PDA

View Full Version : Olasiliklar KarŞisinda Akil



Akresi
21-12-2004, 17:51
Bir arkadaşınızın size şöyle bir teklifle geldiğini düşünelim: “Elindeki zarı salla; yek gelirse sana 1 altın vereyim, gelmezse sen bana 1 altın ver.” Ne dersiniz? Söz konusu zar hilesiz olunca bu teklifi kabul etmemek için matematik bilmeye gerek var mı? Teklif şöyle olsun: “Elindeki zarı salla; yek gelirse sana 6 tane altın vereyim, gelmezse sen bana 1 altın ver.” Şimdi ne dersiniz? Elinizdeki altını kaybetmeye niyetli değilseniz 1 gelme olasılığı 6 da 1 – başka bir deyişle kaybetme olasılığınız 6 da 5 – olduğu sürece kabul etmezsiniz.

Teklifi çetrefilli hale getiriyoruz: “Elindeki zarı art arda iki kez salla; ilkinde yek ikincisinde dü gelirse sana 36 altın vereyim, gelmezse sen bana 1 altın ver.” Şimdi ne dersiniz? Ya da “Elindeki zarı art arda üç kez salla; ilkinde yek, ikincisinde dü, üçüncüsünde se gelirse sana 216 altın vereyim, gelmezse sen bana 1 altın ver.”...

Hilesiz bir zar sallanınca yek gelme olasılığı 6 da 1 dir. Dü veya se gelme olasılığı da aynı şekilde 6 da 1 dir. Ancak ilk sallayışta yek ve ikinci sallayışta dü gelme olasılıkları bağımlı olaylar olduğundan - bu iki sallayış birbirine bağlandığından – 36 da 1 dir. Bu durumda zar 6 kez art arda sallandığında sırasıyla yek, dü, se, çar, penc ve şeş gelme olasılığı 46656 da 1 olur. Bu değere matematiksel olarak sıfır diyemesek bile pratik olarak sıfır demeye hiç bir mani yok. Burada anlatılmak istenen şey düzenliliğin tesadüfen oluşmasının ne kadar mümkün (ters açıdan bakılınca ne kadar imkansız) olduğudur.

Şimdi aklı başında olanlar(ne demekse!) için teklifi yineleyelim: “Elindeki zarı art arda 6 kez salla; ilkinde yek, ikincisinde dü, üçüncüsünde se, dördüncüsünde çar, beşincisinde penc ve altıncısında şeş gelirse sana 46656 ve hatta 46656x46656 tane altın vereyim, gelmezse sen bana bir altın ver.” Ne diyorsunuz? Cevap vermeden önce bu teklifin olabildiğince resmi bir teklif olduğunu, “kabul” veya “ret” derken noter huzurunda olduğunuzu düşünün.

Ya söz konusu zarın 12 yüzlü olması ve art arda 12 kez sallanması ve yine yüzlerin sırasıyla yek, dü, se, ....., duvazde şeklinde gelmesi şartıyla size dünyalar va’d edilmesine ne derdiniz? Bu şarta bağlı olarak va’d edilen dünyaların sizin 1 altınınız kadar kıymeti olur muydu?

Şu menhus kumar gerecini –bir daha almamak üzere - bir kenara koyarak sadede gelelim ve Dünya gerçeklerine dair birkaç ihtimalin art arda sıralanmasından bahsedelim:



1. Dünyanın şimdiki hacmi (daha büyük ya da daha küçük olabilirdi!)

2. Dünyanın şimdiki kütlesi (hacim aynı kalmak şartıyla daha büyük ya da daha küçük olabilirdi!)

3. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüş hızı ( bu değerin şimdiki hacim ve şimdiki kütleyle bir ilgisi yok mu dersiniz?)

4. Dünyanın şimdiki maddi bileşenleri (kütlesi aynı olmak şartıyla çok daha farklı olabilirdi!)

5. Dünyanın şimdiki bileşenlerinin merkezden yüzeye doğru dağılımı (dönüş hızına etkisini –eylemsizlik momenti- ve atmosfer-yüzey etkileşimini düşünün.)

6. Atmosfer kalınlığı ve bileşen yüzdeleri (oksijen oranı %10 ya da % 50 olsaydı mesela!)

.

.

Daha fazlasına gerek var mı bilmiyoruz. Bu sayılanlar dünyanın hayata müsait hale gelebilmesi için kendi içinde birbirini dengeli bir şekilde tamamlaması gereken unsurlardan bir kısmı... Bir de bu mavi gezegenin , kendi dışındaki dengelerin – güneş sistemi dengesi, galaktik denge,... - bir elemanı olduğu düşünülürse bu maddelerin kaça baliğ olacağı tahayyül edilsin artık. Üstelik bu maddelerden her birinin gerçekleşmiş olması öyle 6 da 1 olasılıklı falan da değil hani. Mesela dünyanın büyüklüğü fezada gözlenebilen diğer gök cisimlerinin büyüklüklerine bakılınca en fazla 6 değer mi alabilir? Elbette hayır.

Bütün bu olayların art arda bağımlı olaylar olarak gerçekleşmiş olma olasılığı sayının sonsuza nisbeti – yani sıfır- gibi değil midir? Varsa aksini düşünen gelsin beri!

Bir altın hesabıyla onca zar bahsi teklifine “ret” cevabı veren nice akıl erbabı(!) vardır ki işte şu son olasılığa mümkün nazarıyla bakmaktadırlar efendim. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” demezler mi adam olana ya hû!


Akıl vardır dolaşık bir yumağın liflerini tek tek çözerek merkezdeki inciye ulaşır.

Akıl vardır kendisini merkeze alarak etrafını lif lif örüp kapatır.

Ve işte son soru: Biri merkeze doğru derinleşirken diğeri çevreye doğru sığlaşan bu iki akla böylesine zıt fonksiyonları gördüren nedir dersiniz? :düsün:

AnnE
21-12-2004, 17:58
Siz hiç merak buyurmayınız , doğal tesadüf ya da düzen sonucu oluşmuş sistemin bileşenlerinden bazıları farklı olsa idi , yani o zarlar geçmşte geldiği sıra ile gelmemiş olsa idi , o mucizevi gibi görülen düzen de başka türlü oluşacaktı.

Oluşmuşu tahlil etmenin imkansız ya da mucizevi gibi görülmesi aslında sadece o oluşmuşun içinde kalarak düşünmek zorunda kalmaktan kaynaklanan bir çözümsüzlük önermesidir.

Akresi
21-12-2004, 20:43
Anlayışı kıt birisi de şu cebir ve ihtiyar meselesine yol bulsun, bu işi anlasın diye söylediğimiz bu söz, akli bir söz, akli bir bahistir. Fakat zaten bu hilekar akıl, akıl değildir ki.
Söz söyleyen kimse, ya harfleri görür, yahut manayı. Bir anda her ikisini birden nasıl görebilir? İnsan konuşurken manayı düşünür, onu kastederse harflerden gafildir.

Akli bahis, inci ve mercan bile olsa can bahsi, başka bir bahistir. Can bahsi başka bir makamdır, can şarabının başka bir kıvamı vardır. Akıl bahisleri hüküm sürdüğü sırada Ömer’le Ebülhakem sırdaştı. Fakat Ömer, akıl aleminden can alemine gelince can bahsinde Ebülhakem, Ebucehil oldu. Ebucehil, cana nispetle esasen cahil olmakla beraber his ve akıl bakımından kamildi.

Mevlana Celalettin-i Rûmi

b.a.b.a.l
21-12-2004, 21:01
Oluşmuşu tahlil etmenin imkansız ya da mucizevi gibi görülmesi aslında sadece o oluşmuşun içinde kalarak düşünmek zorunda kalmaktan kaynaklanan bir çözümsüzlük önermesidir.

Çok güzel bir cümle...
Sonuçta her kurallar grubu ayrı bir dengeye yol açar. Şu anki dengeye bakıp, başka türlü olsaydı bu denge böyle olmazdı demek çok saf ve geçersiz bir bakış açısıdır. Bu bakış açısı; Bertrand Russel' in bir tabiriyle insan burnunun, gözlük takmak için yaratılmış olduğunu iddia etmeye benziyor.

Akresi
21-12-2004, 21:29
Çok güzel bir cümle...
Sonuçta her kurallar grubu ayrı bir dengeye yol açar. Şu anki dengeye bakıp, başka türlü olsaydı bu denge böyle olmazdı demek çok saf ve geçersiz bir bakış açısıdır. Bu bakış açısı; Bertrand Russel' in bir tabiriyle insan burnunun, gözlük takmak için yaratılmış olduğunu iddia etmeye benziyor.


Burun gözlük için yaratılmamıştır; fakat gözlük yapan burnu çok iyi incelemeli, diyoruz. Çünkü burnu bilmeyen gözlük yapamaz.
Güneş bizi ısıtmak, bitkilerde fotosentezi gerçekleştirmek, dünyayı yaşanılır kılmak için yaratılmamıştır diyebilir miyiz? Güneş ne kadar mesafede durursa bize zarar vermeyeceğini nasıl hesap eder? Su; ağaçtan, insandan habersiz bir güç tarafından yaratılmış olabilir mi? Bütün dengeler sistemi oluşturan bireylerin ihtiyacını ve uyumunu bilen biri tarafından oluşturulmamışsa her bir bireye bütün dengeyi ve dengedeki bireylerin ihtiyaçlarını bilmek görevi vermeliyiz.
Doğa bazılarına sayısız imkânsızlıklardan kurulmuş bir düşünceyi makul gösterebilmektedir. Her şey için iki şekil vardır:
1- Maddeye dayalı , bir gömlek gibi biçilmiş görünen şekil.
2- Akla dayalı, birşeyin yaşadığı bir ömürde zamanla değiştirdiği türlü maddî şekillerin toplamından varsayılan farazi şekil.
Maddi şekiller itibâriyle her şeyin bir sonu olduğu gibi, Akıl da farazi şekillerin bir amacı olsun ister.

b.a.b.a.l
21-12-2004, 21:46
............. Güneş ne kadar mesafede durursa bize zarar vermeyeceğini nasıl hesap eder? ............


Kusura bakma ama işte bu bakış açısı çok dar dostum. Sonsuzlukta var olan sonsuz ihtimal arasından sadece gerçekleşmiş olanlara takılıp kalarak bunlardan tutarlı bir çıkarım yapılamaz. Güneş o doğru mesafede olmasaydı sen bu soruyu soracak bilince erişemeyecektin? Sorunun cevabı içinde gizli...

gemici
21-12-2004, 22:33
mevzu güneş değil ama güneş farklı mesafede olsaydı bu soruyuda farklı bir yaratık farklı bir şekilde farklı bilinçle sorabilirdi.............................

AnnE
22-12-2004, 11:37
Herzaman söylemişimdir ; Cibir kainatın sırrını çözmüş diye...

Kimbilir , o mesafe farklı olsaydı belki bir mikroorganizmalar forumunda ya da zırh derili gudubetler forumunda ''ulen iki ayaklı ve sadece bir burunlu ve bazıları o burunun üzerine garip bir cam takmış canlılar oluşabilirmiydi aceba ?'' şeklinde bir tartışma içinde olabilirdik.

100 tonluk balinanın sadece tekhücreli prositleri yiyerek beslendiğine ikna olabilen akıl , karaya vurmuş balina cesedinin de mikroorganizmalar tarafından yenilerek yokedildiğini anlayınca neden şaşırır ki ?

Akıl işte , kimbilir daha nelerin cevabını bulacak.Marifet aklın çözümleyebilme yeteneğini pas geçip zor sorulara kolay cevaplar aramakda değil , o aklı kullanabilmekte.

Akresi
22-12-2004, 22:06
.....Kimbilir , o mesafe farklı olsaydı belki bir mikroorganizmalar forumunda ya da zırh derili gudubetler forumunda ''ulen iki ayaklı ve sadece bir burunlu ve bazıları o burunun üzerine garip bir cam takmış canlılar oluşabilirmiydi aceba ?'' şeklinde bir tartışma içinde olabilirdik.

Akıl işte , kimbilir daha nelerin cevabını bulacak.Marifet aklın çözümleyebilme yeteneğini pas geçip zor sorulara kolay cevaplar aramakda değil , o aklı kullanabilmekte.


Sonuçta nerede ve nasıl olursak olalım bulunduğumuz yeri sorgulamak ve tartışmak aklın icabıdır. Sorular zor. Cevaplar da kolay değil. Sormak Lazım. Fikir teatisi hoş şeydir. Ben keyfe keder düşünüyorum. Düşünmek isteyen de buyursun birlikte düşünelim.

Akresi
22-12-2004, 22:29
İnsan, doğadaki birçok varlığa muhtaç (hava, su, madenler, bitkiler, besinler, gece-gündüz, güneş,toprak...) ve onlarla alakadardır. İhtiyaçları evrenin her tarafına dağılmış ve istekleri sonsuza uzanıyor... Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir dostunu görmeği arzuladığı gibi, onu bu konuma getiren burda tutan varlığı, gücü görmeyi de arzular.

Başka bir şehirde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o şehrin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; mezarlığa göçmüş yüzde doksandokuz dostlarını, yakınlarını ziyaret etmek ve sonsuz ayrılıktan kurtulmak için koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir başka dünyanın kapısını açacak...

Sonsuz ihtiyaçlarını ya kendisi giderecek ya da bunları yapacak her varlığa hükmeden, her şeyin dizginini elinde tutan bir güç insana bunları kolaylaştıracak.

Düşünebiliyor musunuz: Bu kadar inceliklerle dolu akıl, şuur, meleke, soyut ve somut yetenekler bileşimi insan, şu istekleri bitmeyen insan... Çok kısa bir süre için görünecek ve bir daha hiç olmayacak?

Sonsuz istekleri yerine getirebilmenin yolu ne olabilir? :düsün:

Akresi
01-01-2005, 18:18
Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu dünya misafirhanesinde hikmeti gören bir bakışla baksan, hiçbir şeyi ölçüsüz, gayesiz göremezsin. Nasıl sen ölçüsüz ve amaçsız kalabilirsin?

Deprem gibi olaylar da diğer yaratılış kanunları gibi, tesadüf oyuncağı değiller.

Akresi
01-01-2005, 18:37
Kur'an-ı Kerim'de depremle ilgili bir sure vardır: "Zelzele - Zilzal Suresi"
99. suredir ki meali şöyledir:

ZİLZAL:

1- Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı,

2- Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı,

3- Ve insan: "Ona ne oluyor?" dediği zaman.

4,5- O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır.

6- O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır.

7- Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.

8-Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.

ZİLZAL sözcüğü, çekildiği kip açısından, yerin zangır zangır sarsıntısına yerin mümkün olabilen bütün şiddet ve dehşetiyle sarsıntısına işaret eder.

Depremin amaçları arasında Hacc sûresinde geçtiği üzere: "Şüphesiz kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir." (Hacc, 22/1) Vakıa Sûresi'nde ve daha birçok sûrelerde: "Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman haline geldiği zaman." (Vakıa, 56/4-5) gibi âyetlerle açıklanmış ve haber verilmiş olan kıyamet depremini hatırlatmak da vardır.

Deprem gibi olaylar da diğer yaratılış kanunları gibi, tesadüf oyuncağı değiller.