PDA

View Full Version : Tarım politikaları..Gıda Fiyatları..Kuraklık



latino
16-04-2008, 19:59
Türkiye’nin en önemli tahıl ambarlarından biri olan Güneydoğu’da buğday ekili alanların yüzde 50’sini şimdiden kuraklık vurdu. İlkbahar mevsimi olmasına rağmen binlerce dönüm buğday ekili alan, yeterli yağışın düşmemesi ve aşırı sıcakların etkisiyle kuruyarak sarıya bürünürken, tarlalarda da derin çatlaklar maydana geldi. Diyarbakır Ziraat Odası Meclis Başkanı Şeyhmus Sarı, 15 yıldır ilk kez böylesine etkileyici bir kuraklık yaşadıklarını belirterek, buğdayda beklediği ürünü alamayacak çiftçilerin perişan olacağını söyledi. Sarı, bu durumunun piyasaya da çok olumsuz yansıyacağına dikkat çekti.


BAŞAKLAR SARARDI, TOPRAK KURUDU

Türkiye’de başta pirinç olmak üzere temel gıda maddelerine yapılan zamlar vatandaşların alım gücünü düşürürken, Türkiye’nin en önemli tahıl ambarı olan Güneydoğu’da ekili alanları vuran kuraklık, sıkıntının önümüzdeki günlerde daha da artacağınının işareti oldu. Diyarbakır’da tarıma açık 5.5 milyon dönüm arazinin 4 milyon dönümüne bu yıl ağırlıklı olarak buğday ve mercimek ekimi yapıldı. Büyük emek sarf ederek ekim yapan çiftçiler, kış mevsiminde yeterli kar ve yağmur yağmaması nedeniyle kara kara düşünmeye başladı. Bahar mevsimi gelmesine rağmen halen istenilen yağışın düşmediği buğday ekili alanlarda susuzluk nedeniyle toprak çatladı, yeni filizlenmiş olan buğday başakları sarıya büründü. Ekonomik durumu iyi olan bazı çiftçiler, açtıkları kuyulardan fıskiye yöntemiyle tarlalarını sulamaya çalışırken, ekili alanların yüzde 50’sinin kuraklık yüzünden ürün vermeyeceğini belirten Diyarbakır Ziraat Odası Başkanı Bahri Erdem, önümüzdeki hafta da yağış olmaması halinde bu rakamın yüzde 90’a kadar ulaşacağını vurguladı.


KURAKLIK TÜM GÜNEYDOĞU'DA
Kuraklık tehlikesinin sadece Diyarbakır’da değil Güneydoğu bölgesinin genelinde yaşandığı kaydeden Diyarbakır Ziraat Odası Başkanı Bahri Erdem, önümüzdeki günlerde bölgedeki bütün Ziraat Odası başkanlarıyla bir araya gelerek durum değerlendirmesi yapacaklarını söyledi. Bahri Erdem, “İmkanı olan bazı çiftçiler açtıkları kuyularla tarlalarını sulamaya çalışsa da bu yeterli gelmiyor. Çiftçiler ne yapacağını şaşırmış durumda. Çünkü su kaynakları da kuruyor. Dicle Nehri’nden bazı çiftçiler pompalarla arazilerine su çekiyordu, ancak 4 gün önce Dicle ve Kralkızı Barajlarınının kapakları kapatıldığı için Dicle'de de su adeta kalmadı” dedi.


UN VE EKMEK FİYATLARI ETKİLENECEK

Diyarbakır Ziraat Odası Meclis Başkanı Şeyhmus Sarı ise, 15 yıldır çiftçiyi böylesine etkileyen bir kuraklık yaşamadıklarını söyledi. Sarı şöyle konuştu:
“Kış mevsiminde yeterli kar ve yağmur yağmadığı için toprak susuzluktan çatladı. Buğday filizlendi, ancak dibi kuru olduğu için hemen sarardı. Buğday ekili alanlar, susuzluk ve aşırı sıcakların da etkisiyle yanarak adeta sarıya boyandı. Oysa her yıl bu mevsimde buğday tarlaları yemyeşildi. Ekili alanlardaki bu sorun piyasaları da büyük oranda etkiliyor. Geçen yıl buğdayın kilosu 435 Ykr iken bu yıl 750- 800 Ykr’ye çıktı. Durum böyle olunca, un fiyatları ve ardından ekmek fiyatları etkileniyor. Bu yıl çiftçi umudunu kaybetti, ekimden bir beklentisi kalmadı. Ancak hükümetten isteğimiz, başta Ziraat bankası ve diğer özel bankalardan almış olduğumuz çiftçi kredilerini erteletmeleri.”


ÇİFTÇİ DESTEK BEKLİYOR


Diyarbakır’ın merkeze bağlı Sarılar köyü sakinlerinden Tahir Sarı ise, susuzluktan çatlayan tarlasındaki toprağı avuçlayarak “7.5 aydır kar ve yağmur yağmadı. Toprak susuzluktan çatladı, büyük umutlarla ektiğimiz buğday ise yandı. Hükümetten bize tohum, gübre yardımı yapmasını ve bizi desteklemesini istiyoruz” dedi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8713833.asp?gid=233&sz=52168


Son gunlerin en önemli gundem maddesi gıda fiyatları; belkide gelecekte en önemli konumuz olmaya aday..

Dunyada piriç fıyatları, buğday fiyatları, mısır fiyatları rekor ustune rekor kırmaya devam ediyor, nerede duracağı belli değil..3'cü dunya ulkerine ciddi bir kaynak aktarılmaması durumunda yuzbinlerce insanın ciddi açlık ve ölum tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı açıklandı..

Ve Tarım deposu ulkemiz..sadece Konya ovasında buğday uretiminin tam kapasiteye ulaşması durumunda tum Ulkeye yeteceği gibi ihracat yapılabilecek potansiyel taşıyor, cennet topraklarımızın yılda bir kaç kez hasat alabilme potansiyelimiz varken, neden dışarıdan net ithalatçı pozisyonuna düştük??

Özelleştirme adı altında satılan değerlerimizin yok pahasına satılıp hala cari açık tehlikesinin yaşandığı gunumuzde, yabancı kaynak gelmesini dört gözle beklerken, dunyanın ekonomik krizle bu şekilde boğuşurken, bereketli topraklarımızdan uretilebilecek tarım urunlerimizin ihracatıyla duzluğe çıkma fırsatı yaratıyorken, bunu neden değerlendiremiyoruz..

Tarım urunleri bu kadar değerlenmişken,bundan sonra da değerli olmaya devam edecekken, bu kaynakları yaratacak çiftçilerimizin borç batağı içerisinde yuzmesini aklım almıyor doğrusu..

Neler yapılmalı ki bu kriz önlensin ve bu kriz fırsata dönüşturulebilsin?

Saygılar..

latino
16-04-2008, 21:34
Tarım Politikaları ( Tarımsal Ürün Ticareti) Hakkında Görüşler

Dünya Bankası ve IMF tarafından, tarım sektöründe ürün fiyatlarının belirlenmesinde destekleme alımlarının kaldırılarak, çiftçiye doğrudan bütçeden gelir desteğinin sağlanması sistemine geçilmesi önerilmektedir.

TZOB halen uygulanmakta olan tarım politikalarından memnun olmadığı gibi, IMF ile stand-by anlaşması imzalayan hükümetin Avrupa Topluluğu “Ortak Tarım Politikaları”nı uygulaması gerektiğini söylerken IMF ve DB’nın baskısıyla gelir desteği uygulamasının destekleme konusunda çelişki oluşturduğunu ifade etmekte ve desteğin üretim yerine doğrudan kişiye yapılmasının üretimi daraltacağını, üretim desteklenmeyeceği için de üretim maliyetlerinin artacağını iddia etmektedir. Sonuçta, yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğunu fakat bu düzenlemelerin tarım sektöründeki üreticiler ve diğer kesimlerin haklarının gözetilerek yapılması gerektiğini ifade ediyor.

İzmir Ticaret Borsası, IMF in önerdiği sistemin tarım sektörünün bugünkü haliyle uygulanamaz olduğunu, Türkiye’de güvenilir bir tarımsal veri tabanı oluşturularak, tarımın tüm boyutları ile kayıt altına alınması gerektiğini, bu gerçekleştiğinde bir çeşit gelir ödemesi olan prim sistemine geçilmesini önermektedir.

Ege Çiftçiler Derneği, Türkiye’de tutarlı ve uzun vadeli bir tarım politikası uygulanmadığı sürece desteklerin istenen sonucu vermeyeceğini, IMF ve DB tarafından doğrudan gelir desteğinin üretimi azaltacağını zira bu sistemin üretim ile destekleme arasında bir ilişki kurulmadan yapıldığını söylemektedir. Prim sisteminin yaygınlaştırılmasının tarımı yönlendirecek en uygun çözüm olduğunu savunan dernek, üretimi teşvik edilmek istenen ürünlere yüksek prim, üretimi kısıtlanmak istenen ürünlere düşük veya hiç prim verilmeyerek tarımın yönlendirilebileceğini ifade etmektedir.

7 PROBLEM

1- Devlet tarımsal piyasalara müdahale etmekte ve serbest piyasa mekanizmalarının (kaliteye göre talep ve fiyat) işlemesini engellemektedir.

2- Ülkemizin şartlarına uygunluk arayışları sürüp giderken kimse bu şartların neler olduğunu somut bir şekilde ortaya koymamaktadır. Bu şartlar, hiç bir zaman tarımsal sanayinin istediği kalite ve miktarda hammadde üretimi olarak algılanmayıp, tamamen populist anlayışlar olarak tahayyül edilmekte, herkes kararı kendi bölgesinde nasıl suistimal edebileceğinin hesaplarını yaparak oluşturmaya çalışmaktadır. Örneğin, belirli ürünlerin üretiminin ister az prim ödeyerek ister hiç prim ödemeden nasıl kısıtlanacağını kimse söylememektedir. Böyle bir kısıtlamanın fındık üretiminde uygulanabilirliği düşünülebilir mi?

3- Mevcut tarımsal destekleme politikalarının faydalı olmadığı herkes tarafından bilinmekte, fakat yeni önerilere karşı çıkılırken tarafların haklarının korunmasından bahsedilmektedir. Bu şart gerçekleştiğinde yeni düzenlemeler uygulamaya konulabilecek ise, öncelikle tarafların (tarım kesimindeki üreticiler ve diğer kesimler) haklarının ne olduğu tesbit edilerek yeni düzenlemelerin önü açılmalıdır. Bu haklardan bahsedenler bu tesbiti yapmamakta ısrar ediyorlar.

4- İster prim sistemi ister başka bir sistem olsun, ülkemiz tarım sektörünü yönlendirenler devletin mutlaka her üretileni alan bir alıcı konumunda kalmasını istemektedirler. Zira prim sisteminde kalite değil miktar ön plandadır.

5- Devlet, detay çalışmaları başlatmaktan ve yürütmekten kaçındığı gibi bu çalışmaların yokluğunu bahane ederek yeni politikaların uygulamaya sokulmasını engellemektedir. Mevcut politikalarda hiç suistimal olmuyormuşcasına kayıtların yetersizliğinin suistimallere sebep olacağını ileri sürmektedir. Devlet, yeni politikaların uygulanması için hangi hazırlıklar yapılması gerekiyorsa bu çalışmaları yapmaya başlamalıdır.

6- Tarımsal ürünlerin kayıtlı ekonomi içine alınmasında tarımsal destek politikalarının önemli bir işlevi olduğu yanlış anlayışı bütün kesimler tarafından sürdürülmektedir. Kayıt dışılık sadece tarımsal ürünlerin yaşadığı bir problem olmayıp aynı boyutlarda diğer sektörlerde de yaşanmaktadır. Dolayısıyla kayıt içine alma işlevi tarımsal politikaların değil fakat maliye ve dolayısıyla mali politikaların sorumluluk alanındadır.

7- Tarım Bakanının açıklamasında seslendirilen TMO’nun piyasayı bozucu rolü, başlı başına bir problemdir. 1999 yılında yapılan 422 trilyon lira değerinde alımların finansman maliyeti olarak 600 trilyon lira görev zararı oluşturmak yerine, borsalar üzerinden (tescil şeklinde değil de satış salonların da fiyat oluşturarak) 100 trilyon lira değerinde ve stratejik stokları sürdürebilecek alım yapılsa ve böylece fiyatların aşırı düşmesini/yükselmesini(satış yaparak) önleyecek market-maker rolüyle TMO kalsa daha iyi olmaz mı? Veya 200 trilyon doğrudan gelir desteği olarak ödense ve görev zararı yazılsa sonuç daha mı kötü olur?

8- Çiftçilere istikrarlı gelir sağlamak, hem serbest piyasa ekonomisinin kurallarına aykırı (diğer kesimlere sağlanıyor mu?) hem de çiftçilerin kendi fikir ve çalışmalarıyla gelir arttırma kabiliyetlerini görmezlikten gelmektir. Ne kadar müdahale ve zorunlu yönlendirme olursa o kadar verimsizlik ve maliyet oluşacaktır.

9- Tarımsal destekleme politikaları, kırsal kesimde gelir arttırıcı ve istihdam problemlerini çözücü enstrümanlar olarak düşünülmektedir. Kırsal kesimdeki bu problemlere kendi dinamikleri içinde çözüm aranmalıdır.

10- Ülkemizde uygulanan tarımsal destekleme politikaları aslında kesimlerin fiyat artışları ile birbirini desteklemesi ve enflasyonist politikalar şekline dönüşmüştür. Üreticilere sağlanan desteklerin 1997 yılında tüketiciler tarafından karşılanan oranı göz önünde tutulursa, kendileri de bir şekilde tüketici olan üreticilerin aslında nasıl destek aldığı bir araştırma konusudur.

11- Tarım Bakanlığı içe dönük bir kuruluş halindedir. Bakanlığın, yeniden yapılanmanın ilkeleri olarak ortaya koydukları, aslında bakanlığın görev ve sorumluluklarına bazı kurumların görev ve sorumlulukları da eklenerek yazılmış edebi bir cümle şeklindedir. Bakanlık, üreticilerin gelmesini beklemek yerine dışa dönük olarak sürekli araştıran, eğiten, bilgilendiren bir kuruluş haline getirilmelidir.

12- Rekabet gücü hiç bir zaman müdahaleci politikalarla arttırılamaz. Rekabet gücü (competitiveness), üretici veya müteşebbisin varolma mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

ÇÖZÜM

1- Devlet, tarım ürünlerinin kayıtlı ekonomi içine alınmasında, tarımsal politikalardan ziyade mali politikaları kullanmalıdır.

2- Devlet,kötü tohumluk, ürün çeşitliliği, hastalıklarla mücadele vb. problemlerin çözümünü, serbest rekabet ortamında kaliteye göre fiyat oluşumunu ortaya koyarak sağlayacak piyasaların oluşması ve çalışmasına bırakmalıdır.

3- Tarımsal destekleme alımları yerine, üreticiye belirli bir geliri garanti edecek (toprak büyüklüğüne ve hayat standardına göre ölçülerek
ödenecek) fakat üreticiyi daha fazla gelir elde etmek yönünde kaliteli ve verimli üretime sevk edecek doğrudan gelir desteği sisteminin
uygulanması.

4- Üreticilere, ürettikleri her ürünün devlet tarafından alım garantisinin olmadığının ve ne üretiyorlarsa onun karşılığını serbest piyasa
koşullarında alacaklarının anlatılması.

5- Doğrudan gelir desteği üzerine üreticinin maksimum geliri koyabilmesinin kaliteye göre piyasada bulacağı fiyat olacağının anlatılması ve bu
fiyatları bulabileceği ortam borsalar olduğuna göre borsaların ülke derinliğine sahip etkin kurumlar haline getirilmesi,

6- Ürün Borsalarının gelişmesi için devletin piyasalardaki rolünün sınırlandırılması, gerekli mevzuatın en kısa zamanda oluşturulması gerekmektedir.

7- Uygulamaya konulan mevzuatla, üretici birliklerinin, özel ve tüzel kişilerin depolama yapabilmesine, depo makbuzları ile yeni finansal
enstrümanların geliştirilebilmesine olanak sağlanmalıdır.

8- Serbest rekabet ortamında kaliteli ürünler daha fazla fiyatlarla alıcı bulacağından, üreticiler daha iyi tohumluk, daha verimli üretim metodları, daha bilimsel üretim vb. konularda daha duyarlı hale gelecekler ve tarım bakanlığının ilke olarak ortaya koyduğu bazı konular kendiliğinden çözümlenecektir.

9- Borsaların kendilerinden beklenenleri yerine getirebilmeleri, batıdaki muadilleri ile aynı şekilde örgütlenebilmeleri ve faaliyet gösterebilmeleri için gerekli ortamın sağlanması,

10- DPT ve Polatlı Ticaret Borsasının önerdiği şekilde politikaların uygulanması,

Tarım kesiminin problemlerinin büyük oranda çözümünü sağlayacaktır.

Doç.Dr. Sami Demirbilek

latino
17-04-2008, 07:37
Dünya Bankası uyardı

Gıda fiyatları böyle yükselirse 100 milyon insan açlıktan ölür

Dünya Bankası Başkanı Zoellick, gıda fiyatlarının son 3 yılda ikiye katlanmasının yoksul ülkelerde geliri düşük 100 milyon insanı açlık tehlikesi ile karşı karşıya bıraktığını söyledi. The Food and Agricultural Organization (FAO) araştırmasına göre ise bu yıl 36 ülkede toplam tam 1.1 milyar kişi gıda yardımına muhtaç olacak

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, gıda fiyatlarındaki hızlı yükselişin yoksul ülkelerde 100 milyon insanı açlığa mahkum edebileceğini söyledi. Zoellick, hafta sonunda Washington’da Dünya Bankası-IMF bahar toplantıları sırasında yaptığı açıklamada, yoksul ülkelerdeki yardıma muhtaç insanlara gıda sağlamak için daha fazla yardım ve küçük çiftçilere destek çağrısında bulundu. Zoellick, “Taslak analizlere dayanarak, son üç yılda gıda fiyatlarının ikiye katlanmasının geliri düşük ülkelerde 100 milyon insanı açlığa itebileceğini tahmin ediyoruz” diye konuştu.

Hükümetlerden, BM Dünya Gıda Programı’na (WFP) 1 Mayıs’a kadar ihtiyacı olan 500 milyon dolarlık acil yardım taahhütlerini hızla yerine getirmesini isteyen Zoellick, “Hükümetlerin mümkün olan en kısa sürede verdiği sözlere uyması ve diğerlerinin yeni taahhütlerde bulunmaya başlaması önemli. WFP’nin bu çağrıyı yaptığından beri fiyatlar daha fazla yükseldi, bu yüzden hükümetlerin hızlı hareket etmesi zorunlu” dedi.

http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?tarih=17.04.2008&Newsid=173036&Categoryid=2

Aç Spekulatörlerin bu hırsı bakalım nelere mal olacak, ureticinin bir öneminin olmadığı hatta zarar ettiği,uretmekten pişman olduğu; insanların açlık tehlikesıyle karşı karşıya kalmasına rağmen sadece para kazanmanın amaç olduğu dunyamızdaki bu gidişatın sonunu gerçekten merak ediyorum..:grrr::grrr:

latino
18-04-2008, 07:49
Biyoyakıtın önü açıldıkça gıda fiyatları çıldıracak


Pirinçte üretici değil aracılar kazanıyor

PİRİNÇTEKİ fiyat artışını da değerlendiren TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar, "Son 3 ayra yüzde 100’ü aşan artış var. Üreten kazanamazken, aracılar nasıl bu kadar kazanç elde edebiliyor? Çeltik üreten çiftçilerimiz bu durumu şaşkınlıkla izliyor" dedi. Bayraktar, "Henüz sulama imkanı olmayan 3.5 milyon hektar alanın sulamaya açılması ve bu alanların yüzde 5’inin çeltiğe ayrılması halinde, mevcut üretimi 3’e katlamamız mümkün" görüşünü de savundu

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/8729499.asp?gid=196&sz=86395

latino
19-04-2008, 09:01
Bir süre önce, yükselen gıda fiyatları nedeniyle açlık ölümleri olabileceği uyarısında bulunan IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, bu kez de yükselen gıda fiyatlarının, hükümetlerin yıkılması ve hatta savaşların patlak vermesi gibi korkunç sonuçları olabileceği uyarısında bulundu.

ULUSLARARASI Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn, dünyada yükselen gıda fiyatlarının, hükümetlerin yıkılması ve hatta savaşların patlak vermesi gibi korkunç sonuçları olabileceği uyarısında bulundu. Strauss-Kahn, Fransız "Europe-1" radyosuna verdiği demeçte, yüksek fiyatların Haiti, Mısır ve başka yerlerde ayaklanmaları ateşlemesinin "ciddi bir sorun" teşkil ettiğini söyleyerek, "Dünya bu sorunu çözmeli" dedi.

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/8738013.asp?gid=196&sz=97008

Bugun ulkemizin tarım da bu noktaya gelmesinde ciddi emekleri ve katkısı olan IMF politikalarını butun içtenliğimle kınıyorum. :grrr::grrr::grrr: Bu yazı IMF'ın genel olarak gunah çıkarması gibi olarak kabul ediyorum..

Dunya'da petrol ve gıda fiyatlarının uretenin değil sadece spekulasyon yapanların elinde her turlu hareketi kukla oynatır gibi yöneten bu gözlerini para hırsı burumuş belki elleri değil, gözleri kanlı spekulatorlere bu oyunu surdurmelerine izin verenleri de saygıyla anmak gerekir, ne tur menfaatleri olduğunu ise zamanla öğreneceğiz mutlaka..

Ama bazı ulkelerde kırılma noktalarının başladığını görmeleride iyiye gidişin bir işareti olaraka algılıyorum..

Aslında Dunyayı oyun alanı olarak kabul edecek olursak, hangi gıdadan yıllık olarak ne kadar tuketimin yapıldığı, ne kadar uretimin yapılabileceği ve Dunya tarımının bu şekilde yönlendirilmesinin çok ta zor bir işlem ve plan gerektirdiğini düşünmüyorum. Tabi bu politikaların bilinçli yapılma ihtimalini göz ardı etmemek koşuluyla.:grrr:

Bu konuda sadece bir kaç spekulatörun paralarına daha fazla para katmak uuğruna surdurdukleri bu oyun insan hayatını tehdit etmeye başlamışsa bu oyunun sonun kendilerine acı bir şekilde dokunabilme gerçeğini görmeleri gerektiğini, fakat tatlı kazanılan paraların da buna engel teşkil edeceğini göz onunde bulundurulması gerekir.

Ulkemizde ise IMF dayatmalarının sonucunda kendi kendimize yetemeyen bir ulke konumuna düşmüşken bereketlı topraklarımızın, kaynaklarımızın doğru bir şekilde kullanılmaması bizi hep dışarıya muhtaç etmektedir.

Ulkemizin geleceğinin ağırlıklı olarak tarımda olduğunu, bununla ilgili gözü kanlı spekulatörlerin oyuncağı olmuş borçlandırılmış çiftçilerimizin, yeni bir tarım hamlesiyle canlandırılması, yönlendirilmesi ve kaynaklarımızı doğru bir şekilde kullanabilmesi konusunda teşvik edilmesi gerekmektedir. Bu hem ulkemizin ucuz gıda ihtiyacını karşılaması ve net ihracatçı konuma gelebilmesi ulkemizin dış açığı için hayati bir önem taşımaktadır..

Bu tarımdaki oluşturulabilecek hamlede daha önce olduğu gibi sadece Ulkemiz kaynaklarını sömurmek isteyen Çifti kılıklı sülüklerin de temizlenerek en ağır şekilde cezalandırlmalarıda şarttır.

latino
19-04-2008, 09:39
Yüreğir Ziraat Odası Başkanı Durmuş Halis yaptığı açıklamada, 'beyaz altın' olarak nitelendirilen pamuğun yerini mısıra bırakmaya başladığını belirterek, üreticilerin pamuk ekiminden uzaklaştığını açıkladı.

Çukurova ile özdeşleşen ve katma değeri yüksek olan pamukta artan maliyetler nedeniyle ekim alanlarının giderek daraldığını ve bunun yerine mısır ekiminin yoğunluk kazandığına dikkat çeken Halis şunları kaydetti:
"Çukurovalı üretici pamuktan kopmuş vaziyette. Pamuk sahaları artık mısıra dönüşüyor.

Halis, bu sezon pamuk ekiminde yüzde 35-40 oranında bir daralma olduğunu ve pamuk üreticilerinin mısır ekimine yöneldiğini, bu nedenle 350 milyon dolarlık kayıp olduğunu vurguladı.

Pamuğun önemli bir lif bitkisi olduğunu, lifinin tekstil sanayisinde, tohumunun yağ sanayinde, küspesinin ise yem sanayinde değerlendirildiğini kaydeden Halis, "Pamuktaki gerilemeye çare bulunması gerekiyor. Aksi taktirde pamuk ithalatımız, dolayısıyla yağ açımız, ve tekstildeki dışarıya bağımlılığımız artar. Şu an yüzde 60 olan tekstil sanayisindeki dışa bağımlılığımız yüzde 80'e çıkar" diye konuştu.

buna karşılık hava şartları iyi olsa bile pamuk ekim alanlarının daralması nedeniyle satışın 1 milyar dolara gerileyeceğini ve kent ekonomisinin 300-350 milyon dolarlık kaybının olacağının altını çizen Halis şöyle devam etti:
"Ancak, biz de pamuk maliyetler çok yüksek. Bu da haksız rekabete yol açıyor. Türk çiftçisi artan maliyetler nedeniyle rakipleriyle rekabet etmekte güçlük çekiyor. Dolayısıyla çiftçi bugün pamuktan para kazanamıyor. Onun için de hangi üründen para kazanıyorsa ona yöneliyor. Bugün sadece Çukurova'da değil Ege ve GAP'ta da pamuk ekim alanları küçülüyor. GAP'ta yüzde 25-30 oranında pamuk ekiminin azalma göstereceği belirtiliyor."

Mısırda 1. üründe artış olduğunu ancak 2. ürün mısırda yüzde 50'nin altında düşüş yaşanacağını belirten Halis, "Geçen yıl 2. ürün mısırdan çiftçi kuraklık nedeniyle çok büyük zarar etti. Geçen yıl 747 bin 550 bin dekar alana ekilen 2. mısır ürün bu yıl 500 bin dekar alanında altına düşerek ekim alanları yüzde 50 daralacaktır. Bunun sebebi geçen yıl ikinci üründen kuraklık nedeniyle randıman alınmadı. Ana neden ise bu yıl desteklemenin aşağı çekilmesi. Geçen yıl aşırı derece sıcakların de olması rekolteyi düşürdü. Geçen yıl 6-7 YKR olan destekleme primi bu yıl, 2 YKR'ye kadar düştü. Bu nedenle çiftçi bu yıl ne yapacağını bilmiyor çok endişeli" şeklinde konuştu.

http://yerel.gazeteoku.gen.tr/82_Adana_haber.html

Bu yıl sonuda pamuk krizi çıkarsa da şaşırmamak gerekir..

latino
19-04-2008, 09:45
Tarım Üst Kurulu’ spekülasyonu önler

SON günlerde pirinçte yaşanan sıkıntının gerekli önlemler alınmazsa diğer gıda maddelerinde de görüleceği uyarısını yapan Süt ve Et Üreticileri Birliği (SETBİR) Başkanı Erdal Bahçıvan, “Tarım Ürünleri Piyasası Kurulu” kurulmasını istedi. Hükümetlerin gıda ürünlerindeki spekülasyonu önlemesi, gerekli düzenlemeleri yapması gerektiğini söyleyen Erdal Bahçıvan, “Piyasayı doğru şekilde düzenlemek için özel sektörün de içinde olacağı ‘Tarım Ürünleri Piyasası Kurulu’ kurulması gerekiyor. Nasıl Para Politikası Kurulu varsa aynısı tarımda da olmalı” dedi. SETBİR’in olağan genel kurulu öncesi gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bahçıvan, fiyatların aşırı artmasını özel sektörü mutlu etmediğini de söyledi. Sanayicilerin istikrarlı bir piyasa istediğini ifade eden Bahçıvan “Bu çağda insanların açlık yüzünden ayaklanması, ölmesi doğanın değil insanların ayıbı. Toprak, insanları doyurmak yerine araç yakıtı olarak kullanılmasına dur demeye başladı. Liberalizmin ölçüsü kontrol altına alınmalı” dedi.
‘Tüketici kral’ dönemi başlamalı

BAHÇIVAN, hükümetlerin oy nedeniyle köylü politikasını bırakamadığını da ifade ederek şu çağrıyı yaptı: “Küçük üreticilerin sanayiye entegre olması gerekiyor. Köylüye mal dağıtacağınıza ayda 200 YTL işsizlik sigortası bağlayın daha iyi.”

http://www.gazeteoku.gen.tr/85_Akşam_Gazetesi.html

Oy için köyluye mal dağıt tembelliğe alıştır mala muhtaç et oyu da garanti altına al..İnsan akılı nelere kadir..:grrr:

Serenler
19-04-2008, 10:26
Yüreğir Ziraat Odası Başkanı Durmuş Halis yaptığı açıklamada, 'beyaz altın' olarak nitelendirilen pamuğun yerini mısıra bırakmaya başladığını belirterek, üreticilerin pamuk ekiminden uzaklaştığını açıkladı.

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Halis, bu sezon pamuk ekiminde yüzde 35-40 oranında bir daralma olduğunu ve pamuk üreticilerinin mısır ekimine yöneldiğini, bu nedenle 350 milyon dolarlık kayıp olduğunu vurguladı.


Mısırda 1. üründe artış olduğunu ancak 2. ürün mısırda yüzde 50'nin altında düşüş yaşanacağını belirten Halis, "Geçen yıl 2. ürün mısırdan çiftçi kuraklık nedeniyle çok büyük zarar etti. Geçen yıl 747 bin 550 bin dekar alana ekilen 2. mısır ürün bu yıl 500 bin dekar alanında altına düşerek ekim alanları yüzde 50 daralacaktır. Bunun sebebi geçen yıl ikinci üründen kuraklık nedeniyle randıman alınmadı. Ana neden ise bu yıl desteklemenin aşağı çekilmesi.
Bu yıl sonuda pamuk krizi çıkarsa da şaşırmamak gerekir..

Sevgili Latino; tarım politikaları diye başlık koymuşsunuz.
Hangi politika?
Tarım politikamız olsa bu durumlara düşer miydik.
Olayın çok da önemli boyutları var: Bir defa mısır bitki su tüketimi en yüksek bitkilerden biridir. Dolayısıyla su sıkıntısı olmayan bölgelerde yetiştirilmesi gerekir. Siz kalkıp da kuraklık ve çölleşme açısından dünyanın en kritik yerlerinden biri olan Karaman ve Konya ovalarında bile mısır ve şeker pancarı yetiştirilmesine göz yumarsanız üstelik devlet eliyle teşvik primi verirseniz çok değil birkaç yıl sonra bu sütunlarda Ankara gibi Adana, Antalya, Konya, Karaman ve birçok yerleşim yerimizin içme susuz halinin ne olacağını tartışıyor olacağız.

ÇAKAL
19-04-2008, 10:41
Sevgili Latino; tarım politikaları diye başlık koymuşsunuz.
Hangi politika?
Tarım politikamız olsa bu durumlara düşer miydik.

:super::super:
Çiftçinin malını değerinde satabilmesine yardımcı olunsa speklerin kucağına atılmasa Anadolu'dan koşarak niye gelsin millet İstanbul'a?
450 YTL için patronun ağız kokusunu niye çeksin?
6-7 yıl önceki hâlini düşünüyorum da Beylikdüzü'nün,insan seli oldu buraları.
Ne işi var ziraat mühendislerinin şehrin göbeğinde.

Serenler
19-04-2008, 10:59
Tarımda destek primlerinin üretime değil de boş tapuya ödendiğini biliyor muydunuz?
Adam tapusunu cebine koyup şehre koşuyor. Ondan sonra da soruyorsunuz ziraat mühendislerinin şehirde ne işi var diye. :)
Köylü şehirde o da şehirde...
ABD de toprak ve su kaynakları yönetimi Pentagon'a bağlı. Adamlar işi o kadar çok önemsiyorlar.
Orada çiftçi imajı çok düzgün, saygı görüyorlar. Ürettikleri zaman üretime göre teşviklerini alıyorlar. Her türlü destek var.
Peki Türkiye'de toprak ve su kaynakları yönetimi kime bağlı bilen var mı?
Söyleyeyim; Var olan 2 kuruluş peşpeşe kapatıldı. Uzmanlar küstürülüp uzaklaştırıldı.
Sektörün içinden biri olarak toprak ve su kaynaklarının şu anda nereye bağlı olduğunu ben bilmiyorum. Bilen varsa söylesin.
Ha benden size bir de tüyo; Eğer vicdanınız elveriyorsa bulduğunuz her türlü toprak ve su kaynağını talan edebilirsiniz. Çünkü sahibi yok...

ÇAKAL
19-04-2008, 11:06
Tarımda destek primlerinin üretime değil de boş tapuya ödendiğini biliyor muydunuz? :beurk::dolar::dolar::beurk:
Adam tapusunu cebine koyup şehre koşuyor. Ondan sonra da soruyorsunuz ziraat mühendislerinin şehirde ne işi var diye. :)
Köylü şehirde o da şehirde...

:he::he:
Abi,Sinop'un dağlarında dededen kalma 28 tapu var,her biri en az 5 dönüm.
Boş boş duruyor.Arada muhtar ekiyor.Şu işi bilâhere bi görüşelim,derim.:D:D:D

wRonG
19-04-2008, 11:13
:he::he:
Abi,Sinop'un dağlarında dededen kalma 28 tapu var,her biri en az 5 dönüm.
Boş boş duruyor.Arada muhtar ekiyor.Şu işi bilâhere bi görüşelim,derim.:D:D:D

http://www.tugem.gov.tr/tugemweb/destekler.html :wink: yetim malı değil ...... malı diip sende ye kardeşim :d buyur ilgili konunun linki.

ÇAKAL
19-04-2008, 11:19
http://www.tugem.gov.tr/tugemweb/destekler.html :wink:
yetim malı değil ...... malı diip sende ye kardeşim :d buyur ilgili konunun linki.:cool:
Sağol.Çalışmalara şu dakika itibari ile başlamış durumdayım.Voleyi vurursam Serenler abimle sizi de görürüm.:):)
Sevgiler.

latino
19-04-2008, 11:24
Sevgili Latino; tarım politikaları diye başlık koymuşsunuz.
Hangi politika?
Tarım politikamız olsa bu durumlara düşer miydik.
Olayın çok da önemli boyutları var: Bir defa mısır bitki su tüketimi en yüksek bitkilerden biridir. Dolayısıyla su sıkıntısı olmayan bölgelerde yetiştirilmesi gerekir. Siz kalkıp da kuraklık ve çölleşme açısından dünyanın en kritik yerlerinden biri olan Karaman ve Konya ovalarında bile mısır ve şeker pancarı yetiştirilmesine göz yumarsanız üstelik devlet eliyle teşvik primi verirseniz çok değil birkaç yıl sonra bu sütunlarda Ankara gibi Adana, Antalya, Konya, Karaman ve birçok yerleşim yerimizin içme susuz halinin ne olacağını tartışıyor olacağız.

Sn Serenler,

Çok haklısınız, Tarım deposu olan ulkemizin bir polikası olmaması gerçekten çok acı..

Ama hiç bir şey için geç kalınmış sayılmaz yeterki bir yerlerden başlayalım, eğitimli olan çiftçilerimizle birlikte, eğiitimsiz olanlarıda eğitmemiz gerekli. Tarımsal alanda dunyadaki gelişmeleri takip edip uygulatabiliyor olmamız çok kritik bir aşama.

Turkiye'mızın tarım yapılacak alanları belirlenir nerelerde hangi urunlerin yetiştirilmesi uygundur ihtiyaçlar nelerdir kaç hektar ekilmesi gereklidir, sulama kanaları temin edilir vs.vs. Yoksa çiftçimizi saldım çayıra mevlam kayıra hesabı başıboş bırakılırsa bilinçsiz bir uretimle spekulatörlere yem olması önlenemez..:cry:

latino
19-04-2008, 11:27
:cool:
Sağol.Çalışmalara şu dakika itibari ile başlamış durumdayım.Voleyi vurursam Serenler abimle sizi de görürüm.:):)
Sevgiler.

Sevgili kuzen,

Bu gune kadar başımıza ne geldiyse kısa surede voleyi vurma hevesimizden geldi. Kısa vadeli kazanımlarımız hep uzun vadeli kayıplarımızı beraberinde getirdi..

ÇAKAL
19-04-2008, 11:29
Sevgili kuzen,

Bu gune kadar başımıza ne geldiyse kısa surede voleyi vurma hevesimizden geldi. Kısa vadeli kazanımlarımız hep uzun vadeli kayıplarımızı beraberinde getirdi..:super::yes::super:

mamut222
19-04-2008, 11:30
LATİNO, çok güzel bir topink acmışsınız tebrikler.kuraklık kapıda açlık.susuzluk dünyanın yakın gelecekte en büyük sorunu.çok şey söylenebilir fakat benim düşüncem bir an önce tarım reformu yapılmalıdır.bugday .mercimek .fasulye .prinç. vs fiyat artışları ortada .
üzüldügüm tek şey o kadar ekilmeye elverişli topraklarımız varki .neden bunu yapmıyoruz anlamış degilim .eskiden her köye ögretmen tain edilirdi bence her köye artık iki tane ziraat mühendisi verilmesi gerekir.köylerde seracılıgı kooperatifleşme kanalıyla yaygınlaştırmak gerekir
neden kooperatif diyorum.şunun için.menfaatlar çakışınca su kavgaları başlayacak.bu durum da başka huzursuzluklar cıkaracak .su sırası benimdi senindi gibi fakat kooperatifleşme kanalıyla olursa bu sorun aşılmış olur kanaatindeyim.akan sularımızı boşa salmayalım her akan derelerin kenarına böyle seralar kuralım.tarıma elverişli toprakları ekilmeye mecbur tutalım.sonradan pişman olmayalım saygılar

latino
19-04-2008, 11:57
LATİNO, çok güzel bir topink acmışsınız tebrikler.kuraklık kapıda açlık.susuzluk dünyanın yakın gelecekte en büyük sorunu.çok şey söylenebilir fakat benim düşüncem bir an önce tarım reformu yapılmalıdır.bugday .mercimek .fasulye .prinç. vs fiyat artışları ortada .
üzüldügüm tek şey o kadar ekilmeye elverişli topraklarımız varki .neden bunu yapmıyoruz anlamış degilim .eskiden her köye ögretmen tain edilirdi bence her köye artık iki tane ziraat mühendisi verilmesi gerekir.köylerde seracılıgı kooperatifleşme kanalıyla yaygınlaştırmak gerekir
neden kooperatif diyorum.şunun için.menfaatlar çakışınca su kavgaları başlayacak.bu durum da başka huzursuzluklar cıkaracak .su sırası benimdi senindi gibi fakat kooperatifleşme kanalıyla olursa bu sorun aşılmış olur kanaatindeyim.akan sularımızı boşa salmayalım her akan derelerin kenarına böyle seralar kuralım.tarıma elverişli toprakları ekilmeye mecbur tutalım.sonradan pişman olmayalım saygılar

Susuzluk sorunu gelecekte ki en önemli sorunumuz, ama bu tarımcılık yapmamız için bir engel teşkil etmiyor, son gelişmelerde damıtma yoluyla sulamalar yapılıyor bu da su israfını minumum seviyeye indiriyor.

Kısa bır sure önce Çukurava Universitesinin yeni bir buluşunu okumuştum, suyun yoğunluğunu ve hacmini artırarak tarımcılıkta kullanılması su israfını minumum duzeyine indirdiğini yazıyordu. Bu tarımcılıkta susuzluk problemine bir çözüm olarak görünüyor..

Damla sulama

Damla sulama yönteminde temel ilke, bitkide nem eksikliğinden kaynaklanan bir gerilim yaratmadan, her defasında az miktarda sulama suyunu sık aralıklarla yalnızca bitki köklerinin geliştiği ortama vermektir. Bu yöntemde bazen her gün, hatta günde birden fazla sulama yapılabilmektedir. Damla sulama yönteminde arındırılmış su, basınçlı bir boru ağıyla bitki yakınına yerleştirilen damlatıcılara kadar iletilir ve damlatıcılardan düşük basınç altında toprak yüzeyine verilir. Su buradan infiltrasyonla toprak içerisine girer, yerçekimi ve kapillar kuvvetlerin etkisi ile bitki köklerinin geliştiği toprak hacmi ıslatır. Başka bir deyişle, bu yöntemde genellikle alanın tamamı ıslatılmaz. Bitki sırası boyunca ıslak bir şerit elde edilir ve bitki sıraları arasında ıslatılmayan kuru bir alan kalır. Böylece, mevcut sulama suyundan en üst düzeyde yararlanılır. Damla sulama sistemi sabit sistem biçimindedir. Sistem unsurları, sulama mevsimi boyunca aynı konumda kalırlar. Ancak, sulama mevsimi sonunda bazı unsurlar araziden kaldırılır.

Serenler
19-04-2008, 20:38
Bana az önce gelen bir mail;

Türk tarımının geleceği

Türkiye'nin gıda, tarım ve dolayısı ile ekonomik alanda geleceğini etkileyecek en önemli 3 problem nedir derseniz, bu alanda konuşabilecek en son kişi olabilecek bana göre:



1. Gıda ithalatı

2. İthal tohum.

3. Aşırı miktarda ilaç (zehir) ve hormon kullanımı.


Zıraat ve ekonomi uzmanlarından bazıları bana hak verebilir, bazıları da yanlış sıralama, bunlar önemsiz, hadi canım erozyon, doğa kirlenmesi, zırai kırediler vs bile demedin diye gülebilirler.

Halbuki benim saydığım ilk iki problem gözden ırak ve tuzak problemler. Genetik bilmeyen zıraat ve ekonomi uzmanlarının görebileceği problemler değildir. Bu problemler, üzerine eğilinmediği takdirde, Türkiye dahil birçok gelişmekte olan ülkenin günün birinde apansız kapana sıkışmasına yol açacak problemler.

Dikkat ederseniz bu sıralamamda klasikleşen, erezyon, su ve toprak kirliliği, sanayi atıkları, taban fiyat, çiftçinin borçları, köyden kente göç vb gibi genel ve daha görünür pek çok problemi katmıyorum. Katmamamın nedeni bu genel problemlerin tüm Dünya'da yaygın olması ve bu problemlerle uğraşmakta olan gelişmiş ülkelerin bugün ve gelecekte bir takım çözumler geliştireceklerinin kaçınılmaz olmasıdır. Erezyon veya doğa kirliliğinden hiç bir ülkenin çökeceğini sanmıyorum!

Dengesiz gıda ithalatı, ithal tohum kullanımı ve ilaç/hormonların yanlış kullanımı, gelişmiş ülkelerin problemleri değiller ve gelecekte Türkiye'nin başına çok büyük işler açmaya gebeler. Turkiye'nin dışarıya bağımlılığını perçinleyecek faktörlerdir. Bu 3 problem, buzdağı tipi problemlerdendir, asıl kütleleri uzaktan görülemeyen.

Haiti'nin başına gelenler en güncel örnektir, ne üzücü ki orada olacaklar çeyrek asırdır bağımsız uzman ve bilim adamlarınca uyarılmaktaydı. Türkiye'nin başına gelecekler ise Türkler dahil kimsenin umurunda görünmüyor.



1. Gıda ithalatı.

Günümüzde global marketin gereği bütün ülkeler zırai ürünler alıyorlar ve satıyorlar. Örneğin çoğu kimseye garip geleceği üzere Türkiye hem buğday satıyor, bir yandan da alıyor. Şeker, meyve, sebze pek çok kalem gıda hem dışarı satılıyor hem de dışarıdan alınıyor, bazıları işlenmiş olarak. Evet bu saçma da olsa, ticaret ve katma değer bu şekilde yaratılıyor. Günümüzün market döngüsü bu. İthalat ve ihracat arasında bir denge varsa ve denge Turkiye lehine işliyorsa dışarıdan gıda ithalinde sorun yoktur. Ne var ki:

İthalat zamanla katlanarak ihracatı aşıyorsa,
Yapılan ithalat iç üretimi azaltıp hatta durduruyorsa
Sorunlar başlayabilir.

En kolay ve bol üretilen buğday ile ilgili 2007'den bir haber:
Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin buğday üretiminin geçen yıla göre yüzde 11.7 oranında azaldığını açıkladı. Yetkin'e göre en iyimser tahminle üretim 16 milyon ton ile sınırlı kalacak. Bu rakamlara göre Türkiye'nin 2 milyon ton buğday ithal etmesi gerekeceğini, bunun ekonomiye faturasının ise 1 milyar dolar olacağını söyledi.

2008'den bir haber:
Türkiye'de yaşanan kuraklığın tarımdaki acı faturası kesinleşti. Buğday üretiminde yüzde 13.9, arpa üretiminde yüzde 23.5, mısır üretiminde yüzde 7.2 azalma oldu.

Geçen yıl buğday üretimimiz %11.7, bu yıl %13.9, sürekli düşüş ve sürekli kabaran buğday ithalatı. Bu durum dünyanın en büyük 3 buğday üreticisinin, Kanada, ABD ve Avustralya'nın ekmeğine yağ sürmkte. Geçen seneki global kuraklıkta Chicago'da buğdayın tonu 300 dolardan 450 dolara fırladı.

Türkiye'de tarım üreticisinin ürettiği üründen tatmin olmaması veya kuraklık gibi doğal etkenler yoluyla arz, ithalatı körüklemektedir. Tarım üreticisi neden tatmin olmaz? Çünkü Türkiye'de tarımla geçinen nüfus toplamın %29'udur. Tarım'ın GSMH içindeki payı ise %10'dur. Yani tarımla uğraşan bir aile başka işlerle uğraşanlardan 3 kat az kazanmaktadır. Tarım üreticisi olmanın hiç bir çekiciliği kalmamaktadır. Çiftçi kar getirmeyen veya satamadığı üründen vaz geçmeye başladığında köyden kente göç, o ürün için dışa bağımlılık, aşırı talepten dolayı da fiyat artışı gibi ardıl problemler yapılanmaya başlar.

İthal ürünler daha kaliteli (yani müşteriyi fiyat ve tad bakımından tatmin eden) ise talep de ithalatı körükler. Üretimde gerileme süreci başladığında, iç üretim değişik nedenlerle katlanarak azalıp zamanla durma noktasına gelebilir. Tüketicinin ve sektörün alışkanlıkları da değişmeye başlar. Sonuç olarak, Türkiye'nin iki ayağı birden (hem ithal edilmekte olan ürüne dış bağımlılık, hem de ithal için borç alınan dövize dış bağımlılık) batağa saplanır.

Hadi canım, bir noktada ithalatı durdurur iç üretimi körüklemeye başlarız! Malesef o kadar kolay değil. İbrenin ithalatta uzun süre durması onarılamayacak ve dışa tam bağımlılığa dönüşebilecek sonuçlar ortaya cıkarabiliyor. İthalatın iç üretimi azaltıp hatta durdurması, geriye dönüşü çok güç değişimlere yol açabiliyor. Öncelikle o ürünü üreten çiftçi, alıp satan tüccar işi bıraktığında, taşımasını yapan, işleyen, paketleyen fabrikalar kapandığında, tüketicinin alışkanlığı da değiştiğinde, yani ticaret akışı sekteye uğradığında, o ürünü tekrar canlandırmak çok büyük masraf ve emek gerektiriyor. Afrika'da pek çok ülke bunu yaşadı ve ekonomik ve siyasi krizlerde açlıkla karşı karşıya kaldı.


2. İthal tohum.

Babalarımızın, dedelerimizin bildiği, bir ürün alınınca, ürünün bir kısmı tohumluk olarak ayrılır ve bir sonraki ekimde kullanılırdı… Artık değil. Bilmemiz gerekiyor ki bugün Türkiye'de tohum üretimi çok sınırlı boyutlarda ve talebin %20'sinden azını karşılıyor. Yani Türkiye sıkı bir tohum ithalatçısı. Yediğimiz ürünlerin tohumu dışarıdan ithal yoluyla geliyor.

Günümüzde ithal tohumlar laboratuarlarda üretiliyor. Başka bir deyişle gün geçtikçe tohumun kaynağı ürünün meyvesi/kendisi olmaktan çıkıyor. Günümüzde hızla yayılan uygulamaya göre, çok basite indirgersek, ürünün izole edilen DNA'sına istenilen şekil ve özellikler verildikten sonra yapay ortamda kolayca çoğaltılıp tohumlara çevriliyor. Bu şekilde üretilen tohumlar daha verimli, daha sağlıklı ve dayanıklı ürünler verdiğinden doğal tohuma tercih ediliyor.

Burada küçük bir not düşelim: Bahsedeceğim problem genetiği ile oynanmış tohumlarla ilgili değil. Gerçekte, doğal veya biyo denilen tohumlar da insanların uzun zamanlar süresince mutantlardan seçerek ve çaprazlayarak ürettiği yapay (insan eli değmiş) tohumlardır. Örneğin bugün biyo diye yediğimiz ürünlerin büyük kısmı, son yüzyıllarda ortaya çıkmış, doğada ilk bulunan orjinallerinden onlarca kat daha iri ve büyük, sağlıklı, çift cinsiyetli ve anormal ölçüde verimlidirler. İnsanlar tarafından mutantlar arasından seçilen veya çaprazlanarak mutasyonu tetiklenen ürünlerin çoğaltılmasıyla elde edilmişlerdir. Örneğin bugün tarımda kullanılan ve çoğaltılan meyve ağaçlarının tamamı biseksüel (kendi kendini dölleyebilen) mutantlardan seçilenlerdir. Geçmişte insanların nesiller boyu uğraşarak mutasyon, seçim ve çaprazlama sonucu ürettikleri orjinalinden çok farklı tohumların çok daha iyileri bugün genetik laboratuarında bir gecede yapılabilir hale gelmiştir. Benim ise şu an anlatmak istediğim, genetiği oynanarak üretilen tohumların insan sağlığına zararı veya yararı değil!

İthal tohumda sağlık endişeleri ve döviz kaybından başka ne gibi ciddi bir sorun olabilir?

Türkiye, genetik veya doğal tohumculuğu kendi yapmadığından,
Doğal tohumuculuk da zamanla terkedilip tamamen ithal tohuma geçildiğinde,
Çok büyük bir problemle karşı karşıya kalınacaktır. Çünkü ithal yapay tohumlardan elde edilen ürün kısırdır!

Bu kısırlık, tohum üreticileri tarafından tohumda bilinçli olarak yapılan bir değişiklik. Türkiye ithal kısır tohum kullanarak, bütün ipleri ve geleceğini, bu tohum üreticisi gelişmiş ülkelere emanet etmiş oluyor ve sadece ekonomik değil gıda açısından da kapana girmiş oluyor.

Çünkü günümüzde, tohumların genleri ile oynayarak kısır, yani sadece bir tek ürün veren ve verdiği ürünün çekirdeğinin artık tohum olarak kullanılamadığı tohumlar üretmek mümkün. Bir başka deyişle, sadece bu yıl ithal tohum alayım, gelecek yıllarda da ürünün tohumlarını kullanırım gibi bir mantık artık işlemiyor. Genetik işlenmiş tohum alıyorsan, her sene almak zorundasın. Bu durumda Türkiye her sene artan tohum ihtiyacını, ithal yolu ile tohum üreticisi (yani genetik ve tohumculukta lider) ülkelerden karşılamak ve onların istediği fiyata mahkum olmak zorunda kalacaktır. Herhangi bir siyasi anlaşmazlık durumunda 'sana artık tohum yok' dediklerinde ise yerel ve doğal tohumla üretilmesi sürdürülen kısım yeterli miktarda tohum veremediği için büyük bir tohum ve üretim darboğazı söz konusu olabilecektir. Bunun adına; paran varsa soyulmak, paran yoksa açlık denilebilir.

Bugün genetik olarak degiştirilmiş tohum üreten ve satan ülkeler sadece Amerika kıtasında yer alıyorlar (ağırlıkla ABD olmak üzere, Kanada, Arjantin vb). Avrupa Birliği genel olarak, genetiği laboratuarda değiştirilmiş tohum üretilmesinde ve kullanılmasında sıkı kontrol ve önlemlere sahip.

Özet olarak, genetik olarak tohum üretecek teknolojileriniz ve biliminiz yoksa, doğal tohumculuğu bir şekilde ayakta tutmak ve geliştirmek zorundasınız. Tohum üretebilmek, bağımsız üretici olabilmenin tek koşuludur. Tohumu üretmiyorsanız, ürünün gerçek sahibi de tohumu size satan olur ve sizin üretiminizi ve sizin siyasetinizi istediği gibi kontrol altında tutabilir.


3. İlaç ve hormonlar.

Türkiye'nin önündeki buzdağı problemlerden biridir tarımda bilinçsizce kullanılan kimyasallar. Bilinçli kullanımda, hormon denilen ürünler bitki döllenmesinde ve gelişiminde bazıları zaten bitkilerin bünyesinde olan, fakat gelişimi hızlandırmak, ürünün verimini arttırmak adına dışarıdan da bir miktar verilebilen protein yapısında organik moleküllerdir.

Çoğu turfanda ürünün döllenmesi aşamasında (örn. sera domates, patlıcan vb) mecburen kullanılan maddelerdir. Araştırmalara göre bunların dozunda kullanılmasının gerek üründe gerekse insan vücudunda soruna yol açmadığı düşünülüyor. Tüm dünyada uygulanan zirai ilaçlama da yine dozunda ve zamanında yapıldığında çok büyük sorunlara yol açmamakta.

Fakat, Türkiye'de çığ gibi büyüyen bir problemimiz var. Çok sayıda ve çeşitte ithal, zırai ilaç, hormon, geliştirici vb kimyasalın marketlere dolması, kırsal insanımızın cahilliği ve abartma huyu ile birleştiğinde, artık ortaya zirai facialar çıkmasını bekleyebiliriz. Türk çiftçisi hem ithal, hem yerli üretimi olan tarımsal ilaç ve zehirler kullanmakta. Bunların bir kısmı kaçak (yani ucuz) yurda sokulduğundan üzerlerinde hiç bir Türkçe talimat da bulunmaz, kulaktan dolma, tahmin veya göz kararınca kullanılır. Bir kısmı da üzerinde kullanma talimatı olsa da faydalı etkileri arttırıcağı inancıyla, yan etkiler göz ardı edilerek abartılı, zamansız ve bilinçsizce kullanılır.

Ürünü iyice yıkarız geçer mi? Malesef...

Zaman içinde ilaç ve zehirler toprakta birikiyor, ürünlerin içine nüfuz ediyor.
Yağmur ile yer altı sularına karışarak insanlara içme suyu olarak dönüyor.
Aşırı hormonlu gıdalar insanlarda çeşitli hastalıklara, kanserlere yol açabiliyor.
Doğal su kaynaklarının kirlenmesi günümüzdeki en yaygın ve ciddi problemlerden biridir. Gelişmiş batı ülkeleri bu konuda cok önlemler almakta ve hali hazırda kirlenen suların arıtılması konusunda cidi ve pahalı çalışmalar yürütmekteler. Türkiye, gittikçe artan oranlarla sularını kirlettiği ve ne önlem ne de çözüm konusunda ciddi bilimsel ve teknolojik çalışmalar yürütmediği için, günün birinde gelişmiş ülkelerin çok pahalı çözümlerine muhtaç kalacak veya aç-susuz kalacak. Bir yandan erezyon, bir yandan aşırı kullanılan ilaç ve zehirler, toprağın kalitesini, kimyasal içeriğini değiştiriyor. İçindeki faydalı organizma ve hatta solucanları da zehirleyerek verimini yok ediyorlar. Toprağı ve üzerinde yaşayan insanları ağır ağır zehirliyor.

Hormon konusuna gelince; ziraatte kullanılan bitki gelişim düzenleyiciler turfanda yetiştirmek için şart olmakla birlikte, normal bitkilerin gelişmesini hızlandırmak, meyve tutmasını arttırmak vb. amaçlarla da kullanılmakta ve halk arasında bunlara hormon denilmekte.

Bahçeci ve çiçekçilerimiz o denli saf-kurnaz ki, bol çiçek veya meyve almak için, eczanelerde serbest satılan östrojen kadınlık hormonunu bile bitkilerde deniyorlar, kullanıyorlar! Zıraat mühendisleri bunun etkisiz olacağını iddia ediyor, ancak östrojen hormonu bitkiye ne yapıyor, nasıl bir etki yaratıyor tam bilmiyorlar.

Sordum ve öğrendim: Zıraatçilerimize göre, Türkiye'de doğal yetiştirilen ürünlerde hormon kullanılmamaktaymış, sadece serada yetiştirilen turfandalarda dölleyici ve gelişim hızlandırıcı formüller kullanılmaktaymış. Hormonların dozunda ve zamanında kullanıldığını ve sağlığımız için sorun olmadıklarını söylüyorlar. Çilek, domates ve salatalıkların iriliğini, dışarıdan getirilen iri cins tohumlara bağlıyorlar. Halkımız da domateslerin içindeki yeşil sertlikler ve patlıcanların içindeki boşlukları aşırı ve zamansız hormon kullanımına baglamakta. Hangisi doğru?

Problem şu olabilir mi? Zıraat mühendislerimiz sadece kendilerinin kontrolünde olan zirai alanlarda kimyasal kullanımlardan haberli, ve bilinçli kullandırtıyor olabilirler. Ancak, tahminim pek çok çiftçi, küçük üretici, seracı, bahçeci vb Zıraat mühendisleri ile beraber çalışmıyor! Oradan buradan duyduğu ve özellikle zirai kimya (ilaç/gübre/hormon) satıcılarının önerdiği şekilde kimyasal kullanıyor. Satıcıların tek amacı her türlü kimyasaldan (zehir bile olsa) bolca satabilmek. Doktora danışmadan ilaç kullanmak gibi, çiftçilerimiz mühendise danışmadan bir onu dene, bir bunu dene, bütün toprağı, ürünü ve suları zehirlemeyi sürdürüyorlar.


Pek çok alanda dışa bağımlıyız. Bu alanlara bir de tarım eklenirse işte o zaman dönüşü olmaz.

latino
19-04-2008, 21:01
Bana az önce gelen bir mail;

Türk tarımının geleceği


Bu kısırlık, tohum üreticileri tarafından tohumda bilinçli olarak yapılan bir değişiklik. Türkiye ithal kısır tohum kullanarak, bütün ipleri ve geleceğini, bu tohum üreticisi gelişmiş ülkelere emanet etmiş oluyor ve sadece ekonomik değil gıda açısından da kapana girmiş oluyor.

Özet olarak, genetik olarak tohum üretecek teknolojileriniz ve biliminiz yoksa, doğal tohumculuğu bir şekilde ayakta tutmak ve geliştirmek zorundasınız. Tohum üretebilmek, bağımsız üretici olabilmenin tek koşuludur. Tohumu üretmiyorsanız, ürünün gerçek sahibi de tohumu size satan olur ve sizin üretiminizi ve sizin siyasetinizi istediği gibi kontrol altında tutabilir.


Fakat, Türkiye'de çığ gibi büyüyen bir problemimiz var. Çok sayıda ve çeşitte ithal, zırai ilaç, hormon, geliştirici vb kimyasalın marketlere dolması, kırsal insanımızın cahilliği ve abartma huyu ile birleştiğinde, artık ortaya zirai facialar çıkmasını bekleyebiliriz. Türk çiftçisi hem ithal, hem yerli üretimi olan tarımsal ilaç ve zehirler kullanmakta. Bunların bir kısmı kaçak (yani ucuz) yurda sokulduğundan üzerlerinde hiç bir Türkçe talimat da bulunmaz, kulaktan dolma, tahmin veya göz kararınca kullanılır. Bir kısmı da üzerinde kullanma talimatı olsa da faydalı etkileri arttırıcağı inancıyla, yan etkiler göz ardı edilerek abartılı, zamansız ve bilinçsizce kullanılır.
[B]

Pek çok alanda dışa bağımlıyız. Bu alanlara bir de tarım eklenirse işte o zaman dönüşü olmaz.

Belki sanal anlamda bağımlı olmaya bir şekilde çözüm yolu bulunabilir, ama tohumculukta dışarıya bağımlı olmak çok korkutucu bir gelişme, damarlarımızda dolaşan kanın teminini bizim dişımızda bizi sömurmek isteyenlerin insiyatifine bırakmak gibi bir şey.

Bu konun içinde girdikçe, ureticinin ne tur sorunlarla karşı karşıya kaldığı ve sorunlar karşısında giderek pes etmesinin sonucunu hazırladığını ve dahada önemlisi yediklerimizin içtiklerimizin ve bunların oluşmasında katkıda bulunan topraklarımızın zehirlenmesi yoluyla, kanımıza karışan zehirin bizleri yavaş yavaş tuketmesini elimiz kolumuz bağlı,duyarsız bir şekilde sadece tuketici olarak hissetmek ise en korkunç olanı.:cry::cry:

mamut222
20-04-2008, 00:35
ALLAH bu ülkeye beni degilde. benim gibi düşünen bir insanı tarım bakanı olmasını nasip etsin.
yaşadıgım bir olayı anlatmak istiyorum.gecen hafta pazara cıkdım ,köylerden gelen kadınlar pazarda yetişdirdikleri sebzeleri ,yagı ,loru,cökelegi satan,elleri nasırlı köylü kadınları.
bir tanesinin önünde durdum,küçücük kıvırcık marollar yemyeşil organik tap taze,teyze kaç para dedim marollar.
kadıncagız.aha buna verdim şimdi poşeti bir milyon sana da aynı vereyim,dedi ,poşete bakdım agız bagız dolu bu kadar marolu ben bir haftada yiyemem,ben derken beş kişilik bir aile ,ben yiyebilecegim kadarını aldım bir milyon verdim,
kadın olmaz ona çok verdim sana az oldu helal olmaz demez mi,
bende teyzeye sen zaten ucuz veriyorsun fazlası bana müsriflik olur sagol dedim ve ayrıldım.
neden anlattım, bizim köylünün malı para etmiyor,yetişdirdigini degerlendiremiyor ,anlının terinin hakkını alamıyor.bir kilo tereyagı 7.00 ytl..ayçiçek yagı kaç para.zeytin yagı kaç para.çok şey söylenir de.ben tek bir şey söyleyecegim.
KALKINMA KÖYLÜDEN BAŞLAMADIGI SÜRECE BİZDEN BİR ŞEY OLMAZ SAYGILAR...

baymetin
20-04-2008, 00:36
Türk Çiftçisinin kazanması çiftçilikden karnını doyurması mümkün değil.Sattığı ürün arz ve talebe bağlı ve genellikle her yıl bir önceki yıla yakın fiyatlarla gidiyor.Buğdaya Devlet taban fiyat tespit ediyor ve TMO bu fiyattan bir miktar alım yapıyor.Sonra işi yavaşlatıyor.Çiftçi tüccarın kucağına itiliyor,oda ne yapsın peşin para diye ucuz pahalı mahsülünü satıyor.Girdiler her yıl %40 ile %100 arasında artıyor(bu sene gübre%200 arttı)Çiftçiye destek diye hektar'a 10 ytl para veriyor devlet.Sen bir şey ekme al bu parayı yat der gibi.Buda kime yarıyor binlerce dönüm arazisi köyde olup kendisi büyük şehirlerde yaşayan toprak ağalarına.Çoğu çiftçi tarlasını namus belasına ekiyor arkadaşlar,dostlar alış verişde görsün diye.Bir akrabam 80 hektar buğday ekti,sonuçda Tarım Kredi kop.den aldığı gübrenin faizini cebinden verdi,gerisini siz düşünün.Çiftçinin yeni senesi vardır.Yeni sene güzel olurmu diye bakar hep geleceğe.Ama nerde gelen yıl gideni arattırır.Saygılarımla.

ibrahimbjk
20-04-2008, 10:05
http://img205.imageshack.us/my.php?image=bugdayqp5.jpg
Gördügü en yüksek fiyata göre son 1 ayda %40 gerileme mevcut....

latino
20-04-2008, 10:35
Sawyer...


LOST’un Sawyer’ı geldi.

Canım çok sıkkın.

Adamın yüzünden, aralarında benim de bulunduğum Türk erkeklerinin yüzde 98’inin eciş bücüş tipler olduğu ortaya çıktı.

*

Kızlar bir Sawyer’a bakıyor.

Bir de bize.

Kınıyorum Algida’yı!

*

Şaka bir yana, "kıyas" iyi bir şey aslında... Gerçeğin kabak gibi ortaya çıkması için, "onu" ve "bunu" yan yana koymak gerekiyor... Mesela, tarım!

*

Sene 2001...

Mersin Limanı’ndan 800 bin ton tahıl "ihraç" ederken, 200 bin ton tahıl "ithal" ediyormuşuz. Yani, 4’te 1.

Sene 2007...

Aynı Mersin Limanı’ndan 200 bin ton tahıl "ihraç" ederken, 600 bin ton tahıl "ithal" etmişiz. Yani, 3 katı.*

Gelen, inanılmaz şekilde artmış.

Giden, dramatik şekilde azalmış.

*

Sene 2001...

Mersin Limanı’ndan 70 bin ton pamuk "ihraç" ederken, 210 bin ton pamuk "ithal" ediyormuşuz.3 katı.

Sene 2007...

Aynı Mersin Limanı’ndan 70 bin ton pamuk "ihraç" ederken, 700 bin ton pamuk "ithal" etmişiz. 10 katı.
*

Böyle bu işler çünkü.

*

Memleket de insan gibi...

Bakacaksın.

Dikkat edeceksin.

Özeneceksin.

Çekidüzen vereceksin.

Bakarsan kendine, "yakışıklı yakışıklı" dolaşırsın dünyanın her yerinde... Bakmazsan, getirirler Sawyer’ı, parayı da o alır, kızları da... Sana mısırın koçanı kalır.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8743519.asp?yazarid=249&gid=61&sz=75713

Buğday ve Pamuk'taki dramatik azalış net olarak rakamlara yansımış..

Bu diğer urunlerde de buna benzer dramatik düşüşler mevcut..

Artık tarımcılık bağırıyor, ya buna bir çözüm bulursunuz, yada el oğluna mahkum kalırsınız. Burada kendimizden başka çözüm yolu bulabilecek kimse yok. sorun hepimizin sorunu, eğer en değerli zenginliğimizi çözemezsek bundan sonraki sureçte yabancının bize yapacağı dayatmalara ise hiç itirazımız olamaz.:cry::cry:

Ne ekersen onu biçersin..

balaban
20-04-2008, 10:43
Sawyer...

Ne ekersen onu biçersin..


Ekseydik birşeyler keşke:grrr: Tarım tamamen bitme noktasına gelmiş, üretim de durma noktasına. Sahi biz ne yapıyoruz bu memlekette.

Üretmeyen Ulusların geleceği son noktaya gelmek üzereyiz. Bu düzene evet diyen - olur veren halkımız tam köleliğimiz tescillendiğinde bakalım ne diyecek.

Sn.Latino1122, bu topik diğer topiklerden fazla izlenmeli fakat izlenmeyecek. Biz gıda kıtlığına, kuraklığa ve bunlarla ilgili gazete haberlerine bile spekülasyon gözüyle bakıyoruz. Kapıya gelmeden anlamıyoruz.:notr:

balaban
20-04-2008, 10:46
Belki sanal anlamda bağımlı olmaya bir şekilde çözüm yolu bulunabilir, ama tohumculukta dışarıya bağımlı olmak çok korkutucu bir gelişme, damarlarımızda dolaşan kanın teminini bizim dişımızda bizi sömurmek isteyenlerin insiyatifine bırakmak gibi bir şey.

Bu konun içinde girdikçe, ureticinin ne tur sorunlarla karşı karşıya kaldığı ve sorunlar karşısında giderek pes etmesinin sonucunu hazırladığını ve dahada önemlisi yediklerimizin içtiklerimizin ve bunların oluşmasında katkıda bulunan topraklarımızın zehirlenmesi yoluyla, kanımıza karışan zehirin bizleri yavaş yavaş tuketmesini elimiz kolumuz bağlı,duyarsız bir şekilde sadece tuketici olarak hissetmek ise en korkunç olanı.:cry::cry:


Geçen yıl çıkarılan TOHUMCULUK yasasına hiç akıl erdiremedim. Sen kendi tohumunu yapma elin İSRAİL'inden al.

Ne belli genleriyle oynamadığı, neden o kadar para verip oradan alıyoruz? Bizim tohumlara ne oldu veya nesi var? Akıl almaz:grrr:

latino
20-04-2008, 11:08
Ekseydik birşeyler keşke:grrr: Tarım tamamen bitme noktasına gelmiş, üretim de durma noktasına. Sahi biz ne yapıyoruz bu memlekette.

Üretmeyen Ulusların geleceği son noktaya gelmek üzereyiz. Bu düzene evet diyen - olur veren halkımız tam köleliğimiz tescillendiğinde bakalım ne diyecek.

Sn.Latino1122, bu topik diğer topiklerden fazla izlenmeli fakat izlenmeyecek. Biz gıda kıtlığına, kuraklığa ve bunlarla ilgili gazete haberlerine bile spekülasyon gözüyle bakıyoruz. Kapıya gelmeden anlamıyoruz.:notr:

Sn Balaban;

Çok haklısınız, acaba bunu uretmeden fırsata çevirebilirmiyiz diye düşünüyoruz? bizde var bir şeyler..:notr::notr:

Çiftçi; ekiyor, biçiyor, topluyor, sezon boyunca alınteri akıtıyor, aç kalıyor, soğukta üşüyor, çocuğun eğitiminden, sağlık giderlerinden feragat ediyor;

En iyi bildiği işten asla vazgeçmiyor: Uretmekten (ama teknolojiyi takip edemiyor, çünkü imkanları kısıtlı)

Neyi Bilmiyor : Ticareti (Urettiği urunu satmasını beceremiyor, tarlada 100 kuruşa sattığı urunu markette 3 Ytl görüyor, belki fiyatlar düşmesin diye urunu denize dökmeye zorlanıyor)

Neyi Beceremiyor : Alımı (Gubresini almasını bilmiyor-Zirai ilacını alamayor, ya bankanın eline düşüyor ya da tefecinin)

Ama tezgahını kuran çok iyi kazanıyor, derdini gerekli mercilere guzel bir şekilde anlatıyor kazancına kazanç katıyor, zaten ezilmekte olan çiftçi daha da eziliyor.

Sonuçta tası toprağı toplayıp şehirli oluyor!!! Çarpık bir kentleşmeye yardımcı oluyor..

Tarımda ihracatımız düşüyor, ithalatımız artıyor...

Verimli toprakların haritasını çıkarmak, sulama alanlarını belirlemek, ihtiyaç duyulan urunlerin durumuna göre uretim planlaması yapmak, fazla urunlerin ihracatını gerçekleştirmek, gerçek uretinin yolunu açmak, eğitmek, öğretmek, destek olmak, spekulatörün kucağına düşmesini onlemek, tohumculuk alanında yeni gelişmeleri takip uygulamak, arge merkezleri kurmak, yaratıcı projeleri desteklemek, en az ile en verimliyi uretibilmek vs.vs.vs.

Bu kadar imkan varken bunları yapmak çok mu zor??

balaban
20-04-2008, 11:15
Sn Balaban;

Bu kadar imkan varken bunları yapmak çok mu zor??

Zor değil, imkansız. :notr:

Günlerce yayınlanan bir yazı dizisi vardı. "AB'nin Tarım Politikaları ülkemizde tarımı bitirdi" Onlar çok bilinçli olarak bizden istiyorlar, biz de yerine getiriyoruz.

Yıllar önce bize: "aman siz ağır sanayiyi boşverin size turizm ve tarım yeter" derlerdi. Zaman içinde anlaşıldı ki bize sadece turizm yetiyormuş, tarıma da gerek yokmuş.

balaban
20-04-2008, 11:25
Yazı dizisinden bir bölümü ben göndereyim


“Efendiler!
Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenîleşmesine karşılık Türkiye tam tersine
gerilemiş ve düşüş vâdisine yuvarlanadurmuştur.
Artık vazîyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasîhat almak, bütün işleri Avrupa’nın
emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi.
Halbuki, hangi istiklâl vardır ki ecnebîlerin nasîhatleriyle, ecnebîlerin planlarıyla yükselebilsin?.. Târih, böyle bir hâdiseyi kaydetmemiştir!”
Gazi Mustafa Kemal 6 Mart 1922, T.B.M.M.




Eski bakandan hükümetlere büyük suçlama:

Türkiye’de tarımı bakan bile kurtaramaz!
“Tarım için gerekli yasaları çıkarmamı engellediler” diyen eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, bir tarım bakanının bile bu düzende Türk tarımını kurtaramayacağını iddia etti

Kendisi de bir ziraat profesörü olan Hüsnü Yusuf Gökalp, 57. Hükümette Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak görev aldığı yıllarda başta Tarım Yasası olmak üzere Türk tarımındaki birçok eksiği tamamlamaya çalıştığını, ancak engellendiğini belirtip, “Bir an önce Siyasi Partiler Kanunu değişmeli. Bir bakan, kendi sorumluluğuna verilmiş konuda bile konuşturulmuyorsa, bir şeyler yapmak istediğinde önü kesiliyorsa, çok ciddi bir sorun var demektir” dedi. Yakın bir zaman önce, aynı gerekçeleri sunarak partisi MHP’den de istifa eden Prof. Dr. Gökalp, “Yapmak istediklerim, ABD’nin, AB’nin yani Batı’nın işine gelmedi. Yapmak istediğim her şey engellendi” diyerek, Türkiye’nin nasıl bir ortama sürüklenmiş olduğunu gözler önüne serdi.

Prof. Gökalp: “Tarım, hürriyet meselesidir”
“Tarımın hayati önemini ne yazık ki henüz milletçe kavrayamadık” diyen Gökalp, bunun önemini şöyle vurguladı: “Tarım denince milletin aklına köy gelebilir. Ama benim aklıma, milletimin açlığı tokluğu geliyor. Tarım bir milletin açlık-tokluk meselesi, dolayısıyla hürriyet meselesidir. Aç olan insanın hürriyetini kaybetmesi an meselesidir. Tarımın önemi herkese anlatılmalıdır. İstanbul’un Levent’inde, Etiler’inde oturup, köylülere burun kıvıranlara da tarımın önemi benimsetilmelidir.”

“Lütfen kurun” derken can veren dekan
Tarımın 80’li yıllarda başlayarak çeşitli yaralar aldığını anlatan Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp, kendisine en acı veren anısını bizlere şöyle aktardı: “1984 yılında çıkarılan kanunla Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nü kapatmışlardı. Örneğin, şu anda patateste görülen hastalıklar gibi pek çok hastalık, bu genel müdürlük halen açık alsaydı ortaya çıkmazdı. Çünkü dışarıdan hastalıklı tohum gelmesine engel olunurdu. Ülkesini seven bilim adamlarının bu konuyu ne kadar ciddiye aldıklarını, size acı bir anımla anlatmak istiyorum. 2000 yılıydı. İzmir’e gitmiş ve zamanın İzmir Valisi Kemal Nehrozoğlu’nun da bulunduğu bir masada Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Feyzi Önder ile görüşüyordum. Feyzi bey, bir bakan olarak benden Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nü yeniden kurmamı istiyor ve tarımda bu kurumun eksikliği yüzünden yaşanan hastalıkları bana hatırlatıyordu. ’Lütfen kurun’ derken bir anda fenalaştı ve oracıkta ölüverdi. Ne yazık ki, rahmetlinin o isteğini bile gerçekleştiremedim. Onu bile engellediler.”

Tarım Kanunu’nu engellediler
Türkiye’de yıllarca Tarım Kanunu’nun olmadığını hatırlatan ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı döneminde Tarım Çerçeve Kanunu hazırlattığını söyleyen Gökalp, “Ancak ne yaptıysam olmadı. Hükümet programına alınmadı” dedi ve ekledi: “ O zaman o kanun çıksaydı, geçen sene çıkan o ucube tarım kanunu çıkmamış olacaktı ve çiftçi de bugünkü gibi kötü durumlara düşmeyecekti. Tarım Yasası, ne yazık ki, tarıma ters açıdan bakanlar tarafından çıkartıldı.”
“Bakanlığınız zamanında hükümetin başında rahmetli Bülent Ecevit vardı. Bu durumda sizi o mu engelledi?” sorumuzu eski Tarım ve Köyişleri Bakanı Gökalp, “Hayır. Tam tersine, beni dinleyen tek kişi o olmuştu. Her ne kadar siyasi fikirlerimiz uymasa da, tarım konusundaki hassasiyetini her zaman saygıyla karşıladım” diyerek yanıtladı.

“Bizde var, sen ekip biçmekle uğraşma!”
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp, görev aldığı hükümet döneminde Tarım Ürünleri Pazarı Regrasyon Kurumu kurulması için de çok uğraştığını söyledi ve böyle bir kurumun olması halinde, köylünün ürünlerinin ucuza gitmeyeceğini belirtti. ABD’de de tarım ürünlerini pazarlama board’ları (kurulları), tarım ürünleri borsaları olduğunu hatırlatan Gökalp, “ister ABD’li olsun, ister AB’li, Batılılar’ın derdi, bize kendi çiftçilerinin ürünlerini satmakta. ’Bizde bu ürünler var. Sen ne uğraşıyorsun ekmekle, biçmekle’ mesajı verip duruyorlar. Bu sözleri, katıldığım tarım bakanları toplantılarında bizzat duydum” diyerek, Batılılar’ın amaçlarını birinci ağızdan bizlere anlattı.

“Tarımı, reel sektörler arasına almadılar”
Reel sektörler arasında bankacılığın, borsanın olduğunun ama üretim sektörlerinin olmadığının altını çizen Hüsnü Yusuf Gökalp, “Bakan olarak tarımı reel sektörler arasına koydurmak için çok uğraştım ama olmadı” dedi. GAP gibi büyük bir projenin üst kurulunda bile 2002 yılına kadar Tarım Bakanına yer verilmediğini söyleyen ve yüzde 90’ına yakını enerji yatırımlarına ayrılmış olan GAP’ta tarım ve sulama yatırımlarının sadece yüzde 12 oranında olduğunu hatırlatan eski Tarım Bakanı Gökalp, kendi döneminde Bakanlar Kurulu’nda dikkate alınmayan önerilerini şöyle sıraladı: “Tarım Çerçeve Kanunu’nun ve kuraklığa karşı Su Konseyi Kanunu’nun çıkarılması; AB’nin önemli organlarından olan Tarımsal Garanti ve Yönlendirme Kurulu’nun Türkiye’de de oluşturulması ve kapatılmış olan Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Toprak-Su Genel Müdürlüğü, Gıda İşleri Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nün yeniden faaliyete geçirilmeleri.”

İzmir’de 22 köye tek mühendis, ya Siirt’te?
Çiftçiyi yönlendirecek kurumları tekrar faaliyete geçirmeye uğraşan zamanın Tarım Bakanı Gökalp’in “Ne yaptıysam engellendim” sözü kulaklarımızda henüz çınlarken, durumun ne kadar vahim olduğunu, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’ın TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkezi’ne yazdığı rapordan daha iyi anlıyoruz: “Üretimde verim, verimlilik ve kalitenin en temel dayanağı olan ’bilgi’yi, ona en çok ihtiyaç duyan çiftçilerimize ulaştırabilecek, nitelikli ve yeter sayıda teknik personel ile donatılmış bir kamu kurumu niteliği de ne yazık ki kalmamıştır. Örneğin, İzmir ilimizde ilçeler itibariyle Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde kamu hizmeti vermekte olan her bir Ziraat Mühendisine düşen tarımsal nüfus 25 bine, tarım alanı 170 bin dönüme, köy sayısı ise 22’ye kadar ulaşmıştır. Torbalı, Menemen, Ödemiş, Tire, Bergama ilçelerimizde bu rakamlar daha da yüksektir. Kaldı ki, var olan yapıda söz konusu teknik personel de, destekleme ödemeleri ve Çiftçi Kayıt Sistemi bürokrasisi ile boğuşmaktadır. Sonuç olarak devlet ile üretici arasında, eğitim ve yayım amaçlı bağ ortadan kalkmış durumda bulunmaktadır.” İzmir gibi merkezi ve göz önünde olan bir ilde 22 köy, tek bir ziraat mühendisine danışabilecekse, doğuya gittikçe tek bir mühendise düşen köy sayısı kimbilir daha ne kadar artmaktadır.

Prof. Sındır: “Dışa bağımlılık yatırımla kırılır”
Prof. Dr. Sındır, Türk tarımının geneliyle ilgili şu uyarılarda da bulunuyor: “Tarım sektöründe doğru ve sürdürülebilir bir tarım politikası oluşturulmalıdır. Söz konusu politikanın temel amaçları, AB’nin ortak tarım politikasına benzer bir şekilde; tarımda verim artışını sağlamak, kırsalda yaşayanların yaşam kalitelerini iyileştirmek, tarımsal ürün ve girdi piyasalarında istikrar sağlamak, tarım ürünleri arzında süreklilik sağlamak ve uygun tüketici fiyatlarını garantilemek şeklinde sıralanabilir. Tarıma ayrılan destekleme miktarının GSMH’nin en az %3’ü olarak düzenlenmesi gereklidir... Özelleştirme politikaları yerine girdilerde derinleştirilmekte olan dışa bağımlılığı kıran yatırımlara ağırlık verilmelidir.”

IMF onlara tarım programlarını uygulatmadı
Çok iddialı tarım programlarıyla seçimi kazanan DSP ve MHP, “Nihayet Türk tarımı için birileri bir şey yapacak” kanısını, IMF programlarını uygulayarak boşa çıkardılar. Kendi Tarım Bakanları bile bu işe isyan etti. Ancak IMF ve Kemal Derviş faktörü, tarımla ilgili her öneride, Bakanlar Kurulu’nu derin bir sessizliğe boğdu. Özal Hükümeti ile başlayan tarım konusundaki dışa bağımlı politikalar, AKP iktidarında daha da hız almış halde devam etmektedir.

Ulusal Tarım Politikası gerekli
Türk tarımının yıllardır tehdit altında olduğunu söyleyen bir başka isim de, Prof. Dr. Erol Manisalı. Ne zaman Türk tarımı için “yasal anlamda” kötü bir gelişme olsa, borsanın yükselişine dikkat çeken Manisalı’ya, “AB’nin Türkiye tarımı üzerinde kurduğu baskıyı” sorduk. Aldığımız ilk yanıt, “Türkiye’de tarım sorunun temelinde ulusal tarım politikasının olmaması yatmaktadır” oldu.
Prof. Dr. Manisalı, AB’nin Türkiye’yi kendi birliğine katmayacağından öylesine emin ki!.. 70’li yılların sonlarından beri hazırlanan AB raporların da anlaşılabileceğini söyleyen Erol Manisalı, “Tarım makro politikalarla ayakta durur, Avrupa Birliği’nde makro politikalar, ulusal politikaların üzerine oturtulmuştur. Oysa, Türkiye’de yıllardır ulusal bir tarım politikasının oluşturulmasına izin verilmemiştir” dedi. Manisalı, tarımda teslimiyetçiliğin, Özal döneminde başladığını söyledi ve Turgut Özal’ın “devlet tarımdan elini ayağını çekmelidir” sözünü de hatırlattı.

“AKP, AB’nin güdümünde”
“Türk çiftçisi, yabancı tekeller ile karşı karşıya bırakılmıştır. Piyasa da AB’nin tarım politikaları egemendir” diyen Erol Manisalı bu konuda AKP Hükümeti’ni şu sözlerle suçladı. “AKP, orduya ve ulus devlete karşı AB’ye aldığı için onun dediklerini yapmak zorunda kalıyor. Tarımda da bu böyledir. AKP Hükümeti AB’nin güdümündedir.”

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=4405

latino
20-04-2008, 11:55
-Türkiye’de tarımı bakan bile kurtaramaz.

-Tarım için gerekli yasaları çıkarmamı engellediler”

-Yapmak istediklerim, ABD’nin, AB’nin yani Batı’nın işine gelmedi

-Tarımın hayati önemini ne yazık ki henüz milletçe kavrayamadık”

-Aç olan insanın hürriyetini kaybetmesi an meselesidir.

-O kanun çıksaydı, geçen sene çıkan o ucube tarım kanunu çıkmamış olacaktı ve çiftçi de bugünkü gibi kötü durumlara düşmeyecekti. Tarım Yasası, ne yazık ki, tarıma ters açıdan bakanlar tarafından çıkartıldı.

-İster ABD’li olsun, ister AB’li, Batılılar’ın derdi, bize kendi çiftçilerinin ürünlerini satmakta. ’Bizde bu ürünler var. Sen ne uğraşıyorsun ekmekle, biçmekle’ mesajı verip duruyorlar. Bu sözleri, katıldığım tarım bakanları toplantılarında bizzat duydum” diyerek, Batılılar’ın amaçlarını birinci ağızdan bizlere anlattı.

-Reel sektörler arasında bankacılığın, borsanın olduğunun ama üretim sektörlerinin olmadığının..

-IMF onlara tarım programlarını uygulatmadı..

-Özal Hükümeti ile başlayan tarım konusundaki dışa bağımlı politikalar, AKP iktidarında daha da hız almış halde devam etmektedir.

-Ne zaman Türk tarımı için “yasal anlamda” kötü bir gelişme olsa, borsanın yükselişine dikkat çeken Manisalı’ya, “AB’nin Türkiye tarımı üzerinde kurduğu baskıyı” sorduk. Aldığımız ilk yanıt, “Türkiye’de tarım sorunun temelinde ulusal tarım politikasının olmaması yatmaktadır” oldu.

Sn.Balabanın gönderisinden alıntıdır..Bazı alınmış kararlara daha net bir şekilde dikkat çekmek istedim..her biri hakkında sayfalarca yorum yapılabilir..

Ama benim acımdan yorumsuz..

KARADENIZ
20-04-2008, 12:35
Ülkemin içinde bulundugu durum nedense beni hiç sasırtmıyor..Şaşırtmıyor çünkü;
- tarım sektörünün diğer sektör ve uygulamalardan politika olarak hiç bir farkı yok.
-bıraktım 5 yıllık kalkınma planlarını , yıllara ait planlama bile yapılamıyor bir cok alanda.
-örnegin 2005 yılında Türkiye deki Toplam tekstil yatırımı Türkiyenin tüm gereksinimini karşılayabilecek durumda olup toplam 65% kapasite ile calışırken
- sektör adım adım geriye ve KRİZE girerken, her tarafta bangır bangır insanlar bagırırken DEVLET yüzlerce yeni yatırıma ONAY verdi..hemde kendi eliyle..Bu yatırımların 80% ni Kapasite artışıyla ilgili yada yeni yatırımdı (modernizasyon olsa yine kabul edilebilir ) .Ölü kapasitenin üzerine yeni kapasite eklendi. bunla ilgili milyonlarca USD yurtdışına gitti. ve DEVLET tek tek kontrol edebilecegi bu yatırımları görmezden geldi. nerdeyse tamamı YATIRIM TEŞVİK ile yapıldı.. yani tamamının bilgisi ve ENVANTERI devlette var...

- yeniden konuya dönersem, devlet her seyiyle kontrol edebilecegi sektörlere bile planlama yapamaz/yapmazken..agırlıgı MUSTAHSIL olan tarım sektorunu nasıl planlayabilsin ? neden planlasın ? bunla ilgili düzenleme yapabilsin ?

-yıllarca insanlar Dogu Karadeniz de bas bas bagırdılar..FINDIK 1978 dekı (tarıhten emın degılım ) MSP li tarım bakanının halt etmesiyle tarım urunu olarak degil kestane gibi ORMAN ürünü olarak degerlendirildi. kontrol dısı bırakıldı..
- dikimi üretimi serbest bırakıldı..
- sonra ne oldu, dogu karadenizin nerdeyse enbuyuk gecim kaynagı olan fındık AKCAKOCA, HENDEK vb gibi ODUN diksen yeserecek , yılda 3 ürün alınabilecek tarım arazilerine dikildi..

- fındık ekilmez, yani bugday, patates mısır vb gibi degildir, agactır..dikersin yaklasık 5 yıl sonra verimli ürün vermeye başlar. ve ha dediğinde de araziyi değiştirmezsin.
- ama bu verimli topkraklara yıl da 2-3 ürün alınabilecek alanlara fındık dikildi.
-bu yalnızca benim gördüğüm yaşadığım bir örnek..
- ülkemin neresine giderseniz yöresel nitelikte benzer örnekleri görürüsünüz.

- bilinçsiz, plansız güne göre davranan, Benim Memurum İşini bilir mantıgının yansıması Benim Çiftçim İşini Bilir sloganıyla üretim yapılan bir ülkede daha farklı ne olabilirdiki...

latino
20-04-2008, 18:19
Tarım’da Darım



Bu senede tarımda biraz darız galiba. Ekmeğe yine zam gelecek diyor ntvmsnbc.com. Pirinç bugün vadeli işlemlerde yine yükseldi, son bir yılda artış %100. Vietnam ve Çin ihracatı yasakladı. Haiti’de gıda isyanları yüzünden BM 8 bin ton gıda gönderme kararı aldı. İnsanoğlu 18 Yüzyıldan bu yana ilk defa barış zamanında kıtlık tehlikesi yaşıyor, bizimkiler ise “3 gün prinç yemeyin, bakın fiyatlar nasıl düşer” diyor. Kuraklık için de “günde ellerinizi 2 kez daha az yıkayın, kuraklık filan kalmaz” demişlerdi. Niye tüm dünyanın korkudan zangır zangır titrediği sorunları küçümseyip yokmuş gibi davranıyoruz? Bu halk çocuk da korkudan ağlar diye mi? Hakkaten anlamadığımız için mi?
İşin gerçeği, dünya petrol şokunun ardından şimdi bir de gıda şoku yiyor. Bu şok zengin ülkelerde enflasyon, fakir ülkelerde ise ekonomik yavaşlama olarak hissedilecek. Tepkiler ülkenin ortalama tüketicisinin bütçe yapısına göre değişir. ABD’linin bütçesinde gıdanın payı düşük, o pirinç fiyatı ikiye katlansa da aldırmaz yer, enflasyon olarak bedel öder. Indonezyalı’nın bütçesinde gıda bayağı bir yer alıyor. Fiyatlar artarsa, diğer tüketimden kısmak zorunda kalır, iç talep daralır. Ya da hükümet sübvanse eder, bu sefer bütçe dengeleri bozulur. Acaba Türkiye hangi yolu seçecek? Biz orta gelir düzeyinde bir ülkeyiz. Muhtemelen gıda fiyatlarındaki artışın büyümeye değil, enflasyona etkisi daha ağır basacak. Bu sene değil, 2009 yılında da enflasyon hedefini unutun gitsin. Ayrıca hükümet ithal ve sübvansiyonlu gıda dağıtacağı için, bütçeye bir hasar daha ve cari açıkta artış da çabası.

Gıda fiyatlarındaki artışın bir, ama küçük nedeni spekülasyon. Dolar değer yitirdikçe, Fed ve BoJ faizleri bu denli düşük kaldıkça, hergün değişik bir pazarda spekülatif köpükçükler göreceğiz. Sırada et ürünleri olabilir. Ama gıda fiyatlarının artması için köklü ve maalesef kalıcı nedenler var. İlki, iklim değişikliği. Mart ayı yerkürede ölçümler başladığından bu yana en sıcak Mart olarak tarihe geçti. Asya kavruluyor. İklim ısındıkça, bazı yerlerde mevsimler değiştikçe gıda üretiminde beklenmedik düşüşler baş gösteriyor. İklim değişikliği de piyasa trendi gibi bir olay. 20 sene sonra bu gezegen kavrulacak, ama seneye çok soğuk bir kış geçiririz, gıda üretimi biraz artar. İllevelakin, sonuçta gıda üretimini düzenli olarak artırmak her sene biraz daha güç olacak.

Artan nüfus ve gelir seviyesi gittikçe yükselen Asya, Yeni Avrupa ve Latin Amerika’da insanların daha fazla ve daha kaliteli beslenme isteği gibi talep üzerinde devamlı yukarı baskı yapan iki unsur daha var karşımızda. Bir de sivri akıllı ABD’liler bio-yakıt üretmek için tüm dünyada tarımsal üretimi petrole çevirmeye başlayınca, sorun iyice akutlaştı.

Bu nedenler kalıcı, Türkiye “gelecek sene havalar iyi gider, hasat biraz artar, bir sene daha dayanalım” diyecek lükse sahip değil. Kalıcı sorunlar kalıcı çözümler gerektirir. Kalıcı çözümlerin başında kapsamlı bir plan hazırlayıp ülkemizi 5-10 yıl içinde tüm temel gıdalarda kendine yeterli hale getirmek gelir. Bu konuda artık AB’nin ne söylediğinin hiçbir önemi olmamalı, çünkü yaşam hakkı konuşuyoruz. Tarımı AB ithalatına açmak artık unutulmalı. İkincisi, artık erozyonla mücadeleyi çok ciddiye almalıyız. Her sene binlerce hektrar kaliteli tarım toprağı denize dökülüyor. Üçüncüsü, hukuki yapı muhakkkak değişmeli. Her ölümde mirasçılar arasında bölünen toprakla tarımda verimliliğin artırılmasına imkan yok. Dördüncüsü, tüm baraj projeleri elektrik üretimi kadar tarımsal yönüyle de ele alınmalı. Çiftçiye eğitim verilmeli ki Konya ovası çökmesin, GAP bölgesi tuzlanmasın.
İnsanoğlunun gıda üretiminden daha hızlı çoğalıp sonunda acından gebereceğini ilk tahmin eden Malthus’dur. Zaten o yüzden ekonominin adı “dismal science’a” (keyifsiz, karamsarlık verici) çıkmıştır. Malthus haklı çıkmadı, insanoğlu çoğalarak değil, aptallığı yüzünden bu belayı başına aldı. Şimdi de aklıyla ve teknolojisiyle işin içinden çıkmaya çalışacak. Ben de Malthusyan bir tahmin yapayım. Beceremeyecek. Büyük eleme başladı, iklim değişikliğini tetiklediği şartlar küresel nüfusda 2-3 milyarlık bir azalma gerektiriyor ki, insanoğlunun yaşamı “sürdürülebilir” olsun. Bakalım o 2-3 milyar oyuna nasıl veda edecek, kimler ilk turda elenecek.

POSTED BY: Atilla YEŞİLADA AT

Çok karamsar aynı zamanda gerçekçi bir yazı..Kuraklık tehlikesinin yanında uretim kalitesinin duşmesi çok tehlikeli sonuçlar doğurmaya aday gibi görünüyor.. Sorun buyudukçe çözumude o denli guçleşecek..

latino
20-04-2008, 18:34
BM: Gıda fiyatları sessiz katliama yol açıyor DÜNYA

BM Gıda Hakkı Raportörü Jean Ziegler, küresel gıda fiyatları artışının 'sessiz bir katliama' yol açmakta olduğunu söyledi.

Ziegler, Avusturya'nın Kurier am Sonntag gazetesine yaptığı açıklamada, biyoyakıt için üretim yapılması, pazardaki spekülasyon ve Avrupa Birliği'nin ihracat sübvansiyonlarının, yoksul ülkelerdeki kitlesel açlığın sorumlusunun Batı olduğunu gösterdiğini bildirdi.

'Dünyanın zenginliğinin tek elde toplanmasından' küreselleşmeyi sorumlu tutan ve çok uluslu şirketleri bir tür 'yapısal şiddetle' suçlayan Ziegler, 'Eşitsiz ve dehşet verici bir dünya yaratan ve giderek vahşileşen bir borsa simsarları, spekülatörler ve mali haydutlar çetesiyle karşı karşıyayız. Buna bir son vermeliyiz' dedi.
Ziegler, Fransız Devrimiyle mukayese ederek, günün birinde aç insanların zalimlere karşı ayaklanacağını düşündüğünü söyledi.

20.04.2008 13:32:00

Spekulasyon yaparak kazanılan paraların her geçen fakir ulkeleri(sömürülen) biraz da kırılma noktasına yaklaştırıyor..

Sanal ortamdan para kazanmak için gelinen bu nokta, insanlık için yuzkarasıdır.

ÇAKAL
20-04-2008, 18:40
Ekseydik birşeyler keşke:grrr: Tarım tamamen bitme noktasına gelmiş, üretim de durma noktasına. Sahi biz ne yapıyoruz bu memlekette.


İnsanlar rahata alışmış,hazır yeme yarışında.Aileler artık evde sulu yemek yapıp sofrada yemek yerine fast food,dürüm,lahmacun türü hızlı tüketime dalar oldu.

Kim gider çalışır tarlada bu zamanda.:D:D:wink:

Hakikaten her yönüyle yuvarlanıp gidiyoruz ama sonunda bir yere toslayacağımız kesin.:yes:

latino
20-04-2008, 18:44
İnsanlar rahata alışmış,hazır yeme yarışında.Aileler artık evde sulu yemek yapıp sofrada yemek yerine fast food,dürüm,lahmacun türü hızlı tüketime dalar oldu.

Kim gider çalışır tarlada bu zamanda.:D:D:wink:

Hakikaten her yönüyle yuvarlanıp gidiyoruz ama sonunda bir yere toslayacağımız kesin.:yes:

Kuzen haklısın da, hızlı yıyecekler içinde uretim gerekiyor, et fiyatlarında şimdilik %20 fiyat artışı bekleniyormuş,:cry: bu bir döngu..bir sure sonra evdeki yorganları kemirmeye başlayacağız bu gidişle..:beurk::beurk:

ÇAKAL
20-04-2008, 18:44
Enerji, güç ve gelecek
Dünya sanki kıyamet günlerindeymiş gibi, tüm felaketler üst üste geliyor. Önümüzdeki günlerde çok daha vahim sonuçlarıyla karşılaşılacak gıda krizi bunlardan birisi. Nüfusun yarısının artık kentlerde yaşığı bir dünyada tahıl arzının etkilerinin gözden ırak tutulabilmesi mümkün değil. Bu sıkıntının yaratacağı toplumsal tepkinin ve şiddetin de geçmişe göre çok daha yıkıcı olması ihtimali güçlü. Zira kırsal alanda yerleşim birimleri ve nüfus dağınıkken kentli nüfus belirli bir alanda yoğunlaşmış durumda.
Dünya nüfusunun çoğunluğunun kentlerde yaşıyor olması tarihte ilk kez gerçekleşiyor. Bu verinin yol açabileceği tüm gelişmeleri kestirmek zor olsa da iletişim çağının özellikleri, toplumların tüketici ve vatandaş olarak artan talepleri kriz anlarının büyük kırılmalara yol açacağını gösteriyor. "Tarihin sahnesine çıkan" bu örgütsüz ve çoklukla eğitimsiz yığınların toplumsal dengeleri oluşturan kavramlara ve kurumlara pek itibar etmeyecekleri de varsayılabilir. Yani kriz durumlarında çaresiz kalanlar şiddete daha sık başvuracaktır.
Tahıl fiyatlarındaki krizle patlayan bu şiddet olgusu yalnızca azgelişmiş ülkeleri ya da devletleri zayıf ülkeleri de etkilemeyecek. Dün Erdal Şafak'ın da http://www.sabah.com.tr/2008/04/19/haber,EF190C4C3C78400CB1FD42D666AFC6E5.html değindiği gibi, giderek bir güvenlik meselesi haline de dönüşen göç dalgaları mutalak artacaktır. Göç yolları üzerindeki ve göç alan ülkelerde sorunlar artacağı gibi devletin ağir tedbirlerinin ve baskısının artması da gündeme gelecektir.

http://www.sabah.com.tr/ozel.html

KARADENIZ
20-04-2008, 18:45
İnsanlar rahata alışmış,hazır yeme yarışında.Aileler artık evde sulu yemek yapıp sofrada yemek yerine fast food,dürüm,lahmacun türü hızlı tüketime dalar oldu.

Kim gider çalışır tarlada bu zamanda.:D:D:wink:

Hakikaten her yönüyle yuvarlanıp gidiyoruz ama sonunda bir yere toslayacağımız kesin.:yes:


sen ben O ...çalışacaz..:cool::cool:

sen ben yanmazsak ,nasıl cıkacak karanlıklar AYDINLIGA:super::super:

ÇAKAL
20-04-2008, 18:53
sen ben O ...çalışacaz..:cool::cool:

sen ben yanmazsak ,nasıl cıkacak karanlıklar AYDINLIGA:super::super:

Her evin önünde 2 şer araba.Rahata çok alıştık çok.Unuttuk ark açtığımızı, sabahın köründe bahçe suladığımız günleri.
Allah sonumuzu hayır etsin.

ÇAKAL
20-04-2008, 19:29
Köy nerede inek yuttu!
Mersin’de inek yüzünden bütün köyden olan köylülerin Aziz Nesin’lik hikayesi 1996 yılında ‘Her vatandaşa 2 inek’ sözüyle başladı. Hollanda’dan getirilen ve günde 30 litre süt verecek inekleri taksitle almak isteyen köylü sıraya girdi. Köye önce Avrupai bir ahır yapıldı. Aylarca geciken hayvanlar geldiklerinde davul zurna ile karşılandı. Ancak mutluluk kısa sürdü. ‘Sağlıklı’ raporu olan hayvanlar tek tek ölmeye başladı. İneklerin bir bölümünün yaşlı, bazılarının şap ve brucella hastalığı taşıdığı tespit edildi. Tarım Bakanlığı devreye girince inekler Adana’da kesildi. Hayvanları kamyon tutup götürmek de yine köylüye düştü.

AİHM’E Mİ GİTSEYDİK

Makus talih köylünün peşini bırakmadı. Köy, 1998-2003 yılları arasında karantinaya alındı. Hayvan beslemek yasaklandı. 2003 yılından itibaren yavaş yavaş borçlarını ödemeye başlayan köylüye kötü haber bu kez Ziraat Bankası’ndan geldi. Banka, 2001 yılının üzerinden 7 yıl geçtikten sonra, alacağını talep etti. Gırtlağa kadar borçlu ahali borcu ödeyemeyince haciz işlemleri başlatıldı. Banka iki kefil istediği için neredeyse köyün tamamı haczedildi. Ev ve arsalar hacizle gitti. 400 haneli köyün dörtte üçü aynı akıbete uğradı. Duruma tepki gösteren köylüler “Banka ihtar bile çekmedi, ‘O dönem devleti mahkemeye vermeniz gerekiyordu’ gerekçesini sundu. Biz vatanseverlik yaptık, kötü mü ettik. AİHM’mi gitseydik” dedi. CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, şimdi talihsiz köyün öyküsünü TBMM gündemine taşımaya hazırlanıyor.

Deniz GÜÇER/ANKARA

http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=115745,3

balaban
20-04-2008, 23:17
İnsanlar rahata alışmış,hazır yeme yarışında.Aileler artık evde sulu yemek yapıp sofrada yemek yerine fast food,dürüm,lahmacun türü hızlı tüketime dalar oldu.

Kim gider çalışır tarlada bu zamanda.:D:D:wink:

Hakikaten her yönüyle yuvarlanıp gidiyoruz ama sonunda bir yere toslayacağımız kesin.:yes:

Bunun bu kadar basit olmadığını biliyorsunuz, en azından ben bildiğinizi biliyorum. Şu ana kadar gönderdiğiniz mesajlardan anlaşılan bu. tarlada çalışacak insan çok, siz şehirlilerin yaptığına bakıp hüküm vermeyin.

Kanadalı çiftçi gibi olamıyor çiftçimiz neden? Tarlaya gideceği için mi?

szpilman
20-04-2008, 23:43
Abi olur tabi, ben millette para yok laflarına inanmıyorum. Türkiye şu anda dünyada gelir dengesizliginin en fazla oldugu ülkelerden biri. Avrupada insanların aldıkları maaşlar asagı yukarı birbirine yakın, yani bir mühendisin maaşı otobüs şoföründen biraz daha fazla ama cok da fazla degil. Sosyal güvenlik oturmuş, emeklilikte insanlar cok iyi paralar alıyorlar. Türkiye'de ise bir kesim (memur, mühendis) ayda 1000 YTL'nin altında para alırken, diger bir kısım ise çok rahatlıkla ayda 4000-5000 YTL para alıyor. Mesela 2 senelik fizyoterapistin 4000 YTL aldıgını biliyorum. Altlarında son model arabalar olur tabi niye olmasın


Her evin önünde 2 şer araba.Rahata çok alıştık çok.Unuttuk ark açtığımızı, sabahın köründe bahçe suladığımız günleri.
Allah sonumuzu hayır etsin.

latino
21-04-2008, 07:47
540 milyon dolarlık darbe!

İsyanlara neden olan gıda fiyatlarındaki artış Türkiye’de de cari açığı vurmaya başladı!

Ufuk KORCAN
--------------------------------------------------------------------------------


Gıda fiyatlarındaki artış enflasyondan sonra şimdi de Türkiye’nin “aşil tendonu” olarak görülen cari işlemler açığını tehdit ediyor. Fiyatlardaki artışın cari işlemler açığına iki aylık faturası net 540 milyon dolara tırmandı. Petrol başta olmak üzere enerji fiyatlarındaki yükselişin cari açık üzerindeki olumsuz etkisi bu yıl da devam ediyor. Enerji fiyatlarındaki artış cari açığı iki ayda 2.2 milyar dolar büyütürken demir-çelik fiyatlarındaki artışın etkisi 485 milyon dolar oldu. Böylece Ocak-Şubat döneminde 7.7 milyar dolar olarak açıklanan cari işlemler açığının 3.3 milyar doları gıda, enerji ve demir-çelik fiyatlarındaki yükselişten kaynaklandı.

Hububatta rekor

Hububat ithalatı 2008’in ilk iki ayında 341.8 milyon dolarla rekor kırarken Türkiye aynı dönemde sadece 5.7 milyon dolarlık hububat ihraç etti. Türkiye, geçen yılın tamamında gerçekleştirdiği toplam 973.2 milyon dolarlık hububat ithalatının yüzde 35’ini sadece bu yılın ilk iki ayında yaptı. 2007’nin ilk iki ayında 36.4 milyon dolarlık hububat ihraç edilirken bu rakam bu yılın aynı döneminde 5.7 milyon dolara geriledi. Ocak-Şubat döneminde ithal edilen ürünler arasında en hızlı artışın ise yine tarım ürünleri kalemlerinde yaşandığı dikkat çekti. Hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri ve yağlı tohum ve meyveler en hızlı artan ithalat kalemleri oldu. Gıda fiyatlarındaki değişimden etkilenen ürünlerin oluşturduğu kalemlere bakıldığında ise, Türkiye yılın ilk iki ayında 726.2 milyon dolarlık ithalat, 186.2 milyon dolarlık da ihracat yaptı.

Petrol ve gıda fiyatlarındaki artış enflasyonu da olumsuz etkilemeye devam ediyor. İlk üç ayda yüzde 3.1 olarak açıklanan Tüketici Fiyatları Endeksi’nin (TÜFE) neredeyse tamamı bu iki kalemdeki artıştan kaynaklandı. Uzmanlar, gıda fiyatlarındaki artışın enflasyona 2 puan, enerji fiyatlarındaki artışın ise 1 puanlık bir katkı yaptığını tahmin ediyor. Özellikle giyim başta olmak üzere bazı kalemlerde yaşanan fiyat düşüşlerinin ilk üç ayda enflasyonun daha da yüksek çıkmasını engellediği belirtiliyor.

Altındaki yükseliş olumlu etkiledi

2007’nİn Ocak-Şubat döneminde enerji ithalatına 4.5 milyar dolar ödeyen Türkiye, bu yılın aynı döneminde enerji ithalatına 2.7 milyar dolar harcadı. 500 milyon dolarlık ihracat artışı göz önüne alındığında enerjinin cari açığa olumsuz etkisi net 2.2 milyar dolar oldu.

Türkiye enerji, gıda ve demir-çelik fiyatlarındaki artıştan olumsuz etkilenirken altın gibi değerli maden fiyatlarındaki yükselişin cari açığı azaltıcı bir etki yaptığı dikkat çekti. İlk iki ayda 1.6 milyar dolarlık inci, kıymetli taş ve metal mamul ihracatı yapılırken aynı ürünlerden 418.3 milyon dolarlık ithalat gerçekleştirildi. Dolayısıyla değerli madenlerden elde edilen gelir cari açık üzerinde 1.2 milyar dolarlık olumlu bir etki yaptı.

http://www4.gazetevatan.com/ka2.vatan

Gıda ithalatı cari acığa olumsuz katkısının, verimli topraklara sahip olan ulkemizin basiretsiz yönetim yapanların ayıbıdır..

Serenler
23-04-2008, 08:34
Erzurum kendi et ihtiyacını karşılayamaz hale geldi

AA

Türkiye’nin hayvancılık merkezi olan Erzurum’un kırmızı et ihtiyacını karşılamak için başka kentlerden hayvan getirilmeye başlandığı bildirildi. Erzurum Kasaplar Odası Başkanı Kenan Ejder, kentte hayvancılığın eski günlerine döndürülmesi için teşvik gerektiğini söyledi.
Erzurum Besiciler Odası 2. Başkanı İhsan Bozkır da yem fiyatlarının ikiye katlanmasının yetiştiriciyi darboğaza soktuğunu, hayvan varlığını artırmak için en az 2 yıl dişi hayvan kesiminin yasaklanmasının şart olduğunu anlattı.

------------------------
Erzurum da bu duruma düştüyse.
Eyvah ki eyvah!...
Tamam 2 yıl dişi hayvan kesimi yasak olsun da ikiye katlanan yem fiyatının farkını çiftçiye kim verecek? Çiftçi aç olan çocuğunu mu doyursun ineğini mi?

Serenler
23-04-2008, 08:50
Mardin’de 1.3 milyon dekarda ekili hububat ve mercimek kurudu
DİYARBAKIR AA

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanan kuraklık tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor. Bölgeye 2008’in 80 gününde düşen yağış miktarı geçen yılın aynı süresine göre yüzde 50 azaldı.
Kuraklığın en etkili olduğu illerin başında yer alan Mardin’in Tarım İl Müdürü Mehmet Veysi Abdülsemetoğlu, Mardin merkez, Kızıltepe, Derik, Nusaybin ve Mazıdağı’ndaki hububat ekili 1 milyon 167 bin dekarda ekili hububat ile 167 bin dekar alandaki mercimeğin tamamen kuruduğunu söyledi. Abdülsemetoğlu, “Bu arazilerde çiftçi hasat yapamayacak. Savur, Ömerli ve Midyat ilçelerimize de önümüzdeki birkaç gün içerisinde yağış düşmezse ekinler kuruyacak” dedi.
Mardin Ziraat Odası Başkanı Malik Özkan da kuraklığın tespiti için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uzman ekipleri bölgeye göndererek araştırma yaptırdığını belirterek, “Biz bölgenin afet kapsamına alınmasını talep ediyoruz” dedi

-----------------------------
Bugün gelinen sonuç başkaca ne olabilirdi ki?
Su yüzünden yaşayacaklarımız geride hele bekleyin görün.
Daha önce sorduğum soruyu bir kez daha tekrarlayayım:
"Türkiye'de toprak ve su kaynakları yönetimi var mıdır? varsa nerededir?"
Sizle Toprak ve su kaynaklarının korunması, tesislerinin inşaatı yönetimi ile ilgili ihtisas kurumu TOPRAKSU teşkilatını 24 yıl önce kapatırsınız, oranın teşkilat mensuplarını küçük ve etkisiz bir şube halinde KÖY Hizmetlerine bağlarsınız, bir avuç insan toprak ve su kaynaklarını koruma ve geliştirme mücadelesine burada devam eder. Bunu da çok görürsünüz orayı da kapatırsınız.
Şu anda işlevleri epeyce kısıtlanan DSİ teşkilatını bekleyen akibet de bundan farklı olmayacaktır.
Tedgem'de Kırsal Yatırımların desteklenmesi proğramında güya sulama tesislerinin desteklenmesi de vardır. Buraya gönderilen sulama projeleri buradaki birkaç kişinin keyfine kalmıştır. Bu tür projelerin geçirilmemesi için ellerinden gelen yapılır.
Yazılan yazıların font büyüklüğünden, sayfa numaralarının konmasından, noktadan virgülden ve daha bir sürü konudan tam bir kitap büyüklüğünde kurallar konmuştur. Halbuki verilen hibeyle bırakın tesis inşaatı, projeye başlamak için sahanın haritasının çıkarılması bile mümkün değildir. Projeyi yapan insanları küstürmek için her şey yapılır. Sonuçta kazanan projeler açıklanmaz. Devlet yönetiminde olması gereken şeffalık yoktur.
Acaba teşvik bütçesinin % kaçı sulama projelerine ayrılmıştır?
Hangi illerde hangi projeler kazanmıştır?
Bir yılda kaç proje uygulanmıştır?
Türkiyede sulama tesislerinin modernize edilmesi için bu hızla kaç yüzyıl gerekecektir?
Bu soruların cevabını bulamadığımız sürece bu gidişle bu ülkenin kaderi Somali'den farklı olmayacaktır.

latino
23-04-2008, 09:43
Tarım politakamız yok..
Çiftçiyi eğitme ve geliştirme politikamız yok..
İçme suyu politikamız yok.
Sulama politakımız yok.
Kuraklık veya doğal afet politikamız yok.
Hayvancılık-besicilik politikamız yok.
A planımız yok, B planımız yok, C planımız yok..

Peki biz ne işe yararız. Birbirimizi yemekten bunlara da vakit yok.

Hayati önem taşıyan bu konuyu insanımız 3 gun pirinç yemez, bulgur yer zihniyetiyle çözüme kavturma zihniyetiyle, bu kadar basite indirgememiz kabul edilebilecek bir şey değil.:grrr::grrr: Bununla ilgili düğmeye basılabilmesi için daha ne olması gerekiyor anlayabilmiş değilim.:notr:

Her şeyi sadece Yuce Yaratan'dan bekler olduk. Oysa o bize akıl vermiş fikir vermiş, onu da kullan demiş. Kulanacak kafa yoksa?? tedbir almazsak başımıza gelecekleri şikayet etmeden kabul etmekten başka çare yok..

Serenler
23-04-2008, 10:31
İnsanların temel ihtiyaçları vardır, bu ihtiyaçlar insan olan herkes için gereklidir, dünyanın en zengini, de olsanız en fakiri de olsanız, en muktediri de olsanız hiç farketmez. bu konularda eşitsiniz:

Öncelikle soluyabileceği temiz bir hava;

Kaç dakika veya saniye nefessiz kalabilirsiniz?

SU:
Vücudun % 95 i sudur, her gün bu ihtiyacınızı gidermek zarundasınız.

Peki saat veya gün kaç gün susuz kalabilirsiniz? Olmayan suyun fiyatı nedir?
Bugün bu bollukta büfelerden 50 YKR ya alıp içtiğiniz suyun 1 m3 ünün 1000 YTL gibi nerdeyse 3 kişinin aylık asgari ücretine denk bir rakam olduğunu biliyor musunuz?
1 lt/sn lik bir su kaynağının 24 saatte yaklaşık 87 ton ettiğini bu fiyatlarla 87.000 YTL ettiğini bu meblağın ömrünü bu işe adamış, bu uğurda sağlığı bozulmuş bir 2 tane mühendisin emekli ikramiyesinden bile fazla olduğunu da biliyor musunuz?

Gıdaya gelelim:

Yaradılışı gereği her canlı yaşamak için beslenmek de zorundadır. Bunun mutlaka çok lüks, çok pahalı olması gerekmez. Altını bile altın yapan neden nadir bulunuşudur. Gıdalarda da durum budur.
Burada ideal olan, olması gereken insanların dengeli ve sağlıklı beslenmeleridir. Şu an yaşandığı haliyle pirinç kıtlığı, speküasyonu önemli değildir. Bizim bulgurumuz pirinçten kat kat lezzetli sağlıklı ve besleyicidir. Yeter ki üretimini yüzünüze gözünüze bulaştırmadan yapın, çiftçiyi spekülatörlere ezdirmeyin, onların suyunu gübresini, mazotunu en azından Amerika çiftçisinin sağladığı şartlarda sağlayın .
Bu ülkede araştırmayı, üretimi engellemeyin.

Demekki tarımda olanlar işi, mesleği ne olursa olsun her kesimdeki insanı sağlığını, hayatiyetini herşeyini yakından ilgilendiriyor. Hiç kimse bu konuda bana ne diyemez dememelidir. Bindiğiniz dalı kesemezsiniz..

Bu konularda 5 yıl önce yazdığım bir makaleyi bugün buraya koyacağım.
bence dikkatle okuyun, hatta satır aralarını da okuyun. Her türlü eleştiriye de açığım.
Birşeyler elimizden kayıp gidiyor lütfen bizlere kulak verin destek olun.
Sonuçta bu sorun sizlerin de sorunu, hepimizin sorunu.....

latino
23-04-2008, 13:42
Kuraklığa yeni çözüm: Biyo-zar

Çöllerdeki bereketin nedeni olan ’su tutan toz’ dünyaya umut oldu. Bilim adamları ‘biyo-zar’ adı verilen toz tabakasının sünger işlevi gördüğünü ve susuzluğu çözüm olabileceğini açıkladı. Küresel ısınmanın beraberinde getirdiği kuraklığın Türkiye’nin yanı sıra dünyadaki birçok ülkeyi de tehdit etmesi üzerine bilim adamları kuraklığa karşı savaşta yeni bir adım attılar. Bilim adamları, dünyadaki su kıtlığına, deniz yosunuyla tavuk gübresi gibi biyolojik olarak ayrışabilen maddelerle oluşturulan bir toz tabakasının çözüm getirebileceğini söylüyorlar.‘

Biyo-zar’ adı verilen bu toz tabakası, toprakta sünger işlevi görüyor ve yağmur suyunu emerek çöl gibi son derece kurak ve çorak koşullarda bitkilerin yetişmesine olanak sağlıyor. Amerikan Bilimsel
İlerleme Derneği’ne mensup bilim adamlarının İnternet sitesinde yaptıkları açıklamada, su darlığına karşı çözüm önerisi olarak sunulan, ‘biyo-zar’ın tarımcılıkta da suyun kullanımını değiştirebileceği kaydedildi.
Bilim adamları, ‘biyo-zar’ın ilk demelerinin Nijerya’da yapıldığını ve az miktarda suyla mısır yetiştirilmesinde başarı elde edildiğini bildirdiler. ‘Biyo-zar’ın kalkınmakta olan ülkeler için büyük yenilik olduğunu belirten bilim adamları, bu sistemle oluşturulacak bitki örtüsü sayesinde, küresel ısınmanın da azaltılabileceğini söylüyorlar.

Dunya'da bu tur çalışmalar devam ederken, gelecekte bizi bekleyen kuraklığa karşı kesin bir zafer elde edilir.

Serenler
23-04-2008, 21:24
Bu sabah tarım konusunda 5 yıl öncence yazdığım bir makalemi bugün yayınlayacağını soylemiştim.
Buyrun efendim. Satır araları dahil dikkatle okuyun. Her türlü öneri ve eleştirinizi yazabilirsiniz.

ÜLKEMİZDE TARIM SULAMA VE TARIMSAL ÜRETİM



Ülkemizde büyük sulama barajları, göletler, yerüstü ve yeraltı sularıyla birçok sulama tesisi yapılmıştır. Bu tesislerin yapımında binlerce mühendis, teknisyen, müteahhit ve işçi görev almış, ülkemizin kıt imkanlarından da trilyonlarca lira harcama yapılarak toprak suyla buluşturulmuştur. Ancak, bilindiği gibi ülkemizin birçok yerinde su kaynakları kısıtlıdır. Ayrıca sulama bilincinin gelişmesiyle sulama alanları süratle genişlemiş olup buna bağlı olarak su talebi de artmıştır. Bu talebi karşılamak için hemen hemen tüm yerüstü su kaynakları işletmeye alınmış, ayrıca artan talebe bağlı olarak yer altı suyu çalışmaları da büyük bir ivme kazanmıştır. Bu süreçte kuraklık nedeniyle yerüstü su kaynakları ya kurumuş ya da çok azalmıştır Yeraltı su kaynakları da çok sayıda derin kuyu açılması ve aşırı su kullanımı nedeniyle büyük ölçüde rezerv kaybına uğramıştır. Burada ruhsatlı açılan kuyuların yanında çok sayıda ruhsatsız ve denetimsiz kuyu açılarak kontrolsüz bir su kullanımının yapıldığı görülmektedir. Ülkemizde maalesef sulanan alanların %94 ü suyun aşırı şekilde ısrafına neden olan salma, karık ve tava sulama şeklinde sulanmaktadır. Geriye kalan %6 lık alanda yağmurlama damla sulama vb. basınçlı sulama yöntemleri kullanılmaktadır. Ülkemizdeki su kaynaklarının %75 den fazlası tarımda kullanılmaktadır. Açık salma sulamaların kapalı basınçlı sistemlere göre en az 2 misli daha fazla su kaybına yol açtığı göz önüne getirildiğinde ülkemizde sulamada kullanılan yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının neredeyse yarısının israf edildiği karşımıza acı bir sonuç olarak çıkmaktadır.

Bu nedenlerle özellikle yer altı su kaynaklarının kullanımında çok büyük bir titizlik göstermek hem bugünümüz hem de geleceğimiz açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü yer altı su rezervleri geçmişimizden bize miras kalmıştır, onu korumak, kirletmemek, etkin kullanmak ve geleceğe miras bırakmak milli bir görev olmalıdır.
Bugüne kadar ülkemizde çok büyük işler başarılmıştır. Milyonlarca hektar araziye su götürülmüş, ayrıca diğer tarımsal altyapı hizmetleri de yapılmıştır. Toprağı suyla buluşturmak yetmiyor, çok daha gelişmiş sulama sistemlerini, suyun daha etkin kullanımını, entegre yaklaşımları kullanmamız lazım. Bugün gelişmiş ülkelerde 1 ton şekerpancarını elde etmek için 7 ton su kullanılıyor, bizde ise 100 ton. Yani 17 kat kadar fazla su kullanımı söz konusudur. Bunu çözmemiz lazım. Çünkü Türkiye asla su zengini bir ülke değil, su bekleyen daha milyonlarca hektar tarım arazisi var, buraları işleten suya hasret çiftçiler var. Buradan artıracağınız suyu oralara götürmemiz lazım.
Bunun çözümünün bir ayağı gelişmiş sulama teknolojilerine yönelik sulama tesisleri yapmaksa çok daha önemli ikinci ayağı da bunu kullanacak insanların eğitimi olmalı.


Tesis ve teknoloji ne kadar iyi olursa olsun bunu kullanacak insan unsuru eğitimli ve bilinçli olmadığı sürece arzuladığımız gelişmeyi yakalayamayız. Yani suyu toprakla buluşturduğumuz yerde sudan beklenen fonksiyonu sağlayamazsak yaptığımız hizmetlerin karşılığını alamayız. O halde sudan en iyi şekilde istifade etmenin yollarını aramamız lazımdır.
Eğitim önemli demiştim, sulama eğitimine önce mühendislerimizden başlamalı yani önce eğitimcilerimizi eğitmeliyiz ki bu mühendislerimiz sahada tam donanımlı olarak çiftçilerimize hizmet sunabilsinler. Ayrıca daha proje safhasında bitki paterni seçiminde gelişen dünya piyasalarının talep ettiği ürünler araştırılmalı; su tüketimi az, buna mukabil piyasa değeri yüksek ürünlerin araştırılması ve ekim, dikim işlemlerinin buna göre planlanması gereklidir. Örnek vermek gerekirse ihraç fiyatı 0,5 dolar olan elma çeşidi yerine Avrupa’nın talep ettiği elma çeşitlerini üreterek 3 doların üzerine fiyatlara satabiliriz.
Kiraz üretiminde bu gelişmeyi yakaladık sonuçta da dünya piyasalarında önemli bir yere sahibiz.
Burada hem üreten çiftçi hem de ülke ekonomisi karlı çıktı.
Bu noktada araştırma ve geliştirme hizmetlerine de hız kazandırmak zorundayız. Her sektörde olduğu gibi tarımda da araştırma ve geliştirmenin durduğu anda bu sektör de olduğu yerde durmaya mecburdur. Burada elbette gelişmiş ülkelerin araştırmalarından yararlanacağız ama bununla yetinmeli miyiz? Yetinemeyiz çünkü araştırmanın milliliği vardır. Bizim agroekolojik koşullarımız farklıdır, hatta bölgelerimiz arasında bile büyük farklılıklar vardır. Bu araştırmaları artan bir ivmeyle devam ettirip sonuçları sahadaki mühendislerimiz vasıtasıyla çiftçilerimize ulaştırmak mecburiyetindeyiz.

Gelişmiş ülkelerin % 5’i tarımla uğraşıp hem kendine hem de dünyanın birçok ülkesine yetecek şekilde üretim yaparken ülkemiz nüfusunun % 35’inin tarımla uğraşarak kendine yetecek miktarda üretim yapamayıp tarım ürünü ithal etmesi Türkiye gibi çok özel agroekolojik şartlara sahip bir ülke için kabul edilemez bir durumdur.
Burada önemli bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum; teknolojik gelişmelerden faydalanmak bazen çok büyük sorunları da beraberinde getirmektedir. Şöyle ki; gelişmiş ülkelerde yeşil devrim döneminde teknolojinin nimeti olarak görülen kimyasal gübreler , hormonlar ve zirai mücadele ilaçları yıllarca kullanılmış, başlangıçta elde edilen ürün artışına rağmen bugün gelinen sonuç olarak toprak katmanları kimyasallarla kirlenmiş, ve tabii ki buradan elde edilen tarım ürünleri de hem kalite olarak düşük hem de insan sağlığına zarar verecek zararlı kalıntılar içerir hale gelmiştir.
Bu noktada Avrupa’da çözüm yolları araştırılmış, çözüm olarak organik tarım, EC, EUROPGAP ( Ki biz buna iyi tarım uygulamaları diyoruz) çözüm olarak ortaya çıkmıştır.

Tarımsal üretimin birinci şartı toprağa sahip olmaksa, ikinci şartı da suyu temin etmektir. Ancak ondan sonra diğer unsurlara sıra gelmektedir.
Gerek organik tarım gerekse EUROPGAP uygulamalarında sulamayla ilgili en önemli kriter su kalitesi ve yetiştirilecek ürünlerin sulamasının kapalı basınçlı sulama sistemleri ile yapılmasıdır. Aksi takdirde yetiştirilecek ürünün değeri konvansiyonel ürün değerini geçemiyecek ve dolayısıyla ihraç şansı da kalmayacaktır.
Yukarda Avrupa’daki tarım alanlarındaki toprak kirliliğinden söz ettik,
Bu araziler artık yıllarca sağlıklı gıda üretilemeyecek şekilde kirlenmiştir. AB ye aday bir Türkiye’de bu çok büyük bir avantaj olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa’nın yıllık gıda tüketimi 300 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Bizim bu pazarların talep ettiği nitelikli ürünleri ürün yetiştirerek alabileceğimiz pay yaklaşık 60-65 milyar dolardır. Bu rakam yıllık ihracatımızdan bile fazladır.
Eğer bu rakamları yakalayabilirsek bu sektöre bağlı alt sektörler ve diğer sektörlerdeki gelişmeyle milli gelirimizi birkaç kat artırmamız işten bile değildir.

kelaynak
23-04-2008, 21:44
Tarım politakamız yok..
Çiftçiyi eğitme ve geliştirme politikamız yok..
İçme suyu politikamız yok.
Sulama politakımız yok.
Kuraklık veya doğal afet politikamız yok.
Hayvancılık-besicilik politikamız yok.
A planımız yok, B planımız yok, C planımız yok..

Peki biz ne işe yararız. Birbirimizi yemekten bunlara da vakit yok.

Hayati önem taşıyan bu konuyu insanımız 3 gun pirinç yemez, bulgur yer zihniyetiyle çözüme kavturma zihniyetiyle, bu kadar basite indirgememiz kabul edilebilecek bir şey değil.:grrr::grrr: Bununla ilgili düğmeye basılabilmesi için daha ne olması gerekiyor anlayabilmiş değilim.:notr:

Her şeyi sadece Yuce Yaratan'dan bekler olduk. Oysa o bize akıl vermiş fikir vermiş, onu da kullan demiş. Kulanacak kafa yoksa?? tedbir almazsak başımıza gelecekleri şikayet etmeden kabul etmekten başka çare yok..

Yukarıda saygıklarınızın yanında daha niceleri var..

Bu hukumetin gelişiyle beraber sağlık alanında da dibi vurduk.
Koskoca istanbulda doğru düzgün devlet hastanesi yok.
Sadece bir bademcik ameliyatı için 1 yıl sonrasına randevu veriliyor.
TRT tutmuş Tarkan, ibrahim tatlısese, hülya avşara dünyanın parasını sayıyor.
Sonra TRT vergisi diye başımıza geliyor.
Bu paralarla Allah rızası için üçbeş hastane üçbeş ilkögretim okulu daha yapın.
Eğitim alanında sıfırı tükettik, negatife döndük. Çocukları okula göndermeden evde ABC öğretsen daha eğitimli olur. İçerikler öyleki o küçük beyinler nasıl kavrasın..

Siyasetçilerin son 2 yılda yaptıkları sadece laf dalaşı.
muhalefet mahalle kavgasından başka birşey yapmıyor.
Ne ustruplu bir eleştri, ne bir öneri..

Ne hallere kaldık, kimler yönetiyor bizi.
Ortalıkta o kadar dolandırıcı var ki.
Ticaret yapmak bile büyük cesaret işi, risk.

Allah sonumuzu hayır etsin...

latino
23-04-2008, 22:34
Bu sabah tarım konusunda 5 yıl önce yazdığım bir makalemi bugün yayınlayacağını söylemiştim.
Buyrun efendim. Satır araları dahil dikkatle okuyun. Her türlü öneri ve eleştirinizi yazabilirsiniz.

ÜLKEMİZDE TARIM SULAMA VE TARIMSAL ÜRETİM

Ülkemizde büyük sulama barajları, göletler, yerüstü ve yeraltı sularıyla birçok sulama tesisi yapılmıştır. Bu tesislerin yapımında binlerce mühendis, teknisyen, müteahhit ve işçi görev almış, ülkemizin kıt imkanlarından da trilyonlarca lira harcama yapılarak toprak suyla buluşturulmuştur. Ancak, bilindiği gibi ülkemizin birçok yerinde su kaynakları kısıtlıdır. Ayrıca sulama bilincinin gelişmesiyle sulama alanları süratle genişlemiş olup buna bağlı olarak su talebi de artmıştır. Bu talebi karşılamak için hemen hemen tüm yerüstü su kaynakları işletmeye alınmış, ayrıca artan talebe bağlı olarak yer altı suyu çalışmaları da büyük bir ivme kazanmıştır. Bu süreçte kuraklık nedeniyle yerüstü su kaynakları ya kurumuş ya da çok azalmıştır Yeraltı su kaynakları da çok sayıda derin kuyu açılması ve aşırı su kullanımı nedeniyle büyük ölçüde rezerv kaybına uğramıştır. Burada ruhsatlı açılan kuyuların yanında çok sayıda ruhsatsız ve denetimsiz kuyu açılarak kontrolsüz bir su kullanımının yapıldığı görülmektedir. Ülkemizde maalesef sulanan alanların %94 ü suyun aşırı şekilde ısrafına neden olan salma, karık ve tava sulama şeklinde sulanmaktadır. Geriye kalan %6 lık alanda yağmurlama damla sulama vb. basınçlı sulama yöntemleri kullanılmaktadır. Ülkemizdeki su kaynaklarının %73 den fazlası tarımda kullanılmaktadır. Açık salma sulamaların kapalı basınçlı sistemlere göre en az 2 misli daha fazla su kaybına yol açtığı göz önüne getirildiğinde ülkemizde sulamada kullanılan yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının neredeyse yarısının israf edildiği karşımıza acı bir sonuç olarak çıkmaktadır.
Bu nedenlerle özellikle yer altı su kaynaklarının kullanımında çok büyük bir titizlik göstermek hem bugünümüz hem de geleceğimiz açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü yer altı su rezervleri geçmişimizden bize miras kalmıştır, onu korumak, kirletmemek, etkin kullanmak ve geleceğe miras bırakmak milli bir görev olmalıdır.
Bugüne kadar ülkemizde çok büyük işler başarılmıştır. Milyonlarca hektar araziye su götürülmüş, ayrıca diğer tarımsal altyapı hizmetleri de yapılmıştır. Toprağı suyla buluşturmak yetmiyor, çok daha gelişmiş sulama sistemlerini, suyun daha etkin kullanımını, entegre yaklaşımları kullanmamız lazım. Bugün gelişmiş ülkelerde 1 ton şekerpancarını elde etmek için 7 ton su kullanılıyor, bizde ise 100 ton. Yani 17 kat kadar fazla su kullanımı söz konusudur. Bunu çözmemiz lazım. Çünkü Türkiye asla su zengini bir ülke değil, su bekleyen daha milyonlarca hektar tarım arazisi var, buraları işleten suya hasret çiftçiler var. Buradan artıracağınız suyu oralara götürmemiz lazım.
Bunun çözümünün bir ayağı gelişmiş sulama teknolojilerine yönelik sulama tesisleri yapmaksa çok daha önemli ikinci ayağı da bunu kullanacak insanların eğitimi olmalı.

Tesis ve teknoloji ne kadar iyi olursa olsun bunu kullanacak insan unsuru eğitimli ve bilinçli olmadığı sürece arzuladığımız gelişmeyi yakalayamayız. Yani suyu toprakla buluşturduğumuz yerde sudan beklenen fonksiyonu sağlayamazsak yaptığımız hizmetlerin karşılığını alamayız. O halde sudan en iyi şekilde istifade etmenin yollarını aramamız lazımdır.
Eğitim önemli demiştim, sulama eğitimine önce mühendislerimizden başlamalı yani önce eğitimcilerimizi eğitmeliyiz ki bu mühendislerimiz sahada tam donanımlı olarak çiftçilerimize hizmet sunabilsinler. Ayrıca daha proje safhasında bitki paterni seçiminde gelişen dünya piyasalarının talep ettiği ürünler araştırılmalı; su tüketimi az, buna mukabil piyasa değeri yüksek ürünlerin araştırılması ve ekim, dikim işlemlerinin buna göre planlanması gereklidir. Örnek vermek gerekirse ihraç fiyatı 0,5 dolar olan elma çeşidi yerine Avrupa’nın talep ettiği elma çeşitlerini üreterek 3 doların üzerine fiyatlara satabiliriz.

Burada hem üreten çiftçi hem de ülke ekonomisi karlı çıktı.
Bu noktada araştırma ve geliştirme hizmetlerine de hız kazandırmak zorundayız. Her sektörde olduğu gibi tarımda da araştırma ve geliştirmenin durduğu anda bu sektör de olduğu yerde durmaya mecburdur. Burada elbette gelişmiş ülkelerin araştırmalarından yararlanacağız ama bununla yetinmeli miyiz? Yetinemeyiz çünkü araştırmanın milliliği vardır. Bizim agroekolojik koşullarımız farklıdır, hatta bölgelerimiz arasında bile büyük farklılıklar vardır. Bu araştırmaları artan bir ivmeyle devam ettirip sonuçları sahadaki mühendislerimiz vasıtasıyla çiftçilerimize ulaştırmak mecburiyetindeyiz.

Gelişmiş ülkelerin % 5’i tarımla uğraşıp hem kendine hem de dünyanın birçok ülkesine yetecek şekilde üretim yaparken ülkemiz nüfusunun % 35’inin tarımla uğraşarak kendine yetecek miktarda üretim yapamayıp tarım ürünü ithal etmesi Türkiye gibi çok özel agroekolojik şartlara sahip bir ülke için kabul edilemez bir durumdur.

Burada önemli bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum; teknolojik gelişmelerden faydalanmak bazen çok büyük sorunları da beraberinde getirmektedir. Şöyle ki; gelişmiş ülkelerde yeşil devrim döneminde teknolojinin nimeti olarak görülen kimyasal gübreler , hormonlar ve zirai mücadele ilaçları yıllarca kullanılmış, başlangıçta elde edilen ürün artışına rağmen bugün gelinen sonuç olarak toprak katmanları kimyasallarla kirlenmiş, ve tabii ki buradan elde edilen tarım ürünleri de hem kalite olarak düşük hem de insan sağlığına zarar verecek zararlı kalıntılar içerir hale gelmiştir.

Bu noktada Avrupa’da çözüm yolları araştırılmış, çözüm olarak organik tarım, EC, EUROPGAP ( Ki biz buna iyi tarım uygulamaları diyoruz) çözüm olarak ortaya çıkmıştır.

Tarımsal üretimin birinci şartı toprağa sahip olmaksa, ikinci şartı da suyu temin etmektir. Ancak ondan sonra diğer unsurlara sıra gelmektedir.
Gerek organik tarım gerekse EUROPGAP uygulamalarında sulamayla ilgili en önemli kriter su kalitesi ve yetiştirilecek ürünlerin sulamasının kapalı basınçlı sulama sistemleri ile yapılmasıdır. Aksi takdirde yetiştirilecek ürünün değeri konvansiyonel ürün değerini geçemiyecek ve dolayısıyla ihraç şansı da kalmayacaktır.
Yukarda Avrupa’daki tarım alanlarındaki toprak kirliliğinden söz ettik,
Bu araziler artık yıllarca sağlıklı gıda üretilemeyecek şekilde kirlenmiştir. AB ye aday bir Türkiye’de bu çok büyük bir avantaj olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa’nın yıllık gıda tüketimi 300 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Bizim bu pazarların talep ettiği nitelikli ürünleri ürün yetiştirerek alabileceğimiz pay yaklaşık 60-65 milyar dolardır. Bu rakam yıllık ihracatımızdan bile fazladır.
Eğer bu rakamları yakalayabilirsek bu sektöre bağlı alt sektörler ve diğer sektörlerdeki gelişmeyle milli gelirimizi birkaç kat artırmamız işten bile değildir.

Sn Serenler,

5 yıl önce yazmış olduğunuz bu makaleyi, yuksek öngörünüzden dolayı ayakta alkışlıyorum.:bravo::bravo::bravo::

Bu makalede o kadar ince ayrıntılara dokunmuşsunuz ki, ulkemizin su kaynaklarını, tarımcılık ile ilgili gelişmeleri, önerileri, dunyadaki gelişmeleri,fırsat alanlarını ( 300 milyarlık gıda tuketiminin % 100 artığını düşünecek olursak doğru bir planlamayla 120 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirebilme fırsatımız hala var), eksikliklerimizi en ince detayına kadar açıklamışsınız.

Hem su kaynaklarımızda tasarruf edebilir, yeni tarım alanlarını açabilir, Ulkemizin değerlerini satmaktan kurtulabilir ve her turlu global baskıya karşı kendimizi koruyabiliriz. Tarımcılık sayesinde kendimiz olabiliriz..

Bu makaleyi özellikle tekrar alıntıladım ki, geride kalmasın..

Saygılar

Serenler
25-04-2008, 00:04
Çukuruva Üniversitesi Ziraat Fakültesi Profesörlerinden Saygıdeğer hocamız sn İbrahim ORTAŞ hocamızın gıda konusunda yazdığı değerli bir makaleyi de buraya koyalım.
Kendisine bu güzel çalışmasından ve bizlere göndermek nezaketinde bulunmasından dolayı dolayı teşekkür ediyorum.

Dünya Beklenen Gıda Savaşlarına Doğru mu Gidiyor?

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,

Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, [email protected]



Dünyanın Çoğunluğu Açlığa Doğru Sürükleniyor

Son günlerde bir anda bütün dünyanın gündemine tahıllardaki fiyat artışı ve buna bağlı olarak artan gıda fiyatlarındaki artış ve ekme bulma kavgaları oturdu. Kısa süre önce sanki olacakları biliyormuş gibi IMF başkanı Dominique Strauss-Kahn gıda fiyatının artması ile yoksul ülkelerde “açlık ve yoksulluk” beraberinde isyanlara ve gıda savaşırının doğmasına neden olacağını belirtiyordu. Son bir ayda gıda fiyatlarındaki katlanan artışı başta İtalya, Mısır, Haiti, Özbekistan ve Endonezya’da kitleleri sokağa döktü. Görüntü önümüzdeki dönemlerde daha ciddi sorunların yaşanacağını göstermektedir. Son bir ayda dünyada basına yansıdığı kadarı ile onlarca insan ekmek kavgalarında hayatını kaybetti. En son 27 Mart tarihinde basına yansıyan görüntülerde Mısırda ekmek üzerinde sağlanan haksız kazanç nedeniyle çıkan ayaklanmada 5 kişi hayatını kaybetti. Bugün nerdeyse bir milyarı açan açlık sınırındaki insan sayısının tahıllardaki gıda artışı ile ikiye katlanacağı belirtiliyor. Artık IMF ve Dünya Bankası yetkilileri dahi Bangladeş, Mısır, Sudan, Etiyopya, Güney Amerika’daki artan yoksulluğun daha da ciddi boyuta ulaşacağını ve bunun sosyal sorunlara neden olabileceğini belirtiyorlar.

Genelde gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkelerin besin kaynakları farklılaşmaktadır. Gelir düzeyi artan tüketiciler proteine yönelirken, yoksullar nişasta kökenli besinlere yönelmektedir. Yoksulluğun kol gezdiği dünyada çok ülkede insanların temel besin gereksinimi olan nişastalı kaynakların başında gelen ekmeğin sağlanması için ek önlemler alınmaktadır. Mısır’da devlet yoksulları korumak için tarım ürünlerine sübvansiyon uygulamak zorunda kalmıştır. BBC kaynaklarına göre, ekmek ve ürünlerine ayrılan sübvansiyon yıllık 14 milyar doları bulmaktadır. Sübvansiyon bütçesi eğitim ve sağlık bütçesini aşınca sorun yaşanmaya başlanmasıyla, Mısır hükümeti öteki kaynaklardan yardım istemiştir. Mısır’da ekmek fiyatlarına yapılan zammın ölümlere varan kavga ve protestolara neden olduğu bildirilmiştir.



Biyoyakıt Üretimi Tahıl Fiyatlarını Artırabilir

Gıda fiyatlarındaki artışın bir*çok nedeni var. Bunlardan biri halen az gelişmiş ülkelerde kontrol altına alınamayan nüfus artışı, birim alanda verimin daha da artırılması olanaklarının hemen hemen tükenmiş olması, biyoteknolojinin de istenilen düzeyde verim artışı sağlayamadığı gibi ciddi eleştirilere uğraması yanında, dünya tarım ürünleri üretimine istenilen yatırımların yapılmaması, sunu-istem dengesi yanında, yeryüzünde besinlerin dağılımındaki yetersizlikler de ciddi fiyat artışlarına yol açmaktadır.

FAO 2003 ve 2007 verilerine göre, biyoyakıt üretiminde kullanılan tahıl miktarında % 25 oranında bir artış görülmektedir. Yalnız ABD’nde 2000-2006 yılları arasında yalnız mısırın etanol üretimi için kullanımında iki-iki buçuk kat oranında bir artış saptanmıştır. Uzmanlar karşılaştırmalı üstünlüğü söz konusu olduğunda; biyoyakıt üretimi, artan petrol fiyatları ile karşılaştırıldığında, biyoyakıtlar daha avantajlı görünmektedir. Bu durum belli tahılların biyoyakıt hammaddesi olarak kullanımını teşvik etmektedir. Bu durumda, önümüzdeki yıllarda biyoya-kıtların tahıl (buğday, mısır) piyasası üzerinde etkisinin daha da artması beklenebilir. Halen dünyanın önemli bir kısmının yoksulluk ve açlığın pençesinde kıvranırken, gıda ürünlerinin biyo yakıta dönüştürmesi hem yapısal hem de ahlaki yönden yeni tartışmaların yaratılmasına neden olmaktadır. Özellikle yoksul ülkelerde tarım ürünlerinin biyo yakıta dönüştürmesi ile gıda fiyatlarının artması ile yoksulların daha da zor durumda kalacağı ve açlığın ciddi boyuta ulaşacağı belirtiliyor.

Türkiye 'de buğday fiyatlarının düzensiz artmasında TMO’nin Türkiye'de beklenilen üretimin altında gerçekleşeceği öngörülen yaklaşık1 milyon tonluk buğdayın dışalımını zamanında yapmaması ve spekülatif gelişmelere karşı hazırlıklı olmaması önemli etkenlerdir.



Türkiye’de Buğday Fiyatları Dünya Fiyatları İle Paralel Gidiyor

Ülkemizde buğday ambarı olarak bilinen Konya ovasının ise son yıllarda istenilen düzeyde buğday üretmediği belirtilmektedir. Konya Ticaret Borsası verilerine göre, Anadolu Kırmızı Sert buğdayın aylık ortalama fiyat artışının; Ocak ayında bir önceki aya göre %4, 2007 yılı Ocak ayına göre %22 olduğu yönündedir. Anadolu Ajansı muhabirinin Konya Ticaret Borsası’ndan (KTB) aldığı bilgiye göre, küresel ısınmanın etkisiyle üretimde yaşanan azalmalar, özellikle hayvan yemi ve akaryakıt amaçlı istemlerde yaşanan patlamaya bağlı olarak, dünyada buğday fiyatları yükseldi. Türkiye genelinde yurtiçi buğday fiyatları ile TÜFE'deki gıda enflasyonu arasında %70’lik bir korelâsyon bulunmaktadır. Benzeri şekilde önemli bir ölçüt olarak, Türkiye'deki buğday fiyatları ile dünya buğday fiyatları arasında yaklaşık %75 korelâsyon göze çarpmaktadır. Bu bağlamda dünyada meydan gelecek bir artış ülkemizde de kendisini hissettirecektir. Gamze Erbil’in (Cumhuriyet gazetesinin 19 Nisan 2008) incelemesine göre “BM verileri buğday fiyatları yüzde 130 artış göstermiş iken, gelişmekte olan ülkelerdeki tüketici fiyatlarına yansıması yüzde 60-80 oranında gerçekleşmiştir”.



Dünya Buğday Stoklarında Daralma Yaşanıyor

Dünyada Çin, Hindistan, ABD, Rusya, Avustralya, Kanada, AB ülkeleri, Arjantin, Pakistan, Kazakistan ve Türkiye önemli buğday üreticisi ülkeler olarak bilinir.

Üretim ve istem dengesizliğinin bu eğilimde sürmesi ve buğday fiyatlarında meydana gelecek küresel düzeydeki artış dünya gıda fiyatları üzerinde de ciddi baskılar oluşturabilir. Nitekim son aylarda ciddi fiyat artışı görülmeye başlanmıştır. Başta gübre ve yakıt gibi girdilerin fiyatlarında meydan gelen %20-30 arasındaki artışlar, doğal olarak ekmek fiyatlarını da yakında artıracaktır.

Petrole bağlı olarak yürütülen gübre üretimi, toprak işleme, ilaç ve öteki girdiler doğrudan tarım ürünleri fiyatlarının artışına neden olmaktadır. Buğday fiyatları son 5 ayda, ABD'de yüzde 109, Fransa'da yüzde 151, Rusya'da yüzde 204 ve Arjantin'de yüzde 230 oranlarında arttı. Türkiye'de de buğdayın kg fiyatı 0.60 YTL'ye çıkarken, yeni dönemde buğdayda ciddi sıkıntıların yaşanması ve fiyatların 0.70 YTL'ye kadar yükselmesi bekleniyor. Küresel ölçekte meydan gelen su kıtlığı ve kuraklığın olumsuz etkisi ile bitkisel enerji isteminde meydana gelen artış buğday fiyatlarındaki artış eğilimini daha da yukarıya taşıyabilir. Özellikle büyük ölçüde buğday yetiştiren Kuzey Çin'de kuraklık artışının neden olabileceği verimsizlik ve üretim düşüklüğü haberlerinin de etkili olduğu belirtilmektedir.



Dünyada Buğday Ekim Alanları Daralıyor mu?

Türkiye'de ekilen alanların %70’ini tahıllar oluşturmaktadır. Tahıllarda kendine yeten ülkeler arasında sayılan Türkiye, yaklaşık son 20 yıllık sürede kendi kendine yeterken; bugün bu durum değişmiş görünüyor. Ekim alanlarının azalması ve iklim değişimleri nedeniyle üretim düşebilir. Bu durumda, kimi ülkelerin doğal olarak buğday dışsatımını durdurduğu ve Avustralya’da kuraklık nedeniyle verimde önemli düşüşlerin olduğu belirtilmektedir. FAO verilerine göre buğday ekim alanlarında son 6-7 yılda, aşağıda da görüleceği gibi, genelde tahıl ekim alanlarında ciddi bir azalma ya da değişim görülmemektedir. Fakat artan nüfus artışı ve tüketim artışı karşısında verimdeki durağanlık dahi tedirginlik yaratmaktadır. Yıllara göre dünya tahıl ekim alanları aşağıda verilmiştir:

Yıllar Milyon ha

2000 217

2001 216

2002 214

2003 209

2004 215-218

2005 219

2006 213-216




Türkiye ve dünyada son yıllarda ekim alanlarında bir değişim yok gibi görünmektedir. Ancak, son 30 yılda yeni ekim nöbetleri ve yetiştirme teknikleri ile sulama sistemlerinin de gelişmesiyle nadas alanlarının önemli ölçüde daraldığı da unutulmamalıdır. Ülkemizde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca 1982 yılında yürürlüğe konulan Nadas Alanlarının Daraltılması (NAD) projesi kapsamındaki uygulamalarla; son çeyrek yüzyılda nadas alanlarından 4 milyon hektara yakın ekim alanı kazanılmış olup bu gelişme, özellikle baklagil ve buğday üretim ve verimlerine de olumlu yansımıştır. Bakanlık adına Eskişehir Tarımsal Araştırma Enstitüsü eşgüdümünde ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi işbirliğiyle, başlangıçta Orta Anadolu ve geçit bölgelerindeki 14 ilde uygulamaya konulan projenin ilk beş yılındaki başarısı üzerine kapsamı; Doğu Anadolu’dan 15 ilin katılımıyla 29 ile 1990’da 33 ile çıkarılmıştır.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı planlama, uygulama, eşgüdüm ve yakın denetimiyle girdi sağlama, ürün alımı ve değerlendirmesinde görevli kurum ve kuruluşların desteğiyle yürütülmüş olan on yıllık proje kapsamında, kışlık tahılların ekim nöbetinde yemlik ve yemeklik baklagillere özel önem verilmiş; baklagil üretim ve dışsatımında Türkiye dünya lideri olmuştu. Projenin başlangıcında 8,5 milyon hektar dolayında olan Türkiye nadas alanı, on yılsonunda 5 milyon hektara inmiş; tarla alanlarında öteden beri % 35 olarak süregelen nadas oranı, 1992 yılında % 21 düzeyine indirilebilmiş; 1991’de on yıllık süresi sonuna başarıya ulaşan proje; 3,5 milyon hektar nadas alanının yıllık üretken duruma dönüşümünü sağlamıştır (Kün,1994). Proje kapsamındaki yeni ekim nöbeti ve yetiştirme tekniği uygulamaları, buğday verimlerini olumlu etkilemiştir. Sulama alanlarındaki buğday ekilişlerinin belli bölümünün mısır ekimine dönüştürüldüğü göz önünde bulundurulmalı; değişimin yavaş ta olsa sürmesi beklenmelidir.

Dünya buğday üretiminin büyük çoğunluğu yalnız doğal yağışlara bağlı tarım alanlarında gerçekleştirildiğinden, buğday üretimi yıllık hava koşullarına bağımlıdır. Bununla birlikte, son 25-30 yılda dünya buğday verimindeki artış hayli belirgindir. Türkiye buğday verimi artışı ise dünya ortalaması artışının gerisinde kalmıştır. Son 25 yılda buğday verimindeki artış dünyada 105 kg/da iken, Türkiye'de ancak 38 kg/da dolayındadır.



Dünyada ve Türkiye'de Buğday Üretimi İklime Bağlı

Ülkemiz tahıl tarımının büyük çoğunluğu, yıllık yağışın 350-500 mm dolayında olduğu ve aylara dağılımının çok düzenli olmadığı iç bölgelerimizde yapılmaktadır. Yağışların genelde kışın alınması buğday ekiminin güzden yapılması zorunluluğunu getirmekte, bu uygulama ise zaman zaman kış zararına da yol açabilmektedir. Güzlük ekimlerde zamanında çimlenme ve çıkış, uygun verim ve üretimin ön koşuludur. Ancak, buğday üretiminde en etkili yağışlar ilk-bahar yağışlarıdır (Kün,1996). Meslek kuruluşlarının tahminlerine göre, 2007 yılındaki kuraklık nedeniyle Türkiye buğday üretiminde %15-20 azalma söz konusudur.

Ülkemiz tahıl üretiminde kuraklık ve su yetersizliği yüzyıllardır yaşanmış deneyimlerdir. Ancak, buğdayın verim ve üretim düşüşünde, küresel kuraklık dışında etkenler de vardır. Çeşit geliştirme çalışmalarıyla verim potansiyeli yüksek çeşitler elde edilmişse de; bunların da süne zararına karşı zayıf olmaları ve süne savaşımındaki başarısızlık ta buğday üretim ve niteliğini düşürmektedir. Bu bağlamda, devlet politikasıyla stratejiler çok önemlidir. Ülkemizin ciddi bir tarım politikasının olmaması ve plan ve programların da kararlı ve kesintisiz yönetilememesi sonucu, günümüzde buğday dışalımcısı konumuna gelinmiştir. Küresel ısınmaya bağlı olarak yağış azlığı, ürün verim ve niteliğini düşürmektedir. Dünya Gazetesi yazarlarından Ali Ekber Yıldırım'ın 10.01.2008 günlü "Tarım karşıtlığı yükseliyor..." başlıklı yazısında; "Günümüzde küresel ısınma tehdidi, tarımsal ürünlerden enerji üretimi, hızlı nüfus artışı nedeniyle beslenme ihtiyacı dünyada tarımın önemini her geçen gün arttırıyor” biçiminde vurgulamaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerde buğday fiyatlarında günümüzde %100’lere varan artışlar yanında, biyoyakıt hammaddesi üretimine ayrılan alanların artışı da besin için üretilen tahılın verim ve üretiminde düşüşe yol açmaktadır. Ayrıca Afrika kökenli Uganda'da ortaya çıkan UD99 buğday kara pas hastalığı yeni bir pas ırkı olup, hızla yayılma tehlikesi göstermektedir. Yeni pasın buğday bitki dokularında bulunmasının da verim düşüş nedeni olduğu belirtilmektedir. Özellikle sıcak ülkelerde görülen virüsün de verim düşüş nedeni olabileceği belirtiliyorsa da Türkiye'de halen bu virüsün bir etkisi görülmemiştir. Bu bağlamda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Bitki Koruma ve Kontrol birimlerinin, hastalık ve zararlıların yurda girmesini beklemeksizin, dünyadaki konu ve sorunlara yönelik önlemleri bugünden alması yararlı olacaktır. Pasa dayanıklı mevcut çeşitler bu yeni UD99 ırka karşı direnç gösteremediğinden, buna karşı dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesi, en güncel buğday ıslah konusudur (İbrahim Genç, kişisel görüşme).



Kentlere Göçler, Besin Fiyatlarını Artırıyor

Dünyada artan kırsaldan kente yoğun ve düzensiz göçlerin yol açtığı kırsalda verim düşüşü yanında; kentlerde oluşan katma değeri yüksek işlenmiş besin istemi de besin fiyatlarını yükselten öteki etkenler olabilir. Küresel ısınma ve buna bağlı olarak artan temiz su istemi, tarım-sal sulamanın sınırlandırılması, artan petrol fiyatları gibi etkenler önümüzdeki dönemde besin fiyatlarının artması üzerinde daha ciddi baskılar kurabilir.



Dünya Tarımı Unuttu, Tarım dışı Teknolojilere Takıldı

Dünyada son yıllarda ekolojik ürünlerin piyasadaki artan değeri karşısında, geleneksel tarım ürünleri değerinin düşük düzeyde kalması da genel tarıma olan ilgiyi azaltmıştır. Hatta bilimsel çalışmalarda bile tarıma alt düzeylerde değer verilmeye başlanmış, birçok tarımsal araştırma enstitü ve kuruluşları kapatılmış, bu alandaki fonlar askıya alınmıştır. Gelişmiş belli ülkelerin son yıllarda gerek yüksek teknolojilere yaptıkları yatırımlar ve gerekse elektronik ve bilgisayar üretiminde gerçekleştirdikleri artışlar bu sorunu çözmemiş, tam tersine günümüzde ciddi bir üretim fazlası ve durağan bir ekonomiye dönüştürülmüştür.



Buğday Fiyatlarındaki Artışlar Sosyal Sorunlar Yaratabilir

Stratejik bir ürün olan buğday ve ona bağlı olarak katma değeri yüksek unlu ürünlerin fiyatlarındaki artışlar toplumun doğrudan beslenme maliyetini artıracağından, bir takım ciddi sosyal sorunların da yaşanmasına neden olabilir.

Tarım ürünleri üretimi ve genelde tarıma son yıllarda ilgisiz kalınmasıyla başlayıp oluşan sunu-istem dengesindeki sorunlar, özellikle karbonhidrat kaynağı olan buğday ve mısır fiyatlarındaki artışların ekmek fiyatlarına yansıması yoksullarla zenginleri karşı karşıya getirebilir. Özellikle ekmek fiyatlarındaki artışın yoksullara anlatılmasına gerekçe bulunamaz.



Buğday Stratejik Bitkidir.

7 Mart 2008 günlü Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde Prof. Dr. Güngör Uras “Ekmeğe zam halkı üzecek” başlıklı yazısında, “Dış piyasalarda buğday fiyatları artıyor. Bu gerçeği değiştiremeyiz. Ama bizim içeride yaptığımız yanlışlara ne demeli ?” biçiminde soruyor ve gazeteci Ali Ekber Yıldırım’ın konuya yaklaşımını değerlendiriyor.

Türkiye'de ekilebilir toprağın yaklaşık yüzde 30’unda buğday üretiliyor olmasına karşın, kimi ekonomistlerin ‘Türkiye, buğday ekmesin’ tezini savunduklarını ve “Amerika ile yarış olanaksız. Dünyada buğdayın tonu 150 dolarken, Türkiye’de 250- 300 dolar olduğuna göre üretmeye gerek yok, dışarıdan satın alınsın.” anlamındaki görüşlerini belirtiyor. Oysa yakın geçmişte yaşanan kuraklık ve öteki etkenler Türkiye’de olduğu gibi dünyada da buğday üretimini düşürmüş, fiyatlar hızla artmaya başlamış ve Türkiye fiyatlarını geçmiş. Dünyada buğdayın tonu 400 doları aşmıştır. Sayın Güngör Uras'ın da belirttiği gibi, buğday fiyatlarındaki artışlar ülkemizde “Buğday ekilmesin” tezini çürütmekle kalmadı, Türkiye’nin buğdaydan vazgeçemeyeceğini bir kez daha” göstermiştir. Buna göre, Türkiye kendi gereksinimi olan buğdayı mutlaka üretmelidir. Kaldı ki ülkemizde var olan ve öteden beri sürdürüle gelen buğday üretim sisteminin bir süre için askıya alınması bile üretim çarkının körelme ve çökmesine; böylece en yaşamsal besinimiz olan buğdayda da mutlak dışa bağımlı duruma düşünmemize neden olur.



Küresel Ölçekli Politikalar Geleceğin Sorunlarının da Habercisi Gibi

Biraz konuyu yakından takip edenler dünyayı son yarım yüzyıldır yöneten güçlerin uyguladıkları genel küreselleşme politikalarının bir gün kafasını duvara vuracağını biliyorlardı. Artan biyo-yakıt üretimine yönelik tarımsal üretim yönetimleri, bir tarafa toprak bitki yönetiminin bozulmasına, diğer taraftan gıda fiyatlarının artması, dünyada yoksulluğu artırabileceği gibi ciddi isyanlara ve sosyal sorunlara neden olabilir.

Görüldüğü kadarı ile şimdilik sorunun ağırlığı uluslararası borsa spekülasyonundan kaynaklanıyor. Spekülatörlerin borsada yaratacağı küresel etki gelecekte gıda ithalatlı ve ihracatını da etkileyecektir. Bu durum berberinde yeni sorunları yaratacaktır. Ayrıca Biyoyakıt ayrılan alanların arması, gıda kaynaklarını ve fiyatlarının farklılaşması gelecekte tarımı yeniden gündemin birinci sırasına oturtabilir.



Ne Yapmalı?
Türkiye'nin öncelikle üretim ve tüketim değerleri yüksek bir tarım ülkesi olduğu gerçeği göz önünde bulundurularak tarımsal üretime ve özkaynaklara yeniden öncelik ve önem verilmelidir. Kimi çevrelerce 1980’lerden bu yana yinelenen “İçerde yüksek maliyetle üretmek yerine, tarım ürünlerini de dışarıdan alalım” görüşünün geçersizliği açıkça ortaya çıkmıştır. Zaten 100 milyona doğru yükselen nüfusumuzun beslenmesi için gerekli buğdayın dışarıdan satın alımına yetecek parasal kaynak bulunması da olanaksızdır. Bir zamanların kendi kendine yetebilen ülke uzun zamandır tarıma yapılamayan yatırımlar nedeniyle, bugün dışa bağımlı hale gelmiş durumdayız. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin, kuruluş amacına uygun olarak; piyasayı düzenleme, aşırı dalgalanmaları önleme, üretici ve tüketiciyi gözetme ve sektörde çalışanların güvenini sağlayacak görev ve işlevleri etkin duruma getirilmeli, kurumun zararına yol açan ticari ve işlem ve etkilerden özenle kaçınılmalıdır.

Aslında TMO çok iyi kurgulanmış kurumlarımızdandır. TMO belirtilen asıl işlevlerini etkin biçimde uygulaması durumunda, üretimden ve piyasa koşullarından kaynaklanabilecek olası dalgalanmaların olumsuz etkilerini en az indirebilen bir kurum olacaktır. Örneğin son yıllarda görülen ve bu yıl için de beklenen kuraklığın Türkiye'de ve Dünyaya bilinen etkisini göz önünde bulundurarak, erken davranıp hasat zamanında olağandan daha fazla buğday ala-bilir. Böylece, benzeri zor dönemlerde sürecin daha rahat atlatılmasını sağlayabilir. Nihayet geçen hafta pirinç fiyatında meydan gelen dalgalanma TMO’nin ne denli önemli bir organ olduğunu ortaya koymuştur.

Piyasanın düzene sokulması ve olası dalgalanmalardan daha ez etkilenmesi için, öncelikle üretim-tüketim verileri doğru saptanmalı, bilimsel yöntemlerle önceden tahmin edilmelidir. Türkiye’nin planlı bir yapılanmaya giderek ekim alanlarını bölgesel düzeyde düzenlemesine gidilmesi yaralı olacaktır. Bu bağlamda uzaktan algılama teknikleri de kullanılarak, ülkenin üretim ve pazar potansiyelleri önceden belirlenmeli ve ona göre dışalım-satım bağlantıları zamanında yapılabilmelidir. Uzun dönemli olarak tarımda çeşit ıslahı çalışmalarına yeniden önem vermeli. Çiftçi yayım sistemi geliştirilerek yapılan çalışmalar tarım kuruluşlarına ve çiftçilere ulaştırılmalı, tarımsal üretimin nicelik ve nitelik olarak geliştirilmesi sağlanmalıdır. Girdi fiyatları özellikle mazot ve gübrenin fiyatları çok yüksek olduğundan, çiftçiler mutlaka desteklenmelidir. Gübre fiyatındaki artışlar buğdayın maliyetini artırdığından gübre kullanımı azaltmakta; bu da verim düşüşüne neden olmaktadır. Tarımsal desteklerin mutlaka üretimi artırma ölçütlerine göre yapılması sağlanmalıdır. Yukarıda belirtilen önlemlerin etkin ve kararlı biçimde alınması durumunda, temel ulusal besinimiz olan buğdayda ülkemizin yeniden “kendine yeter” konumuna geçmesi olanaklıdır.



KÜN, E., 1996. Tahıllar-I (Serin İklim Tahılları). 3. Baskı. A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları No.: 1451, Ankara. 322 s.

KÜN, E.,1994.Tarım Topraklarının Kullanımında Dönüşümler.TMMOB- ZMO, Tarım Haftası ’94 Sempozyumu.T.C. Ziraat Bankası Kültür Yayınları No.: 25, Ankara. s.: 175 -191.



Not 1: bir önceki yazımda “Yaklaşık 5-5,7 milyon hektarda buğday ekimi yapılmaktadır” anlatımı kullanılmıştı. Söz konusu anlatım, “Dünya buğday üretim alanında meydana gelen dönemlik daralma” olacaktı. Üretim alanının ise son yıllarda 209-218 milyon hektar arasında olduğu bilinmektedir.

Not 2: Yazının zenginleşmesine katkıda bulunan, Prof. Dr. Ekrem Kün, Prof. Dr. İbrahim Genç, Prof. Dr, Tacettin Yağbasanlar ve Prof. Dr. Faruk Emeksiz hocalarıma ayrıca teşekkür ederim.

latino
26-04-2008, 08:36
Erdoğan: Pirinci yemeyiver makarna ye

Hasan TÜFEKÇİ/KONYA



Başbakan Tayyip Erdoğan, son zamanlarda yaşanan pirinç zamlarına çözüm için halka, "Pirinci dörde beşe satıyorsa yemeyiver pirinç ya! Bulgur ye, makarna ye" çağrısında bulundu.

Başbakan Erdoğan, partisinin Konya Kadın Kolları Kongresi’ne katılarak bir konuşma yaptı. Erdoğan, konuşması sırasında gündemdeki konulara ilişkin de açıklamalarda bulundu. Erdoğan, pirinç fiyatının yüselmesi konusunda şunları söyledi:

DÜRÜST İNSANLAR DEĞİL: Son zamanlarda bir furya ortaya çıktı o ne? Pirince zam, bulgura zam. Spekülatörler ortaya çıktı. Bunlar dürüst insanlar değil. Ben vatandaşıma neden zulmedeyim demiyor. Ambarlarını dolduruyor. İki liraya aldığını, vatandaşa 4 liraya beş liraya satıyor. Bu vicdan değildir. Ama fiyatlar düştü.

TMO DEVREDE: Neden? Çünkü TMO piyasadaki pirinci geri aldı. Şimdi yeni bir çalışma düzeni ile fiyatları düşürdü. Pirinci dörde beşe satıyorsa yemeyiver pirinç ya! Bulgur ye, makarna ye. Bunları tarih boyunca hep annelerimiz, dedelerimiz anlatırlar. Onları biz terbiye edelim. Kalsın elinde. Pirinci saklayanlar mı var? Basalım orayı stokçulara cezalarını vereyim."

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/8790714.asp?gid=196&sz=26243

Urunleri stoklayarak aşırı derecede yukselten spekulatörleri lanetliyoruz...

Bizim gibi sıradan insanlar da prinç yememeyi akıl etmedğinden Sn.Başbakanı bu açılımı yapıp bize en doğru yönu verdiği için de kutluyoruz..:he:

Peki bugun pirincin fiyatı yukseldi, yarın bulgurun, daha sonraki gun makarnanın, ardından buğdayın daha sonra ise. vs.vs.vs. Halkımız hiç birini yemezse, ne yiyecek Sn başbakanım, korkarım birbirini yiyecek.:beurk::beurk::beurk:

Anlık çözumlerle suyun akışını değiştirmek ne zaman mumkun oldu ki şimdi olsun!! Kalıcı politakaların, çözumlerin ve yatırımların zamanı gelmedi mi!!

latino
26-04-2008, 09:03
KOZAN'DA ÇİFTÇİYE SULAMA YASAĞI

04.25.2008 - 16:47:43
Kozan'da barajda, su seviyesinin yetersizliği nedeniyle, tarlaların sulanması durumunda çiftçiye, ceza uygulanacak.

Kozan ilçesindeki barajda, su seviyesinin yetersizliği nedeniyle, çok yıllık bitkiler dışındaki tarlaların sulanması durumunda çiftçiye, dönüm başına 500 YTL ceza uygulanacağı bildirildi.

Kozan Sulama Birliğinin Nisan ayı olağan meclis toplantısı, birlik binasında yapıldı. Toplantıda, stoklanan su seviyesinin düşük olması nedeniyle ''çok yıllık bitkiler dışında kalan mısır, soya, pamuk, ayçiçeği, susam, sebze ve bostan ekimi yapacak olan çiftçilerin baraj suyundan yararlandırılmaması''na karar verildi.

Sulama Birliği Başkanı Talat Akdemir, 150 milyon metreküp kapasiteli Kozan Barajı'nda yağışların yetersizliği nedeniyle su seviyesinin çok düştüğüne dikkati çekerek, sorumlulukları kapsamındaki yaklaşık 90 bin dönümlük alanda, 4 yıldır sürdürdükleri birinci ve ikinci ürün için kısıtlama uygulamasına devam edilmesine karar verildiğini bildirdi.

Yasaklamanın çiftçiyi olumsuz etkileyeceğinin farkında olduklarını, ancak narenciye ve diğer meyve ağaçlarının kurumasını önlemek gerektiğine dikkati çeken Akdemir, yasağa uymayanlara dönüm başına 500 YTL ceza kesileceğini belirterek, duyarlı olunmasını istedi .

http://yerel.gazeteoku.gen.tr/82_Adana_haber.html

Tarlasını eken, doğal olarak ta ekinin gelişmesi için sulama ihtiyacı olan çiftçiye sulama yasağına uymaması halinde dönum başına 500 YTL ceza verilecek..

İnsanın inası gelmiyor!! ama burası malum guzel Ulkemiz şaşırmamak gerekiyor, benim çiftçim nasıl olsa işini bilir, tarlasını yoktan var ederek sular, zaten sulayamazsa ekinleri olur..Ölen ölür kalan sağlar bizimdir!!!

Sonra Sn Başbakan'ımızın dediğine gelir yetişmeyen urunleri yemez sadece susuz yetişen urunleri yeriz..!!!! bu arada tarımcılık ölmüş, Çiftçi perişan tarlasını bırakıp şehire göç ediyor, gıda da dışarıya muhtaç hale gelmiş, cari açık patlamış, urun fiyatları halkın alabileceği fiyatların uzerine çıkmış, kimin umrunda..

Kuresel ısınmanın yan etkileriyle birlikte kuraklağın artacağını belirten uzmanlar, uzun suredir avazları çıktığı kadar bağırıyorlar, biz buna bir tedbir alamazsak bu gunlerin en iyi gunlerimiz olduğunu söylememe gerek yok sanırım..:grrr::grrr:

latino
27-04-2008, 11:07
Güneydoğu'da buğday kurudu, toprak çatladı


Diyarbakırlı Zülküf Deniz'in tarlasındaki buğday filizleri yeşermemiş. 50 yaşındaki Deniz, böyle bir kuraklık yaşamadığını belirterek, "Yetkililerden çözüm bekliyoruz." dedi.
Türkiye'nin tahıl ambarlarından Güneydoğu'da, ekili alanları kuraklık vurdu. İlkbahar mevsiminin yarısı geride kalmasına rağmen henüz yağış düşmeyen ekili alanlarda, ürünler kurumaya, arazi çatlamaya başladı.


Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şanlıurfa'da binlerce hektar alanda ekimi yapılan buğday, arpa ve mercimeğin kuruması düşük rekolte ve yüksek fiyat endişesine sebep oldu. Ürününün neredeyse yüzde 80'ini kaybeden çiftçiler bir yandan kara kara düşünürken, diğer yandan yağmur duasına çıkıyor. Mardin Ovası'ndaki 300 dönüm arazisinin yarısına buğday, yarısına da mercimek eken Recep Arpa'nın bütün ürünü kurumuş. 25 bin YTL zarar ettiğini belirten Arpa, "Ürünü satarak öderim diye borçlandım. Tarladaki buğday ve mercimek kurudu, toprak susuzluktan çatladı." dedi. Arpa'nın meyve bahçeleri ve bağlarının büyük kısmı da kurumuş. Şanlıurfa Suruç'ta çiftçilikle uğraşan Nedim Korkmaz da bu yıl ilk defa böylesine bir susuzluğun yaşandığını vurgularken, yetkililerin çözüm için devreye girmesini bekliyor. Gelecek yıl ürün ekmeyeceğini dile getiren Korkmaz, tarlalarda işçi olarak çalışmanın daha kârlı olduğu görüşünde. Mardin'e bağlı Yukarıazıklı köyü muhtarı Abdullah Duyan'ın 500 dönüm, köyün ise 10 bin dönüm ekili arazisi kurumuş. "Bu yıl hiçbir ürün alınamayacak." diyen muhtar, şöyle konuşuyor: "Ne mahsul var ne de hayvanlar için saman. Ovanın afet bölgesi ilan edilmesini bekliyoruz." 65 yaşındaki Metin Kurtay ilk defa böyle bir kuraklık gördüğünü dile getiriyor. Köyün çobanı Abdullah Koç ise, "Köylüler hayvanlarını satarsa ben de işsiz kalırım." diye dert yanıyor. Diyarbakır Ticaret Borsası Başkanı Fahrettin Akyıl, bölgenin yeterli yağış alamamasından ötürü buğday üretiminin yüzde 25 azalacağını bildirdi. Şanlıurfa Ziraat Odası Başkanı Halil Dolap da zararın giderilmesi için hükümetin devreye girmesini istedi. Mezopotamya Ovası'nda 1,1 milyon dönüme ekilen hububat ve 176 bin dönümdeki mercimeğin kuruduğu belirtiliyor.

Eker: Böyle kuraklığı ilk kez görüyorum
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker dün, Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde kuruyan buğday tarlalarını gezdi. Topraktan susuzluk nedeniyle çimlenmemiş tohumları çıkaran Eker, "Bu kadar sene bu bölgede yaşadım, böyle bir durum görmedim." dedi. Gaziantep'te konuşan Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ise "Çiftçimizi mağdur etmeyeceğiz. Onlara gereken desteği vereceğiz." diye konuştu.


Ulkemiz'in kuraklık tehditi altında, çiftçimiz tarımcılıktan kaçmaya çalışıyor, işçiliğin daha karlı olduğunu düşünüyor, diğer taraftan ise hayvancılık sektörüde bu durumdan olumsuz yönde etkileniyor, tam bir sarmala girilmiş durumda.

İthal ekonomi bakanımızda siyaseti öğrenmiş lafla peynir gemisini yurutmeye çalışıyor; Çiftçimizi mağdur etmeyeceğiz onlara gereken desteği vereceğiz, ne yapacaksınız sayın bakanım; belediye başkanlığı seçimlerinden önce erzak mı dağıtacaksınız???:grrr::grrr::grrr:

Serenler
28-04-2008, 09:35
Gıda krizinde Soros parmağı

Dünyanın gündemine oturan gıda krizinde Soros'un bir parmağı mı var?





27 Nisan 2008 17:29
--------------------------------------------------------------------------------

Son haftalarda bir anda bütün dünyanın gündemine tahıllardaki fiyat artışı ve buna bağlı olarak gıda fiyatlarındaki artış ve ekmek bulma kavgaları oturdu. Son 1 ayda gıda fiyatlarındaki katlanan artış başta İtalya, Mısır, Haiti, Özbekistan ve Endonezya'da kitleleri sokağa döktü.

Bu görüntü önümüzdeki dönemlerde daha ciddi sorunların yaşanabileceğinin işareti olarak değerlendirilirken, bugün neredeyse 1 milyarı aşan açlık sınırındaki insan sayısının tahıllardaki gıda artışı ile ikiye katlanacağı belirtiliyor. IMF ve Dünya Bankası yetkilileri dahi Bangladeş, Mısır, Sudan, Etiyopya, Güney Amerika'daki artan yoksulluğun daha da ciddi boyuta ulaşacağını ve bunun sosyal sorunlara sebep olabileceğini ifade ediyorlar.

GIDAYI BİO YAKIT VURDU!

Dünyada patlak veren ve Türkiye'de de yankılanan gıda krizinde, dünyaca ünlü Yahudi spekülatör George Soros'un da yatırım yaptığı “biyo yakıt üretimi”ne yönelimin büyük payı olduğu kaydediliyor. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Ortaş, “Dünya, beklenen gıda savaşlarına doğru mu gidiyor?” sorusuna cevap ararken, dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu. BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun 2003 ve 2007 verilerine göre, biyo yakıt üretiminde kullanılan tahıl miktarında yüzde 25 oranında bir artış görüldüğünü, sadece ABD'de 2000-2006 yılları arasında yalnız mısırın etanol üretimi için kullanımında 2 - 2.5 kat oranında bir artış saptandığını belirten Prof. Ortaş, şunları kaydetti: “Artan petrol fiyatları ile karşılaştırıldığında, biyoyakıtlar daha avantajlı görünmektedir. Bu durum belli tahılların biyoyakıt hammaddesi olarak kullanımını teşvik etmektedir. Bu durumda, önümüzdeki yıllarda biyo yakıtların tahıl (buğday, mısır) piyasası üzerinde etkisinin daha da artması beklenebilir. Hâlâ dünyanın önemli bir kısmının yoksulluk ve açlığın pençesinde kıvranırken, gıda ürünlerinin biyo yakıta dönüştürülmesi hem yapısal, hem de ahlâkî yönden yeni tartışmalara yol açmaktadır. Özellikle yoksul ülkelerde tarım ürünlerinin biyo yakıta dönüştürülmesi ve gıda fiyatlarının artması ile yoksulların daha da zor durumda kalacağı ve açlığın ciddi boyuta ulaşacağı belirtiliyor.”

Prof. Dr. İbrahim Ortaş, şöyle devam etti:”Görüldüğü kadarı ile şimdilik sorunun ağırlığı uluslararası borsa spekülasyonundan kaynaklanıyor. Spekülatörlerin borsada oluşturacağı küresel etki gelecekte gıda ithalatlı ve ihracatını da etkileyecektir. Bu durum beraberinde yeni sorunlara yol açacaktır. Ayrıca biyo yakıta ayrılan alanların artması, gıda kaynaklarını ve fiyatlarının farklılaşması, gelecekte tarımı yeniden gündemin birinci sırasına oturtabilir.”

STRATEJİK BİTKİMİZ: BUĞDAY

Biyo yakıta ayrılan alanların artmasının tarımı yeniden gündemin birinci sırasına oturtacağını ifade eden Prof. Ortaş, bu durumun “Türkiye buğday ekmesin” tezini çürütmeye yettiğini kaydetti. Ortaş, “Amerika ile yarış imkânsız. Dünyada buğdayın tonu 150 dolarken, Türkiye'de 250-300 dolar olduğuna göre üretmeye gerek yok, dışarıdan satın alınsın” diyen ekonomistlere şu cevabı verdi: “Buğday fiyatlarındaki artışlar ülkemizde 'Buğday ekilmesin' tezini çürütmekle kalmadı, Türkiye'nin buğdaydan vazgeçemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Türkiye kendi gereksinimi olan buğdayı mutlaka üretmelidir. Kaldı ki; ülkemizde var olan ve öteden beri sürdürülegelen buğday üretim sisteminin bir süre için askıya alınması bile üretim çarkının körelme ve çökmesine; böylece en yaşamsal besinimiz olan buğdayda da mutlak dışa bağımlı duruma düşmemize sebep olur.”

wRonG
28-04-2008, 09:44
18-46 taban gübresi, eskilerin deyimiyle kara gübür bugün itibariyle 50 kg çuval fiyatı 102 ytl
geçen yıl bu zamanlarda fiyatı 30-40 ytl varın artık tarım nereye gidiyor siz düşünün.

latino
28-04-2008, 18:29
Para hırsı insanların önceliğini ne hale getirıyor;

Para kazanmak için spekulasyon yap, fakir insanları ekmek alamayacak noktaya getir, hatta açlıktan ölmelerini görmemezlikten gel..:grrr::grrr:ama para kazanıyorum diye de mutlu ol...

Dunya su sıkıntısı had safaya ulaşmış, kuraklıktan dolayı tarım urunleri almış başını gidiyor, bundan da para kazanılıyor, ama bioyakıt uretecem diye bu kadar zor şartlarda uretilen urunleri, araç yakıtı olarak kullan, bir taraftan da gıdasızlıktan isyanlar çıkmaya başlasın, bir kısım gıdasız afrika insanları açlıkla mucadeleye devam etsin..tum bunlardan da menfaat çıkar.. Yani araç yakıtı uretmek karın doyurmaktan daha önemli bir hale gelmiş..

Hani derler ya insanlık öldü mü?? Sanırım bazılarında insanlık bu hiç olmamış herşeyi sadece $ olarak görüyorlar..

Diğer taraftan da timsah gözyaşları dökerek fakirlere yardım, truncu-sarı vs. .bunlar gibi devrimlerle insanlara yardım etderek kandırıyorlar..:grrr::grrr: sadece yeni bir sömürü düzenini sağlamaları amacı taşımları ne kadar insancıl??

latino
29-04-2008, 22:22
Ankara, 29 nisan (reuters) - tarım bakanı mehmet mehdi eker hakkında mhp tarafından verilen gensoru
önergesinin gündeme alınması akp'li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.
eker hakkında mhp milletvekilleri temel gıda maddeleri olan pirinç, bulgur ve bakliyatta yaşanan fiyat artışlarının
halkı sıkıntıya soktuğu, bakan eker'in gerekli önlemleri almadığı ve kamu hazinesini zarara uğrattığı, bunları yapmadığı
için de görevini ihmal ettiği gerekçeleriyle gensoru önergesi vermişti. gensoru önergesinin öngörüşmesi tbmm genel kurulunda bugün yapıldı ve görüşmelerin ardından el kaldırılarak
yapılan oylamada, önergenin gündeme alınması reddedildi.
meclis çalışmalarına bir saat ara verildi ve aranın ardından tck 301. maddede değişiklik öngören yasa teklifinin
görüşmelerine başlanacak ve genel kurul teklif üzerindeki görüşmeler tamamlanıncaya kadar çalışacak.

Tarımcılık bitme noktasında, spekler hariç herkes kaybediyor, Tarım bakanı lafla peynir gemisi yurutmeye çalışıyor, ama hemen de çok başarılı işler yapmış gibi arka çıkılıyor.. sonrada kuraklık oldu, tarım bitti, başkalarını suçlar yağ gibi suyuzune suzululuz..:grrr::grrr:

Serenler
29-04-2008, 23:21
Gıda Fiyatlarını Küresel Kabzımallar Çıldırttı.!

Fahri YURTSEVER

Yüzde 60 ile yüzde 170 i bulan tarım ürünleri, işlenmiş-işlenmemiş gıda fiyatlarındaki artış bir anda tüm dünyayı şok etti.!
Şok etti az gelir.! Birdenbire açlık tehlikesinden, dünyada gıda savaşları ihtimalinden bahsedilmeye başlandı.

Uzmanlar, bu fiyat artışlarını spekülasyona, küresel ısınmaya bağlı sulama yetersizliğine, 2007 nin kurak geçişine bağlı verim düşüklüğüne, değerli madenlerle beraber emtia piyasasına

yönelen sıcak paraya ve en çokta biyo-yakıt üretimi dolayısıyla üretim alanlarının daralmasına bağladılar.

Bunların hepsinin doğru olduğuna kuşku yoktur. Ama, cevaplanması gereken 2 önemli soru var:
1-Niçin öngörülmedi veya geçen yıldan tespit edilemedi? Tedbir alına-madı?
2-Bu etkiler, bu sonucu doğurur mu? Yani, sonuç sebeple ölçülü mü?

Pekala, bunların hepside öngörülebilir etkenlerdi. Bırakınız öngörmeyi, geçen yıldan çok rahat gözle görülebilecek, tespit edilebilecek menfi gelişmelerdi. Bizimkiler görmedi, söyleyenlere kulak asmadı.

Vahamet budur! Bırakın uyarmayı, tedbir almayı, bizimkiler görmedi, umursamadı.! Bakmadılar ki, hiç ilgilenmediler ki görsünler diyebiliriz, son derece haklı olarak.

Kimse, tarım sektörüne bakmadı. Bir gün koca memleket aç kalır mı diye endişelenmedi. Hatta, tarım baştan atılması gereken bir yük gibi empoze edildi. AB-DB-IMF ve DTÖ'nün kırsal nüfusunuzu yüzde 10 nun altına düşürün, destekleri azaltın kaldırın, şunları sökün bunları dikin, uluslararası piyasaya açın 'tavsiyeleri' baş üstü edildi. 2004 den beri her yıl bir milyonun üzerinde kırsal nüfusun, şehirlere akın etmesine, toprakların çoraklaşmasına adeta sevinildi.

Kimi bilgiç hocalarca, bütçemize nasıl büyük yük, kara delik olduğu anlatıldı, köylülük aşağılandı, tarım hor görüldü. Varsa yoksa, bilgi çağındaydık, okulları bilgisayarla donatmalı, teknoloji üretmeli, ar-geye yatırım yapmalı, yapısal reformlara hız vermeliydik. Zaten, tarımda katma değer çok düşüktü. Ne olacaktı canım, bastırır parasını istediğimiz yerden alırdık. İşte marketler, reyonlar Ananas'ına kadar envayi çeşit doluydu. Biz, tarım gibi ilkel işlerle uğraşmamalıydık. Bir tır dolusu domates, bir microchip parası etmiyordu.!

Şimdi akılları başlarına geldi. GAP hatırlandı. Buna rağmen öneriler, hararetli tartışmalar içinde, verimlilik artışı dışında, köylüye yer verildiğini duyamadık.! İnsan olarak köylü yok.! Pek çok teknik öneri var, köyün-köylünün kalkındırılması, tarımda ihtiyaç ve üretim planlaması yok.! TMO nin üst kurullar gibi düzenleyici olarak yer alması var ama tüccara kiralanan siloların, yeniden ihtiyat deposu olarak kullanıma hazırlanması yok.!

Mesele sadece görmemek değildir. Elbet, görmek için göz lazımdır. Sebep olan etkenlerde, sadece yukarıdakilerle sınırlı değildir.

Bu yaşanan küresel gıda krizine, küreselleştirme politikalarının asıl sebep olduğunu başa koymak gereklidir. Bu kıtlık, küreselleşmenin tarım sektörü boyutu ve sonucudur. Bu politikanın uygulamalarının, geçen yılın ortalarından itibaren iyice bunalan finansal sermayenin, tarım piyasasında hızlı genişleme dalgasıyla çakışmasının neticesidir. Asıl spekülasyon dünya çapında tezgahlanmış, vurgun dünya borsalarında kotarılmış, içerdeki acentalarda fırsatı değerlendirmiştir. Yani, en temel iki besin kaynağı pirinç ve buğday bile, finansal sermayenin 'küresel oyun alanı' içine dahil edilmiştir. Yoksa, sayılan etkenlerin hiçbiri bu denli sonuç yaratacak büyüklükte değildir. Bu etkileri, tek potada birleştirip, fahiş kara çeviren 'küresel aktörlerdir.'

İçerdeki aracılara-komisyonculara, dünya çapında aracılar eklenmiştir. İnsanların ekmeği, vurgun kapısına çevrilmiş; zayıf devlet idarecileri, sözümona 'tarımda yeniden yapılanma-tarım reformu' adına bu oyunda yer almışlardır. Büyümeyi, 1. sınıf tarım arazileri üzerinde, modern alış veriş merkezleri veyahut milyon dolarlık villa görmek sanmışlardır.

Bu küresel oyunun mekanizmasını, Tarımda Küresel Komplo başlıklı yazıda şöyle ifade etmiştik: 'Küreselleşme ile beraber dünyada bir büyük oyun tezgahlanıyor. Oyunun parçalarından biriside, tarım sektörü.

Bilindiği üzere, küresel güçler yani dev global şirketler ve siyasi merkezleri, dünya ticaretini denetimlerinde tutuyorlar. Bu güçler paranın da patronları. Yani, oyun kurucuları küresel finans ve ticaret sermayesi. Baş misyonerler, İMF-Dünya Bankası-Dünya Ticaret Örgütü.

Öylesine denetimlerinde tutuyorlar ki, hangi limandan hangi geminin kalktığını, yükünün detayını, okyanusta şu an nerede bulunduğunu-GPS, nereye gideceğini, sigorta poliçesine varana dek izliyorlar. Bununla kalmıyor, uydu destekli ve dünyanın dört bir yanına yayılmış hava gözlem istasyonları vasıtası ile, hava olaylarının hangi ülkede tarımsal üretimi ne şekilde etkileyeceğine kadar bilmek istiyorlar.

Örneğin, Katrina kasırgası Amerika'yı vuracakken, büyük kahve şirketleri-tüccarları ellerini ovuşturuyor. Sezonda, Brezilya kahve rekoltesinin yükseleceğini ve fiyatların düşeceğini anlıyorlar. Ona göre ürün borsalarında bağlantı yapıyor veya hisse senedi borsalarında ilgilisine oynuyorlar.

Tezgahın mantığı şu:

1-Tarımda hiçbir ülke kendi kendine yetmeyecek. Böylece, dünyada sen bana buğdayı, ben sana elmayı-muzu bir ticari hareket başlayacak ve buradan müthiş bir ticari kar yaratılacak. Aracı karı. Bizdeki deyimle, kabzımalcılık. Küresel Kabzımallık yapacaklar desek nasıl olur acaba!

2-Üreticiyi ve ülkeyi kendinize mahkum edeceksiniz. Çok mu para istedi, başka ülkeden daha ucuza getirip, tarlasında, dalında bırakacaksınız. Ülkeleri-üreticileri birbirine kırdıracaksınız.
Mahkumiyetin diğer ayağı tohum, ilaç ve gübre bağımlılığı ile sağlanıyor. Yaptırılan yasal düzenlemelerle perçinleniyor.

Topraklarını terk etmek durumunda bırakılmış küçük üreticinin-köylünün yerini, global çiftlik şirketleri dolduruyor. Toprak mülkiyeti, tarımsal üretim ve ticaretle beraber yabancıların eline geçiyor.

3-Dünyanın en gelişmiş, sanayileşmiş denilen ülkelerine bakınız. ABD başta, hepsi tarımsal ürünler ihracatçısı ve sektörü % 45-60 lara varan oranlarda destekliyorlar. Yoksul, geri kalmış, azgelişmiş ülkelerse, ithalatçı. Tersliğe bakınız. Sizce bu işte bir gariplik yok mu? Ufacık Hollanda'nın tarım üretimi Türkiye'nin 8 katı.!

Benzer tezgah, hayvancılık ve sanayi ürünlerinde de söz konusudur, uyarlayabilirsiniz. Ancak, tarım bambaşka bir öneme sahip. Benzin olmazsa arabaya binmeyebilirsiniz, ama ya ekmek yapacak buğday olmazsa? Yağ, şeker bulamazsanız?

Bundan dolayı, en stratejik sektör tarımdır. En stratejik işletme de toprak.
2030-40 lardan sonra, suyun petrolden önemli olacağı hesap edilirken, bu hesap toprağın ama özellikle 'Mezopotamya' toprağının önem kazanacağı anlamına da gelirken, su akıyor ve biz bakıyoruz. Ülkemizin çölleşmesini, göllerimizin kurumasını seyrediyoruz. Ülkemiz topraklarını, sularını, tarımını küresel güçlere, emperyalizme teslim ediyoruz.
*
Bu noktaya, tabiiki, birtakım şer güçlerin salt kötü niyetiyle gelinmedi. Bankerler ve ticari sermaye, sanayi sermayesinden öncede vardı. Ancak, sanayi, teknoloji ve bilimdeki devasa gelişme, her alanda üretimi müthiş artırdı. Ülke bazında tarımsal üretim fazlaları da oluşmasına sebep oldu.

Bu fazlaların ülke içinde ve dünyada dolaşabilmesi için, GDOlara ihtiyaç vardı. Böylece kolay bozulmayan, sert-kalın kabuklu ürünler peydah oldu. Kanser ve ulaşım-lojistik sektörü patladı..

Bu ürünlere alıcı bulabilmek için pazarlar gerekiyordu. Halihazırda, borçlandırılarak teslim alınmış ülkelerde, IMF-Dünya Bankası marifeti ile, tarım çökertildi, yeniden şekillendirildi. Daha otuz sene önce, siz sanayi ülkesi olmaya uygun değilsiniz, tarımla uğraşın denilen ülkelere, bu kez de tarım paketleri dayatıldı. GATT, DTÖ'ne dönüştürüldü.' Şubat-2007

Küreselleşme çarkına giren ülkelerde, tarım-hayvancılık sektörü kapsamında ilk sonuç, süt ve süt ürünlerinin yabancılaşması ve anormal fiyat artışıyla görüldü. Allah'ın suyu, su ambalaja girdi. Portekizde böyleydi, Arjantinde de. Bizde de öyle oldu. Sıra diğerlerine geldi, zira yeniden yapılanma süreç gerektiriyordu.

Fiyatlar bir miktar aşağı düşsede, bundan sonra eski düzeyleri ummak, ham hayal olsa gerek.

Koç'un Urfa-Harranova'ya yatırımı ve kendisine yabancı ortak edinmesi ile yukarıdakileri birleştirdiğimiz zaman, bunca yıldır uyutulan GAP projesine 12 milyar dolarlık sıcak kan akıtılma kararı alınmış olması oldukça manidar. Bu yatırım, ülkemiz ihtiyaçları göz önüne alınarak yapılmış olsa, buna sevinebilirdik. Maalesef görünen, dünya tarımsal üretim ve ticaretinde biçilen elbiseye uygun roldür. Bir zamanlar sanayide şunu üretecek, bunu dışardan alacaksınız diyenler, şimdide tarımda aynı şeyi dayatmakta ve yaptırmaktadır.

İşin acı yanı, altyapı maliyetini dahi bizim sırtımıza vurabiliyor olmalarıdır. Bizim toprağımızda, bizim insanımızın emeğiyle ürettirecekler; hem bizi sömürecekler, hemde açlık korkusuyla yaşatacaklar.! Bu kadarına, aklı vicdanı olupta, insaf be kardeşim dememek elde değil.!
'Allah hiç kimseyi açlıkla terbiye etmesin!'


Fahri Yurtsever

Ankara 26 Nisan 2008

latino
02-05-2008, 15:49
ANTALYA TARIM İL MÜDÜRÜ/ERÇİN:"TARIMSAL FAALİYETLERE DESTEK AMACIYLA MAKİNE VE EKİPMAN ALIMLARINA %50 FİNANSMAN DESTEĞİ GETİRİLDİ"
Antalya Tarım İl Müdürü Bedrullah Erçin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın,
kırsal kalkınmaya teşvik amacıyla makine ve ekipman alımlarına yüzde 50
finansman desteği getirdiğini bildirdi.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığının "Kırsal Kalkınma Yatırımlarının
Desteklenmesi Programı Çerçevesinde Makine ve Ekipman Alımlarının
Desteklenmesi" ile ilgili program, Antalya Tarım İl Müdürlüğü'nde
düzenlenen toplantıyla, üretici birliklerine tanıtıldı.
Toplantıya İhracatçı Birlikleri Başkanı Mustafa Satıcı, Antalya Ticaret
Borsası Başkanı İlhami Kaplan, Antalya Kesme Çiçek İhracatçı Birlikleri
Başkanı Osman Bağdatlıoğlu, Antbirlik Genel Müdürü Atila Diniz, Ziraat
Odası Başkanı Halil Ordu, Antalya Sebze Üreticileri Birliği Başkanı
Bilal Özgür ve Antalya Sanayici İşadamları Derneği (ANSİAD) Başkanı Ali
Rıza Akıncı katıldı.
Toplantıda programı tanıtan Antalya Tarım Müdürü Bedrullah Erçin,
destekleme konularının, balyalama, silaj makinesi, basınçlı sulama
sistemi, işlemesiz tarım makineleri, soğuk hava tesisatı taşıma aracı,
bahçe el traktörü ve ekipmanları, rüzgar makinesi (pervanesi) alımları,
file sistemi kurulması, yem hazırlama araçları, sap parçalama makinesi,
otomatik sap toplamalı saman makinesi, kanola hasat aparatı alımları,
mısır hasat tablası, süt sağım ünitesi ve soğutma tankı, pülverizatör
alımları, lazerli tesviye aleti, sıkmalı çayır ve yonca biçme makinesi
alımları için geçerli olduğunu belirtti.
Program kapsamında, Tarım İl Müdürlüğü ile kişiler arasında hibe
sözleşmesinin imzalanmasından sonra, mal alımlarının en fazla üç ay
içerisinde tamamlanacağını belirten Erçin, başvuru sahibi gerçek ve
tüzel kişilerin, yatırım yapmak istediği mallardan sadece birisi için
başvuru yapabilecekleri bildirdi.
Erçin, "Tarımsal faaliyetlere destek amacıyla makine ve ekipman
alımlarına yüzde 50 finansman desteği getirildi. Başvuru tekliflerinde,
proje sahipleri kendi paylarına düşen mal alım tutarının yüzde 50'si
oranındaki katkı payının finansmanını, kendi öz kaynaklarından temin
etmekle yükümlü ve sorumlu olacaklar" diye konuştu.
"Çiftçi Kayıt Sistemine" veya Bakanlık tarafından oluşturulan diğer
kayıt sistemlerine kayıtlı olan, kolektif, limited ve anonim şirketlerle
tarımsal amaçlı kooperatif ve birliklerin programdan yararlanabileceğini
belirten Erçin, şunları kaydetti:
"Bakanlığın belirlediği usul ve esaslara uygun olan ve kabul edilen
proje başvurularında, mal alım tutarının yüzde 50'sine hibe yoluyla
destek verilecek. Mal alım tutarları piyasa rayiçlerini geçemeyecek.
Hibeye esas tutar gerçek kişiler için mal başına 50 bin YTL, tüzel
kişiler için mal başına 100 bin YTL'yi aşamayacak. Basınçlı sulama
sistemleri başvurularında gerçek kişiler için 100 bin YTL, tüzel kişiler
için 200 bin YTL hibe verilecek. Mal alım bedellerinin bu miktarı aşması
durumunda, aşan kısım başvuru sahibi tarafından ayni katkı olarak
karşılanacak. Başvuru bütçeleri KDV hariç hazırlanacak."
Erçin, proje kapsamında son başvuru tarihinin 28 Temmuz 2008 olduğunu da
hatırlattı.
(AA)

hirohito
04-05-2008, 22:47
Pirinçte kar realizasyonu var galiba bu hafta sert bir satış yemiş.

hirohito
04-05-2008, 22:55
Buğdayda daha önce başlamış kar realizasyonu ama sanki biraz yukarı yapacak gibi duruyor.

hirohito
04-05-2008, 23:04
Ben son zamanlarda süt ve süt ürünlerine zam geleceği konusunda birkaç haber duymuştum.

Aşağıdaki grafik süt

hirohito
04-05-2008, 23:05
Bu da tereyağı

hirohito
04-05-2008, 23:19
arpa fiyatları

hirohito
04-05-2008, 23:21
Bu da yulaf.

hirohito
04-05-2008, 23:28
Soya fasülyesi

hirohito
04-05-2008, 23:29
Soya yağı

latino
06-05-2008, 07:42
Üç bakan tarım için çalışacak

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Bakanlar Kurulu’nda tarım konusunun da gündeme glediğini ifade etti.

Bu konunun hem ülkenin hem de dünyanın gündeminde olduğuna dikkat çeken Çiçek, "Vatandaşlarımızın önemli bir kısmı halen tarımda istihdam edilmektedir. Çiçek, son zamanlarda enerji fiyatlarındaki artışa da dikkat çekerek, "Hükümet olduğumuzda petrolün varili yaklaşık 23 dolardı, bugün 120 dolara çıkmıştır. Ayrıca, son yıllarda yaşanan önemli kuraklık nedeniyle sıkıntı da söz konusu" diye konuştu. Çiçek, bugüne kadar tarımla ilgili önemli düzenlemeler yaptıklarını anımsatarak, "Şimdi karşılaşılan problemler konusunda tarımın desteklenmesi ile ilgili olarak Tarım Bakanı, Maliye Bakanı ve Hazineden Sorumlu Bakan arkadaşımız üçlü bir çalışma yapacaklar. Önümüzdeki kısa süre içerisinde bu konuda yapılabilecek destekler ne olabilecekse bunları baştan gözden geçireceğiz. Orta vadeli mali politikalar çerçevesinde tarıma yapılabilecek desteklerin yeni baştan göztden geçirilmesi gerekmektedir" dedi.

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/8867355.asp?gid=196&sz=58033

Sadece Yama yapmaya devam edecekler..:grrr::grrr:

Serenler
06-05-2008, 10:13
Tzob, Dogu Ve Guneydogu Anadolu`da Bugday Ve Arpada %90, Kirmizi Mercimekte
%60 Kayip Oldugunu Bildirdi.

Turkiye Ziraat Odalari Birligi`nin (tzob) Mayis Ayi Zirai Takvimi Yayinladi.

Yapilan Aciklamaya Gore; Nisan Ayi Yagislari Normalin Altinda. Dogu Ve Guneydogu
Anadolu Kurudu Bu Bolgelerdeki Bugday Ve Arpada Yuzde 90, Kirmizi Mercimekte Yuzde
60 Kayip Var.

Nisan Ayinda Yagislar Genel Olarak Bakildiginda Tum Bolgelerde Normallerinin
Altinda Gerceklesmistir. Guneydogu Anadolu Ile Dogu Anadolu`nun Guneyinde Ise
Onceki Aylarda Oldugu Gibi Bu Ayda Da Kuraklik Artisi Ciddi Boyuttadir. Yagislar,
Ege Bolgesi`nin Kiyilari Ve Guneyinde Diger Bolgelere Nazaran Daha Iyi Seviyededir.
Duzce, Agri, Elazig, Adiyaman, Gaziantep, Sanliurfa, Hakkari Ve Gevas`ta Cok
Siddetli, Kilis, Mardin, Mus, Sirnak Ve Konya Eregli`de Siddetli Kuraklik Vardir

Konuyla Ilgili Degerlendirmelerde Bulanan Turkiye Ziraat Odalari Birligi (tzob)
Genel Baskani Semsi Bayraktar Sunlari Soyledi: `kurakligin Il Bazindaki
Etkilerini Tespit Etmek Amaciyla Ziraat Odalarimizla Gerceklestirilen Bir
Calisma Sonucunda Mardin, Sanliurfa, Diyarbakir, Batman, Hakkari, Mus, Siirt,
Sirnak, Gaziantep, Elazig Illerinde Bugday, Arpada Zarar Oranlarinin %90`i,
Kirmizi Mercimekte %60`i Buldugu Belirtilmektedir. Ayrica, Baglarda Verim Azalmalari
Beklendigi, Ozellikle Elazig`a Ozgu Saraplik Uzum Cesitlerinden Okuzgozu Ve
Bogazkerede Yanma Oldugu Ilk Tespitlere Gore %30`lara Varan Verim Azalmalarinin
Beklendigi Belirtilmektedir. Bolgede Ayrica Meralarin Yesermemesi Sebebiyle
Hayvanciligin Da Sikintida Oldugu Ifade Edilmektedir.
Bolgede Kuraklik Meralarda Otlama Imkanini Ortadan Kaldirdigi Icin Ciftcilerimiz
Hayvanlarini Satmaya Baslamislardir.`
Bayraktar Ulkemizin Tahil Ambari Olan Orta Anadolu`da Nisan Yagislarinin
Normalden Az Oldugunu Belirterek, `son Bir Haftadir Yagan Yagmur, Bugday Ve
Arpanin Gelisimine Olumlu Katkisi Olmustur. Yagislarin Devam Edecek Olmasi Orta
Anadolu Bugday Veriminde Bir Dusukluk Olmayacagini Gostermektedir. Yagislarin
Dalgalilik Gosterdigi Aksaray, Ankara, Cankiri, Konya Gibi Illerimizin Bazi
Bolumlerinde Bir Miktar Verim Dusuklugu Yasanabilir. Ancak Yagislarin Durmasi
Halinde Orta Anadolu Bolgesinde De Bugday Veriminde Sikinti Yasanacaktir. Bugdayda
Verim Ve Rekolte Icin 10-15 Gunluk Sureye Daha Ihtiyac Vardir. Bu Sure Icinde
Yagislarin Olmamasi Halinde Bugdayda Yine Tehlike Canlari Calmaya Baslayacaktir`
Dedi.

2007 Yilinda Yasanan Kurakliktan Gereken Derslerin Alinmasi Gerektigini
Belirten Tzob Genel Baskani Bayraktar, Zarar Goren Ciftcilerin Kayiplarinin
Telafi Edilmesi Icin Bugunden Gereken Tedbirlerin Alinmasi Gerektigini Belirterek;
`zarar Goren Ureticilerimize Yardim Yapilmalidir. Oncelikle Ziraat Odalarimizin
Da Icinde Yer Aldigi Hasar Tespit Komisyonlari Olusturulmalidir. Ciftcilerimizin
Zararlari Urun Bazinda Tespit Edilerek, Tum Ureticilerimizin Zararlari En Kisa
Zamanda Karsilanmalidir. Ciftcilerimizin Kredi Borclari Ertelenmelidir.
2007 Ve 2008 Yilinda Kredi Borcunu Odeyemeyen Tum Ureticilerin Kredi Borclari
Faizsiz Ertelenmelidir. Kuraklik Da Dikkate Alinarak Elektrik Sorunu Cozulmelidir

-matriks-
|

Serenler
15-05-2008, 17:25
Tarım kesiminde son derece üzücü ve düşündürücü gelişmeler oluyor;

Sadece Edirne de 65 bin dönüm araziyi bünyesine katan Denizbank'ın, tarım kesimine çok ilgi göstermesi biraz şaşkınlık yaratmıyor değil. "Tarım şenliği " adı altında 6 milyon euro masraf yapmanın ,bir yabancı yatırımcı için başka bir anlamı olsa gerek. Basın toplantısı yoluyla 5 Mayıs- 30 ağustos tarihleri arasında yapılacağı söylenen bu 6 milyon euro maliyetli şenlikle (!) acaba amaçlanan nedir?..Daha çok kredi verip,daha fazla çiftçimizi mi tuzağına düşürmek..Neden böyle bir kampanya ve neden sadece tarım kesimi.?..
Aynı kesime Finansbank'ın da benzeri avantajlar sunması ve bu iki bankanında aynı ülke de ki şirketlerin elinde olması ,doğrusunu söylemek gerekirsebir "ekonomik abluka" dan öte bir şey değil..

Serenler
15-05-2008, 17:26
Bir başka gelişme;

Mahmut Sancak'ın haberi:

Bankacılar satın alacak tarla arıyor
Gıda krizi bankaları tarla avcısı yaptı. Tarım için verimli toprakları bulunmayan ülkeler sınırları dışında tarım arazisi kiralamak veya satın almak için harekete geçti

Başta Wall Street bankaları olmak üzere finans şirketleri fon yerine verimli tarlalara yatırım yapmaya başladı.. Küreselleşme ve kuraklık dünyanın üzerinde en çok kafa yorduğu iki kavram. Bu iki kavramın getirdiği sorunlar özellikle AB, Çin, ABD, Suudi Arabistan ve Libya gibi ekonomileri birbirine tamamen zıt iki karar almaya zorluyor. Artan kuraklık gıda sıkıntısı yaratacak endişesiyle dünya üzerinde birçok ülke kendi sınırları dışında toprak satın alarak gıda krizine çözüm arıyor. Diğer yandan da küreselleşmenin en büyük savunucuları olan Batılı ülkeler değil tarım alanlarını satmak şirketlerini bile yabancılara kaptırmamak için yasal düzenlemeler yapıyor. ÇİN TARIMDA VERİMSİZ Bugün için kısa vadeli en önemli sorun gıda krizi gibi görünüyor. Gıda krizinin giderek yaygınlaşması, ülkelerin sorunun çözümüne yönelik yeni arayışlara yönelmesine neden oluyor. Batılı ülkelerin yoğun tüketim alışkanlıklarına Asya ülkelerinin de eklenmesi gıda da yaşanan darboğazı hızla büyüyen bir sorun haline getirdi. Tarım arazisi olmayan ülkeler üretim için uygun arazisi olan ülkelerde toprak kiralama veya satın almaya başladı. Suudi Arabistan'dan Çin'e, Libya'dan Sudan'a kadar çok sayıda ülke kendi sınırları dışında tarım ve hayvancılık yapma arayışına girdi. Dünya üzerinde tarıma uygun alan miktarının giderek azalması ve bu nedenle değerlenmesi yatırımcıları da harekete geçirdi. Başta Morgan Stanley gibi Wall Street'in büyük bankaları olmak üzere çok sayıda finans kuruluşu ve hedge fon büyük miktarda tarım arazisi almaya başladı. Uzmanlar petrol ve altının yanı sıra artık tarım arazilerinin de yakın gelecekte yatırımcılarına büyük kâr vaat eden varlıklar haline geleceğine dikkat çekiyor. Pekin Hükümeti giderek artan ve gelecek 5 yılda katlanması beklenen gıda talebini karşılamak için yeni politikalar geliştirdi. Politikaların başında ülke dışında tarım için toprak alımı veya kiralanması geliyor. Çin dünya üzerindeki toplam çiftçi sayısının yüzde 40'ını barındırırken tarıma uygun arazinin oranı yüzde 9. Çin bu çerçevede Batı Sibirya'da tarım alanı kiralamak için Rusya ile görüşmelere başladı. Afrika ve G. Amerikalı ülkelerle de temaslar sürüyor. Eski Sovyetler Birliği'nin tahıl ihtiyacının yüzde 40'ını karşılayan Ukrayna ise 200 bin hektar toprağını buğday yetiştirmek üzere Libya'ya kiraladı bile. Ülkede şimdi yabancılara tarla satışı gündeme geldi. Ukrayna'da verimli araziler kapış kapış Ukrayna, Kazakistan ile birlikte dünyanın tahıl ambarı olma yolunda ilerliyor. Bu gelişmeleri yakından takip eden Ukraynalı hedge fon şirketi Sphere'de şimdiden tarıma uygun toplam 30 bin hektarlık arazi alımı gerçekleştirdi. Diğer yandan Sudan da Mısır'da tahıl ekimi için yoğun görüşmeler sürdürüyor. Özellikle Ortadoğu'da bulunan petrol zengini ancak tarım alanı bakımından fakir olan ülkeler ise son gıda krizinden ders alarak piyasalardaki az miktarda gıda için savaşmak yerine doğrudan üretici olmayı tercih ediyor. S. Arabistan tarıma uygun arazisi yeterli olmadığından tahıl, et ve balık gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için farklı ülkelerde geniş tarım ve çiftlik arazileri arayışına çıktı. (Sabah)

latino
15-05-2008, 19:21
Tarım ürünlerindeki fiyat artışı üreticiye yansımıyor
15.05.2008 | Özgül Öztürk | Haber

Tarım ürünlerindeki fiyat artışı Türk çiftçisinin yüzünü güldürmüyor. Bunda üretim maliyetlerindeki artış ve ürünün çiftçiden ucuz alınması etkili.

Türkiye ve dünya genelinde tarım ürünlerinde yaşanan fiyat artışı Türkiye'de en az çiftçiye yansıyor. Ürettiği üründen kar edemeyen çiftçiler sektörden elini eteğini çekiyor. Son 10 yılda toplam işlenen tarım alanı 26.8 milyon hektardan 25.8 milyon hektara geriledi. Tarımdan ayrılan nüfus ise büyük şehirlere göç edip işçi oluyor. Önümüzdeki yıllarda tarım ürünlerinin dünya fiyatlarında oldukça etkili olacağını belirten Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, bu durumun, tarım ve gıdanın stratejik önemini dünyaya yeniden hatırlattığını söyledi. Gıda fiyatlarındaki artışın asıl sebebinin üretim maliyetlerinden kaynaklanmadığına dikkat çeken Bayraktar, fiyat artışlarının üreticiye yansımadığını vurguladı. TZOB olarak fiyat artışları hakkında tüketiciyi doğru bilgilendirmek amacıyla aylık fiyat bültenleri hazırladıklarını anlatan Bayraktar şöyle konuştu:

"Gıda fiyatlarındaki artışla ilgili olarak TZOB, yaş meyve ve sebze fiyatlarıyla birlikte önem arz eden çeşitli gıda ve ürünlerin fiyatlarını her ay açıklıyor. Bu açıklamalar tüketicinin ödediği fiyatların üreticilerimize yeterince yansımadığını, fiyat artışlarının üreticilerden mi yoksa aracı veya perakendecilerden mi kaynaklandığını doğru bilgilerle göstermeyi amaçlıyor."

Üretim maliyetlerindeki artış ve çiftçinin ürününü hak ettiği fiyatın altında pazarlaması nedeniyle karlılığın azaldığına dikkat çeken Bayraktar,

"Bu nedenle çiftçimiz maalesef ürününün karşılığını tam olarak alamıyor. Kar edemeyen çiftçi de ekimden vazgeçiyor. Son 10 yılda toplam işlenen tarım alanı 26.8 milyon hektardan 25.8 milyon hektara gerileyerek yaklaşık 1 milyon hektar alan tarım dışında kaldı" dedi.



Küçük çiftçi tarım dışına itiliyor

Son dönemlerde bazı çevrelerce küçük tarım işletmelerine sahip çiftçileri çiftçi saymayan, "köylü" sayan bir anlayış sergilendiğini ve bunun küçük çiftçileri üretimden uzaklaştırdığını söyleyen Bayraktar şunları kaydetti:

"TZOB olarak böyle bir anlayışı kabul etmiyoruz. Örnek olabilecek ülkelerde tarımda yeniden yapılanma teşviklerle yönlendirmelerin de bulunduğu bir program çerçevesinde tarımı bırakan, çiftçilerin arazileri bir arazi ofisinde toplanarak diğer çiftçilere, işletmesini büyütmek isteyen çiftçilere uzun vadeli kredilerle bu arazilerin verilmesiyle sağlanmıştır."

Küçük çiftçilerin, tarımı terk etmelerinin sağlanması ile tarımda yapısal dönüşümün gerçekleştirilemeyeceğini vurgulayan Bayraktar, bu insanların yeni istihdam alanları yaratılmasıyla işsiz kalmalarının önlenmesi ve bu durumdaki çiftçilere AB'de olduğu gibi emeklilik hakkı tanınması halinde böyle bir dönüşümün kabul edilebilir hale geleceğini söyledi.Türk çiftçisinin gelirlerinin artırılması için de üretim ve verim artışının yanı sıra ürünlerin daha iyi değerlendirilmesi gerektiğini kaydeden Şemsi Bayraktar, çiftçilerin, tarımda gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ürünlerini kendi organizasyonları ile pazarlamak zorunda olduğunu dile getirdi.



4 milyon 100 bin aile tarımla geçiniyor

En son 2001 yılında yapılan Tarım Sayımı sonuçlarına göre Ülkemizde; 3 milyon 76 bin tarım işletmesi ve 4 milyon 100 bin tarımsal faaliyette bulunan aile bulunuyor. Ortalama işletme büyüklüğü 61 dekar. Toplam tarım arazisinin yüzde 58'i 100 dekardan büyük işletmelerce, kalanı (yüzde 32) daha küçük işletmeler tarafından işleniyor. Arazisi olmayan 54 bin işletme dışındaki 3 milyon 22 bin işletme, 12.3 milyon parça arazi üzerinde tarım yapıyor. Ülkemizde 10'dan fazla parsel sayısına sahip 214 bin, 6-9 parça araziye sahip 484 bin işletme bulunuyor. Bu yapı, tarım sektörünün temel sorunlarından biri. Çünkü verimsizlik, gelir azlığı sorunlarının başında bu sorun yatıyor.

Tarım ürünlerindeki fiyat artışı Türk çiftçisinin yüzünü güldürmüyor. Bunda üretim maliyetlerindeki artış ve ürünün çiftçiden ucuz alınması etkili. Tü...

http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=97036&KOS_KOD=102

Turk tarımı nasıl aracılara peşkeş çekilir, çiftçi ekimden vazgeçirilir ve işsizler ordusuna katılır guzel bir şekilde özetlenmiş.

Sn.Serenler'ın yukarıda göndermiş olduğu yazıda Gıda uretiminin ne kadar stratejik olduğunu net olarak ortaya konmuş..

Biz bu kafayla gidersek, tarım arazilerimizi yabancılara satar veya kiralar, sonra onların yetiştirdikleri urunleri belirledikleri fiyatlardan alabilmek için karın tokluğuna çalışmaya başlarız..

latino
16-05-2008, 18:45
Çiftçinin enflasyonu


Gıda fiyatları artıyor. Bundan çiftçinin büyük kazanç elde etmesi gerek. Ama gerçek farklı. Üretim düştüğü için köylü de sıkıntı çekiyor. Üstelik bu arada maliyetler de hızla artıyor.
Tarımda girdiler belli. Sürmek için mazot, atmak için gübre ve tohum. Su genellikle Cenabı Allah’tan. Emek de kendinden. Zaten tarla küçük. Ziraat odaları sorunları haykırıyor. Duyan yok. Ne de olsa tarımın milli gelir içinde payı yüzde 11’e düşmüş. Düşmüş de neden? İlgisizlikten. Tabii bir de bilgisizlikten.
Tarımda satın alınarak kullanılan girdilerin toplam maliyet içindeki payı son derece önemli. Çünkü tarımda işçi çalıştırma hâlâ çok yaygın değil. Kaldı ki, belli ürünler hariç toplam maliyet içinde küçük bir paya sahip.
Fakat son aylarda gübredeki fiyat artışları gerçekten dudak uçurtacak düzeyde. Örneğin, geçen ekimde 20-20-0 (Azot-Potas-Fosfor) içerikli gübrenin kilosu 40 kuruştu. Şimdi 96 kuruş. Yani yüzde 140 artmış.
Tarlalar gübresiz kalıyor

Bir başka çok kullanılan gübre de üre. Geçen sonbaharda 60 kuruş olan bu girdinin şimdiki fiyatı 94 kuruş. Artık göreli olarak az olsa da kendi içinde çok yüksek, yüzde 56! Keza toprağa ekimden sonra atılan amonyum sülfatın kilosu da aynı sürede 38 kuruştan 62 kuruşa çıkmış: Artış yüzde 63. CAN 26 diye bilinen (Kalsiyum-Amonyum-Nitrat) gübrenin fiyatındaki artış ise en makulü: Yüzde 46.
Mazottaki fiyat artışı bir yılda yüzde 33. Daha da artacağını öngörebiliriz. Ancak tohumluktaki sıkıntı daha da büyük. Tohumdaki fiyat artışının mazottan aşağı kalır yanı yok. Geçen yıl bazı tohumlukların fiyatı yüzde 80 artmıştı. Bu yıl da artacağı görülüyor. Tohumun pahalı olmasını bırakın bir yana, kaliteli tohum bulunmuyor bile.

Şimdi kimileri diyebilir ki, tarımın maliyetleri hızla artsa da tarımsal ürünlerin de fiyatları artıyor. Doğru. Ama küçük köylü yine de bundan sıkıntı çekiyor. Çünkü unutmayalım ki, küçük çiftçinin finansman sorunu sürüyor. Köylü yıl boyunca hem yer içer hem de tarlasına masraf yapar.
Ürün ortaya çıktığında da parasını peşin alamaz ve tüccara piyasanın altında bir fiyata (hemen para isterse) verir.

CHP’nin tarım kurultayı
Türkiye’nin bugün en büyük sosyal sorunlarından biri tarımın yok sayılmasıdır. Gençler işsiz ordusuna katılmak için kentlere göçmüşler, köyler ise sanki huzurevlerine dönüşmüştür. Eldeki işgücü budur. Toprak büyüklüğü de yetersizdir. Çiftçi yaşlıysa, bilgisizse ve yeniliğe kapalıysa, hele parasal sermayesi yok ve girdi fiyatları uçmuşsa tarım nasıl ayağa kalkacak?
Devletin tarımı daha verimli ve daha cazip hale getirmek için müdahaleci olması şart. Dünyanın her yerinde tarım destekleniyor. Oysa Türkiye’de IMF ve Dünya Bankası’nın yanlış telkinleriyle tam tersi yapıldı. Gerçek reform yapılamadı.
Köylünün bu iktidar partisine ne denli yoğun oy verdiği malum. Ama şimdi büyük bir hüsran içinde olduğu da görülüyor. Yani bir umut dalı bulsa isyanını sandıkta dile getirecek. CHP de bunu görerek 4 Haziran’da Urfa’da bir tarım kurultayı topluyor. Doğru teşhis, doğru zamanlama, doğru hareket. Çünkü çiftçi bir sahip arıyor.

Hurşit Guneş

http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=544972&AuthorID=56&Date=16.05.2008&ver=37

Sorunlar belli, Tarımcılık gerçek reform bekliyor, bu sorun acilen çözülemezse gelecekteki sorunlar çok daha buyumuş bir şekilde karşımıza çıkacak..

hirohito
16-05-2008, 18:56
pirinçte Myanmar'daki nergis kasırgasının spekülasyonu bitmiş gibi görünüyor.

hirohito
16-05-2008, 18:59
Buğday düşüş trendine soluksuz devam ediyor.

hirohito
16-05-2008, 19:28
Türkiye'de tarımın sorunlarından kurtulabilmesinin çok önemli iki yolu var,

Birincisi sulama sistemlerinin tamamlanması. Ben Gap TV'de bir programda duymuştum, salma sulama ile 100 litre ile sulanan yer , yağmurlama sistemi ile 10 litreyle, damlama sistemiyle 1 litreyle sulanıyor. Bu durumda inanılmaz boyutta büyük bir israf var su kullnımında. Üstelik salma sulama yapılan yerlerde toprak tuzlanması tarım toprağının kaybedilmesine yol açıyor. Yapılacak şey tüm devlet görevlileri tarafından biliniyor ama pek de bir çaba yok.

Bana kalsa salma sulama tamamen yasaklanmalı ve bu tip tarım yapılan yerlere su verilmemeli , ama çiftçinin mağdur edilmemesi için uzun vadeli düşük faizli ve birkaç yılı ödemesiz kredi verilmeli.

İkinci en önemli şey gerçek anlamda koopertifçilik yapılması.Yine Gap TV'deki bir programda Almanya örneği verilmişti ben daha sonra kendim de aynı şeyin Fransa'da da yapıldığını öğrendim ve bu sistem de devletin tarım görevlileri biliyor ama icraat yok.

Avrupa'daki kooperatifçilikte sistem şu çiftçinin tüm girdileri ve çıktıları kooperatif üzerinden karşılanıyor , bu durumda gübre,mazot.. vs gibi tüm girdileri toptan olarak ve daha ekonomik bir biçimde kooperatif alıyor ve bunu çiftçiye dağıtıyor çiftçi de ürünü koopertife veriyor pazarlamayı kooperatif yapıyor ve ürün elden ele dolaşmadan tüketiciye ulaşıyor.

Bunun için organize olmak lazım ama bu bizde yok .

Bu yüzden hep gelişmekte olan bir ülke olacakmışız gibi geliyor bana.

hirohito
16-05-2008, 19:37
Tohumda dışarıya bağımlı olmamak da toplum sağlığı açısında son derece önemli,genetiği ile oynanmış tohumlarla yapılan tarım bizim sağlık harcamalarımıza çok fazla para harcamamıza neden olmaktan başka bir şeye yaramaz.Kanser artıyor bunun en önemli kaynağının yediklerimiz olduğu söyleniyor.

Tarım ve sağlık politikaları, günlerce tartıştığımız faizin 0,5 puan arttırılması probleminden ne kadar fazla önemli olduğunu sanırım hepiniz takdir edersiniz.

En büyük özelliğimiz, herhalde enerjimizi büyük problemlerimizin yanında saçma sapan olan şeylere harcamamız.

latino
16-05-2008, 19:48
Tohumda dışarıya bağımlı olmamak da toplum sağlığı açısında son derece önemli,genetiği ile oynanmış tohumlarla yapılan tarım bizim sağlık harcamalarımıza çok fazla para harcamamıza neden olmaktan başka bir şeye yaramaz.Kanser artıyor bunun en önemli kaynağının yediklerimiz olduğu söyleniyor.

Tarım ve sağlık politikaları, günlerce tartıştığımız faizin 0,5 puan arttırılması probleminden ne kadar fazla önemli olduğunu sanırım hepiniz takdir edersiniz.

En büyük özelliğimiz, herhalde enerjimizi büyük problemlerimizin yanında saçma sapan olan şeylere harcamamız.

Sn hirohito,

Tesbitleriniz son derece doğru, ama basiretimiz bağlanmış geleceğimizin olduğu alanlarda enerjimizi harcamamız gerekirken kısır döngu içerisinde suni gundemle uğraşıyoruz..Umarım en kısa zamanda gerekli reform çalışmaları yapılır.. Ama çok zayıf bir ihtimal..

hirohito
16-05-2008, 23:25
Sn hirohito,

Tesbitleriniz son derece doğru, ama basiretimiz bağlanmış geleceğimizin olduğu alanlarda enerjimizi harcamamız gerekirken kısır döngu içerisinde suni gundemle uğraşıyoruz..Umarım en kısa zamanda gerekli reform çalışmaları yapılır.. Ama çok zayıf bir ihtimal..

Sayın latino1122

Gerçekten suni gündemlerle uğraşıyoruz, ama benim canımı en çok sıkan şey , bizde problemlerin çözümünü gerçekleştirecek (az da olsa) insan gücü var bu kullanılamıyor, bir ülke için bundan daha acı bir israf olabilir mi ?

cem ozgur
17-05-2008, 01:29
Türkiye'de tarımın sorunlarından kurtulabilmesinin çok önemli iki yolu var,

Birincisi sulama sistemlerinin tamamlanması. Ben Gap TV'de bir programda duymuştum, salma sulama ile 100 litre ile sulanan yer , yağmurlama sistemi ile 10 litreyle, damlama sistemiyle 1 litreyle sulanıyor. Bu durumda inanılmaz boyutta büyük bir israf var su kullnımında. Üstelik salma sulama yapılan yerlerde toprak tuzlanması tarım toprağının kaybedilmesine yol açıyor. Yapılacak şey tüm devlet görevlileri tarafından biliniyor ama pek de bir çaba yok.

Bana kalsa salma sulama tamamen yasaklanmalı ve bu tip tarım yapılan yerlere su verilmemeli , ama çiftçinin mağdur edilmemesi için uzun vadeli düşük faizli ve birkaç yılı ödemesiz kredi verilmeli.

İkinci en önemli şey gerçek anlamda koopertifçilik yapılması.Yine Gap TV'deki bir programda Almanya örneği verilmişti ben daha sonra kendim de aynı şeyin Fransa'da da yapıldığını öğrendim ve bu sistem de devletin tarım görevlileri biliyor ama icraat yok.

Avrupa'daki kooperatifçilikte sistem şu çiftçinin tüm girdileri ve çıktıları kooperatif üzerinden karşılanıyor , bu durumda gübre,mazot.. vs gibi tüm girdileri toptan olarak ve daha ekonomik bir biçimde kooperatif alıyor ve bunu çiftçiye dağıtıyor çiftçi de ürünü koopertife veriyor pazarlamayı kooperatif yapıyor ve ürün elden ele dolaşmadan tüketiciye ulaşıyor.

Bunun için organize olmak lazım ama bu bizde yok .

Bu yüzden hep gelişmekte olan bir ülke olacakmışız gibi geliyor bana.

Sayın Hirohito,

Çok güzel bir konuya değinmişsiniz. Skytürk,'deki "Aykırı Sorular" programına davet ettiği konukları ile Enver Aysever 1-2 hafta önce bu konuyu işlemişti.

Bana çok katkısı olan bu programda davetlilerden birisi olan Prof., vahşi sulamanın devlet tarafından gizli olarak desteklendiğini söyledi cümle arasında. Damlama ve yağmurlama metodları ile %90-95 oranında daha az sulama yapılacağı bilindiği halde bunun desteklenmediği çünkü nihai amacın 3 milyar dolar gibi bir rakama nehirlerin özelliştirilmesi olduğunu söyledi. Yani susuzluk var, devlet suları yönetemiyor, o zaman özelleştirelim hem gelir olur düşünce(siz)si(liği).

2009 Mart ayında Istanbul'da yapılacak olan Su Forumu'nun da bu nihai amacın aracı olduğunu da söyledi. Şu uluslararası Su Forumu'nu merakla bekliyorum, bakalım neler çıkacak altından.

hirohito
17-05-2008, 22:21
Sayın Hirohito,

Çok güzel bir konuya değinmişsiniz. Skytürk,'deki "Aykırı Sorular" programına davet ettiği konukları ile Enver Aysever 1-2 hafta önce bu konuyu işlemişti.

Bana çok katkısı olan bu programda davetlilerden birisi olan Prof., vahşi sulamanın devlet tarafından gizli olarak desteklendiğini söyledi cümle arasında. Damlama ve yağmurlama metodları ile %90-95 oranında daha az sulama yapılacağı bilindiği halde bunun desteklenmediği çünkü nihai amacın 3 milyar dolar gibi bir rakama nehirlerin özelliştirilmesi olduğunu söyledi. Yani susuzluk var, devlet suları yönetemiyor, o zaman özelleştirelim hem gelir olur düşünce(siz)si(liği).

2009 Mart ayında Istanbul'da yapılacak olan Su Forumu'nun da bu nihai amacın aracı olduğunu da söyledi. Şu uluslararası Su Forumu'nu merakla bekliyorum, bakalım neler çıkacak altından.


Bütçenin yamalarını bu tip satışlarla karşılıyorlar sadece yazık diyorum en hafif ifadeyle , geleceğimiz gidiyor.

Yurt dışındakilerin unakıtana neden yılın maliye bakanı ödülünü verdikleri belli .

Çocuklarımıza nasıl bir Türkiye bırakıyoruz.... bilemiyorum..!!!!!!!!

latino
18-05-2008, 18:31
Geçen yılın kuraklığı bu yıl vuruyor, kirazda afet var
18.05.2008 | Anadolu Ajansı | Haber

Türkiye'nin meyvecilikte en büyük tarımsal ihracat kalemleri arasında yer alan kirazda geçen yıl yaşanan kuraklığın asıl etkisini bu yıl gösterdiği, bazı çeşitlerde rekoltenin yüzde 90-95 oranında düştüğü, önemli kiraz üretim merkezi İzmir'in Kemalpaşa ilçesinde üreticilerin, ilçenin afet bölgesi ilan edilmesi için Tarım ve Köyişleri Bakanlığına başvurduğu bildirildi.
Kemalpaşa Kiraz Üreticileri Birliği Başkanı Halim Akar, ilçede görülmemiş bir afetin yaşandığını söyledi. Geçmişte don, yağmur gibi iklim olaylarından olumsuz etkilenebilen ürünün bu yıl tüm koşulların yolunda gitmesine rağmen rekoltede "şaşılacak seviyede" düşüş görüldüğünü kaydeden Akar, "Geçen yıl yaşanan kuraklık nedeniyle bu yıl ağaçlarımıza daha özenli bir bakım uyguladık. Her şey döllenme dönemine kadar normaldi, hastalık yoktu. Ancak anlayamadığımız bir nedenle dalların meyve tutmadığını gördük" dedi.
Akar, il ve ilçe tarım müdürlükleri ile Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi yetkililerinin bölgeye gelerek incelemelerde bulunduğunu ve rapor tuttuğunu kaydederek, şunları söyledi: "Rapora göre geçen yıl temmuz ayında yaşanan aşırı sıcaklık, çiçeklenme döneminde yaşanan aşırı yağışlar ve arı faaliyetlerinin yetersizliği nedeniyle verim düşüşü yaşandı. Yine rapora göre Salihli çeşidinde yüzde 90-95, Napolyon çeşidinde yüzde 70-75, sapı kısa çeşidinde yüzde 30-40 rekolte kaybı olduğu belirtildi. Kemalpaşa ovasında geçen yıl 56 bin ton kiraz üretildi. Bu yıl 2 bin 500 ton olursa dua edeceğiz. Önceki yıl 10 ton ürün aldığım bahçemden şu anda 960 kilo ürün alabildim. 40 yıldır kiraz üretiyorum böyle bir şey hiç yaşamadım."

İlçenin tek geçim kaynağı
İlçede resmi kayıtlara göre 3 bin ailenin bu işle uğraştığını, bir çoğunun geçimini sadece kirazdan sağladığını ifade eden Akar, ilçede "tam anlamıyla bir ekonomik krizin" yaşandığını ifade etti.
Konuyla ilgili raporlarla birlikte Tarım ve Köyişleri Bakanlığına başvurduklarını dile getiren Akar, ilçenin afet bölgesi ilan edilmesini talep ettiklerini söyledi.
Üreticinin kaybının karşılanmasını, Ziraat Bankası ve kredi kooperatifi borçlarının faizlerinin kaldırılarak ertesi yıla aktarılmasını ve gelecek yılın bakım giderleri için tekrar faizsiz kredi verilmesini talep ettiğini dile getiren Akar, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Büyük bölümü kiraz ağaçlarıyla kaplı Kemalpaşa Ovası 77 bin dekarlık bir arazi. Kiraz ağacının meyve vermesi 7 yıla bakıyor. Burada büyük bir yatırım var. Üreticilerin çoğu 5-20 dönüm arazi sahibi, dolayısıyla desteklenmediği takdirde bu sorunun altından kalkabilecek durumda değil.
Bu destek verilmezse bu bahçelerin çoğu sanayi arazisi olarak satılacak. Başka çaremiz yok. Tarım Bakanlığından aldığımız tepki olumlu. Buradaki sorunun büyüklüğünü anladılar. Kirazda bir dünya markası olan Kemalpaşa'da bu işi öldürmemek için duyarlı bir karar alacaklarını tahmin ediyoruz. Biz de üretici olarak üzerimize düşeni yapacağız."

İhracat yok
İlçeden üretiminin tamamını ihracata yönlendiren Vişneli Köyü Muhtarı ve üretici Ziver Keskin de bu yıl kirazın olmaması nedeniyle ihracatın başlayamadığını kaydetti.
Bir çok ihracatçının ürüne güvenerek erken bağlantılar yaptığını öğrendiklerini ifade eden Keskin, "İhracatçılar rekoltenin az olduğunu göz önünde bulundurmalı. Yapılan bağlantıların karşılanamaması durumunda uluslararası alıcılardan ceza yemelerini istemiyoruz. Bu daha büyük zararlar ortaya çıkarır. Biz bir takımız onların taahhütlerini yerine getirememesi bizi de yaralar" dedi.
Keskin, Kemalpaşa'dan daha geç olgunlaşma sağlayan diğer üretim bölgelerinden de iyi haberler alamadıklarını ifade etti.
Kirazın haldeki fiyatının bazı çeşitlerde şu anda 15 YTL seviyesinde olduğunu, diğer üretimlerin devreye girmesiyle bu fiyatın düşebileceğini ancak geçen yıla göre daha yüksek fiyatların oluşacağını tahmin ettiklerini belirten Keskin, "Vatandaşlarımızdan bu yıl için özür diliyoruz. Maalesef bu yıl bol bol kiraz yiyin diyemiyoruz" dedi.
Önceki yıllarda mayıs ayının son haftasında önemli bir hareketlilik gözlenen Kemalpaşa'da kiraz için kurulan hale mal gelmemesi nedeniyle piyasa dahi oluşamıyor.

İhracatçının beklentisi
Alara Tarım Üst Yöneticisi (CEO) Kerim Taner de bu yıl tüm bölgelerde meyve tutumunun "son derece düşük" olduğunu söyledi.Bu durumun 2008 yılında kiraz ihracat miktarlarını da aşağı çekeceğini ifade eden Taner, "Ancak düşük miktar olmasına rağmen kaliteli ve iri ebatlı bir sezon bekliyoruz. Bu, pazardaki rekabet gücümüzü artırabilir. Girdi maliyetlerindeki hızlı artış ve bu artışı karşılayamayan döviz kuru ihracatçı için büyük bir sorun" dedi.
Taner, Rusya, Çin ve Orta Doğu pazarlarının talebiyle kiraz üretiminin talebin altında kaldığını, Türk kirazının da en çok talep gören ürünler arasında yer aldığını dile getirerek, İspanya ve ABD gibi ülkelerin de binlerce dekar üzerinde yeni yatırımlar yaptığına dikkat çekti.
Kerim Taner, Türkiye'nin yatırım hızını devam ettirmesi, kalite ve verimliliğini artırması halinde ihracat miktarını gelecek yıllarda ikiye katlayabileceğini ifade etti.
Geçen yıl Türkiye genelinden 56 bin ton, Ege Bölgesi'nden ise 15 bin 236 ton kiraz ihracatı yapılmıştı.


Türkiye'nin meyvecilikte en büyük tarımsal ihracat kalemleri arasında yer alan kirazda geçen yıl yaşanan kuraklığın asıl etkisi bu yıl görüldü.

http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=97214&KOS_KOD=43

Kuraklıkığın etkileri yurdun, batısından doğusuna kadar olumsuz etkilemeye devam ediyor..:cry:

latino
18-05-2008, 19:14
DAYATMALARDAN KAÇINMA ZAMANI

Dünya Çiftçiler Günü dolayısıyla partisi adına Meclis'te gündem dışı söz alan Atılgan, tarımın içinde bulunduğu sorunlara değindi. Gıda üretiminin önemini anlatan ve bunun ancak tarımsal alanda sağlandığına işaret eden Atılgan, özellikle barındırdığı nüfus itibarıyla Türkiye için bu sektörün hayati önem arzettiğini kaydetti. Son yıllarda uygulamaya konulan politikalarla tarımla iştigal edenlerde ciddi gerilemelerin ve gelecek kaygısının hakim olduğunu belirten Atılgan "Ne yazıktır ki tarımın nasırlı elleri tüm bu varlıkları üretip bizlere teslim ederken, parlamenterler ve siyaset yapıcılar olarak bizler onlara neyi ne kadar sağlıyoruz, ürettiklerinin karşılığını ne kadar verebiliyoruz diye kendimizi sorgulamamız gerekir. Çiftçiye, köylüye arkalarını dönerek IMF'nin, Dünya Bankasının, AB'nin ve benzeri uluslararası kurumların dayatmaları ve direktifleri doğrultusunda kararlar alan siyasetçiler olmaktan artık kaçınma zamanı gelmiştir" diye konuştu.

GELECEKTE ZOR GÜNLER BEKLİYOR
MHP Adana Milletvekili Kürşat Atılgan "Çiftçimiz çok zor durumdadır. Yüce Atatürk'ün 'Köylü milletin efendisidir' şeklindeki sözünün gereği bugün köylünün efendiliğinden hiçbir iz kalmamıştır. Gelişmiş ülkelerin çiftçileri Dünya Çiftçiler Günü'nü bayram havası içinde kutlarken bizim gibi kalkınmakta olan ülkelerin çiftçileri bugünlerde daha da fazla hüsran yaşıyor. Bu gidiş devam ederse korkarım ki tamamen üretemez hâle gelen çiftçilerimiz kırsalda da yaşayamaz hâle gelecekler, büyük şehirlere görülmemiş oranda göçler başlayacaktır. İktidar sahiplerine ve Hükümete buradan çağrım; mutlaka Türk tarımının içinde bulunduğu zor şartları dikkate alarak yeni bir tarım stratejisinin çizilmesi zorunluluğudur. Aksi takdirde tarımımızda önünü alamayacağımız çok zor günlerin geleceğini buradan duyurmak istiyorum" uyarısında bulundu.

http://yerel.gazeteoku.gen.tr/83_Yeni_Adana_Gazetesi.html

Onca yazı ve tespitler var herbiri birbirinden değerli, fakat ne hikmetse kimse elini kıpırdatmıyor, harekete geçmek için illaki tamamıyla uretemez duruma mı gelmek gerekiyor??:grrr::grrr: Hiç bir şey geliştirilemeze hiç bir uretim yapılamayacak noktaya zaten gelinecek..

latino
18-05-2008, 19:56
18 Mayıs 2008

Yılmaz ÖZDİL
[email protected]

Aksaray

Baba tarafından Aksaraylıyım.

İstanbul Aksaray değil...

Plakası olan.

Orijinal Aksaray.

*

Haliyle, telefon üstüne telefon geliyor baba ocağından: "Yeğenim, memleket hastanelik oldu, zahmet edip tek satır yazmıyorsun, ayıptır!"

Yazayım...

*

Binlerce kişi hastanede orada.

İshalden.

Belli ki, suya kanalizasyon karıştı.

*

Belediye "spekülasyon" diyor.

Valilik psikolojik olduğunu söylüyor.

Sağlık Müdürü "grip" teşhisi koydu!

*

Bakıyorum, belediye seçiminin sonuçlarına... "Ak"saray yüzde 44 oy vermiş "Ak" Parti’ye... Genel seçimin sonuçlarına bakıyorum... "Ak"saray yüzde 64 oy vermiş "Ak" Parti’ye...

*

Pancarı geberttiler.

Haciz yağıyor...

Gübreye bindi.

Mazota bindi.

Tarlalar sürülemiyor.

İzlenen IMF politikalarının en büyük mağdurlarından biridir, Aksaray.*

Ama önce yüzde 44 oy verdiler, sonra, izlenen politikaları o kadar beğendiler ki, verdikleri oyu yüzde 64’e çıkardılar...

Şimdi, hastanede ağlıyorlar.*

Dolayısıyla, teşhisim şu:

"İdrak" yolları enfeksiyonu olabilir!

Bi de ona baktırın.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8967876.asp?yazarid=249&gid=61&sz=97471

Kalemine sağlık, Yılmaz Ozdil'i bu yönden çok takdir ediyorum..:bravo::bravo::bravo:

cem ozgur
18-05-2008, 22:52
Yılmaz Özdil'in bu yazısı, bana Kur'an'dan bir ayeti hatırlatıyor: "Allah, aklını kullanmayanların başına pislik yağdırır." Burada pisliği başına değil de muhtemelen suyuna yağdırmış.

Cumhurbaşkanı olarak "A.Gül seçilmiyor" deyip yapılan tüm kötü politikalara rağmen oyunu AKP'ye veren ey halkım, memlekette önce arılar öldü; bakalım sıra kimde!

latino
24-05-2008, 10:33
Jale Özgentürk
Avrupa'da tarım kavgası yakın
24.05.2008 | Jale Özgentürk | Yorum

AB tarımda sübvansiyonları kısmayı planlıyor. Komisyon yüzde 5'le başladığı kısıntılarla 2013 yılına kadar çiftçiye ödediği tarım teşviklerini adım adım ortalama yüzde 13 azaltmak istiyor.

Avrupa Birliği'nin (AB) 2007 yılı ortak bütçesi 116 milyar euro. Bu bütçenin yüzde 45'ini yani yaklaşık 60 milyar eurosunu Ortak Tarım Politikaları oluşturuyor. Yani tarım, 27 ülkenin üye olduğu AB'nin en önemli harcama kalemlerinden biri. Ortak Tarım Politikaları 1962 yılında hayata geçirildi. Kıtlık yıllarında gündeme gelen bu politikaların özünde birliğin çiftçilerinin vergi ve ithalat kısıtlamalarıyla korunması yatıyordu.

Koruma politikaları yüzünden tereyağ dağları ve şarap stokları AB'nin yıllardır en büyük sorunları arasında yer aldı. Tabii sadece AB değil, ABD, Japonya ve Kanada da çiftçisini koruyan ülkeler arasında yer alıyor. Bu da gelişmekte olan ülkeler açısından ciddi rekabet sorunu yaratıyor. Bu politikalardan vazgeçilmesi için de dünya bir süredir derin bir tartışma içinde. Sübvansiyonların kaldırılması için gelişmiş ülkelere baskı artıyor.
Avrupa'nın kapısından girebilmesinin önündeki en büyük engel olarak gösterilen tarım sektörü Türkiye için de AB Ortak Tarım Politikaları çok önemli. Birkaç gündür üye ülkelerde Avrupa Komisyonu'nun beş yıl önce başlattığı reformları yeniden canlandırmak isteğiyle gündeme getirdiği öneriler tartışılıyor. Yeni önerilere göre AB Komisyonu sübvansiyonları kısmayı planlıyor. Komisyon yüzde 5'le başlamayı planladığı kısıntılarla 2013 yılına kadar çiftçiye ödediği tarım teşviklerini adım adım yüzde 13 kadar azaltmak istiyor. Kısıntıların önemli bölümü büyük işletmelere ait olacak. Bu şirketler doğrudan yardımlarını yüzde 22 oranında kaybedecek.

Süt kotaları kalkacak
Süt kotası sistemi de reformların başka bir başlığını oluşturuyor. Komisyonun önerilerine göre 2015 yılına kadar süt kotaları yumuşak bir geçişle aşamalı olarak kaldırılacak. 1984 yılında süt ürünlerine kısıtlama getirmek için kota sistemi oluşturan Brüksel, bu sisteme artık gerek kalmadığı ve aynı zamanda rekabete engel olduğu görüşünde. Komisyon'a göre, fiyat destek mekanizması aşırı üretime sebep oluyor ve bu durum da Avrupa bütçesine büyük bir yük bindiriyor. Avrupa'nın tarım politikası, gıda fiyatlarının yükselmesinin de nedenlerinden biri olarak gösteriliyor.
Birlik'in hedefi Fransa'nın dönem başkanlığında yeni politikalar konusunda uzlaşma sağlamak. Ancak bu politikalardan en fazla yararlanan ülke olan Fransa'nın bu kesintilere direniş göstermesi bekleniyor. Kesintilerin Almanya gibi diğer ülkelerde de şimdiden rahatsızlık yaratmaya başladığı kaydediliyor.Oysa Avrupa Komisyonu'nun yeni önerilerinin kabul edilmesi için 27 üye ülke ve Avrupa Parlamentosu'nun da onayı gerekiyor. Azalan tahıl stokları, artan fiyatlar, iklim değişikliği ve azalan su rezervleri gibi dünyayı tehdit eden büyük sorunlara nasıl karşı nasıl durabileceğinin stratejisini oluşturan Avrupa Birliği başarabilirse bu değişiklikleri 2013 yılına tamamlamayı planlıyor.
Yıllardır Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu baskılarıyla üreticisini doğru politikalarla desteklemekten uzaklaşan Türkiye için bu tartışmalar önemli. Çünkü 35 müzakere başlığından 3 tanesi tarımla ilgili. 20'nin üzerinde ürün grubu için müzakereler yapılacak. Bu dönemin Türkiye'ye fırsatlar getirmesi de muhtemel. Süt ve Et Üreticileri Birliği Başkanı Erdal Bahçıvan bu tartışmaların bir süredir devam ettiğini söylüyor. Avrupa halklarının artık gıda fiyatlarının artmasıyla zaten çiftçiyi desteklediğini bu nedenle vergilerden de destek vermek istemediğini ekliyor.
AB'nin özellikle ette ithalata da kapı açmayı konuştuğunu hatırlatıyor Bahçıvan ve "Türkiye için fırsatlar var ama ne yazık ki global olamıyoruz. Hala lokal düşünüyoruz" diyor.
Kilit kelime global olmak. Gelişmeleri izlemenin bu nedenle önemi artıyor.


Gül Bodrum'da Kyoto'ya imzadan söz edecek mi?
Doğal Hayatı Koruma Kuruluşu (WWF) dünyada 100'den fazla ülkede bulunan ve 6 milyona yakın destekçisi olan bir örgüt. İnsanların doğayla uyum içinde yaşayacağı bir gelecek kurma özlemiyle kurulan WWF, küresel ısınmanın dünyanın en büyük sorunlarından biri haline geldiği bugünlerde önemli bir öncülük yapıyor.
WWF bu yıl kongresini Türkiye'de yapıyor. 56 ülkeden 200'e yakın katılımcı Bodrum'a geldi. Toplantılar bugün (cumartesi) başlıyor 27 Mayıs'a kadar sürecek. Bu yıl yapılacak genel kurulun konusu "Küresel iklim değişikliği" olacak. Kempinski Hotel Bay Bodrum'daki toplantıda ülkelerin bu konuda attığı adımlar ve neler yapılması gerektiği konuşulacak.
Sıcaklıkların artmasına neden olan, seller, kuraklık gibi büyük sorunlar yaratacağı saptanan küresel iklim değişikliği Türkiye'de çok fazla ciddiye alınan bir olay değil. Dünyada enerji verimliliğinin arttırılması, karbon ve metan gazı gibi küresel ısınmayı yükseltici gazların kontrol altına alınması konularında düzenlemeler getiren Kyoto Protokolü'nü imzalamayan ülkelerden biri de Türkiye.
Devlet Planlama Teşkilatı'nın karbon salınımlarının düşürülmesi halinde maliyetin 150 milyar dolara ulaşacağı iddiası, Türkiye'nin ilgisinin azalmasının en önemli gerekçesi.
WWF Türkiye, hükümetin duyarsız kaldığı bu konuda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü bilgilendirmişti. Gül de konuyu ciddiye almış olmalı ki toplantının açılışını yapma davetini kabul etti ve Türkiye'nin biyolojik çeşitliliği ve iklim değişikliği konusunda konuşma yapmaya karar verdi. WWF üyeleri Gül'den Kyoto Protokolü'nün imzalanması konusunda mesaj vermesini bekliyor.

Serenler
24-05-2008, 10:56
Konya Ovasını kurtaracak kaynak
Zafer Akpınar

MTA Orta Anadolu 2. Bölge Müdürlüğü, yaptığı araştırmalar sonucunda, Konya Havzası’nda mevcut yer altı suyunun daha da altında ikinci bir su rezervini tespit etti. MTA Orta Anadolu 2. Bölge Müdürü Ali Rıza Demirci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye’nin ve dünyanın en önemli havzalarından olan Konya Kapalı Havzası’nın yer altı suyundaki azalmanın üzücü olduğunu söyledi. Özellikle geçen yıl yaşanan kuraklık ve aşırı su kullanımı sonucu, yer
altı suyunda ortaya çıkan ciddi düşüş üzerine MTA olarak bir çalışma yaptıklarını belirten Demirci, "Konya’ya, ’ülkeye ne kazandırabiliriz, nasıl fayda sağlarız’ düşüncesiyle harekete geçtik. Jeoloji ve jeofizik raporlarımızın desteğiyle yaptığımız araştırmada mevcut yer altı suyunun daha da altında ikinci bir su rezervi tespit ettik" dedi.
Yaptıkları ölçümlere göre su rezervinin 450-500 metre derinlikte olduğunu vurgulayan Demirci, şunları kaydetti:
"Konya Ovası’nı bir çanak olarak düşündük ve yıllar önce yaşanan çökmeleri hesapladık. Raporlar, ölçümler ve çalışmalar derken, sevindirici bir sonuca ulaştık. İkinci bir su tabakası olduğu kesin. Bu su rezervi, suyun çekildiği mevcut tabakadan tamamen bağımsız. Borularla ciddi paralar harcanarak kilometrelerce öteden suyun getirilmesindense daha ucuza sondajla bu su çekilebilir. Çok da zor ve pahalı değil." Demirci, bu suyun içme ve sulama suyu olarak kullanılabileceğini, buradaki suyun, mevcut kullanılan rezerve eşit olduğunu tahmin
ettiklerini ve planlı ve programlı kullanılırsa bu suyun Konya’ya büyük fayda sağlayacağına inandıklarını belirterek, "Çünkü tarıma dayalı bir ekonomisi olan bölgede, halen tarıma yönelik yatırımlar yapılıyor. Sondaj tekniğine göre yapılırsa suyun çıkarılması ve kullanılması çok kolay olur" dedi.

HAVZADAKİ MEVCUT DURUM

Türkiye yer altı su potansiyelinin yüzde 40’ını barındıran Konya Kapalı Havzası’nda yapılan çalışmalarda 50 binden fazla kaçak kuyudan kontrolsüz su çekildiği ve bu çeşitli tarım ürünlerinin sulanmasında kullanıldığı belirlendi.
Suyun bu şekilde hoyratça kullanımı yüzünden kuraklığın da etkisiyle yer altı su seviyesi son 20 yılda 40 metreye kadar düşüş gösterdi. Son yıllardaki düşüş kuraklığa bağlı olarak daha ciddi boyutlarda oldu. DSİ’ye göre, içilebilir özellikteki temiz yer altı suyu ile Tuz Gölü arasında kot farkı 15 metreye kadar indi ve gölden su akışının
başlamasıyla rezervlerin kirlenmesi durumunda, geriye dönüş için 1400 yıl beklenmesi gerekecek.
Durumun bu kadar ciddi boyutlara ulaştığı Konya’da, kaçak kuyuların ve salma sulamanın önlenememesi, suyun akılcı kullanımının sağlanamaması durumunda, birkaç tane daha, farklı derinliklerde su rezervlerine ihtiyaç duyulacağı belirtiliyor.
-------------------------


Eyvah ki eyvah!...

Şu anki birinci önceliğimizin su kaynaklarımızın korunması, sulama sitemlerimizin modern teknolojilere göre yenilenmesi, çiftçilerimizin en az su kullanacak şekilde eğitilmesi, tarımdaki su kullanımının tüm su kullanımı içindeki % 75 lik paydan %50 -40 lara çekilmesinin hedeflenmesi gerekirken siz kalkmış sorumsuzca Mavi Tünel projesiyle Konya ovasına suyu alıp Göksu'yu kurutuyorsunuz.
Ovada ilk katmandaki suyu bitirdiniz şimdi alt katmanlardaki suları bulduk deyip yeniden vahşi sulamanın emrine sunuyorsunuz. Bu kaynakların varlığı bilinmeyen bir şey değil ki. Herşeyi tükettiniz sıra bu rezervlere mi geldi?
Bu sular yarınlarımız için lazım. Bulduğunuz her şeyi dipsiz kuyuya atmayın. Bu gidişin sonu çok vahimdir...
Buradan feryat ediyorum, bu hizmet değildir, ülkenin geleceğini, yarın bebeklerimizin içeceği bir damla suyu yok etmektir, bindiğiniz dalı kesmektir.
Kısacası vatan hainliğidir...

latino
24-05-2008, 11:20
Konya Ovasını kurtaracak kaynak


-------------------------


Eyvah ki eyvah!...

Şu anki birinci önceliğimizin su kaynaklarımızın korunması, sulama sitemlerimizin modern teknolojilere göre yenilenmesi, çiftçilerimizin en az su kullanacak şekilde eğitilmesi, tarımdaki su kullanımının tüm su kullanımı içindeki % 75 lik paydan %50 -40 lara çekilmesinin hedeflenmesi gerekirken siz kalkmış sorumsuzca Mavi Tünel projesiyle Konya ovasına suyu alıp Göksu'yu kurutuyorsunuz.
Ovada ilk katmandaki suyu bitirdiniz şimdi alt katmanlardaki suları bulduk deyip yeniden vahşi sulamanın emrine sunuyorsunuz. Bu kaynakların varlığı bilinmeyen bir şey değil ki. Herşeyi tükettiniz sıra bu rezervlere mi geldi?
Bu sular yarınlarımız için lazım. Bulduğunuz her şeyi dipsiz kuyuya atmayın. Bu gidişin sonu çok vahimdir...
Buradan feryat ediyorum, bu hizmet değildir, ülkenin geleceğini, yarın bebeklerimizin içeceği bir damla suyu yok etmektir, bindiğiniz dalı kesmektir.
Kısacası vatan hainliğidir...

Kaş yapalım derken göz çıkarmaktan farkı nedir bu yapılananın, malesef şartlar ne olursa olsun önceliklerimizi belirleyemiyor, aklımızı kullanmaktan aciz bir halde çareler uretirken sorumsuzca kaynaklarızı ısraf etmeye evam ediyor ve bunu başarı olarak sunuyoruz.

Teknoloji ve Bilim çağında bu sorunların nasıl çözuleceği net bir şekilde ortaya konmuşken bu şekilde çareler uretenleri kınımaktan başka yapacak bir şey yok..:grrr::grrr:

balaban
25-05-2008, 14:14
Eyvah ki eyvah!...[/SIZE]

Şu anki birinci önceliğimizin su kaynaklarımızın korunması, sulama sitemlerimizin modern teknolojilere göre yenilenmesi, çiftçilerimizin en az su kullanacak şekilde eğitilmesi, tarımdaki su kullanımının tüm su kullanımı içindeki % 75 lik paydan %50 -40 lara çekilmesinin hedeflenmesi gerekirken siz kalkmış sorumsuzca Mavi Tünel projesiyle Konya ovasına suyu alıp Göksu'yu kurutuyorsunuz.
Ovada ilk katmandaki suyu bitirdiniz şimdi alt katmanlardaki suları bulduk deyip yeniden vahşi sulamanın emrine sunuyorsunuz. Bu kaynakların varlığı bilinmeyen bir şey değil ki. Herşeyi tükettiniz sıra bu rezervlere mi geldi?
Bu sular yarınlarımız için lazım. Bulduğunuz her şeyi dipsiz kuyuya atmayın. Bu gidişin sonu çok vahimdir...
Buradan feryat ediyorum, bu hizmet değildir, ülkenin geleceğini, yarın bebeklerimizin içeceği bir damla suyu yok etmektir, bindiğiniz dalı kesmektir.
Kısacası vatan hainliğidir...


Bu Millete ne kadar yapsalar azdır. Millet çekmeye gönüllü, daha aç kalmaya-daha susuz kalmaya da. kendi düşen ağlamaz ama bizi de kendi yanlarına sürükledi millet. Onların yüzünden aynı sıkıntıları biz de çekeceğiz maalesef.:grrr:

balaban
25-05-2008, 14:17
Bu politikalarla Allah bizi muhtaç etmesin:cry:


Bu haberin siyasetle ilgisi var mı?

Evet birebir ilgisi var. Tarım yükselen trend. Gıda kıtlığı olacak. Bizim topraklarımız kıymetli. Bankalar tarım arazilerine el koyuyorlar. .vs.

Açlık demişken, kuraklık ta çok önemli. Savaşlar petrol yerine su savaşına dönecek. 2040 yılında Türkiye tamamen çöl olacak. Dün akşam yine belgesel izledim.

Mısır, Kuzet afrika, Londra, new York gibi şehirler su altında kalıyor. İngiltere şimdidedn denizi kesmek için set yapmaya başladı. Okyanus 6-7 mt.yükselecek.


Uganda’da halk fare yemeye başladı


Aç kalan Uganda’lılar, fare yakalayıp yemeğe başladı. Küresel gıda fiyatlarındaki artış ve geçen yıl etkili olan şiddetli yağışların yol açtığı gıda sıkıntısı nedeniyle 28 kişinin öldüğü ülkede insanlar, sokak araları ve lağım kenarlarında fare avlamaya çalışıyor.

700 bin kişi tehlikede
Yetkililer, açlık krizinin en fazla, ülkenin kuzeydoğusunda, Kenya ve Sudan sınırındaki Karamoja bölgesinde baş gösterdiğini ve çocukları etkilediğini bildirdi. Karamoja Milletvekili Peter Lakodo, açlık nedeniyle 28 kişinin öldüğünü açıklarken, bu kişilerin son 4 hafta içinde hayatlarını kaybettiklerini söyledi. Karamoja’dan sorumlu Bakan Aston Kajara da avlanmış fareler taşıyan insan görüntülerinin artığına dair bilgiler geldiğini belirterek, “Bu, açlık durumunun ne kadar ağırlaştığını gösteriyor” dedi. Uganda hükümet yetkilileri, açlığın can kayıplarına yol açtığını ve durumun kötüleştiğini bildirmiş, ancak şu ana kadar bu konuda bir rakam açıklamamışlardı. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı, bölgede yaşayan 700 bin kişinin önümüzdeki aylarda gıda yardımıgörmezse ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini belirtti.



Açlık savaş çıkarır
Uzmanlar, dünyada yükselen gıda fiyatlarının, aşırı ısınma ve susuzlukla gelen kıtlıkların hükümetlerin yıkılması ve hatta savaşların patlak vermesi gibi korkunç sonuçları olabileceği uyarısında bulundu. Yetkililer, tarihin, bu tür sorunlar yüzünden çıkmış savaşlarla dolu olduğunu da belirtti. Dünyada, henüz geçen yılın ortasından bu yana gıda fiyatları yüzde 40 artmıştı. BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, gıda fiyatlarındaki artış, en çok tüketim harcamasının yüzde 60 ila 80’ini gıdaya ayıran yoksul insanları etkiledi. Gelişmiş ülkelerde insanlar tüketim harcamasının yüzde 10 ila 20’sini gıdaya ayırırken bu oran Afrika ülkelerinde çok düşük kalıyor.



En çok çocuklar etkileniyor
Uganda’da giderek artan açlık sorunu en fazla çocukları vuruyor. Bir çok ülke gibi Uganda da, artan gıda maddeleri fiyatları ve kuraklığın getirdiği kıtlıkla baş edemiyor. Yapılan yardımlar ise yetersiz kalıyor.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=7394

kartal35
25-05-2008, 18:06
3 YILDA 1.4 MİLYON ÜRETİCİ ÇİFTÇİLİĞİ BIRAKTI
ZİRAAT Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Gökhan Günaydın ise düzenlediği basın toplantısında, IMF ve Dünya Bankası"nın küresel ısınma, verimlilikte önemli nedeniyle tarım ve gıda krizi alarmı verdiğini hatırlatarak, tarıma destek verilmesi gerektiğinin altını çizdi. Türkiye"de 2004-2007 yılları arasında 1,4 milyon üreticinin çiftçiliği bırakmak zorunda kaldığını vurgulayan Günaydın, "Nüfusumuza her yıl 6 milyon kişi ilave ediliyor. Kişi başına yılda 200 kilo buğday tüketimi gerçekleşiyor. Geçen yıl 17 milyon ton buğday üretimi gerçekleşti. Türkiye"nin hedefi 26 milyon ton buğday üretmek olmalı. Bu açığı ithalatta gidermek büyük ekonomik sorunlara neden olur"" dedi.

Günaydın, hükümetin, sulama yatırımlarına öncelik vermesi gerektiğini belirterek, "Türkiye"de 27 milyon hektar alanda tarım yapılıyor. Bunun 8 milyon hektarı sulanıyor. Daha önceleri sulama konusunda büyük hizmeti olan Köy Hizmetleri kapatıldı. Sulama yatırımları hızla artırılmalı"" diye konuştu.

Türk çiftçisinin enerjiyi, suyu, mazotu ve gübreyi çok pahalıya kullandığını, gıda güvenliği konusunda ciddi önlemler almak gerektiğini ve genetiği değiştirilmiş ürünlerin ülkeye girmesine izin verilmemesini isteyen Günaydın, üreticiden, tüketiciye kadar ürünün ucuz olması için aracı kuruluşların devreden çıkartılması gerektiğinin de altını çizdi.

Hayvancılık bitti,Tarım bitti,Tekstil bitti,Yerli ilaç sanayi bitti.......

latino
27-05-2008, 18:17
GAP 3.8 milyon kişiye iş verecek

GAP Eylem Planı’nı Diyarbakır’da açıklayan Başbakan Erdoğan, projeyle birlikte 3.8 milyon kişiye iş sağlanacağını, 1.8 milyon hektar alanın suya kavuşacağını söyledi. Plan kapsamında bölgede kalkınma ve cazibe merkezleri kurulacak.




NTV-MSNBC
Güncelleme: 17:04 TSİ 27 Mayıs 2008 Salı


DİYARBAKIR - Hükümetin 6 aydır hazırladığı ve yaklaşık 28 milyar YTL’lik büyüklüğe sahip olan GAP Eylem Planı’nın ayrıntılarını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır’da açıkladı. Erdoğan, Diyarbakır Ziya Gökalp Spor Salonu’nda düzenlenen GAP Eylem Planı tanıtım toplantısına yaptığı konuşmada, Güneydoğu, Doğu ve İç Anadolu bölgeleri başta olmak üzere Türkiye’nin refah ve istikrarı için çok önemli olan büyük bir hamleye start vermek üzere bir aya gelindiğini belirtti.

“Diyarbakır’da bu büyük hadisenin ilanı için buluşmaktan memnuniyet duyduğunu” ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti: “Finansman kaynağımızı belirledik, yapılacak işleri somut bir takvime bağladık. Bu projeler gerek bölge insanımız, gerek Türkiye’nin her tarafında bütün milletimiz için talih değiştirecek ve bunun yanında tarihe bir yeni dönemin başlangıcı olacak önemli oranda sonuçlar üretecektir.”

Yapılacak yeni düzenlemeyle TRT’nin bir kanalı bundan böyle bölgedeki dilleri sürekli olarak anons eder hale geleceğini belirten Erdoğan, “Hem sosyoekonomik kalkınmayı sağlayacak olan yeni eylem planımız, hem yeni yayın açılımımız, toplumsal yapımızı, birlik ve bütünlüğümüzü güçlendiren bir sosyal restorasyon meydana getirecektir” dedi.

Erdoğan, GAP’ın olumlu sonuçlarının sadece bölgeye değil tüm Türkiye’ye yansıyacağını söyledi.

GAP’ın çeyrek asırlık serüveni


3.8 MİLYON KİŞİYE İŞ
GAP projesinin 1.8 milyon hektar alanın sulanmasını sağlayacağını belirten Erdoğan, yılda 27 milyar kilovatsaat elektrik üretiminin sağlanacağını, kişi başı gelirin yüzde 209 artacağını ve toplamda 3.8 milyon kişiye iş imkanının sağlanacağını kaydetti.

Erdoğan, 2008 yılında 1 milyar YTL’lik ek ödenekle bölgedeki yatırımların toplam kamu yatırımları içindeki payının yüzde 7’den yüzde 12’ye yükseltileceğini söyledi.

Başbakan Erdoğan, GAP’ın dışındaki diğer bölgelerin de eğitim, sulama, içme suyu ve sağlığa yönelik yatırımları kapsamında ilave 1.3 milyar YTL’lik kaynak aktarılacağını ifade etti.

Erdoğan’ın açıkladığı planda dört başlıkta toplanan 73 ana eylem yer alıyor. Ana hatlarıyla 2012 sonuna kadar yapılması hedeflenen planın içeriği şöyle:

Ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi
2008’de Diyarbakır’da, 2009 yılında da Gaziantep ve Şanlıurfa’da cazibe merkezleri oluşturulacak.
Teşvik politikaları yeniden şekillenecek. Bölgesel, sektörel ve proje bazlı teşvikler sağlanacak.
GAP illerinde ticari kredi kullanımı artırılacak; sübvansiyonlu krediler yaygınlaşacak ve yatırım projeleri desteklenecek.
Bölgedeki üniversitelerde teknoparklar kurulacak.
Turizm çeşitlendirilecek ve çekim merkezleri oluşturulacak.
30 bin hektarlık mayınlı arazi temizlenecek ve tarıma kazandırılacak.

Sosyal gelişmenin sağlanması
Okul öncesi okullaşma oranı yüzde 50’ye çıkarılacak.
Bölgeye 1865 yeni derslik yapılacak. 9 bin 43 öğrenci okullara kazandırılacak.
Bölgedeki üniversitelerin altyapısı güçlendirilecek.
Kapalı spor salonları ve statlar yapılacak.

Altyapının iyileştirilmesi
Sulama projeleri hızlandırılacak. Cizre ve Silvan barajları tamamlanacak.
Sulamada açık kanalet sistemi kalkacak, kapalı sisteme geçilecek. Yağmurlama ve damla sulama sistemi devreye girecek. Böylece tuzlanma olmayacak, topraklar çatlamayacak.
Hava ulaşımı altyapısı güçlendirilecek. Batman Havaalanı terminal binası tamamlanacak. GAP uluslararası havaalanı yapılacak.
Konut ihtiyacının karşılanması amacıyla faaliyetler yoğunlaşacak.

Kurumsal kapasitenin geliştirilmesi
2008’in ikinci yarısında Gaziantep, Mardin ve Şanlıurfa illerinde üç adet kalkınma ajansı kurulacak.
Bölgenin sosyal ve kurumsal sermayesi güçlendirilecek.
GAP İdaresi Ankara’dan bölgeye taşınacak. GAP İdaresi üç ayda bir izleme raporu hazırlayacak.

Erdoğan, yaklaşık 28 milyar YTL büyüklüğe sahip olan projeye ek finansman gerekmesi durumunda bunun özelleştirme gelirleri ve işsizlik sigortası fonunun nema gelirlerinden sağlanacağını kaydetti.

EYLEM PLANI İÇİN NE DEDİLER?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı Yeni GAP Eylem Planı, bölgedeki iş çevrelerince olumlu bulundu.

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı Mehmet Kaya: Yeni GAP Eylem Planı, taleplerimizin büyük kısmına cevap veriyor. Bundan önce daha önceki Hükümetler tarafından çok sayıda paket açıklanmıştı. Bunların hiçbirinin bölgeye katkısı olmamıştı. Ancak, bu plan 6 aylık detaylı bir çalışmanın ürünü ve bölge gerçekleriyle örtüşüyor. Bölge halkının istekleri göz önünde bulundurularak hazırlanmış. Sadece sulama kanallarının hedefinde biraz küçülme olduğunu gördük. Ayrıca, teşvik politikası detaylı olarak belirtilmemiş. Umarız sadece bölgeyi kapsar. Aksi takdirde eskisi gibi 50 ili kapsarsa bölgeye katkısı olmaz. Planda çok önemli sorunlar tespit edilmiş ve çözüm önerileri sunulmuş. Plan bizleri umutlandırmıştır. Bölge için bu bölge için milat olacaktır.

Doğu ve Güneydoğu Sanayici İş adamları Dernekleri Federasyonu (DOGÜNSİFED)Başkanı Şehmus Akbaş: Eylem planının Diyarbakır’da açıklanması çok önemli. Planda tüm detayıyla her şey belirtilmiş. Bölge halkı olarak planın acilen uygulamaya geçirilmesini bekliyoruz. Planı çok olumlu bulduk. Sulama kanallarının tamamlanacak olması büyür bir olay. Bu kanalın tamamlanması tarım ve tarıma dayalı sanayinin gelişmesini sağlayacaktır.

Güneydoğu Sanayici ve İş Adamları Derneği (GÜNSİAD) Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu: Teşvik politikasını detaylı öğrenemedik. O konunun da bölge gerçekleri doğrultusunda uygulanmasını istiyoruz. Ayrıca Kürtçe yayın yapacak yeni bir televizyon kanalının kurulması önemli bir girişimdir. Genel anlamda olumlu ancak bazı eksik yönleri de bulunuyor.

Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği (DİSİAD) Başkanı Raif Türk: Özellikle bölgenin ulaşım alt yapısının iyileştirilmesi konusunun yer almadığını tespit ettik. Kara ve hava ulaşımı konusu bölge için son derece önemlidir. Bu da planda yer almalıydı.

Gaziantep Sanayi Odası (GSO) Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Koçer: 2009 başından itibaren Gaziantep sanayi cazibe merkezi ilan edilecek. Bu uzun yıllardır söylediğimiz, arzu ettiğimiz bir durum. Bunu çok pozitif karşılıyorum. Ancak şu anda bunun içi dolu değil. Bakanlar, önümüzdeki birkaç ay içinde bunların şekilleneceği ve bizlerle geniş katılımlı bir toplantı yapacaklarını ifade ettiler. Bu Gaziantep açısından son derece pozitif bir süreç. Türkiye’nin göç yolunu kesen bir cazibe merkezi ortaya çıkacak. Sanayi cazibe merkezleri doğru şekilde yönlendirilirse, teşvik edilirse ve projelendirilirse bölge ve Türkiye için bir milat olacak. İş, istihdam, üretim ve ihracat sağlayan bir cazibe merkezi olacak.

http://www.ntvmsnbc.com/news/447627.asp#storyContinues

Gerçekten bu proğram gerçek hayata geçirilirde hem bölge ekonomisine hemde Ulke ekonomisine buyuk katkılarda bulunur..

Sn Başbakan'ın projesi çok guzel fakat bana tam anlamıyla seçim yatırımı gibi geldi.:notr::notr: İnşallah yanılırım..

latino
31-05-2008, 10:40
2009'da ekonomi tamamen durabilir
ADANA - DenizBank Baş Ekonomisti Doç. Dr. Saruhan Özel, ABD'nin, 1930 yılından sonra en büyük ekonomik krizi yaşadığını, bu krizin Türkiye'yi de etkilediğini belirterek, "Gerekli önlemler alınmazsa 2009'da ekonomi tamamen durabilir" dedi. Çukurova Üniversitesi (ÇÜ), Adana Ticaret Odası (ATO), Adana Ticaret Borsası (ATB), Çukurova Gazeteciler Cemiyeti (ÇGC) ve Adana Güçbirliği Vakfı'nın katkılarıyla Seyhan Oteli'nde düzenlenen "Dünyadaki Son Ekonomik Gelişmeler ve Adana'ya Yansımaları" konulu toplantıda Özel, "Dünya Ekonomisi ve Tarım Sektöründeki Son Gelişmeler ve Beklentiler" başlıklı sunumunda Türkiye'nin dünyada görülen kriz ortamından gerekli dersi çıkarması gerektiğini söyledi. Önlem alınmaması durumunda özellikle konut sektöründe yaşanan krizin ülkemizi de vurabileceğine işaret eden Özel, krizleri 'Her zaman için inanılmaz para kazanılan dönemler' olarak değerlendirdi. İçinde bulunduğumuz dönemin dünyada ciddi bunalımlara gebe olduğunu, ABD'nin 1930'larda yaşadığı büyük krizin aynısıyla karşı karşıya olduğunu belirten Özel, "Türkiye'nin tarihinde yaşadığı en büyük kriz olan 2001 krizini şu anda ABD yaşıyor" diye konuştu. Türkiye'de faizlerin yüzde 30 düzeyinde olduğu dönemlerde ABD'nin faiz oranını yüzde 1'e indirdiğini hatırlatan ve ABD Merkez Bankası'nın para musluklarını kapattığı anda Türkiye'deki her bireyin cebinden para çıkacağına dikkat çeken Özel, şunları kaydetti: "Türkiye'deki bankaların tüm suyu yurt dışından geliyor. ABD musluğu kapatırsa paramız gider, musluğu açarsa para gelir." Dünyadaki global krizin aşamalarını da anlatan Özel, Türkiye'nin bu krizde finansal sistemde ayakta kalanların yeniden yapılanması aşamasında olduğunu, ancak ekonomik tahribata doğru ilerlediğini kaydetti. Ekonomik tahribat olması durumunda reel ekonominin ciddi zarar göreceğini, bu zarardan kaçamayacağını belirten Özel, "Türkiye'de faizleri indirmek o kadar kolay değil. Çünkü ülkemizde enflasyon tehdidi var. Dünyada enflasyon canavarı hortladı. Artık merkez bankaları kolay kolay para vermiyor. Tarım ve enerji fiyatlarını koyduğunuzda enflasyon daha yüksek düzeylere çıkıyor. Tarım ve enerji fiyatları enflasyonu yüksek tutuyor. Özellikle 2006'da tarım sektöründe birtakım sıkıntılar başladı. Sadece pirinçte değil, diğer tüm ürünlerin fiyatlarında yükselme var. Tarım ürünlerine inanılmaz bir talep var. Adana için pamuktan vazgeçilmemesi gerektiğini daha önce de belirtmiştim. Şimdi özellikle tekstilde geldiğimiz nokta ortada. Son 2 yılda dünyada yaşanan ciddi kuraklık nedeniyle arz edilen ürün talebi karşılamıyor. Tarımda gübreden yakıta kadar tüm girdilerin maliyeti şişti. Tarım ürünlerinde bu nedenlerden dolayı fiyatlar arttı. Tarımdaki maliyet artışı dünyadaki sosyal sorunları da beraberinde getirdi" şeklinde konuştu. Cari denge açığının Türkiye'nin başına büyük bir bela olduğunu, ülkemizin kazandığından daha çok döviz harcadığının altını çizen Özel, şöyle devam etti: "Yılda 40 milyar dolar döviz bulmak zorunda bırakıldık. Aksi halde dövize dayalı ülkemizde taşlar yerinden oynayacaktır. Bu para bulunamazsa Türkiye ekonomik büyümeyi sağlayamaz. Türkiye hala sanayileşme üzerinden gitmeye çalışmamalıdır. İnanılmaz konumda olan tarım sektörü ve ihracat mekanizması iyi değerlendirilmelidir." Konuşmasında yatırım tercihlerine de değinen Özel, spekülatif yatırım için zirai ürünlere yatırım yapılabileceğini, ancak ekonominin yavaşladığı ülkemizde böyle devam etmesi halinde 2009 yılı sonunda ekonominin tamamen durabileceğini ve reel sektörün ağır bir yara alabileceğini sözlerine ekledi. ÇÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mahir Fisunoğlu da, 2000 yılından itibaren Adana'da açılan iş yeri sayısının kapanan iş yeri sayısından fazla olduğuna dikkat çekti. Son ekonomik gelişmelerin Adana'ya yansımalarını değerlendiren, Adana'nın ekonomik veri sıkıntısı yaşadığını dile getiren Fisunoğlu, "Kentimizde göstergeler olumlu olmakla birlikte 2007 yılında 2006'ya oranla açılan iş yerinde düşüş yaşandı. Bunun yanı sıra ticaret ve sanayi odalarının üye sayısında da artış var" ifadelerini kullandı. Organize Sanayi Bölgesi'nde iş yeri ve işçi sayısının yükseldiğini, dolayısıyla ekonomik krize yönelik kötümser tablonun çok da doğru olmadığını vurgulayan Fisunoğlu, şunları söyledi: "OSB'de elektrik tüketimi son yıllarda artış göstermiş. 2005'te Adana'da yabancı sermaye sayısı 91 iken, 2006'da 120, 2007'de 142, 2008'de ise 148'e yükselmiş. Bu oran Türkiye ortalaması için çok iyi. Yabancılar genelde perakende ve ticaret alanında yatırım yapıyor. 10 sektörden çeşitli yatırımlar var. Adana, yabancı yatırımcı sıralamasında 10. sırada yer alıyor. Olumlu gelişmelere karşın Türkiye'deki dış ticaret açığı kendisini Adana'da da gösteriyor. 20 değişik ürün ihraç eden Adana'da 2005 yılında 1.5 milyar YTL'lik tarımsal üretim gerçekleşmiş. Ancak 2007 yılında Türkiye'de olduğu gibi Adana'da da tarım yüzde 3 küçüldü." Toplantıya; Vali İlhan Atış, Adana Sanayi Odası Başkanı Ümit Özgümüş, Adana Ticaret Odası Başkanı Şaban Baş, Adana Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Cahit Sınmaz, Adana Güçbirliği Vakfı Başkanı Prof. Dr. Hamit Serbes, işadamları ve çok sayıda davetli katıldı.
http://www.ekspresgazete.com/haber.asp?id=21480

Dunya ekonomisinden Turkiye'nın ekonomisine ve Tarımcılık alanına gerçekçi bir bakış acısını sunmuş..

ARGE'mizin yeterince gelimediği teknolojimizin yetersiz kaldığı ve gerekli sanayi hamlesi yapamadığımızdan, Dunya'da oluşan bu turbulanstan ulkemiz adına geleceğimizin, çıkış yolumuzun Tarım'da olduğuna inanıyorum. Yeter ki gerekli yatırımları yapalım, çiftçimizin önunu açalım, eğitelim yönlendirelim ve ihracat bağlantılarımızı iyi yapalım..

latino
31-05-2008, 10:53
ÇUKUROVA'DA BUĞDAY HASADI BEREKETLİ BAŞLADI

05.27.2008 - 15:38:13
Türkiye genelinde ve özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kuraklık buğdayı vururken, Çukurova'da buğday hasadı bereketli başladı.

Türkiye'nin hasat edilen en erken buğdayı olma özelliğine sahip olan Çukurova buğdayı, dün hasat edilmeye başlandı.

Türkiye'de özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kuraklık nedeniyle buğday rekoltesinde büyük düşüş yaşanırken, Çukurova Bölgesi'nde çiftçinin yüzü güldü.

Yüreğir Ziraat Odası Başkanı Halis Durmuş, Türk tarımının önemli üretim merkezlerinden İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kuraklık ve küresel ısınmadan dolayı rekolte düşüşü yaşanırken Çukurova'da bu yıl 263 bin hektar alana ekilen buğdayın hasadının başlamasıyla birlikte çiftçinin yüzünün güldüğünü söyledi.

Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kuraklık nedeniyle çiftçinin buğday ve arpadan vazgeçtiğini, hayvanına yedirecek otu bile bulamaz duruma geldiğini ancak Çukurova'da başlayan buğday hasadıyla birlikte geçen yıla göre buğday rekoltesinin yüzde 25 artış göstereceğini belirten Durmuş, "Geçen yıl 260 bin hektar alana, bu yıl ise 263 bin hektar alana buğday ekildi. 260 bin hektar alandan geçen yıl 1 milyon 300 bin ton rekolte elde edildi. Yapılan hasada göre bu yıl rekoltede yüzde 25 artış bekliyoruz" dedi.

Halis Durmuş, hasadın başlamasıyla birlikte Çukurova'da buğday tarlalarını tek tek gezdiğini ve buğday verimine baktığını ifade ederek, "Geçen yıl bir dönüme 500-600 kilogram buğday elde ediliyordu. Bu yıl ise Çukurova gerekli zamanlarda çok olmasa bile yağmur aldığı için bir dönüme 600-750 kilogram arasında buğday hasat ediyor. Yağmur biraz daha fazla yağsaydı bu rakam daha da yukarılara çıkardı. Bu yıl Çukurova buğdayı çok bereketli oldu" diye konuştu.

Bu yıl Çukurova buğdayında bereket yaşandığını ancak hasat edilmeden önceki buğday fiyatının 10 YKr aşağıya çekildiğini vurgulayan Durmuş, "Buğday hasat edilmeden önce kilosu 68 YKr'den satılıyordu. Son bir haftaya girildiğinde bu fiyat 58-62 YKr arasına düştü. Buğday hasadı başlayınca ise bu fiyat 52-58 YKr'ye kadar düştü. Oysa Türkiye ve dünya genelinde kuraklık yaşandığı için buğday artık çok kıymetli bir ürün. Artık buğday altın değerinde. Çiftçinin paraya ihtiyacı olduğu için fırsatçılar buğdayın kilosunu ucuza kapatmayı düşünüyor" diye konuştu.

Durmuş, çiftçilerin ihtiyacı kadar buğdayı satmaları, geri kalanını ise stok yapmaları gerektiğini, çünkü ileride buğdayın çok değerli olacağını kaydetti.
Adana'nın merkez Yüreğir ilçesine bağlı Ali Hocalı köyünde bulunan çiftçiler ise, bu yıl en verimsiz tarladan 550-600 kilogram buğday hasat edildiğini, yağmur çok yağmamasına rağmen kendi imkanlarıyla sulama yaparak kuraklığı önlediklerini, ancak çiftçinin maliyetinin çok fazla olduğunu, eskiden 1 kilogram buğdaya 2 kilogram gübre alırken, şimdi 4 kilogram buğdaya 1 kilogram gübre alamadıklarını söyledi.

Her yıl yaşanan oyun tekrar ediyor malesef, bu ticaret ve açgözluluk ne menem şeydir?? bu kadar kıtlık ve yokluk içersinde uretilen urunun ne kadar kıymetli olacağı ortadayken hala 3 kuruş daha fazla kazanmak uğruna çiftçiyi soymanın, bezdirmenin, tekrar urun ekmesine pişman ettirmenin ne anlamı var.

Bazen spekulatörlerin hiç kafasıda çalışmıyor, bu urun yeterince ekilmez ise karnın çok daha yuksek fiyatlara doyacağı gibi, spekulasyon yapacak veya soygun yapabilecek urun bulamayacaksın.:grrr::grrr:

latino
31-05-2008, 11:21
Doğada tahribat yoksulluğu artıracak


Ekosistemler ve Biyolojik Çeşitliliğin Ekonomisi adlı çalışmaya göre, insanoğlunun doğada yarattığı tahribat, dünyadaki yoksulların yaşam standartlarında yarı yarıya düşüşe neden olabilir.




Söz konusu çalışma, 60 dünya liderinin, ormansızlaşmayı 2020'ye kadar durdurma vaadiyle bir araya geleceği Bonn'daki Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu toplantısına sunulacak. Ekosistemler ve Biyolojik Çeşitliliğin Ekonomisi, Almanya'nın G8 liderliği sırasında Alman hükümeti ve Avrupa Komisyonu tarafından oluşturulmuş bir proje.
Başkanlığını da, Deutsche Bank'ın küresel pazarlar biriminin başkanı Pavan Sukhdev yapıyor. Raporda, doğadaki tahribatın mevcut hızda sürmesinin kişi başına geliri 2050 yılına kadar yüzde 7 azaltacağı tahmini yer alıyor. Bu oran, daha çok ormansızlaşmadan yola çıkılarak bulunmuş.

Diğer ekosistemlerin kaybında yaşanacak yoksullaşmanın sonuçlarının ise henüz tam olarak bilinmediği vurgulanıyor. Doğadaki tahribat ise daha net bir şekilde gözler önüne seriliyor. Buna göre son 100 yılda, sulak alanlar yarı yarıya azaldı. Okyanuslardaki balık sayısında da ciddi düşüş yaşandı.

Dünyanın ekolojik açıdan en büyük zarara uğrayan bölgelerine odaklanan raporda Haiti örneği veriliyor.Yoksulların satıp para kazanmak için ağaç kestiği Haiti'de ormansızlaşma çok yoğun. Uzmanlar bunun erozyona neden olduğunu, sonuçta toprağın verimsiz hale geldiğine dikkat çekiyor.

İnsanın insana verdiği zararı kim verebilir, herşey birbirini tetikliyor.

Serenler
03-06-2008, 11:41
Bugün Cafe Trendde yazılanları buraya alıntılayalım da arada kaybolmasın:

Alıntı:
Originally Posted by mterkan
Rusya'nin Zirai Ilac
Kalintisi Nedeniyle Turkiye'den Yas Meyve Sebze Alimini 7 Haziran
Tarihinden Itibaren Durdurma Karari Almasi, Domates Fiyatlarini Ic
Pazarda Yari Yariya Ucuzlatti.
Aa Muhabirinin Antalya Toptanci Halinden Edindigi Bilgiye Gore, Yaz
Mevsimi Nedeniyle Urunun Bollasmasiyla Yas Meyve Sebze Fiyatlarinin
Bazilari Ucuzladi. Gectigimiz Haftaya Kadar Toptanci Halinde Yuksek
Fiyattan Satilan Domates Haftaya Yari Yariya Ucuzlayarak Girdi. Gecen
Hafta 1.60 Ytl'den Alici Bulan Domates Bu Hafta 80 Ykr'den Satisa
Sunuldu.

Alıntı:
Originally Posted by ayhan53
geçen sene akdeniz sineği dediler almadılar domatesi bu senede ilaç kalıntısı diyorlar sadece ucuza alma çabaları bu yaptıkları satmasınlar bizimkilerde rusyaya bir daha domates nereden alayorlarsa alsınlar onların yüzünden diğer ülkelere de ihracatımız darbe yiyor

--------------------


Maalesef tarım sektöründe gidişat iyi değil. Hele hele seracılık gibi girdi maliyetleri oldukça yüksek bir üretim dalında bu olay sanki planlanmışçasına birkaç yıldır devam ediyor. Gübre ve mazot fiyatları birkaç kat arttı.
Plansız su yönetimi ve kuraklık da üstüne tuz biber ekti.
Bir de büyük bir tehlikeye dikkarinizi çekmek istiyorum; özellikle yabancı menşeli bankalar çiftçilere kredi kullandırmak ve kredi kartı verme konusunda büyük bir yarışa girdiler. Zaten nerdeyse batık durumdaki bu insanlara böyle kontrolüzce kredi açılması, eline kredi kartı verilmesi biraz düşündürücü..
Çiftçilerin içine girdiği ödeme güçlüğü yüzünden Yunan kökenli bir banka şimdiden Trakya'da 65.000 dönüm araziye el koymuş.
Tarımdaki bu gidiş iyi bir gidiş değil..:düsün:

latino
04-06-2008, 20:53
Dünyanın gündemi gıda

04.06.2008 08:33:30 Son Güncelleme:01.01.2008 08:50:41

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, açlık sorunuyla mücadelede hükümetlerin yeni politikalar üretmek durumunda olduklarını belirterek, “Dünyanın daha fazla gıda üretimine ihtiyacı var. Talep artışı doğrultusunda, 2030’da dek gıda üretimini yüzde 50 oranında artırmak gerekiyor” dedi.

BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Roma’da devlet başkanları ve bakanlar düzeyindeki zirve toplantısı dün başladı. 100’ü aşkın ülkenin temsil edildiği toplantıda dünya liderleri, üç gün boyunca, iklim değişikliği ve biyoenerjinin gıda güvenliğine yönelik tehditlerine çözüm arayacaklar. Toplantının açılışında konuşan Ban Ki-Moon şunları söyledi: “Gıda güvenliğine yönelik tehditler, geçmişte benimsenmiş politikaları gözden geçirmek için de bir fırsat teşkil ediyor. Gıda politikalarında bir atılım gerçekleştirilmesi kaçınılmazlaşmıştır. Hükümetler bu olgu doğrultusunda yeni gıda politikaları geliştirmek durumundadırlar. Krizi, ancak işbirliğiyle aşabiliriz. Çözüm için hemen harekete geçilmesi gerekiyor. Zira 2015’te dünya nüfusu 7.2 milyar olacak.”

Papa: Kaynak var

Papa 16. Benedictus ise FAO zirvesine hitaben kalem aldığı mesajında, “Üretim ve kaynaklar açısından her türlü imkâna sahip olan bir dünyada, açlık ve kötü beslenme kabul edilebilir bir olgu değildir” dedi.

AB çözüm arıyor

Bu arada, şimdiye dek gıda ve enerji fiyatlarındaki rekor yükselişin geçici olduğunu savunan AB maliye bakanları tutum değiştirerek yüksek fiyatlarla birlikte yaşamanın yollarının bulunması konusunda uzlaştı.

AB Ekonomi ve Maliye Bakanları Konseyi’nin ardından basın toplantısı düzenleyen Slovenya Maliye Bakanı Andrej Bajuk, piyasalardaki fiyat hareketlerine “daha etkin karşılık verebilmenin” yollarını araştırdıklarını açıkladı.

http://www.finanstrend.com/haber_detail.asp?haber_id=7134


Gıda fiyatları talep devam ettikçe yukselmeye devam edecek ve hayatımızda gıdayla birlikte bir çok şeyin değişmesine neden olabilecek sonuçlar doğuracak.

Serenler
08-06-2008, 17:14
SİYASİ BASKI İLE ALINAN "RANT" KARARLARINA GEÇİT YOK!
07.06.2008

Tarım arazilerini korumakla görevlendirilen Toprak Koruma Kurullarının, üyeleri arasındaki kamu temsilcilerinin ağırlığı nedeniyle çoğu zaman "siyasi baskı" altında verdikleri tarım arazilerini yok edecek kararlar, birer birer mahkemelerden dönüyor. Çanakkale Biga‘daki tarım arazisinin imara açılmasına yönelik kurul kararının yargı tarafından reddedilmesinin ardından,  Antalya Kırcami ve Adana Pozantı bölgelerindeki verimli arazilerin tarım dışına çıkarılmasına ilişkin kararların da yürütmesi durduruldu.
Çanakkale‘de; Biga Belediyesi‘nin Hamdibey Mahallesi‘ndeki arazilerin yapılaşmaya açılması yönündeki talebi, Toprak Koruma Kurulu‘ndaki ZMO, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Çanakkale Ziraat Odası ve TEMA Vakfı temsilcilerinin karşı çıkması sayesinde 1.5 yıl boyunca engellendi. Çanakkale Valiliği‘nce hiçbir haklı gerekçeye dayanmadan Üniversite ve Ziraat Odası temsilcilerinin görevden alınarak, yerlerine İl Özel İdaresi ve Ticaret Borsası temsilcilerinin atanmasının ardından ise belediyenin talebi, Kurul tarafından 8.8.2007 tarihinde kabul edildi. Bunun üzerine ODA‘mızın açtığı dava sonucunda Çanakkale İdare Mahkemesi tarafından 11.3.2008 tarihinde söz konusu işlem hukuka aykırı bulunarak iptal edildi. Mahkeme kararında, "Biga Belediyesi‘nin araziye neden ihtiyaç duyduğu, imar planı tadilatı ile nelerin amaçlandığı ve idarenin ihtiyaç duyduğu arazi büyüklüğünün tam olarak ortaya konulamadığı; alternatif arazi hususundaki çalışmaların da yetersiz olduğu" belirtildi.
Antalya‘da; Büyükşehir Belediyesi‘nin talebi üzerine, Kırcami Bölgesi‘nde 12 bin dekarı sera, 3 bin dekarı ekili dikili bahçe olmak üzere toplam 15 bin dekar 1. sınıf mutlak tarım arazisinin tarım dışı kullanılması için İçişleri Bakanlığı‘nca kamu yararı kararı verilmiş, bunun ardından 17.10.2007‘de Toprak Koruma Kurulu‘ndan izin çıkmıştı. ODA‘mız Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasası gereği söz konusu kararla ilgili olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘na itiraz etmiş, ancak Bakanlık, 09.11.2007 tarihli yazısı ile kurul kararını olumlu gördüğünü bildirmişti.
Bunun üzerine ODA‘mızca Antalya I. İdare Mahkemesi‘nde dava açılmıştı. Yasa gereği alternatifleri araştırılmadan alınan bu karar ile ilgili olarak Antalya I. İdare Mahkemesi tarafından 17.03.2008 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verildi.
Adana‘da; Pozantı ilçesi Dağdibi Köyü‘nün alt bölgesinde kalan 10.2 hektar arazinin tarım dışı amaçla kullanılması için de 2006 yılında Toprak Koruma Kurulu‘ndan izin istenmiş, ancak söz konusu alanın "sulu mutlak tarım arazisi" niteliğinde olması nedeniyle Kurul tarafından bu talep 1.6.2006 tarihinde reddedilmişti. Bu karara karşın ısrarından vazgeçmeyen Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nca tarımsal etüd raporu hazırlanması ve Adana Valiliğine, Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü tarafından Kurul Kararına itiraz edildiği şeklinde bir yazı yazması üzerine konu tekrar kurul gündemine alınmış ve 5.10.2006 tarihinde oyçokluğuyla bu kez izin verilmişti. Kuruldaki ZMO temsilcisi bu karara şerh koymuş ve daha sonra ODA‘mız yürütmenin durdurulması istemiyle Bakanlık aleyhine dava açmıştı. Adana II. İdare Mahkemesi, 8.4.2008 tarihinde söz konusu işlemi hukuka aykırı bularak yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Mahkeme kararında bölgede, alternatif yerleşim yeri olarak kullanılabilecek marjinal tarım arazisi niteliğinde parsellerin bulunduğuna işaret edildi.
Söz konusu mahkeme kararları, Toprak Koruma Kurullarının işleyişindeki sıkıntıları gözler önüne sermektedir. 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasası uyarınca tarım arazilerini korumakla yükümlü Toprak Koruma Kurulları, çoğunluğu kamu görevlisi olan üyeleri üzerinde oluşturulan gizli - açık siyasi - ekonomik baskılar ve ruhuna aykırı olarak alınan "kamu yararı" kararları ile adeta tarım arazilerinin amacı dışında kullanılmasına meşruiyet zemini yaratmaktadırlar.
Ziraat Mühendisleri Odası olarak siyasi çevreleri, Türkiye‘nin zaten büyük ölçüde azalmış olan tarım arazilerinin korunması konusunda duyarlı davranmaya çağırıyoruz. Zorlama gerekçelere dayalı kamu yararı kararlarından derhal vazgeçilmeli, Toprak Koruma Kurulları üzerindeki baskıya son verilmelidir. Tarım arazilerimizi koruyarak geleceğe aktarmakla ödevli bulunan Toprak Koruma Kurulları, rant kararlarına yasal zemin hazırlamanın aracı olmamalıdır.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, bugüne dek olduğu gibi bugünden sonra da, tarım arazilerini korumaya yönelik mücadelesini, tüm yurt çapında kararlılıkla sürdürecektir.

Dr. Gökhan GÜNAYDIN
Başkan
(Yönetim Kurulu Adına)


E-Liste ile ilgili olarak [email protected] adresine mesaj gönderebilir ve fikir ve yorumlarınızı bildirebilirsiniz.


COPYRIGHT © 2005 TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
KARANFİL SOK. NO:28/12 06640 KIZILAY - ANKARA
TEL: +90 312 4250555 Faks:312 4185198

Serenler
12-06-2008, 18:32
Domates ve tarım ihracatımız konusundaki haberleri aşağıya alayım.
Bu defa hiç yorum yapmayayım.
Yorum sizlerin.....

Ucuz gübre ve Çin ilacı domatesi yaktı

TUĞBA TEKEREK - SERKAN ARMAN
Rusya’nın Türkiye’den başta domates olmak üzere 5 tarım ürünü ithalini durdurmasına neden olan soruna ucuz gübre ve Çin’den gelen tescilsiz böcek ilacının yol açtığı bildirildi



Rusya’nın “İlaç kalıntısı var” diyerek ithalatını durdurduğu sebze-meyvede sorunun ucuz gübre ve Çin ilacından kaynaklandığı öne sürüldü. Rusya, Türkiye’den ithal ettiği domates, patates, patlıcan, üzüm ve limonda ilaç kalıntısı bulunduğu gerekçesiyle 7 Haziran’da ithalatı durdurmuştu. Rusya’ya yapılan ihracatın sekteye uğraması özellikle domatesi etkiledi, bu ürünün tarla fiyatı 3 kuruşa kadar düştü.
Seracılıkta önde gelen kuruluşlardan biri olan Grow Fide’nin Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ünal, tescil edilmemiş ilaçların ve ürünlerdeki nitrat kalıntısının meyve-sebze ihracatında başlıca sorunlar olduğunu söyledi.
Son yıllarda gübre fiyatlarının ikiye, üçe katlandığını belirten Ünal, çiftçinin daha yüksek fiyatlı fosforlu potaslı gübre kullanmadığını, azotlu gübreye yüklendiğini anlattı. Yanlış gübre kullanımı nedeniyle oluşan nitrat kalıntısının hiçbir ülke tarafından kabul edilmeyeceğini söyleyen Ünal şöyle dedi:
“Rusya’ya yaş sebze meyve ihracatı 700 milyon dolardı, bu yıl 1 milyar dolara, 2009’da 1.5 milyar dolara ulaşması bekleniyordu. Ancak böyle sorunlar olursa bu ihracat rakamlarına ulaşılamayacak.”

5 ayda 298 milyon dolar
Ünal, Rusya’ya ihracatta yaşanan problemlerde organizasyon bozukluğunun da etkili olduğunu belirterek, çiftçinin son dönemde Çin’den Japonya’dan ithal edilen böcek ilaçlarını kullandığını ancak Rusya’da bu ilaçların tescil edilmemiş olabileceğini kaydetti.
Ünal’ın verdiği bilgilere Türkiye yıllık 10 milyon ton domates üretiminin 400 bin tonunu ihraç ediyor. İhracatta en fazla ağırlığı olan ülke 300 bin tonla Rusya. 2007’de 1.5 milyar dolarlık meyve-sebze ihracatının 510 milyon doları Rusya’ya, 600 milyon doları da Avrupa’ya yapılmıştı.

Denetim etkin değil
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın ise bir ülkenin belirlediği minimum kalıntı limitlerinin düşük olabileceğini ancak ihracat yapılmak isteniyorsa bu değerlere saygı duyulup üretimin buna göre yapılması gerektiğini söyledi. Günaydın, Rusya’nın minimum değerlerinin eleştirildiğini belirterek, “Sanki bizde sorunusuz işleyen bir yapı mı var?” dedi. Personel eksikliğine dikkat çeken Günaydınihracat sırasında ürünlerin standartlara uygunluğunun etkin bir şekilde denetlenemediğini söyledi.
Günaydın üretimde sorunlara ilişkin olarak ise çağdaş ülkelerde yasaklanan ilaçların bizde kullanılmaya devam edildiğini, Suriye’den ve İran’dan kaçak ilaç getirildiği, ayrıca ülkede sahte ilaç üretildiğini anlattı. Günaydın’a göre ülkede sahte ve kaçak ilaç toplam pazarın yüzde 4-5’ini oluşturuyor.



‘Türkiye’de Avrupa kodeksi uygulanıyor’Ege İhracatçı Birlikleri (EİB) Başkanlar Kurulu Başkanı Mustafa Türkmenoğlu, “Rusya’nın kabul ettiği değerler AB ortak kodeksi limitlerinin çok altında. Türkiye’de hemen hemen bu kodeks (AB kodeksi) uygulanıyor. İnsan sağlığını çok fazla tehdit edecek yasaklı ilaç veya yüksek değerli ilaçlar kullanılmıyor. Ama onların limitlerinin çok düşük olması bu sonucu doğurdu” dedi.
Türkmenoğlu, Rusya’nın koyduğu kısıtlamanın ihracata etkisini önümüzdeki bir ay içinde görüleceğini dile getirerek, her ülkenin farklı limitleri bulunduğunu, bu nedenle diğer ülkelere yapılan ihracatın son gelişmelerden olumsuz etkilenmeyeceğini kaydetti.
İZMİR AA

ABD’de domates krizi
Gıda zehirlenmesine ve ishale yol açan, ayrıca tifo mikrobu da taşıyabilen bir bakteri türü olan ‘solmonella’ yüzünden ABD’de domates paniği yaşanıyor. Amerika’daki bazı büyük restoran zincirleri ve Wal-Mart gibi bazı perakende devleri, sattıkları ya da servis ettikleri domatesleri piyasadan topluyor. McDonalds’ın yanı sıra, Burger King, Outback Steakhouse ve Taco Bell gibi birçok restoran zinciri yemek servislerinde domates kullanmayı durdurdu.
ABD’nin 16 ayrı eyaletinde meydana gelen çeşitli vakalarda, 23 kişinin solmonella bakterisinin yol açtığı gıda zehirlenmesi teşhisiyle hastaneye kaldırılmasının ardından Amerikan Sağlık Teşkilatı, tüketicileri, orijinleri belirsiz domatesleri yememeleri ve satın almamaları konusunda uyardı.
NEW YORK ANKA



‘Eylülde de AB ile sorun çıkabilir’Grow Fide Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ünal ürünlerdeki böcek ilacı kalıntıları nedeniyle şu anda Rusya’yla yaşanan sorunun eylül ayından itibaren Avrupa Birliği’yle de (AB) yaşanabileceğini söyledi. Tarım Bakanlığı’nın Türkiye’de böcek ilacı kullanımı konusundaki standartların AB kodeksine çok uygun olduğunu belirtmesine karşın, Ünal, AB ülkelerinde şu anda ortak bir standart olmadığını söyledi. Ünal, “Eylülden itibaren ortak standart geliyor. Önlem alınmazsa AB’ye ihracatta sorun çıkabilir” dedi.
Ünal sorunun çözümünün hedef pazarın standardına göre üretim yapmaktan geçtiğini söyledi.
Ünal, “Standartlara uygun ürün üretmeyen çiftçiye yaptırım uygulanmalı” dedi.
2005’te de ‘Akdeniz sineği var’ demişti
Rusya, Mayıs 2005’te de ‘Akdeniz sineği’ bulunduğu gerekçesiyle Türkiye’den bazı ürünlerin ithalatını yasaklamıştı. Domates, biber, şeftali gibi meyve-sebzenin başı çektiği yasaklı ürünler listesinde kesme çiçek, kına, hatta kum-çakıl bile yer almıştı. ‘Akdeniz sineği’ gerekçeli krizin çözülmesi aylar almış, bu süreçte Türk meyve-sebze üreticileri yaklaşık 300 milyon dolar zarar etmişti.



‘Üzümcüyü kurtaralım’
Antalya Yaş Meyve Sebze İhracatçı Birlikleri Başkanı Mustafa Satıcı, 2007’de Türkiye’nin yaş meyve-sebze ihracatının yüzde 34’ünün Rusya’ya yapıldığını belirterek şunları söyledi:
“Değerleri normalin çok altında olan Rusya, Avrupa’dan ithal ettiği 2 milyon ton yaş meyve sebzenin yarısını standart dışı kabul etti. Rusya’nın istediği standart, organik üründür. AB, Rusya’yla limitleri değiştirmesi için masaya oturuyor. Biz de katılalım. Rusya’nın istediği, ürün izlenebilirliği. Bu da üreticinin barkod uygulamasına geçmesiyle mümkün olacak. 2 ay sonra üzüm ihracatı başlıyor. Hızlı çözüm bulalım, bari onlar etkilenmesin.”


Eker: Bu bir hakarettir
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Rusya tarafından Türkiye’ye geri gönderilen ürün bulunmadığını bildirdi. Tarım Bakanı Mehdi Eker de, “Rusya’ya zehirli domates gönderildi, o zehirli domatesler şimdi Türkiye’de tüketiliyor” gibi bir ithamın çok haksız olduğunu ifade ederek, “Asla doğru değildir. Bu, başta Türk çiftçisi ve üreticisi olmak üzere hepimize yapılan bir hakarettir” dedi.

mahpiuluta
14-06-2008, 15:20
Öncelikle bu konuyu açıp bizleri bilgilendirmeye çalışan sayın Latino1122 ve Serenler abiye teşekkür ederim.

Her konuda olduğu gibi anlaşılması güç milletimiz elindeki onca imkanla tarımda bu durumlara gelmeyi başarabilmişiz.

Hiç şüphe yok ki kendi özünden uzaklaşan ve temel ihtiyacı olmadığı endüstrilere yönelen bu uğurda temel ihtiyacını sağlayan tarımı, hayvancılığı unutan ve doğal kaynaklarını israf eden dünyanın ve ülkemizin tekrardan kendini dengeye getirecek duruma dönmesi ve bunu hatırlaması çok zaman almayacaktır.

Doğal bir dengesizlik sözkonusu değildir. Çünkü doğa içinde olduğu duruma göre kendini bir dengeye getirebilmektedir. Ama bu denge bizler yani insanlar için optimum bir dengemidir, sorun budur.

En mükemmel nimet olan toprak, hava , su...Bunların çok muazzam miktarlarda olmasına bile gerek yok aslında. Bir yerde okumuştum. Yurtdışında hatırlamıyorum şimdi nerede ve ismini ne olduğunu; 800m2 lik alanda bir aile kendi ihtiyaçlarını (her türlü ihtiyaçları..gıda, enerji) sağlayıp, üstelik fazla verip, geri kalanını satarak geçimini sağlamaktadır. Mümkündür bu..Biraz emek, sabır ve ihtiyacı olmayan maddelerden vazgeçerek...Hatırlıyorum Serenler abinin bir yazısından...İç Anadolu bölgesinde üzüm yetiştiren bir çiftçimiz her fidanın köküne bir 5lt lik damacana koymuş, altınıda ince çivi ile delmiş ve tüm sene sadece o 5lt ile o asmanın sulamasını gerçekleştiriyormuş. Sadece 5lt...

Herşey aslında bireyden başlıyor. Nasıl keşfedilmemiş, doğru, temeli sağlam bir hissede önceden pozisyon alıp bekleyip nimetlerinden faydalanmak sözkonusu ise, tarımda öyle bence..Ama bu kar amacı güdülerek yapılacak birşey olmamalı sadece..Sevmeli..Toprağı, havayı,suyu, yaşamayı...Çok insan var aramızda böyle..

Yaklaşık 4 senedir araştırıyorum...Fırsatını bulup gerekli imkanları sağladığımda ve bilgim yettiğinde bir toprak parçasında kendi kendime yeten bir düzen kuracağım...İlaç kullanmadan ne ürettiğimi bilerek yiyeceğim domateslerimi "aslanlar gibi"...Tabi o zaman geldiğinde insanlar arasında Mad Max teki benzin savaşları gibi gıda savaşları olmazsa...

Özümüze dönmek zorundayız..Başka hiçbirşey gerekmez insanoğluna yaşamak için...

Saygılar..

latino
14-06-2008, 22:23
Öncelikle bu konuyu açıp bizleri bilgilendirmeye çalışan sayın Latino1122 ve Serenler abiye teşekkür ederim.

Her konuda olduğu gibi anlaşılması güç milletimiz elindeki onca imkanla tarımda bu durumlara gelmeyi başarabilmişiz.

Hiç şüphe yok ki kendi özünden uzaklaşan ve temel ihtiyacı olmadığı endüstrilere yönelen bu uğurda temel ihtiyacını sağlayan tarımı, hayvancılığı unutan ve doğal kaynaklarını israf eden dünyanın ve ülkemizin tekrardan kendini dengeye getirecek duruma dönmesi ve bunu hatırlaması çok zaman almayacaktır.

Doğal bir dengesizlik sözkonusu değildir. Çünkü doğa içinde olduğu duruma göre kendini bir dengeye getirebilmektedir. Ama bu denge bizler yani insanlar için optimum bir dengemidir, sorun budur.

En mükemmel nimet olan toprak, hava , su...Bunların çok muazzam miktarlarda olmasına bile gerek yok aslında. Bir yerde okumuştum. Yurtdışında hatırlamıyorum şimdi nerede ve ismini ne olduğunu; 800m2 lik alanda bir aile kendi ihtiyaçlarını (her türlü ihtiyaçları..gıda, enerji) sağlayıp, üstelik fazla verip, geri kalanını satarak geçimini sağlamaktadır. Mümkündür bu..Biraz emek, sabır ve ihtiyacı olmayan maddelerden vazgeçerek...Hatırlıyorum Serenler abinin bir yazısından...İç Anadolu bölgesinde üzüm yetiştiren bir çiftçimiz her fidanın köküne bir 5lt lik damacana koymuş, altınıda ince çivi ile delmiş ve tüm sene sadece o 5lt ile o asmanın sulamasını gerçekleştiriyormuş. Sadece 5lt...

Herşey aslında bireyden başlıyor. Nasıl keşfedilmemiş, doğru, temeli sağlam bir hissede önceden pozisyon alıp bekleyip nimetlerinden faydalanmak sözkonusu ise, tarımda öyle bence..Ama bu kar amacı güdülerek yapılacak birşey olmamalı sadece..Sevmeli..Toprağı, havayı,suyu, yaşamayı...Çok insan var aramızda böyle..

Yaklaşık 4 senedir araştırıyorum...Fırsatını bulup gerekli imkanları sağladığımda ve bilgim yettiğinde bir toprak parçasında kendi kendime yeten bir düzen kuracağım...İlaç kullanmadan ne ürettiğimi bilerek yiyeceğim domateslerimi "aslanlar gibi"...Tabi o zaman geldiğinde insanlar arasında Mad Max teki benzin savaşları gibi gıda savaşları olmazsa...

Özümüze dönmek zorundayız..Başka hiçbirşey gerekmez insanoğluna yaşamak için...

Saygılar..

Sevgili mahpiuluta;

Dunyanın kendi kendine yetebilecek bir kaç ulkeden bir tanesi olmamıza rağmen, yıllarca surdurulen ve halen surdurulmekte olan yanlış politikalar sonucu Tarımcılıkta net ihracatçı durumdayken, net ithalatçı duruma duşmek artık her alanda olduğu gibi kaderimiz gibi görünüyor..

Zararın neresinden dönersek kardır hesabı vardır, halen hiç bir şey için geç kalınmışta değil, ama bir an öncede faaliyete geçmek gerekiyor.

Net olarak akaryakıt ve teknolojı ithal ederken ihraç edebileceğimiz Tarımcılık alanında da ithalatçı durumundayız.. Politikamız yok, gucumuz yok vs.vs.vs.

Bugun pazardan haftalık meyva ve sebzemi alırken urunlerin o kadar ucuz olmasına şaşırdım, kendi adıma sevinirken uretici adınada derin uzuntu duydum.

Domatesin kilosu 0.50 kuruş karpuzun kilosu 0.30 kuruş, kiraz 2 Ytl, şeftali 2 Ytl gibi.. Rusya'nın bir çok nedenden dolayı aldığı urunlerimize bir anda ambargo koyması bunun sebebi..ama bir yaptırımımız yok herkes can derdine duşmuş..

Peki alınteri ve çeşili zorluklarla urununu yetiştiren buyuk umutlarla pazara sunan çiftçinin hali yine duman. Hani bu durumda da ithalatçı olmayı da haketmiyor değiliz..

Sadece sevmek, alınteri akıtmak yetmiyor, ayakta durabilmek yeniden uretebilmek içinde dengeli bir gelir gerekiyor..

Daha önceki yazılarımızda var çözumun neler olabileceği konusunda..Kimbilir belki bir gun duzelir ama ben o kadar umutlu değilim.

hirohito
28-06-2008, 22:16
Dünya piyasalarında şeker fiyatları, günlük ve aylık grafikler.
.
.

hirohito
28-06-2008, 22:19
Dünya piyasalarında süt fiyatları, günlük ve aylık grafikler.
.
.

hirohito
28-06-2008, 22:21
Dünya piyasalarında tereyağı fiyatları, günlük ve aylık grafikler.
.
.

hirohito
28-06-2008, 22:23
Dünya piyasalarında pamuk fiyatları, günlük ve aylık grafikler.
.
.

Serenler
29-06-2008, 09:55
Mercimek, fasulye kalmadı umudumuz Gökçe nohut

Bülent Yardımcı
Amasya'nın elması, Bursa'nın şeftalisi, Erzincan'ın tulum peyniri, Malatya'nın kayısısı, Gaziantep'in fıstığı, Hereke'nin halısı... Kimi tarımsal, kimi el emeği göz nuru bu ürünler, bulundukları yörenin kültürel ve ekonomik zenginliğiydi. Bazıları marka olmayı başardı, bazılarıysa unutulmaya, daha kötüsü yok olmaya yüz tuttu... Bazıları artık yok, heykelleri var. İstanbul Bayrampaşa'nın bir zamanlar enginarıyla ünlüydü. Şimdi her metrekaresi çarpık yapılaşmanın birbirinden 'özel' örnekleriyle beton tarlasına dönen Bayrampaşa'da enginarın sadece heykeli var! Ya bol sulu Ayaş domatesine son yıllarda pazarda, markette rastlayan var mı? Artık perakendeciler raf ömrü daha uzun ürünleri tercih ediyor. Sert domates cinsleri doldurdu, rafta Ayaş domatesine yer kalmadı. Bu örnekleri çoğaltıp "Ah nerde o eski..." diye başlayan hayıflanma cümlelerine uzanmak mümkün ama umut veren gelişmeler de var. Coğrafi tescilini alarak ulusal markaların ürün gamlarına eklenen Ezine peyniri, 'Şam'dan hakkını alan Antep fıstığı, kurak ortamda bile yüksek verimiyle üreticisinin yüzünü güldüren Gökçe nohut ilk akla gelenler.




Enginar yok, heykeli var

Bir zamanlar İstanbul-Bayrampaşa'nın enginarı meşhurdu. Enginar tarlaları gecekondu, sanayi sitesi doldu. Bayrampaşa’da değil enginar, çiçek ekecek bir karış boş yer kalmadı. Bayrampaşa Belediyesi eski günlerin hatırasına enginar heykeli dikti.
Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Vedat Şeniz, enginarın besin değerinin çok yüksek olduğunu belirtiyor. Enginarda bulunan 'ciarin' isimli madde karaciğer, safra kesesi, böbrekler ve bağırsakların düzenli çalışmasına yardım ediyor. Enginar, romatizma, üre, kolesterol ve damar sertliğine de iyi geliyor. Enginar bugün, Bursa, Ege ve Akdeniz bölgelerinde üretiliyor.

Mercimek Kanada’dan geliyor
1987'de 600 bin ton mercimek fazlamız oldu. Dönemin TMO yönetimi Prof. Ayşe Baysal’ı ekrana çıkararak, mercimek yemekleri programı yaptı, yemek kitapları dağıttı. Ama Türkiye bilimsel çalışma yapmadan boş boş otururken Kanada, Türkiye‘den götürdüğü tohumla soğuk iklimde yetişen mercimek çeşitleri geliştirdi, şimdi ihracatını yapıyor. Türkiye ihracatı bırakarak Kanada mercimeğine müşteri oldu.
Mercimek rekoltesi yerlerde süründüğü için yeşil mercimeğin kilosu 5 lirayı geçti. TMO Kanada’dan ithalata başladı. 30 bin ton ithal edeceğiz. Mardin’de kuruyan mercimek tarlalarında inek ve koyun sürüleri otluyor.

Antep fıstığı pazarı kaptırıyor
Şam fıstığı bize gelince Antep fıstığı oldu. Siirt, Urfa ve Adıyaman’a yayıldı. Gaziantep, “Antep fıstığı” adıyla coğrafi işaret tescil belgesi aldı. Siirt itiraz etti, “Ben de coğrafi işaret isterim” dedi, o da aldı. İki ilin çekişmesi sürerken, dünya fıstık piyasalarında pazar ABD ve İran’ın eline geçiyor.
Türkiye, verimsiz bahçelerde ürettiği pahalı fıstığı ihraç etmekte zorlanıyor. Tüketici kilosu 15-20 liradan fıstık alıp yiyemiyor. Antepfıstığı Araştırma Enstitüsü (AAE) meyilli ve kuru arazide bir dekardan 70-80 kilo verim alındığını belirtiyor. Sulu taban arazilerde, bir dekar alandan 200 kilo almak mümkün.

Amasya elması yerinde sayıyor
Türkiye'de pek çok elma çeşidi var. Ama bunlardan sadece Amasya elması, ticari bir çeşit olma başarısını yakaladı. Fakat üretimi artmıyor. Çünkü bir yıl çok, ertesi yıl az ürün verdiği için çok karlı bir çeşit değil. Türkiye, Amasya elmasının bu sorununu çözemedi. Başka elma çeşitleri de geliştirmedik.
1950'li yıllarda Avrupa'dan gelen starking (kırmızı) ve golden (sarı) elmadan tüketici artık bıktı. AB, bu çeşitleri 15-20 yıl önce terk etti, bodur elmaya geçti. Prof. Dr. Nurettin Kaşka, "25 milyon starking ve golden elmayı keserek onların yerine gala, red chef, granny smith çeşitlerini dikmeliyiz. Eğer bu süreci hızlandırmazsak yakında elma ithalatçısı olacağız" diyor.

Nerede o eski Bursa şeftalisi?
1950'li yıllarda Bursa, şeftalisi ile ünlendi. O yıllarda en çok aranan çeşitler hale şeftali ve yarma şeftaliydi. 1960'lı yıllarda sanayileşmeye başladı. Bursa ovasını konutlar, fabrikalar istila etti, ova kalmadı. Bol sulu hale ve yarma şeftalinin yerini, sert, susuz ama raf ömrü uzun yeni şeftali çeşitleri aldı. Akdeniz, Ege ve Marmara’da yılda 500-550 bin ton şeftali üretiliyor. Bu arada tüysüz şeftali (nektarin) üretimi de hızla artıyor.

Tokalon kayısı kalmadı
Malatya kayısısı, zerdalisiyle ünlüydü. Malatya kayısısı hala meşhur ama zerdalinin sesi soluğu çıkmıyor. Kayboldu gitti. Malatya, her yıl ürettiği 100 bin ton kuru kayısıyı pek çok ülkeye satıyor. Konya’nın ünlü tokalon kayısısı son yıllarda piyasada görünmüyor. Tokalon kayısının yerini Iğdır ve Mut (Mersin) kayısısı aldı.
Bizim yerli kayısı çeşitleri dekara 2-2.5 ton ürün verirken ithal yeni çeşitlerin verimi 5 tona çıkıyor. Kayısı üretiminde Malatya, Mersin, Elazığ, Kahramanmaraş, Isparta, Sivas, Iğdır başı çekiyor. Akdeniz kıyılarında, yeni çeşitlerle kurulan kayısı bahçeleri artıyor.

Cerrah kuru fasulye bitti
Kuru fasulye çeşitlerimiz şöyle: Horoz, şeker, dermason, battal ve cerrah. Ayrıca barbunya, karnıkara (börülce) gibi çeşitlerimiz de var. İnegöl (Bursa) sanayileşince cerrah fasulyenin nesli tükendi. En iyi dermason fasulye Erzurum’dan Erzincan’dan gelirdi. Nüfus arttı ama dermason fasulye üretimi artmadı.
Güney Marmara’da horoz fasulyenin yerini başka ürünler aldı. Kuru fasulyede dışa bağımlı olduk. En çok Kırgızistan’dan ithalat yapıyoruz. Arjantin ve Çin’den de kuru fasulye alıyoruz. Ulusal yemeğimiz kuru fasulyede dışa bağımlı olduk.

Nar patlaması var, üretim kara düzen
Doktorlar antioksidan özelliğini anlatınca nar ve nar suyu tüketimi arttı, fiyatlar yükseldi, nar bahçeleri çoğaldı. Ama önemli bir hata yaptık. Yeni nar bahçelerini geleneksel nar çeşitleriyle kurduk.
Zengin ülkelerin tüketicisi, marketten kutuda danelenmiş nar alarak kaşıkla yiyor. Onlar, bizim gibi bıçakla keserek yemiyor. Bizim geleneksel nar çeşitleri danelenmeye uygun değil. Bu nedenle ihracat şansları yok. Son 2-3 yılda dikilen nar fidanları verime geçince, 2010'da nar fiyatları dip yapacak. İstanbul Meyve Sebze Komisyoncuları Derneği (İsmeyder) Basın Sözcüsü Necdet Üzün, “Nar fiyatları geçen yıl geriledi. Bu yıl da fiyatın artmayacağını tahmin ediyoruz” dedi. Yeni bahçeleri danelenebilir çeşitlerle kurmalıyız.

Ziraat 0900 kirazın rakibi yok
Kirazın anavatanı Giresun. Kiraz, adını Giresun’un antik adı Krezus’tan almış. Türkiye'de üretimi hızla artan 0900 Ziraat cinsi kirazın rakibi yok. 2006'da ABD’yi geçerek dünya kiraz ihracatında birinci olduk. Türkiye, kaçınılmaz olarak dünya kiraz şampiyonu olacak.
Çünkü kiramızın lezzeti ve raf ömrü ile kimse yarışamıyor. 1986'da kiraz ihracatına başlayan Yavuz Taner, bu çeşidin üstünlüğünü keşfetmiş. Üretimi artırmak için Alara Fidan'ı kurarak, bodur Gisella anacı üzerine aşılı, 0900 Ziraat fidanı üretmeye başlamış. Taner, AB’nin en büyük kiraz ve kara incir ihracatçısı. Bu yıl 26-28 kalibre kirazı, bahçede 3-5 YTL'ye satan üretici memnun. Bodur kiraz bahçeleri çoğalıyor. 5 yıl içinde kiraz ihracatından 500 milyon dolar kazanacağız.

Gökçe nohut dünyaya tavsiye edildi
Mercimek ve kuru fasulyede dışa bağımlıyız ama nohutta durum iyi. ‘Gökçe Nohut’ sayesinde dışa bağımlı olmadık. Akdeniz Hububat Bakliyat İhracatçılar Birliği Başkanı Mahmut Arslan öncülüğünde, İhracatçı Birlikleri ve Tohumculuk Araştırma AŞ'nin 1997’de başladığı çalışma sonunda geliştirilen Gökçe çok başarılı oldu.
Kurak ortamda dekara 150-200 kilo veriyor. Kuru fasulye, mercimek, buğday, mısır ve pirinç ithal eden Türkiye, bu sezon 250 bin ton nohut ihraç edebildi. Gökçe Nohut, Birleşmiş Milletler çatısı altında faaliyet gösteren Kurak Arazilerde Uluslararası Araştırmalar Merkezi tarafından tüm dünya ülkelerine tavsiye edildi.



TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar:

Adapazarı’nın ünlü patatesi nereye gitti?

Eskiden Amasya elması, Bursa şeftalisi, kestanesi, ipeği, Malatya kayısısı, Balıkesir höşmerimiyle meşhurdu. Bu meşhurlar listesine bazı yeni yöreler, yeni ürünlerle katıldı. Bazı yörelerin meşhur ürünleriyse kaybolup gitti. Adapazarı’nın patatesi meşhurdu. Adapazarlı çiftçi patatesi bıraktı, mısıra döndü.
Çoğalan nüfus, değişen tüketici tercihleri, gelişen teknoloji, artan rekabet pazara sunulacak ürünlerin niteliğini, çeşidini etkiliyor. Pazar, raf ömrü daha uzun, üretim maliyeti daha düşük ürün istiyor. Bu nedenle, bol sulu meşhur Ayaş Domatesi, bugün pazarda çok aranan bir çeşit olmaktan çıktı. Yerini daha sert, yola dayanıklı, raf ömrü uzun yeni domates çeşitleri aldı.
Van’ın otlu peyniri, Erzincan’ın tulum peyniri, Bitlis’in zivzik narı, Adilcevaz’ın cevizi, Hereke’nin ipek halısı, Maraş’ın yemenisi, Gönen’in oyası kültürel ve ekonomik zenginliklerimizdir.. Her yöre, böyle özel ürünlerini tescil ettirerek onlara sahip çıkmalı. Bu miras ürünleri, çağdaş yöntemlere üreterek yaşatmanın ve para kazanmanın yollarını bulmalıyız.

TZD Başkanı İbrahim Yetkin:
Kars’ta da muz olur ama...
Anadolu'da 8 bin yıldır tarım yapılıyor. Gelişen teknoloji ve bilimsel çalışmalar sonucunda ülkemizin ürün deseninde son yıllarda önemli değişiklikler oldu. Bilimin yardımıyla Edirne’den Kars’a kadar, hür türlü tarım ürününü her yerde yetiştirilebiliyor. Maliyetine katlanabilirsek Kars’ta bile muz üretebiliriz ama, onların binlerce yıldan beri yetiştiği yörelerdeki tadı ve lezzeti elde etmemiz pek mümkün olmaz. Bu nedenle marka olmuş tarım ve gıda ürünlerini korumalı, kaybolmasına izin vermeden aktarmalıyız. Balıkesir’in kelle peynirini, Bursa’nın tulum tereyağını, Finike’nin portakalını çağdaş teknolojinin yardımı ile geliştirerek, ekonomik zenginliğe dönüştürebiliriz.

http://img205.imageshack.us/img205/3484/fft16mf65180ek9.jpg

hexedemical
20-08-2008, 17:42
2002-2003-2004 yıllarında başa baş gitmiş tarımda ithalat-ihracat
2005 yılı 4,3milyar ( dolar ) ihracat ; ithalat 3,1 milyar
2006 yılı 4,4 ihracat ; 3,2 ithalat
2007 yılı 4,8 ihracat ; 5 ithalat

Serenler
20-08-2008, 18:40
Domates ve tarım ihracatımız konusundaki haberleri aşağıya alayım.
Bu defa hiç yorum yapmayayım.
Yorum sizlerin.....

Ucuz gübre ve Çin ilacı domatesi yaktı

TUĞBA TEKEREK - SERKAN ARMAN
Rusya’nın Türkiye’den başta domates olmak üzere 5 tarım ürünü ithalini durdurmasına neden olan soruna ucuz gübre ve Çin’den gelen tescilsiz böcek ilacının yol açtığı bildirildi



Rusya’nın “İlaç kalıntısı var” diyerek ithalatını durdurduğu sebze-meyvede sorunun ucuz gübre ve Çin ilacından kaynaklandığı öne sürüldü. Rusya, Türkiye’den ithal ettiği domates, patates, patlıcan, üzüm ve limonda ilaç kalıntısı bulunduğu gerekçesiyle 7 Haziran’da ithalatı durdurmuştu. Rusya’ya yapılan ihracatın sekteye uğraması özellikle domatesi etkiledi, bu ürünün tarla fiyatı 3 kuruşa kadar düştü.
Seracılıkta önde gelen kuruluşlardan biri olan Grow Fide’nin Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ünal, tescil edilmemiş ilaçların ve ürünlerdeki nitrat kalıntısının meyve-sebze ihracatında başlıca sorunlar olduğunu söyledi.
Son yıllarda gübre fiyatlarının ikiye, üçe katlandığını belirten Ünal, çiftçinin daha yüksek fiyatlı fosforlu potaslı gübre kullanmadığını, azotlu gübreye yüklendiğini anlattı. Yanlış gübre kullanımı nedeniyle oluşan nitrat kalıntısının hiçbir ülke tarafından kabul edilmeyeceğini söyleyen Ünal şöyle dedi:
“Rusya’ya yaş sebze meyve ihracatı 700 milyon dolardı, bu yıl 1 milyar dolara, 2009’da 1.5 milyar dolara ulaşması bekleniyordu. Ancak böyle sorunlar olursa bu ihracat rakamlarına ulaşılamayacak.”


[B]Eker: Bu bir hakarettir
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Rusya tarafından Türkiye’ye geri gönderilen ürün bulunmadığını bildirdi. Tarım Bakanı Mehdi Eker de, “Rusya’ya zehirli domates gönderildi, o zehirli domatesler şimdi Türkiye’de tüketiliyor” gibi bir ithamın çok haksız olduğunu ifade ederek, “Asla doğru değildir. Bu, başta Türk çiftçisi ve üreticisi olmak üzere hepimize yapılan bir hakarettir” dedi.

2002 yılında Almanya'ya yapılan sebze ihracatında da sebzelerde pestisit olduğu itirazları üzerine dönemin tarım bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp basına verdiği demeçlerde "Bu tür haberler kesinlikle yalandır ürünlerimiz temizdir" diye beyanatta bulunmuştu;
Sonuç mu:
Gönderilen sebzelerde laboratuar incelemeleri sonucunda birkaç hafta sonra normalin 52 katı pestisit bulunmuştu.... Adamlar gönderilen tırlar dolusu domates ve biberi derhal geri almamızı istemişti. Dönüş masrafından kurtulmak isteyen uyanık ihracatçımız "Bunların domuz yemi olarak kullanılmasını teklif etmiş" ancak "Bunu yiyen domuzun etini insanlar yiyecek olmaz" cevabı üzerine bu defa çöpe dökmek istemiş bu defa da yeraltı sularımız ve toprağımız kirlenir itirazı ile karşılaşmıştır.
Sonuçta bu ürünler Türkiye'ye getirilmiş. Birkaç hafta önce kilosu 1.5-2 YTL olan domates ve biberler yarım YTL ye kapış kapış satılmış, ülkemiz insanınca afiyetle tüketilmiştir...:düsün:

XTRADERX
01-09-2008, 15:18
Karadeniz yagli tohumlar tarim satis
kooperatifleri birligi (karadenizbirlik) 2008-2009 yili aycicegi alim fiyatini
kilogram basina 76,5 ykr olarak belirledi.

Genel mudur unal erarslan, duzenledigi basin toplantisinda 2008-2009
aycicegi alim sezonuyla ilgili bilgi verdi.

Yapilan degerlendirmeler sonucunda 2008-2009 yili aycicegi urun alim
fiyatini kilogram basina 76,5 ykr olarak belirlediklerini anlatan erarslan,
sunlari kaydetti:

''piyasa kosullari ve dunya piyasalari goz onune alinarak ve arz-talep
dengesi gozetilerek bu fiyat belirlendi. Fiyatlar gecen yilin altinda. Ancak
bugunku piyasa kosullarinda yapilan degerlendirme sonucunda boyle bir fiyat
uygulamasina karar verildi. Bilindigi gibi turkiye'nin ihtiyacinin onemli bir
bolumu ulke disindan ithal edildigi icin bu konuda dunya fiyatlari cok
onemli.''

erarslan, ileride olusacak piyasa sartlari cercevesinde fiyatin daha ust
seviyede olusmasi halinde ise uretici ortaklara ayrica fiyat farki uygulamasi
yapilacagini bildirdi.

Birligin bu yil ki hedefinin yaklasik 50-60 bin ton urun alimi oldugunu
belirten erarslan, ''diger yillarda oldugu gibi bu yil da pesin odeme yapacagiz''
dedi.


-aa-

Serenler
05-09-2008, 22:45
TOPRAK FELSEFESİ NEDEN ÖNEMLİDİR?
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, Adana, [email protected]

Bir Hint Üniversitesinin tanıtımında bir kilo tropikal toprak bir kilo altına eşittir (One Kilogram Tropical Soil= One Kilogram Gold) ifadesini okuduğumda anlamsız gelmişti. Günümüzde toprağın önemi daha iyi anlaşılmaktadır..

Natioal Gographic Dergisinin Eylül 2008 Sayısı
Natioal Gographic Türkiye’nin Eylül 2008 sayısının ana tema olarak “UMUT FİLİZİ Kara Toprak Yeşeriyor” konusunu işledi. Yazı işlerinden Oya Ayman ve Güçlün Şahin hanım efendilerinin istemleri ile orijinal metnin Türkçe düzenlenmesine karınca kaderince katkı sunmaya çalıştım. Oya Ayman’ın “ Yok oluyor, Tuzlanıyor, Yanlış Kullanılıyor” başlığı ile “Türkiye topraklarının dikkatli kullanılması” lazım başlıklı yazısına bilgi sağlamak için sorulan sorulara cevap aramaya çalıştım. Derginin toprağı konu yapması bana göre çok anlamlı. Dünyanın değişik bölgelerinde Brezilyadan Çine kadar ve İzlanda’dan kara Afrika’nın derinliklerine kadar toprağın geçmişte ve gelecekte beslenmedeki yeri ve önemi işlenmektedir. İnsanlığın bir kaç bin yıllık süreçte tarımı keşfetmeleri, doğanın yasallarını kendi isteklerine göre yönlendirmesi ile bir çok doğal orman ve mera alanı tarım toprağına dönüştürüldü. Bunun sonucu toprağın organik madde oranı düştü, yağan yağmur suları da tutulamaz oldu. Suyun yüzey akışı ile uzaklaşması beraberinde erozyonu artırdı. Toprak fakirleşmekle kalmadı, toprakta su tutulmayınca yer altı suları azaldı, pınarlar akamaz oldu. Böylece yeni bir ekosistem oluşmaya başladı. Bugün verimin düşüklüğünün bir nedeni doğanın yasalarına uygun olmayan uygulamaların büyük bir katkısı bulunmaktadır.

Toprak Nedir?
Toprak nedir, neden önemlidir? Toprağın bilimsel tanımı yeterince yapıldı ancak insan ve sürdürülebilir yaşam için önemi yeterince açıklanmadı ve insanlık bu konuda ikna edilmedi diye düşünüyorum.
Birileri toprağı tanımla dese aklıma ilk gelen dünyayı bir elmaya benzetmek ve denizlerin olmadığı karasal alanda elmanın kabuğunu da toprak olarak ifade ederim. Dünyanın 3/4’ü denizler ile kaplı olduğu için kalan kısmının da çok azında toprak bulunmaktadır. Toprak bilimcileri yer yüzeyini 8 sınıfa ayırmaktadırlar, ilk üç sınıfa giren düz düze yakın, belirli bir derinliği olan ve bitkisel gelişimi engelleyen etmenlerin olmadığı kesimi tarım yapılabilir tarım toprağı olarak tanımlarlar. Dördüncü sınıfa giren alanları kısmen tarım yapılabilir görürler; diğer kalanları da tarım dışı alanlar olarak tanımlarlar.

Toprak Felsefesini Anlamak Gerekir mi?
Toprağı anlamak salt toprak bilimi okumak ile olmuyor, temel bilimler yanında tarih ve sosyoloji de bilmek gerekiyor. Toprağı anlamak için toplumların dinamiğini ve tarihin işleyişi ile arasındaki diyalektik ilişkiyi doğru algılamak gerekir.

Toprak Yorgun ve İnsana Başkaldırıyor
Sık sık çiftçiler geçmişteki gibi ürün alamadıklarını, ürünlerin kalitesi ve özellikle de aromasının kaybolduğunu belirtiyorlar. Özellikle son 100 yılda insanın daha yerleşik hale geçmesi ülke sınırlarının artık kolay değişmemesi ile birlikte insanlar bulundukları topraklardan daha çok yararlanmanın yollarını aramaya başladı. Yakın geçmişe kadar toplayıcılık ile sınır tanımadan istediği gibi doğadan besin toplayan insan artık besinleri kültüre alıp yetiştirerek beslenmeye çalışmaktadır. Önceleri toprağın derinliğinin önemini kavradı, gübreleri, geliştirdi, sulama ve tohum ıslahı ile birlikte genetiği değiştirilmiş bitkiler derken kısa sürede toprağın doğası değişime uğradı ve yorgun düştüğü belirtiliyor. Kimileri bu durumu toprak hastalığı olarak tanımlıyor. Toprak artık takatım kalmadı noktasına geldiği getiri gibi ürün vermemeye başladı. Adeta toprak bana uygulanan tek yönlü kimyasal gübre ve ilaçlar ve ağır işleme sulama, ile yoruldum, artık enerjim bitti diyor. Toprak konuşmuyor ancak düşük verim ile artık bereketli ürün vermeyeceğinin mesajını veriyor. Biraz beni anla, benim de canlı olduğumu öğren ve bana bir canlıya davrandığın gibi davran diyor.
Toprak Kutsaldır
Topraktan geldik toprağa gideceğiz ifadesi bütün kutsal kitaplarda işlenmektedir. Ancak en çarpıcı vurguyu Aşık Veysel’in ifadesi ile “benim sadık yarim kara topraktır” ve her şeyi kucaklayan anadır. Bütün yiyeceklerimizin anası kara topraktır. Adı kara ancak kendisi açık kahverengiden koyu griye kadar içinde taşıdığı minerallerin rengine bağlı olarak renk alır. Günlük olarak tükettiğimiz her türlü yiyecek et ve bitki kaynaklı olması nedeniyle insanlık için vazgeçilmez bir beslenme ortamıdır. İnsanlık yakın geçmişe kadar nüfusu az olduğu için her türlü yiyeceğini devşirerek veya geleneksel yöntemler ile ekip biçerek sağlıyordu. Geçen yüzyıldan bu yana katlanarak gelişen nüfus ile birlikte insanlık toprağı daha yakından tanımaya ve ondan daha çok yararlanmayı hedeflemiştir. Ancak bu arada nüfus hareketlerine bağlı göçler, teknolojinin ilerlemesi, yerleşim yerleri, yer altı kaynaklarının hoyratça tüketimine yönelik tüketim ilişkisi sınırlı tarım topraklarının kirlenmesine, elden çıkmasına ve bozunumuna neden olmuştur.
Ülkemizde sonradan kentleşmeye başlanması ve özellikle sonradan şekillenen kentlerin karayolları güzergahlarındaki 1 ve 2 sınıf tarım topraklarının bulunduğu alanlarda kentlerin gelişmesi tarım topraklarının amaç dışı kullanımını hızlandırmıştır. Nüfusun artması ile tarım toprakları da giderek azalmaktadır. Özellikle amaç dışı toprak kullanımı ve sanayi kuruluşlarının yarattığı çevre kirliliği toprak ve su kaynaklarının da bozunmasına ve azalmasına neden olmaktadır.

Toprak İnsanlığın Ortak Malıdır

İnsanlığın ortak malı olan ve hepimizin besinlerini sağlayan toprağın korunması ve insanlığın gelecekte de karnını doyurmasını istediğimiz toprağın sürdürülebilirliği için toprağın insanlığın ortak malı olduğu gerçeğinin kabul edilmesi gerekir. Bunun da yasa ile amaç dışı kullanımına olanak verilmemesi gerekir.
Türkiye dünyada toprak rezervi azalan 20 ülkeden biridir. Bu nedenle topraklarını çok dikkatli ve doğru kullanmak zorundadır. Toprak ve su kaynaklarının korunması insanlığın ve yaşamın sağlıklı devamlılığı için önemlidir. İstatistiklere göre 1970 yılında fert başına 4.4 da tarım arazisi düşerken, bu değer 1980 yılında 3.66 da olmuştur. 1990 yılında ise fert başına 3 da ve günümüzde de 2.8 da düzeyine indiği belirtiliyor.

Türkiye Toprak Kullanımı Ve Kaybı Yönünde Ne Durumda
Türkiye’nin yüzölçümü 777.971 km2 olup, en önemli doğal kaynaklarından birisi de toprağıdır. Ülke topraklarının tarımda kullanılan arazisi ise 27.9 milyon hektardır. Ülkemiz,yanlış bilinenin aksine su ve tarım toprağı yoksuludur. Bununla beraber her yıl binlerce dekar birinci ve ikinci sınıf tarım arazisi,konut,sanayi ve turizm yapılaşmaları nedeniyle işgal ediliyor
Ülke yüzölçümünün ancak %6.4'ü birinci sınıf,%8.7'si ikinci sınıf tarım toprağını oluşturmaktadır. Türkiye topraklarının ancak %5 kadarı kaliteli, %93.5 kadarı ise özürlü topraklara sahiptir. Ülkemiz topraklarında halen mevcut tarım yapmaya uygun I, II ve III. sınıf arazi toplamı 19,3 milyon ha’dır. Bazı koruma tedbirleri alınarak işlemeli tarım yapılabilecek IV. Sınıf arazi miktarı ise 7,2 milyon ha’dır. İşlemeli tarıma uygun olmayan, orman ve çayır ile kaplı olması gereken 50,1 milyon ha arazinin ise, 20,7 milyon ha’ı orman, 21 milyon ha’ı çayır ve mera, geriye kalan 8,3 milyonluk kısmında ilkel ve uygun olmayan usullerle tarım yapılmaktadır.
Köy Hizmetleri Araştırma Enstitüsünce yapılan bir araştırmaya göre 1938 yılında Türkiye’nin % 16,9 u tarım, % 13,4 ü Orman, % 52,8 i mera (yaylalar da dahil) alanı iken 1980 yılı itibariyle % 31,5 i tarım, % 26,0 sı orman ve % 27,9 luk kısmı ise mera alanı haline gelmiştir. Sanırım günümüzde durum daha da vahim biçimde mera ve ormanlık alanlar aleyhine değişmiştir. Görüldüğü üzere ülkemizde maalesef tarım toprağı olmaması gereken alanları tarla toprağına dönüştürüldü. Bunun soncu toprak üretkenliği azaldı ve toprak çok kısa sürede yorgun üşerek verimsizleşti. Belki asıl sıkıntının ve ormanlar üzerindeki otlatma baskısının temel sebeplerinden birisi de bu durumdur.

Yanlış ve Amaç Dışı Toprak Kullanımı ve İnsanlığın Geleceği
Kırsaldan kente göç ile birlikte başta Çukurova olmak üzere Osmaniye’den Mersine kadar E5 kara yolunun sağlı sollu olarak oluşan yerleşim yerleri ve sanayi tesisleri en çarpıcı örneklerin başında gelmektedir. Bu şekilde amaç dışı kullanılan tarım topraklarının %5 düzeyinin üzerinde olduğu bilinmektedir. Tuğla ve seramik sanayii için başta Manisa, İznik ve Bursa ovası olmak üzere çok sayıda alanda tarım toprakları metrelerce derinlerden alınarak tuğla sanayiine taşınmakta ve açılan çukurlar tarım alanlarının bozunumuna neden olmaktadır. Trakya bölgesinde sanayileşme ile birlikte başlayan tarım topraklarının kirlenmesi yanında Karadeniz sahil yolunun tahrip ettiği kıyı şeridindeki fındık için uygun tarım toprakları başlıca toprakların elden çıkmasına neden gösterilen alanların başında gelmektedir. Yanlış toprak ve bitki yönetimi sonucu tarım alanlarının hızla tuzlulaşması da ayrıca tarım topraklarının bozunumunu tehdit eden farktölerin başında gelmektedir. Türkiye genelinde 1.5 milyon hektar alan değişik düzeylerde tuzluluk sınıflarında olup GAP’ın sulamaya açılması ile birlikte yapılan yanlış sulama ve toprak bitki yönetiminden dolayı bugüne kadar 15 bin hektar alan tuzlulaşmıştır. Konya ovasında aşırı şekilde çekilen yer altı sularının yarattığı olumsuz etkiler ve azalan su miktarı ile birlikte başlayan Tuz Gölünün kuruması önümüzdeki dönemlerde İç Anadolu’da başlayacak olan kuraklık ve çölleşme ile birlikte tarım topaklarının elden çıkmasına neden olunacaktır. 1 Temmuz 2006 tarih ve 26215 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan Dokuzuncu Kalkınma Planı raporunun (2007-2013'te Plan Öncesi Dönemde Türkiye'de Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler) başlığı altında son on yılda tarım dışına çıkarılan yüksek verimli tarım alanları toplamının 1.26 milyon hektara ulaştığı belirtilmektedir (DPT, 2006: s31). Ki bu rakam İstanbul’un iki misli kadardır.

Erozyon Ve Toprak Bozunumu Türkiye’nin En Ciddi Sorunlarının Başında Geliyor
Ülkemiz topraklarının %78.8'ünde aktif erozyon (orta veya şiddetli erozyon) ve çeşitli derecelerde erozyon tehdidi altındadır. Küresel iklim değişimleri ile azalacak olan yağış ve su ile birlikte çölleşme ve erozyonun artacağı beklenilmektedir. Toprakların erozyona uğramasıyla: barajların ve göllerin doğal ömründen çok daha önce dolmasına neden olur. Toprakların kirlenmesi ile beslenme zincirinde aksaklıklar oluşarak üretilen ürün ve gıdaların toplum sağlığını bozması kaçınılmaz olacaktır.

Ne yapılabilir?
Toprak ve su insanlığın ortak beslenme aracı olarak korunması önemli konular arasında yer almalıdır. Öncelikle toprağı insanlığın besin kaynağı kabul ederek ve de insanlığın ortak malı olarak gelecek kuşaklara sağlıklı bırakacak şekilde toprak yöntemini ilke olarak kabul etmemiz gerekir. Bir canlı organizma olarak çoğaltılamayan tek unsur olan toprak mutlaka sürdürülebilirlik ilkesi içinde amaca uygun olarak geliştirilerek kullanılmalıdır.
Bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de toprak ve tarım dersi mutlaka ilk okuldan başlamak üzere öğretilerek toprağın önemi erken dönemlerde çocuklara benimsetilmesi sağlanmalıdır.
Türkiye'de Toprak Kirliliği ile ilgili Yasal Düzenlemeler Anayasanın 44. 45.ve 56. maddeleri çerçevesinde mutlaka etkin olarak işlenmeli ve geliştirilerek korunması gerekir. 2005 yılında çıkarılan 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile toprak kaynaklarının etkin kullanımı gerçek anlamda işlevsel hale getirilmelidir.
Halen Türkiye’nin toprak envanteri tam olarak bilinmiyor, toprak ve su gibi önümüzdeki dönemlerde çok önemli konuma gelecek kaynakların devlet eli ile somut olarak bilinmesi korunması ve geliştirmesi için yeniden Toprak-Su teşkilatlarının oluşturulması zorunludur. Türkiye'nin arazi varlığını bilmesi öncelikle ülke insanın sağlıklı beslenmesi için ihtiyaca yönelik üretim yapması öncelikli konular arasında olmalıdır. Kesinlikle tarım toprakları başta yabancılar olmak üzere satılmamalı veya uzun süreliğine kiraya verilmemelidir. Tarım işletmeleri gelecekte ihtiyaç duyacağımız gen bankalarının devlet eli ile geliştirildiği ve korunduğu alanlar olarak elden çıkarılmamalıdır. Ülkemiz topraklarının detaylı toprak haritalarının yapılması, bu haritalar çerçevesinde tarıma ve sulamaya uygunluk haritaları çıkarılarak tarımın planlı yapılması sağlanabileceği gibi ülkemiz topraklarının geliştirilmesi ve korunması insanlığın yararına sağlanmış olur.

Serenler
07-09-2008, 16:17
Anız Yakılması Adana ve Çevresini Duman ve Küle Boğdu
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, Adana, [email protected]



Çukurova’yı Yanan Anızın Dumanı ve Küllü Boğucu Hale Getirdi

Son yıllarda ülkemizde olduğu gibi Çukurova bölgesinde de mısır ekim alanları artmaya başladı. Birinci ve ikinci ürün olarak ekilen ve buğdaya göre çok fazla biyo kütle üretmektedir. Doğal olarak bir o kadarda topraktan besin elementi almaktadır (sömürmektedir). Son bir haftanın çoğumuzun kentin her tarafını saran yangın kokusu, evlerin içine sinen yangın küllerine anlam vermediği durum tamamen anız yakılmasından kaynaklanıyor. Mısır ekim alanı son yıllarda Adana kentinin doğu, batı ve güneyinde yaygın olarak ekildiği için hasatla başlayan anızın yakılması rüzgârın yönüne bağlı olarak her taraftan kentin üzerini saran duman, aşırı sıcak ve basık hava insan sağlığını olumsuz etkilemeye başlamıştır. Mısır hasadı sonrası tarların yeniden üretime hazırlamak için çiftçiler toprağı işlemeden önce anızı yakarak toprak işlemeyi kolaylaştıracaklarını düşünüyor. Mısır gibi çok daha fazla anızı ve kökü olan bir bitkinin sap, saman ve koçanların yanması ile Adana kentinde duman ve külleri, bir milyondan fazla kişinin yaşamı olumsuz yönde etkilemeye başladı.



Anız Yakmak Çözüm Değil

Yazın amansız sıcağı ile kısa sürede sertleşen ve çiftçi tabiri ile kesekleşen toprakların pullukla işlenmesi zorlaşmaktadır. Toprak işleme araçları daha çok enerji ve zaman harcadıkları için çiftçi kapı komşu birbirine bakarak atadan dededen gördükleri yöntem ile biraz da masraftan kaçınmak için kolay olan anızı yakılmasını tercih ediyorlar.

Çiftçilerimiz biraz kolaycılığa kaçarak hasat sorası topraklarını kolay işlemek için anızı yakmayı çözüm olarak görüyorlar. Unutulmamalıdırlar ki anız yakımı ile tarlalarının ve toprağın gördüğü zarar yakımın kendisine kazandırdığından daha çok zarar vermektedir. Çiftçilerimiz anız yakarak toprak işlemeyi kolaylaştırdıklarını sanmalarına karşın bunun doğru bir yöntem olmadığını bilmelerini isterim.



Türkiye Toprakları Organik Maddece Fakirdirler

Türkiye toprakları ikliminde etkisiyle ve ağır toprak işleme aletleri kullanılarak yapılan tarım teknikleri sonucu organik madde içeriği % 1-1.5 düzeylerine kadar gerilemiş olup %80 oranında fakir toprak sınıfına girmektedir. Toprağın olmasa olmaz unsurlarında biri olan organik madenin kaynağı toprağın kendi ürettiği bitki materyalinin organik maddeye dönüştürmesidir. Moderne toprak biliminin temel hedefi toprağı sömürmek ve organik madde içeriğini düşürmek değil tam tersine toprağı eksilenden daha fazlasını kazandırarak güçlendirmek ve sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Toprağın bitkiyi besleyen ve verimli olan atıklarının yanarak ortamdan mikroorganizmaların da yanması ve besinlerinin ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Bu durum uzun sürede toprağın kalitesini ortadan kaldırmaktadır. Organik artıkların yanması, organik madenin ve yararlı mikroorganizmaların ortamdan elemine olması ile topraklar günden güne fakirleşmekte ve daha fazla gübrelemeye bağımlı hale gelmektedirler.



Anız Yakılması Tek Yönlü Mineral Gübrelemeyi Teşvik Etmektedir

Genelde tek yönlü mineral gübre uygulamalarının toprakları kısa sürede verimsiz ve sürekli girdi kullanmaya muhtaç hale getirdiği için toprak kısa sürede fakirleşmektedir. Toprakta organik madenin kaybolması ile başlayan gübreleme ile ürün kalitesi de düşmüştür. Çoğumuzun geçmişte aradığı meyve ve sebzedeki koku, hoş koku ve kaliteyi bulamamamızın nedeni birazda toprakların organik maddece fakirleşmesinde aranması gerekir. Tek yönlü ve belirli besin elementleri ile yapılan gübrelemeden kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Toprakların tek yönlü mineral gübreyle beslenmesi ile günden güne artan bağımlılık topraklarda kalitenin düşmesine ve artık verim veremiz durama gelmesine ve zararlı mikroorganizmaların bitkilere zarar vermesine neden olmaktadır.



Ne yapılmalı?

Çukurova’da yaygın olarak yakılan anız ile birlikte bölgenin adeta nefes alınamayan duruma gelmesi bir çok yönden incelenmelidir. Mutlaka sağlık birimleri açıklama yapacaklardır. Bizler evlerimizden nefes alamaz durama geldiysek, sağlık sorunu olan hasta, yaşlı ve çocukların daha zor durumda olmaları beklenilir. İlgili sağlık birimlerinin bu durumda ne yapmaları konusunda toplumu aydınlatmaları yararlı olacaktır.



Anızı Yakmak Yerine Anızı Yönetmek Daha Yararlı Bir Yöntemdir

Anız yakmak yerine anızın yönetilmesini bilmek toprak kalitesi ve sağlıklı üretim için daha yaralıdır. Çiftçilerimizin anız yakma yerine hasat sonrası anında topraklarını toprak tavı kaçmadan işlemeleri bugünkü bilim ve teknolojik imkânlar içinde önerilecek en uygun yöntemdir. Yapılası gereken, öncelikle hasat makinelerinin hasat’ı mümkün olduğunca toprak düzeyine yakın yapmaları. Arta kalan anız artıklarının geliştirilen makineler yarımı ile anız parçalanarak toprağa karıştırılabilir. Ayrıca toprağı ıslatarak hafif toprak işleme ve sıfır ekim sistemine doğrudan geçiş yapabilirler. Dünya tarım bilimi an az toprak işleme ve sıfır toprak işlemeyi geliştirerek buna uygun teknolojiler geliştirmektedir.



Çiftçi Eğitimine Önem Verelim

Yasal olarak anız yakılmasının yasak olmasına rağmen bunun bugüne kadar caydırıcı bir etki yaratmadık. Anız yakımı konusunda dekara 20 YTL ceza veriletmedir. Anız yakan çiftçiyi suçüstü yakalamak neredeyse zor olmaktadır. Genellikle akşam karanlığı ve sabaha karşı çıkarılan yangınlarda tarla sahipleri bulmak zorlaşıyor. Anız yakana çiftçilerin yakması engellenmeli. Ve gerekli yasal işlem başlatılabilir. Bugünkü uydu teknolojileri ile her parselin durumu anında tespit edilebilmektedir. Tabii biraz pahalı bir teknoloji olmasına rağmen, bir çok konuda kullanılacağı için bu sisteme sahip olmak ileride de yaralı çalışmaların yapılmasına yardımcı olacaktır.

Doğal olarak şimdilik Valiliklerin caydırıcı tedbirler alınması gerekir. Ancak sorunun çözümü anızını yakanın cezanın artırılması kadar yakmayan çiftçiye toprağının organik maddesine katkıda bulunduğu için de teşvik vermesi düşünülmelidir. Böylece çiftçilerimiz topraklarını yakmaktan vazgeçeceği gibi topraklarına daha da sahipleneceklerdir. Ayrıca cezai uygulamaların artırılması yanında teşvik edici yöntemler kadar toprak ve tarım sevgisine dayalı eğitim seminerleri yapılmalıdır. Tarım teşkilatı ve ilgili birimlerin bir bütün olarak başta önder çiftçiler olmak üzere anız yakılmasının toprak kalitesi ve veriliği açısındaki sakıncaları bilimsel veriler ile anlatılmalıdır. Toprak sevgisi aşılanarak çiftçimizin bilinçli tarım yapması sağlanmalıdır. Tarım İl Müdürlükleri, Ziraat Mühendisleri Odaları, Ziraat odaları ve Ziraat Fakültesi bölgenin bu ciddi sorunu konusunda ortak çalışma yürüterek, bir tarafta çiftçileri toprakların sürdürülebilirliği konusunda bilinçlendirirken, diğer taraftan bilimsel olarak çiftçinin hasat sonrası toprağını kolay işleme yöntemleri üzerinde çalışması yaralı olur.

Çiftçilerimizden bir kez daha ricamız, anız yakarak uzun süreli topraklarını fakirleştirdiklerini düşünerek anız yakmamalarını ve tarlanın hasat sonrası işlemelerini öneriyoruz. Bilinçli çiftçilik yapmak çok daha önemli konuma geliyor.
---------------------------
---------------------------

Saygıdeğer hocam gene ülkemizin önemli bir konusunu dile getimiş.
Burada anız yakma konusunda kısaca başka ilaveler de yapmak isterim:
Bir defa yakılan anız selulozca zengindir, besicilikte ve süt üretiminde, mantar yetiştiriciliğinde ve ayrıca hayvanlar için altlık olarak da kullanılabilir. Selüloz değeri olarak kağıt üretiminde ve sanayide de kullanılabilir. Bu haliyle anız yakılmak şöyle dursun balyalanarak pazarlandığında çiftçilerimiz için ilave bir gelir kaynağı da olacaktır.
Anız parçalayıcı makinalar konusunu çok araştırdım. Çiftçiler traktör ve diğer ekipmanlara onbinlerce YTL yi ödemelerine karşın fiyatı 2000 YTL tyi bulmayan anız parçalama makinelerini temin edip kullanma konusunda duyarsız davranmaktadırlar.
Buna çözüm olarak devlet her köye veya kalkınma veya sulama kooperatifine tüm çiftçilerin kullanımına açık olacak şekilde bir adet anız parçalayıcı makineyi hibe etmeli, arkasından hem eğitimi hem de cezai tedbirleri devreye sokmalıdır.

Sonuçta anız yakma olayı ülkemizin gündeminden mutlaka çıkarılmalıdır....

latino
08-09-2008, 21:27
Anız Yakılması Adana ve Çevresini Duman ve Küle Boğdu

Sonuçta anız yakma olayı ülkemizin gündeminden mutlaka çıkarılmalıdır....

Bu insanları anlamak gerçekten çok zor, bu kafayla memleketi de yakarlar..:grrr::grrr:

Serenler ustadım, gösterdiğiniz çözum yolu gerçekten çok çok faydalı..bunu çiftçilere duyurmak ve öğretmek gerekir..

Ama hırlaşmaktan bu konuyla ilgili iki satır yazmayı akıl etmez gazetelerimiz..:grrr::grrr: Çarşambaya Adana'da olacağım ve bu çözum yolunu duyurabildiğim herkese duyuracağım..

Selam&Sevgilerimle..

Serenler
09-09-2008, 12:14
Bu insanları anlamak gerçekten çok zor, bu kafayla memleketi de yakarlar..:grrr::grrr:

Serenler ustadım, gösterdiğiniz çözum yolu gerçekten çok çok faydalı..bunu çiftçilere duyurmak ve öğretmek gerekir..

Ama hırlaşmaktan bu konuyla ilgili iki satır yazmayı akıl etmez gazetelerimiz..:grrr::grrr: Çarşambaya Adana'da olacağım ve bu çözum yolunu duyurabildiğim herkese duyuracağım..

Selam&Sevgilerimle..

Teşekkürler sevgili Latino...
Sizin gibi mesleği tarım olmasa da Çukurova'dan tarımın içinden gelen, toprak kokusunu hiç unutmamış, tarımın bu ülenin ve ülke insanları için önemini bilen duyarlı bir kardeşimizden de ancak bu beklenirdi :cool:

Serenler
17-09-2008, 16:49
Meral Tamer
[email protected]


Körfez sermayesinin yeni ilgi alanı tarım


Gelecek yıl İstanbul’da toplanacak olan 5. Dünya Su Forumu’nun Genel Sekreteri Prof. Dr. Oktay Tabasaran, TÜSİAD’ın suyumuzu masaya yatırdığı toplantıda işadamlarını da hükümet yetkililerini de uyardı:
“Petrol zengini Ortadoğu ülkeleri, Türkiye’de özellikle tarım alanında ciddi yatırım arayışları içindeler. Tarım, hayvancılık, bioyakıt, bioilaç ve tarım teknolojilerinden oluşan 5 ana alanda ülkemizde yatırım yapmak istiyorlar. Tarım alanlarında damla sulamaya geçilmesi için elimizi çabuk tutmalıyız.”
Son 1 yılda tarım ürünlerinde yaşanan sıkıntı, aşırı derecede fiyat artışı ve ürünlerin azlığı, petrodolar zengini Körfez ülkelerinin tarım sektöründe yatırım arayışlarını hızlandırdı. Gıda teminini güvence altına alma faktörü de eklenince başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere Katar ve Bahreyn, Türkiye’nin yanı sıra Pakistan, Mısır ve Ukrayna’da büyük çapta tarım yatırımları için düğmeye bastılar.
Gıda konusunda stratejik rezerv oluşturmayı hedefleyen Suudiler en az 100 bin hektarlık tarım yatırımları için hazırlıklara başlarken, buğday, mısır, pirinç ve soya fasulyesi, ekilecek ilk ürünler olarak öne çıktı.

Tarım ve lojistik

11 Eylül sonrasında Amerika’dan kaçan Arap sermayesi, Türkiye pazarına iyiden iyiye yerleşiyor. Hazine’nin verilerine göre Körfez sermayesinin Türkiye’deki yatırımları 30 milyar doları buldu. Finanstan sağlığa ve gayrimenkule birçok sektöre giren Arap sermayesinin yeni gözdesi tarım.
Petrol fiyatlarının rekor düzeyde artması, Türkiye’yi lojistik olarak önemli kılmaya başladı. Depo, nakliye ve stok masraflarını azaltmak zorunda kalacak firmalar için de Türkiye önemli bir merkez haline geliyor.

Almanya gitti, BAE geldi

Bu arada Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülke sıralamasında Almanya, tarihte ilk kez liderliğini başka bir ülkeye, Birleşik Arap Emirlikleri’ne kaptırdı. İstatistiklere baktım; BAE geçen yıl Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkeler arasında 10. sıradaymış.
BAE ile daha geçen yıl 4.5 milyar dolar olan ticaret hacminin, bu yıl 10 milyar dolara fırlaması bekleniyor; zaten bu rakamın 9 milyar doları da bizim ihracatımız olacak.

İnşaatlarda Türk malı

Gazetelerde görmüşsünüzdür. Ağustos ayının sektör bazında ihracat rekortmeni, sürpriz biçimde demir-çelik oldu. Otomotivi tahtından indiren demir-çeliğin bu hamlesinde de Körfez ülkelerinde milyar dolarları bulan inşaat projeleri etkili oldu. Bu yıl sadece BAE’ye 3.4 milyar dolarlık inşaat demiri sattık; 2. sırada 560 milyon dolarla Katar yer aldı.
Rixos otellerinin sahibi Fettah Tamince’nin, Dubai’deki oteli için tüm malzemeyi Türkiye’den götürülmesini şart koşması da, demir-çelikteki bu ihracat sıçramasında önemli bir etken. Bir diğer etken de tabii ki nakliye ücretlerindeki artış nedeniyle Türkiye’den mal çekmenin cazip hale gelmesi.
Türk müteahhitleri, 2008’de yurtdışında toplam 25 milyar dolarlık iş almayı hedeflemişlerdi; daha ilk 6 ayda 20 milyar dolarlık iş alınca yılın bütünü için tahminler 35 milyar dolara yükseldi.
Bir de inşaatlarda Türk malı malzeme kullanması şartı yaygınlaşırsa...

latino
22-09-2008, 07:56
Bülent Arınç çiftçiyi azarladı 22 Eylül 2008


Doğan ÇİZMECİ/TURGUTLU (Manisa), (DHA)



TBMM eski Başkanı Manisa Milletvekili Bülent Arınç, AKP Turgutlu İlçe Kongresi'nde yüzlerinin gülmediğini belirterek “Öldük bittik, sizden çare bekliyoruz” diyen çiftçi Süleyman Aksu'yu azarladı. Çiftçi Aksu, Arınç ile diyaloğunu sürdürünce partililer tarafından salondan çıkarıldı.


Turgutlu Beledeyisi Konferans Salonu'ndaki AKP Turgutlu İlçe Kogresine katılan Bülent Arınç, kürsüden, salondaki yaklaşık 400 kişiyi yeterli bulmayıp, “İtiraf etmemiz gerekir ki bugünkü kongrenizin Turgutlu'daki Ak Parti'yi tam yansıtmadığını düşünüyorum” diyerek konuşmasına başladığı sırada araya giren çiftçi Süleyman Aksu, “Yüzümüz gülmüyor Başkanım” diyerek sitemde bulundu. Bunun üzerine Arınç, “Neden hayırdır inşallah, kalk ayağa söyle bakayım” dedi. Çiftçi Aksu, “Çiftçi mağdur, haline bakın, piyasanın haline bakın. Bir Ak Partili olarak teessüf ediyorum” dedi.

Bunun ardından ikili arasındaki diyalog şöyle sürdü:
Arınç; “Teesüf ediyorsun, isminiz ne, neredensiniz?”
Aksu; “Musulcalı Köyü'ndenim”
Arınç; “Bittimi sözünüz?”
Aksu; “Bitmedi. Borcumuzu ödeyemez duruma geldik Başkanım. Evet sözüm bitti.”
Arınç; “Geçen sene üzümden, üzüm fiyatlarından şikayetçi miydiniz Süleyman Bey? Seni memnun etmek mümkün değil, sözlerinizden belli.”
Aksu; “Bir AK Partili olarak ben sizden bir çare bekliyorum”
Bu diyaloğun ardından arınç sözlerini şöyle sürdürdü:
“Anladım otur. Bakın bunlar doğru olan şeyler değil. Geçen yıl 3 YTL'ye kadar üzüm satıldı. Onun da elinde kalmamış çok fazla kazanamamış. 1.5 YTL'den başlayan üzüm 3.5 YTL'ye kadar gitti. Ben tek bir misal vermek için bunu sordum. Geçen sene hiç kimse kalkıp bize böyle ne hesap sordu ne de Allah muhafaza teşekkür etti. Yani ben her sene üzümden dolayı şikayetleri duyan, sabaha karşı Alaşehir'den ‘kahveden arıyorum, üzüm ne olacak’ diye telefon edenlerin hiçbiri, geçen sene telefon etmedi. Herkes üzümden dolayı ‘Allah bin bereket versin’ dedi. Ben size gerçeği söylüyorum, bu sene hükümet olarak ne yapacağımıza gelmedik. Ama siz daha lafın başında ‘öldük bittik’ derseniz, ben sizin Ak Partililiğinizden şüphe ederim. İkincis siz geçmiş yıllardaki politikacılara benziyorsunuz. Başbakan Mersin'de bir çiftçi ile kavga etti dediler, benim Sarıgöl'de çiftçiyle kavga ettiğimi söylediler. ‘Çiftçi bu partiye tokadını vuracak’ dediler. Kafanızı açın, bizim kavgamız çiftçi ile değil, çiftçi görüntüsü altında provokasyon yapmak isteyen gafiller ile ilgili. Çiftçiye neler yaptığımızı herkes biliyor, bu kadar yapmayın arkadaşlar. Hiçbir şey öldük bittik değildir. ‘Öldük bittik’ diyen varsa burada lütfen Ak Partinin dışına çıksın ve kendisini hayata döndürecek bir partiyi en kısa zamanda bulsun, onun için çalışsın. Yedi Senedir tek başına iktidar olan bir parti halkın yüzde 50'sinin oyunu alan bir parti, çiftçiyi öldüren bir parti değildir. Yalan söylüyorsunuz. Bu kadar utanmazlık olur mu? Bu nasıl saçma bir şey. Ne demek öldük bittik.”

Çiftçi Aksu, Arınç'ın bu sözleri üzerine yine “Teessüf ederim” dedi. Arınç da, “Baştan teessüf ettin zaten, sonradan söylemene gerek yok” diye karşılık verdi. Aksu, “Burada herkes biliyor ama kimse sesini çıkartmıyor” diye devam etti. Arınç “Herkes için söylüyorum o zaman. Biz veriyoruz, vermeye de devam edeceğiz. Bak beni oruçlu ağzımla çok konuşturma” diye çıkıştı.


Çiftçi Aksu'nun konuşmak istemesi üzerine Arınç, “Lütfen lütfen hadi hadi konuştun konuşacağını. Şimdi beni dinle” dedi. Aksu'nun “Ben senin kadar Ak Partiliyim” demesi üzerine de Arınç, “Ak Partili gibi konuş o zaman. Mübarek oruç saatinde iftar saatinde bu kadar olmaz” dedi. Aksu'nun “Bana kimse yalancı diyemez” sözlerinin ardından Arınç'ın, “Tamam, hadi bakalım” demesiyle çiftçi Süleyman Aksu'nun yanına gelen partililer oturduğu yerden kaldırarak, kongrenin yapıldığı salondan dışarı çıkarttı. Bu tartışmanın ardından kongre yapıldı.


Herkes ektiğini biçermiş derler ya, çiftçimiz de ektiğini biçiyor...:beurk:

BULL MARKET
23-09-2008, 01:52
Bülent Arınç ın konuşmaları tartışma sonunda pekde öyle değil, çok fazla hakaret dolu şekilde Aksu yu bi bakıma s....etti, rencide etti, tam olarak konuşturmadı ve konuşmasına mahal vermedi

Ben şahsen böyle mevki amkam sahibi biri olabileceğini ihtimal vermiyordum, görüntüleri izleyince şok oldum, yazıklar olsun diyorum ne diyim, yönetimsel gücünüz olmayınca gücünüz yetenin sesini çıkarmamakta mı buluyorsun ey bülent arınç ve onun gibiler, size yazıklar olsun, mevkinizden makamınızdan da mı utanmaz oldunuz, tabii, o mevki makamı doğru kullanamAyınca yöntem baskın politika, zorda olanın sesinin duyulmasına izin verme, sesini kıs şekline bürünüyor, gerçek yüzlerini halk görmeye başladı, yazıklar olsun, zavallılığın neye dendiğini hatırladım, saygılar.

aristoteles
28-09-2008, 13:21
Gıda fiyatlarında bir gerileme söz konusu, en basit örneği verirsek, bugün 5 Lt.ayçiçek yağını marketlerden 13,90 lara bulabiliyoruz, bir ara en ucuzu 16,90 - 17,50 arasındaydı, gıda fiyatlarındaki yatay düşüş ve petroldeki geri çekiliş ile 9 aylık bilançoların ardından sakinlemesini beklediğim durumda Aralık ayından itibaren yukarı yönde bir hareket para piyasalarında yaşanabilmesi muhtemeldir.

xyz
29-09-2008, 01:24
Çok önemli bir topic özellikle önümüzdeki 2-3 sene zarfında çok öne çıkacağından eminim. Katkısı olanlara teşekkürler. Elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışacağım.

BULL MARKET
29-09-2008, 01:44
Gıda fiyatlarında bir gerileme söz konusu, en basit örneği verirsek, bugün 5 Lt.ayçiçek yağını marketlerden 13,90 lara bulabiliyoruz, bir ara en ucuzu 16,90 - 17,50 arasındaydı, gıda fiyatlarındaki yatay düşüş ve petroldeki geri çekiliş ile 9 aylık bilançoların ardından sakinlemesini beklediğim durumda Aralık ayından itibaren yukarı yönde bir hareket para piyasalarında yaşanabilmesi muhtemeldir.

Ayçiçek yağı zaten neden yukarı fırlamıştı ki? kimse sebebini anlamadı, ülkemizdede bolca yetiştirilip üretilen ayçiçeğinin ta kendisi, ticaret borsalarında geçen yılki fiyatlarından işlem görüyor, hal böyle iken teneke yağın fiyatı artmasına imkan varmı? hadi elektrik yada nakliye arttı diyelim, fabrikasında üretim naliyetini biraz arttırır, oda marketlerde raf fiyatında taş çatlasa %5-10 dan fazla artışı sağlamazdı zaten, hammaddesi fiyatlanmayan ürün marketlerde fiyatı nasıl absürd artış yaptı anlamak mümkün değildi:yes:, saygılar.

betaport
02-10-2008, 10:22
'Yerli tohumlarımız' kanunla 'yabancılara


Tohumculuk alanında çıkarılan kanunlarla yerli tohumlarımız büyük bir tehlike altına girdi. Bu kanunlar tüketicinin, köylünün, çiftçinin aleyhine sonuçlar doğuracak.
Sağlığımız bile bozulacak.
Nasıl mı?

Gözlem Gazetesinden Serkan Aksüyek'in Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır'ın görüşlerini de aldığı haberi şöyle:

Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil.
3 binden fazla 'endemik/ kendine has' bitki türünü barındıran Anadolu toprakları 2004'te yasalaşan 'Islahçı Hakları Kanunu' ile birlikte, devlet eliyle, uluslararası tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011'den itibaren bunu pazarda satamayacak.
Aksi halde başı uluslararası tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.

Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı.

Karşı çıkışların temelini, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan 'Türkiye Tohumcular Birliği' oluşturuyordu.
Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, yine tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.
Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı.

Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.

5 yıllık geçiş süresinin sonunda Türk halkı ve Türk çiftçisi bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Şimdi sondan başa gederek Türk halkının nasıl bir kumpas içine sokulduğunu aktaralım.

Kayıt zorunluluğu

31.10.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5553 sayılı 'Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde:
'Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir' deniyor.

Aynı yasanın 7. maddesinde ise:
'Yurtiçinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir' hükmü ile kayıt altına alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuyor.

Peki, bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli?

Yasanın geçici 1. maddesinde bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık bir geçiş süreci öngörülmüş.
Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa ticarete konu olamayacak.
Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa bu tohumunu komşusuna veya pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.

Ya satarsa ne olacak?

Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL) idare para cezasına çarptırılacak.
Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak.

Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.

Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damını görecek.

O 'birisi' kim?

Atadan, dededen, babadan kalma yöntemlerle üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa ticareti yapılamayacağı gibi, tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek.
Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek.
İşte bütün mesele o 'birisi'nin kim olacağı noktasında düğümleniyor.

Haberimizi buraya kadar okuyanların 'İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın' dediklerini duyar gibiyiz.

İş bununla bitmiyor...

Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını oluşturan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış...
8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı 'Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun' işte tam bu aşamada devreye giriyor.
Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı uluslararası şirketler.
Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor.

Bunlar Novartis, Monsanto, Cargill, Dupont, ADN ve Bayer.

Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.
5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet haklarına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları ise yine bu yasayla güvence altına alınmış olacak.

Yani, önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye 'Arkadaş sin bu tohumluğunu kullanamazsın' denecek,
sonra da o tohumları tescil ettiren şirketlere 'devlet eliyle' pazar yaratılacak.
Şaka gibi değil mi?

Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında yabancı şirketlere bağımlı olduğunu da anımsatmak gerekiyor.

Hakem Heyeti ne iş yapacak?

Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak.
Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor.
Birlik; bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri gibi pek çok alt birliğin çatı kuruluşu olarak örgütleniyor.
Buraya kadar da her şey normal görünüyor.

Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili...
Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında 'yargılama' anlamına da gelecek 'örtülü ve içi doldurulmamış' cümleler bulunuyor.
İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):

* Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.

* Birliğin uluslar arası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.

Birliğin üyeleri arasında ağırlığı ise yabancı şirketler oluşturacak.

Kısacası Türkiye, başka devletlerin 'uzay araştırmaları ile bir tutma' derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki 'Tohumcular Birliği'nin insafına ve tasarrufuna teslim etmiş durumda.

VE İŞTE GÖRÜNMEYEN KONUŞULMAYAN TEHLİKE: UPOV

Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil.

Kısa adı UPOV olan 'Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007'de, 65 nci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak.

Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde;
'Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği' belirtiliyor.

Buna acaba, 'sanılıyor' desek daha mı doğru?

Bakalım gerçek söylendiği gibi mi?

UPOV'un Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran açıklamalar yapıyor.

İki yasal düzenleme sonunda UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığı savunan Prof. Sındır şunları söylüyor:

'İşin özü şu:
Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var.
İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor.
Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş.
UPOV üyeliği ile uluslararası tohum şirketlerinin hakları yasal koruma altına alınacak; tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak.
Çiftçiye 'sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek.
Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak.
Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak.
Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o yörenin ekolojisine uyum sağlamayacak.
Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak.
Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak.'

Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohum Yasası'nı eleştirme yanlışına düştüğünü, olayın bütünün görmeden yapılacak yorumların yine yabancı tohum şirketlerine yarayacağını belirtti.

Türkiye'nin yerel tohum şirketlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu söyleyen Sındır;
Kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi:

'Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz.
Yani sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor.
Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz.
Doğanın mülkiyeti bu. Senin şahsi mülkiyetin olamaz.

Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm.
Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim.
Ve çiftçiye 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim.
Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz.
Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem.
Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip 'ben bunu ıslah ettim, genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz.'

Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nün (FAO) resmi kayıtlarına göre;
1970'ten sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75'lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.

UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?

UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler hızla yok olma sürecine girecek.
Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak.
Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak.
Küresel ısınmayı hızlandıracak.
Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.
Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hâkimiyetleri artacak.
Ürün çiftçinin elinden daha ucuza alınacak.
Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.
Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.

TEKELLERİ KORUYAN YASA JET HIZINDA
ÇİFTÇİYİ KORUYAN SUMEN ALTINDA

Tohumculuk sektörünü uluslararası tekellerin eline bırakacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani 'Biyogüvenlik Yasası' yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor.

Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor.

Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500'ünü endemik, yani anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor.

İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün.

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de bitki genlerinin korunmasını yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak şunları söyledi:

'Tohumculuk Kanunu'nun AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan biri olduğu söylendiyse de, AB ile yapılan müzakerelerin hiçbirinde böylesi bir yasanın çıkarılması yönünde talep yoktu.

Sektörün tek egemen kesimi olan uluslararası şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar.'

Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettikleri tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.

Serkan Aksüyek / Gözlem

ketenhelva65
13-10-2008, 23:37
takibimden kaçmış.çok teşekkür ederim betaport..
devamını bekliyorum.

Serenler
12-11-2008, 22:03
http://img505.imageshack.us/img505/5333/fft17mf132610nx6.jpg

Konya'da dev obruk

Genellikle suların çekilmesiyle oluşan 33 metrelik obruğun oluşma süreci deprem sanıldı

Konya'nın Karapınar İlçesi’nde yeni bir obruk (derin çukur) daha oluştu. İnoba Köyü’nde oluşan obrukla birlikte Karapınar’daki obruk sayısı 15'e yükseldi. Obruğun 25 metre çapında, 35 metre derinliğinde olduğu belirlendi.
Rüzgar erozyonunun başgösterdiği Karapınar’da dün yeni bir obruk daha oluştu. Karapınar’a 14 kilometre güney batıda olan İnoba Köyü’nde meydana gelen obruk oluşumu, yerleşim yerine yaklaşık 100 metre mesafade bulunması köylüleri tedirgin etti. Bir haftadır yer altından ses duyduklarını belirten çiftçi Kadir Köroğlu, “Sürekli göçme sesleri geliyordu. Biz deprem oluyor sandık. Fakat dün, çökme oldu ve yeni bir obruk oluştu. Evlere çok yakın bir yerde meydana gelmesi bizleri korkuttu. Çünkü, obruğun çapı genişlerse evlere de zarar verebilir” dedi.
25 metre çapında 35 metre derinliğinde oluşan Obruk’ta inceleme yapan Karapınar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü personeli Ecmel Dinç, “Obruğun taban çapı geniş, o yüzden biraz daha büyüme ihtimalı var. Ayrıca su seviyesini de henüz ölçemedik. Belediye olarak, obruk çevresinde güvenlik şeridi çekip gerekli önlemleri alacağız” diye konuştu.
İnoba Köy halkının obruğu görmek için geldiği sırada, yeniden obruğun hareketlenmesi halk arasında panik yarattı. Karapınar’da bu yıl içinde 5’inci obruğun oluştuğu öğrenildi. Daha önce oluşan obrukların tamamının Karapınar’ın kuzeyinde ve Acıgöl çevresinde olurken, yeni oluşan obruğun güney batıda olması dikkat çekti.
--------------------------

Hiç bir olay sebepsiz değil.
Bu bölgedeki çiftçilerimiz son 30-40 yılda hep kendi bindikleri dalı kestiler.
Ruhsatlı ruhsatsız binlerce sondaj kuyusu açıldı. Adını vermek istemediğim bir beldede 60 tane ruhsatlı kuyuya karşılık tam 700 tane de kaçak kuyu var. Herkes bir köşesinden ovayı delik deşik edip suyu talan etmenin derdinde...
Ovanın altı bu kadar su çekmeye deniz olsa dayanmazdı.
Nitekim dayanmadı da...
Şimdi ne oluyor? boşaltılan suyun yeri ne olacak? üstteki toprak katmanları çöküyor tabii...
Buralarda su kaynakları bilinçsizce kullanılıyor vahşi sulama had safhada. Üstüne üstlük sanki karadeniz iklimi varmışçasına mısır yonca pancar gibi su tüketimi en yüksek bitkilerin tarımı yapılıyor. DSİ ve Tarım Bakanlığı ise olayı seyretmekle meşgul.
Burası dünyada çölleşmeye aday 7 bölgeden biri.
Bugün mısır yetiştirdiğiniz, vahşi sulamayla çarçur ettiğiniz suyun çok değil birkaç yıl sonra kullanacağınız içme suyu olduğunun farkında mısınız?
O gün geldiğinde ne yapacaksınız?

Bir de çok önemli noktaya dikkatinizi çekmek isterim;
Su katmanına ulaşıldığında sırf açgözlülük yüzünden daha alt katmanlara iniliyor. Bu katmandaki su da bu delikten aşağı kaçıyor tabii. Sonuçta yeraltı suları aşağıya kaçtıkça daha derin sondajlarla peşinden gidiliyor.
Diyeceğim o ki ovadaki yeraltının durumu yerüstünden daha perişandır, asıl facia buradadır. Bunu hiç kimse ya görmüyor ya bilmiyor ya da gizleniyor. Ovanın çökmesinin obrukların oluşumunun nedeni de budur.

Bu işin tek çözümü vardır;
Suya petrolle madenle eşdeğer statü uygulayacaksınız. Hiç kimse kafasına göre petrol sondajı yapamıyorsa su sondajı da yapamayacak.
Bu bir...
Ondan çok daha önemlisi Türkiye'de ilgili konuda çalışan mühendislerden başlamak üzere sulamayapan çiftçileri eğiteceksiniz. Gelişmiş sulama metodlarını teşvik edeceksiniz.Mevcut sulama tesislerini islah edeceksiniz.
Eğitim almayan çiftçilere su kullanımı izni vermeyeceksiniz.
Yıllarca toprak ve su kaynaklarımız elden gidiyor diye haykırdık, kimse dinlemedi. Anca TOPRAKSU ve Köy Hizmetleri gibi uzman kurumları kapattılar. Uzman kadroları odacının maaşının yarısına çalıştırdılar. Sonrası onları da darmadağın ettiler.
ABD de Toprak ve su kaynaklarının yönetimi Pentagon'a bağlı.
Bizde şimdi sahipsiz..
Sayın Melih Gökçek dün üstgeçitlere pankart astırmış; "
Ankara 20 yıllık suyu olan tek şehir" diye..
Buyursun gelsin bizim eve, çeşmeyi açalım. Sapsarı suyu gözüyle görsün. Bir de evin içindeki hazır su damacanalarını da..
Bu işler basının önünde bir bardak suyu içmekle olmuyor. Zaten bukadarla hiç kimseye bir şey olmaz.
Zamanında Çernobil Faciası olduğunda basının önünde 1 bardak çay içen siyasi soytarı Cahit Aral'a da bir şey olmamıştı.
Bugün büyük şehirlerimizin içme suyu yok, insanlar perişan.
Bu içme suyunun tüm kullanımındaki payı % 1.
Tarımda kullanılan suyun payı nedir bilir misiniz?
Tamı tamına % 75....
Gelin bu tabloyu düzeltelim.
Bu düzelmezse Türkiye'de hiçbir şey düzelmez.
Ne iş yaparsanız yapın, ne kadar varlıklı olursanız olun sonuçta her insan eşit bir bünyeye sahip. Herkes kanser oluyor ve herkes bir defa ölüyor...
Can kendi canınız..
Birinci önceliğimiz bu olmalı....

latino
12-11-2008, 23:13
http://img505.imageshack.us/img505/5333/fft17mf132610nx6.jpg

Konya'da dev obruk

Genellikle suların çekilmesiyle oluşan 33 metrelik obruğun oluşma süreci deprem sanıldı

Konya'nın Karapınar İlçesi’nde yeni bir obruk (derin çukur) daha oluştu. İnoba Köyü’nde oluşan obrukla birlikte Karapınar’daki obruk sayısı 15'e yükseldi. Obruğun 25 metre çapında, 35 metre derinliğinde olduğu belirlendi.
Rüzgar erozyonunun başgösterdiği Karapınar’da dün yeni bir obruk daha oluştu. Karapınar’a 14 kilometre güney batıda olan İnoba Köyü’nde meydana gelen obruk oluşumu, yerleşim yerine yaklaşık 100 metre mesafade bulunması köylüleri tedirgin etti. Bir haftadır yer altından ses duyduklarını belirten çiftçi Kadir Köroğlu, “Sürekli göçme sesleri geliyordu. Biz deprem oluyor sandık. Fakat dün, çökme oldu ve yeni bir obruk oluştu. Evlere çok yakın bir yerde meydana gelmesi bizleri korkuttu. Çünkü, obruğun çapı genişlerse evlere de zarar verebilir” dedi.
25 metre çapında 35 metre derinliğinde oluşan Obruk’ta inceleme yapan Karapınar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü personeli Ecmel Dinç, “Obruğun taban çapı geniş, o yüzden biraz daha büyüme ihtimalı var. Ayrıca su seviyesini de henüz ölçemedik. Belediye olarak, obruk çevresinde güvenlik şeridi çekip gerekli önlemleri alacağız” diye konuştu.
İnoba Köy halkının obruğu görmek için geldiği sırada, yeniden obruğun hareketlenmesi halk arasında panik yarattı. Karapınar’da bu yıl içinde 5’inci obruğun oluştuğu öğrenildi. Daha önce oluşan obrukların tamamının Karapınar’ın kuzeyinde ve Acıgöl çevresinde olurken, yeni oluşan obruğun güney batıda olması dikkat çekti.
--------------------------

Hiç bir olay sebepsiz değil.
Bu bölgedeki çiftçilerimiz son 30-40 yılda hep kendi bindikleri dalı kestiler.
Ruhsatlı ruhsatsız binlerce sondaj kuyusu açıldı. Adını vermek istemediğim bir beldede 60 tane ruhsatlı kuyuya karşılık tam 700 tane de kaçak kuyu var. Herkes bir köşesinden ovayı delik deşik edip suyu talan etmenin derdinde...
Ovanın altı bu kadar su çekmeye deniz olsa dayanmazdı.
Nitekim dayanmadı da...
Şimdi ne oluyor? boşaltılan suyun yeri ne olacak? üstteki toprak katmanları çöküyor tabii...
Buralarda su kaynakları bilinçsizce kullanılıyor vahşi sulama had safhada. Üstüne üstlük sanki karadeniz iklimi varmışçasına mısır yonca pancar gibi su tüketimi en yüksek bitkilerin tarımı yapılıyor. DSİ ve Tarım Bakanlığı ise olayı seyretmekle meşgul.
Burası dünyada çölleşmeye aday 7 bölgeden biri.
Bugün mısır yetiştirdiğiniz, vahşi sulamayla çarçur ettiğiniz suyun çok değil birkaç yıl sonra kullanacağınız içme suyu olduğunun farkında mısınız?
O gün geldiğinde ne yapacaksınız?

Bir de çok önemli noktaya dikkatinizi çekmek isterim;
Su katmanına ulaşıldığında sırf açgözlülük yüzünden daha alt katmanlara iniliyor. Bu katmandaki su da bu delikten aşağı kaçıyor tabii. Sonuçta yeraltı suları aşağıya kaçtıkça daha derin sondajlarla peşinden gidiliyor.
Diyeceğim o ki ovadaki yeraltının durumu yerüstünden daha perişandır, asıl facia buradadır. Bunu hiç kimse ya görmüyor ya bilmiyor ya da gizleniyor. Ovanın çökmesinin obrukların oluşumunun nedeni de budur.

Bu işin tek çözümü vardır;
Suya petrolle madenle eşdeğer statü uygulayacaksınız. Hiç kimse kafasına göre petrol sondajı yapamıyorsa su sondajı da yapamayacak.
Bu bir...
Ondan çok daha önemlisi Türkiye'de ilgili konuda çalışan mühendislerden başlamak üzere sulamayapan çiftçileri eğiteceksiniz. Gelişmiş sulama metodlarını teşvik edeceksiniz.Mevcut sulama tesislerini islah edeceksiniz.
Eğitim almayan çiftçilere su kullanımı izni vermeyeceksiniz.
Yıllarca toprak ve su kaynaklarımız elden gidiyor diye haykırdık, kimse dinlemedi. Anca TOPRAKSU ve Köy Hizmetleri gibi uzman kurumları kapattılar. Uzman kadroları odacının maaşının yarısına çalıştırdılar. Sonrası onları da darmadağın ettiler.
ABD de Toprak ve su kaynaklarının yönetimi Pentagon'a bağlı.
Bizde şimdi sahipsiz..
Sayın Melih Gökçek dün üstgeçitlere pankart astırmış; "
Ankara 20 yıllık suyu olan tek şehir" diye..
Buyursun gelsin bizim eve, çeşmeyi açalım. Sapsarı suyu gözüyle görsün. Bir de evin içindeki hazır su damacanalarını da..
Bu işler basının önünde bir bardak suyu içmekle olmuyor. Zaten bukadarla hiç kimseye bir şey olmaz.
Zamanında Çernobil Faciası olduğunda basının önünde 1 bardak çay içen siyasi soytarı Cahit Aral'a da bir şey olmamıştı. Bugün büyük şehirlerimizin içme suyu yok, insanlar perişan.
Bu içme suyunun tüm kullanımındaki payı % 1.
Tarımda kullanılan suyun payı nedir bilir misiniz?
Tamı tamına % 75....
Gelin bu tabloyu düzeltelim.
Bu düzelmezse Türkiye'de hiçbir şey düzelmez.
Ne iş yaparsanız yapın, ne kadar varlıklı olursanız olun sonuçta her insan eşit bir bünyeye sahip. Herkes kanser oluyor ve herkes bir defa ölüyor...
Can kendi canınız..Birinci önceliğimiz bu olmalı....

Sn Serenler;

Doğa bizden intikam alıyor, almaya devam da edecek..çünkü biz kendimizede ve kendimizden başka herşeye zarar vermeye devam ediyoruz..asıl acı kısmı, bunu hem cahilce, hemde sadece menfaat için yapmamız...

Siyasetçiler....yorum yapmaya bile gerek yok..sadece siyasi menfaat için aldatmaya devam..ama nereye kadar..İnsanlık ölmuş, vicdan denen bir şey kalmamış..sadece oy için milyonlarca insanı zehirleminin bedelini ne olabilir..:notr:

Can kendi canımız....(Eline sağlık abi) bir şeyler yapmamız gerekiyor..ama yapmıyoruz, yapamıyoruz..basiretimiz bağlanmış..sadece ama sadece o anı duşunuyoruz..o andaki menfaatimiz, dunyanın en zengini olsakta bir bardak saf suya muhtaç değilmiyiz..bunu ne zaman anlayacağız..yapacak bir şey kalmadığı zaman mı? o zaman çok geç olacak....

Su=Hayattır..

Serenler
20-11-2008, 12:36
Tarlada 1, pazarda 5 lira dönemi kapandı

Meyve-sebze fiyatlarının tarladan pazara gelene kadar katlanmasının önüne geçilecek. Peki nasıl ?
20 Kasım 2008 / 09:21
Meyve-sebze fiyatlarının tarladan sofraya ulaşana kadar birkaç kat artmasının önüne geçmek için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı harekete geçti. İmza için Başbakanlık'a gönderilen kanun taslağına göre, verimli çalışmayan haller kapatılacak.

Hallerin yönetimi belediyelere verilirken, özel hal kurulmasının önündeki engeller de kaldırılacak. Komisyoncu gelirine yüzde 6 sınırlaması getirilen taslak, üretici birliklerine doğrudan satış imkânı da veriyor. Düzenlemeyle, halen tarlada 50 kuruş olan bir kilo domatesin markette 5 katı fiyata satılmasının önüne geçilmesi planlanıyor.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, uzun süredir üzerinde çalıştığı 'Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı'nı Başbakanlık'a gönderdi. Başbakanlık çevrelerinden edinilen bilgiye göre, taslakla sebze-meyve ticareti yeniden düzenleniyor. Eski taslakta valiliklere verilmesi düşünülen hal kurma yetkisi, tamamen belediyelere bırakılıyor. Belediyeler, verimsiz çalışan mevcut toptancı hallerini kapatabilecek, başka yere taşıyabilecek veya verimli hale gelmeleri için bu hallere süre verecek. Tarladan tüketiciye anormal fiyat artışlarını önlemek için hal komisyoncularına da sınırlama getiriliyor. Buna göre, komisyoncular aracılık faaliyetlerinde kendi kusurlarından kaynaklanan her türlü zarardan sorumlu olacak ve en fazla yüzde 6 komisyon alabilecek. Ayrıca komisyoncu ve tacirlere, mal bedelinin üreticiye ödendiğini ispat etmek mecburiyeti getiriliyor. Semt pazarlarının en az yüzde 10'u üretici satış yeri olarak ayrılacak. Üretici birliklerinin doğrudan ürün satışına imkân verilerek, ucuz tüketimin önü açılacak.
İmar planlarında ayrılmış hal yerleri, toptancı hali kurulabilmesi için belediyeler tarafından 'Yap-işlet', 'Yap-işlet-devret', 'Üst hak tesisi' modelleriyle kişi veya kurumlara devredilebilecek. Mevcut hallere, yeni çıkan kanuna uygun hale gelmeleri için süre tanınacak. Özellikle birbirine çok yakın hallerin, mahalli idare birliği şeklinde tek çatı altında toplanması teşvik edilecek. Verilen süre sonunda kanuna uygunluğu sağlayamayan hallerin kapatılması öngörülüyor.

Ürünlere künye geliyor

Sebze ve meyve ticaretini yeniden düzenleyen taslakta öne çıkan bir diğer yenilik ise 'ürün künyesi' uygulaması oldu. Artık pazardan alınan bir meyvenin üreticisi, üretim yeri, hasat tarihi gibi özellikleri tüketici tarafından görülebilecek.

Tasarı taslağı, perakende satış yapanlara da sınırlama getiriyor. Satışa sunulan meyve ve sebzenin toptancı hallerinden alındığı veya herhangi bir toptancı haline bildirildiği belgelenecek. Belgelenen ürünlerin satışı engellenemeyecek ve bunlardan hal vergisi alınamayacak. Toptan satış miktarından az olmamak kaydıyla bütün gerçek ve tüzel kişiler, toptancı hallerinden mal satın alabilecek. Taslak, hallerin yönetimini tamamen belediyelere veriyor. Belediyelerin sorumluluğunda kurulacak yönetim, hallerde güvenlik, temizlik gibi hizmetleri yürütecek. Düzenlemeyle hallerdeki işyeri kiralamalarının da sınırlaması planlanıyor. İşyerlerinin kiraya verilmesinde mevcut kiracılara öncelik verilecek. Bu kiracılara ihale bedeli üzerinden yüzde 25 indirim yapılacak. Ancak, kira süresi 10 yılı geçmeyecek. Hallerdeki analiz ve kalite kontrolleri Sanayi ve Tarım bakanlıklarınca yürütülecek.

http://img230.imageshack.us/img230/6114/239905ic5.jpg


Hallerdeki anlaşmazlıklar, 'hakem heyeti'ne havale

Hallerde üreticiler ile meslek mensupları arasında veya diğer konularda yaşanan sorunların çözümü için yeni bir mekanizma öngörülüyor. Sanayi Bakanlığı tarafından hazırlanan kanun taslağına göre, hallerde yaşanan problemlerin çözümü için il merkezlerinde 'hal hakem heyeti' kurulacak. İhtiyaç halinde bakanlığa, ilçelerde de aynı heyeti kurma yetkisi tanıyan taslak, sekreterya görevini Sanayi ve Ticaret İl müdürlüklerine veriyor. Heyette, Sanayi İl müdürlüğünden bir üye, tarım il müdürlüğü, belediye, ziraat odası, ticaret ve sanayi odası (ticaret ve sanayi odasını ayrı olduğu yerlere ticaret odası), esnaf ve sanatkârlar odaları birliği, barolar, en fazla üyeye sahip tüketici örgütü ile komisyoncu ve tacirlerin oluşturduğu dernekçe seçilecek birer üye yer alacak. Değeri 50 bin yeni liranın altındaki uzlaşmazlıklarda Hakem Heyeti'ne başvuru mecburi olacak. Heyetin vereceği karar için asliye ticaret mahkemelerine itiraz edilebilecek. Ancak itiraz, hakem heyeti kararının uygulanmasını durduramayacak. Değeri daha yüksek davalarda ise hal hakem heyetinin vereceği karar, asliye mahkemesine delil olarak sunulabilecek. Taslakta öne çıkan bir diğer unsur da, 'toptancı hal konseyi' kurulması. Yılda en az bir kez toplanacak olan konsey, kanun ve mal ticaretinin uygulanmasını takip edecek.

Zaman
-----------------------------------


Ürünler tarlada komisyoncuya değil 50 kuruş bedava verilse şehirde fiyatı gene değişmiyordu. Sonuçta olan milyonlarca üretici ve tüketitice oluyor, tüm bunun karşılığında bir avuç rant kesimi üreticisiyle, tüketicisiyle tüm ülkenin kanını emiyordu. Hem de bugüne kadar nerdeyse 80 yıldır uygulanan yasa desteğiyle..
Umarım bu yasa çıkar, takipçisi de olalım. Çünkü sonuçta Türk çiftçisi de tüketici de kazanacak. Çünkü artık hiç kimsenin mecali kalmadı.
Bu güzel ülkede bu topraklarda aç kalmak sadece ve sadece çok büyük bir beceriksizlikle ve ihanetle mümkün olabilir.
Üreticiyle tüketici arasındaki engeller kaldırılmalı birbiriyle buluşturulmalıdır..

Serenler
29-12-2008, 11:34
arazİ toplulaŞtirilmasinda hedef yilda 1 mİlyon hektar:

ankara (a.a) - 29.12.2008 - fazilet ozer - tarim ve koyisleri bakanligi
mustesari vedat mirmahmutogullari, turkiye`nin 8,5 milyon hektar sulanabilir
arazisi oldugunu, bugune kadar soz konusu arazinin 1 milyon hektarinin
toplulastirildigini belirterek, ``kalan sulanabilir arazinin 7,5-8 yilda
toplulastirilmasini hedefliyoruz`` dedi.
Mirmahmutogullari, aa muhabirine, toplulastirma calismalari konusunda
aciklamalarda bulundu.
Toplulastirma konusundaki proje calismalarinin hizla devam ettigini
belirten mirmahmutogullari, proje cercevesinde toplulastirmanin hizmet alimi
yoluyla, 24 saat esasina gore yapilmasinin planlandigini soyledi.
Bu alanda yetismis elemanlardan hizmet alinacagini anlatan
mirmahmutogullari, soyle devam etti:
``koy hizmetleri kapandi, yetismis elemanlar acikta. Tapu kadastro bu yil
turkiye`de tamamlaniyor. Tapu kadastroda calisan personel de yine toplulastirma
birikimine, tecrubesine sahip. Koy hizmetlerinde calismis olanlar, emekli
olanlar, emekli olacak olanlar, tapu kadastroda su anda hizmet vermekte
olanlar... Bunlar sirketlesecek. Sulanan ve sulama imkani goturulecek alanlar
oncelikli, daha sonra kuru alanlar olmak uzere, dsi`nin calismasina paralel
olarak calisma yurutulecek. (su alanlar toplulastiriliyor) denilecek ve ihaleye
cikilacak.
Yilda 1 milyon hektar alani toplulastirmaya acacagiz. Proje hala calisma
safhasinda. Kaynak ihtiyaci var. Projeyi bakana sunduk. Daha sonra bakanlar
kuruluna, daha dogrusu siyasi iradeye sunacagiz.``
proje uygulamaya gectigi takdirde her yil 1 milyon hektar alanin
toplulastirilacagini kaydeden mirmahmutogullari, ``turkiye`nin toplam
toplulastirilabilecek alani 14 milyon hektar. Her ne kadar tarima elverisli alan
26,8 milyon hektar diyorsak da her alan toplulastirilamiyor`` dedi.
Ciftci kayit sistemi`nde (cks) 21,5 milyon adet parselin kayitli oldugunu
ifade eden mirmahmutogullari, 21,5 milyon parselin varliginin da toplulastirmanin
turkiye`nin birinci onceligi oldugunu gosterdigini soyledi.

-``surdurulebilirlik ve rekabet edebilirligin sarti olcek buyuklugu``-

konya`da iki ilcede toplulastirma yaptiklarini, 3,5 dekarlik parselin
30,2 dekara yukseldigini, yaklasik 30 dolayindaki parsel sayisinin 3`e 4`e
dustugunu anlatan mirmahmutogullari, araziye makineleri, teknolojiyi goturebilmek
icin olmazsa olmaz sartin ``toplulastirma`` oldugunu vurguladi.
Toprak analizi faaliyetinin efektif olmasi icin de toplulastirma
yapilmasi gerektigini yineleyen mirmahmutogullari, ``surdurulebilirlik ve rekabet
edebilirligin sarti olcek buyuklugu. Siz eger olcek buyuklugunu olusturamazsiniz,
rekabet sansiniz olmaz. 3,1 milyon ciftciniz olur ama hepsi de surunur`` dedi.
Turkiye`nin 14 milyon hektar toplulastirilabilir alani bulundugunu, bu
alanin 1 milyon hektarinin toplulastirildigini ve halen 13 milyon hektar alanin
bulundugunu bildiren mirmahmutogullari, ``toplulastirilan 1 milyon hektar arazi
sulanabilir alandi. Turkiye`nin 8,5 milyon hektar sulanan arazisi var diyoruz.
Oncelikle odaklanacagimiz nokta, bu alanlar. Yilda 1 milyon hektar arazinin
toplulastirilmasini hedefliyoruz. 8,5 milyon hektar sulu arazinin 1 milyon
hektari toplulastirildi. Geriye kaldi 7,5 milyon hektar. Bu arazinin de 7,5-8
yilda toplulastirilmasini hedefliyoruz`` diye konustu.



-aa-
|

makber
21-01-2009, 16:48
Dünyadaki güncel hububat fiyatlarını verebilecek arkadaş var mı ?

BORA YAŞAR
07-02-2009, 16:15
Kanımca Sn Serenler'in uzmanlık alanını ilgilendiren bir haber bu.

Birkaç yıldır benim de bilgim var.

Söylenen, Konya ovasında herkes tarafından bilinçsizce artezyen açılması, şeker pancarı ziraati, inanılmaz obruk manzaraları oluşturmuş durumda.

Aynen portakalın suyunun enjektörle alınması gibi. Portakal pörsüyüveriyor.

Devletin bu olayda ilgi derecesi merak konusu.

Tuz gölünü kuruttuk. Sıra ovaya geldi.

Vatan böyle ilgisiz sorumsuz insanlarla vatan olmaktan çıkıyor demekki.



Mısır tarlasında korkutan olay!


Konya’nın Karapınar ilçesindeki bir mısır tarlasında hasat yapılırken, yaklaşık 70 metre çapında, 80 metre derinliğinde obruk (yer kabuğunun çoğu kez aniden çökmesiyle ortaya çıkan çöküntü) oluştu.


Karapınar ilçe merkezine 17 kilometre uzaklıktaki Akkuyu yaylasındaki mısır ekili tarlada çalışan işçiler, yeni bir obruğun oluşumuna tanık oldu. Yaklaşık 70 metre çapında ve 80 metre derinliğindeki obruk, olay anında
tarlada çalışan çiftçiler arasında büyük korku yarattı.


Obruğun oluştuğu sırada tarlada mısır hasadı yapan biçerdöver sürücüsü Mustafa Çınar, dün sabah saatlerinde başladıkları hasat işlemlerinin normal şekilde devam ettiğini, ancak akşama doğru büyük bir gürültü ile mısır tarlasının çöktüğünü söyledi.


Obruğun oluştuğu alana yaklaşık 100 metre uzaklıkta çalıştıkları için çöküntüyü hissettiklerini ifade eden Çınar, "Büyük bir gürültü oldu. Sonra biçerdöverden indim ancak çöken alana korkumdan yaklaşamadım. Eğer birkaç dakika sonra meydana gelse biz de çöken alanda olacaktık. Oluşan obruğu arkadaşlarıma haber verdim. Çevresine yaklaşamadık. Gece çalışmamız sırasında çökmenin olmaması bizim için büyük bir şans. Eğer gece çökme meydana gelseydi çok kötü sonuçlar olabilirdi" dedi.


Karapınar Ziraat Odası Başkanı Hikmet Bozaklı ise Karapınar’ın jeolojik yapısının acilen incelenmesi gerektiğini söyledi. Karapınar’da tarım yapılan yerlerin bir bir çökmeye başlamasının ciddi bir tehlikenin habercisi olduğunu ifade eden Bozaklı, şunları kaydetti: "Şu anda ilçenin çeşitli bölgelerinde meydana gelen obruklar bölgenin
toprak yapısının ne kadar tehlikeli boyutlara ulaştığını gösteriyor. Çok ciddi araştırma yapılıp sonuçları vatandaşlara açıklanmalı. Çünkü obruklar Karapınar için çok önemli bir konu. Bugüne kadar can kaybının olmaması Allah’ın
takdiri."

http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&Kategori=turkiye&ArticleID=1056747&Date=07.02.2009&b=Misir tarlasinda inanilmaz olay&ver=43

latino
24-08-2009, 10:41
Derin acılar dilsizdir


24.08.2009 | Deniz Bayramoğlu | Yorum

Dolunay gökte, başka bir dünyadan geceye açılan bir kapı gibi parlıyor. Sadece gece kuşlarının ve cırcır böceklerinin sesleri duyuluyor, insanların rahat ve keyifli alçak perdeden konuşmaları ve gülüşmelerinin dışında. Ilık, limonata tadında bir yaz akşamı. Modern bir su ya da elektrik tesisatının olmadığı bir bağ evinde, başka bir zaman bir araya gelmesi mümkün olmayan farklı işlerden ve yaşlardan bir grup insan, geniş bir masanın etrafında toplanmışız. Işık masaya dağılmış olan mumlardan, su ise hemen yanı başımızdaki kuyudan geliyor sofraya. İçtiğimiz şarap bu bağın üzümlerinden yapılmış; muhteşem bir tadı var. Masada, akşam deniz dönüşü yol üzerinden toplanmış Ege otlarından yapılma harika salatalar. Domates, biber, hıyar; hepsi bağın köşesindeki küçük bir bostandan daha bir saat önce toplanıp masaya getirilmiş. Bir rayiha ve tat okyanusunun ortasında gibiyiz.
Bülent Bey, yoktan var ettiği bağı büyük bir coşkuyla anlatıyor. Şarap yapmanın ve tatmanın ayrıntıları ise inanılmaz. Yıllarca büyük bir şirkette yöneticilik yapmış Bülent Bey. Daha çalışırken kafasına koymuş emekliliğinde adaya yerleşmeyi. Ve niyetini de gerçekleştirme şansı bulmuş. Şimdi bağında, adanın en güzel üzümlerini yetiştiriyor, en iyi şaraplarını yapıyor. Sadece Bülent Bey değil, masadaki diğer insanlar da ya fişi çekip adaya yerleşenler ya da kısa vakitte yerleşmeyi planlayanlar...

Burada yaşamak kolay
"Burada yaşamak çok kolay. Toprak ve deniz, ihtiyacın olan her şeyi veriyor sana. İstediğin her şeyi yetiştirebilirsin burada. Hem toprakla uğraşmak, yeşil ve büyüyen şeyleri izlemek ayrı bir keyif. İnsanın ömrünü uzatıyor."
Bunları söyleyen de Öngün Hanım. O da bir bankada yöneticilik yapmış uzun yıllar boyunca. Sonra bir yaz tatil için gelip nasıl olduğunu anlamadan kendini adaya yerleşmiş buluvermiş. Şimdilik merkezde yaşıyor ama onun da isteği bir iki sene içinde küçük bir bağ edinip üzüm yetiştirmek. Üzüm ve kendi sebze meyvesini...
Sonra Aydan Hanım konuşmaya başlıyor: "20 lirayla haftalık alışverişimi yapabiliyorum. Üstelik aldığım meyve sebze bulunabilecek olanın en iyisi." Sonra kalkıp yanı başındaki bostandan bir domates koparıyor. Domatesin kokusu inanılmaz. Sonra parmaklarını uzatıyor. Kokluyorum, o güçlü domates rayihası tüm hücrelerimi dolduruyor bir anda.
Domatese uzanıp bir dilim kesiyorum ve Leydim'e uzatıyorum. "Bir gün" diyorum, "Biz de bahçemizdeki domateslerden yapılmış salatalar yiyeceğiz. Kendi şarabımızı içeceğiz sadece bize ait bir gökyüzü altında".
Aydınlık bir yaz sabahı gibi gülümsüyor. "Çok uzun sürmesin ama" diyor: "Düşleri gerçekleştirmenin en kestirme yolu uyanmaktır..." "Çok uzun sürmeyecek Leydim" diyorum ben de; bu "düşten" uyanmanın hepimiz için zorluğunu bilerek...

Toprağa duyulan aşk
Masada sohbet katmerlenmiş, devam ediyor. Ve daha birçok insanın aynı planı, toprağa dönme planı yaptığını öğreniyorum konuşmalardan. Hayatını modern toplumun en uç noktalarında geçiren bu insanların toprağa duydukları aşk inanılmaz. Hepsinin gözleri parlıyor elleriyle büyüttükleri ya da topladıkları şeylerden bahsederken. Hayat yeniden ve daha güzel bir biçimde var ediyor kendini, bir zamanlar klavyelerde dolaşan, şimdiyse toprağa bulanmış bu parmakların ucunda. Onlar kentten köye göç edenler.
Köyden kente göç edenler de var ama. Onlarsa maalesef hüzünlü bir hikâyenin kahramanları. Ve gelelim benim "ıssız adam"a.... "Issız adam" diyorum çünkü hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir, burada toprak acı çekiyor, dilsizliği ve ıssızlığı bilirim bundan... Benim ıssız adamda birçok insana yeni bir hayat şansı veren toprak onların felaketi olmuş. Çünkü toprak artık başka bir oyunun parçası; dev uluslararası şirketlerin oyuncağı haline gelmiş durumda.
Mesela gıda fiyatları 2008 yılında, bir önceki yıla kıyasla neredeyse ikiye katlanmış durumda. Üretim, özel şirketlerin eline geçtiği yerlerde büyük bir düşüş trendi içinde. Topraklarını büyük şirketlere kaptıran köylüler akın akın büyük kentlerin gecekondu bölgelerine akıyor.
Tarihte ilk kez kentsel nüfus, kırsal nüfusun üzerine çıkmış durumda ama bu, işin kandırmacası. Dünya nüfusunun altıda birinin gecekondu bölgelerinde yaşadığı gerçeği durumun aslında ne kadar vahim olduğunu ortaya koyuyor.

Paranın gücü yenilecek

Tohum, toprak, tarım ilacı, gübre, tarım makineleri, ticaret ağları ve son olarak da marketler uluslararası şirketlerin tekeline girdiği içindir ki artık tarım da piyasa için yapılır hale gelmiş durumda. Bunun anlamı ise şu: Dünyada şu an yaklaşık 1 milyar insan ağır ve sürekli bir açlık tehlikesi altında yaşıyor. 2 milyar insanın gıda güvenliği yok. Yani bu insanlar bir sonraki öğünün nereden geleceğini, dahası bir sonraki öğün diye bir şeyin olup olmayacağını bilmiyor. Bu da insan nüfusunun yarısının açlık ya da yetersiz beslenme tehlikesi altında yaşadığını gösteriyor.
Bu, sadece azgelişmiş ve fakir güney ülkelerinin problemi değil. Açlık probleminin gelişmiş ülkeleri de kıskacı altına alması, sistemin ne kadar yıkıcı olduğunun en büyük kanıtı. Bugün gelişmiş ülkelerde nüfusun yüzde 12'sinin gıda güvenliği yok. Çocuklarda bu oran yüzde 17'ye kadar çıkıyor. ABD'de, 2008'de açlık ya da yetersiz beslenme sorunu yaşayan insan sayısı 26 milyonu aştı. Durum ABD ve diğer gelişmekte olan ülkelerde böyleyse, Afrika'yı ve Asya'yı siz düşünün.
Şimdilerde Türkiye, genetiği değiştirilmiş gıdaları da kapsayan bir dizi yasal değişiklikle Türk tarımını da uluslararası şirketlere açma yolunda. Bunun sonuçlarının ne kadar ağır olacağını düşünmeden üstelik. "Bu ada" diyorum Leydim'in elini tutup, "Hayata imanımı artırıyor. Nasıl ve nereden geleceğini bilmeksizin güzel ve güneşli günlere inanmamı sağlıyor".
"Sus" diyor Leydim, parmaklarını dudaklarıma bastırarak, "Sessizliğin seslerini dinle. Doğa ona saygı duymamızı bekliyor. 'Son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyeceğini anlayacak!' Ve 'uyanacak', bu defa yalnızca düşlerini gerçekleştirmeye..."


Biraz yorum, biraz duygusallık ama son derece de gerçeklerle yuzleşmemizi sağlayan bir yazı olmuş...

Serenler
22-09-2010, 07:35
BUGÜNDEN DÜNE SORULAR

Mustafa Serdar KÖKSAL



1- Hayvancılıkla ilgili neden gündem oluştu?

2- Hayvancılık kötüye mi gidiyor?

3- Hayvancılık politikasından kimler memnun kimler memnun değildir?

4- Hayvan bulmak kolay mı?

5- Hayvancılık politikası doğrumu?

6- İthalat şartnamesi hayvan alınabilinirmi?

7- İthalat şartnamesi ülkemizin, ülkelerin şartları ve hayvan varlığı ile uyumlumudur?

8- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın canlı hayvan ithalatı için ithalata izin verdiği Litvanya, Estonya, Letonya ve Macaristan' da hayvan var mı?

9- Türkiye’ nin talebi yurt dışındaki hayvan fiyatlarını artırırmı?

10- Avustralya, Uruguay, Yeni Zelanda gibi uzak ülkelerden hayvan getirmek için gemi bulunabiliyor mu?

11- Ürdünlü Hijazi firmasının gemisi çok mu?

12- Hayvan varlığı ile ilgili veriler doğrumu?

13- Kulak küpesi ticareti yapılıyor mu?

14- Kulak küpesi ile haksız destek alanlar var mı?

15- Daha önce hayvancılık yapmamış olanlar “ 0 ” faizle yatırım yapıyor mu? Riski nedir?

16- Damızlık hayvan fiyatı yükselirken çiğ süt fiyatının düşüyor mu?

17- Çiftçi zamanında destekleniyor mu?

18- Tutarlı akılcı politikalar var mı?

19- Deli hastalığı nedeniyle ithalata kapalı olan Avrupa Birliği ülkeleri de canlı hayvan ithalatına açıldı mı?

20- İthal edilen hayvanlar da şap hastalığını taşıma riski olabilir mi?

21- Trakya Arilik Bölge kapsamından çıkar mı?

22- Üretim artırılamazsa bugünden çok daha pahalıya et tüketmek zorunda kalırmıyız?

23- Dünyada en pahalı eti tüketen ülkeler hangileridir?

24- Uzun vadeli hayvancılık politikası nasıl olmalı ve nasıl uygulanmalıdır?

25- İthalat politikası iyi yönetiliyor mu?

26- Hayvancılıkta kayıt sistemi var mı?

27- Türkiye’ de “ŞAP HASTALIĞI” var mı?


==========================

Nereden çıktı bu sorular demeyin.
Hepsi de oldukça ciddi sorular. Cevaplamak da kolay kolay her babayiğidin harcı değil.
Toplumların günümüzdeki en önemli özelliği balık hafızalı olmaları.
Biri sormazsa, gerçekleri ortaya koymazsa kimsenin aklına gelmiyor.
Politikacılarımızın ufacık bir açıklaması onları aylarca oyalamaya yetiyor. Sonuçta o noktada işler tıkanırsa yeni bir hamle yeni bir açıklama geliyor, biraz da öyle idare ediliyor. O da yetmiyor ve büyük bir kısırdöngünün içinde dolaşıyoruz.
Birinin nereden aklına geldiyse yukarıdaki soruları soruvermiş.
Zor sorular...
Bunlar cevaplandırılımadan ülkemizde hayvancılığın düze çıkması ve ucuz et yememiz biraz hayal olacak.

Halil64
23-09-2010, 12:08
Güzel, kaliteli sorular Serenler abi, cevapları da güzel olursa işler yoluna girer. :)

yağmur
16-12-2010, 22:48
Hayvancılık sektörünün gelişememesi ve dışa bağımlılıktan kurtulamaması beraberinde bu kaynaktan sağlanan gıdalarda hilelerin ve sahtekârlıkların artışını getirmektedir. İnsan sağlığı ciddi tehdit altında bulunmaktadır. Hatta gıdada hilenin hızına bilim bile yetişememektedir. Temel gıda maddeleri başta olmak üzere sofralara konan birçok gıdanın içine insan sağlığına da zarar verecek nitelikte maddeler katıldığı, yiyeceklerin kimyasal işleme tabi tutulduğu yetkili makamlar tarafından bile inkâr edilememektedir.

9 Mayıs 2006 Cumhuriyet Tarım-Hayvancılık ekinde yayınlanan (Sayı;21: sayfa;21) bu önemli yazı Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Bşaşkanı Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ tarafından kaleme alınmış.

Gıdada hilenin hızına bilim bile yetişemiyor
Tarım ve Köyişleri Bakanlığının faaliyeti içerisine giren tarım, hayvancılık ve gıda ile ilgili sorunlar ülkemizde halen çözümlenememiş ve gittikçe de içinden çıkılamayacak bir boyuta sürüklenmektedir.

Ülkemizde ve dünyada 20.yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bu değişimden doğal olarak tarım ve hayvancılık da etkilenmekte, eski yeni, olumlu olumsuz, iyi kötü gibi karşıt kavramlar çatışmakta ve yeni değer yargıları, yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Böyle bir ortamda ülkemizin ekonomik anlamda dışa açılımını sağlayacak, kırsal ekonomik kalkınmanın itici gücünü oluşturacak potansiyele sahip tek güç tarım ve hayvancılık sektörüdür. Bir takım popülist yaklaşımlarla verimliliğini artıramamış, diğer sektörler içinde eritilmeye çalışılmaktadır.

Yıllardır gelen her iktidar gibi bu iktidar da hayvancılık sektörüne yönelik ekonomik politikalar konusunda yapılan uyarıları dikkate almamayı bir yücelik saymaktadır. Üstelik gücünü aldığı Meclisteki çoğunluğa dayanıp daha ileri giderek bu sefer hayvancılığı tamamen katletmeye çalışmaktadır.

Hayvancılık sektörü, devlete yıllardır başlı başına bir sektör olarak değil, bir yan iş kolu olarak tanıtılmıştır. Bu yanlış, bir devlet politikası olmamasına karşın, yönetime egemen olan anlayış, devleti bu şekilde yönlendirmiştir. Hâlbuki gelişmeyen hayvancılık sektörü, diğer birçok sektörün gelişmemesine de neden olmuştur.

Öncelikli olarak, ülkemizin koşullarına uygun ulusal bir hayvancılık politikası ne yazık ki yoktur. Ülkenin kırsal kalkınması ancak ulusal hayvancılık politikası oluşturulması ve uygulanması ile mümkündür. Güneydoğudaki terörü besleyen ve köyden kente göçü teşvik eden işsizlik sorunu da böylece ortadan kalkacaktır. Hayvancılık sektörü, kendi üretim yönü dışında birçok sektöre hammadde sağlayan sürükleyici ve istihdam yaratıcı bir sektördür. Merkezden güdümlü üretici birlikleri ve çok amaçlı kırsal kalkınma kooperatifleri yerine üretim alt sektörlerine (besi, tavukçuluk, süt vb) göre kurulmuş, üretimi endüstri ve pazarlama ile bütünleşmiş ihtisaslaşmış kooperatif modelleri ve tabandan gelişen demokratik üretici birliklerinin kurulması en başta gelen önceliklerdir.

Türkiye, mevcut sosyo- ekonomik ve coğrafi yapısıyla her türlü hayvansal üretime uygun ve çok önemli bir potansiyele sahiptir. Ancak, ülkenin sahip olduğu bu potansiyel yanlış planlama ve uygulamalar sonucu akılcı ve verimli bir biçimde kullanılamamaktadır.

Hayvancılık sektörünün gelişememesi ve dışa bağımlılıktan kurtulamaması beraberinde bu kaynaktan sağlanan gıdalarda hilelerin ve sahtekârlıkların artışını getirmektedir. İnsan sağlığı ciddi tehdit altında bulunmaktadır. Hatta gıdada hilenin hızına bilim bile yetişememektedir. Temel gıda maddeleri başta olmak üzere sofralara konan birçok gıdanın içine insan sağlığına da zarar verecek nitelikte maddeler katıldığı, yiyeceklerin kimyasal işleme tabi tutulduğu yetkili makamlar tarafından bile inkâr edilememektedir.

Ufalanmış peynirin birleştirilip yeniden kalıp peynir yapıldığını, dana kıymaya tavuk sakatatının katıldığını, sütün yağının alınıp yerine margarin konulduğunu biliyorduk ama daha kötüleri de var. Örneğin küflü kaşarlar eritme peyniri yapılıyor. Tavuk dönerin içine tavuk derisi, bağırsak, paça ve sakatatlar baharatlanarak karıştırılıyor. Kırmızı bibere kiremit tozu ekleniyor. Kalitesiz bulgura boya katıp ayıp örtülüyor. Zeytinyağına rafine ayçicek, kanola, fındık ve tereyağı karıştırılıyor. Son kullanma tarihi geçmiş sucuklar yeni yapılan sucukların içine katılıp yeniden imal ediliyor.

Salam ve sosislerin içine hayvansal atıklar katılıyor. Soya baharatla karıştırılıp sucuk imalatında kullanılıyor. Baharatlar arasına kurutulmuş ot ve sap karıştırılıyor. Depolarda iyi muhafaza edilmediği için küflenen çaylar da soframıza geliyor. Eve alınan sucuklarda hiç et olmayabiliyor, dana kıymanın içine sırf renk versin diye karaciğer ve bağırsak konabiliyor. Marketlerde bozulmaya başlayan etler terbiyelenip mangallık diye satılabiliyor. Balların ise arı yüzü görmeden üretildiğine bile tanık olduk.

Türkiye'de sahte gıda piyasasında ürün yelpazesi bir hayli geniş. Çiftlikten sofraya gıda güvenliği denilen olgu henüz ülkemize yerleşmemiş. Büyük umutlarla çıkartılan ve Avrupa ülkeleriyle uyumlu diye yutturulan 5179 sayılı Gıda Yasası bunu sağlamaktan uzak. Denetim ve kontroller yok denecek kadar az. Bu ülkenin başkentinde satılan etlerin %50'si kaçaksa ve herkesin gözü önünde kaçak hayvan kesimi yapılabiliyorsa bunlar normaldir diyebilirsiniz. Yapılmak istenen şey hayvancılığı katletmekse bunun başarıyla uygulandığını görüyoruz. Hayvancılık öldü. Yakında tarım da bitecek gibi. Gelişmiş ülkelerin semirmiş pardon büyük şirketleri şimdiden iştahlı bir şekilde pazara girme hazırlığında. Az kaldı. Sıradaki gelsin!

ATTİLA HAN
18-12-2010, 22:34
"Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen çipurayı çiftlikte yetiştirmeyi başaran Türkiye,

dünyanın en güzel meralarına sahipken, ineği de taaa Uruguay'dan getirmeyi başardı.


Yeterli ineğimiz yok çünkü.

Koyun sayımız iyi.

Öküz de getireceklerdi aslında.

Şöyle bi baktılar etrafa...

E yeteri kadar var.

*

Var ama, hayvan başka şey...

Hayvancılık başka şey maalesef.

*
(Bakın, bu Uruguay'dan ilk önce Lugano gelmişti bize; Başbakan'ın takımı Fenerbahçe'ye...

Tosun gibi çocuktur maşallah, bonservisi 6.5 milyon Euro'ydu, 4 yılda ödenen para 14.5 milyon Euro...

Uruguay ineklerinin tanesi, 1.800 Euro...

8 bin tane gelecek, onlar da 14.5 milyon Euro...

Hadi diyelim, inek yetiştiremiyoruz...

Bi tane Lugano yetiştirip Uruguay'a göndermeyi becerebilseydik, inekler bedavaya gelecekti yani...

O nedenle, Lugano'nun kaptanı olduğu Uruguay milli takımı Dünya Kupası'na katılıyor...

Biz ise Uruguay ineklerinden mangal yapıp, Kupa'yı televizyondan seyredeceğiz anca.)
*
Top çevirmeyi bırakıp, kıyaslarsak...

Türkiye'nin nüfusu 72 milyon.

Alt tarafı 10 milyon ineği var.

Uruguay alt tarafı 3.5 milyon kişi.

13 milyon ineği var.
*
------------------------------------------------------
------------------------------------------------------
------------------------------------------------------

Hayvancılıkla alakalı Dersler çıkartılacak bir yazı ...

Ve tebrik ederim ki ; Gerçekten yazıdan DERS çıkartılmış :)

Helal olsun diyorum ...Kime mi ?... Tabiki Uruguay'a

Biz Türkiye olarak bilindiği gibi İthalata ve kupa maçlarına devamm ...

Ancak Uruguay ise İhracata devam etmeme kararı almış ...

Şimdi gelde Adamlara Helal olsun deme yani...


---------------
---------------
---------------


................... Uruguay hayvan ihracatını durdurdu

.................... http://www.tarimdunyasi.net/?p=1968

.

Serenler
21-02-2011, 12:37
Zeytinden kurtuldular bir de üretici kurtulsa!

Akşam
Funda Özkan



Ege'nin başladığı yer, Çanakkale'ye bağlı Küçükkuyu. Belediye Başkanı Cengiz Balkan, 'Zeytin Kurtuluş Şenliği' yapmak istedi, biz de geldik.
Zeytin ve kurtuluş kelimeleri yan yana tuhaf duruyor, farkındayım. Zeytin hasadının bitişi kastediliyor. Yoksa düşman işgali yok.
Bölge insanı, zeytinden, zeytinyağından ekmek çıkaranlar bu ülkeye dünya nimetini sevdirmeye çalışıyor. Zeytinyağı tüketimi son yıllarda kişi başına yıllık 800 gramlardan, 1.5 kilograma çıktıysa bunda biraz da zeytinyağına gönül vermiş biz gazetecilerin payı var.
Ülkemizde zeytinyağı tüketimi, Batılı komşularla karşılaştırıldığında onda biri, on beşte biri kadar. Türkler, zeytinyağını kullanırsa sadece zeytinyağlı yemeklerinde kullanıyor. Türkler margarin tüketiyor, Türkler katı yağ seviyor.
Zeytinyağı kültürünü yaratmak kolay değil. O yüzden ısrarla ve inatla bölge insanı Ayvalık, Akhisar veya Küçükkuyu hasat şenlikleriyle zeytinyağını tanıtmaya çalışıyor.
Tabii ki işin ekonomik boyutu da var. Zeytinyağı diğer yağlarla karşılaştırıldığında pahalı. Tüketici zeytinyağının fiyatından memnun değil. Üretici memnun mu?
Üretici de memnun değil.

Devamı:

http://www.aksam.com.tr/zeytinden-kurtuldular-bir-de-uretici-kurtulsa-1208y.html

kayramayra
08-03-2011, 18:14
zeytini pek sevmezdim ama bu sene zeytin bahçesi alınca emek sarfedince ne kıymetli olduğunu anladım .kendi ellerimle topladım hem yeşil hem siyah zeytin yaptım çok da güzel oldu acemi şansı heralde.herkese de dağıttım.zeytin yağını da çok seviyoruz artık başka yağ kullnmıyorum margarin eve hiç girmiyor.keşke herkes böyle yapsa...
.
meğer ne zormuş çiftçi olmak .üreticinin hakkı hiçbir zaman verilmiyor .hafta sonu 150 kök mandalina fidesi diktik .inşallah hepsi de tutar.hobi olarak başladık bakalım hayırlısı

Serenler
01-10-2011, 23:12
Tarımda işler yoluna girdi!


Ülkemde tarım nasıl olmalı?

Bakanlar Cevdet Yılmaz ve Mehti Eker’e (II)

Oğuz GÜLER 26 Eylül 2011 Pazartesi


Bu yazdıklarımı başarılı bulduğum hükümeti tenkit için değil Ak parti aday adayı, meslekten biri olarak Tarım bakanlığın da başarılı olması için yazıyorum. İnşallah yapıcı tenkitlerden katkı olarak faydalanmayı düşünürler. Bugün Ankara’ yı dolaştım. Çok şaşırdım. Herkes yerli malı kullanıyor, bir ihracat telaşı var. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının televizyonlarda ve bilboardlarda yerli üretim ve tüketimi destekleyen reklamları var. Yağlık ayçiçek üretimini yüzde 30 artmış, ihraç ediliyor. Bu yıl 500 bin ton mısır fazlalığı var. Buna göre önümüzdeki yıl mısır üretimi azaltacaklarmış. Mısır ekimi yapmayan üreticilere, boş bıraktıkları tarlalar için Devlet karşılıksız destek verecek. Kurban bayramı için yurtdışına canlı hayvan satışları yapılacak. Et ihracatına bu yılda devam edilecek.Et Balık Kurmu üreticimiz ürettiği hayvanları yurt dışına yüksek fiyatlarla satmak için planlar projeler hazırlıyor. Besicilerimiz hayvanlarını ve etlerini daha iyi fiyatla satıyor. Besiciler iyi kazandıkları için kurbanlıklarda % 15-20 indirim yapma kararı almış. Ülkemin tamamı HASTALIKTAN ARİ BÖLGE olmuş. Vatandaşımızın bir kısmı kredi kartları bankalara iade ediliyor.GDO ile ilgili AR-GE'lerimiz çalışıyor. Ürettiğimiz GDO’ lu tohumlar sadece dışa satılırken içeride tüketim yasaklanmış. Bakan, GDO'lu tohumları diğer ülkelere sattırıyor. O ülkelerin mevzuatını değiştittirerek GDO’ lu tohum üreten üreticilerimize yardımcı oluyor. Biyogüvenlik yasası ile GDO ithalatı tamamen yasaklanmış ancak ihracat serbest bırakılmış. Yemciler, yumurtacılar ve beyaz etçiler sadece GDO’ suz yemler kullanıyor.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yeni yapılanmasını bitirmiş. Yapılanma konu bazında olduğu için vatandaş bir Genel Müdürlükte tüm sorularının cevabını alabiliyor. İşini bitiriyor. Yani üretimi geliştirme, hastalık, araştırma ve örgütlenme için ayrı ayrı genel müdürlüklere gitmiyor. Taşrada da tek şubede işlerini hallediyor. Bakanlığın yeni binasında tüm sorunlar çözülmüş. Diğer Bakanlıklarda olduğu gibi su kesilmiyor? Asansör doğru çalışıyor. Kaçak yapı değil. Bakanlıkta önce plan, proje yapılır sonrada uygulanır hale gelmiş. Başbakanım her konuşmasında Yeni Tarım Bakanı ve ekibine teşekkür ediyor. Yönergeyi kaldırmışlar. Mevzuat yaparken tüm paydaşlardan görüş alıyorlar. Eski DPT ye, yeni Kalkınma Bakanlığına kısa süreli projeler sunuyorlar. Etkili denetim, izleme ve değerlendirme yapıyorlar. Başarılı projeleri diğer bölgelere yayıyor. Başarısız projeleri iptal ediyorlar.Liyakatlı bürokratlar tüm kamuda yerini almış. Gıpta ile izlenen bir ülke olmuşuz.. Merkezde sorunlar anında çözülürken, taşrada çiftçiler mutlu. Somali gibi ülkelere yardımları arttırmışız. Girdi maliyetlerimiz düşmüş. Tarımsal topraklarımız ve meralarımız ranta kapatılmış.
Tarımsal eğitimler sürmekte, tarımsal yayım ve haberleşmede, yayım sistemleri ve yaklaşımlarında, tarımsal yayımdaki çözümlerde, üretici-yayım-araştırma ve sorun çözmede, tarımsal programların hazırlanmasında uygulanmasında örnek ülke olmuşuz. İthalata dayalı tarım politikası diye bir şey kalmamış. Tarım toprakları amaç dışı kullanılmıyor. Düşük girdi nedeniyle kimse tarlasını satmıyor. Küçük çiftçi mutlu. Kömürcüden tarımcı yapılmıyor. Yatırımlar artmış hem de damızlık inek fiyatları düşmeden, talep düşmemiş. Süt üretimi artmış, sütler değerlendiriliyor. Tarımsal pazarlama ile sorunlar bitmiş.
Fındıkspor, Etspor, Büyükbaşspor, İthal Et ve Hayvancılıkspor, Sütspor, Destekspor, Mazotspor, Değişimspor, Yapılanmaspor, Çiftçispor, Ziraatoda- spor, Besispor, Tahılspor, Denetimspor durumları iyi, hepsi şampiyonlar liginde oynuyor. Verilen kredilerin geri dönüşleri zamanından önce ödeniyor. Plansız ve projesiz hiçbir şeye izin verilmiyor. “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” adı TARIM BAKANLIĞI olmuş. Bakanlıkta işler tıkır tıkır gidiyor. Bakan Şube Müdürlerini ve liyakatli bürokratlarını tekrar atamış. Hizmete emeğe saygı var. GÖÇ yolda düzelmemiş.Tarımsal yatırımcı danışma ofisi ne sorarsa sorsun, cevap alıyor.Tekrar araştırdım, bunlar nasıl olmuştu. Bizyazınca tarım bir süre Başbakanımıza bağlanmmıştı o yüzden bu düzelmeler yaşandı.Ya eski bakan Mehdi Eker ve ekibine ne olmuş. İnanın onu öğrenemedim. Sebebi de torunum Uğur Boramir'in sesi ile uyandım. Güzellikler hep rüyada olmasa.

Serenler
23-01-2012, 09:34
Bu bulutlar gitsin

Agah Oktay GÜNER

Bu bulutlar gitsin güneşi görelim. Bu insanı boğan huzursuz, sevgisiz, ümitsiz havadan kurtulalım. Cemiyet olarak, millet olarak artık Yunus Emre’lere, hak erenlere kulak verelim; “Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz.”
Evet Firavun kendini dünyaya hâkim zannediyordu. O’nu yıkacak Musa’yı sarayda büyüttü... Kayboldu gitti. Musa yaşıyor.Musa ahlakı yaşıyor. “Haddini bilmek” , ama ne yazık ki öyle olmuyor. Ben yaparım! “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” mantığıyla ömrümüzü tüketiyoruz.
Yıllardır vatanperverler ve akademisyenler Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye’nin bir geleceği olamayacağını söylüyorlar ama duyan yok! Halbuki AB ülkeleri sıkıntıda, “bu ülkelere ihracatımız giderek düşecek” ; falcılığı bir kenara bırakıp Türkiye’nin menfaatlerini koruyacak tedbirleri alıp uygulamanın tam zamanı... Hiç olmazsa aramızdaki “Gümrük Birliği Anlaşması”nın aleyhimize işleyen hükümlerini değiştirsek az kazanç mı?
Tabii daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi “Planlama” kalkınma için elzem. İktidar Devlet Planlama Teşkilatı’(DPT)nı morgdan çıkarıp diriltmelidir. “Adamım” felsefesini bir kenara bırakıp, işinin ehli gerçek adamlarla çalışacak bir DPT’ye şiddetle muhtacız. Neden mi? Söyleyeyim. En canlı örnek “et” konusu; ithalatının kolaylaştırılmasına rağmen et fiyatları yükseliyor. Çünkü Et Balık Kurumu’nu satmışız. Şimdi bu muhteşem kuruluşun yerini alabilecek bir kurum düşünülüyor.
Tarımı “üvey evlat” ilan etmişiz. Köylü tek kelimeyle perişan. Tarım dinamitlenmiş gibi. Çiftçinin kullandığı “kırsal mazot” Ocak 2011’de kaldırıldı. Sadece mazot pahalılığından dolayı çiftçinin ödediği KDV farkı 300 milyon doları buluyor. Çiftçi bu zor şartlarda üretime devam ediyor. Neticede 2002 yılında bankalara 5 milyar lira borcu olan çiftçinin borcu şimdi 30 milyar lira. Artık bankalara olan borcunu ödeyemiyor. Tarlası, malı, mülkü satılıyor. Şehre göçüyor. Çaresizlik kaderi oluyor. Bu politikanın sonucu tarım ürünleri ithalatı, ihracatını çoktan geçmiş. 4 milyar dolara yakın açık var.
Hayvancılık dev gibi sorunlarla karşı karşıya. Yem/süt dengesi kurulsa “süt hayvancılığı” dirilecek.
Ülke kaynaklarına ne kadar sahibiz? Bu gücü ne ölçüde kullanıyoruz? Zaman adeta erircesine geçerken biz ne yaptık? Toplumun, insanımızın hayrına ne işledik? sorusunu ne zaman kendimize soracağız? Altın zamanlar geldi, geçiyor. AB çatırdıyor, çökme yolunda. Türkiye bütün emperyalist oyunlara, içteki gaflete, dıştaki melanete rağmen Orta Doğu’nun en güçlü ülkesi... Peki, neyi eksik? -Muhasebesi- Devletten hükümete, vatandaşa kadar herkes yaptığı işin muhasebesini yapsa verimliliğimiz artacak.
Muhasebenin hiç olmadığı yer “Dış Politika”. Bir dostum geçenlerde sohbet ederken, “Politikasızlık” dedi. Büyük ölçüde doğru, uzun vadeli stratejilerle tespit edilmiş, kararlılıkla yürütülen bir dış politikamız maalesef yok. Etkili ve yetkili makamlardaki bürokratlar o kadar sık değişiyor ki bir devamlılık da yok. Süper güçlere teslimiyet politikasının bize verdirdiği kayıpları ne zaman anlayacağız?
Yunanistan’ın NATO’ya alınması için Türkiye ikna edilirken, Kıbrıs Sorunu’nun çözüleceğine dair söz verilmişti. Bu sözü verenler ortadan yok oldu. Söz çoktan unutuldu.
Türkiye Suriye’nin jandarması olacağım derken top Rusların eline geçti. ABD Türkiye’ye bazen türlü vaatlerle havuç uzatarak, bazen de aba altından sopa göstererek istediğini yaptırıyor. Komşularımızla düşmanlık artıyor. Irak ve Suriye’de bu oyuna geldik. Libya’daki gelişmelerde olmazsak pastada payımız olmaz dendi. Şu halimizle ne yazık ki Müslümanları satan ülke konumuna geldik.
Bir diğer yürek dağlayan konu; yabancılara mülk satışı. Yabancılara satılan topraklar bu güne kadar 84 milyon 153 bin metre kareye ulaştı. Yabancılar 113 bin 37 adet gayrimenkule sahip oldular. Bunun muhasebesini yaptık mı? Kazandığımız meblağ, kaybettiklerimize değdi mi? Şimdi yabancılara mülk satışını kolaylaştıran bir kanun hazırlanıyor. Hedef 10 milyon dolarlık daha satış yapmak.
Gelelim eğitime... Mecburi eğitimin 11 yıla çıkarılmasına çalışılıyor. 8 yıla çıkardık ne fayda sağladık? Sütunları kaplayacak bilgi ve belgeye sahibiz. Ama ne çare...
Bizim derdimiz aka kara demek değil. Biz aklar, yani güzel adamlar çoğalsın istiyoruz.
İktidar her alanda yetişmiş kadroların fikirlerine, objektif tespitlere önem verip, tecrübeli bir kadroyla planlı ve programlı hareket etmeyi benimserse muhalefet de dağınıklıktan kurtulur. Karşılıklı fikir alışverişine zemin sağlanır.
Önce düşünmek, sonra hareket etmek altın zamanları kazanmanın şartıdır. Zamanın kıymetini bilmek özel hayatta da, siyaset hayatında da huzurun anahtarıdır.
Güneş o zaman en güzel haliyle görünür.

abrahamme
02-02-2012, 02:12
Evde gıda ürünleri üreten ev hanımları, köylü veya çiftçi arkadaşlar. Ürünlerinizi gidaambari com sitesinde satabilirsiniz.

Serenler
21-07-2012, 08:02
İnsanlık için önemli bir gelişme, Türk tarımı için de gurur verici bir çalışma:

Sudan tasarruflu Ziya Bey mucizesi!

Dünya kavrulurken Türkiye az suyla yetişen buğdayı buldu. İlk sipariş Afrika'dan geldi

EBRU ERDOĞAN/HT GAZETE

Küresel ısınma nedeniyle sıklaşan kuraklıklarla savaş için iki yıl önce Kuraklık Test Merkezi'ni kuran Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, burada en az suyla yetişen hububat ürünlerini bulmak için Ar-Ge çalışmaları yapıyor. Bulunan üç çeşit tohumdan Sudan'a 10 bin ton gönderildi ve ekimi yapıldı.

Dünya, ABD'de yaşanan kuraklığa bağlı olarak hububat fiyatlarındaki artışı konuşurken Konya'da, mümkün olduğunca az suyla da yetişen buğday tohumlarının Ar-Ge'si yapılıyor. Kuraklığa dayanıklı üç çeşit buğday, yılda ortalama 25 mililitre yağışın düştüğü Sudan'da tarımsal üretim için umut oluyor.

Konya'da bulunan ve bünyesinde Kuraklık Test Merkezi'nin kurulduğu Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürü Yüksel Kaya, 2010'da açılan enstitüde iki yıldır kuraklığa dayanıklı buğday tohumlarını araştırdıklarını söyledi. Geçtiğimiz yıl 12 bin buğday çeşidi üzerinde çalıştıklarını anlatan Kaya, "Bu yıl bunu 100'e indirdik. Gelecek yıl bu 100 çeşidi ekip araştırmayı sürdüreceğiz. Birkaç yıl içinde de kurak topraktan güçlü çıkan tohumlar için tescil alacağız" dedi.

SUYUN YARISI YETİYOR
Normalde buğdayın verimli şekilde yetişebilmesi için 600-700 mililitrelik suya ihtiyacı olduğunu belirten Kaya, kuraklığa dayanıklı olanlara ise 350 mililitrenin yettiğini söyledi. Bunu 200 mililitreye indirmek için ekimlerin sürdüğünü dile getiren Kaya, şöyle devam etti: "200 mililitrenin altında yağış, üretim için ciddi kuraklık anlamına geliyor. Yağış fazla olduğunda bu tohumlar olumsuz etkilenmiyor. Kuraklığa dayanıklı buğdayın verimi daha düşük; normalde dekar başına 300-400 kilogram ürün alırken, bu 200 kilolar civarına düşüyor. Ancak, kuraklık olduğunda bütün ürün yanıyor. Küresel ısınma da giderek kuraklığı artırıyor. Hiç ürün alamamaktansa kurak yerlerde bu tohumları kullanmak daha karlı." Yağışın az olduğu ülkelerde kullanılmak üzere ABD ve Avrupa'nın da bulunduğu 50 ülkeyle Tarım Bakanlığı bünyesinde 25 yıldır devam eden bir çalışmanın olduğunu anlatan Kaya, Kazakistan, İran, Pakistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Gürcistan'da Türk buğdayların kullanıldığını da sözlerine ekledi.

10 BİN TON BUĞDAY GİTTİ
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) yetkililerinden alınan bilgiye göre Sudan'a iki yılda 10 bin ton kuraklığa dayanıklı buğday tohumu gönderildi. Bunun geri dönüşlerini almaya başladıklarını ve ülke için daha iyi tohumların araştırmasının da sürdüğünü ifade eden TİGEM yetkilisi, şunları söyledi: "Sudan'da yıllık ortalama yağış, 25 milimetre. Bizde bazı bölgelerde bazen günde 80 mililitre yağış düşüyor. Buğday kuraklığa dayanıklı olsa da hiç su vermeden yetişmesi tabii mümkün değil. Bu nedenle Sudan'daki Ziya Bey-98, Basri Bey-95 ve Kaşif Bey adlı üç çeşit yazlık buğdayı toprağa ektik. Verimleri de gayet iyi."

http://ekonomi.haberturk.com/finans-borsa/haber/760567-sudan-tasarruflu-ziya-bey-mucizesi

madenci1
21-07-2012, 10:18
dünyanın en güzel meralarına sahipken, ineği de taaa Uruguay'dan getirmeyi başardı.



Dışarıdan gelen hayvanlar klonlanmış olabilir.

http://www.viagen.com/

Üç cins kopyalıyorlar ; sığır, at ve domuz...Demek ki bu durum çoktan ticari bir hal almış.

Bunlar GDO'lardan çok daha tehlikeli, ne tür sağlık sorunlarına yol açacağı meçhul.

Dışarıda et yemeyi kesinlikle tavsiye etmiyorum.

Aşağıdaki ayetler Kuran'dan,


RA'D

16. De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah'tır.” De ki: “Allah'ın astlarından o kendi kendilerine fayda ve zarar vermeye gücü olmayanları velîler mi ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Ya da Allah'a, O'nun gibi yaratan birtakım ortaklar buldular da, bu yaratış kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Ve O, birdir, kahhar'dır [her şeye üstün ve kahredicidir].”

17. O [Allah], gökten bir su indirdi de vâdiler, kendi ölçüsünde sel olup aktılar. Sonra da sel, suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir zînet eşyası veya bir yarar sağlamak için ateşte erittiklerinin üzerinde de benzeri bir köpük vardır. –Allah, hakk ve bâtılı böyle örnekler.– Sonra köpük atılır gider, insanlara faydası olan ise yerde kalır. İşte böyle Allah, örnekleri verir.


Tevrat'da da benzer bölümler var. Zaten Türkiye'de ki hahambaşılığın girişimiyle güvenilir et ürünlerini İstanbul'da iki şarküteride dindar Yahudilere satıyor.

Burada kutsal kitaplardan başka bakılacak yer yok. Bunu yapanlar, ''klonlanmış ürünlerin insan sağlığına bir zararı yoktur'' diyecekler.


119-Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.”
Ve her kim Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür!
( Elmalı Hamdi Yazır)



http://www.hukuki.net/showthread.php?69982-Kuran-acisindan-klonlama-ve-GDO

latino
22-07-2012, 09:26
Arap baharının arkasında tahıl fiyatları çok önemliydi. Fiyatlarda yine sıçrama ihtimali dogdu. Enflasyon, zordaki hükümetlerin elini baglar.
Pakistan, Hindistan, Mısır, Çin gibi ülkelerde gıda fiyatları yavaşlamaya ragmen yüksek. Tahıl fiyatlarında yükseliş toplumsal etki yaratma ihtimali çok yüksek.

Güzel ülkemizde enflasyon düşüşün en büyük kalemleri hala tarımdan geliyor, ne pahasına çiftçilerin çiftçiliği bırakma pahasına, gemicikleri olanlara 1 TL mazot verilirken, gerçekten çiftçilik yapanlar ise 3.80 TL'den alıyor.

Bu yıl meyve ve sebze fiyatlarına baktığımızda tarihi düşük seviyelerde, çiftçi bir çok ürünü tarlada çürümeye bırakmak zorunda kaldı, nedeni ise tarladan toplanan ürünün sadece işçilik maliyetini karşılayamadığı için. Diğer maliyetlerin zararı tamamen çiftçiye borç olarak faizlendirilmiş ve ipotek konulmuş durumda.

Patates,soğan,domates erik, şeftali, karpuz vs.vs. bunlar benim tespit ettiğim tarlada kalan ürünler, bunlara fındık ve çayıda buna ekleyebiliriz.

Tarım fiyatları çiftçinin maliyetleri altında, neye rağmen işiçilik ve yakıtın tarihi yüksek fiyatlarda olamasına rağmen ve tarım fiyatları düştüğünden dolayı enflasyon düşüyor. Ne garip... Çiftçi ise borçlarıdından dolayı tarlasını, evini ve traktörünü kaybetmek üzere..

Yetkililer plazalardan inip ayakları toprağa basmaya başladığında çok kalmış olmaları yüksek olasılık, bu sonuçlarıda herkese bir şekilde etki edecektir..

cetvel
22-07-2012, 12:11
Dışarıdan gelen hayvanlar klonlanmış olabilir.

http://www.viagen.com/

Üç cins kopyalıyorlar ; sığır, at ve domuz...Demek ki bu durum çoktan ticari bir hal almış.

Bunlar GDO'lardan çok daha tehlikeli, ne tür sağlık sorunlarına yol açacağı meçhul.



kolonlama ne demek açıklarmısınız lütfen bir de klonlama nasıl gdo'lardan daha tehlikeli oluyor; biraz bahsedermisiniz?

cetvel
25-07-2012, 01:51
Dışarıdan gelen hayvanlar klonlanmış olabilir.

http://www.viagen.com/

Üç cins kopyalıyorlar ; sığır, at ve domuz...Demek ki bu durum çoktan ticari bir hal almış.

Bunlar GDO'lardan çok daha tehlikeli, ne tür sağlık sorunlarına yol açacağı meçhul.

Dışarıda et yemeyi kesinlikle tavsiye etmiyorum.

Aşağıdaki ayetler Kuran'dan,



Tevrat'da da benzer bölümler var. Zaten Türkiye'de ki hahambaşılığın girişimiyle güvenilir et ürünlerini İstanbul'da iki şarküteride dindar Yahudilere satıyor.

Burada kutsal kitaplardan başka bakılacak yer yok. Bunu yapanlar, ''klonlanmış ürünlerin insan sağlığına bir zararı yoktur'' diyecekler.



http://www.hukuki.net/showthread.php?69982-Kuran-acisindan-klonlama-ve-GDO


kolonlama ne demek açıklarmısınız lütfen bir de klonlama nasıl gdo'lardan daha tehlikeli oluyor; biraz bahsedermisiniz?


21 temmuzda madenci1'in bilerek veya bilmeyerek klonlamayı kötüleyen ve hatta gdo'lu ürünlerden bile daha kötü olduğunu iddia ettiği yazısına istinaden sormuş olduğum klonlama nedir sorusuna cevap verememiştir. cevap verme ihtimaline karşın bir süre bekleyip, bu başlığı takip eden insanları doğru bilgilendirmek amacıyla ben cevap veriyorum. ekstra bilgi sahibi olmak isteyenler gerek buradan özel mesaj ile gerekse üniversitemize gelerek ya da İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinden bilgi alabilirler. Klonlamada sanki diğer hayvanların birbirleriyle karıştırıldığı ima edilen mesajın tamamıyla yanlış olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

madenci1'in "Bunlar GDO'lardan çok daha tehlikeli, ne tür sağlık sorunlarına yol açacağı meçhul." cümlesi bile kendi içinde çelişki barındırıyor. Ne tür sağlık sorunu açacağı tespit edilmemişse ve bilinmiyorsa, (klonlama, GDO işlemi değildir) GDO ile kıyaslama nasıl yapılıyor ve klonlama kötüleniyor? Tespit edilmeyen, edilemeyen bir şey muhakkak sağlığa zararlı olabilir mi?

ilgili mesajdaki ayetlerle klonlamanın kötü olduğu imasını destekleyen madenci1 için faydalı olabilecek başka bir ayet veriyorum. Peygamber Efendimiz'e (SAV) gelen ilk ayetler, anlayabilenler için öyle anlamlar içeriyor ki, günümüz Türkiyesinin en büyük handikapı olan "okumamazlık", "bilgisizlik", "cehalet" ve "embriyo" ile ilgilidir. Önce ayetleri verelim ardından klonlama ile ilgili bilgilerimizi paylaşalım...

Alak Suresinin ilk 5 ayeti

1 - Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2 - O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.
3 - Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4 - O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5 - İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

Kaynaklar

Kur'an-ı Kerîm ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2003




GDO ile ilgili herhangi bir bilgilendirme yapma gereği duymuyorum çünkü internet üzerinden pek çok bilgi bulunabilir.



ve Klonlama ile ilgili genel bilgiler...

http://img836.imageshack.us/img836/9056/slayt2p.jpg
http://img513.imageshack.us/img513/2397/slayt3p.jpg
http://img41.imageshack.us/img41/5066/slayt4w.jpg
http://img807.imageshack.us/img807/2730/slayt5.jpg
http://img339.imageshack.us/img339/2228/slayt6u.jpg
http://img35.imageshack.us/img35/9859/slayt7v.jpg
http://img835.imageshack.us/img835/9701/slayt8a.jpg
http://img801.imageshack.us/img801/3883/slayt9z.jpg
http://img341.imageshack.us/img341/318/slayt10.jpg
http://img840.imageshack.us/img840/3876/slayt11h.jpg
http://img545.imageshack.us/img545/7194/slayt12k.jpg
http://img515.imageshack.us/img515/3402/slayt13l.jpg
http://img502.imageshack.us/img502/4525/slayt14.jpg
http://img822.imageshack.us/img822/3294/slayt15t.jpg
http://img831.imageshack.us/img831/4262/slayt16.jpg
http://img221.imageshack.us/img221/4495/slayt17.jpg
http://img228.imageshack.us/img228/6628/slayt18.jpg
http://img811.imageshack.us/img811/516/slayt19r.jpg
http://img13.imageshack.us/img13/2958/slayt20.jpg
http://img194.imageshack.us/img194/3747/slayt21r.jpg

fkrz
15-08-2012, 19:02
21 temmuzda madenci1'in bilerek veya bilmeyerek klonlamayı kötüleyen ve hatta gdo'lu ürünlerden bile daha kötü olduğunu iddia ettiği yazısına istinaden sormuş olduğum klonlama nedir sorusuna cevap verememiştir. cevap verme ihtimaline karşın bir süre bekleyip, bu başlığı takip eden insanları doğru bilgilendirmek amacıyla ben cevap veriyorum. ekstra bilgi sahibi olmak isteyenler gerek buradan özel mesaj ile gerekse üniversitemize gelerek ya da İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinden bilgi alabilirler. Klonlamada sanki diğer hayvanların birbirleriyle karıştırıldığı ima edilen mesajın tamamıyla yanlış olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

madenci1'in "Bunlar GDO'lardan çok daha tehlikeli, ne tür sağlık sorunlarına yol açacağı meçhul." cümlesi bile kendi içinde çelişki barındırıyor. Ne tür sağlık sorunu açacağı tespit edilmemişse ve bilinmiyorsa, (klonlama, GDO işlemi değildir) GDO ile kıyaslama nasıl yapılıyor ve klonlama kötüleniyor? Tespit edilmeyen, edilemeyen bir şey muhakkak sağlığa zararlı olabilir mi?

ilgili mesajdaki ayetlerle klonlamanın kötü olduğu imasını destekleyen madenci1 için faydalı olabilecek başka bir ayet veriyorum. Peygamber Efendimiz'e (SAV) gelen ilk ayetler, anlayabilenler için öyle anlamlar içeriyor ki, günümüz Türkiyesinin en büyük handikapı olan "okumamazlık", "bilgisizlik", "cehalet" ve "embriyo" ile ilgilidir. Önce ayetleri verelim ardından klonlama ile ilgili bilgilerimizi paylaşalım...

Alak Suresinin ilk 5 ayeti

1 - Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2 - O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.
3 - Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4 - O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5 - İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

Kaynaklar

Kur'an-ı Kerîm ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2003




GDO ile ilgili herhangi bir bilgilendirme yapma gereği duymuyorum çünkü internet üzerinden pek çok bilgi bulunabilir.



ve Klonlama ile ilgili genel bilgiler...

http://img836.imageshack.us/img836/9056/slayt2p.jpg
http://img513.imageshack.us/img513/2397/slayt3p.jpg
http://img41.imageshack.us/img41/5066/slayt4w.jpg
http://img807.imageshack.us/img807/2730/slayt5.jpg
http://img339.imageshack.us/img339/2228/slayt6u.jpg
http://img35.imageshack.us/img35/9859/slayt7v.jpg
http://img835.imageshack.us/img835/9701/slayt8a.jpg
http://img801.imageshack.us/img801/3883/slayt9z.jpg
http://img341.imageshack.us/img341/318/slayt10.jpg
http://img840.imageshack.us/img840/3876/slayt11h.jpg
http://img545.imageshack.us/img545/7194/slayt12k.jpg
http://img515.imageshack.us/img515/3402/slayt13l.jpg
http://img502.imageshack.us/img502/4525/slayt14.jpg
http://img822.imageshack.us/img822/3294/slayt15t.jpg
http://img831.imageshack.us/img831/4262/slayt16.jpg
http://img221.imageshack.us/img221/4495/slayt17.jpg
http://img228.imageshack.us/img228/6628/slayt18.jpg
http://img811.imageshack.us/img811/516/slayt19r.jpg
http://img13.imageshack.us/img13/2958/slayt20.jpg
http://img194.imageshack.us/img194/3747/slayt21r.jpg

Sn Cetvel klonlamayı savunuyormusunuz yani? Klonlama ile büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarımızı çoğaltalım mı demek istiyorsunuz? Yazınızdaki maksat nedir??? Açabilirmisiniz lütfen. Klonlama teknik ayrıntısına girmeyelim ne olduğu biliniyor, siz etik değerleri de göz önünde bulundurarak yapılabileceğini mi savunuyorsunuz? Teşekkür ederim.

cetvel
16-08-2012, 01:01
Sn Cetvel klonlamayı savunuyormusunuz yani? Klonlama ile büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarımızı çoğaltalım mı demek istiyorsunuz? Yazınızdaki maksat nedir??? Açabilirmisiniz lütfen. Klonlama teknik ayrıntısına girmeyelim ne olduğu biliniyor, siz etik değerleri de göz önünde bulundurarak yapılabileceğini mi savunuyorsunuz? Teşekkür ederim.

Sayın fkrz, sorunuz için teşekkür ederim. burada yapmış olduğum açıklama klonlamayı savunmak veya yermek için değildi... verilen yanlış bilgiyi düzeltmek adına işin tekniğine girerek bilgi vermem gerekiyordu, bu sebeple açıklama yazımda bu kadar ince ayrıntılara girmek zorunda kaldım.

dünyada tarım ve hayvancılık adına bilim insanlarının nerelere ulaştığını iyi incelemek gerekiyor. Şu anda yer çekimsiz ortamda bitki köklerinin ve toprak üstü aksamının nasıl hareket edeceği araştırılıyor ve bu çalışmalarda, araştırmalarda bizden de müthiş beyinler işin içinde...

Nasa'nın hiçbir şekilde alt yapısını vermediği, bilgisayar yazılımını göstermediği ve çok kısa sürelerde içeride bulunulmasına izin verdiği laboratuvarlarının benzerleri, bizim üniversitemizde de hocalarımızın yardımlarıyla küçük ölçekli de olsa kuruldu ve saha koşullarında 8-10 senede yapılacak tohum çalışmaları, hibrit denemeleri (hibrit asla GDO değildir) bu odalarda kısa sürelerde yapılabilmekte artık...

şimdi klonlama ile büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarımızı çoğaltalım mı sorusuna gelirsek; bu o kadar basit bir çalışma değil. ülkemizdeki koşullar ve maliyetler bu çalışmayı atıl bırakıyor, üstelik dünyada da pek çok ülke bu çalışmaları yapamıyor. daha suni tohumlama bile Türkiye için çok pahalı gelirken klonlamayı çiftçi seviyesine indirgemek şu an için imkansız gibi...

normal aşımda veya suni tohumlamada; ana ve babadan geçen genlere müdahale edip hayvanın verimini artıran işlemler yapamıyorsunuz. mesela bir ineğiniz var ve günde 40 lt süt veriyor, yağı %4. keşke bu inekten sürümde 50 tane daha olsa deseniz buna hiçbir zaman sahip olamıyorsunuz. veya ana-babadan aktarılan genlerin hepsi etkileşime girmeden aynı verim özelliklerinde yavruyu aldığınızı varsayalım bu durumda da 50 sene beklemeniz gerekecek aynı verimde ineklere sahip olmak için. bir ineğin gebeliği 9 ay sürmekte ve doğumdan sonra belli bir süre dinlenmesine izin vermeniz lazım; toplamda ortalama 1 senelik periyotlarda 50 senede sahip olacaksınız.

haliyle bu geçen süreyi de göz önüne aldığınızda, bu durumu aşacak sistemler geliştirilmek isteniyor. işte bu aşamada klonlama devreye giriyor. insanlar çiftliklerindeki üstün verim özellikli hayvanlarının aynısına kısa sürede sahip olmak için bu yöntemi tercih etmeye başladılar...

şimdi etik ve dini değerlere gelelim... öncelikle din alimi olmadığım için klonlamanın dini yönden sakıncası var mı yok mu, bunu ben yorumlayamam. bunu diyanet işleri başkanlığı yorumlamalı... hala ülkemizde organ naklinin günah mı yoksa dinen caiz mi olduğu sorgulanırken klonlamayı vatandaşlarımıza anlatmak çok zor diye düşünüyorum...

etik değerler... evet bu "etik değerler" kavramı dünyada çok tartışılmakta. ama gizli kapılar ardında yapılan çalışmalarda insan bile klonlandığı iddia edilmekte... gelecekte bu çalışmaların yardımıyla insanoğlu için yedek organ bankaları kurulmak istenmekte... böbreğe ihtiyacın olunca, organ nakli için uygun donör beklemeden stoktan size uygun böbrek verilecek... biraz uçuk bir düşünce gibi geliyor insana ama dünya bu yöne doğru gidiyor ve gidecek...

bu sebeple ülkemiz için klonlamanın etik değerleri bilim, din ve toplum değerleri göz önüne alınarak belirlenmeli... ama bu değerler belirlenene kadar yapmamız gereken o kadar çok iş var ki!!

biz, çiftçimize hayvanına gereken değeri vermesini öğretemedik hala... dünya üzerindeki hangi canlı, kendi dışkısı üzerinde yatırılmaya zorlanabilir??!

Hayal edebiliyor musunuz, inekler dünyayı yönetiyor ve insanları etinden yününden sütünden faydalanmak için havasız, gün ışığı olmayan ahırlara kapatmışlar, bu insanlar kendi dışkıları üzerine yatıp kalkmaya zorlanmışlar!!!! düzensiz yemleme ve sulama hayat kaliteleri ve refah seviyeleri sürekli ters yönde zorlanmakta... Ne düşünürdünüz?

ülkemizdeki büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar hala buna benzer eziyetlere uğramakta, hala kurban bayramlarında tendonları kesilerek yere yatırılmaya çalışılmakta, gebe olduğu bilindiği halde inekler kesime yollanmakta veya bulaşıcı hastalığı olduğu bilinen hayvanları kesip insanlara yedirilmekteyken, biz klonlamanın etik mi değil mi olduğunu sorgulamasak daha iyi olur diye düşünüyorum.

umarım sorularınıza cevap verebilmişimdir. saygılar...

brokerüstad
08-12-2012, 18:25
Fındık ağaçlarında oluşmayan püsküller nedeniyle fındık kendini yenileyemiyor. Bu nedenle fındık üretiminin önümüzdeki yıl beklentinin çok altında olması bekleniyor
DÜZCE - Akçakoca Ziraat Odası Başkanı Levent Şahin Başaran, fındık ağaçlarında bu sene oluşmayan püsküller nedeniyle fındığın kendini yenileyemediğini belirterek, "Bu nedenle fındık üretiminin önümüzdeki yıl beklentinin çok altında olacağını tahmin ediyoruz" dedi.

Başaran, yaptığı açıklamada, fındık fiyatlarının piyasada 4,40-4,50 arasında işlem gördüğünü belirterek, ocak ayının ortalarına doğru fiyatların yükseleceğini tahmin ettiklerini anlattı.

Aralık ayı fındık ihracat rakamının, 205 bin ton kabuklu fındık olduğunu dile getiren Başaran, bu rakamların bu yıl 700-750 ton arasında fındık rekolte tahmini yapanların yanıldıklarını ortaya koyduğunu bildirdi.

http://www.dunya.com/findik-uretimi-2013-yilinda-azalacak-173990h.htm

brokerüstad
26-02-2013, 21:06
Meclis gündeminde olan ve kısa adıyla "Tabiat Kanunu" olarak bilinen yasa tasarının, tüm doğal kaynakların üzerindeki koruyucu kalkanı kaldıran bir anlayışa sahip olduğu ve tarım arazilerini tehdit ettiği belirtildi.


Gamze ŞENER
Mehmet KAYA
dunya.com

İSTANBUL / ANKARA - TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmeyi beklenen Tabiatı ve Biyolojik
Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, tarım sektörünü endişeye sevk etti. 10 yılı aşkın bir süredir bekleyen, ancak dönem dönem tozu alınarak gündeme çıkarılan tasarının
onaylanması halinde, sadece milli parkların değil, orman alanları ve sulak alanların da tahrip olacağı vurgulanıyor.

Ziraat Mühendisleri Odası eski Başkanı Gökhan Günaydın, tasarının geçmesi halinde orta ve uzun vadede herkesin zarar göreceği değerlendirmesinde bulunarak, "Bu
yasanın geçmesini bekleyen çok sayıda firma var. O yüzden de bu süreci hızlandırıyorlar. Ismarlama elbisedir. Kimin nereden nasıl yararlanacağını herkes biliyor" diye konuştu.

Bir ülkenin sanayisini geliştirmek adına çevresini mahvedemeyeceğini ifade eden Günaydın, sözlerini, şöyle sürdürdü: "Esas olan sürdürülebilir kalkınmadır. Yasa
tasarısında tüm doğal kaynakların üzerindeki koruyucu kalkanı kaldıran bir anlayış var. Bu orta vadede ne sanayiye, ne tarıma ne de ülkenin geleceğine bir katkı sağlayamaz. Olsa olsa birilerinin kısa vadede doğayı pazarlayarak zengin olmasını sağlar." Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı İbrahim Yetkin de tarım sektörünün söz konusu durumdan olumsuz etkileneceğini ifade etti ve olumlu bir yasa olmadığı değerlendirmesinde bulundu.

Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis de doğaya aykırı yapılan her işe karşı olduğunu söyledi. "Tarım alanları tarım amacı dışında kullanılmamalı" diyen Reis, şunları kaydetti: "Anayasada da bunun yeri var. Eğer bu gözardı edilirse, ilerisi çok düşündürücü olur. Bizim hala sulanabilir tarım alanlarımız varken, yurtdışından
toprak kiralıyoruz. Dünyada 1 milyarın üstünde insan açlıkla mücadele ediyor. Tarım alanları bu kadar önemliyken, toprağımızı yok ediyoruz. Karar vericilerin bir kez
daha düşünmesi gerektiğine inanıyorum, yoksa tarım arazileri için büyük bir risk oluşacak."

95 sivil toplum örgütü kampanya başlattı

TBMM Genel Kurul gündeminde bulunan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu'na karşı, kamuoyu nezdinde duyarlılık oluşturmak için Nasuh Mahruki'nin kurduğu AKUT gibi 95 sivil toplum örgütü kampanya başlattı.

Kanunun, koruma unsurunun yerine Özkara, başta doğal sit alanları olmak üzere tabiatı geniş anlamda kullanmayı düzenleyen bir içerikte hazırlandığı ve sivil toplum örgütleri ile diğer ilgili birimlerin görüşlerinin yansıtılmadığı, Türkiye'nin AB
taahhütlerini yerine getirmekten uzak olduğu temel eleştiri noktaları olarak dikkat çekti. Greenpeace ve kampanya sözcüsü Hüsrev Özkara, DÜNYA'ya yaptığı açıklamada, tasarının bugünkü haliyle enerji başta olmak üzere, ağır sanayi sektörünün tarım alanlarına açılmasını sağlayacağını söyledi. Türkiye'nin korunmuş doğal alanlarının toplam varlığın yüzde 4'ü seviyesinde olduğunu, bunun yüzde 15'e kadar çıkarılması gerekirken, mevcut alanların kullanımına çeşitli mekanizmalarla izin veren bir
mekanizma kurulduğunu belirten Özkara, sivil toplum örgütleri tasarının geri çekilerek katılımcı anlayışla ve koruma unsuru ön plana alınarak yeniden yazılmasını talep ettiklerini kaydetti. Tasarının, "kamu yararı" gibi muğlak kavramlarla idarenin elinin çok güçlü kılındığını, bilimsel ya da sivil toplum örgütleri eliyle hükümet dışı organlarına karar mekanizmalarında hiç yer verilmeyerek, tamamen ekonomik ve kullanmaya yönelik bir mekanizma oluşturulduğunu belirtti. Hüsrev Özkara, "Hatta keyfi uygulamalara yol açabilecek mekanizmalar var. Şimdiye kadar oluşturulmuş tabiat statülerindeki alanlar yeniden değerlendirilmeye alınabilecek. Yeni alanlar oluşturmamız gerekirken mevcutların kullanıma açılması sözkonusu" dedi.
Sözkonusu yasa tasarısında ekolojik etki değerlendirilme raporu istendiğini ancak bir cümlenin olayı tamamen değiştirdiğine dikkat çeken Özkara, "Rapora uymayan yatırımlar için izin, bu yasada da verilmiyor. Ancak ‘üstün kamu yararı' gibi subjektif bir ilave getiriliyor. Yani isterseniz nükleer santral de yapabileceksiniz. Bu koruma yasası değil, kullanma yasasıdır. Çünkü hedef daha fazla HES, daha fazla taş
ocağı, daha fazla yapılaşma. Doğal kaynakları sonuna kadar kullanma" diye konuştu.
http://www.dunya.com/tabiat-kanunu-tarim-sektorunu-tedirgin-etti-182898h.htm

brokerüstad
26-02-2013, 21:07
Mobil Dünya Kongresi 2013'te konuşan Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray, ''2020'de mobil iletişimin, Türkiye dahil 26 ülkede, tarımdan elde edilen gelirleri 138 milyar dolar arttırması bekleniyor'' dedi.
BARCELONA - Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray, 2020 yılında mobil iletişimin, Türkiye dahil 26 ülkede tarımdan elde edilen gelirleri 138 milyar dolar artırmasının beklendiğini belirterek, Vodafone Çiftçi Kulübü'nün 700 bin üyesi olduğunu söyledi.
Timuray, Dünya GSM Birliği (GSMA) tarafından İspanya'nın Barcelona kentinde düzenlenen ''Mobil Dünya Kongresi 2013'' kapsamında, ''Taking Mobile Agriculture Innovation to Market-(Tarladan Tüketiciye, Tarımda İnovasyon)'' konulu panelde yaptığı konuşmada, global olarak hızlı bir dönüşüm çağında bulunulduğuna dikkati çekti.
Timuray, bu süreçte şirketlerin rollerini ve sorumluluklarını yeniden düşünmesi gerektiğine işaret ederek, ''Sosyal ilerlemenin işletmelerde temel iş stratejilerine dahil edilebilmesi için değer oluşturma yöntemlerimizi yeniden tanımlamamız gerekmektedir'' dedi.
Global bazda yaşanan değişimlere değinen Serpil Timuray, dengesiz nüfus büyümesinden bahsederek, 2050 yılında tarım ürünlerine olan talebin yüzde 70 artmasının beklendiğini söyledi.
Global ölçekte tarımın öneminin giderek arttığından bahseden Timuray, ''Global olarak, tarım alanında istihdam edilen kişi sayısı 1 milyarı bulmakta. Bu rakamın yarısı, dünya genelinde tarım üretiminin yüzde 60'ını gerçekleştiren küçük ölçekli tarım işletmelerinde çalışıyor. Dolayısıyla, tarım alanındaki üretkenliğin artması fakirliğin azalması ve gıda talebini karşılamak açısından kritik bir öneme sahip'' ifadelerini kullandı.
Timuray, konuşmasında mobil iletişimin sunduğu çözümler konusunda da değerlendirmelerde bulundu. Cep telefonlarının, tüm bu sorunların ele alınmasında hiç tartışmasız çağın en çok kullanılan teknolojisi olduğunu dile getiren Timuray, mobil iletişimin gelişim için önemli fırsatlar sunduğunu kaydetti.
Dijital eşitsizliğin kapatılması konusunda da katılımcılara bilgiler veren Timuray, dünya genelindeki 6 milyar cep telefonu abonesinin yüzde 77'sinin gelişmekte olan ülkelerde yer aldığını belirtti.
Connected Agriculture raporuna göre, 2020 yılı itibariyle mobil iletişimin, 26 ülkede (Türkiye dahil) tarımdan elde edilen gelirlerde 138 milyar dolar artış sağlamasının beklendiğini söyleyen Serpil Timuray, 58 milyon çiftçinin sadece mobil bilgi hizmetlerini kullanması halinde bile ek 52 milyar dolar gelir sağlanabileceğini söyledi.

Türkiye'de tarım sektörü

Türkiye'deki tarım sektörüne ilişkin bilgiler de paylaşan Serpil Timuray, ''Çiftçiler, Türkiye nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturmaktadır ve yarısından fazlası kadındır. Ancak tarım ve hayvancılığın Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya olan katkısı sadece yüzde 8,2'dir.'' dedi.
Sektörün zorluğuna işaret eden Timuray,''Düşük gelir, zorlu çalışma koşulları, işin sürekli olmaması, pek çok çiftçinin işi bırakmasına ve hizmet sektörüne geçmesine neden oluyor. Mobile iletişim sektörü, tarım sektöründeki sorunlara çözüm sunuyor'' yorumunda bulundu.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile işbirliği içerisinde 2009 yılı başında Türkiye'de sürdürülebilir tarımın geliştirilmesi misyonu ile çiftçiye özel ''Vodafone Çiftçi Kulübü''nü sunduklarını söyleyen Timuray, katılımcılara Çiftçi Kulübü'nün, Mobil bilgi hizmetleri, çiftçi tırıyla düzenlenen eğitimler gibi konuların detaylarından da bahsederek, çiftçilerin basit bir SMS ile ilanlarını yayınlayabildiğini belirtti.
Vodafone çiftçi Kulübü'nün segment bazlı pazarlama yaklaşımlarının bir parçası olduğunu ifade eden Timuray, ''Sunduğumuz çözüm ve faydalardan bazılarına değinmek istiyorum. Ekonomik iletişim bunlardan biri, bu kapsamda çiftçi tarifeleri, ekonomik ve dayanıklı cep telefonu kampanyaları gibi avantajlar sunuyoruz. Bunun yanı sıra yüz binlerce abonemizi sigortaladık. Bu uygulama telekom sektörü için bir 'ilk'ti'' dedi.
Çiftçi Kulübüne 700 bin çiftçinin üye olduğuna işaret eden Timuray, Çiftçi kulübünün sağladığı servisler ile çiftçilerin iş verimliliklerinde yüzde 12 artış, yıllık olarak toplamda 240 milyon lira dolayında tasarruf sağladıklarını dile getirdi.
Timuray, projenin herkes için kazan-kazan durumu sağlayan bir sosyal iş modeline dönüştüğünü belirterek ''Vodafone Çiftçi Kulübü, 'iyilik için mobil iletişim' yaklaşımıyla, şirketlerin sadece şirkete özel ölçütler dışında değerler oluşturmasının mümkün olduğunu ve herkes için kazanç sağlanan bir sosyal iş modelinde de başarılı olabileceğini gösteren bir örnektir. Çiftçiler için kazanç, Vodafone için müşteri, tarıma dolayısıyla Türkiye ekonomisine ve sürdürülebilir bir dünyaya katkı sağlıyor'' diye konuştu.
http://www.dunya.com/dunya-tarimina-mobil-iletisim-dopingi-182885h.htm

latino
26-02-2013, 21:14
Meclis gündeminde olan ve kısa adıyla "Tabiat Kanunu" olarak bilinen yasa tasarının, tüm doğal kaynakların üzerindeki koruyucu kalkanı kaldıran bir anlayışa sahip olduğu ve tarım arazilerini tehdit ettiği belirtildi.


Gamze ŞENER
Mehmet KAYA
dunya.com

İSTANBUL / ANKARA - TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmeyi beklenen Tabiatı ve Biyolojik
Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, tarım sektörünü endişeye sevk etti. 10 yılı aşkın bir süredir bekleyen, ancak dönem dönem tozu alınarak gündeme çıkarılan tasarının
onaylanması halinde, sadece milli parkların değil, orman alanları ve sulak alanların da tahrip olacağı vurgulanıyor.

Ziraat Mühendisleri Odası eski Başkanı Gökhan Günaydın, tasarının geçmesi halinde orta ve uzun vadede herkesin zarar göreceği değerlendirmesinde bulunarak, "Bu
yasanın geçmesini bekleyen çok sayıda firma var. O yüzden de bu süreci hızlandırıyorlar. Ismarlama elbisedir. Kimin nereden nasıl yararlanacağını herkes biliyor" diye konuştu.

Bir ülkenin sanayisini geliştirmek adına çevresini mahvedemeyeceğini ifade eden Günaydın, sözlerini, şöyle sürdürdü: "Esas olan sürdürülebilir kalkınmadır. Yasa
tasarısında tüm doğal kaynakların üzerindeki koruyucu kalkanı kaldıran bir anlayış var. Bu orta vadede ne sanayiye, ne tarıma ne de ülkenin geleceğine bir katkı sağlayamaz. Olsa olsa birilerinin kısa vadede doğayı pazarlayarak zengin olmasını sağlar." Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı İbrahim Yetkin de tarım sektörünün söz konusu durumdan olumsuz etkileneceğini ifade etti ve olumlu bir yasa olmadığı değerlendirmesinde bulundu.

Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis de doğaya aykırı yapılan her işe karşı olduğunu söyledi. "Tarım alanları tarım amacı dışında kullanılmamalı" diyen Reis, şunları kaydetti: "Anayasada da bunun yeri var. Eğer bu gözardı edilirse, ilerisi çok düşündürücü olur. Bizim hala sulanabilir tarım alanlarımız varken, yurtdışından
toprak kiralıyoruz. Dünyada 1 milyarın üstünde insan açlıkla mücadele ediyor. Tarım alanları bu kadar önemliyken, toprağımızı yok ediyoruz. Karar vericilerin bir kez
daha düşünmesi gerektiğine inanıyorum, yoksa tarım arazileri için büyük bir risk oluşacak."

95 sivil toplum örgütü kampanya başlattı

TBMM Genel Kurul gündeminde bulunan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu'na karşı, kamuoyu nezdinde duyarlılık oluşturmak için Nasuh Mahruki'nin kurduğu AKUT gibi 95 sivil toplum örgütü kampanya başlattı.

Kanunun, koruma unsurunun yerine Özkara, başta doğal sit alanları olmak üzere tabiatı geniş anlamda kullanmayı düzenleyen bir içerikte hazırlandığı ve sivil toplum örgütleri ile diğer ilgili birimlerin görüşlerinin yansıtılmadığı, Türkiye'nin AB
taahhütlerini yerine getirmekten uzak olduğu temel eleştiri noktaları olarak dikkat çekti. Greenpeace ve kampanya sözcüsü Hüsrev Özkara, DÜNYA'ya yaptığı açıklamada, tasarının bugünkü haliyle enerji başta olmak üzere, ağır sanayi sektörünün tarım alanlarına açılmasını sağlayacağını söyledi. Türkiye'nin korunmuş doğal alanlarının toplam varlığın yüzde 4'ü seviyesinde olduğunu, bunun yüzde 15'e kadar çıkarılması gerekirken, mevcut alanların kullanımına çeşitli mekanizmalarla izin veren bir
mekanizma kurulduğunu belirten Özkara, sivil toplum örgütleri tasarının geri çekilerek katılımcı anlayışla ve koruma unsuru ön plana alınarak yeniden yazılmasını talep ettiklerini kaydetti. Tasarının, "kamu yararı" gibi muğlak kavramlarla idarenin elinin çok güçlü kılındığını, bilimsel ya da sivil toplum örgütleri eliyle hükümet dışı organlarına karar mekanizmalarında hiç yer verilmeyerek, tamamen ekonomik ve kullanmaya yönelik bir mekanizma oluşturulduğunu belirtti. Hüsrev Özkara, "Hatta keyfi uygulamalara yol açabilecek mekanizmalar var. Şimdiye kadar oluşturulmuş tabiat statülerindeki alanlar yeniden değerlendirilmeye alınabilecek. Yeni alanlar oluşturmamız gerekirken mevcutların kullanıma açılması sözkonusu" dedi.
Sözkonusu yasa tasarısında ekolojik etki değerlendirilme raporu istendiğini ancak bir cümlenin olayı tamamen değiştirdiğine dikkat çeken Özkara, "Rapora uymayan yatırımlar için izin, bu yasada da verilmiyor. Ancak ‘üstün kamu yararı' gibi subjektif bir ilave getiriliyor. Yani isterseniz nükleer santral de yapabileceksiniz. Bu koruma yasası değil, kullanma yasasıdır. Çünkü hedef daha fazla HES, daha fazla taş
ocağı, daha fazla yapılaşma. Doğal kaynakları sonuna kadar kullanma" diye konuştu.
http://www.dunya.com/tabiat-kanunu-tarim-sektorunu-tedirgin-etti-182898h.htm

Her şeyi sadece para ve rant olarak görenlere aşağıda ki Kızılderili atasözünü hatırlatmak istiyorum;

Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacak.

Bu ülkenin kanun yapıcıları sıklıkla yurt dışına çıkıp gelişmiş ülkelerin değerlerinin ve doğal güzelliklerinin nasıl korunduğunu mutlaka görüyorlardır. Bu güzelim ülkeye bu topraklara ne kadar kötülük ettiklerinin ne zaman farkına varacaklar..Allah gözünüzü doyursun yeter artık...:grrr:

brokerüstad
02-03-2013, 20:04
Tarım piyasalarında 2013 nasıl geçecek?
http://www.dunyagida.com.tr/haber.php?nid=3171

net_ria
13-09-2014, 01:03
Gıda fiyatları Dünyada dipte, bizde zirvede

Dünyanın en büyük tahıl üreticisi ABD’de çiftçilerin bu yıl rekor ürün elde edeceği beklentisiyle pamuk, soya fasulyesi, mısır ve buğday fiyatları yurtdışı piyasalarda düşerek ayı piyasasına girdi. Yani bu ürünlerin fiyatı, yıl içinde gördüğü en yüksek seviyelerin yüzde 20 altında indi. Son üç yılda Bloomberg Emtia Endeksi’nde sığır ve kütük fiyatları hariç tüm emtia ürünlerinin fiyatında gerileme yaşandı. Düşüşlerin başını mısır, soya yağı ve şeker çekti. Mısır fiyatları Chicago’da 2010'dan beri en düşük seviyeden işlem görüyor.

http://www.dunya.com/gida-fiyatlari-dunyada-dipte-bizde-zirvede-238758h.htm

latino
13-09-2014, 09:01
Gıda fiyatları Dünyada dipte, bizde zirvede

Dünyanın en büyük tahıl üreticisi ABD’de çiftçilerin bu yıl rekor ürün elde edeceği beklentisiyle pamuk, soya fasulyesi, mısır ve buğday fiyatları yurtdışı piyasalarda düşerek ayı piyasasına girdi. Yani bu ürünlerin fiyatı, yıl içinde gördüğü en yüksek seviyelerin yüzde 20 altında indi. Son üç yılda Bloomberg Emtia Endeksi’nde sığır ve kütük fiyatları hariç tüm emtia ürünlerinin fiyatında gerileme yaşandı. Düşüşlerin başını mısır, soya yağı ve şeker çekti. Mısır fiyatları Chicago’da 2010'dan beri en düşük seviyeden işlem görüyor.

http://www.dunya.com/gida-fiyatlari-dunyada-dipte-bizde-zirvede-238758h.htm

Sn net_ria;

Türkiye de tarım fiyatları asla düşmez, bu bir kehanet değil, çiftçi de asla kazanamaz bu iki yorumun tezat oluşturduğunun farkındayım ama kısa bir örnekle açıklayayım.

2002 yılında Wasington cinsi portakal narenciye çiftçisinin elinden dalında 400 Krş alınırken, 2013 yılında çiftinin elinden 300 Krş alınıyor, 11 yılık enflasyonu ekleyin, mazotun litresi 1 TL den 4,5 TL ye gelmişken gübre fiyatları % 500 artmışken bu nasıl olabiliyor?? asıl önemlisi bu ürün çiftçiden 300 Krş alınırken 10 kat pahalı markette nasıl 3 TL'ye satılıyor!! ve siz bu ürünü bu fiyattan satın almak zorunda kalıyorsunuz. (Aşağı yukarı her ürün aynı)

Bir yıl tarlasında gözü baktığı, ilaçladığı, gübrelediği, suladığı, budamasını yaptırdığı, toprağını havalandırdığı ve don riskini aldığı portakalı 300 Krş satan çiftçi bir tarafta, ve taş atmadan kolu yorulmadan bu ürünü sizlere ulaştıran aracının kazandığı 2.70 TL bir tarafta.. çiftçi zarar ederken ve tüketici ürünü fahiş fiyattan alırken onun haricinde ki herkes para kazanıyor.

Ben Çukurovalı küçük bir çiftçiyim, çocukluğumda her taraf pamuk tarlası olurdu ve beyaz altın derdik pamuğa, göz alabildiğine uzanan pamuk tarlaları:) 2002 yılına kadar Türkiye net 5 Milyar $ ile net pamuk ihraç etmişken şimdi 2002/2014 tarihleri arası net 15 Milyar $ pamuk ithal etmiş..

Yani bu ülkede ne bir düzen nede tarım politikası kalmış iflas etmiştir. Çiftçi borç batağında, hayvancılık can çekişmektedir vsvs. Elimizden hiç bir şey gelmediği içinde, geriye acı acı bakarak gülümsemek kalıyor!

LUCKY INVESTOR
22-03-2015, 00:11
tabiatı fazla kurcalamamak lazım . sonra tabiat seni kurcalayınca hastalanıyorsun değil mi ?

kuruntu
22-03-2015, 16:25
22 Mart Dünya Su Günü;

Amaç, gittikçe artan temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması ve çoğaltılması konusunda somut adımlar atılmasının sağlanmasıdır.

Su vücudumuzdaki organ, doku ve eklemlerin en önemli ve temel bileşenidir. Vücudumuzdaki her organın varlığı suya bağlıdır. Vücudumuzun %75'i sudan meydana gelmiştir. Canlılar için su en önemli hayat iksiridir.

Doğanın hayatını devam ettirmesi için de, su döngüsü ve etrafında şekillenen doğa olaylarını göz önüne aldığımızda, olmazsa olmaz madde sudur.

İçme, kullanma ve diğer su kaynaklarının temiz ve kullanılabilir durumda kalması ve gelecek canlı nesillerine temiz ve kullanılabilir şekilde aktarılması canlıların hayatını devam ettirebilmesi için en önemli konudur.

latino
23-03-2015, 09:47
Su kaynakları 2030’da dünyaya yetmeyecek
Birleşmiş Milletler’in Dünya Su Günü öncesinde yayınladığı Dünya Su Kalkınma Raporu’na göre küresel su kaynakları 2030 yılında sanayileşme ve şehirleşme sebebiyle hızla artan su talebinin sadece yüzde 60’ını karşılayabilecek

http://www.dunya.com/toplum/toplumsal-haber/su-kaynaklari-2030da-dunyaya-yetmeyecek-256579h.htm

Gelişmiş ülkeler dünya dışında yeni yaşam alanları keşfetmek için arayışlarına yoğunluk verdi, Çin uzayda tarımcılık yapabilmenin çarelerini arıyor, Japonya ise uzayda kablosuz enerji akımını keşfetti ve geliştirmeye çalışıyor..

Ya biz ne yapıyoruz? kişisel çıkar ve menfaatler için geçmişle savaşırken, doğal kaynaklarımızı kurutup enerji santralleri ve betonlaşmaya hız verip AVM ve TOKİ'ler kuruyoruz...Zaten gelecekte ilkel ve çağ dışı ırklar olmayacak....

Galiba kendi mezarımızı kazıyoruz sadece şimdilik farkında değiliz.!!!!!

i-ked
14-05-2015, 10:16
http://i.hizliresim.com/BM8E3Q.jpg


hisse.net iPad uygulaması ile gönderilmiştir.

latino
26-09-2016, 10:58
Ali Ekber Yıldırım â€@tarimyazari 22 dk.22 dakika önce
Böylesi ancak Türkiye'de olur.200 lira ödeyerek asırlık zeytin ağacını kesmenin hak olacağı yasal düzenleme geliyor.
http://www.tarimdunyasi.net/

Bu kafa varken extra düşmana gerek yok!! Beton uğruna, para uğruna bu ülke de yaşanmaya değer güzel olan her şeyi yok edin!!:grrr:

cefaks
26-09-2016, 12:23
son 12 yılda 68 milyon zeytin ağacı dikildi.
http://www.dunya.com/sektorler/tarim/12-senede-68-milyon-zeytin-agaci-dikildi-haberi-265255

cefaks
26-09-2016, 12:30
Ağaç sayısı artıyor, zeytin üretimi düşüyor
Son 10 yılda dikilen 90 milyon ağaçla Türkiye'nin zeytin ağacı sayısı yaklaşık 170 milyona ulaştı.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/surdurulebilir_yasam/420203/Agac_sayisi_artiyor__zeytin_uretimi_dusuyor.html