PDA

View Full Version : .... Nâzım Hikmet RAN ....



FİRAVUN_DAVUT
26-05-2010, 13:23
.... Nâzım Hikmet RAN ....




Selanik'te doğdu. Heybeliada Harbiye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazoru güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten çıkarıldı. Bolu'da bir süre öğretmenlik yaptı, daha sonra Trabzon üzerinden Batum'a, oradan da Moskova'ya geçti. Kutv Üniversitesi'nde ekonomi ve politika öğrenimi gördü. 1924'te yurda döndü.

Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince Moskova'ya kaçtı. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı.
1938'de Harp Okulu'ndaki aramalarda ele geçen şiir ve kitaplarıyla orduyu kışkırttığı ileri sürüldü ve 28 yıl 4 aya hüküm giydi. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı.

1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca tekrar Moskova'ya kaçtı. 25 Temmuz 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. Bunun üzerine Nâzım, Polonya uyruğuna geçti. 3. Haziran 1963'te öldü. Moskova'da toprağa verildi. Mezarı oradadır.


Nisan 195'de Prag'da yazdığı şiirde ülkesinden getirdiği ne kasketinin, ne de ülkesinin yollarında yürüdüğü ayakkabılarının sağlam kaldığını, şile bezinden son gömleğinin ise çoktan yırtıldığını ilân eder dünyaya. Ona ülkesini anımsatan bir şeyi kalmamıştır elinde. Ülkesi, ne var ki onun ağarmış saçlarında, yüreğinin "enfarktında", alnının derin çizgilerindedir.


Bu ülkenin insanı seni unutmayacak Nâzım. İster mezarın binlerce kilometrelik uzaklıkta olsun. "İstersen hâlâ vatan hainliğine devam et"sin,"ümidin düşmanlarının" gözünde sen, ülkenin aydınlığına olan inancın, eğilmez başın, hasret dolu şiirlerinle bu halkın yüreğinde hep yer bulacaksın!



Hadi Rastgele...

FİRAVUN_DAVUT
26-05-2010, 13:35
Otobiyografim...



1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üçyaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim


kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de

otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Pırağ'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'te
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde gençbir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filan olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın

sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim

ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.





Nâzım Hikmet RAN ....

BORA YAŞAR
26-05-2010, 17:10
Boşver..

Kalsın huzur içinde uyduğu yerde..

Mezarına etmesinler..

Vasiyeti böyle olsa da..

Aziz Nesin, boşuna mezar yeri belli olmasın diye çabalara düşmedi..


VASİYET

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...

FİRAVUN_DAVUT
26-05-2010, 17:59
Nâzım Hikmet Anadolu Demek!



Nâzım Hikmet, Anadolu topraklarından çıkmış dünyaya yelken açıp evreni arşınlamış Türkiye’nin tek şairi…

Bu raddede şair yoktur… bu raddede adam da yoktur … kendini adam sanan çıtır bom şairler onun yanında kolu kanadı kopuk bir sinek bile olamazlar… isimlerinin Nâzım ile aynı yerde geçmesi bile fevkalade eğreti…


Türk dilini kullanım tarzı, zenginliği, imgelemleri, coşkun nehirler gibi akışı, hiddeti, sevinci, kıpır kıpır ses tonu, ölümsüz bir arşınlama merakı olan biri… her şeyi ile dehşet Nâzım!

Ve malumu aliniz Nâzım hala yurdunda değil…

Mezarı yaban ellerde…

*

Elbette Nâzım’ı Anadolu’ya bu saatte getirmenin Nâzım’a bir getirisi olamaz…

Ama aslolan biziz… aynı topraklardan çıkan yurttaşlar… aynı kahrı aynı hüznü yaşayan biz!

Yurttaşı ve memleketi aynı olmanın gururu var… acı ve solgun bir gurur bu… ama mağrur değil !

Nâzım’ın Anadolu’da gelmesinden doğal ne olabilir ki…

*


Bilmezmiyim… bal gibide bilirim!… Ruhi SU’nun mezarı kaç kere parçalandı… kaç kez yeniden onarıldı… Sıdıka Su’nun gözyaşları ne kadar aktı…

Hiçbir olumsuzluk, Nâzım’ın yurduna dönmesi ile kıyas edilemez… Dönmelidir Nâzım… ne pahasına olursa olsun… mezarı burada olsun … umut olsun!





Hadi Rastgele…



^^^^^^^^^^^^^^^^



SALKIM SÖĞÜT




Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!

Ağlama salkımsöğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!




Nâzım Hikmet RAN...

FİRAVUN_DAVUT
28-05-2010, 10:48
....




Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzım’a!



Nâzım Hikmet RAN

Sesil
28-05-2010, 12:42
Sn. FİRAVUN_DAVUT, çok değerli bir başlık açmışsınız.

Nazım Hikmet'i işlemek sayfalara sığmaz.

Kutlarım.

yağmur
03-06-2010, 18:57
YAŞAMAYA DAİR
1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.

1947

YAŞAMAYA DAİR

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

1948

YAŞAMAYA DAİR

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

Şubat 1948
Nazım Hikmet

SİRİUS
03-06-2010, 23:05
VATAN HAİNİ

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

NAZIM HİKMET

Sesil
04-06-2010, 00:16
YAŞAMAYA DAİR

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

Şubat 1948
Nazım Hikmet


Bir yıldız kayacak ve...

Peki ya hayat nereye tutunacak?

Ne gariptir; şu anki bizler yarının yokları olarak karışacağız hayata.

Nazım Hikmet hocamız gibi yarının yokluğumuzla sürecek olan hayatın taşırız tasasını...

Tadını aldıktan sonra böyle bir şey hayat!..

utkuran
17-06-2010, 00:23
SUNAY AKIN'DAN BiR KIZ KULESİ ÖYKÜSÜ

1827 yılında Almanya'nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra gemilerde mico olarak çalışır. Hamburg'tan kalkan bir gemiyle İstanbul'a giderken henüz 12 yaşındadır.



Gemi İstanbul'a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi'ne yüzerek kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine gemiye geri dönmek
istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır. Ama Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır. Karl Mehmet Ali adını alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarından sonra 2. Abdülhamit döneminde paşa ünvanını alır.



Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'nda Osmanlı'yı temsil eden üç kisiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızı olur .. Paşa'nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur; Celile.



Celile bir erkek çocuk doğurur: Şair Nâzım Hikmet! Görüldüğü gibi Karl'dan Nazım'a uzanan Hikayenin gösterdiği gibi, Kız Kulesi'nin her zaman hikâyeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl'ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktı.


Sunay AKIN

utkuran
27-11-2010, 01:47
BİR FOTOĞRAFA...

Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
"Önemli olan
'zamana bırakmak' değil,
'zamanla bırakmamak'tır..."
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...

Nazım Hikmet

utkuran
19-12-2010, 00:53
NAZIM’IN ÇİZGİ FİLMİ SONUNDA TÜRKİYE’DE



Nazım Hikmet’in ünlü “Savdalı Bulut” masalı 35 yıl önce Doğu Almanya’da çizgi film olarak yayınlanmıştı.

"Die verliebte Wolke" adıyla altında bir uyarlaması olan 22 dakikalık çizgi film, dönemin DEFAstüdyolarında üretilmişti. Senaryosu, aynı zamanda filmi de yöneten Christl Wiemer'a ait olanfilmin müzikleri ise Horst Elsner tarafından yapılmıştı.

Berlin’de Attila İlhan Kültür Merkezi’ni kuran bir grup öğrenci yaptıkları arşiv çalışması sonucunda bu çizgi filmi ortaya çıkardı. Arşivlerden çıkan Nazım Hikmet’e ait masalın çizgi film versiyonu Türkiye’ye getirildi.

19 Aralık Pazar Günü Saat 17:30'da Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi Sinema Salonunda gösterilecek olan Sevdalı Bulut filmi Nazım Hikmet hayranlarıyla buluşacak. Yıllar önce çekilen çizgi film Türk izleyicisinin beğenisine sunulacak.

Adres: Nazım Hikmet Kültür Merkezi

Karanfil Sokak No:58

Kızılay /ANKARA

Tel: 0 312 417 56 59


http://telgrafhane.com/index.php/basliklar/kulturvesanat/3542-nazimincizgifilmisonundaturkiyede.html

utkuran
16-01-2011, 17:22
-İzmir'den Akdeniz'e dökülen ve yakında Bombay'dan Hint Denizi'ne dökülecek olan emperyalizmin, Şarkı saran duvarı hakkında yazılmıştır.-



Karataştan çerçeveye gömülen,

güneşi parça parça bölen

demir parmaklık…



Dayadım

alnımı

demir parmaklığa;





parmaklık alnıma

gömüldü.



Kemikli geniş alnımı parça parça böldü..



Alnım:

parmaklığa dayalı.



Yüzüm:

kana boyalı.



Bu kan benim kanım.

Eşyayı bu kanlı perdeden görüyor gözüm.



Karataştan çerçeveye gömülen,

güneşi parça parça bölen

demir par-mak-lık



*



Orda;

o duvarda,

o duvarın dibinde

bizimkilerin bağlandı kolları.



O duvarı

bizim için yaptılar..



O duvar

darağaçlarının sabunlu ipi

gibi

parlıyor.



O duvar;

o duvarda keskinliği var

taze kanlı etleri parçalayan

yosunlu, ıslak

dişlerin…



O duvar;

gözleri afyon dumanlı keşişlerin

bellerindeki kara kuşak gibi sarılmış

kürenin gırtlağında!.



O duvarın ilk temel taşı,

emperyalizmin ilk adımından geliyor.

O duvarın dibinde

bizimkilerin

Eyfeller gibi kemikleri yükseliyor.



O duvarın bir ucu:

tahta sapanlı sarı Çin'de;

öbür ucu:

çelikleri elektrikli New-York'un içinde.

Her bankada hisse senetleri var

onun.



O duvar

Lordlar kamarasından lord Gürzon'un

noktaları imparator armalı bir nutku gibi geçiriyor.

Eyfel'in tepesinden avlarını seçiyor,

dayanarak Hinderburg'un altın çivili heykeline

topluyor Berlin sokaklarını eline.



O duvarın taşlarına sürterek dilini

kara gömlekli Mussolini

bekliyor nöbet.



İtalya'nın çizmesi

yüzüyor kanda!!



O duvar

İkinci bir Balkan gibi yükseliyor Balkan'da!

O duvar

O duvar, o duvar…

O duvarın dibinde

bizimkiler kurşunlanıyorlar!..



O duvar

kadar

uzun bir destanı var,

o duvarın dibindeki her bir karış yerin.



O duvarın dibinde ölenlerin

koparıyorlar erkekliğini,

gençlik aşısı yapmak için

milyonerlerin

kibrit çöpünden frengili iskeletlerine!



Milyonerler

gömülüp orspuların etlerine

bir radyo-konser gibi dinliyorlar:

o duvarın dibinde yere serilen

idam emirlerini!.



O duvar,

o duvarın dibinde seferberlik var.

1914 den daha büyük,

daha mel'un

bir seferberlik…



Karanlıklar

güneş altında nasıl kaçarsa bir deliğe,

koşuyor emperyalistler

bu seferberliğe:

Britanya dretnotlarının cemiyeti akvamı,

beyaz eldivenleri barut kokan diplomat,

çürümüş insan eti müstahsili

emperyalist Jeneral,



II nci Enternasyonal;

zehirli çiçeklerini toplamak için

"din"in

toprağını gübreleyen, kazan,

eserlerini banknotlara yazan

filozof,







permanganatın âşıkı şair,

ölüm şuaı satan kimyager,

hepsi seferber

seferber

o duvarın bayrağı altında..



O duvar

o duvar, o duvar

O duvarın dibinde

bizimkiler kurşunlanıyorlar…





CEVAP



O duvar

o duvarınız,

vız gelir bize vız!.

Bizim kuvvetimizdeki hız,

ne bir din adamının dumanlı vadinden,

ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır.

O yalnız

tarihin o durdurulmaz akışındandır.



Bize karşı koyanlar

karşı koymuş demektir:

maddede hareketin,

yürüyen cemiyetin

ezelî kanunlarına.



Sükûn yok, hareket var

Bugün yarına çıkar,

Yarın bugünü yıkar

ve bu dumandan akar

akar

akar.







Biz bugünün kahramanı,

yarının

münadisiyiz.



Bu durmadan akan,

yıkıp yapan

akışın

çizgilenmiş sesiyiz.



Biz,

adımlarını tarihin akışına uyduran

temelleri çöken emperyalizme vuran,

yarını kuran

larız.



O duvar

o duvarınız

vız gelir bize vız!..



1925
Nâzım Hikmet Ran

utkuran
04-04-2011, 22:47
Nâzım Hikmet ve Bedri Rahmi Eyüboğlu elli yıl önce Paris’te bir araya gelir. Nâzım tam elli yedi şiirini teybe okur. Bedri Rahmi ülkeye dönerken yasaklı şair Nâzım Hikmet’in kayıtlarına el konulmaması için özel önlemler alır. Bedri Rahmi kayıtları oğlu Mehmet ve gelini Hughette Eyüboğlu’na bırakır. Hughette Eyüboğlu, Paris’teki kayıtların üzerinden elli yıl geçtikten sonra saklanan şiirlerin “gün ışığına çıkmasının zamanı gelmiştir” diyerek harekete geçer… Ve kayıtları Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’na teslim eder.

Yapı Kredi Yayınları ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Nâzım Hikmet’in kendi şiirlerini seslendirdiği Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler adlı CD’sini ve kitabını yayımlıyor. İki büyük yayınevini ilk kez bir araya getiren bu önemli projeyle ünlü şairin elli yedi şiiri kendi sesinden yayınlanırken; bugüne kadar hiç yayımlanmamış iki şiiri de okurlarla buluşuyor.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun arşivinde elli yıl saklandıktan sonra gün yüzüne çıkarılan eserler; şairin geçtiğimiz hafta ortaya çıkan gerçek doğum tarihi 17 Ocak’ta okurlarla buluşacak.

Elli yıldır saklı kalan makara banttan günümüze

"Sana tüm şiirlerimi banda kaydedeceğim.
Yaşamımın tüm sesi seninle kalsın.

Sonra Türkiye'ye de ver bu sesi.
Bizim barışmamız ölümümden sonra olacak.
Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım."

Nâzım Hikmet'in Vera’ya söylediği bu sözler, Eyüboğlu’nun en büyük vasiyetlerinden biri haline gelir.

“Bu kaydı çok iyi saklayın, aman ha!”

Bu sözlerin sahibi olan Bedri Rahmi’nin, oğlu Mehmet ve gelini Hughette’e vasiyet ettiği kayıttaki ses Nâzım Hikmet’e ait. 1960’ların teknolojisi bir makara bantta tam elli yıl bekledikten sonra, Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler ile Nâzım Hikmet ülkesine sesiyle geri dönüyor…

Kayıt tarihi: 25 Nisan 1961

Elli yıldır saklanan kaydın hikâyesine gelince… Nâzım Hikmet ve Bedri Rahmi Eyüboğlu Paris’te bir araya gelirler. Bedri Rahmi kayda “Patırtı yapmayın” diyerek başlar “Yeşilden mordan pembeden” şiirini okur, sonra Nâzım’a bırakır teybi. Nâzım elli altı şiirini soluksuz okur, elli yedincisine geldiğinde kısa bir ara vermek ister ve karşımıza “Bir Garip Yolculuk” ile (Saman Sarısı olarak bilinen şiiri) çıkar.

“Bir Garip Yolculuk”u okurken Nâzım’ın zorlandığını duyuyoruz. “Olmadı” diyor, baştan alıyor, yarılarken kayıt duruveriyor, Bedri Rahmi önerilerde bulunuyor…

Elli yılın ardından bandın gün yüzüne çıkışı ve Nâzım’ın hiç bilinmeyen portresi…

Bedri Rahmi Eyüboğlu arşivini büyük bir titizlikle yayına hazırlayan Hughette Eyüboğlu, artık zamanı geldiği düşüncesiyle makara bandı sakladığı çekmeceden çıkardı ve İş Bankası Kültür Yayınları'na teslim etti. Evet, bu bant uzun yıllar saklanmak zorunda kaldı, çünkü kayıttaki ses yıllarca yasaklıydı. Bedri Rahmi o yıllarda evlerini sık sık ziyaret eden polislere karşı önlemini daha kayıt sırasında almıştı. Kaydın başında “Mor” şiirini okuyarak adeta kendi sesini Nâzım’a siper etti. Bant evin çeşitli yerlerinde saklandı; kimi zaman yüklükte, kimi zaman merdiven altında… O kadar ki, Hughette Hanım, “artık zamanı geldi” dediğinde bandın bulunması bir hafta sürmüştü. Aradığı bir şey daha vardı: Nâzım’ın annesi Celile Hanım’ın yaptığı ve daha önce ortaya çıkmayan bir Nâzım portresi. Nâzım Hikmet’in Bedri Rahmi Eyüboğlu’na yadigârı olan bu portre ise Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler kitabının ön kapak içinde yer alıyor.

Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler Nâzım Hikmet’in bütün eserlerini yayımlayan Yapı Kredi Yayınları ve Bedri Rahmi’nin bütün eserlerini yayımlayan Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın birlikte hazırladıkları ses ile şiirin buluşmasıdır. İki şairin elli yıl sonra gerçekleşen mürüvvetleridir.

Nâzım Hikmet’in gün yüzüne çıkmamış iki şiiri:

Bütün Yolculuk Boyunca Hasret Ayrılmadı Benden

Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
gölgem gibi demiyorum
çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da
Ellerim ayaklarım gibi de değil
uykudayken yitirirsin elini ayağını
ben hasreti uykuda da yitirmiyordum
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
açlıktı, susuzluktu demiyorum
sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil
giderilmesi imkânsız bir şey
ne sevinç ne keder
şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz
içimdeydi dışımdaydı
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan
hasretten gayrı

Bir Ucu Bir Kuyuda Kaybolan Rüzgârlı Bir Şosede

Bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede
bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
yüzü saçlarıyla örtülü kavuşma saatımızın
bir de ağır yürüyor ki deli olmak işten değil
Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
ben de telefon direğine bağlıyım kollarımdan
yüreğim de yorgun mu yorgun duracak nerdeyse
bir de alnıma bir su damlıyor aynı yere artsız arasız
Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
ben de seni düşünüyorum da seni düşünüyorum
ben de seni düşündükçe o da ağırlaştırıyor yürüyüşünü
bu böyle giderse yıkılabilirim direğin dibine
o yanıma varmadan

“Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden” dizesiyle başlayan şiir Türkçe ya da Rusça hiçbir kaynakta yer almazken; “Bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede” dizesiyle başlayan şiir ise yalnızca Rusça yayımlanan Seçme Eserleri’nde bulunuyor.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25171511/

utkuran
22-04-2011, 20:31
Dünyanın En Tuhaf Mahluku

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

1947
Nazım Hikmet Ran

http://www.youtube.com/watch?v=paw9qrUw-k8

utkuran
01-04-2012, 01:19
Nazım Hikmet Oratoryosu

http://www.youtube.com/watch?v=e32iN2rmUXs&feature=related

MCMIII
20-04-2012, 04:01
''Ben,
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.''
-nhr-

MCMIII
20-04-2012, 04:02
nazım hikmet ran.. candır..

utkuran
01-06-2013, 11:22
HÜRRİYET KAVGASI


Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.

Beyazıt'ta şehit düşen
silkinip kalktı kabrinden,
ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
yıktı Şahmeran'ın mağarasını.

Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.



1962

i-ked
05-07-2013, 00:31
http://n1307.hizliresim.com/1c/5/pwx57.jpg



Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler

Nâzım HİKMET