar önemlidir. Genelde sanılanın aksine, kişinin dilinden çıkan komutla, beyninin algıladığı komut her zaman aynı değildir! Çünkü beyinde, dildeki değer yargıları yoktur, geçersizdir!

Beyinde değer yargılarının geçersizliği, konunun anahtarıdır! Her an uyanık olmak ve kendimizi adeta dışardan gözlemleyen bir gözle seyretmek zorundayız!.. Şu olaya karşı bu tepkiyi koyuyorum veya şunu düşünüyorum; ama bunu yapmakla "sistem içerisinde" ne yapıyorum?.. Sistemdeki kuvveleri ne şekilde harekete geçiriyorum?.. Neye yönlendiriyorum?.. Nelere, ne istikamette yön veriyorum?.. Bu yaptığımla ne tür oluşumları tetikliyorum ve bununla kendime nasıl bir gelecek hazırlıyorum?.. Hesaba katmak zorunda olduğumuz öncelikli değerlendirmeler her zaman bunlar olmalıdır!.. Örneğin, kızdığınızda veya alındığınızda veya sevindiğinizde; yahut kanaat ettiğinizde, ya da nankörlük ettiğinizde, sisteme yön veren sizdeki güçleri ne yönde harekete geçirmiş, ne yönde kullanmış oluyorsunuz ve ondan sonrası için kendinize nasıl bir gelecek hazırlamaktasınız?..

Aslında birçoğumuz çeşitli şekillerde, tanımlayamadığımız ama işleyen bu güçlerin farkına varmışızdır belirli vesilelerle. Bu sebeple, örneğin, birşeyden sakınabilmek veya beklediği bir şeyin gerçekleşebilmesi için bazı tutumlardan uzak durmayı, bazı tutum ve davranışlara da ağırlık vermeyi prensip edinenler vardır içimizde. Açıklayamasalar da uygularlar ve o prensiplerin işlediğini görürler. Nitekim, dilimizde yeralan "sabreden derviş muradına ermiş" ya da aksine "korktuğu başına geldi" deyimleri, sisteme yön veren bu kuvveleri doğru kullanabilmenin ve kullanamayışın dile gelişleridir!

devamı...

Beyninizin ürettiği dalgalar ne yönde, beyniniz neye yoğunlaşmış durumda, neye odaklanmış!.. Siz ister onu istek konusu yapın, ister umut, ister korku; ister arzuladığınız, ister çekindiğiniz şey olsun; beyin, bakış açınızda açığa çıkan bu değer yargılarınızın hiçbirisini esas almaz! Beyin sadece neye odaklanmış olduğunuza, neye yoğunlaştığınıza, yaşamınıza neyi dahil ettiğinize, düşüncelerinizi neye yönlendirdiğinize, neye ağırlıklı olarak yer verdiğinize, kafanızı neyin işgal ettiğine ve ne ürettiğinize bakar! Bu "şeylere" sizin etiketlediğiniz değer yargılarının sistemde ve beyin için hiçbir geçerliliği yoktur! Siz onu "isteğiniz" olarak ta etiketlemiş olabilirsiniz, "korkunuz" olarak ta, onu "umit ediyor da" olabilirsiniz, ondan "şikayet ediyor" da olabilirsiniz; fakat bu etiketler beyinde ve sistemde hükümsüzdür!

Beyin, asıl dünyası olan evrensel sistemin hükümlerine göre yaşar! Bakış açınızda açığa çıkan yargılarınıza hiç bakmadan, düşüncelerinizi odakladığınız şeylerle karşılıklı etkileşimini güçlendirir. Bu suretle, umut ettiğiniz kadar umduğunuz şeyler; ancak şikayet ettiğiniz kadar da şikayet edeceğiniz şeyler artar yaşamınızda. Öte yandan, kucak açtığınız şeyler de sizden güç alır, ittiğiniz şeyler de! Sonuçta "nasıl" yöneldiğiniz önemli olmadan, "neye" yönelmişseniz onu ziyadesiyle bulursunuz hayatınızda.

Kişi buna ister inansın, ister inanmasın, ister anlasın, ister anlamasın, farketmez! Her kişi düşüncelerinden mesuldür ve düşüncelerinin sonuçlarını yaşar! Yaşadığı sürece bu kuralın dışına çıkamaz, bundan kaçamaz! Buna boşverdiği zaman dahi boşvermişliğin sonuçlarını yaşar!.. Dolayısıyla, kişi ya imanı ve bilgisi kadar kendindeki kuvveleri değerlendirir ve sonuçlarını yaşar; ya da inançsızlığı ve bilgisizliği kadar yaptıklarının sonuçlarına katlanır!

Düşündüklerimizi yaşamımıza çeken kuvveyi en iyi açıklayan prensip "şükür nimeti artırır, nankörlük ise azaltır" diye bildiğimiz prensiptir.

Neden böyledir?.. Çünkü, şükrettiğinizde elinizdekini değerlendirmekte, dolayısıyla istediğiniz şeyi çekmekte, nankörlük ettiğinizde ise "istemediğinizi" yaşamınıza çekmektesiniz. Şükrettiğiniz zaman, elinizde varolanı görmekte ve değerlendirmektesiniz. Değerlendirdiğiniz için o şey hakkında pozitif düşünmektesiniz ve elinizde olan güzellikler hakkında pozitif titreşimler yaymaktasınız; daha fazlasına da kucak açmaktasınız.

Yaşadığınız yerdeki güzellikleri görerek değerlendirirseniz, yaydığınız titreşimler, o güzelliklerle beyninizin karşılıklı etkileşimini artırır, o güzelliklerin sözkonusu olduğu ortamlara çeker sizi. Böylece yaşadığınız güzelliklerden yeni güzelliklere erişirsiniz. O güzellikler artar dünyanızda!.. Öte yandan, güzellikleri değerlendirmek yerine, elinizde olmayanları veya çirkinliklerini görerek, elinizde olanlara nankörlük ederseniz, bu kez de, yaydığınız titreşimler o çirkinliklerin ve eksiklerin olduğu ortamlara çeker sizi ve sonuçta elinizdekini de kaybedersiniz!

Örneğin, siz birşeyden şikayet ettiğiniz sürece, beyninizdeki kuvvelere o şikayet ettiğiniz şeylerin düzeltilmesi komutunu vermezsiniz! Tam aksine, beyniniz bu negatif tutumunuzu, "sürekli şikayet edebileceğiniz" şeylerin artması komutu olarak algılar ve o yönde çalışır. Onlarla karşılıklı etkileşiminiz güçlenir. Böylece de şikayet ettiklerinize daha fazla kucak açmış olursunuz.

Düşüncelerimize, hayallerimize, umutlarımıza, beklentilerimize, korkularımıza, özellikle de yaşama bakış açımıza ve inandığımız şeylere çok dikkat etmeliyiz! Zira, düşüncelerimizden mesul olduğumuzu vurgulayan Kur'an-ı Kerim'deki işaret ne diyor:

"İnsan hayrına dua ettiği gibi şerrine de dua eder."

selçuk efendi
27-05-2007, 20:41
"Secret", "B" sırrı ile okunursa

Ötede bir Allah farz ediyor iseniz, otomatik olarak bir siz, bir de Rabbiniz ikilemine düşersiniz ki, şirkin alâsıdır bu!.. Ancak... Madem ki irade tek, madem ki varlık tek ise, çekim yasası ile benim beynimi kullanan da o tek iradeden başkası değil!..

Arapça'da 'B' harfi, cer'i "beraberlik, birliktelik, ayrılmazlık" bildirir. Bİ-LLAHİ dediğimizde, beraber olduğumuz, kendisinden ayrı ve bağımsız olmadığımız "tekil yapı" ile olan ilişkimizi fark etmiş oluruz.

The Secret, 'B sırrı' ile beraber yoğrulduğunda aykırı olan bir yönü yok!..

"Benim beynimdeki düşüncelerle etrafımı ve olayları ben oluştururum" dediğimde, hakiki mânâda oluşturanın kim olduğunu biliyor isem, hiçbir mesele yoktur!.. Bütünlüğü, ayrılmazlığı farketmişim demektir.

İbrahim'i ateşten kurtaran ötede bir tanrı mı? Hayır!.. İbrahim’i ateşten çıkaran onda açılan “hasbunallah ve nimel vekiyl” bilincidir!.. Bu bilince eren kimse, bu sırrı farkeden öz, ateşini serin ve selâmet eyleyip, azap çukurunu gül bahçesine, ateş ocağını göle kendisi dönüştürür!.. Dönüştüren birimde hükmünü icra eden Bir'dir!..

Aykırı bir soru olarak, “herşeyi ben üretiyorum” diyen bir beyin deccaliyet veya firavunluk batağına düşmez mi?.. Böyle bir tehlike elbette mevcut... Ama dedik ya, the Secret, “B sırrı” ve “sünnetullah” prensipleri ile okunursa, farkedilecek sır; "elinde tutan, gözünde gören, dilinde söyleyen tek bir Allah hakikati"dir...

Önyargısız, yorumsuz, kayıtsız seyrederek “hasbunallah”, “subhanallah” diyebilenlere (yaşayabilenlere) selam olsun!..

selçuk efendi
27-05-2007, 20:43
"Duanın oluşmasını sağlayan ana güç, insana dışarıdan gelmeyip, tamamıyla, insanın varlığında mevcût olan Allah isimlerinin manevî gücünden ortaya çıkmaktadır.

Kısacası dua, kişinin kendindeki ilahî güçler eşliğinde isteklerini gerçekleştirme faâliyetidir.

Rasûlullah Muhammed Mustafa aleyhisselâm şöyle bir açıklama getiriyor "dua" konusuna:

"Dua ibadetin özüdür."

Elbette ki duanın bir tekniği ve bilimsel açıklaması vardır.

Duanın gerçekleşmesinde en önemli faktör, kişinin kendisini aradan çıkartarak; dilinde duayı okuyan, beyninde o talebi oluşturan olarak Hakk'ın kalmasıdır. Bu takdirde: "O bir şeyin olmasını dilerse, ol der, ve o şey olur."

devamı...

Dua edilecek konuda mutlaka ısrarlı olunmalı ve istenilen şeyin olabildiğince ölümötesi hayatımıza dönük ve yararlı olmasına özellikle dikkat edilmelidir. Zira, yanlış bir istek ile kendi kendimizi büyük ölçüde yaralamış olabiliriz. Elektriği, çok yararlı şekilde kullanabildiğimiz gibi, kendimizi yaralamak ve hatta öldürmek içinde yanlış bir şekilde kullanmak mümkündür..

Duayı güçlendiren önemli bir faktör, dua anında kişinin şuûrunun, vehim tasarrufundan uzak kalmasıdır. Ve bu hâl de, secde yani, benlik kavramının kalktığı bir hâldir. Nitekim bu konuda bizi uyaran Hazreti Rasûl aleyhisselâm, "şeksiz - şüphesiz, kabûl olacağından emin olunarak dua edilmesini" tavsiye etmiştir.

Dua konusundaki bir hadîs-i kudsî şöyle:

"Ey âdem oğlu, dua senden icabet benden; istiğfar senden, bağışlamak benden; tövbe senden, kabul etmek benden; şükür senden, fazlasıyla vermek benden; sabır senden, yardım benden... Ne istedin ki benden sana vermedim!"

İşte bu hadîsi kudsîyi destekleyen ayet-i kerîme:

"Bana dua edin, icabet edeyim."

Dua ederken, o duanızın kesinlikle kabul göreceğini düşünürseniz, biliniz ki mutlaka isteğiniz meydana gelecektir!..

Bunun için şöyle denmiştir: "Bir şeyi istemek, ona nâil olmak demektir; Zira Allahu Tealâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."

Esasen dua etmek söz konusu olduğunda, bir şey isteyeceğimizde hemen şu âyet-i kerîmeyi hatırlamamız gerekmektedir:

"Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz!"

Yani, sizde ortaya çıkan bu istek, gerçekte Allah istemiş olduğu için sizde ortaya çıkmaktadır!.. Eğer, Allâh istememiş olsaydı, siz dahi o şeyi isteyemezdiniz.

Dua, insanın varlığındaki ilahî gücün ortaya çıkartılması tekniğinden başka bir şey değildir! Bu sebeptendir ki; insan, tam bir konsantrasyon ile dua edebildiği anda, imkânsızmış gibi görünen pek çok şeyin gerçekleştiğini farkedebilir.

Dua, varlığındaki, benliğindeki, nefsindeki ALLAH'a ait güç ile tahakkuk yoludur. Öyle ise, bu silâhı ne derece bilinçli olarak ve yerinde kullanma imkânına sahip olursak, o derece düşmanlarımızdan korunabilir; isteklerimizi gerçekleştirebilir; ve dahi Allah'a yakîn elde edebiliriz."

BUSHIDO
27-05-2007, 20:45
phL0RLKL8bc

BUSHIDO
27-05-2007, 20:46
_b1GKGWJbE8

selçuk efendi
27-05-2007, 20:47
Bilincin doğası

"İnsan hayrına olan duası gibi, şerrine de dua eder." (Kur'an 17:11)

İnsan, çevresiyle ve yaşadığı doğa ile özde bir bütündür; algıladığımız düzeyde ise herşeyle sürekli olarak karşılıklı etkileşim içerisindedir.

İster gizlensin, ister açıklansın, bir şeyin bilinçte yeralması, o şeyin Sistem indinde bilinmesidir ve bilinçte oluşan herşeyin yapısına göre Sistemde karşılığı mutlaka ortaya çıkar.

Doğayı ve oluşumları anlamanın yolu kişinin kendi bilincinin doğasını anlamaktan geçer... Dolayısıyla topluluklar, kendi bilinçlerindeki gidişata ilmin gerektirdiği şekilde yön vermedikleri sürece, doğal oluşumların getireceği zararlardan korunmaları mümkün olmaz!

"Kul azmayınca belâ nazil olmaz" sözü, evren ile bilinç, doğa ile insan arasında gözlenen bu karşılıklı ilişkinin mekanizmasına işaretle söylenmiştir.

Bir toplumdaki bireylerin yaşam biçimlerinin ve beyin faaliyetlerinin sonucu yaydıkları çeşitli dalgaboyları sistemdeki çeşitli dalgaboylarını etkileyerek olayları yönlendirir ve bu da ya çeşitli güzelliklerin ya da çeşitli felaketlerin oluşmasında etkili olur.

Basiret yetersizliği dolayısıyla "tanrı" kavramıyla şartlanmış beyinler ise insanla dünyası arasındaki birliği göremeyip, göremediği için de inkâr eder. Mecazla işaret edilenlerin hakikatini çözemez; yaşadığı olaylar karşısında kâh kafasındaki O(!)ndan korkar, kâh ona sığınır, kâh onu suçlar, kâh ta onu hesaba çeker...

"ALLAH" ismiyle işaret edilen hakikati bilememenin neticesinde ise özüne ait kendinde mevcut gerçek özellikleri yaşamaktan mahrum kalması sebebiyle kendi hakikatini örten ve kendine zulmedenlerden olur...

Oysa, insanlara ve toplumlara mükâfat veya azap veren yukarda bir yargıç tanrı yoktur, Kur'an'a ve Bilime göre! Evrensel SİSTEM'in gereği olarak kimseye haksızlık edilmeden herkes sonsuza kadar kendinden ortaya çıkan düşünce ve fiillerin sonucunu yaşar...

Bilinçten her çıkan, tıpkı suya atılan bir taşın yaydığı dalgalar gibi zincirleme etkiler oluşturmaya devam eder... Her sahneyi, o sahneye göre oluşan yeni sahneler takip eder ve böylece bugünün temelleri üzerine yarının dünyası inşa olur...

Her adım sadece atıldığı yere götürür. İyilik edenin iyiliği kendinedir; fenalık eden de yine kendine fenalık etmiş olur...

Hakikat; birliktir, bütünlüktür. Zan ise ayrılığın, gayrılığın hizmetindedir...

Hakikati olan Özündeki Birliğe kulluk eden Birliğin huzuruna, kişisel maddi çıkarları uğruna ayrılığa hizmet eden doğal olarak ayrı-gayrılığın karşılığına erişir, kendine takılıp kalanlarla birlikte...

Karşılaşılan zorlukları, bunlar sadece bizim dışımızda, herşeyin dışında gelişen sıradan doğal olaylardır, insanlarla, insanların yapıp ettikleriyle hiç bir ilgisi yoktur, biz bildiğimize devam edelim deyip geçiştirmek, araştırmadan, sorgulamadan ve gerçekçi düşünceden uzak ilkel bakışın sonucudur; getirisi ise yaşananlardan ibret alamamak, evrende işleyen şuurlu Sisteme kendini kör etmek ve dolayısıyla doğruya, iyiye ve güzele yönelmek yerine kara bulutları çağıran yanlışlarda ısrar etmektir...

Zira, nasıl ki kayıpların gerisinde bir toplumun hata ve eksikliklerinin yeraldığı, onun gerisinde de bireylerin çıkarları ve tamahının yattığı anlaşılabiliyorsa ve ıslah edilmesi gerekenin dış dünyadan evvel iç dünya olduğu anlaşılabiliyorsa, buradan hareketle, karşılaşılan olayların gerisinde yaşamın ve bilincin özelliklerinin hakkıyla değerlendirilememesinin yeri ve önemi farkedilebilmelidir...

Tüm yanlış değerlendirmelerin temelinde, ALLAH Sistemi ve Düzenini "OKU"yamamak ve bir "tanrı" kavramına dayalı olarak düşünmek yatar!

selçuk efendi
27-05-2007, 20:54
(........)

Vahdet Beye büyük bardakla limonlu çayını getiriyorum. O da çocukluğumdan beri pek sevdiğim petibör bisküvilerden çıkarıyor. Çaya batırarak sohbete başlıyoruz:

- Son dönemlerde kabuğuna çekildin! Ne oluyor, biraz bezgin gördüm, bu ne hal ?..

Yüzüme yansıtmamaya çalıştığım ruhî yorgunluğu hemen okuyor. Fark etmemesi imkansız,

çünkü onu Allah için sevmişim. Allah için sevenler; telepatiye parmak ısırtacak derecede

duyar birbirini. Acıyı da duyar, sevinci de. Onlar arasında kilometrenin, zamanın, mekanın tüy kadar değeri yoktur. İçimi döküyorum:

- Yoğun bir sınav dönemi! Üst üste geldi denir ya, öyle olduğu için biraz bitkinim belki de�

- Kim yapıyor sınavı?..

- İşte bir şeyler oldu, insanlar değişik sahneler yaşatıyor etrafına.İnsan insana sınav oluyor.

- İnsan yapıyor öyle mi?Tasavvuf yazan sen, insan insana sınav yaşatıyor diyorsun. Hiç yakıştıramadım hiç!.. Vallahi çok ayıp!..

Aslında daha ağır uyarırdı. Bitkin olmasam o biçim azarlardı. Yorgunum, hafiften alıyor.

- Faili Hakiki kim?..

- Şüphesiz Allah!

- Onun dışında irade eden birileri mi var?..

- Haaşaa!

- Neydi ayet, oku!

- Ve ma teşauune illa en yeşa Allah! Allah Dilemedikçe Siz Dileyemezsiniz! (İnsan-30)

- Eeeee! İnsan insana nasıl sınav yapar ya Huuuu?.. Kendine gel!

- Ne bileyim, bazen insan görüyor, üzülüyoruz. Belki, egonun kolayına geliyor böylesi�

- Kolayına gelmez, işine gelir. Seni azaba çekip bitirmek için öyle yapar!

Çaylarımızı yudumlarken sevecen bir üslupla açılıyor. Hakiki büyükler şefkat ehli ve de mütevazı olurlarmış! Evladı yaşındakini ziyaret edecek kadar müşfik, bildiği halde �Sen buyur, anlat� diyecek kadar mütevazı! Gözlerindeki merhamet ve sevgiyle içiim ısınıyor. Bal damlıyor ağzından:

- Bak Yâr-i Ğarim! (Yâr-i Ğar; Mağara Arkadaşı demek. Efendimizle Hz. Ebubekir�den ilhamla bana Mağara Arkadaşım der hep) Bak güzel dostum! Faili Hakiki Allah demek bile öteleme kokuyor. Ötede birisi bir şeyler yapmıyor. Nerede, ne oluyor farkında mısın?..

- Bende, hepimizde, tüm alemde!

- Ya bırak hepimizi, bırak alemleri biz kendimizden bakalım.

- Buyur baba lütfen devam et!

- Kader; sende kodlanmış senin programın, öyle mi?

- Eyvallah!

- Senden açığa çıkanlar o programın eseri mi?

- Aynen öyle!

- Bir adım daha atalım, yaşadıkların, muhatap oldukların da sendekinin açığa çıkışı!

- Nasıl yani?.

- Hani bazen ego; filanca yaptı, filanca sebep oldu diye vesvese verir ya,

- Evet,

- Filanca yok çocuğum. Filanca dediklerinin hepsi sensin! Hepsi, programının gelişmesi için, sende mevcut ilahi hükümler gereğince önüne geliyor.

- Bu çok değişik geldi. O zaman aleyhime gördüğüm sahneler de programımdan çıkıyor. Havadan gelmiyor.

- Havada biri mi var ki yollasın?

- Yok. İyi ama niye acıtıyor?

- Acıtır, yakar ilk planda. Fark ettiğinde güler geçersin. Hatta zevk edersin.

Gülüşüyoruz. Etrafta gelişen her şeyin benden, bende hükmünü yürüten Rabbimden olduğunu fark etmek; kızacak- küsecek kimse bırakmıyor. Ayrı bir seyre geçiyor insan.

(.....)

kaynak: http://sufizmveinsan.com/sohbet/vahdetbeyle8.html

selçuk efendi
27-05-2007, 21:24
Bu kadar alıntıdan sonra, gelelim benim fikrime:

Batı'da artık birşeyler farkedilmeye başlandı. Doğu'da zaten bilinen fakat bilgi olarak bütünle bağlantılı olarak ortaya konmayan, dolayısıyla da gerçeğin apaçık ortaya çıkması, geniş kitlelerce bilinmesi ertelenmiş sırlara Batı dünyası balıklama atlıyor. Lakin, gördüğüm kadarıyla Hakikat anlaşılmadan Marifet basamağına atlama durumu söz konusu. dolayısıyla da bu tür bilgiler hep dünya hayatı, insanların rahatı gibi konularda dikkate alınıyor.

Doğu'da unutulmaya yüz tutmuş, artık değerlendirilmeyen bilgileri artık Batı bize hatırlatıyor. Buna da şükür. Onların hatırlattığı bilgi, kültürlerinden dolayı kendileri için gerçeği farketmeyi biraz zorlaştırsa da, hatta ve hatta o yolu tamamen kapatacak (firavunlaşma - deccaliyet) şekilde tanıtılsa da, bizde iki kat güçlü bir uyanışa sebep oluyor bence.

Şimdiye kadar duyduğumuz ama gerçeğin apaçık ortaya çıkmasını sağlayacak olan bütünlüklü düşünce yoksunluğu, Batı'dan gelen bilgiler sebebiyle tekrar değerlendirilmeye alınıyor. Bağışıklık kazandığımız sözlerin, aslında neyi anlatmak istediği bilim sayesinde yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Çekim gücü yasasının bana hatırlattığı ve yeni bir bakış açısıyla farkettirdiği şeylerden biri, Hz. Adem ile İblis hadisesi... Hz. Adem, suçu kendinde aradı ve kurtuluşa erdi. İblis ise onca ilmine ve mertebesine rağmen, suçu kendi dışında aradı ve ötedekini suçladı.

Bir diğeri de, insanların başlarına gelen kötü şeyleri diğer insanlardan, iyi şeyleri kendilerinden bilme olgusudur.

Neticede, bu bilgiler ışığında, artık ötede arayacak bir suçlu yoktur. bir suç varsa , kendimizdedir. Birçok mutasavvıfın da dile getirdiği gerçek budur.

Ne yaparsan, kendinedir. Senden açığa çıkan, sana misliyle dönecektir.

İsteyen bu bilgileri değerlendirir, istemeyen de değerlendirmez. insan için ancak yaptığı vardır.

şimdilik bu kadarla kalsın, ilerleyen günlerde ekleyecek birşey bulursak, devam ederiz.

selçuk efendi
27-05-2007, 21:51
Gül düşünür gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik bulursun.

Mevlana (k.s)

Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür,güzel düşünen hayatından lezzet alır.

Said-i Nursi

bu sözleri de eklemiş olalım.

MIHNANA
27-05-2007, 22:33
:fl: Teşekkürler Sn.selçuk efendi :fl:

Yazılarınızdan çok etkilendim vaktim kısıtlı tamamını okuyamadım ama word belgesine kopyaladım en kısa zamanda tamamını okuyacağım İnşaallah.Ayrıca yazılarınızın devamını da sabırsızlıkla bekliyorum.

Serenler
27-05-2007, 23:59
Bugün öğleden sonra seminer vermek için 1 haftalığına Konya'ya gitmek için öğleden sonra yola çıktım. Ankara otogarında(Aşti) otobüs satini beklerken her zaman olduğu gibi gene soluğu oradaki kitapçılarda aldım.
Onca kitap arasında bu kitap dikkatimi çekti.
Yol boyunca bir bölümünü okudum. Gerçekten çok ilgi çekici bir eser. okunmasını tavsiye ediyorum.
Topik için elinize sağlık, böyle bir eseri onca zahmetle bu kadard detayla buraya getirmişsiniz.:super:

selçuk efendi
28-05-2007, 00:32
estağfurullah, yaptığım birşey değil gerçekten... herkes, herkesten birşeyler öğreniyor. Bizim de bir kişiye ufacık faydamız, ilmine bir zerre katkımız oluyorsa umarım hem faydalanana, hem bize bunun sebebiyle rahmet edilir.

MAŞALI
28-05-2007, 00:44
evrendeki her şey enerjidir

çoğu insan kendini bu beden olarak tanımlar
siz bu beden değilsiniz mikroskop altında bir enerji alanısınız
tekrar düşünün
siz ruhsal bir varlıksınız

hepimiz birbirimize bağlıyız sadece bunu göremiyoruz birbirinden ayrı bir dışarısı ve içerisi yok evrendeki her şey birbiriyle bağlantılı,tek bir enerji alanı var siz bir enerji kaynağının uzantısısınız ve burada bu harika bedenlerinizle bulunuyorsunuz ama bedenleriniz sizi çoğunlukla gerçekte ne olduğunuzdan uzak tutar

biz enerjinin kaynağıyız, biz sonsuz varlıklarız

diğer bir değişle evrenin kendisi bir bilinçtir
açığa çıkan olasılıkların sınırsız hissedişiyiz ve hepsi gerçeğe dönüşecek

bütün büyük öğretiler, yaratıcı gücün hayalinde ve suretinde yaratıldığınızı söyler
siz kendi dünyanızı yaratabilecek potansiyel yaratıcı güce sahipsiniz ve yaratıyorsunuz
tüm güç içerdendir ve bu yüzden kendi kontrolümüzdedir

insanlar istediklerine odaklanınca, istemedikleri uzak düşer
istedikleri oluşur, diğeri ise kaybolur

]

ama baba zoren hala gitmiyy:D

selçuk efendi
28-05-2007, 00:52
ama baba zoren hala gitmiyy:D

yanlışı nerede yaptığına bak o zaman:D

ÇAKAL
28-05-2007, 20:50
Kaç gündür düşünüyordum.Külüstür siemens c 55ten hisse alış-satışı yapıyorum.Nasıl oluyor da,verdiğim emir havada dolaşıp İstanbul'da Karagümrük'te bankayı buluyor,bankanın milyonlarca müşterisi arasında benim ismimi buluyor,o kadar hissenin arasından hisse adını,kodunu,lotunu,alış mı satış mı olduğunu bildiriyor,alış ya da satıştan sonra da alınıp satıldığını geriye bana bilgi olarak sunuyor.Ve bu saniyelerle ifade edilecek kadar kısa sürede oluyor.Ve bunu beyninin minicik kısmını kullanan insanoğlunun yaptığı minik bir alet yapıyor.İnsanoğluna Cenab-ı Mevlam müthiş nimetler vermiş.Hamdolsun ki şükrünü edâ edebilene.
Çok güzel bilgiler aktarmışsınız selçuk efendi,teşekkürler.Yalnız sizin bu yazıları okuyunca zaten kıt olan beynimin köşesi temelli dıızzztt :)dıızzzttt :)demeye başladı.Sevgiler.Allah hepimize zihin açıklığı versin.

Pozitif
28-05-2007, 21:40
Gül düşünür gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik bulursun.

Mevlana (k.s)

Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür,güzel düşünen hayatından lezzet alır.

Said-i Nursi

bu sözleri de eklemiş olalım.

Aynı kitabı bende satın almıştım, okumaya devam ediyorum, daha bitirmedim. İlk izlenimlerim, eğer okunmadıysa "İstemenin Esrarı - Muhammed Bozdağ" ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=74875 ) isimli kitap ile beraber okunması :) Böylelikle daha bilinçli okumuş olursunuz. Hatta önce -İstemenin Esrarı- 'nı okumalısınız. Bölüm için teşekkürler Sn. Selçuk Efendi :hissenet:

BUSHIDO
29-05-2007, 18:13
Ramtha, 35 000 yil once dunyamizda yasadigini iddia eden bir savasci dunya disi varlik. JZ Knigth kendisinin bizler ile iletisim saglamak icin onun vucudunu kullandigini iddia ediyor.
Bir kac ref:http://www.kelebekler.com/cesnur/txt/ram2.htm
http://www.newsforthesoul.com/bleepinsecret.htm

JZ Knight iste bu "The Secret" filminin yapimi icin gerekli finansal kaynagi saglayan ve bu paralelde topluluklari sahne arkasindan yonlendiren kisi...

Kisaca soylemeye calistigim konu su: bizim anladigimiz anlamda "Gül düşünür gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik bulursun" konseptinin cok otesinde bir anlayisin yuklu oldugunu dusundugum bir topluluk.

Bu konuda birkac gorsel baglanti ekleyeyim belki merak edenler acar bir bakar!

Biraz dikkatli izlenirse bizim anladigimiz anlamda bir Tanri, Allah anlayisina bile karsi cikabilecek kadar ilginc bir toplulugun uzantisi...

ChdL-mM17u0
http://video.google.com/videoplay?docid=600744391687316609&q=Ramtha
LwD7Ph1FN3E
pe89TBi6gss
Quantum Factor Featuring Dr. Joe Dispenza (What The Bleep?)
QE8yP5PPdHU

Muhakkak aramizda bu konuda benden daha detayli ve saglikli bilgiye sahip arkadaslar vardir. Benim anlayabildigim kadari ile bu grup yeni bir dinin kurulusunu saglamaya calisan bir cabanim icerisinde gibi geldi!

Burada ilettiklerim tamamen kendi gorusum olup kimseyi etkilemeyi amaclamamaktadir.

Saygi ve sevgilerimle.

selçuk efendi
29-05-2007, 18:43
(büyük ihtimalle) haklı olabilirsiniz, Sn. Bushido. Hatta bir yerde, değerli bulduğum bir kimsenin Deccaliyetin ön dalgaları bunlar ifadesine de rastladım.

Bilgiyi de verdim, çekincelerimi de söyledim. Uymayan yerleri de belirtmeye çalıştım.

Doğruyu, yanlışı ayırmak gerek. Bunun için de bilgi gerek. Bilgiye de sahipsek paylaşmak gerek.:)

hakanen
29-05-2007, 19:03
Hem sevgili Selçuk Efendi'nin yazdıkları hem de sevgili Bushido'nun dikkat çektiği Ramtha ve hem de bunların bilimum benzerleri (ki bir miktarını okudum ) islamiyette Vahdet-i Vücud olarak ,yahudilikte Kabala olarak geçmekte...Yani aslında islamiyet kendi içinde öyle şeyler barındırıyor ki.....Herşey içiçe geçmiş durumda..Kuantum fiziği ,düşünce,tanrı ,insan,enerji......uzar...

BUSHIDO
29-05-2007, 20:10
Lutfen burada benim yazdiklarim yanlis anlasilmasin.

Amacim bu topikte aktarilan konulari zararli, yanlis buldugumu iletmek degil. Yanlizca belkide iliskilendirilen konular arasinda bizlerin dusundugu gibi bir gerek icerik ve gerekse amac olarak sanildigi gibi bir ilintinin bulunmadigini vurgulamak!

Sn Hakanen'in de belirttigi gibi bu aslinda oldukca farkli dinlerde, inanislarda yanki bulabilmis bir konu ve muhakkak belirli olcude gercekliligide olan bir konu. Ve oldukca da ilginc.... Zaten bu kurnazlarin yakaladiklari ve kullandiklarida bu nokta!

Sizleri ve dusuncelerinizi burada okudukca daha bilgilenecegiz.

Esenlikler dilerim.

ÖZDOĞAN77
30-05-2007, 13:00
"Söylediklerinize dikkat edin düşüncelerinize dönüşür
Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür
Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür
Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür
Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür
Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür
Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür"
(M.Gandi)


Tecrübe ile sabit....:yes:

selçuk efendi
31-05-2007, 11:01
Secret; egoizm, firavunlaşma yada deccaliyet olarak görülebilir. RIZA es geçilip evrenimizi oluşturduğumuz tezine yoğurda üfleyerek yaklaşımı doğal karşılıyorum.

Secrete bir de B sırrından baksak! B sırrını; Beraberlik- Birlik- Ayrılmazlık diye düşünüyorum. Billah; Bi Allah şeklinde hissedersem, Rabbul Alemin adına, Onunla oluşumun sürdüğünü fark edersem B'nin anlamı hayat buluyor!

Bu açıdan Secret muhteşem bir hakikat! Secrete paralel ilahi hitaplar var. İşte biri: 'Onlar kendi nefslerini (bakış açılarını- düşüncelerini- hallerini) değiştirmedikçe, Allah onlar hakkındaki hükmünü değiştirmez!'(13/11)

'Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz' (76/30,81/29 ) ayeti ne peki, diyebilirsiniz.

Ötede bir dileyen değil; sizde, sizinle dileyeni fark ederseniz çelişki kalmaz!

***

'Her şey olumlu görmekte saklıysa Enbiya, Evliya niye ıstırap çekti?' diye sorabilirsiniz.

Istırap bize göre. Onlara göre yaşananın adı; zevk!

'Hoştur bana senden gelen, kahrın da hoş lütfun da hoş', 'Yanmada derman buldu bu gönlüm' mısraları ıstırap mı yansıtıyor, huzur mu ?..

'Secret Batı'dan geldi, bununla sistemi değerlendiremeyiz' diyenlere hadisleri hatırlatayım: İNNEMEL A'MALU Bİ'NNİYAT � Ameller ( b sırrınca) Niyetlere göredir !

'Ben kulumun zannı üzereyim. Şayet benim hakkımda hüsn-ü zan beslerse ben de ona öylece davranırım. Şayet sû-i zan beslerse ona göre karşılık veririm.'

Hadis bunlar; Secretten değil, Muhteşem Evrensel Gönül (s.a.v) den!

Yargısız, perdesiz, B'nin işareti ile değerlendirebilenlere Selam Olsun!

http://yorumsuzblog.wordpress.com/2007/05/30/%c2%bb-the-secret-riza-b-sirri/

selçuk efendi
02-06-2007, 02:37
İnsan acaba karamsar olduğu için mi sürekli olumsuzluklarla karşılaşıyor, yoksa sürekli olumsuzluklarla karşılaştığı için mi karamsar?

Yaşamımıza şekil veren güç, düşüncelerimizdir. Duygularımızın bir adım öncesine gidersek, orada bu duyguları yaratan düşüncelerimizle karşı karşıya geliriz.

Evrende her şeyin titreşimlerden oluştuğu gibi düşüncelerimizin ürünü olan duygularımız da değişik oktavlardaki titreşimlerden oluşuyor. Nefret, kıskançlık, kızgınlık, öfke, intikam gibi olumsuz duygular, düşük titreşimli ve ruhsal enerjiyi bloke edici nitelik taşırlar. Bu duyguların egemen olduğu kişiler, karamsarlık ve aşağılık kompleksinden kurtulamazlar. bu kişiler, etrafına yaydıkları manyetik alanın frekansına eşdeğerde duygu titreşimlerine sahip insanları ve koşulları kendilerine çekerler. Kısır bir döngü içinde hayata düşmanca bakarak olayları, “haksızlık, talihsizlik” olarak değerlendirirler.

“Kimi insan odaya girdiğinde odayı aydınlatır, kimi insan da çıktığında.”

Hepimiz bu sözün doğruluğunu defalarca yaşamışızdır, hani bazı insanlar vardır; onlarla ilk kez karşılaşmamıza rağmen, anında kendilerinden hoşlandığımız insanlar; bulundukları ortama neşe, canlılık, sıcaklık getiren insanlar; çevresindekileri rahatlatan insanlar. Bu tip insanların yanında kendimizi rahat hissederiz, maske takmaya ve savunmada olmaya gerek duymayız.

Bu insanlar yaşama dostça bakarak, yaşam serüveninden çocukça bir neşe, bir haz alan insanlardır. hareketleri rahat ve doğaldır. etrafına yaydıkları enerji güçlüdür. Ve her daim gençtirler.

insanın fiziksek çöküntüsünün nedeni ‘ruhsal’ çöküntüdür. Şu deneyde görüldüğü gibi:

Kızgınlık ve nefret dolu bir insanın soluğu, içinde küçük böceklerin bulunduğu bir cam tüpe üflendiğinde böcekler birkaç dakika içinde ölüyorlar. nedeni, o kızgın ve gerilimli psikolojik yapının bedende ürettiği toksinlerin böcekler üzerindeki etkisi. Yani kızgın ve nefret dolu insanın nefesindeki toksinler sözcüğün gerçek anlamıyla zehir saçmaktadır.

İşte, asık suratlı, kızgın, kıskanç, ve korku içinde yaşayan insanların fiziksel olarak çökmelerinin nedeni kendi kendilerini zehirlemelerindendir. Bu toksinler, “free radikal” olarak hücreler arasına çıkmamak üzere yerleşirler ve hücrelerin kendilerini yenilemesini önlerler. Yenilenmeyen hücreler, ruhsal çöküntünün uzantısı olarak bedeni de çökertirler.

“Keskin sirkenin zararı küpüne”, “bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedel” gibi sözler de bu gerçeğin ifadesi.

“gözler ruhun aynasıdır” denir. sevgi ve iyimserlikle dolu insanda gözler ve yüz sanki içten vuran bir ışıkla aydınlatılmış gibidir. bu yüksek titreşimli güzel duygular, ruhsal enerji kanallarını açtığı gibi insan bedenini çevreleyen ‘aura’yı da güçlendirir. (Aura insan bedeni etrafındaki manyetik alana verilen isimdir.) Bu tip insanlara çekilmemiz, onların varlığından huzur duymamız da doğaldır.

Kirlian fotoğraf tekniği ile çekilen aura fotoğraflarında görülen şu oluyor:

Asık suratlı, katı ve yargılayıcı tipteki bir insanın aurası soluk renkli ve bir-iki santimetre genişliğinde. Sevgi ve vicdan kavramları gelişmiş kişilerin aurası ise parlak ve renkli, otuz metreye kadar varan genişlikte.

Kutsal kişileri tasvir eden resimlerde ‘Aziz’lerin başlarındaki hale de, saf beyaz ışığa dönüşmüş auranın sembolüdür.

Genç kalmak için kozmetik ürünlerine milyonlarca lira harcamak yerine, yaşamı coşkuyla kucaklamak daha akıllıca galiba. Zaten sevgi dolu gözlerin parlaklığını hangi kozmetik sağlayabilir ki?

(Alıntı kaynağı: Kuraldışı ve Ötesi - Nil Gün / Kuraldışı Yayıncılık. 3. Baskı 1997)

tekniker
04-06-2007, 14:25
Karamsar olunduğu zaman ,karar verme veya düşünme de kısıtlanıyor diye düşünüyorum.Karamsarlıkta önümüzdeki iyi ve faydalı yolu düşünememe,hayata ve düşüncelere kendimizi kapatarak en kolay olabilecek bir olayı zorlaştırmak oluyor galiba.

Karamsar olunduğu için olumsuzluklarla karşılaşıldığını düşünüyorum.Karamsar olunulmazsa,olumsuzlukların da çözümü bulunabilir.Olumsuzluklar her daim var zaten.Karamsarlık şimdiki andan başlıyor ve gelecekle ilgili düşüncelerimize kadar uzanıyor zaman zaman.Bir an yaşadığımız olumsuz bir olay örneğiyle, olayla ilgili karamsarlık tüm ömrümüzü olumsuz düşünmemize etki ediyor.Kendi düşüncemize ,karamsarlığımıza inanıp,hayatı zehir etmekten başka bir işe yaramıyor.Güzel bir olayla da karşılaştığımız zaman da,bir anda tüm olumsuz düşünceler uçup,yaşama sevinci doğuveriyor.Beynimizde sabit, karamsarlığa karşı kalkan olacak birtakım düşünceler edinirsek,sanırım karamsarlığa düşmeden olumsuzlukları hayatımıza etki etmeden çözüm bulabiliriz.

Tek bir konu hakkında yazdım ama,topiğinizi takip ediyorum Sn.Selçukefendi.Teşekkürler:)

BUSHIDO
04-06-2007, 14:48
Mutlulugun hayatta her turlu aktivitede verimi arttirdigi ve yasami uzattigi bilimsel olarak arastirilip kanitlandigi soyleniyor. Yasama etkisi de 9 yilmis!

Simdi bilim adamalarin gerceklestirmeye calistiklari cok tehlikeli bir bilimsel calismadan da bahsediyorlar.

Mutluluk aslinda bir zihinsel olgu olduguna gore bunu sunni olarak nasil yaratabilirizin pesindeler!

"Bireyler yasamlarinda karsilasiklari zorluklari karamsarliga dusmeden nasil karsilayabilir, devamli mutluluklarini nasil muhafaza edebilirler!" bunun pesindeler...

Bize yardim etmek niyetinde olduklarindan suphem yok ama bunu daha tehlikeli sonuclar dogurabilecek amaclar icin kullanmak isteyenlerin cikabilecegini tahmin etmek sanirim o kadarda zor degil!

Hukumetin icraatlarindan rahatsiz olan mi var? Artik cozumu de olacak!:he::he::he:

Esenlikler dilerim.

SALESMAN
04-06-2007, 15:02
aylardır hem ganesh , hemde ceng bu meselenin çok daha geniş ve bilimsel açılardan tarifini yapıyorlar ,tartışıyorlar ve derinlikli bir şekilde inceliyorlar ;

ama hürriyet gazetesinin tırışka ilavesinde bu ablanın sığ söyleşisi çıkmadan kimse gerçekte bu meseleleri merak etmiyor ...
dün bende okudum söyleşiyi tam kuantumcu galiba falan diyecekken , kadının bir sözü sonrası gerçekten yarım yamalak bilgili amerikalılara mal satan bir kişi olduğu kannatına vardım ;

röportajda diyorki " herkesin bildiği bir gerçek var beynimizin %4 ünü kullanıyoruz birde %100 ünü kullansak bıy bıy bıy" diye bişeyler söylemiş bu laf yeter ;
zira bu beynimizin %4 ünü kullanıyoruz lafı tamamen geyikten ibarettir bilimsel olarak tamamen yanlış beynimizin %100 ünü kullanıyoruz gerçekte...
normal bir kişi böyle bir laf ettiğinde sorun değil ama bu kadar giz miz havalarında bu işten malı götüren bir kişinin açıp iki bilim adamına bu geyikleri sorup ondan sonra konuşması lazım..

mamafih dallı güllü amerikan pazarlaması sayesinde derin felsefi meselelerden kuş çıkartmış uyanıklar herzaman sığ toplumlara güzel satış yapar... yarın bizde de patlar artık satışlar ....

ozbek1
04-06-2007, 15:18
mutlu olmak için bazen zihninizde kendinizi ameliyat etmelisiniz. Yani bazen yapmak istemediklerinizi yapmalı, yapmak istediklerinizide yapmamalısınız, kısaca ilkeli olmadan mutlu olmak mümkün değil, yani klasik abede tarzı herşeye hoşgörü ile yaklaşıp, kuralsız yaşam tarzı seçilirse mutlak mutsuzluk kader olmaktan çıkar, karşı konulamaz bir gerçeklik oluverir. ne yaşarsa yaşasın insan, hangi etnik dini kimliğe bürünürse bürünsün. önemli olan ayrıntı, ilke & ilke & ilke

ozbek1
04-06-2007, 15:19
tabi bu ilkeler çokta iç gıcıklayıcı kadar çok olmayacak basit temel birkaç şey işte

selçuk efendi
08-06-2007, 13:27
Malımı Satın Aldım Yaldızlı Ambalajda

(...)Şimdilerde “The Secret ” moda. Bir de “Niyet Etmenin Gücü ”. İlgisiz kalamadım, okudum. Robin Sharma’nın eserlerini de okudum. Hani şu “Ferrarisini Satan Bilge” ile meşhur olan adam. Yakın dostlardan biri getirdi kitapları. Okuduktan sonra sordu: “ Nasıl, Sharma epeyce yeni şeyler söylüyor değil mi?”

Acı bir tebessüm yayıldı yüzüme:

- Ne yenisi, Mevlana’mızı, Yunus’umuzu bize pazarlıyor cicili ambalajla! Robin, Mesnevi’ yi iyi okumuş! Ama demez tabii. Derse Doğu Kültürünü övmüş olur. Bize de Batı lazım! Kendi bahçemizdeki meyveyi beğenmeyiz, meyve Batıya gider, yaldızlı ambalaja girer, kendi meyvemizi kendimiz satın alırız Batı ürünü diye!

Batı imiş! Kişisel gelişimmiş! Sırmış! Gülüyorum. 1400 yıl önce bizim Rasülümüz (s.a.v) söylemiş: “ Ameller niyete göredir. “ Sen bu hadisi hiç düşünme, “ Niyet Etmenin Gücü “ kitabı liste başı olsun. “Kulumun zannı üzereyim” e hiç kafa yorma, sağda solda Secret konuş. Tuhaf milletiz vesselam… Önünde Kur’an olacak, önünde Hadisler olacak da Batıdan işaret bekleyeceksin. Şaşıyorum, şaşmakla da kalmıyor ciddi ciddi kızıyorum.

Ne varsa benim köklerimde var, tamam mı? Ne varsa benim kültürümde var! Bir Nasreddin Hoca, bir Mevlana, bir Yunus çıkaramayan Batının donuk aklından ışık bekleyeceğim öyle mi? Işık yanalı 1400 yıl oldu efendiler! 1400 yıl oldu!

Hoş, tamamen üstünü çizemem. Bilgi nereden gelirse gelsin bilgidir. Fener nereden tutulursa tutulsun güzeldir. Ama, yeni icat gibi sunuluyor ya, işte ona kahroluyorum.(...)

http://sufizmveinsan.com/sohbet/vahdetbeyle9.html

tekniker
08-06-2007, 14:25
Tüm içtenliğimle katılıyorum düşüncelerinize Sn.Selçuk Efendi.Ben de okumuştum ferrasini satan bilgeyi.Temelimizde inancımızla ilgili bu düşünceler var.Bu kitabı okuyunca kendi öğrendiklerim ve kültürümle bağdaştırıp kendime göre fikirler edindim.Hangi kitabı okursak okuyalım,birebir uygulamak yerine,okuduğumuzu kendi fikir ve inanç temeliyle hamur yapılması gerektiğini düşünüyorum.Yani biz de huzuru gidip tibette değil,içimizde ,inancımızda veya daha bir bütün olarak hissetmek için kaynağına gitmek,kafa olarak da bütünleştirmek gerekiyor sanırım.Sadece bir basamak olmalı bu tip kitaplar,farkında olmamızı ,düşüncelerimizi beslememizi ve doğruya yakınlaşmamız için bir araç.Bu tip kitapların çıkması inanın kendi adıma konuşuyorum,kendi eserlerimize daha çok yakınlaştırdı beni.Kur'an,Mesnevi de insan,hayat üzerine daha yakın felsefi anlayışlar mevcut zaten.
Dediğiniz gibi yaldızlı ambalaj yaparak,felsefe adı altında ,birçok anlamsız felsefe edinme tarzı doğuyor kişilerde.Ve bu da karmaşık düşüncelerle davranışlara yansıyor.

selçuk efendi
08-06-2007, 14:33
Yazı benim değil, alıntıydı ama kesinlikle düşüncelerimin ifadesidir:)

tekniker
08-06-2007, 14:43
Yazı benim değil, alıntıydı ama kesinlikle düşüncelerimin ifadesidir:)

Verdiğiniz linki farketmeden,yoğunlaşmışım yazıya.:)

selçuk efendi
08-06-2007, 14:55
hazır mesnevi ve kendi kültürümüzden söz açılmışken, bu senenin Mevlana(ks) yılı olduğunu ve özellikle mesnevi kitaplarının oldukça ucuza satıldığını buradan hatırlatmak isterim.

Konuyla bağlantılı olarak da bir hikayemi anlatayım:

üniversitede öğrenciyken, birkaç eski kitabın peşine düşmüştüm. o günlerde, aklımda neredeyse sadece o kitaplar var. hemen edinip okumak istiyorum. yolum Hacı Bayram Camii'ne düştü, duamı ettim. duama kitapları da kattım ya da zaten aklımdaydı diye hatırlıyorum. aynı gün olması gerek, Maltepe Camii'nin yanındaki diyanet kitabevine öylesine uğradım. uğramışken o kitapları da sorayım dedim.

aradığım kitaplar normalde yoktu orada ama...

Aması var...

Ama hayırsever biri (Allah ondan razı olsun, rahmet etsin) kitaplarını karşılıksız verilmek üzere oraya bırakmış ve ben de o kitapların bulunduğu rafa gidip aradığım kitapları buldum.

Çok ilginçtir, kitabın birinin ilk sayfasında asıl sahibinin yazdığı tarih vardı: 23.7.1973.

O kitap, yaklaşık 20 senedir benim peşine düşmemi bekliyormuş desem abartmış olur muyum?:) sadece onlar da değil, almak isteyip de alamadığım kitaplar bazen böyle çabucak, bazen de bir süre sonra elime geçiyor.:)

ceng
12-06-2007, 18:28
Sayın Salesman'in yazısından bir hafta kadar oluyor haberdar olalı ne yalan söyleyelim, diğer yazıları da o günden bu yana bir iki kez okudum daha iyi anlayabilmek adına. iyi düşünceleriniz için teşekkür ederim. ganesh duysa o da gelir birkaç laf ederdi diye düşünüyorum, sanırım o da yoğunluktan uğrayamıyor, bizim gibi görmezden gelme, salağa yatmaca yok.:)
Sayın Selçuk Efendi'nin iyi niyetli olduğu su götürmez, daha önce de açtığı birkaç başlıkta takındığı tavır ve konulara yaklaşımı göz önüne alındığında.

Böyle bir girizgahtan sonra artık yalın kılıç:) konuya dalabilirim diye düşünüyorum.

Öncelikle ganeshle gelişen kör-topal:) diyaloğun pek de direk bilimsel yanı olmadığını aşikar, ben değişik bir uyum tadı alıyorum. sadece dolaylı olarak bilimce edilen lafların bizim zihnimizden geçmiş hali mevcut oralarda ve belki de toptan yanlış yorumluyoruz kavramları/olayları, kimbilir?:) ama en azından 3-4 yerde ilgili konuların doğu mistisizmi/metafiziği ile bir bağlantı kurgulamanın en azından şimdilik sakıncaları ve zamanlaması üzerine uyarılarda/telkinde bulunduğumu çok net hatırlıyorum.:) son okuduğum lederman bile pek insaflı değil bunlara karşı. bendeki bu temkini biraz da yola beraber çıktığım adamlar oluşturdu:feynman, penrose, lederman, bohr... ve bir sürü aklı başında fizik öğrencisi.

kendi adıma bütün kalbimle iki konunun birbirinden kesin çizgilerle ayrılması gerektiğini düşünen biriyim. Bu zaruret, konunun çok kolayca, yere basmayan bir şekilde, pek de enerji harcamaksızın yanlış noktalara çekilebilmesine, felsefik saçmalamalara yol açmasına izin vermesinden kaynaklanıyor.

Yanlış anlaşılmak istemem -bir haftalık gecikmenin sebebi de budur- kimsenin doğru/yanlış bir yorumda bulunduğunu, ilgili hanımefendinin tamamen yanlış/zırva/afaki şeyler savurduğunu söylemek istemiyorum ama bu doğrultuda o kadar çok eser var ki, gerçekten de bazen çocukların uçan kahramanlarla dumanlanan zihni kafamda canlanıyor model olarak.

Naçizane önerim direk öz kaynaklarından konuya eğilmek olabilir.
Tutulması en sağlıklı yol budur. Henüz kendimi buraya adım atacak durumda hissetmiyorum ama direk konunun bu noktasına yoğunlaşmak isteyenler için hiç değilse -istemenin esrarından önce- kendisi de bir fizikçi olan fritjof capranın fiziğin taosunu okumalarını önerebilirim.

Ama sacın çok ilerde bir ayağı bu.
Ondan önce bir feynman, penrose, bohr, einstein, hawking, planck, schrödinger ve yüzlercesi... okunmalı. young deneyi, yarı/tam gümüş sırlı aynalar, uzay-zaman-kütle'nin ekstremum yorumları, ışık hızı, foton-elektron-c60, genel ve özel görelilik üzerine kafa yorulabilir başlangıç için. sonrası gelecektir.:):):):):)

Bu biraz, konunun yorumundan ve başkaca birşeyle ilişkilendirilen formundan ziyade aslına eğilinmesi dileği.
Ha sonra hanımefendiyi bir daha okuyun. Yine konuşalım.:):):)

Umarım, derdimi anlatabildim.
sevgiler.

ganesh
13-06-2007, 01:16
"Bu topikte benim gibi yarım akıllının adı birkaç kez geçtiyse kesin bir tuhaflık vardır" demiştim, yanılmamışım:):):)

Sn. Selçuk Efendi, Salesman, Bushido ve diğer dostlara selamlar...

Sn. Ceng'in söylediklerine katılıyorum... Saydıklarını ve daha fazlasını öğrenmek zorundayız... Dört işlem bilip, kültürlü adam diye dolaşma devri geride kaldı (ya da kalmış olmalıydı:))

Anılan kitapları okumadığım için fazla bir şey söyleyemiyorum... Öte yandan biraz pozitif enerjinin insanın ailesi, çevresi, işi üzerindeki etkileri yadsınamaz... İsteyen bunu hemen, şu anda, biraz gülümseme, birkaç tatlı söz, bir parça iyi niyet ve gayret göstererek deneyebilir... Aynısı olumsuz duygular ya da negatif enerji için de geçerlidir elbette...

"istemenin" çok farklı bir boyutta önemli olduğuna inanıyorum, ama spekülasyona bu kadar açık, nesnellikten uzak bir konuda fazla bir şey söylemek ve yanlış anlaşılmak istemem... Hatta yazdıklarımın birazını şimdi sildim... Konu gerçekten "magazine" ve "satışa" müsait...

Fizik ve mistisizm arasında bir bağlantı gördüğüm doğrudur. Burada dikkat edilmesi gereken ince nokta şöyle bir şey sanırım: Hisse senedi almışsınız, duyduğunuz bütün haberleri, teknik göstergeleri piyasanın yükseleceğine yoruyorsunuz... Bu hataya düşmemek lazım:)

Umarım çok boş yazmamışımdır:notr:

Sevgiler

ceng
13-06-2007, 09:31
güzel yazmışsın eline sağlık.
ismin anılır anılmaz gelip iki satır karalıyor olman bile bir incelik, sıradan bir haslet gibi gözükse de.:)
sadece son parağrafına küçük bir ekleme yapmak istiyorum: fizikle metafizik ve türevleri arasında bağlantı olduğuna dair şüphelerim var ama arada henüz kurgulayageldiğim bir illiyet bağı yok ya da aşikar değil demek istiyorum.

örnekleyelim: nazar???
young ve yarı/tam gümüş sırlı aynalar bize bilincin katılımını söylüyor olaya. yani olası sonuçlardan seçim yapıyoruz.
bunu sündürür -negatif manada değil, sosyal boyutta yorumlamaya o dünyaya uygulamaya çalışırsak demek istiyorum- ve hayat sosuyla sunmaya kalkarsak, insanın iradesinin/bilincinin munisliği/fettanlığı/iyiniyetlliliği boyutunda o muhtemel kümeden niyeti/nazarı doğrultusunda -bununla paralel- bir seçimi çöktüreceği sonucunu makul karşılayabiliriz.

şimdi zurnanın zırt dediği yer şurası:
bazı tipler bunu sever, buna inanmak ister, bir dahli olsun ister sonuçta, onun içindir ki ben bile birçok kez salihliği/kalbinizi-niyetinizi bozmamanızı onu dosdoğru tutmanızı öneregelmişimdir. (hayır düşle, hayır konuş ...)

ama illiyet bağı nerede?

bağ ancak ve ancak ispat edilebildiğinde vardır:)-hume hayatımı kararttın:)-: aynı olay için, yani toplam kümesi aynı olası sonuçlardan müteşekkil bir olay için birden fazla deneki -bilince/iradeye sahip canlıyı, insan da olmayabilir belki:):):)- nazar yoluyla seçim çöktürmeceye tabi tutarsınız. bir de bilmeniz gereken bu insanların "pre-state"leridir. yani onun nazarının muhtevası. iyi/kötü/çirkin/ifrit/saf/şeytan... gibi.
ve gerçekleşen seçimlerle, seçim sahibi arasında, binlerce deney sonra bir illiyet bağı kurarsanız, evreka dersiniz.:)

şimdi zorluklara gelelim.
1.seçim dediğimiz şey olası sonuçların kümesinden bir sonuç, yani çökelen kuantum dalgasıdır. şayet bu belirlenemez ise ki bu gayet muhtemel yandı gülüm keten helva.:)
2.seçiciler yani nazar sahipleri de ayrı bir muamma, onlar olaydan da karışık, onların durumlarını -pre-state-lerini nasıl bilicez?

bu hikaye bitmez.:)

sevgiler.

ganesh
13-06-2007, 10:59
Sn. Ceng, tamamen haklısınız

Çevirisini yaptığım bir kitapta şöyle bir kısım vardı: (Bilgisayarımda duruyor hemen yapıştırıyorum:))

"Sonunda tekrar inancıma kavuşmamı sağlayan şey, ruh ve doğaüstü olaylar için bilimsel bir temel sunan, kuantum fiziği oldu. Doğu dinlerindeki karma ve herşeyin birbiriyle bağlantılı olduğu fikirleri kuantum kuramından destek alır. Aynı kaynaktan gelen atomaltı parçacıklar karışabilirler ve uzaklardaki bir parçacığın titreşimi, yakında bulunan bir diğerini etkileyebilir. Bilim adamları laboratuvarda lazer ışınları içinde birbirine karışmış atomaltı parçacıklar üzerine çalışırlar. Doğada parçacıklar, milyonlarca başka parçacıkla etkileşime girer. Parçacıklar arasındaki bu ilişkilerin evren için bir tür bilinç oluşturacağı düşünülebilir. Bu, şu anda sahip olduğum Tanrı anlayışıdır.

Mezbahalarda çalıştığım yıllar boyunca, sezgisel olarak kesim yerlerinin yakınında asla kötü davranışlarda bulunmamam gerektiğini hissettim. Bir hayvanı rahatsız etmek gibi davranışlar, korkunç sonuçlar doğurabilirdi. Bir atomaltı parçacık bana musallat olabilirdi. Hiç haberim olmasa da, rahatsız ettiğim parçacığın, arabamın direksiyon sistemimde yaşayan arkadaşı yüzünden bir kaza geçirebilirdim. Bu inanç çoğu insana akıl dışı görünebilir; ancak, benim mantığıma dünyada bir düzen ve adalet fikri sunuyor.

Kuantum kuramına olan inancım, sığır ve domuzlara kötü davranılan bazı tesisleri ziyaret ederken meydana gelen bir dizi elektrik kontağı ve donanım arızalarıyla pekişti. İlk defasında arabamla geçerken, ana güç santralı havaya uçmuştu. Başka zamanlarda, bir kaç kez elektrik sistemini kontrol eden ana panel yanmış ve tüm tesis karanlığa gömülmüştü. Bir diğer seferindeyse, tesis müdürü bir donanımın denemesi sırasında bana hakaretler yağdırırken, taşıyıcı bant arıza yapmıştı. İlk beş dakika içinde tam kapasiteye geçilmediği için sinirlenmişti. Yalnızca tesadüf müydü, yoksa kötü karma kablolardaki bir atomaltı parçacık çiftini harekete mi geçirmişti? Bunların tümü genelde bozulmayan aletlerin başına gelen tuhaf arızalardı. Tamamen tesadüf olabilecekleri gibi, Tanrı’nın kozmik bilincinin eseri de olabilirlerdi."

Bir çeviren notu koyup, kuantum fiziği ile ilgili düzeltmeler yapma ihtiyacı hissettim, ancak hedef okuyucu kitlesi otistik bireylerin anne babaları olduğu için bunu fazla zalimce buldum ve olduğu gibi bıraktım...

Böyle düz mantık örneklerine fazlasıyla rastlamak mümkün...

Benim fizik ve mistisizm arasında bulduğum bağ, böyle elle tutulur, lafla anlatılır bir şey değil... Temelde parçacık / dalga ikilemine, çoklu boyutlara, algıya, zamanın özelliklerine dayanıyor...

Amanın, mühim değil canım... Yemek yemeye, uyumaya, iyi bir herif olmaya çalışmaya devam:)

Sevgiler

selçuk efendi
13-06-2007, 11:54
katkılarınızın devamını beklerim sn. ganesh ve ceng. sn. ceng'den daha üşengeç olduğum için uğrak topiklerinize bir faydam olamadı çünkü baştan sona okumam gerekti, yapamadım.

bir şey daha aklıma geldi, onu da söyleyip hemen iyi günler diliyom(metin fidan hala yazıyor mu?)...

kültürümüzde türbelerde, kutsal bilinen yerlerde, birşeyler dilemek için ağaçlara bez bağlamak yaygın. sadece bizimkinde de değil, tüm insanlıkta mevcut bu.

neden bu kadar gidiliyor acaba? sadece çaresiz kaldıkları için mi yoksa ateş olmayan yerden duman çıkmadığı için mi? Bunun yanında, değerli bir zatın yattığı yer diye bilinen bazı yerlerde bazen sıradan kimseler ya da belki, hiç kimse olmadığı halde orada edilen dualar gerçekleşebiliyor.

düşüncem, çoğu istediğimizin olmamasının (başka etkenleri safdışı bırakıyorum burada) sebebi, konsantrasyon eksikliğidir ya da olacağına tam inanarak dua etmemektir. boş türbelerde edilen duaların gerçekleşmesinin ise tek sebebi bu iki etkenin, duayı eden tarafından yerine getirilmesidir.

dönüyoruz buradan,

ne ararsan kendinde ara,
kudüs'te, mekke'de, hacda değil.

satırlarına.

sende birşey yoksa, hiç başka yerde arama. Oralara gidip de birşeyler buluyorsan, yine sende olduğu için.

hayat garip bazen. güzelliğinden emin olması için ayna gerekiyor insana:)

ganesh
13-06-2007, 12:03
Sn. Selçuk Efendi,

Son iki satıra aynen katılıyorum, daha güzelini söyleyemem:cool:

Sevgiler

BORA YAŞAR
13-06-2007, 14:02
SIR : ÇEKİM YASASI

başınıza gelen her şeyi, siz hayatınıza çekiyorsunuz ,ve hepsi zihninizde
tuttuğunuz suretlerden dolayı size geliyor ve bu düşüncelerinizdir
ne düşünürseniz, kendinize çekersiniz

en çok neyi düşünürseniz, onu kendinize çekersiniz ve o hale gelirsiniz
düşündüğünüz şey, elinize geçer bu prensip 3 basit kelimeyle açıklanabilir:
düşünceler nesnelere dönüşür!

çoğu insanlar istemedikleri şeyi düşünür ve başlarına niye tekrar tekrar geldiğini merak eder
çekim yasası sizin bir şeyi iyi yada kötü algılamanızla veya olmasını isteyip istememenizle ilgilenmez sadece düşüncelerinize cevap verir


Biliyordum.

Hadi o kadar değil ama hissediyordum.

Başıma gelenin sebebi benmişim.


Darüşşafaka yılları. Son derece disiplinli bir okul. Yüksek duvarlar. Hep gözönündeyiz.

60 kişi girdik 30 kişi mezun olduk.

Neyse. Bu kadar sıkı bir okuldan kaçmak da zor. Ben zaten aklıma bile getirmiyorum.

Nisan Mayıs geldiğinde her gece kaçanlar dahi var.

Ben hem kurallara çok bağlıyım hem de yükseklik korkusu var. Duvarlar!

Her sene Haziranda tüm sınıflar tüm derslerden tüm yıl temelinde sınava girmekte. Zor bir okul dedim ya.

Bir gece aşağı yukarı sınavlar bitmiş ya da bir sınav kalmış. Eski binadaki yatakhaneye geldim. Kimse yok.

Garip dedim . Ama soyunup temizlenip yatacağım.

Yatakhaneye bir sınıf arkadaşım girdi. Geldi. Hadi dedi gidiyoruz. Nereye. Yazlık sinemaya.

Katiyetle dedim.

O da bir sen kaldın ve de ömrünce kaçmadın seni götürmeye geldim. Tüm arkadaşlar sinema önünde seni bekliyor.

Ne yaptıysam olmadı. Duvardan atlayamam dedim. Seni sırtımda indireceğim dedi arkadaşım.

Uzatmıyayım. Duvarın Kulüp binası tarafında uygun bir yerden beni indirdi. Sinemaya gittik. Yüreğim selanik. Yakalacağız diyorum. Disipline verecekler. Beni teskin ediyorlar. Birşey olmaz. Herkes kaçtı. Bu kadar adama birşey yapmazlar diyorlar.

Ne seyrettik bilmiyorum. Ama ben kendimi hapishanede başrolde bir film izledim tüm gece.

Film bitti.

Herkes bir şekilde okula girdi.

Beni yine o uygun noktadan götürmek istedi arkadaşım.

Karanlıkta bir yerlerden geçtik rüya gibi. Sonra bir yerden atladık.

Bir el feneri yandı suratımda.

Söndü. Bir el kulağımı yakaladı. Beni ışıklara götürdü.

Ben de beni yakalayanı gördüm.

Baş muavin Hayrettin Cete.


"Sen de mi Bora?" dedi bana hayretle.



Sonuç;

Ömrümde 2 defa kaçtım Daçkada.

İkisinde de yakalanma başarısı gösterdim.


Biliyordum ki sebebi bendim. Ben buna "Bora'nın kara kaderi" diyordum.

Demek sonradan firaklı olsun diye adına "Sır-çekim Yasası" denildi.


Bu yasa tümüyle bana aittir efendim.

Yemin ederim.

BORA YAŞAR
13-06-2007, 14:24
Ha hatırıma geldi. Hani bu konuda (iddiam konusunda) bir delil de kabul edilebilir.

Başıma gelen o iki talihsiz olaydan sonra söz ve müziği bana ait (şahitlerim de vardır) şu mayayı (gazel) da besteledim, hatta zaman zaman okudum da bet sesimle:


Kara bahtım kem talihim
Taşa bassam iz olur
Yüz yaşında bir yar sevsem
Onbeşinde kız olur.

Ağustosta suya girsem
Balta kesmez buz olur ila..

Böyle pek yanık devam eder.

Ama kara talihimden olacak bu gazeli de elimden aldılar.

Bir yerin türküsü iddiası ile.

Dedim ya kader utansın.

selçuk efendi
15-06-2007, 03:22
Engin Ardıç ustanın The secret'a, daha doğrusu sığlığımıza yorumunu da eklemek isterim:

Yeni bir enayi tuzağı: The Secret

Tabii bunların yaşları tutmadığı için, Dale Carnegie'yi bilmezler.

Üstadın ortalama Amerikalı'yı gıdıklayan ve 'Dalga Geçmeyi Bırak, Para Kazanmaya Bak' gibilerden birtakım isimler taşıyan eserleri, ellili yıllarda hem dünyada hem ülkemizde pek okunurdu...

Bunlar dediğim, sevgili Türk yarı-aydınları.

Liseyi bitirmiş ama üniversiteye girememiş bazı kızlar, ve Amerikan kültür emperyalizmine dibine kadar domalmış hamburger oğlanları. Yarım eğitimli, yarım akıllılar.

Anaları Linda Goodman ve Leo Buscaglia okurdu, onlar Paolo Coelho falan takılıyorlar şimdi. Ucuzlatılmış ve anlayabilecekleri düzeye indirilmiş mistisizm.

Tövbe. Yeni ve daha sofistike bir Carnegie olayıyla da karşı karşıyayız. Kitapçılarımızı yüzde doksan oranında dolduran çarçur molozlara bir yenisi eklenmiş: The Secret... Sır yani... Ama tercüme etmeyince daha bir havalı oluyor... The Secret'i read ettin mi şekerim?

Kitabı write eden, Rhonda Byrne adında uyanık bir Amerikalı woman... Filmi de var... Sticker'ı, poster'i, cap'i, video game'i falan da var mı bilmem, please forgive me...

Ne anlatıyormuş? Efendim, okuyunca Orhan Pamuk gibi hayatın değişiyormuş. Fakat içinde daha önceden bilinmeyen hiçbir şey de yokmuş. Peki özelliği neymiş? Herşeyi, herkesin anlayabileceği şekilde son derece sade, basit anlatıyormuş. Peki ne işe yarıyormuş? Para kazanma, ev ve araba alma yollarını gösteriyormuş.

Hiçbir Amerikan ya da Türk vatandaşı 'bir kat bir araba' almadan yaşayamayacağına göre de, kapış kapış gidiyormuş tabii.

İşin özü bu. Bir de cilası var: New Age manyaklarının vazgeçemeyecekleri iki tutam yoga, bir fırt zen budizm, üç çitmik nefes alma ve konsantrasyon tekniği falan... Filmi de, 'gabilere' kuantum fiziği anlatmaya çalışan 'What the -bleep- do we know?' tarzı bir şey... (Oradaki 'bleep' sesiyle geçiştirilen kelime de 'fuck' olmalı, please correct me if I'm wrong.)

Hani cahil ana-babaların, çocuklarının mutlaka olmasını istedikleri, fakat kendi uydurdukları 'atom mühendisliği' var ya, olmayan bir meslek... Bunun gibi, bizim yarı-aydınlarımız da uyuşturucu kullanan New Age takımından aldıkla gazla 'pozitif enerji' ve 'negatif enerji' adı altında, fizik biliminin tanımadığı iki enerji türü icat etmişlerdi hani...

İşte bu Rhonda Byrne denilen hanım da bir 'çekim yasası' ortaya atmış. Yerçekimi gibi bir şey ama 'spiritual' düzeyde honey... Wow... Use it... Bu çekimle bir şeyi çok istersen, zihninde kendine çekersen elde ediyormuşsun... İlk akla gelenler de para, ev ve araba elbette. Ama istersen, öğrendiğin saçmalıkları mutluluk bulma yolunda da kullanabilirsin. O kadar da 'maddi' olmayın canım, yoksa bu işin bir enayi tuzağı olduğu çakılacak!

Bizim 'bir şeyi kırk kere söylersen olur' felsefemizin üzerine New Age sosu dökülmüş şekli.

Yani şimdi ben Rhonda Byrne'den öğreneceğim konsantrasyon tekniğiyle bütün zihin gücümü toplasam ve Seda Sayan üzerinde yoğunlaştırsam, kapımı çalar mı? (Bizim hanım ablasına gitti, birkaç gün Ayvalık'ta da, o bakımdan aklıma geldi.)

Vallahi bizde araba falan var da, bari başka bir işe yarasın bu sır olmayan sır.

Aslında Bayan Byrne ile dalga geçmeye hakkım yok.

Çünkü benzer bir hokkabazlığı evvelce ben de düşünmüştüm de, ne yazık ki namuslu bir adam olduğum için kendime yedirememiş, vazgeçmiştim.

'Montignac rejiminin' moda olduğu günlerdi... Ben de, Eugene de Rastignac adıyla bir zayıflama kitabı yazacaktım, tercüme etmiş gibi yapacaktım... Orada 'amuda kalkıp ayağıyla poposuna dokunma' falan gibi yöntemler önerecektim. (Günaydın Gazetesi'nin Fransız Profesör Pierre Moulin dümenini hatırlayınız.)

Sonra kafamda işi büyüttüm, Lucien de Rubempre imzasıyla bir de rakip kitap yazıp, orada da 'günde bir tepsi baklava yiyerek zayıflama' gibi çılgın buluşlar ortaya attım. Bu ikisini kapıştıracak, yolumu bulacaktım.

Cahil karılar, bunların Balzac'ın roman kahramanları olduklarını nereden bileceklerdi?

Elim varmadı. Bayan Byrne'ün eli varmış, şimdi dolara dolar demiyor vallahi.

Evi çeşitli boy ve kalınlıklarda mumlardan geçilmeyen ve sık yıkanma alışkanlığı da pek olmayan yarı-aydın hanımlar, The Secret'i okuyunuz, içinde çeşitli yazarlardan alıntılar da var, kültürünüz artar. Ayrıca, boşverin evi arabayı falan, bu sayede tırnak yeme gibi alışkanlıklarınızdan kurtulsanız ne devlet...

kaynak: http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=80464,10,2

ÇAKAL
15-06-2007, 06:56
Ondan önce bir feynman, penrose, bohr, einstein, hawking, planck, schrödinger ve yüzlercesi... okunmalı. young deneyi, yarı/tam gümüş sırlı aynalar, uzay-zaman-kütle'nin ekstremum yorumları, ışık hızı, foton-elektron-c60, genel ve özel görelilik üzerine kafa yorulabilir başlangıç için. sonrası gelecektir.:):):):):):beurk::beurk::beurk:

selçuk efendi
16-06-2007, 17:59
The Secret'in sırrı açığa çıkarsa!

“The Secret” kitabı satış listelerinin üst sıralarındaki yerini koruyor… Bu kitabın gerçek sırrı göründüğü gibi “iyi düşün iyi hisset mi?” Sadece bu olsa televizyon programlarının da içinde bulunduğu bu denli büyük bir projeyi kim finanse ederdi, bu kadar reklamını kim yapardı?

Kızının verdiği bir kitap ile “sır, kafasında çakan” Rhonda Byrne, TV ve kitap projesinde konuşturduğu öğretmenleri topluyor… Mekan ABD… Byrne ise Avusturyalı… Aslına bakılırsa, bu kitabı ortaya çıkaranlarla, “insanın tanrılaştığı küresel din” tezgahçıları aynı noktadan hareket ediyor. Yoga ve meditasyon şebekelerindeki alternatif din çabası, The Secret ekibinin kutsal kitabı “İyi düşünürsen herşey iyi olur” cümlesinden ibaret olan bir öğretiye hizmet ediyor: Kabala…

Kitapta dikkat çeken “iyi düşün iyi hiset” düşüncesinin yanında “Bu sırrı kullan, kader yoktur, Tanrı dediğin içinde, kaderini kendin belirle”… düşüncesi…

Bilindiği gibi bu düşünce, New Age/ Yeni Çağ dinlerinin ortak noktası.

Prof. Dr. Şinasi Gündüz dünya üzerindeki 100′ü aşkın New Age akımının, “kaderi” sıfırladığını ve bunu yaparken de geleneksel ögelerden beslendiğini anlatıyor ve ekliyor: Bu akımlar geleneğe ters düşmemeye ve tepki toplamamaya dikkat ederek yayılıyor. Bu nedenle yeni bir din olmadıklarını idddia ediyor. Ama yayılış biçimleri ve örgütlenmeleri itibariyle “din“ler… Yayılırken de gizemci teoriler, Tao, Karma felsefeleri, kişisel gelişim, meditasyon grupları, sırlı kitaplar, taşlar, büyü ve sihir nesneleri, astroloji aygıt olarak kullanılıyor.”
*****

Prof. Gündüz’ün de belirttiği gibi “The Secret”, “Bir Dilek Tut Hayatın Değişsin” gibi kitapların da bu noktada değerlendirilmesi gerekiyor. Secret’ın ön sırrı: New Age dinler… İşte bu yüzden çok satıyor, işte bu yüzden bol keseden reklamları yapılıyor, bu yüzden televizyonlar bu projeye kapılarını açıyor, internet siteleri kuruluyor..

*****

“Bu akımların yüzde 90′ı ABD’den yayılıyor” diyen Prof. Gündüz, Bu akımların temelinde Kabala öğretisinin de büyük payı olduğuna işaret ediyor:

“Kabala öğretisinin temelinde, cifir ve gizeme dayalı şifreler vardır. Bu şifrelerle insan geleceği ve tabiat kontrol altına alınır ve insan böylelikle yaratıcı olur ve kaderi değiştirebilir bu inanışa göre. Yahudilik temelli Kabala gibi öğretilerin seküler dünyada dinden uzaklaştırılmış insanların yaşadığı manevi boşluğu fırsat bilip empoze edildiği açık. “
*****

Birçok araştırmacı yazar tarafından da Kabalistik fikirlerin daha önce de İskenderiye felsefesi ve Gnostik inançlara ve hatta Pitagorcu, Platoncu, Hint Brahmancı ve Budist fikirlerine benzerlik arz ettikleri kaydediliyor… Bu benzerlikler, bu öğretinin kılık değiştirerek yayılmasına da zemin hazırlıyor…
Genelde Kabalistler arasında iki meyil var: Biri tamamen doktrin ve dogma koluna; diğeri de pratik ve mucizevi harikalar işine koyulmuş durumda. The Secret ve “Bir Dilek Tut Hayatın Değişsin” gibi kitaplar, bu ikinci kolun ürünü gibi duruyor. Zaten “Dilek Tut Hayatın Değişsin” kitabının yazarı Gahl Sasson, ünlü bir Kabalist. Kitaba önsöz yazan kişi, Budist lider Dalai Lama… Kitabın ilk çevrildiği dil ise Türkçe oldu!

“The Secret projesi“nin de içinde yer aldığı New Age öğretilerin Kabala öğretisinin çocukları olduğunu görmek, meditasyon, yoga ve kişisel gelişim çetelerinin, nasıl bu kadar hızla ve örgütlü yayıldığını görmek, hiç de zor değil aslında… Kabala’ya göre, herşey enerjiyle mümkün olabilmekte ve mutlu olabilmemizi sağlayabilmekte. Dünyevi yaşam veya yaşamlardan sonra her bir ruh sonunda Tanrıyla birleşmek üzere arındırılması istenmekte…
Sırlarla, yaratıcılığı ve hayatımızın iplerini elimize almamız salık verilmekte… Sırlara ulaşan kişinin, sonsuz bir yaratma ve yok etme gücüne sahip olacağı iddia edilmekte… Yani “Adam Kadmon” (Tanrı İnsan) hedeflenmekte…

Bu ilkelerin hepsi yeni çağ dinlerinin de felsefesi… Felsefe aynı, görünümler farklı. The Secret’ın sırrıyla, Adam Kadmon olmaya hazır mısınız? Yazar Rhonda Byrne’nin okuduğu sırlı bir kitaptan -Kabala beni andı!- keşfettiği sırrı öğrenmeye… O halde pamuk eller cebe… Gözler yıldızın altı köşelisine…

kaynak: http://www.iyibilgi.com//haber.php?haber_id=23648

ceng
17-06-2007, 04:37
"bilimden uzmanlardan kuşkulanmanız gerektiğini öğrenin... bilim, uzmanların cahilliklerine inançtır...deneyimlerinden birşeyler keşfeden her kuşak ileri gitmelidir ama bu geçişi saygıyla saygısızlık arasında hassas bir dengede yapmalıdır; öyle ki yarış... yanlışlarını gençlerine çok katı biçimde dayatmasın ama birikmiş bilgeliği bilgelik olmayabilecek bilginin önüne geçirsin."(feynman)

sevgiler.

ganesh
17-06-2007, 12:49
Birikmiş bilgelik... Ben "birkmiş, bilinçli, verimli bilgelik" de diyebilir miyim?

Ulaşmaya çalıştığım yer anlamında... Ne kadar uzak, değil mi?

Sevgiler

selçuk efendi
17-06-2007, 12:58
bir taraftan da, ne kadar yakın:)

value
17-06-2007, 15:08
Bu da Ece TEMELKURAN'dan "sır" yorumu;

The yeni kitap:
Secret

Süpermarketlerin yeni "çok satanı" bu: Secret!
Bütün genç ve orta yaşlı kadınların elinde. Bir kilo domates, bir diyet yoğurt ve bir Secret!
Kitapların adının bile İngilizce konduğu, buna cüret edildiği memleketimde hâlâ İngilizce bilmeyenler için söylüyorum:
Türkçesi "Sır"!

'Ceryan' yapıyor mu?
Kitabı tabii ki okumadım. Tabii ki okumayacağım. Ama popüler kültürün "istesen de bilme/bilir hale getirilme" mekanizmasından dolayı en az okuyanlar kadar içeriğe hâkimim. Düşünsenize, şarkıcısını bilmeden ve hatta sevmeden kaç tane şarkıyı ezbere biliyorsunuz?
Kaç tane şarkıcının ve hüdai nabit şeklinde üreyen, ne işle meşgul olduğu hiç bilinemeyen "ünlünün" özel hayatının manasız ayrıntısına vâkıfsınız? Bu da onun gibi bir şey işte. Kitabı biliyorum velhasıl. Özü şu:
Güzel şeyler düşün, başına iyi şeyler gelsin!
Ya da daha "trendy-mistik" deyişiyle söyleyecek olursak:
"Evrene pozitif elektrik verirsen pozitif enerji alırsın!"
İki taraf birden açık olduğu için pozitif enerji evrende "ceryan" yapıyor mudur acaba? Neyse...
Şahsi kanaatime göre milli bir depresyondan geçtiğimiz için bu pozitifleme hali giderek histerik bir hal alıyor. Bu işin bir tarafı.
Diğer tarafı ise şu:
Bu tür "trendy-mistik" kitaplar en çok Türkiye'de yaşayan kadınlara gerekiyor. Çünkü bu ülkede yaşayan, orta ve üst orta sınıf, beyaz Türk ailelerden gelen genç ve orta yaşlı kadınlara ruhlarının açlığını doyurmak için dini inançları yetmiyor.
Ya da yetiştirilme biçimleri gereği dindarlık, Müslümanlık alt sınıflara ait bir şey olarak görüldüğü, böyle bir gelenekten geldiğimiz için bu türden mistik ihtiyaçlarını böyle kuşekâğıdına kaplı kitaplarla gidermeye çalışıyorlar. Türkiye'nin modernleşme krizinin bir başka yan ürünüdür bu. Süpermarketlere, cilalı kitap dükkânlarına bakın. Hepsinin "çok satanlar" raflarında bu türden mistik kitaplar göreceksiniz.
Erkekler için komplo kitapları, kadınlar için burçlardan başlayıp Zen Budizmine kadar giden bir yelpazede kitaplar göreceksiniz. "Ruhumuzun dış kapı mandalı", "İçimizde biri mi var? Bence var!", "Tinsel hayatımızın antini kuntini" tarzı kitaplar epeydir revaçta. Dediğim gibi bunun bir nedeninin İslam kültürünün sınıfsallaştırılmış olması olduğunu düşünüyorum.

Olmuyor, olmuyor!
Her ne kadar Erbakan döneminden başlayarak İslam dini ya da dindarlık yaldızlı maldızlı Versace'lere büründürülmüş olsa da...
Her ne kadar her yıl hac zamanı "sosyete hac yollarında" haberleri gösterilse de, o silikon tepiştirilmiş dudaklarıyla birtakım kadınlar mahallenin mahcup, mütedeyyin kızı pozlarıyla ve pür makyaj, "fevkaladenin fevkinde" kıyafetler, Suudi Arabistan yöresinden kopup gelmiş bir estetikle yollara düşseler de... Olmuyor.
Bu memleketin ayarı bozulmuş ruhsal ve dini ihtiyaçları için İslam dininin yaşanma kültürü üst sınıf kadınlara uymuyor. Bu bakımdan ver elini pozitif düşünce, ver elini Secret!
Böyle "pozitif düşünce" hikâyelerini her gördüğümde aklıma T.S. Elliot'dan şu dize geliyor:
"Düşün/
Ne korku ne cesaret korur bizi"
Cümleten "Secret"a emanet olun!

http://www.milliyet.com.tr/2007/06/17/yazar/temelkuran.html

selçuk efendi
07-12-2007, 22:11
Dünya kitap satış listelerini kasıp kavuran The Secret kitabı ya da filmi hakkındaki geçtiğimiz aylarda bu köşede ve Ramazan ayında Akşam gazetesinde yayımlanan yazıma internet ve gazete okurlarından, doğrusunu söylemek gerekirse övgü dolu mesajlar kadar bir yığın da itiraz geldi. Doğrudan şahsıma ve gazetedeki sayfa tasarımcısı arkadaşın E-posta adresine gönderilen eleştirilerde The Secret konusunun İslami kurallarla örtüşemeyeceği ve haliyle tasavvufi bir yaklaşımın da mevzubahis olamayacağı beyan ediliyordu.

Peşinen bir noktayı açığa kavuşturmak isterim:
Hiç kimse, evrenin düzenini ve çalışma felsefesini bilmeden, iyice düşünmeden, otomatiğe bağlanmış bir şekilde, başkalarının fikirlerini inkâr kokan bir davranış içine girmesin. Bu yaklaşım peşinde olanlar, herhalde kendi potansiyellerini ve inisiyatif kapasitelerini hesaba katmayı bilmiyorlar veya unutuyorlar.
Zira, olumsuz eleştirilerin bazı şeyleri bilmemekten kaynaklandığı ve tanrı anlayışına dayalı bir algılama sonucu ortaya çıktığı görülüyor.
Oysa tasavvufta buna benzer sistemlerin varlığına dair görüşler mevcuttur.
Önce şu gerçeği kabul etmekte yarar var: Bir kere, dillere pelesenk olmuş 'tanrı' denen bir varlık kesinlikle yoktur. Söz konusu bu idraki kabul etmek zorundayız. Bu teşhisten hareketle yola çıkıldığında sufilerin/velilerin sözlerinin, mistik kitaplardaki anlatımlarının çoğunun mecaz ve sembollerle dolu olduğu, o günkü anlayış çerçevesi içinde insanlara hitap ettiği görülecektir.
Ve sembol yanlı yaklaşımlarda 'Gelin canlar bir olalım' veya 'Bir ben var bende benden içeri' gibi ifadelerle ilahların olmadığına değinilirken, insanlar gerçeğe, vahdeti vücut anlayışına davet edilmektedir.
Takdir edersiniz ki Vahdeti Vücut felsefesi tanrı anlayışını reddeder. Çünkü vücut birdir ve Allah'a aittir. Birey, yaratıcının kendi özünde mevcut olduğunu bilip onun surete bürünerek zahir olduğunu algılar.

Tek vücudun olma sebebi budur.
Buraya kadar anlatılanların Çekim Yasası ile ilgili bağlantı noktasına gelince şöyle bir yorum getirebilmek mümkün: Kesret -çokluk- düzeyi, kısaca Evren, O'nun, tek varlığın, dış âlemi -bir sistem dâhilinde- seyredişidir denebilir.

Bu dışa vurum, otoriteler tarafından ilminde seyrin sonucu olarak açıklanmıştır. Ve çokluk boyutu-âlemler vehim nurundan yaratılmıştır. Yani vehmedilmiştir. Aslı ise hayaldir. Kısaca, varlık hayaldir demek mümkündür.

Vehim nuru, özellikle vehim gücüne de sahiptir. Bu gücü orijin olarak yaşayanın, tasarruf edebilenin kurmuş olduğu hayal tümüyle gerçekleşir. Bu koşul, vehmin etkisinden kurtulanın vehim gücüyle yaptırıma girmesi şeklinde adlandırılır. İşte Çekim yasası bu nokta ile ilintilidir.
Tabi bütün bunlar, teklik yani vahdet-i vücut algılamasının tam anlamıyla bireyde oturması, vehmin kemal bulup hayal âlemini içine almasıyla gerçekleşir. Yani kişideki vehmin tamamen yok olması, vehim gücünü kullanabilme yetisi, evrenin tümüyle hayal olduğunun kabullenilmesi ile eşanlamlıdır.
Konuyu taban çevresinde biraz daha netleştirelim:
Vehim, insan yaşamını olumsuz şekilde etkileyen bir duygudur. Akıl, vehimle baş edemez. Ancak, evrensel bilinç - DATA bu olumsuz etmeni etkisiz kılar. Bireyin evrensel bilince bir anlamda aklı külle ulaşması, vehminden kurtulması, kendini et-kemik yığını, bir beden olarak kabul etmemesi anlamına gelir.
Vehmin getirdiği bireysellik/birimlilik halinden sıyrılan, perdesini aralar ve hayatını olumsuz şekilde etkileyen vehim gücünün hâkimiyetini bu kez eline geçirerek bazı olağanüstü durumları meydana getirir.

İşte bir insanın havada uçması, denizde yürümesi bu nedenledir. Ben bu hassas dengeyi önceki yazımın başlığına taşıyarak The secret ve vehim gücü şeklinde açıkladım.
Bu arada akla, 'sıradan bir insanın dileklerinin yerine gelmesi de mümkün müdür?' şeklinde bir soru gelebilir.
Açıklamaya çalışayım.
Şöyle ki; bireyin düşünce boyutunda oluşan bir istek, bir ilahın veya kişinin değil -Kur�an tabiri ile dile getiriyorum- kişinin özünde mevcut olanın, yani nefsin, Data�nın dileğidir. Yüzde yüz yakın bir şekilde, ama değişik bir renge bürünerek zahir olur. Gelmemesine imkân yoktur.
Ne var ki geliş süresi uzar. Birey bazı şeylerin mutluluğunu yaşarken bunun kendi isteğiyle meydana geldiğini fark edemez, onu unutmuştur. Ortada olanı yeni sanır.
Oysa istekleri, bir süre önce arzuladığı, ısrarla üzerinde durduğu düşüncesinin -vehim gücünün- etkisiyle var olmuştur.
Gelin görün ki, ikilem içinde yaşarken bunu fark edememiştir.
Bendeniz medyada bir karmaşa oluşturan The secret'in (çekim yasası) 'saçmalık niteliği taşıdığı' iddiaları karşısında, onun somut bir biçimde belirlenmesinin zorunlu olduğunu düşünerek özellikle bu yazıyı kaleme aldım.
Umarım, sonuçta vahdeti vücut felsefesine ve evrendeki temel yasalara dayandığı hususu akıllardan çıkmaz.


Ahmet Fevzi Yüksel

Kaynak: http://sufizmveinsan.com/cuma/thesir.html

selçuk efendi
07-12-2007, 22:12
"NOKTA"NDAKİ KUDRET


Sır, “nokta”ndaki kudrette!

Sende bunu açığa çıkarttığında yağmur gibi üzerine düşmeğe başlar çevrenden iftiralar, yalanlar saptırmalar, karalamalar! Belâlar iner üzerine!

Seni ve senden açığa çıkanı ÖRTMEK için! Lâyık olmayanlar, senden açığa çıkandan uzak dursun diye!

“Nokta”ndaki kudret, yeryüzünde insana bahşedilmiş tek ve en değerli şeydir! Ancak pek az kişide açığa çıkartılan bir değerdir.

“Değerlidir bu şey” dendiğinde, onun için yaratılmamış olanlar da bir anda o değerli şeyi elde etmek için ona yönelirler...

Oysa korunması ve lâyık olmayan ellere geçmemesi gerekir onun!

Bu yüzden de birileri harekete geçirilir ve ehil olmayan insanların o çok değerli ilimden uzaklaşmaları için, ilim kaynağına her türlü çamur, iftira atılmaya, yalanlar uydurulmaya başlanır!

Yaradılışı dedikodu ile ömür tüketmek veya evcilik oynayarak senaryodaki kulluklarını tamamlamak üzere olanlar, konunun bu yönüne eğilerek, esastan, ilimden koparlar ve böylece dünyaya dönük yaşantılarına devam ederler!

“Nokta”sındaki kudrete ermiş olanları, dışardan bakanlar, ateşe atılmış olarak görürler! Oysa ateş içinde selâmettedir onlar! Çünkü “hasbiyallahu...” sırrı vardır onlarda! Ateş onlara ulaşmaz!

Bilirler kendilerine ateş atanları, nedenlerini; bilgileri belgeleri vardır ellerinde, ama dönüp bakmazlar bile geriye!

Onlar “nokta”larındaki sırrın getirisiyle, seyr hâlindedirler olup biteni!

Onlarda “M” kalkmıştır! “N” ile seyrederler âlemi!

Atılan ateşler “M”ye ulaşır ancak! “M”si kalmamışların azabı kalmaz!

Kudret nazarıyla seyrederler hikmet yurdunu!

Belânın da, yalanın da, iftiranın da, saptırmanın da hikmetlerini!

“Nokta”sındaki kudretin ehli olarak yaratılmış olanlar, yalan, dedikodu, iftira, gıybet gibi şeylerle uğraşmazlar; bunun yerine kendi hakikat noktalarına ermek yolunda mücahede edip, nefslerini tezkiye etmeye, arınmaya, takvaya ağırlık verirler!

Bu sırrın ehli olarak yaşamak üzere yaratılmamış olanlara ise dedikodu, yalan, iftira, gıybet, kısaca dünyalarına dönük her şey kolaylaştırılmıştır. Ömürleri başkalarının hâlleriyle uğraşmakla son bulur; kendi hakikatlerinden ve getirisinden mahrum olarak! İftiraları yayanlar aynen iftirayı atanlar gibidirler.

Tarihte, kim insanlara hakikatin ilmini açmak üzere gelmişse, hemen onun getirdiğini örtmek ve ehli olmayan insanları o hakikatten alakoymak için faaliyete geçen birileri de yaratılmıştır! Onlar hakikatlerinden örtülü bir şekilde yaşarlar ve başkalarının da o hakikatten perdeli kalması için ne gerekiyorsa yaparlar.

Zira kullukları, ehil olmayan insanları “nokta”larındaki kudretten mahrum bırakmak üzere ne gerekirse onu yapmaktır! Böylece Deccaliyete hizmet verirler... Akı kara, karayı ak olarak tanıtmak üzere!

Onların kullukları gereği bu hâl üzere olduklarını seyreden, hakikat ehli ise onlarla muhatap olmazlar ve gocunmazlar dahi! Çünkü bilirler ki, ehil olmayanların o muhteşem nurdan, “nokta”daki kudretten uzaklaşmaları için sistemde bu gibilerine gerek vardır!

“Selam üzerinize olsun”, derler ve “nokta”larındaki kudretle seyirlerine devam ederler!

Ne muhteşem olaydır “nokta”daki kudretle, “M”siz, “N”lileri seyretmek!

“M”si olmayan şöyle demişti:

“Dünya-N-ızdan bana üç şey sevdirildi”!

Cehennem ateşinin yakmaması, kişinin “M”sinden arınmasıyla mümkündür!

“Nokta”sındaki kudreti yaşaması “M”sizliğiyle başlar!

“EviM”, “arabaM”, “bedeniM” türü bilinci bürümüş tüm “M”ler sayısız perdelerden bir perdedir!.

“M”lilerin dünyası ise yalnızca bir “oyun ve eğlence” ortamından başka bir şey değildir “nokta”larındaki kudret ile yaşayanlar için...

Bu yüzden de, “dünyaN” vardır onlar için...

Sayısız esma özelliklerinin açığa çıkması için yaratılmış “M” kullukları!

Elbette örtülmeli “Nokta”daki kudret bunu yaşama amaçlı yaratılmamışlara!.. Bunun için de elbirliği yapmalı “M” kullukları!

Ta ki, “nokta”daki kudretin yaşamı için var olmamış olanlar, o hazineden uzaklaşana kadar!

“Kullarından bir kısmını yaratmıştır cehennem için.” Onlar hakikati örtmenin sonuçlarını yaşayacaklardır dünyalarıNda... Ebeden!

“Kullarından bir kısmını yaratmıştır cennet için”!.. Onlar hakikate iman etmiş olmalarının ve bu imanın gereği olan yaşantıyı açığa çıkarmanın sonuçlarını yaşayacaklardır dünyalarında... Ebeden!

“Ulâikel Mukarrebûn”!.. “Allah” adıyla işaret olunanın esmâsının özelliklerini “Nokta”larındaki kudret ile seyir hâlinde olanlardır onlar! “Onlar senin kullarındır; ne dilersen onu yaparsın” diyerek.

Bilim yollu, “nokta”daki kudretin kokusunu alanlar, “secret” adı altında insanlara bunu pazarlamaya kalkmışlar...

Tasavvuf yollu bunun kokusunu alanlar, bu kokuyla “M”lerini besleyip, kokunun ayrıcalığıyla kendilerini başkalarından üstün görme gafletine düşerek, onlara hor gözle bakmaya başlamışlar; böylece de “nokta”larındaki kudretten perdeliliği yaşamaya başlamışlardır!

Evcilik oynamaktan kendini kurtaramadığı için, hakikatin ilmine hizmet edenlere sırt çevirenlerin basiretlerine geçirmiş olduğu perdeyi, başkasının kaldırması asla mümkün olmaz!

Işık varken zulmeti seçip; sonsuzluğa kanat açmak varken yarasa misali karanlık bir “M”de yaşamak kimine göre ne hüzün verici bir yaşam şekli!

Hakikatin olan “nokta”ndaki kudrete iman hâlinin senden açığa çıkması, “M”lerin olduğu sürece asla mümkün olmaz! “N” gözün asla açılmaz!

Stringler âleminde farkedilmeyen gerçek, bu boyutta “olabilirlik”in asla mümkün olmadığıdır! Çünkü, “NOKTA”daki şuur, yani “ilim” âlemlerin yani stringlerin hakikatidir!

“HASÎB” isminin işaret ettiği anlam, sünnetullah’da “olabilirlik-ihtimal”in asla söz konusu olmadığı gerçeğidir!

“Nokta” olan “Mutlak BEN”, insan adı altında, beyin ile “M”e bürünmüş ve böylece dünyası oluşmuştur!

“Esma terkibi” diye geçmişte adlandırdığımız, beyin kabiliyet ve istidadı ile “M”lenen “nokta”, buradan, yapı elverdiğince, kendindeki kudreti açığa çıkartmaktadır her an!

Bu yüzdendir ki, “M”lilerin dünyası bellidir! Değiştirilemez!

Evcilik oynamak için yaratılmış olanı baskıyla hakikat ehli yapamazsın! Baskı kalktığında kendi “M”sinin gereklerini ortaya koyacaktır!

Onun için demiştir ki sahabe, “Ya Rasûlullah, senin yanındayken neredeyse melekleri hissedeceğiz ama yanından uzaklaşınca dünyamıza dönüyoruz”!

Dünyasından geçemeyenin hakikat ilmi dedikodudan öteye geçmez! Dedikodu sohpetleriyle de hakikat yaşanmaz!

“Nokta”ndaki kudret için yaratılmışsan, sana, evcilik oynamaktan vazgeçip, “M”nden arınıp; dedikodu, gıybet, yalan, dolan, iftira dünyasından uzaklaşıp, Hakikat ilminin kemaliyle âlemleri ve Allah kullarını seyretmek kolaylaşacaktır.

Bu amaçla var olmamış isen, “M”li dünyanda, her an bir önceki senden açığa çıkanların sonuçlarını yaşamakla ömrün basiret körü olarak devam edecektir!

“M”lerin dünyası yüzünden “nokta”daki kudretten mahrum kalmayanlara ne mutlu...

AHMED HULÛSİ
15 Kasım 2007
Kaynak: http://www.ahmedhulusi.org/yazi/noktandakikudret.htm

selçuk efendi
06-08-2008, 14:41
Âlem Sûretleri ile tasarruf - Mehmet Doğramacı

Perşembe akşamlarını sohbetle değerlendiriyorlardı. Mübarek gecede bereketli bir yayın dalgası olduğuna, o dalgayı değerlendirerek yoğun tefekkürler, yeni idrakler gelişeceğine inanmışlardı.

“Sohbet cânı semirtir, hem âşığın ömrüdür

Hak Çalabın emriyle, Erenin himmetidir”

Yunus, sohbetin cânı, yani ruh gücünü geliştireceğini, muhabbetle ömre bedel anlar yaşanacağını, velilerin tasarruf ve himmetinin sohbet meclisleri üzerinde olduğunu gayet veciz ifade etmişti.

İlimce büyük olanları, halkayı idare ediyordu. Katılanlar o hafta ne düşünmüşlerse paylaşıma açıyorlar, böylece muhabbet başlıyordu. İlim ve hikmete daha çok yoğunlaşmak üzere ikram faslının abartılmaması, ikili konuşmalardan kaçınılması üzerinde anlaşmışlardı. İkram yoğunlaştıkça, ikili konuşmalar arttıkça ilmi çizgiden çıkıldığını, farklı mecralara kayıldığını tecrübe etmişlerdi.

Aralarında büyüklük ölçüsü yaş yada tecrübe değil, sadece ilimdi. Kim daha güzel açıyorsa ilk sözü o alıyordu. Kimsenin kimseye “Ben şu yönümle sizden ilerideyim” iması yapmadığı, her birinin azami ölçüde kardeşlik hukukuna riayet ettiği, sevginin saygı ölçeğinde geliştiği bir topluluktu işte. Her şey ilim içindi aralarında. Daha fazla fark edebilmek, fark ettiklerini daha güzel yaşayabilmek için bir araya geliyorlardı!… Sınırları netleştirmişlerdi, başlama saati de bitişi de, usulü de belliydi sohbetin. Hepsi buna dikkat ediyordu...

Akşam namazları eda edildi. Oruç olanlar çorbalarını, diğerleri mideyi yormayacak hafif ikramlarını çabucak aldılar. Konu açılacak, birinci kısımda ilmi tahliller, çözümlemeler yapılacak, arada çaylar içilecek, ikinci bölümde herkesin neyi nasıl anladığı dile dökülerek ortak idrake varılmaya çalışılacaktı!..



ÖTELERDEN BERİYE!



Hepsinin son dönemde iç dünyasında hissettiği şey aynı idi:

-Çok kavram ezberledik, epey şey biliyoruz, tahliller de yapıyoruz ama işin hakikatinİ kendimizde bulamadık bir türlü… Hep bir şeyler ötede kalıyor, beriye getiremedik.

Bu, ilim OKUmaya çalışanların ortak derdi idi aslında. İşin hakikatine kendinde varmak, olayı iliklerine kadar hissedip kendi idrak hamurunu yoğurmak, pişirmek, gıdalanmak, artık ciddi ciddi isteniyordu. Talepler hep bu yönde idi. İlimce büyükleri, cebinden bir not kağıdı çıkardı ve okudu:

"La" nın manası ancak "Allah'ın âlemlerdeki tasarrufu âlem sûretleriyledir"... başkaca değil... uyarısı anlaşıldıktan sonra fark edilir ve nasipte varsa yaşanır! Sır "LÂ ilahe" nin anlaşılmasında, ve "illallah"ın açılımı olan "alemlerdeki tasarruf" konusundadır. Bu çok iyi anlaşılmalıdır. Çokları anladım sanarak bunu hiç idrak etmeden kendini vahdet ehli diye avutarak geçer gider!

-Dostlar bu söz üzerine biraz düşünelim istiyorum ne dersiniz?

Ev sahibi Ersin, her zamanki samimiyet ve koçaklığı ile:

-Valla beni aşar abi o söz. Sende bişiyler varsa söyle, dedi.

Eşi Nursel, Ersin’e karşı çıktı:

-“Beni aşar” yok Ersin. Öyle dedin mi kendi kendini kapatır, beynini örtersin, “Şimdi anlamıyorum ama anlamaya açığım” diyeceksin.

Nursel, beyne olumsuz kod vermenin ne derece bilince perde çektiğine dair çok yerinde bir ikazda bulunmuştu. Kilosu sebebiyle sık sık terini silen, iki de bir kayan gözlüğünü düzelten Yüksel söze girdi:

-Bence bu sözü bir tefekkür hammaddesi olarak alalım. Tefekkür usulümüz ne idi? Hatırlayın.

Yüksel’in kadim dostu Asım hatırladı:

-Tefekkür usulünü Vahdet Bey-13 te ana hatları ile okumuştuk. O zaman bu sözde anahtar kavram ne, onu bulacağız önce.

Sessizliği ile bilinen Rahim abi:

-Anahtar kavram çok açık! Ehli, gözümüze sokarcasına tekrarlamış: ALEM SURETLERİ. Ama alem sureti ne, işte orası düğümlü!

-Düğümleri açmak için toplandık be abi, açarız evvelallah, dedi Mehtap.

Sözü ilk ortaya atan devam etti:

-Dostlar, bereketli bir gece olacağa benzer. Evet anahtar ALEM SURETLERİ.. Ama onun da ne olduğunu çözümlemek için lokmayı az daha küçültelim. Önce SURET, sonra ALEM kelimelerini bir konuşalım.

-Böl, parçala, yut taktiği ha, böldükten sonra ya toplayamazsak, dedi İhsan. Gevrek gevrek gülerek.

Ali ona tatlı sert çıkıştı:

-Oğlum hep olumsuz bakmak zorunda mısın? Olumlu bak ki güzel gelişsin.

Ali, çoğumuzun içine düştüğü negativite ve olumsuz bakışın zararlarına dikkat çekmek istemişti. Bakışlarımızla düşüncelerimizi geliştirirken nedense beşer yönümüz olumsuza daha yatkın oluyordu. O sebeple, değil olumsuzu dillendirmek, aklımıza bile getirmemek gerekiyordu.



BEYİN VE SURET



Sözü gündeme taşıyan İbrahim, suret kelimesini ortaya serdi:

-Beyin, suretlerle çalışır dostlar. Salt manayı kavramak, suret olmasa neredeyse bizim boyutumuzda mümkün değil. Onun için ismi- cismi ne olursa olsun biz her şeyi suretlerle, resimlerle düşünür ve idrak ederiz.

-Nasıl yani, dedi Ersin?..

-Ersin, nasıl olduğunu sende deneyelim şimdi. Bir kavramı ele al ve anlat bize.

-Hangi kavramı?..

-Mesela ŞEFKAT olsun bu. Şefkat nedir, düşün ve 5-10 cümle ile anlat.

Ersin topluluk önünde hiç konuşmamıştı. Biraz daraldı. Kitabi mi konuşacaktı, ilmi mi, yoksa kafadan sallasa olur muydu, bir süre git gel yaşadı kendi içinde. İbrahim sıkıntısını aşmasına yardımcı oldu:

-Dostum hiç bunalma… Şefkat deyince ne anlıyorsan anlat bize.

Ersin düşüne dururken küçük Funda birer soğuk su dağıttı misafirlere. Klimaya ayar yapıldı. Sıcaktı ama klimadan rahatsızlananlar da olabiliyordu farkına varmadan. Ersin’in hazır olduğunu gören İbrahim:

-Evet dostlar, dikkatle Ersin’i dinliyoruz, dedi.

Ersin:

-Şefkat deyince benim aklıma, ilkokulda öğretmenimin başımı okşaması gelir. Şefkati o an çok kuvvetli hissederdim. Bir de babamın benimle oynaması. Güreş tutardı babam rahmetli benimle. Çocuğum, onu nasıl yeneyim? Ama yenilmiş görünür, beni savururken dahi son derece dikkat ederdi.

Bir de şefkat deyince ana kuşun yuvaya solucan getirip yavrunun ağzına verişi gelir. Ben hayvanlara çok şefkatliyim. Geçen kış yağmurda titreyen bir kediyi aldım eve. Saç kurutma makinesi ile üstünü kuruttum. Sütünü içince aha şuraya kıvrılıp bir uyuması vardı ki onun içime saldığı huzuru size tarif edemem.

İbrahim anlatılanları yeterli buldu ve tekrar sordu:

-Ersin bize şefkati anlatırken hangi imgeleri kullandı arkadaşlar?

Hepsi sırayla söylediler:

-Öğretmen başını okşamış.

-Babası ile güreş tutmuş.

-Kuş ve yavrusu.

-Sokaktan eve aldığı kedi.

Asım bize söyler misin, Ersin ne yaptı şimdi:

-Suretler çizdi. Başka da yapamazdı, çünkü beynin çalışma sistematiği bu!



KİMDEN KİME?



Buradan ne ders alınacağını özetledi İbrahim:

-Beyin suretlerle çalışıyor. Düşünürken hemen suret oluşturuyor, resimler yapıyor, hikayeler kuruyoruz. Demek ki bir alem olan beyinde, isimler suretlerle dile dökülüyor, açığa çıkıyor. Malum beyin mikro evren, evren makro beyin.

-Şimdi söyle bakalım Ersin, Allah’ın kullarına merhamet etmesi, şefkati derken, kim, nereden, nereye şefkat gösteriyor?..

Ersin kendi anlattıklarından güç alarak cesur şeyler söyledi:

-Bize yada mahlukata öteden biri şefkat göstermiyor. Benim kediye gösterdiğim şefkat, öğretmenimin bana yaptığı, babamın bana hassasiyeti hep Allah’ın merhameti!..

-Yani, az daha aç Ersin!

-Yanisi şu abi, Allah’ın tasarrufu dediğimiz şey kuldan kula bir sistemle işliyor, diyebilirim.

Gülcan, suretlerin açığa çıkışı konusuna dönerek sordu:

-Beynimizdeki manalar suretlerle dile dökülüyor ise, Makro Beyin olan kainatta da manalar suretlerle açığa çıkıyor, denebilir mi?..

-“Mikro evrendir beyin, Makro beyindir evren” sözünün bir işareti de bu zaten…

-O zaman burada çoğu kere unuttuğumuz dehşet bir gerçek var!

Dehşet deyince hepsi irkilmişlerdi. Gülcan devam etti.

-Beynim, manaları suretler ile açığa çıkarıyor, anlaşılır hale getiriyor ise, aynı beyin, düşüncede, batında oluşan bazı manaları,yoğunlaştığımız bazı şeyleri zahirimize çıkartıp suretler halinde önümüze, yaşamımıza çekiyor olabilir mi?..

Günün flash sorusu buydu işte. İbrahim konuyu bu noktaya az daha geç getirecekti ama Gülcan tetiklemişti artık! Rahim abi Gülcan’a “Helal sana kız” dercesine el işareti yaptıktan sonra:

-Hele çayları verin çocuklar, az sonra bu soruya yoğunlaşalım, dedi.

Çay faslı esnasında hepsi suretlendirme konusunda ufak fikir alışverişleri yaptılar. Bisküvi ve pastalar alındı, ilk bardaklar bitirilince sohbetin ikinci kısmına geçildi. Rahim abi:

-Arası soğumasın, Gülcan’ın sorusunu açmadan önce, eklemek istediği bir şey olan var mı? Yoksa İbrahim bize Ersin’in anlattıklarından çıkanı şöyle bir toparlasın, dedi.

İbrahim:

-Beyin suretlerle işliyor. Manaları suretlerle dile döküyor, idrakimize yerleştiriyoruz. Suretlendirme esnasında oluşan şey ise; Tek Bilincin dilediğinin bizden ve muhataplarımızdan açığa çıkmakta olduğu gerçeği.

-Yani Allah’ın tasarrufu, kuldan kula, kullar aracılığı ile kullara ve mahlûkata erişiyor. Artık bunu bilen bizler, “Allah filana merhamet etti, filana gazap etti” derken biraz düşüneceğiz. Niçin?..

-Böyle dediğimizde otomatikman öteye düşeriz de ondan, dedi Yüksel.

-Evet, işte bunu iyi kavrayın, öteden bir gazap yada rahmet değil, sizden size, bir kuldan ötekine doğru işleyen TEK bir zuhur var! Rahmet de, Gazap da, İntikam da, İkram da, Bela da, Nimet de böyle hayata geçiyor.



TOHUMU KİM EKTİ?



Asım söze girdi:

-Fakat burada şunu unutmayalım. Gülcan’ın ortaya attığı şeyle bağladığımızda dehşet ötesi bir gerçek çıkacak ortaya.

Yüksel:

-Ya oğlum, bırak dehşeti mehşeti. Sakin ol yaaa. Abartmanın lüzumu yok.

Asım:

-Muhteşem gerçek diyeyim öyle ise. Anladığım şu; beynimizde yoğunlaşan manalarla dış dünyadaki suretleri biz çekiyoruz. Bazen şahıs, bazen olay, bazen mekân olarak önümüze geliyorlar. Ama bunun ilk startı bizde oluşuyor.

Rahim abi birden kesti Asım’ı:

-Sakın ha, her şey bende demeyesin! Kulluk edebini unutmayalım. Evren bizden ibaret değil. Her şeyi biz oluşturuyoruz bakışı, Deccal’ın ekmeğine yağ sürer, aman dikkat!..

Asım:

-Her şeyi biz yapıyoruz, demeyecektim zaten. Şunun idrakindeyim: Her şeyi bizde Tek bilinç oluşturuyor. Bu büyük gerçeği hatırdan çıkarmadan, hologram gerçeği paralelinde devam edebilir miyim?.

Yüksel:

-Adamı hasta etme oğlum, ne izni? Konuş işte.

Asım:

-Benim düşünce, hayal, ideal, sevgi, nefret olarak yoğunlaştıklarım, günün birinde şahıs yada olay olarak önüme geliyor olabilir mi?..

İbrahim:

-Dostlar hakikaten ciddi bir dönemece girdik. Burayı iyi düşünün. Hangi düşüncelerle neler ürettik? Önümüze gelenler neyin eseri? Taaa çocukluğunuza giderek düşünün. Herkes düşünsün. Hatırına gelen, anlatsın.

Bir süre sessizce düşündüler. Herkes derin derin kendi hayatına yoğunlaştı. Ersin söz aldı:

-Küçüklüğümde Türk Sinemasının kötü adamı Erol Taş’a çok gıcık kapmıştım. Gaddar, zalim adamları hala sevmem. Şimdi fark ediyorum, işyerimde, apartmanımda, arkadaş gruplarında Erol Taş’lar çevremden hiç eksik olmadı arkadaş!

Ersin öyle bir ses tonu ve jest- mimikle anlatmıştı ki ister istemez herkes koptu, kahkahalar salonu çınlattı… “Meğer onların hepsini ben çağırmış, Erol Taş’ları habire çoğaltmışım be arkadaş” diye ekledi Ersin.

Rahim abi: “Sohbetlerde isim geçmesin ki gıybet vadisine düşmeyelim. Merhum Erol Taş’a bir Fatiha lütfen!..”



Asım:

-Paylaşmayı sevdim hep. Tek bir simidim olsa, böler, paylaşırım. Şükür, hayatımda önüme hep paylaşımcı dostlar çıktı. Bakın sizler de benimle ilminizi paylaşıyorsunuz. Ne mutlu bana.

Bunları derken gözleri buğulandı Asım’ın. Resmen ağlıyordu. Kankası Yüksel kükredi:

-Bana bak, duygusallık yok oğlum, duygusallık yok, çık yüzünü yıka.

Asım lavaboya giderken Nursel:

-Babam çok sertti. Aşırı tepkileri vardı. En kötüsü de bana ve kardeşlerimize “Sizden bir şey olmaz, bir baltaya sap olamazsınız, başaramazsınız” der dururdu. Ona çok içerlenirdim. Bu hep beynimde kaldı. Evlendim, kocam “Başaramazsın” dedi. İşyerine gittim, patronum “Başaramazsın” diyor hep. Ama biliyorum ve şimdi anlıyorum ki ben babamın olumsuz sözlerini fidan büyütür gibi sulamışım beynimde. Suladığım büyümüş, dal- budak yayıp önüme gelmiş hayatımın her alanında…



MUSAVVİRE- VERİTABANI- GENETİK- HAFIZA- MÜDRİKE



Mehtap, canlı misallerin çokça zikredildiği ama işin mekaniğinin tam açılmadığı bu noktada söz istedi:

-Galiba önemli bir ayrıntıyı atlıyoruz. Musavvirenin oluşumunda, yani beynin suretler üreterek anlamasında ince noktalar var!

-Tamam abla, sen aç bize atlamayalım oraları, dedi İhsan. Mehtap devam etti:



-Yeni bir kavram konusunda Musavvire çalışırken herkeste aynı şekilde çalışmıyor. Suretler, veritabanlarımızdan hareketle oluşuyor! İmgenin oluşumu veritabanlarımıza göredir. Uygun veri varsa o kavram suret kazanır, yoksa o gelen mana için beyin; otomatikman “Anlamsız!” yargısına varır ve kendini kapatır!

Ali, epey bir suskunluktan sonra bağırmamak için kendini zor tutar bir eda ile araya girdi:

-Hani, kavramsal anlatımlardan yorulmuştuk? Hani, her şeyi adam gibi anlatacaktık. Ben anlamam kardeşim, soyut konuşmayın. Beyin neyi neye göre değerlendirir, neye göre kendini örter misal verin yaaa. Anlaşılır şeyler konuşun!

Misalli anlatımların daha bir kalıcı olduğuna inanan Asım, Ali’yi desteklediği gibi, olayı açmak için düşündüklerini döktü:

-Mesela yeni bir kavram ele alalım. Bu füze olsun, uzay aracı füze. Füzenin ne olduğunu musavvire çalıştırarak kavramak için, kişinin uçak, paraşüt, helikopter gibi kavramları biliyor olması imgelemi kolaylaştırır. Uçağın çok daha hızlısı, hem yukarı doğru uçan dersin, o da anlamaya çalışır.

-Ammmaaaaa, adam hayatında hiç uçak görmemişse, paraşüt bilmiyorsa, köyünde sadece at arabasından haberdar ise, ona bunu nasıl anlatacaksın?.. Neyi nereye bağlayıp suret kuracak ki?!... Kuramaz, derhal kapatır kendini…

Asım’ın tespiti hepsi tarafından onaylandı. Söylediklerinden bir başka mana daha çıkmıştı: Bilmediklerimizi, bildiklerimize kıyasla kavrıyorduk! Bu da yeni kavramı değerlendirmede eskiden destek alma gibi bir sonucu doğuruyordu. Eskiyi mihver almak belki ilk sıçrama için iyiydi ama orada da şu tehlike vardı: Yeniyi eskiyle kayıt altına almak, yeni idraki eskiye kilitlemek!..

İşte bu feci bir şeydi. “Ben onlara Allah’ı anlattım, onlar tuttular tanrılarını update ettiler” ikazını çeken işte bu eskiye kıyas ve eskiyle yeniyi değerlendirme tavrı idi…Mehtap devam etti:

-Gelen manaya karşı beyin imge kurabilmişse bunu hafızaya atar! Hafızada tutulan imge, kavrama yöntemiyle Müdrikeyi, yani idraki açar! Yani Musavvire, Müdrikeyi tetiklemiş olur!

Ali, Musaavvire, Müdrike gibi bilmediği kelimelere de tepki verecekti ama Asım’ın misalinden sonra biraz daha anlar olmuş, susmuştu. Yüksel “Bu oluşumun sonucunda idrak ettiğimizi nasıl anlarız?”, diye sordu Mehtap’a?.. Öyle ya, yeniyi anladığımızı kendimizde nasıl fark ederiz? Mehtap buna basit bir tepki sesi ile cevap verdi:

-“Ahhaaaa!... Vay canınaaaa!.. Demek!!! İşte bu beeeee, işte buuu!” deriz ya Yüksel, işte o tepkin, imgenin idrake dönüştüğünün ilk işareti.

Yüksel, anlaşılmayan, imge kurulamayan bilginin beyinde ne yapıldığını da merak etmişti.

Mehtap:

-İmge kurulamayan bilgi hafızaya atılır ve orada ezber olarak kalır. İşe yaramadığı fark edildikçe de kullanılmadığı için unutulur gider… Yani bir süre sonra beyin, kayıtlardan çıkarır onu.

Ali, konuşulanlara genetik ve geleneksel birikim açısından eklemeler yaptı:

-Belki garip ama, beynimiz bence objektif değerlendirme yapmıyor! Hepimizin kavrama ve değerlendirmesinde veritabanı, genetik miras, içinde yetişilen çevre, duygusal bağlar, yaşanmış bazı kalıcı tesirler çok çok etkili..

Alem Suretinin henüz suret aşamasını konuşuyorlardı. Konu nereden nerelere akmıştı. İşte sohbetin feyzi- bereketi bu idi…

Ortama hafif bir gül kokusu yayılmıştı. Hanımlardan biri sordu, “Gizlice esans süren kim?..” Herkes birbirine baktı, esans süren yoktu. Esans süren olmamasına rağmen herkesin algıladığı gül kokusu neydi öyleyse? Rahim abi müdahil oldu:

-Kokuya takılmayın. Anlayan, içinde tutsun, salavat okusun. Konumuza devam edelim.



ELLERİMLE BÜYÜTTÜĞÜM!



İçeri odada oynayan çocuklar teybin sesini biraz fazla açmışlar, sohbete Barış ağabeyin şarkısı da karışmıştı.

Ellerimle büyüttüğüm, solar iken dirilttiğim
Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin
Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin

Dağlar dağlaaaaarrrrr

Biri gidip kapıyı kapadı, ama çocuklara kızmadan. Gülcan, İbrahim’e müdrike ve musavvire babını kapamadan bir soru sordu:

-Yoğunlaştığımız manaların suretlenmesi ve günlük hayatta önümüze gelmesi konusunu az daha açsak. Her mana gelir mi?.. Hangileri suretlenip canlanıyor?..

İbrahim, suretlendirme konusunda son cümleleri söyledi:

-Musavvirede suretlenen mana, hafızaya geçerken yoğun duygularla yoğrulur. Yoğun duygularla yoğrulmamış, beslenmemişse canlanmaz, sadece ham bilgi olarak kalır.

Gülcan;

-Yani Ersin’in “Meğer ben kopyalamışım, üretmişim zalim adamı” dediği, Nursel’in “Başaramazsın sözünü sulamış, fidanı ellerimle büyütmüşüm” dediği şey, musavvirenin duygu ile yoğrulması mı?

“Aynen öyle” dedi İbrahim.

-Beton harcı karar gibi sular, karıştırır, kalıba döker, dondurur, imal ederiz. Yada besleriz fidan gibi. Meyve önümüze gelince yada sert betona çarpınca da “Bunu kim yaptı?” diye dünyanın en saçma, en tuhaf sorusunu sorarız!…

Epeydir susan İhsan, hafif uyku çökmüş göz kapaklarını kaldırarak ağır ama derin sözlerle döndü ortama:

-Allah da yaratır, insan da yaratır diyor Abdülkerim Ciyli (ks) Hazretleri. İnsan da yaratır sözünün bir yönü suretlendirmelerimiz olsa gerek! Daha açığı, biz kendi,…….

Rahim abi pat diye kesti:

-Tamam İhsan, sen şekerlemene devam et. Sus! Konuşma! Söz İbrahim’de zaten!

Rahim abi, ani müdahalelerde bulunurdu zaman zaman. Kimse ona bozulmazdı, kızmazdı. Çünkü her müdahalesi bir hikmete binaendi. Bazen düşen idrak seviyesini yukarı çekmek için, bazen kulluk çizgisinden çıkmamak için, bazen de sırlar etrafa saçılmasın diye keserdi.

İbrahim bu faslı toparladı:

-Evet sevgili dostlar! Suretlendirmenin bir başka boyutunu da şöyle anlayalım: Yoğunlaştığımız manaları çekiyoruz!... Günün birinde er yada geç önümüze geliyorlar. Bunu fark ettikten sonra düşüncelerimizi, ideallerimizi, dualarımızı, kırıklıklarımızı, sevgilerimizi daha bir ölçülü kontrol ederiz diye düşünüyorum.

Rahim abi takvim yaprakları taşırdı üstünde. Bir takvim yaprağının arkasındaki sözü okudu:

Söylediklerinize dikkat edin; Düşünceleriniz olur...

Düşüncelerinize dikkat edin; Duygularınız olur...

Duygularınıza dikkat edın; Davranışlarınız olur...

Davranışlarınıza dikkat edin; Alışkanlıklarınız olur...

Alışkanlıklarınıza dikkat edın; Değerleriniz olur...

Değerlerinize dikkat edin; Karakteriniz olur...

Karakterinize dikkat edin; Kaderiniz olur...

İbrahim’in vurguladığı gerçek, Rahim ağabeyin okuduğu sözler derin ve uzun bir sessizlik oluşturdu. Hepsi, hangi halleri ile neyi çektiklerini, hangi düşüncelerinin hangi suretlerle önlerine geldiğini düşünüyordu uzun uzun… İbrahim bu gerçeğe dair büyük zatların sözlerine de vurgu yaptı:

“Cihan dağdır! Yaptıklarımız ses! Ses yankılanıp geri dönünce, orada bağıran kim demek ne kadar abes?... Senin sesin o!”

”Can Konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan; ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir. Neyi arıyorsan O’sun sen!...” (Mevlana)



Cennet ü dûzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr
Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın

Hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle
Noksanı meğer adl-i ilâhîde mi sandın

(Kenan Rıfai)

Rahim abi:

-Nutku Şerifin hepsini İbrahim bize okusun, bir de açıklasın, ondan sonra geceye son verelim çocuklar.

Nutk-u Şerif okundu ve açıklandı.

“Allah’ın alemlerdeki tasarrufunun alem suretleri ile olduğuna” dair ilk gerçekler hafızalara yerleşmişti. Hepsi bu değildi tabii. Henüz buz dağının görünen yüzünü bile konuşmuş değillerdi.

Kısa bir yaklaşım denemesiydi yaptıkları. İşin daha derin boyutları vardı. Onları da haftaya konuşalım diyerek vedalaştılar.

(Sürecek)

Meraklısına:

1-NUTKU ŞERİF:

http://tr.netlog.com/go/explore/videos/videoid=1369558

2-HER ŞEY SENDE GİZLİ: http://video.eksenim.mynet.com/sancak64/HERSEY_SENDE_GIZLI/126505/

selçuk efendi
06-08-2008, 14:42
Âlem Sûretleri ile tasarruf - Mehmet Doğramacı

Perşembe akşamlarını sohbetle değerlendiriyorlardı. Mübarek gecede bereketli bir yayın dalgası olduğuna, o dalgayı değerlendirerek yoğun tefekkürler, yeni idrakler gelişeceğine inanmışlardı.

“Sohbet cânı semirtir, hem âşığın ömrüdür

Hak Çalabın emriyle, Erenin himmetidir”

Yunus, sohbetin cânı, yani ruh gücünü geliştireceğini, muhabbetle ömre bedel anlar yaşanacağını, velilerin tasarruf ve himmetinin sohbet meclisleri üzerinde olduğunu gayet veciz ifade etmişti.

İlimce büyük olanları, halkayı idare ediyordu. Katılanlar o hafta ne düşünmüşlerse paylaşıma açıyorlar, böylece muhabbet başlıyordu. İlim ve hikmete daha çok yoğunlaşmak üzere ikram faslının abartılmaması, ikili konuşmalardan kaçınılması üzerinde anlaşmışlardı. İkram yoğunlaştıkça, ikili konuşmalar arttıkça ilmi çizgiden çıkıldığını, farklı mecralara kayıldığını tecrübe etmişlerdi.

Aralarında büyüklük ölçüsü yaş yada tecrübe değil, sadece ilimdi. Kim daha güzel açıyorsa ilk sözü o alıyordu. Kimsenin kimseye “Ben şu yönümle sizden ilerideyim” iması yapmadığı, her birinin azami ölçüde kardeşlik hukukuna riayet ettiği, sevginin saygı ölçeğinde geliştiği bir topluluktu işte. Her şey ilim içindi aralarında. Daha fazla fark edebilmek, fark ettiklerini daha güzel yaşayabilmek için bir araya geliyorlardı!… Sınırları netleştirmişlerdi, başlama saati de bitişi de, usulü de belliydi sohbetin. Hepsi buna dikkat ediyordu...

Akşam namazları eda edildi. Oruç olanlar çorbalarını, diğerleri mideyi yormayacak hafif ikramlarını çabucak aldılar. Konu açılacak, birinci kısımda ilmi tahliller, çözümlemeler yapılacak, arada çaylar içilecek, ikinci bölümde herkesin neyi nasıl anladığı dile dökülerek ortak idrake varılmaya çalışılacaktı!..



ÖTELERDEN BERİYE!



Hepsinin son dönemde iç dünyasında hissettiği şey aynı idi:

-Çok kavram ezberledik, epey şey biliyoruz, tahliller de yapıyoruz ama işin hakikatinİ kendimizde bulamadık bir türlü… Hep bir şeyler ötede kalıyor, beriye getiremedik.

Bu, ilim OKUmaya çalışanların ortak derdi idi aslında. İşin hakikatine kendinde varmak, olayı iliklerine kadar hissedip kendi idrak hamurunu yoğurmak, pişirmek, gıdalanmak, artık ciddi ciddi isteniyordu. Talepler hep bu yönde idi. İlimce büyükleri, cebinden bir not kağıdı çıkardı ve okudu:

"La" nın manası ancak "Allah'ın âlemlerdeki tasarrufu âlem sûretleriyledir"... başkaca değil... uyarısı anlaşıldıktan sonra fark edilir ve nasipte varsa yaşanır! Sır "LÂ ilahe" nin anlaşılmasında, ve "illallah"ın açılımı olan "alemlerdeki tasarruf" konusundadır. Bu çok iyi anlaşılmalıdır. Çokları anladım sanarak bunu hiç idrak etmeden kendini vahdet ehli diye avutarak geçer gider!

-Dostlar bu söz üzerine biraz düşünelim istiyorum ne dersiniz?

Ev sahibi Ersin, her zamanki samimiyet ve koçaklığı ile:

-Valla beni aşar abi o söz. Sende bişiyler varsa söyle, dedi.

Eşi Nursel, Ersin’e karşı çıktı:

-“Beni aşar” yok Ersin. Öyle dedin mi kendi kendini kapatır, beynini örtersin, “Şimdi anlamıyorum ama anlamaya açığım” diyeceksin.

Nursel, beyne olumsuz kod vermenin ne derece bilince perde çektiğine dair çok yerinde bir ikazda bulunmuştu. Kilosu sebebiyle sık sık terini silen, iki de bir kayan gözlüğünü düzelten Yüksel söze girdi:

-Bence bu sözü bir tefekkür hammaddesi olarak alalım. Tefekkür usulümüz ne idi? Hatırlayın.

Yüksel’in kadim dostu Asım hatırladı:

-Tefekkür usulünü Vahdet Bey-13 te ana hatları ile okumuştuk. O zaman bu sözde anahtar kavram ne, onu bulacağız önce.

Sessizliği ile bilinen Rahim abi:

-Anahtar kavram çok açık! Ehli, gözümüze sokarcasına tekrarlamış: ALEM SURETLERİ. Ama alem sureti ne, işte orası düğümlü!

-Düğümleri açmak için toplandık be abi, açarız evvelallah, dedi Mehtap.

Sözü ilk ortaya atan devam etti:

-Dostlar, bereketli bir gece olacağa benzer. Evet anahtar ALEM SURETLERİ.. Ama onun da ne olduğunu çözümlemek için lokmayı az daha küçültelim. Önce SURET, sonra ALEM kelimelerini bir konuşalım.

-Böl, parçala, yut taktiği ha, böldükten sonra ya toplayamazsak, dedi İhsan. Gevrek gevrek gülerek.

Ali ona tatlı sert çıkıştı:

-Oğlum hep olumsuz bakmak zorunda mısın? Olumlu bak ki güzel gelişsin.

Ali, çoğumuzun içine düştüğü negativite ve olumsuz bakışın zararlarına dikkat çekmek istemişti. Bakışlarımızla düşüncelerimizi geliştirirken nedense beşer yönümüz olumsuza daha yatkın oluyordu. O sebeple, değil olumsuzu dillendirmek, aklımıza bile getirmemek gerekiyordu.



BEYİN VE SURET



Sözü gündeme taşıyan İbrahim, suret kelimesini ortaya serdi:

-Beyin, suretlerle çalışır dostlar. Salt manayı kavramak, suret olmasa neredeyse bizim boyutumuzda mümkün değil. Onun için ismi- cismi ne olursa olsun biz her şeyi suretlerle, resimlerle düşünür ve idrak ederiz.

-Nasıl yani, dedi Ersin?..

-Ersin, nasıl olduğunu sende deneyelim şimdi. Bir kavramı ele al ve anlat bize.

-Hangi kavramı?..

-Mesela ŞEFKAT olsun bu. Şefkat nedir, düşün ve 5-10 cümle ile anlat.

Ersin topluluk önünde hiç konuşmamıştı. Biraz daraldı. Kitabi mi konuşacaktı, ilmi mi, yoksa kafadan sallasa olur muydu, bir süre git gel yaşadı kendi içinde. İbrahim sıkıntısını aşmasına yardımcı oldu:

-Dostum hiç bunalma… Şefkat deyince ne anlıyorsan anlat bize.

Ersin düşüne dururken küçük Funda birer soğuk su dağıttı misafirlere. Klimaya ayar yapıldı. Sıcaktı ama klimadan rahatsızlananlar da olabiliyordu farkına varmadan. Ersin’in hazır olduğunu gören İbrahim:

-Evet dostlar, dikkatle Ersin’i dinliyoruz, dedi.

Ersin:

-Şefkat deyince benim aklıma, ilkokulda öğretmenimin başımı okşaması gelir. Şefkati o an çok kuvvetli hissederdim. Bir de babamın benimle oynaması. Güreş tutardı babam rahmetli benimle. Çocuğum, onu nasıl yeneyim? Ama yenilmiş görünür, beni savururken dahi son derece dikkat ederdi.

Bir de şefkat deyince ana kuşun yuvaya solucan getirip yavrunun ağzına verişi gelir. Ben hayvanlara çok şefkatliyim. Geçen kış yağmurda titreyen bir kediyi aldım eve. Saç kurutma makinesi ile üstünü kuruttum. Sütünü içince aha şuraya kıvrılıp bir uyuması vardı ki onun içime saldığı huzuru size tarif edemem.

İbrahim anlatılanları yeterli buldu ve tekrar sordu:

-Ersin bize şefkati anlatırken hangi imgeleri kullandı arkadaşlar?

Hepsi sırayla söylediler:

-Öğretmen başını okşamış.

-Babası ile güreş tutmuş.

-Kuş ve yavrusu.

-Sokaktan eve aldığı kedi.

Asım bize söyler misin, Ersin ne yaptı şimdi:

-Suretler çizdi. Başka da yapamazdı, çünkü beynin çalışma sistematiği bu!



KİMDEN KİME?



Buradan ne ders alınacağını özetledi İbrahim:

-Beyin suretlerle çalışıyor. Düşünürken hemen suret oluşturuyor, resimler yapıyor, hikayeler kuruyoruz. Demek ki bir alem olan beyinde, isimler suretlerle dile dökülüyor, açığa çıkıyor. Malum beyin mikro evren, evren makro beyin.

-Şimdi söyle bakalım Ersin, Allah’ın kullarına merhamet etmesi, şefkati derken, kim, nereden, nereye şefkat gösteriyor?..

Ersin kendi anlattıklarından güç alarak cesur şeyler söyledi:

-Bize yada mahlukata öteden biri şefkat göstermiyor. Benim kediye gösterdiğim şefkat, öğretmenimin bana yaptığı, babamın bana hassasiyeti hep Allah’ın merhameti!..

-Yani, az daha aç Ersin!

-Yanisi şu abi, Allah’ın tasarrufu dediğimiz şey kuldan kula bir sistemle işliyor, diyebilirim.

Gülcan, suretlerin açığa çıkışı konusuna dönerek sordu:

-Beynimizdeki manalar suretlerle dile dökülüyor ise, Makro Beyin olan kainatta da manalar suretlerle açığa çıkıyor, denebilir mi?..

-“Mikro evrendir beyin, Makro beyindir evren” sözünün bir işareti de bu zaten…

-O zaman burada çoğu kere unuttuğumuz dehşet bir gerçek var!

Dehşet deyince hepsi irkilmişlerdi. Gülcan devam etti.

-Beynim, manaları suretler ile açığa çıkarıyor, anlaşılır hale getiriyor ise, aynı beyin, düşüncede, batında oluşan bazı manaları,yoğunlaştığımız bazı şeyleri zahirimize çıkartıp suretler halinde önümüze, yaşamımıza çekiyor olabilir mi?..

Günün flash sorusu buydu işte. İbrahim konuyu bu noktaya az daha geç getirecekti ama Gülcan tetiklemişti artık! Rahim abi Gülcan’a “Helal sana kız” dercesine el işareti yaptıktan sonra:

-Hele çayları verin çocuklar, az sonra bu soruya yoğunlaşalım, dedi.

Çay faslı esnasında hepsi suretlendirme konusunda ufak fikir alışverişleri yaptılar. Bisküvi ve pastalar alındı, ilk bardaklar bitirilince sohbetin ikinci kısmına geçildi. Rahim abi:

-Arası soğumasın, Gülcan’ın sorusunu açmadan önce, eklemek istediği bir şey olan var mı? Yoksa İbrahim bize Ersin’in anlattıklarından çıkanı şöyle bir toparlasın, dedi.

İbrahim:

-Beyin suretlerle işliyor. Manaları suretlerle dile döküyor, idrakimize yerleştiriyoruz. Suretlendirme esnasında oluşan şey ise; Tek Bilincin dilediğinin bizden ve muhataplarımızdan açığa çıkmakta olduğu gerçeği.

-Yani Allah’ın tasarrufu, kuldan kula, kullar aracılığı ile kullara ve mahlûkata erişiyor. Artık bunu bilen bizler, “Allah filana merhamet etti, filana gazap etti” derken biraz düşüneceğiz. Niçin?..

-Böyle dediğimizde otomatikman öteye düşeriz de ondan, dedi Yüksel.

-Evet, işte bunu iyi kavrayın, öteden bir gazap yada rahmet değil, sizden size, bir kuldan ötekine doğru işleyen TEK bir zuhur var! Rahmet de, Gazap da, İntikam da, İkram da, Bela da, Nimet de böyle hayata geçiyor.



TOHUMU KİM EKTİ?



Asım söze girdi:

-Fakat burada şunu unutmayalım. Gülcan’ın ortaya attığı şeyle bağladığımızda dehşet ötesi bir gerçek çıkacak ortaya.

Yüksel:

-Ya oğlum, bırak dehşeti mehşeti. Sakin ol yaaa. Abartmanın lüzumu yok.

Asım:

-Muhteşem gerçek diyeyim öyle ise. Anladığım şu; beynimizde yoğunlaşan manalarla dış dünyadaki suretleri biz çekiyoruz. Bazen şahıs, bazen olay, bazen mekân olarak önümüze geliyorlar. Ama bunun ilk startı bizde oluşuyor.

Rahim abi birden kesti Asım’ı:

-Sakın ha, her şey bende demeyesin! Kulluk edebini unutmayalım. Evren bizden ibaret değil. Her şeyi biz oluşturuyoruz bakışı, Deccal’ın ekmeğine yağ sürer, aman dikkat!..

Asım:

-Her şeyi biz yapıyoruz, demeyecektim zaten. Şunun idrakindeyim: Her şeyi bizde Tek bilinç oluşturuyor. Bu büyük gerçeği hatırdan çıkarmadan, hologram gerçeği paralelinde devam edebilir miyim?.

Yüksel:

-Adamı hasta etme oğlum, ne izni? Konuş işte.

Asım:

-Benim düşünce, hayal, ideal, sevgi, nefret olarak yoğunlaştıklarım, günün birinde şahıs yada olay olarak önüme geliyor olabilir mi?..

İbrahim:

-Dostlar hakikaten ciddi bir dönemece girdik. Burayı iyi düşünün. Hangi düşüncelerle neler ürettik? Önümüze gelenler neyin eseri? Taaa çocukluğunuza giderek düşünün. Herkes düşünsün. Hatırına gelen, anlatsın.

Bir süre sessizce düşündüler. Herkes derin derin kendi hayatına yoğunlaştı. Ersin söz aldı:

-Küçüklüğümde Türk Sinemasının kötü adamı Erol Taş’a çok gıcık kapmıştım. Gaddar, zalim adamları hala sevmem. Şimdi fark ediyorum, işyerimde, apartmanımda, arkadaş gruplarında Erol Taş’lar çevremden hiç eksik olmadı arkadaş!

Ersin öyle bir ses tonu ve jest- mimikle anlatmıştı ki ister istemez herkes koptu, kahkahalar salonu çınlattı… “Meğer onların hepsini ben çağırmış, Erol Taş’ları habire çoğaltmışım be arkadaş” diye ekledi Ersin.

Rahim abi: “Sohbetlerde isim geçmesin ki gıybet vadisine düşmeyelim. Merhum Erol Taş’a bir Fatiha lütfen!..”



Asım:

-Paylaşmayı sevdim hep. Tek bir simidim olsa, böler, paylaşırım. Şükür, hayatımda önüme hep paylaşımcı dostlar çıktı. Bakın sizler de benimle ilminizi paylaşıyorsunuz. Ne mutlu bana.

Bunları derken gözleri buğulandı Asım’ın. Resmen ağlıyordu. Kankası Yüksel kükredi:

-Bana bak, duygusallık yok oğlum, duygusallık yok, çık yüzünü yıka.

Asım lavaboya giderken Nursel:

-Babam çok sertti. Aşırı tepkileri vardı. En kötüsü de bana ve kardeşlerimize “Sizden bir şey olmaz, bir baltaya sap olamazsınız, başaramazsınız” der dururdu. Ona çok içerlenirdim. Bu hep beynimde kaldı. Evlendim, kocam “Başaramazsın” dedi. İşyerine gittim, patronum “Başaramazsın” diyor hep. Ama biliyorum ve şimdi anlıyorum ki ben babamın olumsuz sözlerini fidan büyütür gibi sulamışım beynimde. Suladığım büyümüş, dal- budak yayıp önüme gelmiş hayatımın her alanında…



MUSAVVİRE- VERİTABANI- GENETİK- HAFIZA- MÜDRİKE



Mehtap, canlı misallerin çokça zikredildiği ama işin mekaniğinin tam açılmadığı bu noktada söz istedi:

-Galiba önemli bir ayrıntıyı atlıyoruz. Musavvirenin oluşumunda, yani beynin suretler üreterek anlamasında ince noktalar var!

-Tamam abla, sen aç bize atlamayalım oraları, dedi İhsan. Mehtap devam etti:



-Yeni bir kavram konusunda Musavvire çalışırken herkeste aynı şekilde çalışmıyor. Suretler, veritabanlarımızdan hareketle oluşuyor! İmgenin oluşumu veritabanlarımıza göredir. Uygun veri varsa o kavram suret kazanır, yoksa o gelen mana için beyin; otomatikman “Anlamsız!” yargısına varır ve kendini kapatır!

Ali, epey bir suskunluktan sonra bağırmamak için kendini zor tutar bir eda ile araya girdi:

-Hani, kavramsal anlatımlardan yorulmuştuk? Hani, her şeyi adam gibi anlatacaktık. Ben anlamam kardeşim, soyut konuşmayın. Beyin neyi neye göre değerlendirir, neye göre kendini örter misal verin yaaa. Anlaşılır şeyler konuşun!

Misalli anlatımların daha bir kalıcı olduğuna inanan Asım, Ali’yi desteklediği gibi, olayı açmak için düşündüklerini döktü:

-Mesela yeni bir kavram ele alalım. Bu füze olsun, uzay aracı füze. Füzenin ne olduğunu musavvire çalıştırarak kavramak için, kişinin uçak, paraşüt, helikopter gibi kavramları biliyor olması imgelemi kolaylaştırır. Uçağın çok daha hızlısı, hem yukarı doğru uçan dersin, o da anlamaya çalışır.

-Ammmaaaaa, adam hayatında hiç uçak görmemişse, paraşüt bilmiyorsa, köyünde sadece at arabasından haberdar ise, ona bunu nasıl anlatacaksın?.. Neyi nereye bağlayıp suret kuracak ki?!... Kuramaz, derhal kapatır kendini…

Asım’ın tespiti hepsi tarafından onaylandı. Söylediklerinden bir başka mana daha çıkmıştı: Bilmediklerimizi, bildiklerimize kıyasla kavrıyorduk! Bu da yeni kavramı değerlendirmede eskiden destek alma gibi bir sonucu doğuruyordu. Eskiyi mihver almak belki ilk sıçrama için iyiydi ama orada da şu tehlike vardı: Yeniyi eskiyle kayıt altına almak, yeni idraki eskiye kilitlemek!..

İşte bu feci bir şeydi. “Ben onlara Allah’ı anlattım, onlar tuttular tanrılarını update ettiler” ikazını çeken işte bu eskiye kıyas ve eskiyle yeniyi değerlendirme tavrı idi…Mehtap devam etti:

-Gelen manaya karşı beyin imge kurabilmişse bunu hafızaya atar! Hafızada tutulan imge, kavrama yöntemiyle Müdrikeyi, yani idraki açar! Yani Musavvire, Müdrikeyi tetiklemiş olur!

Ali, Musaavvire, Müdrike gibi bilmediği kelimelere de tepki verecekti ama Asım’ın misalinden sonra biraz daha anlar olmuş, susmuştu. Yüksel “Bu oluşumun sonucunda idrak ettiğimizi nasıl anlarız?”, diye sordu Mehtap’a?.. Öyle ya, yeniyi anladığımızı kendimizde nasıl fark ederiz? Mehtap buna basit bir tepki sesi ile cevap verdi:

-“Ahhaaaa!... Vay canınaaaa!.. Demek!!! İşte bu beeeee, işte buuu!” deriz ya Yüksel, işte o tepkin, imgenin idrake dönüştüğünün ilk işareti.

Yüksel, anlaşılmayan, imge kurulamayan bilginin beyinde ne yapıldığını da merak etmişti.

Mehtap:

-İmge kurulamayan bilgi hafızaya atılır ve orada ezber olarak kalır. İşe yaramadığı fark edildikçe de kullanılmadığı için unutulur gider… Yani bir süre sonra beyin, kayıtlardan çıkarır onu.

Ali, konuşulanlara genetik ve geleneksel birikim açısından eklemeler yaptı:

-Belki garip ama, beynimiz bence objektif değerlendirme yapmıyor! Hepimizin kavrama ve değerlendirmesinde veritabanı, genetik miras, içinde yetişilen çevre, duygusal bağlar, yaşanmış bazı kalıcı tesirler çok çok etkili..

Alem Suretinin henüz suret aşamasını konuşuyorlardı. Konu nereden nerelere akmıştı. İşte sohbetin feyzi- bereketi bu idi…

Ortama hafif bir gül kokusu yayılmıştı. Hanımlardan biri sordu, “Gizlice esans süren kim?..” Herkes birbirine baktı, esans süren yoktu. Esans süren olmamasına rağmen herkesin algıladığı gül kokusu neydi öyleyse? Rahim abi müdahil oldu:

-Kokuya takılmayın. Anlayan, içinde tutsun, salavat okusun. Konumuza devam edelim.



ELLERİMLE BÜYÜTTÜĞÜM!



İçeri odada oynayan çocuklar teybin sesini biraz fazla açmışlar, sohbete Barış ağabeyin şarkısı da karışmıştı.

Ellerimle büyüttüğüm, solar iken dirilttiğim
Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin
Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin

Dağlar dağlaaaaarrrrr

Biri gidip kapıyı kapadı, ama çocuklara kızmadan. Gülcan, İbrahim’e müdrike ve musavvire babını kapamadan bir soru sordu:

-Yoğunlaştığımız manaların suretlenmesi ve günlük hayatta önümüze gelmesi konusunu az daha açsak. Her mana gelir mi?.. Hangileri suretlenip canlanıyor?..

İbrahim, suretlendirme konusunda son cümleleri söyledi:

-Musavvirede suretlenen mana, hafızaya geçerken yoğun duygularla yoğrulur. Yoğun duygularla yoğrulmamış, beslenmemişse canlanmaz, sadece ham bilgi olarak kalır.

Gülcan;

-Yani Ersin’in “Meğer ben kopyalamışım, üretmişim zalim adamı” dediği, Nursel’in “Başaramazsın sözünü sulamış, fidanı ellerimle büyütmüşüm” dediği şey, musavvirenin duygu ile yoğrulması mı?

“Aynen öyle” dedi İbrahim.

-Beton harcı karar gibi sular, karıştırır, kalıba döker, dondurur, imal ederiz. Yada besleriz fidan gibi. Meyve önümüze gelince yada sert betona çarpınca da “Bunu kim yaptı?” diye dünyanın en saçma, en tuhaf sorusunu sorarız!…

Epeydir susan İhsan, hafif uyku çökmüş göz kapaklarını kaldırarak ağır ama derin sözlerle döndü ortama:

-Allah da yaratır, insan da yaratır diyor Abdülkerim Ciyli (ks) Hazretleri. İnsan da yaratır sözünün bir yönü suretlendirmelerimiz olsa gerek! Daha açığı, biz kendi,…….

Rahim abi pat diye kesti:

-Tamam İhsan, sen şekerlemene devam et. Sus! Konuşma! Söz İbrahim’de zaten!

Rahim abi, ani müdahalelerde bulunurdu zaman zaman. Kimse ona bozulmazdı, kızmazdı. Çünkü her müdahalesi bir hikmete binaendi. Bazen düşen idrak seviyesini yukarı çekmek için, bazen kulluk çizgisinden çıkmamak için, bazen de sırlar etrafa saçılmasın diye keserdi.

İbrahim bu faslı toparladı:

-Evet sevgili dostlar! Suretlendirmenin bir başka boyutunu da şöyle anlayalım: Yoğunlaştığımız manaları çekiyoruz!... Günün birinde er yada geç önümüze geliyorlar. Bunu fark ettikten sonra düşüncelerimizi, ideallerimizi, dualarımızı, kırıklıklarımızı, sevgilerimizi daha bir ölçülü kontrol ederiz diye düşünüyorum.

Rahim abi takvim yaprakları taşırdı üstünde. Bir takvim yaprağının arkasındaki sözü okudu:

Söylediklerinize dikkat edin; Düşünceleriniz olur...

Düşüncelerinize dikkat edin; Duygularınız olur...

Duygularınıza dikkat edın; Davranışlarınız olur...

Davranışlarınıza dikkat edin; Alışkanlıklarınız olur...

Alışkanlıklarınıza dikkat edın; Değerleriniz olur...

Değerlerinize dikkat edin; Karakteriniz olur...

Karakterinize dikkat edin; Kaderiniz olur...

İbrahim’in vurguladığı gerçek, Rahim ağabeyin okuduğu sözler derin ve uzun bir sessizlik oluşturdu. Hepsi, hangi halleri ile neyi çektiklerini, hangi düşüncelerinin hangi suretlerle önlerine geldiğini düşünüyordu uzun uzun… İbrahim bu gerçeğe dair büyük zatların sözlerine de vurgu yaptı:

“Cihan dağdır! Yaptıklarımız ses! Ses yankılanıp geri dönünce, orada bağıran kim demek ne kadar abes?... Senin sesin o!”

”Can Konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan; ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir. Neyi arıyorsan O’sun sen!...” (Mevlana)



Cennet ü dûzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr
Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın

Hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle
Noksanı meğer adl-i ilâhîde mi sandın

(Kenan Rıfai)

Rahim abi:

-Nutku Şerifin hepsini İbrahim bize okusun, bir de açıklasın, ondan sonra geceye son verelim çocuklar.

Nutk-u Şerif okundu ve açıklandı.

“Allah’ın alemlerdeki tasarrufunun alem suretleri ile olduğuna” dair ilk gerçekler hafızalara yerleşmişti. Hepsi bu değildi tabii. Henüz buz dağının görünen yüzünü bile konuşmuş değillerdi.

Kısa bir yaklaşım denemesiydi yaptıkları. İşin daha derin boyutları vardı. Onları da haftaya konuşalım diyerek vedalaştılar.

(Sürecek)

Meraklısına:

1-NUTKU ŞERİF:

http://tr.netlog.com/go/explore/videos/videoid=1369558

2-HER ŞEY SENDE GİZLİ: http://video.eksenim.mynet.com/sancak64/HERSEY_SENDE_GIZLI/126505/

kaynak (http://sufizmveinsan.com/sohbet/alemsuretleri.html)