PDA

View Full Version : sağlığımıza dikkat edelim...



gzmnc
11-09-2005, 16:52
Kolon(Kalın bağırsak) ve rektumun(son kısmı) iç kısmından kaynaklanan kanserlere kolorektal kanserler denmektedir. Kanser hücreleri buradan çıkarak karaciğer ve akciğer gibi uzak organlara yayılabilir, yani metastaz yapabilirler. Bir kez metastaz oluşur ise bu hastalıktan tam olarak kurtulmak mümkün değildir.
Kalın bağırsak kanseri, kanser nedeni ile ölümlerin önde gelen sebeplerindendir, tüm kanser ölümlerinde üçüncü, dördüncü sırada gelmektedir. Kalın bağırsak kanseri ile ilgili kötü bir haber de ülkemizde giderek yaygınlık kazanan fast-food denilen batı tipi diyet alışkanlığı olan toplumlarda gittikçe bu kanser tipinin artmasıdır.
Eğer kolon kanseri erken teşhis edilirse ameliyatla çıkartılarak tedavi edilebilir

Kolorektal kanserden korunmak için

1- Kolonoskopik kontroller yapılmalı, kanser öncüsü (prekanseröz) kolorektal polip denilen oluşumlar çıkartılmalıdır.

2- Az yağlı ve bol lifli gıda alınmalıdır. (sebze, meyva, tahıllar gibi)

3- Kemoprovansiyon denilen tabii veya insanlarca yapılmış olan bir takım kimyasal maddeler kullanarak kolorektal polip ve kanserlerin oluşma ihtimalinin azaltılması yöntemi uygulanmalıdır.

varyemez
11-09-2005, 16:57
abd'de nbc televizyonunda yayinlanan sabah programinda neredeyse 2 gunde bir bu kanserle ilgili bir bolum bulunur. programin sunucularindan biri olan katie couric 40'li yaslardaki esini kaybetmis bu kanser sebebiyle. o olaydan sonra da kendini colorectal kanserin erken teshis edilebilmesi icin insanlari egitmeye adamis. hatta katie couric kendi colonoscopy'sini tv'de yayinlatti, insanlara korkacak birsey olmadigini gostermek icin.. doktorlarin soyledigine gore bircok izleyici bu yayinlardan etkilenip doktora kontrole gitmis ve epeyce onemli bir toplumsal bilinc saglanmis.. darisi diger hastaliklarin ve diger ulkelerin basina...

gzmnc
11-09-2005, 16:57
Uzmanlar, ambalajı bozulmuş, son kullanma tarihi geçmiş ve küflenmiş gıdaların, ölümle sonuçlanan ciddi besin zehirlenmelerine sebep olabildiğini bildirdi.

*Meyve ve sebzelerin görünümünün mümkün mertebe taze olmasına dikkat edilmeli, çok yaş görünümde, üzerinde lekeler bulunan, hafif çürümüş veya üzerine öz suyu bulaşmış sebze ve meyveleri almaktan kaçınmalıdır. Soğukta muhafazası gereken bir gıda soğuk olmadığı hissedilirse alınmamalı.

*Ambalajın üzerindeki son kullanma tarihini okuyun.

*Oda sıcaklığında bekletilen yumurtaları almayınız. Kabuğunda patojen (hastalık yapıcı) 'Salmonella enteridis' mikroorganizması bulaşması olabileceği ve yumurtanın içine de geçebileceği dikkate alınarak yumurtalarda kırık, çatlak ve aşırı kir bulunmamasına dikkat ediniz. Eve getirildiğinde de yumurtaların tazeliklerini kaybetmemesi için serin yerde muhafaza edilmesi gerekir. Yumurta buzdolabında 2 haftaya kadar saklanabilecektir. Yumurta dikkatle kırıldığında, sarısı dağılmadan ortada kalıyor, akı da onun etrafında düzgün şekilde duruyorsa tazedir.

*Konserve kutularında herhangi bir açılma olup olmadığının da mutlaka kontrol edilmesi gerekir. Kutunun tepesi veya tabanındaki tümsek oluşumları tehlikelidir

gzmnc
11-09-2005, 16:59
abd'de nbc televizyonunda yayinlanan sabah programinda neredeyse 2 gunde bir bu kanserle ilgili bir bolum bulunur. programin sunucularindan biri olan katie couric 40'li yaslardaki esini kaybetmis bu kanser sebebiyle. o olaydan sonra da kendini colorectal kanserin erken teshis edilebilmesi icin insanlari egitmeye adamis. hatta katie couric kendi colonoscopy'sini tv'de yayinlatti, insanlara korkacak birsey olmadigini gostermek icin.. doktorlarin soyledigine gore bircok izleyici bu yayinlardan etkilenip doktora kontrole gitmis ve epeyce onemli bir toplumsal bilinc saglanmis.. darisi diger hastaliklarin ve diger ulkelerin basina...

dedemin de kardeşi 40 gün önce (o yaşına kadar daha hiç doktara gitmemiş adam) ani bir sancıyla hastaneye kaldırılmış. 1.5 metre bağırsağı kesilmiş ancak teşhis de geç kalındığı için ameliyet sonrası yoğun bakımdayken vefat etmişti. haberleri de okurken bu bilgi karşıma çıkınca paylaşmak istedim.

gzmnc
11-09-2005, 17:10
vücut uyarı sisteminin bir parçası: ağrılar

KANSER AĞRILARI

Tüm kanserler ciddi ağrılara neden olmamakla birlikte, meme, kemik, prostat, akciğer kanserinin bir kısmı, ürogenital organlardan kaynaklanan kanserlerde, kemik metastazlarında, beyne yayılmış kanserlerde yoğun ağrılar ortaya çıkıyor. Kanserden kaynaklanan ağrılar öncelikle kanserin kendine veya metastazına bağlı olarak ortaya çıkabiliyor.

NÖROPATİK AĞRILAR

Herkeste her an gelişebilecek özellikte olan nöropatik ağrılar, sinir hasarı yapabilecek ayak burkulması gibi basit bir olayı takiben gelişebildiği gibi diyabet, alkolizm ya da inmeye bağlı olarak da ortaya çıkabiliyor. Ağrı, yanma, iğnelenme, üşüme, elektrik çarpması şeklinde olabiliyor

gzmnc
12-09-2005, 13:04
-Aklınıza çok şey tutmaya çalışmayın, notlar almaya çalışın, bunu alışkınlık haline getirin,

-Stresinizi azaltıcı aktiviteler geliştirin,

-Düzenli spor yapmaya çalışın,

-Beslenmenize dikkat edin,

-Sevdiğiniz insanlarla bir araya gelip, sizi mutlu edecek şeylerle uğraşın,

-Günlük yaşantınızda çok yoğun stres içindeyseniz, uykusuzluk, yorgunluk, sık ağlama, hayattan zevk almama gibi şikayetleriniz varsa psikiyatrla mutlaka görüşün.

gzmnc
12-09-2005, 13:12
Kolesterol, yaşam için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol, beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur.

Vücut kolesterolü kullanarak hormon (kortizon, seks hormonu), D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir. Bu işlemler için kanda çok az miktarda kolesterol bulunması yeterlidir.

Eğer kanda fazla miktarda kolesterol varsa, bu kan damarlarında birikir ve kan damarlarının sertleşmesine, daralmasına (arteriyoskleroz) yol açar. Arteriyosklerozda damar duvarında biriken tek madde kolesterol değildir; akyuvarlar, kan pıhtısı, kalsiyum... gibi maddeler de birikir. Toplumda, arteriyoskleroz için damar sertliği, damar kireçlenmesi gibi ifadeler de kullanılmaktadır.

Damarlar tüm vücutta yaygın olarak bulunur ve kalp, beyin, böbrek... gibi organlara kan taşıyarak bu organların görev yapmasını sağlar. Kolesterol, hangi organın damarında birikirse o organa ait hastalıklar ortaya çıkar. Örneğin, kalbi besleyen atardamarlarda (koroner arterler) kolesterol birikimi olursa, göğüs ağrısı, kalp krizi gibi sorunlar oluşur. Böbrek damarlarında kolesterol birikimi ise, yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.

lutas
12-09-2005, 13:15
-Aklınıza çok şey tutmaya çalışmayın, notlar almaya çalışın, bunu alışkınlık haline getirin,

-Stresinizi azaltıcı aktiviteler geliştirin,

-Düzenli spor yapmaya çalışın,

-Beslenmenize dikkat edin,

-Sevdiğiniz insanlarla bir araya gelip, sizi mutlu edecek şeylerle uğraşın,

-Günlük yaşantınızda çok yoğun stres içindeyseniz, uykusuzluk, yorgunluk, sık ağlama, hayattan zevk almama gibi şikayetleriniz varsa psikiyatrla mutlaka görüşün.

Unutkanlara tamam da ;

Herşeyi hatırlayıp kafası dolu
sistem aşırı yükleme olanlara bir öneri varmı?
:roll:

gzmnc
12-09-2005, 13:25
Unutkanlara tamam da ;

Herşeyi hatırlayıp kafası dolu
sistem aşırı yükleme olanlara bir öneri varmı?
:roll:
unutmazsam :D araştırırım:)

gemici
12-09-2005, 17:54
dikkat etmezseniz başınıza gelecek var
Biçkin ve ayni zamanda hovarda bir adam ölür ve cehenneme gider. Cehennemde birkaç gün kaldiktan sonra cennet görevlisi melek gelir ve seni cennete götürecegim der. Bizim biçkin halinden memnun görevli melekle cennetin yoluna koyulurlar. Cennetin kapisina yaklastiklarinda içeriden feryat figan sesler duyar ve melege döner, - Sen beni cennete götürecektin der. Melek burasi cennet deyince, içerideki sesler nedir demis, melek :

- ha o sesler içerideki iyi insanlara kanat takilacak onun için sirtlarina delik açiliyor demis.

Bizimki ürkmüs cennetin yolunda biraz daha ilerlemisler bu sefer geçenki seslerden daha aci ve yogun sesler gelmeye baslamis. Biçkin yine sormus; Simdi neler oluyor, neden sesler daha aci? Melek:

- Iyi insanlarin baslarina halka takilacak onun için baslarini deliyorlar. Bizimki iyice korkmus ve ben cehenneme gitmek istiyorum deyince melek :

-iyi ama orada da sana kuyruk takacaklar demis. Biçkin:

-olsun olsun nasil olsa onun deligi hazir.

gzmnc
12-09-2005, 22:30
Migrenin Belirtileri Nelerdir?

En sık rastlanan belirti, hafiften başlayarak çok şiddetli, zonklayıcı karaktere dönüşen baş veya boyun ağrılarıdır. Ağrı genelde (ama her zaman değil) başın bir tarafında olur ve en az bir kaç saat devam eder. Ağrı geçtikten sonra migren hastası kendini genellikle yorgun ve bitkin hisseder. Bazen de bir mutluluk duygusu taşıyabilir.

Diğer belirtiler (bu belirtiler baş ağrısından önce veya baş ağrısı esnasında olabilir):
Kabızlık veya ishal
Sinirlilik
Mide bulantısı ve / veya kusma
Işığa karşı duyarlılık
Gürültüye karşı duyarlılık
Kokulara karşı duyarlılık
Kafa derisinde hassasiyet
Kan damarlarında gözle görülebilen genişleme
Boyun ve / veya omuz ağrısı veya tutukluğu
Vücudun uç noktalarında (eller, ayaklar) ağrı, sızı
Dokunma hissinde azalma

Aura dönemi ( Genelde klasik migrende ağrı başlangıcından önce) belirtileri:
Görme duyusunda bozukluklar
- Kör noktalar
- Işık noktaları görme
- Görme duyusunun tünel gibi olması
Görme ve duyma ile ilgili halusinasyonlar (yanılsamalar)
- Zikzak şekilleri görme
- Gelin teli şeklinde görüntüler
Vücudun bazı bölgelerinde uyuşma
Kulak çınlaması
Konuşma bozuklukları
Başka duyular ile ilgili bozukluklar

forges
12-09-2005, 23:11
Panik atak nedir?
Panik atak, aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleri olarak tanımlanır

Hastaların çoğu zaman “kriz” adını verdiği bu nöbetler yani panik atak birdenbire başlar, giderek şiddetlenir ve şiddeti 10 dakika içinde en yoğun düzeye çıkar. Çoğu zaman 10-30 dakika, seyrek olarakta 1 saat kadar devam ettikten sonra kendiliğinden geçer.



Panik atak nedir?
Panik atak, aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleri olarak tanımlanır.


Güncelleme: 18:56 TSI 28 Mayıs 2005 Cumartesi- Hastaların çoğu zaman “kriz” adını verdiği bu nöbetler yani panik atak birdenbire başlar, giderek şiddetlenir ve şiddeti 10 dakika içinde en yoğun düzeye çıkar. Çoğu zaman 10-30 dakika, seyrek olarakta 1 saat kadar devam ettikten sonra kendiliğinden geçer.

-----------------------------------------------------------------------------

Panik Atağının Belirtileri Nelerdir?
Göğüs ağrısı yada göğüste sıkışma
Çarpıntı, kalbin kuvvetli yada hızlı vurması
Terleme
Nefes darlığı yada boğulur gibi olma
Soluğun kesilmesi
Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecek yada bayılacak gibi olma
Uyuşma yada karıncalanma
Üşüme, ürperme yada ateş basması
Bulantı yada karın ağrısı
Titreme yada sarsılma
Kendini yada çevresindekileri değişmiş, tuhaf ve farklı hissetme
Kontrolünü kaybetme yada çıldırma korkusu
Ölüm korkusu
Bir panik atağında bu belirtilerden en az 4 yada daha fazlası bulunur.
Dörtten daha az belirtinin görüldüğü ataklara ise kısıtlı panik atağı adı verilir.

Panik Bozukluğu Nedir?
Panik bozukluğu, tekrarlayan, beklenmedik panik atakları ve ataklar arasındaki zamanlarda başka panik ataklarının da olacağına ilişkin sürekli bir kaygı duyma. Panik ataklarının “kalp krizi geçirip ölme” , “kontrolünü yitirip çıldırma” yada “felç geçirme” gibi kötü sonuçlara yol açabileceği inancıyla sürekli üzüntü duyma yada ataklara ve olası kötü sonuçlarına karşı önlem alarak (işe gitmeme, spor, ev işi yapmama, bazı yiyecek yada içecekleri yiyip içmeme, yanında ilaç, su, alkol, çeşitli yiyecekler taşıma gibi ) bazı davranış değişikliklerinin görüldüğü ruhsal bir rahatsızlıktır.

Panik Bozukluğu Nasıl Oluşur?
İlk atak başlıyor: Hiçbir neden yokken ve birden bire başlayan çarpıntı, terleme, göğüste sıkışma, nefes darlığı yada baş dönmesi, dengesizlik, fenalaşma yada baygınlık gibi belirtiler kişiyi dehşet içinde bırakır. Kişi ‘kalp krizi ’ geçirdiğini yada felç geçirmekte olduğunu zannederek yoğun bir ‘ölüm korkusu’ ya da ‘felç olma’ korkusu yaşar. Bazen de başında bir tuhaflık, sersemlik hissi, kendisini veya çevresini bir garip ya da değişik hissetme gibi duyguların ortaya çıkmasıyla, ‘kontrolünü kaybetmeye’ yada ‘çıldırmaya başladığını’ düşünerek kendisine yada çevresindekilere bir zarar vermekten korkmaya başlar. Hasta hemen, en yakın doktor ya da acil servise götürülür. Orada yapılan birçok muayene, çekilen film, elektrokardiyografi, tomografi ve diğer incelemelerde hiçbir şey bulunmaz. Hastanın nesi olduğu sorulduğunda doktorlar ‘hiçbir şeyi yok’ ya da ‘stresten olmuş ’ derler. Çoğu zaman sakinleştirici bir iğne yapılarak evine gönderilir.
Ataklar tekrarlıyor: Bir süre sonra panik atakları tekrarlar. Hasta, her yeni atak ile aynı dehşet ve korkuyu yeniden yaşamaya ve acil servislere taşınmaya başlar. Her seferinde yeniden muayene, yeniden incelemeler yapılır ancak hiçbir şey bulunmaz. Hasta, kalbinde ya da beyninde kötü bir şey olduğuna, ancak doktorların bunu bir türlü bulamadığına inanmaya başlar. Bazen de yanlış tanı konularak hasta, antibiyotikten nefes açıcıya, çarpıntı ilacından tansiyon ve kalp ilacına, vitamine kadar değişik ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır, ancak bir türlü iyileşemez.
Beklenti anksiyetesi gelişiyor: Ataklar tekrarlamaya devam ettikçe, hasta, ataklar arasındaki dönemde gergin, huzursuz ve endişeli bir şekilde her an yeni bir panik atağının geleceğini beklemeye başlar. Bu endişeli bekleyişe “beklenti anksiyetesi” adı verilir. Atakların çoğu zaman belirsiz zaman ve yerlerde gelmesi bu kaygıyı daha çok arttırır. Ataklar sıklaştıkça, kalp krizi geçirip ölme, felç olma ya da kontrolünü kaybedip çıldırma korkuları pekişir.
Yoğun ve sürekli üzüntü: Hastalar, evde kimsenin olmadığı bir zamanda kalp krizi geçirmekten ve hastaneye ulaşamadan ölmekten ya da kontrolünü kaybederek çıldırıp intihar etmekten, kendisine ya da yakınlarına bıçak ve bu gibi bir şeyle zarar vermekten, başkalarının bulunduğu ortamlarda çılgınca ve garip davranışlarda bulunarak rezil olmaktan şiddetle korkar. Bu düşüncelerin sürekli aklına gelmesinden dolayı da yoğun bir üzüntü duyarlar.
Yoğun davranışlar değişiyor: Bir süre sonra ataklara ve ataklar sırasında gerçekleşeceğine inandıkları ” felaketler” e karşı bazı önlemler almaya ve kimi davranışlarını değiştirmeye başlarlar. Ataklara neden olabileceğini düşündükleri etkinliklerden, yiyecek ve içeceklerden vazgeçerler. Ataklara karşı evden çıkarken alkol / madde/ ilaç / kullanırlar. Ataklar sırasında kullanmak üzerede yanlarında ilaç, su, yiyecek v.b. taşırlar. Ataklar sırasında olabileceklere karşı önlem alırlar. Örneğin atak sırasında kontrolünü kaybederek çocuklarına zarar vereceğine inanan hastaların önlem alarak evdeki bütün bıçakları kilit altında tuttukları, çocuklarıyla yalnız kalmamaya çalıştıkları, atak sırasında fenalaşarak kendini yitireceğinden ya da bayılacağından korkan bayan hastaların, baygınken çalınır diye takılarını yanlarına almadıkları, onu baygın bulanların yardımcı olabilmesi için evinin / eşinin / ailesinin adresini, telefon numarasını, hatta tıbbi yardım için ulaşabilmek üzere doktorunun kartvizitini taşıdıkları görülmüştür. Bu hastalar, gerektiğinde acil yardımı çabuk alabilmek için bütün günlerini hastane bahçesinde geçirmeyi ya da güzergahlarını muayenehane, eczane ve acil servis bulunan yerlerden seçmeyi tercih ederler.

Agorafobi Nedir?
Hastaların %60’ından fazlası, atakların geleceği yer ve durumlardan kaçınmaya başlarlar. Yalnız başına evde kalamaz, sokağa yalnız çıkamaz, otobüs, vapur, deniz otobüsü gibi taşıt araçlarına, asansöre binemez, dar sokak yada köprülerden geçemez, Pazar yeri, büyük mağazalar gibi kalabalık yerlere giremez olurlar. Bazen de, ancak yanlarında birisi ile yoğun bir endişe ve rahatsızlık duyarak bu tür yerlere gidebilirler. Hastaların, yalnız başlarına panik atağı geleceğini zannettikleri yerlere gidememe, o tür yerlerde kalamama durumlarına agorafobi denir.

Panik Bozukluğu Nasıl Bir Hastalıktır?
Panik bozukluğu psikiyatristler tarafından iyi bilinen ve çok sık görülen bir rahatsızlıktır. Öyle ki, toplum içinde herhangi 100 kişinin yaklaşık 3-4’ ü bu hastalığı ya daha önce geçirmiştir ya da halen bu hastalığı yaşamaktadır. Her yaşta başlayabilmekle birlikte en sık 20-35 yaşları arasında başlar. Kadınlarda, erkeklere göre 2-3 kat fazla görülür.

Panik Bozukluğu Neden Oluşur?
Panik bozukluğunun neden olduğuna ilişkin iki bilimsel açıklama vardır:
Panik bozukluğu, beynimizde nöron adı verilen sinir hücrelerinden salgılanan, heyecan ve duygusal yaşantılarımızı düzenleyen bazı beyin hormonlarının düzensiz çalışması sonucu oluşmaktadır.
Panik bozukluğu, günlük yaşantımızda yaptığımız bazı davranışlarımızın sonucunda ortaya çıkan ve tamamen ‘doğal ve zararsız’ olan çarpıntı, terleme, nefes sıkışıklığı ya da baş dönmesi gibi bedensel belirtilerin, hasta tarafından kötü bir hastalığın belirtileri olarak değerlendirilmesi ve bunun sonucunda da ‘kalp krizi geçiriyorum, öleceğim’ , ‘çıldırıyorum’ ‘felç olacağım’ şeklinde yanlış yorumlanması sonucu ile oluşur.

Tedavisi Mümkün müdür?
Panik bozukluğu, tedavisi mümkün bir hastalıktır. Bugün için etkinliği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış iki türlü tedavisi vardır. Bunlar:
İlaç tedavisi: İlaçlar, beyin sinir hücrelerindeki hormon faaliyetlerini düzenleyerek panik bozukluğunu iyileştirirler. Halen, ülkemizde bu hastalığa iyi gelen ilaçlar bulunmaktadır. İlaç tedavisi etkin dozda en az bir yıl sürdükten sonra, yavaş yavaş azaltılarak kesilmelidir.
Bilişsel-davranışçı tedavi: Bu tedavide iki amaç vardır.
Hastanın, aslında tamamen ‘zararsız’ olan panik atağı belirtileri hakkındaki yanlış bilgi ve inanışlarının düzeltilmesi ve hastanın bu belirtilerle korkmadan baş edebilmesinin öğretilmesi amaçlanır.
‘Panik atağı gelirse’ endişesi ile, sokağa çıkma, vapur, otobüs, trene binme, kalabalık yerlere gitme gibi tek başına yapmaktan korktuğu şeylere bir plan dahilinde yeniden ‘alıştırılması’ amaçlanır.

En iyi sonuç, bu iki tedavinin birlikte uygulanması ile alınmaktadır.

LÜTFEN UNUTMAYINIZ!
Panik bozukluğu, kesinlikle ölüme ya da çıldırmaya veya felç olmaya yol açan bir rahatsızlık değildir.
Doktorunuz önermedikçe korkularınız ile baş etmek için kalp, tansiyon, çarpıntı ilacı, vitamin, sakinleştirici ilaç ya da alkol kullanmayınız yada gerekir diye yanınızda taşımayınız.
Sadece doktorunuzun önerdiği ilaç ya da ilaçları kullanınız.
İlacınızı doktorunuzun söylediği şekilde ve dozda kullanınız, o gün iyi ya da kötü oluşunuza göre dozu azaltıp arttırmayınız.
Tamamen iyileşseniz bile doktorunuza danışmadan tedavinizi kesmeyiniz.

gzmnc
14-09-2005, 13:15
Grip Nedir?

Grip, burun, bronşlar ve akciğerden oluşan solunum sisteminde meydana gelen, Influenza A, Influenza B ve Influenza C virüslerinin neden olduğu yüksek derecede bulaşıcı viral bir enfeksiyondur. 1-2 hafta içinde hastalar genellikle iyileşirler ancak etkileri haftalarca devam edebilir. Bazı hastalardaysa hayatı tehdit edici komplikasyonlar (pnomoni gibi)gelişebilir.

Sonbahar ve Kış aylarında görülür. Pik yaptığı aylar Ekim - Mart aylarıdır. Grip son derece ciddi bir hastalık olup, kış mevsiminin en şiddetli hastalıklarından biridir. İşgücü kaybı açısından bakıldığında en yüksek maliyete yol açan hastalıkların başında yer almaktadır


Soğukalgınlığı Nedir?

Soğuk algınlığı sonucu oluşan enfeksiyonlarda etken %90 virüslerdir. Soğuk algınlığına neden olan 200 kadar değişik virüs tanımlanmıştır.

Soğukalgınlığı kişiden kişiye bulaşır. Başlangıçda bu bulaşmanın "damlacık enfeksiyonu" ile yani aksırma, öksürme ile etrafa saçılan damlacıkların içindeki virüslerin havada kalması ile olduğu sanılmaktaydı. Ancak şimdi mevcut kanıtlar bulaşmanın virusu almış hastanın elinden hassas insanlara geçmesi ve hassas bireylerin de nazal (ağız-burun) mukozalarına sürmeleri ile olduğu yönündedir. Bu nedenle soğuk algınlığının bulaşmasını engellemenin yolu ellerin sık yıkanmasıdır.


Belirtiler nelerdir ?

Ateş
Baş ağrısı
Eklem ve kas ağrısı
Yorgunluk hissi,
Akan ya da dolu burun
Hapşırma
Boğaz ağrısı
Göğüs doluluğu


Ne Yapmalı ?

Aşağıdaki durumlardan herhangi birinin görülmesi halinde ve belirtilerin geçmemesi durumunda mutlaka doktora başvurmak gerekmektedir.
39 C'yi geçen ateş
Sürekli yada çok kıvamlı balgam üreten öksürük
Nefes alırken ağrı
Devamlı kulak ağrısı
Şişmiş lenf bezleri
Yutkunurken zorlanma

trakyalı
14-09-2005, 13:30
Çok güzel bir konu açmışsınız tebrikler.
YAş itibariyle sağlığıma dikkat etmem gerekiyor.
Gerçi hanım sen sağlıklısın diyor ama yine de yediğim içtiğim şeylere dikkat ediyorum.
Öncelikle margarin eve girmeyecek.Margarine sinek bile konmaz bunu hiç unutmayın.
Bizim evde eşimle hem fikiriz yemekleri çok nefis.Ama dışarıdan gelipte margarine alışmış kişilere hastane yemeği gibi geliyor bizim yemekler.
Et işi bana ait Hamur işini fazla abartmadan yeriz.
Ama suni yiyeceklerden her zaman kaçınırız.
Hele içerisinde E maddesi olan yiyecekleri hiç almayız.HAzır dondurmanın ve çikolatanın tek çeşidinde E maddesi yok şimdi reklama girer endexte işlem yapanlardan.Bir de vücuttan atılamayan hidrojene nebati yağ olan yiyeceklerden (özellikle bazı çikolata ve bisküvülerde var) uzak durun.
Sigaraya 10 Ocak 2004 te veda ettim.Herkesin bırakmasını dilerim.En öldürücü maddelerin başında geliyor.
Alkol alırım ama her zaman değil.Sağlığımı bozmayacak şekilde.
Uzun yaşamak yanında sağlıklı yaşamak önemli olan, sağlıklı yaşamak içinde hazır yiyeceklerden,hamburgerlerden,turfanda meyve ve sebzelerden kaçının.
Sağlıklı nice nice yıllar dilerim...

balaban
14-09-2005, 13:40
Margarin sevenlere

trakyalı
14-09-2005, 14:05
Margarin sevenlere
Bravo bunu bilmiyordum bu dosyayı tüm sevdiklerime yollayacağım.
Bu margarine sinek bile konmaz lafını kayınvalidem söylemişti gerçekten konmuyormuş...

lutas
15-09-2005, 12:14
unutmazsam :D araştırırım:)

Bakın unutmuşsunuz bile.
"Neyi" ???
:rolleyes:

Hastalık işte ne yaparsınız.
Önerisi unutmak galiba...
:roll:

-----------------------------------------------------------------


Maden suyu hakkında

‘doğru’ bildiğiniz ‘yanlışlar’ ya da ‘yanlış’ bildiğiniz ‘doğrular’...


“Maden suyu” ile “soda” arasında ne fark vardır?
Maden Suyu, içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile
birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkar ve tamamen
“doğaldır”. Soda ise su ve sudan yapılan içeceklere üretim esnasında
karbondioksit gazı basılmasıyla elde edilen ve tamamen “yapay” olan bir
içecektir.
Maden suyu “asitli” midir?
Halk arasında “asitli” denilen içeceklerde aslında kastedilen,
içeceğin içindeki “karbondioksit” gazıdır. Karbondioksit gazı dilimiz ile
temas ettiğinde geçici olarak tat algılayıcılarını uyuşturduğu için içimi
kolaylaştırmaktadır. Gazlı içecek üretiminde çok özel proseslerle üretilen
ve % 99,99 saflıkta gıda üretimi için özel karbondioksit gazı kullanılır.
Günde ne kadar maden suyu tüketebiliriz ?
Doğal suların içerdiği zengin mineraller vücudumuzda vitaminlerin
fonksiyonlarına yardımcı olurlar. İçerdiği zengin kalsiyum ve florür gibi
mineraller nedeniyle özellikle çocuklar, bayanlar ve yaşlıların daha fazla
maden suyu içmeleri gerekir. Uzmanlar günde en az 2 litre civarında su ve
maden suyu gibi “yararlı sıvı” tüketilmesini öneriyor.
Çocukların maden suyu içmesi zararlı mıdır?
Maden suyunun bilinen hiçbir zararı olmayıp, aksine vücudumuza
sayısız yararları vardır. Büyüme çağındaki çocuklar kalsiyum, demir, çinko,
florür gibi minerallere yetişkinlerden daha fazla ihtiyaç duyarlar. Bu
ihtiyacı karşılamanın en iyi yolu bolca süt ve doğal suları tüketmeleridir.
Maden suyunun içerdiği kalsiyum kemik yapısının, florür ise ağız ve diş
sağlığının gelişmesi için son derece yararlıdır.
Hamilelikte maden suyu içilir mi?
Hamilelik, beslenmeye özellikle dikkat edilmesi gereken bir dönem.
İnsan vücudu bebeği besleyebilmek ve gelişmesini sağlamak için normalden
daha fazla gıda, sıvı, mineraller ve vitaminlere ihtiyaç duyar. Bu katkıyı
doğal yoldan sağlayabilmek için, hamilelikte düzenli olarak maden suyu
tüketimi tavsiye edilir.
Maden suyu cilde yararlı mıdır ?
Maden suyu içerdiği zengin mineraller vücudumuzun birçok bölgesine
olduğu gibi cilt için de yararlıdır. Hatta piyasada sprey şişelerine
doldurulmuş ve yüze püskürtülerek kullanılan maden suları satılır.
Maden suyu böbrek taşı yapar mı?
Böbrek taşlarının oluşumunda ana neden, yetersiz miktarda sıvı
tüketimidir. Başka bir deyişle, yaşamı boyunca yeterli ve düzenli
miktarlarda su ve maden suyu tüketmeyen insanlarda böbrek taşı oluşumu hızla
meydana gelir. Bu duruma gelmiş ve böbreklerinde taş oluşmuş insanların
maden suyu tüketmeleri tavsiye edilmez ancak esas olan, düzenli ve yeterli
miktarlarda su ve maden suyu tüketerek vücudumuzu bu gibi etkenlerden
korumaktır.
Avrupa’da ve Türkiye’de kişi başına yıllık maden suyu tüketimi ne kadar?
Avrupa’da kişi başına yılda 150 litre maden suyu tüketirken bu oran
Türkiye’de 3 litrenin altında. Ülkemiz aslında Avrupa’nın doğal mineralli
sular açısından en zengin coğrafyasına sahip ancak, yıllık 65 milyon litre
olan bu kaynağın sadece yüzde biri şişeleniyor, yüzde doksandokuzu boşa
akıyor. Süt ve süt ürünleri tüketiminde de Avrupa ile aramızda benzer
oranlar olduğu için, neticede ulusal beslenme kültürü ile bağlantılı ilginç
tablolar ortaya çıkıyor. Örneğin bu beslenme kültürü sayesinde Avrupalı
kemik erimesi gibi hastalıkları nadiren duyarken Türkiye’de belirli yaş ve
cinsiyet gruplarında kemik erimesi oranları % 30’larda yaşanıyor. Bunun en
önemli nedeni, yaşam boyunca düzenli olarak tüketilen süt ve doğal suların
miktarlarındaki, bu yol ile alınan doğal kalsiyum takviyesindeki büyük
farklılık.
Maden suyu son kullanma tarihinden sonra bozulur mu?
Maden suyu kapağı açılmaz ise kesinlikle bozulmaz. Ürünlere son
kullanma tarihi konulmasının tek nedeni, dolumdan sonra belirli bir süre
geçtiği zaman sadece kapak ve ambalajdan dışarıya karbondioksit gazı kaçması
ve azalmasıdır.
Düzenli maden suyu tüketimi ile bazı hastalıklar arasında bağlantı varmıdır?
Maden suyunda zengin olarak bulunan minerallerden magnezyum, hücre
içerisinde potasyumdan sonra en yoğun olarak bulunan katyondur. Hücre zarı,
hücre içi ve hücre çekirdeğindeki birçok biyolojik olaylarda etkilidir ve
kas ile sinirlerdeki elektrik uyarılarının iletilmesini sağlar. Kalp ve
damar hastalıkları ile çok ilgisi vardır. Enfarktüs geçiren insanlarda
magnezyum düşüklüğü saptanmıştır. Damar sertliğine yol açan damarlardaki yağ
ve kalsiyum birikmesi de magnezyum eksikliğinden oluşur.
Sodyum vücut sıvılarında en fazla bulunan elementtir ve sıvı dağılımı
ile sıvı dengesinin düzenlenmesini sağlar. Ayrıca asit-baz dengesi ve sinir
uyarılarının taşınması en önemli görevlerindendir.
Kalsiyum vücudumuzda en fazla bulunan elementtir. Kemik yapısının
yanı sıra kas kasılmalarının düzenlenmesine, sinir uyarılarının taşınmasına,
hücre zarlarında iyon değişimine, hormonların, sindirim enzimlerinin ve
nörotransmitterlerin salgılanmasına yardımcı olur. Yaşla ilgili kemik
kayıplarını ve kırılmalarını önler. Kalsiyum sadece süt ve doğal sularda
bulunur. İçerisinde kalori ve kolesterol olmadığı için maden suyu, kalsiyum
açısından süte en iyi alternatif olmaktadır.
Bikarbonatlar, magnezyum, sitratlar, sodyum, flor ve kalsiyum maden
suyunda bulunan doğal dengeleri ile, ürolojik hastalıkların seyri ve
özellikle ameliyat sonrasında çok etkendir. Böbrek taşlarının tekrarlamasını
önlemenin en kolay, en pratik ve doğal yolu bu sıvıları bolca tüketmektir.
Bikarbonatlı sular alkali yapıları sayesinde mide asiditesini
nötralize eder ve bu özelliği nedeni ile peptik ülser hastalığının
tedavisinde önemli rol oynarlar. Yine fonksiyonel mide ve bağırsak
hastalıklarında semptomları azaltıcı etkileri vardır.
Kalsiyum ve magnezyum içeren sular bağırsak molaritesini azaltarak
stress sonucu gelişen ishal gibi şikayetleri önlemede etkili olurlar.
Sülfatlı sular safra salgılarını ve akımlarını arttırır.
Kalsiyum zengini doğal mineralli sular, menapoz döneminde kadınlarda
ve ileri yaşlarda erkeklerde kemik erimesinin önlenmesi ve tedavisinde
yeterli kalsiyum desteği sağlanmasında önemli bir seçenektir.

gzmnc
15-09-2005, 21:04
Bakın unutmuşsunuz bile.
"Neyi" ???
:rolleyes:

Hastalık işte ne yaparsınız.
Önerisi unutmak galiba...
:roll:

-----------------------------------------------------------------




Sn lutas sizin sorduklarınızı gerçekten araştırdım ama malesef bir sonuç bulamadım. hatta birçok çözüm arayan insanların yazılarını okudukça daha önceden "unutmamak" güzel birşey olsa gerek diye düşünürken (oldukça unutkan biriyimdir de :) ) şimdi bu durumun unutmaktan daha iyi olmadığını anladım. belki çoğu zaman işinize yarar ama insan bazen unutmak isteyeceği şeylerle karşı karşıya gelebilir.

Augustlobster
15-09-2005, 21:09
gidin kendinizi öldürene kadar için..
dert etmeyin..
sizden 1yaş büyük olanlar sizden 1yıl önce ölsün..durumu böyle eşitleyin.
toplama yapmak yerine çıkarın.

Augustlobster
15-09-2005, 21:09
dert etmeyin.

varyemez
15-09-2005, 21:23
gidin kendinizi öldürene kadar için..
dert etmeyin..
sizden 1yaş büyük olanlar sizden 1yıl önce ölsün..durumu böyle eşitleyin.
toplama yapmak yerine çıkarın.
gene içiyon demi.... :)

Augustlobster
15-09-2005, 21:25
su hayattır..

içinde su bulunan herşeyde bir hayat saklıdır...
1hayatta yaşamak bukadar çok hayatı..hemde içercesine..

varyemez
15-09-2005, 21:32
aferim son gaz devam et.... :)

forges
15-09-2005, 22:19
YOĞURT
Japonya’da yapılan ve sonuçları İngiltere’de yayımlanan araştırmalar, şekersiz yoğurdun nefes kokusunu giderdiği, diş taşı ve diş eti iltihaplarını doğal yollardan önlediğini ortaya koydu. Araştırma kapsamında 6 hafta boyunca günde bir porsiyon yoğurt yiyenlerin yüzde 80’inde nefes kokusuna yol açan hidrojen sülfit düzeyinin düştüğünü belirten Japon bilim adamları, yoğurdun içeriğindeki maddelerin bu rahatsızlıkları önlediğini vurguladı.
İngiliz Diş Sağlığı Vakfı yöneticileri de araştırma sonuçlarını memnuniyetle karşıladıklarını belirtti. Vakıf yöneticileri, İngiltere’de her dört kişiden birinin nefes kokusu sorunu bulunduğunu ve her 20 kişiden 19’unun hayatlarının bir döneminde diş eti iltihaplarından çektiğini bildirdi.

YAĞ YAKMAYA DA YARDIMCI
ABD’de yapılan bir araştırmada, düşük kalorili rejimlerine yoğurt seçeneğini ekleyen ve günde üç öğün yağsız yoğurt yiyen aşırı kiloluların, yoğurtsuz bir diyet programı uygulayanlara oranla yüzde 22 daha fazla kilo verdikleri ve yüzde 61 daha fazla yağ yaktıkları tespit edildi. Yoğurt yiyenlerin ayrıca, karın bölgelerinde yüzde 81 daha fazla yağ yaktıkları ortaya çıktı.
“Kaslar kalori yakmaya yardımcı oluyor”
Tennessee Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya katılanlardan Dr. Michael Zemel, yoğurt yiyenlerin ortalama 7 kg olan kilo verme seviyesinden daha fazla kilo vermekle kalmadıklarını, aynı zamanda kas kütlesini de diğerlerine oranla iki kat fazla koruduklarını belirtti. Dr. Zemel, kas kütlesini korumanın diyet yapanlarda önemli bir konu olduğunu belirterek, “Önemli olan yağ yakmak, kas değil. Kaslar kalori yakmaya yardımcı oluyor, ancak kilo verirken kas kütlesi de kaybediliyor. Bu duruma karşı en iyi çözüm, kalsiyum ve protein ağırlıklı bir diyet, yani yoğurt seçeneği” diye konuştu.
Sonuçları Uluslararası Obezite Dergisi’nin Nisan sayısında yayınlanacak araştırmayla ilgili bilim adamları, düşük yağ oranlı süt ürünlerinden oluşan kalsiyum ve protein ağırlıklı diyetin, yağ yakma ve kilo vermek için ideal olduğunu vurguluyorlar

lutas
15-09-2005, 23:52
Sn lutas sizin sorduklarınızı gerçekten araştırdım ama malesef bir sonuç bulamadım. hatta birçok çözüm arayan insanların yazılarını okudukça daha önceden "unutmamak" güzel birşey olsa gerek diye düşünürken (oldukça unutkan biriyimdir de :) ) şimdi bu durumun unutmaktan daha iyi olmadığını anladım. belki çoğu zaman işinize yarar ama insan bazen unutmak isteyeceği şeylerle karşı karşıya gelebilir.


Sn. gzmnc,

Araştırma inceliğiniz için teşekkür ederim.
Haklısınız kalem kağıt pek kullanmamak
genelde işe yarıyor ama,
bazen unutmanın da
bir nimet ve hediye olduğunu düşünüyorum.

Yine de halimizden fazlaca şikayet etmeleyim tabi ki.
Ara sıra ihtiyaç duyuyor insan işte.
Unutkanlıktan daha iyidir sanırım...

gzmnc
19-09-2005, 12:51
vücudun gereksinim duyduğu vitamin ve mineral eksikliği farklı belirtilerle kendini gösterir.

Doç. Dr. İnanç(Erciyes Üniversitesi (EÜ) Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı), yaşlanmayı yavaşlatan A vitamininin eksikliğinde enfeksiyonlara yatkınlığın arttığını, görme bozukluğunun ortaya çıktığını belirtti.

Kemikler için gerekli mineralleri içeren D vitamini eksikliğinin kemik kırılmalarına yol açtığını ifade eden İnanç, kanser ve kalp hastalıklarının önlenmesinde etkili olan E vitamininin eksikliğinde ise kas kaybı, adet düzensizlikleri, sinir kas sisteminde bozukluk görüldüğünü bildirdi.

İnanç, vücudun gereksinim duyduğu minerallerin eksikliğinin de bazı belirtilerle ortaya çıktığını söyledi. Kalp ritmini düzenleyen, kandaki kolesterolü düşüren kalsiyumun yetersizliğinde, eklem ağrıları, tırnaklarda kırılma, hipertansiyon, kaslarda kramplar, diş çürümeleri görüldüğünü ifade eden İnanç, fosforun eksikliğinde de lezzet kaybı, bulantı, kemiklerden kalsiyum kaybı görülebildiğine işaret etti.

gzmnc
19-09-2005, 20:25
İsviçreli ve İngiliz bilimadamlarının yaptığı araştırmaya göre, sigara içen anne ve babaların çocukları horluyor.

İsviçre'nin Bern Üniversitesi öğretim görevlisi Claudia E. Kuehni'nin İngiliz meslektaşlarıyla yaptığı araştırma, sigara ile çocukların horlaması arasındaki ilişkiyi ortaya koydu. Araştırma çerçevesinde 1-4 yaşında 8 bin 700 çocuk, 6-9 yaşına gelene kadar izlendi.

Araştırmacı Kuehni, 1-4 yaşında horlayan çocukların 6-9 yaşına geldiklerinde de horlamaya devam ettiklerini belirterek, horlamanın erkek çocuklarında daha fazla görüldüğüne dikkat çekti.

Çocuklarda horlamaya neden olan en önemli etkenin sigara dumanı olduğu kaydedildi. Araştırma sonuçlarına göre, hem annesi hem de babası sigara içen çocuklardaki horlama oranı, birinin sigara içmesine göre iki kat daha fazla.

Bilimadamları, 4 yaşın altında olan ve sürekli horlayan çocukların mutlaka uzman hekime götürülmesi gerektiğini vurguladılar.

gzmnc
22-09-2005, 20:31
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Kent Sağlığı Bölüm Başkanı Dr. Agis Tsouros, kuşlardan insana geçen gribin kontrol edilememesi halinde dünyada çoğu yaşlı ve çocuk milyonlarca kişinin hayatını kaybedeceğini söyledi.


34 ülkeden toplam 99 şehrin yöneticileri, sağlık uzmanları ve şehir planlamacıları ile politikacıların katıldığı Sağlıklı Şehirler Ağı toplantısı için Bursa'ya gelen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Kent Sağlığı Bölüm Başkanı Dr. Agis Tsouros, kuş gribine sebep olan virüsün kontrol edilmesi gerektiğini belirtti. Şu ana kadar bu virüsün insandan insana geçtiğinin görülmediğini kaydeden Tsouros, "Fakat bu hastalık insandan insana geçmeye başladığında bütün dünya çapında tehlike teşkil eden bir salgın olacaktır. Virüs, insanlarda normal görülen grip ile birleşirse, eğer böyle bir tehlike olursa, bu dünya için ciddi bir tehlike olur. Çünkü bu virüsü önleyici bir aşı üretilmedi. Böyle bir hazırlık yok. Bu hazırlık 6-8 ayı bulur. Virüs insanlar arasında da yayılmaya başlarsa özellikle yaşlı ve çocuklar bu hastalıktan etkilenebilir ve milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanabilir" dedi. Kuşlardan kuşlara geçen Avian Flu adı verilen virüsün insanlara da geçmeye başladığını, asıl büyük tehlikenin ise söz konusu virüsün insandan insana geçmesi halinde yaşanacağını ifade eden Dr. Tsouros, "Hastalık temel olarak Asya ve Uzakdoğu bölgelerindeki tavuk ve bir çok farklı çeşitteki kuşlarda görülüyor. Bu virüs kuşlardan insanlara da geçebiliyor. Bu hastalığa yakalanan pek çok insan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor" diye konuştu.


Kuşlar, tavuklar ve kanatlı hayvanlarda görünen bu virüsün kontrol altına alınması gerektiğini anlatan Tsouros, sözlerine şöyle devam etti:


"Aynı zamanda bu kuşların göç yoluyla diğer ülkelere yayılması da engellenmelidir. Eğer bir salgın olursa bütün dünyada planlama yapılarak çalışmalara başlanılması lazım. Şu anda bizim sorduğumuz soru böyle bir şey olacak mı, bu yayılacak mı değil. Bunun ne zaman olacağıdır. Çünkü bir çok ülke bu hastalığın ileride salgın haline geleceğini biliyor."

Matematikçi
22-09-2005, 20:37
aspartam maddesi hakkında bilginiz var mı?
bir yerde bunun cok zararlı oldugunu okumustum.
ancak aldıgımız ürünlerin cogunda tatlandırıcı olarak var...
???

gzmnc
22-09-2005, 20:40
Tüketici Hakları Derneği Samsun Şube Başkanı ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. M. Emin Dinççağ, katkı maddeli gıdalardan uzak durulması gerektiğini bildirdi.

Dr. M. Emin Dinççağ, gıda maddeleriyle vücut bakım ürünlerindeki renklendirici ve raf ömrünü uzatıcı E-102 (Tartrazin), E-104 Quinoline Yellow, E-107 Yellow 7G ve E-122 Azorubine gibi maddelerin ABD, İsveç, Norveç, Avusturya gibi ülkelerde yasaklandığını, Türkiye'de ise kullanımının serbest olmasının şaşırtıcı olduğunu kaydetti. Türkiye'de değişik ürünlerde renklendirici ve raf ömrünü uzatıcı olarak kullanılan katkı maddeleri konusunda halkı bilinçlendirecek bir kurum olmadığına dikkat çeken Dinççağ, "Bu konu gıda sağlığı açısından bir eksikliktir. Özellikle tüketici derneklerinin gıda analizi yapabilecek bağımsız laboratuvarlar kurması gereklidir" uyarısında bulundu.

İçecekler, tatlı, reçel, tahin, çerez, konserve ve balık ile hazır çorbalarda kullanılan renklendirici (boya maddesi) E-102'nin (Tartrazin) astım krizi ve tiroid tümörüne neden olduğu, çocuklarda allerjik reaksiyonlar yaptığı, insan kromozomunda hasar meydana getirdiğinin anlaşıldığını ve bu maddenin gıdalarda kullanımının Norveç ve Avusturya'da yasak olduğunu kaydeden Dinççağ, "Deri iltihabına neden olan E-104 Quinoline Yellow ise, saç bakım ürünleri, kolonya üretimi ve eczacılıkta kullanılıyor olup Avusturya, Amerika ve Norveç'te yasaktır. E-107 Yellow 7G , Avusturya ve ve ABD'de yasaktır. E-110 Sunset Yellow FCF Orange Yellow S'nin hayvanlarda tümöre neden olduğu görülmüştür ve Norveç'te yasaktır. Gıda Güvenliği Kurumu, E-120'den sakınılmasını öneriyor. E-122 Azorubine, İsveç, ABD, Norveç ve Avusturya'da yasaktır. E-123 Amaranth, bazı hayvanlarda cenin ölümlerine neden olmuştur ve kanserojen olabilir. Avusturya, ABD ve Norveç'te yasaktır. Kiraz, vişne, konserve, sebze, muhallebi, tatlı, pasta ve çerezlerde kullanılan E-127 erytrocine, kırmızı renk verir. Işığa karşı duyarlılığı artırır. Hipertiroidizme neden olur. Tyroid kanserine neden olduğu tespit edilmiştir. Avusturya, ABD ve Norveç'te yasaktır. Bizde de yasaklanmalıdır" diye konuştu.

Vatandaşların gıda maddesi alırken söz konusu katkı maddelerinin kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmesi gerektiğine de işaret eden Dinççağ, doğal beslenme konusunda tavsiyelerde de bulundu

gzmnc
22-09-2005, 20:50
ASPARTAM- Yapay tatlandırıcı (diyet şekeri) olarak bilinir. Genellikle şeker yerine tatlandırıcı olarak kullanılır. Aspartam duyarlı olan kişilerde anjioödeme veya göz kapaklarında, dudaklarda, ellerde veya ayaklarda şişmeye neden olur. Ancak, bu bulguların görülme sıklığı azdır.(http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/aykonu/istenmeyen.html)

yapay olan birçok şey gibi bu maddenin de zararları vardır mutlaka. ama internette dolaşan bazı haberlerin "bitkisel tatlandırıcı" üreten bir firma tarafından ortaya atıldığı söylentileri de var.

http://www.medicine.ankara.edu.tr/fakulte/files/20032_7 yapılan bazı araştırmaların sonuçları anlatılmış.

gzmnc
22-09-2005, 21:08
Şeker hastalığının tüm dünyada arttığı, hastalığın önde gelen ölüm nedenleri arasına girdiği bildirildi.


Dünya Sağlık Örgütü araştırmacısı Dr. Goyka Rogliç, 2000 yılında yaklaşık 2.9 milyon kişinin doğrudan şeker hastalığından öldüğünü belirterek, bunun tahmin edilenin üç katı olduğunu kaydetti.


''Şeker hastalığı çalışma yaşındaki yetişkinlerde önemli bir ölüm sebebi, geliri az ülkelerde şeker hastalığı çoğu zaman bir kamu sağlığı sorunu olarak bile görülmüyor'' diyen Rogliç, bu nedenle, şeker hastalığıyla mücadele ve kaynak dağılımı için gerekli sağlık istatistiği raporlarına ulusal ve küresel olarak ulaşılamadığını ifade etti.


Rogliç ve arkadaşları, Diabetes Care (Şeker hastalığı tedavisi) dergisinde yayımlanan araştırmalarında, uluslararası ölüm istatistiklerinin, ölüm belgelerindeki sebebe bağlı olduğuna dikkati çekerek, bu yaklaşımın sınırlayıcı olduğunu, AIDS, verem ve diğer hastalıklardan ölenler için daha gelişmiş yöntemler geliştirildiğini, ancak şeker hastalığı için bunun söz konusu olmadığını kaydetti.


Araştırmacılar, 2000 yılında toplamda 7.5 milyon kişinin şeker hastalığından öldüğünü tahmin ettiklerini, bu sayının içinde şeker hastası olup da başka nedenlerden ölen 4.6 milyon kişinin de bulunduğunu, doğrudan şeker hastalığından öldüğü tespit edilen 2.9 milyon kişiden 1 milyonunun gelişmekte olan, 1.9 milyonunsa gelişmiş ülkelerde olduğunu bildirdi.

Matematikçi
22-09-2005, 21:08
aspartamdan suphelenmemim bir sebebi de bazı ürünlerde özellikle yıldızla gösterilerek, aspartam ve izin olayının üstüne basarak belirtilmis olmasıydı...
yani neden özel muamele diyor insan ister istemez...

gzmnc
22-09-2005, 21:14
aspartamdan suphelenmemim bir sebebi de bazı ürünlerde özellikle yıldızla gösterilerek, aspartam ve izin olayının üstüne basarak belirtilmis olmasıydı...
yani neden özel muamele diyor insan ister istemez...

umarım yazdıklarım sizin için yeterli olmuştur. daha fazla detay bilgi de buldum ama oldukça karmaşık.
özetle yan etkileri var ancak kanserojen etkileri olup olmadığı kesinleşmemiş. ancak doktorlar yine de hamile bayanlar ile alerjik rahatsızlıkları olanlar ve çocukların uzak durmalarını tavsiye ediyor...

gzmnc
22-09-2005, 21:15
Diabet, diğer adıyla şeker hastalığı, sık görülür ve ciddî sonuçlara yol açar.



Pankreasın ürettiği insülinin yetersizliği veya etkisizliğinden kaynaklanır. İnsülin olmayınca, besinlerle aldığımız şeker ve diğer besin unsurları, ihtiyaç duyan hücrelere giremez. Böylelikle, hücreler şekersizlik çekerken, kanda şeker normal değerlerin üstüne çıkar. Kanda şekerin çok artması, “zehir” etkisi yaratır ve vücudun tüm hücrelerini tahrip eder.



YAVAŞ AMA KESİN TAHRİBAT
Bu tahribat, çok yavaş ama “kararlı”dır. Yavaşlık, “düzeltme fırsatı” açısından iyidir. Ama kötü yanı, şeker hastalarında şekerin önemli bir zararının olmadığı hissini yaratması ve hastalıkları konusundaki vurdumduymazlıklarını artırmasıdır. Oysa şeker, “azimli bir düşman” gibi, vücudu içten içe, sessizce çürütür. Bu çürüme hem yaşam kalitesini bozar, hem ömrü kısaltır.



Tahribatın etkilemediği organ yok gibidir. Ama en büyük tahribat, damarlarda olur. Erişkinlerdeki görme kaybının başlıca nedeni şekerdir. Ayrıca katarakta ve glokom dediğimiz göz tansiyonuna da yol açar. Böbrek yetmezliği ve üreminin en önemli nedenlerinden biridir. Şeker hastaları, koroner kalp hastalığına ve felce 2-4 kat daha fazla yakalanırlar. Gangren yüzünden ayak-bacak kesilmesine neden olabilir. İsteksizlik, sertleşmeme gibi cinsel işlev bozukluklarıyla karşımıza çıkabilir. Sinir tahribatı yüzünden his kusurları, mide-barsak sorunları gelişir. Pek çok cilt hastalığına çanak tutar.

hexedemical
24-09-2005, 14:24
kalp krizi geçirirken ne yapmalı
indirin.(pp formatında)
http://rapidshare.de/files/5436083/kalpkrizi.pps.html

gzmnc
25-09-2005, 18:22
Gribin özellikle sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başında etkili olduğunu belirten uzmanlar, gribe yakalananların iyileşene kadar başkalarıyla öpüşmemesi, kucaklaşmaması, tokalaşmaması ve ortak eşya kullanımından kaçınması gerektiğini belirtti.


"KİMLER AŞI OLMALI?"
KBB Hastalıkları Uzmanı Dr. Ahmet Şentürk, bazı durumlarda "öldürücü" olabilen gripten korunmanın uygun giyim ve aşıyla mümkün olduğunu ifade ederek, "Aşının yararlı olması için salgın başlamadan önce yapılması gerekir. Birbirine yakın çalışan iş arkadaşları, yaşlılar, astım, şeker, akciğer, kalp, kanser ve kronik solunum hastaları, öğretmenler, öğrenciler, askerler, hac ve umreye gidenler grip için yüksek risk grubunda bulunuyor. Şiddetli kas ve eklem ağrıları, halsizlik, yüksek ateş, titreme, kuru öksürük ve baş ağrısıyla ortaya çıkan gripten korunmak için salgın başlamadan önce aşı yaptırarak önlem alınması gerekir. Önemli bir salgın hastalık olan grip, birçok kişinin zor dönemler yaşamasına neden olmaktadır" dedi.

Hamile kadınların gripten korunmak için gerekli önlemleri alması gerektiğine dikkat çeken Dr. Şentürk, hamilelik sırasında bulaşan gribin, bebekte ve anne adayında çeşitli komplikasyonlara neden olduğunu ifade ederek, "İlk 3 ayından sonra tüm hamilelere, ilk 6 ayından itibaren de bütün bebeklere grip aşısı yaptırılması gerekir" ifadesini kullandı.

Dr. Şentürk, hiçbir yan etkisi bulunmayan grip aşısının, 6 aydan küçük bebeklere, yumurtaya karşı alerjisi olanlara ve hamileliğin ilk 3 ayında bulunanlara vurulmaması gerektiğine işaret etti.

pinky
25-09-2005, 18:53
Bürolarda bilgisayara bağlı çalışanların yanlış oturma şekilleri, bilgisayar hastalığına neden oluyor.

Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Turgut Göksoy, özellikle bürolarda masa başında hareketsiz çalışanlarda bel ve boyun ağrıları görüldüğünü söylüyor.
Hareketleri kısıtlayan büro yaşamının risk taşıdığını, bir süre sonra kronik bel ağrısı şikayetleriyle doktorlara başvuranların çoğu kez geç kaldığını söyleyen Göksoy, çalışanların bilgisayar hastalığını önlemek için masa başında oturma sırasında, göz hizaları ve boyun açılarının ne öne ne de arkaya doğru fazlalık göstermemesi gerektiğini vurguluyor. Prof. Dr. Göksoy, bilgisayar karşısında alınacak önlemleri şöyle sıralıyor:
* Gözünüzün bakış açısı 20 - 30 derece yukarıda, ekrandan uzaklık ise ortalama 60 - 70 santim olmalı.
* Oturduğunuz sandalyenizin yüksekliğini, kalçanın gövde üzerinde dik açı ile duracak şekilde ayarlayın.
* Sırt, boyun ve belinizi dik tutun. Kesinlikle kambur oturmamaya çalışın. Devamlı kambur oturma eğiliminiz varsa ileride oluşabilecek meslek hastalıklarından korunmak için sırtı dik konumda tutacak postureks ismi verilen korselerden kullanın.
* Dizleriniz 90 ve 110 derece arası bir açıda duracak şekilde çalışın. Bunu sağlamak için gerekirse ayağınızın altına küçük eğimli bir ayakkabı tahtası koyun.
* Ayak bileklerinizi dik açıda tutun ve mutlaka yere temas ettirin.
* Dirseklerinizi çalışmanız sırasında en fazla 90 derece bükün, daha fazla bükerek çalışılmayın.
* Bilgisayar başındaysanız her saat başı ayağa kalkın ve dolaşın. Tekrar çalışmak zorunluluğunuz varsa 10 dakika kadar boyun ve sırt egzersizleri yapın.
* Bilgisayarda çalışıyorsanız evraklarınızın ve kullandığınız diğer gereksinimleri yakınınızda bulundurun. Kontrolsüzce bunlara uzanıp, belinizi ve sırtınızı anormal şekilde döndürerek çeşitli risklere girmeyin.
* Ani hareketlerden kaçının, öne eğilirken belinizin yerine dizlerinizi bükerek eğilin, vücudunuza gelen yükleri her iki bacağınıza veya kollarınıza eşit şeklide dağıtmaya özen gösterin.

Kaynak :The Health News

gzmnc
28-09-2005, 12:12
28.09.2005 01:41 - Mynet Haber

Ramazan geliyor. Oruç tutacaklardan özellikle sindirim sistemi hassas olanların hastalanmamak ve rahat oruç tutabilmek için özel dikkat harcamaları gerekiyor. İftarda boş midelerini hızlı olarak ve fazlaca dolduranların yaşayacağı şişkinlik, gaz, hazımsızlık gibi yakınmaların yanında reflü hastalığına karşı da dikkatli olunması gerekiyor. İftar sonrası tok karna uzananlarda ve özellikle sahurda yemek yedikten sonra tekrar uykuya yatanlarda göğüs kafesi arkasında yanmalar, ağıza acı su gelmesi, geğirti, boğaz ve geniz bölgesi yakınmaları, uyku bozuklukları sık görülen yakınmalardır.

Tüm bunların sebebi reflü hastalığı. Reflü kelime anlamı olarak geriye kaçış demektir. Bu kelime genellikle mideden yemek borusuna asit ve gıdanın kaçışını ifade etmek için kullanılır.

Reflü hastalığı batı ülkelerinin en yaygın hastalığıdır. Erişkinlerde % 20 oranda görülür, yani her beş kişiden birinde reflü hastalığı vardır. Genel Cerrah Op. DR. Bülent Koç, reflü hastalığı hakkında bilinmesi gerekleri Mynet okurları için yazdı.

Soru: Reflü ne demektir?

Cevap: Reflü kelime anlamı olarak geriye kaçış demektir. Reflü hastalığı terimi genellikle mideden yemek borusuna ve boğaza doğru asit kaçışını ifade etmek için kullanılır. Her beş kişiden birinde bu hastalık vardır.

Soru: Reflü hastalığında ne gibi şikayetler oluşur?

Cevap: Reflü hastalığında tipik yakınmalar göğüste,göğüs kemiğinin arkasında rahatsızlık hissi ve yanma ile ağıza acı su gelmesi ve geğirti olmasıdır. Tipik olmayan yakınmalar ise göğüs ağrısı, mide ağrısı, bulantı gibi yakınmalar ve bunun dışında yemek borusu ve mide dışı yakınmalardır.

Soru: Yemek borusu dışı yakınmalar nelerdir?

Cevap: Bunları şöyle sıralayabiliriz :

Dişlerde erozyon ve çürükler
Aşırı tükrük salgılanması
Ses kısıklığı
Ses tellerinde polip,nodül
Boğazda dolgunluk ve takılma hissi
Horlama, uyku esnasında solunum bozuklukları
Larenjit
Kötü nefes kokusu
Müzmin öksürük
Astım
Bronşit

Soru: Reflü hastalığı neden oluşur?

Cevap: Normalde mide asidi yemek borusuna kaçmaz,burada asit kaçmasını engelleyen bir mekanizma vardır. Eğer bu mekanizma bir şekilde bozulur veya kişide mide fıtığı oluşursa reflü hastalığı meydana gelir. Bu gibi bir durumda yalnız asit değil,s afra veya yenilen gıdalar da geriye kaçabilir.

Soru: Reflü hastalığına nasıl tanı konur?

Cevap: İlk tanı koymada hastanın şikayetlerinin iyi değerlendirilmesi ve muayene genellikle yeterlidir, bu tip hastalara çoğunlukla gastrit gibi yanlış tanı konmaktadır. Tanıyı kesinleştirmek için gastroskopi, yemek borusunda asit ve basınç ölçümleri ve ilaçlı grafi çekimleri yapılabilir.

Soru: Reflü hastalığı tedavisi nasıl yapılır?

Cevap: Tedavide yenilen yiyeceklerin ayarlanması, zayıflama, sigara ve alkol alınımının azaltılması, yatak başının yükseltilmesi ve uygun ilaç tedavisi uygulanır. Eğer bu tedaviye rağmen şikayetler geçmiyorsa, hastada sık sık zatürre, astım veya larenjit atakları oluşuyorsa, kaçan asit yemek borusunda kanamalı ülserler veya darlıklar meydana geliyorsa ameliyat ile tedavi gerekebilir.

Soru: Reflü hastalığı kötü sonuçlara yol açabilir mi?

Cevap: Devamlı asit kaçmasının yaptığı şikayetler ve geğirtiler hastanın normal sosyal yaşantısını çok bozabilir. Geriye kaçan asit bazen yemek borusu alt kısmında yapı değişikliğine sebep olabilir, bu da ilerki senelerde kansere dönüşebilir, ayrıca bu bölgede kanayan ülserler veya darlıklar oluşabilir. Bu nedenlerle çağımızın hastalığı olarak anılan reflü hastalığına karşı dikkatli olmak ve zamanında gerekli tetkik ve tedavileri yaptırmak çok önemlidir.

gzmnc
01-10-2005, 19:48
Trikotilomani(Saç koparma hastalığı): Çocuklar ve bazen erişkinler saç, kaş veya kirpiklerini koparıncaya kadar çekebilirler ve bunu bir alışkanlık haline getirirler. Böyle durumlarda psikoloji danışmanlarına başvurulması uygundur.

Saxofon
03-10-2005, 14:59
Almanyadan tatil için Türkiyeye gelen kardeşimin rahatsızlığına 3 farklı yerde "birşeyin yok, psikolojik" teşhisi koyan TC devlet hastahanelerinin aksine, Almanyada uçaktan inip direkt devlet hastahanesine gittiğinde, yatırılmasına gerek görülmüş ve 2-3 gün içinde durumu büyük ölçüde düzeltilmiş. Şimdilik bir süre daha hastahanede yatacak olmasına rağmen durumu iyiymiş.

Sağlığınıza çok dikkat edin ve rahatsızlığa götüren faktörlerden uzak durun, çünkü devlet güvencesi altında sağlık hizmetlerinden yararlanılan coğrafyadan çok uzağız. Bu bağlamda burada bize sağlık konusunda hatırlatmalarda bulunan arkadaşlara teşekkürler.

gzmnc
03-10-2005, 15:07
03.10.2005 Mynet Haber

Kanserde erken tanı yaşamsal önem taşıyor. Ancak bu tanının yapılabilmesi için yapılan taramalar, testler her kanser türüne göre değişiklik gösteriyor.

Kanserde erken tanıyı sadece "önemli" diye tanımlamak yetersiz. Çünkü kanserde erken tanı hayati önem taşıyor. Birçok kanseri özellikle tanısı erken konduğu zaman ortadan kaldırmak mümkün olabiliyor. Lenfoma gibi bazı türlerinde tanı o kadar erken olmasa bile hastalıktan kurtulunabiliniyor. Ama bazı kanserler var ki birkaç tedavi yöntemini birleştirerek hastalıktan tamamen kurtulmak için hastalığın yayılmamış olması gerekiyor. Akciğer kanseri, kalın barsak kanseri, prostat kanseri, meme kanseri gibi sık rastlanan birçok kanserin üstesinden gelebilmek için erken tanı esas.

Ancak, birbirine karışmış iki kavram olan erken tanı ve kanseri önlemeyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Çünkü bazı kanserleri oluşmadan önce, ileride oluşma ihtimaline karşı engellenmesi mümkün olabiliyor. Bunların başında da kalın barsak kanseri ve rahim ağzı kanseri geliyor. Bu ikisinde yapılacak basit tarama testleriyle ileride kansere dönüşmesi muhtemel lezyonları tespit edip, ameliyat olmaya gerek olmadan bunların çıkarılmasıyla kanserin önlenmesi mümkün oluyor.

Toplumda en yaygın olarak görülen kanser türleri arasında, kalın barsak, meme, akciğer, mide ve cilt kanserleri geliyor. Ve kanser toplum sağlığı açısından ayrı bir önem taşıyor, çünkü kalp hastalıklarından sonra en fazla ölüme neden olan hastalık olarak tanımlanıyor.

Gerek birey, gerekse toplum açısından bu denli ciddi kayıplara neden olan kanserin önüne geçebilmek, toplumun konuyla ilgili bilinçlendirilip, bilgilendirilmesine dayanıyor. Kanser türlerinde erken tanı dendiğinde, hastalık yayılmadan önceki aşamadan bahsediliyor. Hastalığın yayılmadan nasıl yakalanacağının cevabında ise her kanser için ayrı kriterlerden söz ediliyor.

Toplumda en sık görülen ve bunlarda erken tanı kriterleri konusunda bilgi veren Acıbadem Hastanesi Kozyatağı, Onkoloji Uzmanı Dr. Kerim Kaban, toplumun bu konuda bilgilendirilip, davranış biçimlerini buna göre değiştirmesi gerektiğine işaret ediyor.

gzmnc
03-10-2005, 15:08
"Kadınlarda meme kanseri en sık görülen kanserlerden bir tanesi. Meme kanserinde erken tanıda hekime gelinceye kadar olan basamakta kendi kendine muayene son derece önem taşıyor. Erken dönemde saptanan meme kanserlerinde hastalıktan kurtulma şansı çok yüksektir ve hastaya ağır tedavi programları gerektirmeyebilir."

Dr. Kaban, meme kanserinde tarama için kullanılan üç yol bulunduğunu söyleyerek, bunları kendi kendini muayene, senede bir hekim muayenesi, senede bir mammografi ve gerekirse ultrasonografi olarak sıralıyor.

Kadının kendi kendine muayenesi: Meme kanseri tarama programının ilk basamağını oluşturan kendi kendine muayenenin en az ayda bir kez yapılması gerekiyor. Dr. Kaban'ın verdiği bilgiye göre, muayene için en uygun dönem, adet bitiminden sonraki ikinci ve üçüncü gün. Bu dönemde memelerdeki dolgunluk ve duyarlılık da azalacağı için kontrol de kolaylaşıyor.

Menopozdaki kadınlar ise her ayın belli bir gününü seçerek kontrol yapabilirler. Meme kanserinin erken dönem bulgularının pek belirgin olmadığının anlatan Dr. Kerim Kaban sözlerine şöyle devam ediyor: "Kanser ilerledikçe, memelerde kadının dikkatli izlemesi gereken bazı değişiklikler ortaya çıkar.

Bu değişikler, memede veya koltuk altında ele kitle gelmesi, memenin boyutunda veya şeklinde değişiklik olması, meme başında akıntı, memenin derisinde renk değişikliği olması veya meme başının içe dönmesi olarak sıralanabilir."

Mammografi testi: 40 yaş üstü kadınların senede bir kez yaptırması gereken bir test olan mammografi, kadınların olası meme hastalıklarının erken fark edilmesinde kullanılan bir görüntüleme yöntemi. Bu yöntemde geliştirilmiş özel bir röntgen cihazında her iki meme incelenerek, değişimler gözlenir. Mammografi testinde duyarlılığın yaşa göre değişiklik gösterdiğini söyleyen Dr. Kaban, duyarlılığın 40 yaş altında kadınlarda meme yoğunluğuna bağlı daha az olduğunu ve yaş ilerledikçe giderek arttığını ifade ediyor. Dr. Kaban, bu sayede özelikle 40 yaş üstü birçok kadında, meme tümörünün hastada belirtiler başlamadan veya ele gelmeden saptanabildiğini belirtiyor.

Meme ultrasonu: Meme kanserinin erken tasında kullanılan bir başka yöntem meme ultrasonudur. Tek başına ya da meme filmiyle birlikte birbirlerini desteklerler.

gzmnc
03-10-2005, 15:09
Erkeklerde en sık görülen, kadınlarda da sigara alışkanlığının artmasına paralel olarak artan akciğer kanserinde bugün için söylenebilecek en önemli şey önlemek. Dr. Kerim Kaban'ın verdiği bilgiye göre günümüzde akciğer kanseri için başarılı tarama testleri hala mevcut değil. Tetkikler geliştirilmekteyse de bunlar henüz taramada kullanılacak aşamada değil. Birçok kanserin nedenine dair somut bir nokta belirlenemez iken akciğer kanserinde durum böyle değil. Çünkü çok belirgin bir suçlu var; sigara.

Yapılan araştırmaların da ortaya koyduğu gibi, akciğer kanserinin çok büyük bir çoğunluğunun sigaradan kaynaklandığını hatırlatan Dr. Kerim Kaban, akciğer kanserinde tarama testinin de bulunmaması nedeniyle önleme açısından sigara kullanımını engellemenin alınabilecek tek tedbir olduğunu söylüyor.

Kaban, "Sigarayı bırakmak dışında, hekime yardımcı olabilmek adına insanlara önerebileceğimiz şey, daha önce çekilmiş bir tomografi ya da akciğer röntgeni varsa mutlaka saklamalarıdır. Çünkü günün birinde akciğerinde bir şey saptanırsa eskiden de var olup olmadığını bilmek hekime çok yardımcı olacaktır" diyor.

pinky
03-10-2005, 15:09
Doç. Dr. Galip Ekuklu, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) önerileri doğrultusunda hazırlanan grip aşısının, sağlıklı kişilerde yüzde 80'lere varan oranda başarılı olduğunu söyledi.

Grip aşının her yıl ekim-kasım aylarında tek doz şeklinde yapılması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Ekuklu, aşının bir önceki yıl dünya genelinde en sık karşılaşılan 3 virüs tipine karşı, WHO'nun önerileri doğrultusunda hazırlandığını belirtti. Yüzde 80'lik koruyuculuk oranının yaş ilerledikçe yüzde 50-60'lara indiğini, ancak hastalığın daha hafif geçirildiğini belirten Ekuklu, grip aşısı yapılmış olmasına karşın gribe yakalanılması nedeninin, hastalığa neden olan etkenin, aşının içindeki virüsler dışından kaynaklandığını bildirdi.

Kaynak :Haber Sağlık

gzmnc
03-10-2005, 15:10
Erkeklerde akciğer kanserinden sonra en sık rastlanan ikinci kanser olan prostat kanserinin aslında biraz dikkatli davranıldığı taktirde erken safhalarda ortaya konabildiğini ve bunun da son derece büyük bir şans olduğunu anlatan Dr. Kerim Kaban, basit bir kan testi ile prostat kanserinin erken tanısının mümkün olduğunu söylüyor.

Prostat kanseri sıklıkla 50 yaşından sonra ortaya çıkıyor ve bu yaştan sonra, erken tanı için senede bir kez PSA testi yapılması, ayrıca yine senede bir kez de rektal muayene yapılması gerekiyor. Çok az kanserde sadece kan testi ile tanının konabileceğini hatırlatan Dr. Kaban, bu nedenle prostat kanserinde erken tanının hem son derece kolay hem de iyileşme sağladığını söyledi. Dr. Kaban sözlerini şöyle sürdürüyor:"Aslında prostat kanseri sandığımızdan çok daha sıktır. 85-90 yaşında başka bir sebepten dolayı hayatını kaybetmiş kişilere otopsi yapıldığında %50-60'ında prostat kanseri olduğu görülecektir. Çok büyük bir rakam olmakla birlikte çoğu kez fark edilmez.

Prostat kanseri yavaş yayılmakla birlikte, yayıldığı taktirde hastalığı kontrol altına almak mümkün olmayabilir. Prostat kanserinde de genetik risk söz konusudur. Bazı ailelerle kümelenme olabiliyor ve kümelenme olanların daha dikkatli davranmaları gerekiyor."

gzmnc
03-10-2005, 15:11
Türk toplumunda çok yaygın olarak görülen mide kanseri sıklık açısından kalın barsak kanserini geçebiliyor. Ama ne yazık ki mide kanserinin rutin bir tarama testi bulunmuyor. Ancak dışkıda gizli kan tanıya yardımcı olabiliyor.

Mide kanserinde erken tanı adına söylenebilecek en önemli şey, birtakım şikayeti olanların vakit geçirmeden hekime gitmesi gerektiği. Hastalığın ortaya çıkışında bazı risk faktörlerine dikkat edilmesi gerektiğini hatırlatan Dr. Kaban, "Demir eksikliği olan durumlarda düşünülmesini gereken ikinci kanser türü mide kanseridir.

Mide kanserinde şüphe uyandırıcı davranışlar, erken doyma, karın ağrısı, hazımsızlık gibi şikayetlerdir. Ancak bu şikayetler her zaman görülebildiği için bu noktada önemli olan bahsettiğimiz bu sorunların uzun süreli ve ısrarcı olmasıdır. Ayrıca bizim toplumumuzda da oldukça yaygın olan helicobacter pylori bakterisini taşıyanlarda da mide kanseri riski artıyor. Bu bakterinin varlığını tespit etmek için yapılan bir solunum testi bulunuyor. Bu bakteri tespit edildiği taktirde kazımak da çok daha kolaydır.

gzmnc
03-10-2005, 15:11
Rahim ağzı kanseri tüm kanserler içinde önlenebilir olan tek kanser olarak nitelendiriliyor. Türkiye'de, kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen kanser türü, "rahim ağzı kanseri". Fakat meme kanseri kadar yaygın olduğu bilinmediği için çoğu zaman tedaviye geç kalınıyor. Oysa senede bir kez yapılacek Smear testi ile hastalık erken tespit edilebiliyor.

Dr. Kerim Kaban, ABD'de 1970 yılından bu yana rahim ağzı kanserlerinde yüzde 90'lara varan ölüm oranı azalmasında temel etkenin bu test olduğunu hatırlatarak, cinsel ilişki dönemine giren her kadının senede bir bu testi yaptırmasının çoğu kez hayat kurtarıcı olduğuna işaret ediyor.

pinky
03-10-2005, 15:23
Aşılama Şeması

9. Hafta Karma aşı (Difteri - Tetanoz - Boğmaca) + Çocuk Felci aşısı
13. Hafta Karma aşı (Difteri - Tetanoz - Boğmaca) + Çocuk Felci aşısı
17. Hafta Karma aşı (Difteri - Tetanoz - Boğmaca) + Çocuk Felci aşısı
8. Ay Daha önce yapılmamışsa Çocuk Felci aşısı
9. Ay Kızamık
10. Ay Kızamıkcık, Kabakulak
12-18. Aylar Daha önce yapılmamışsa BCG aşısı
15-24. Aylar Karma aşı (Difteri - Tetanoz - Boğmaca) + Çocuk Felci aşısı
18-24. Aylar Tifo
5 Yaş BCG aşısı + Difteri - Tetanoz - + Çocuk Felci aşısı tekrarı
10 Yaş Tetanoz aşısı tekrarı + Çocuk Felci aşısı tekrarı
14 Yaş Tetanoz aşısı tekrarı + Çocuk Felci aşısı tekrarı

gzmnc
03-10-2005, 15:26
Sağlık Bakanlığı, sahura kalkmadan oruç tutulmasının aç kalma süresini artırdığı için halsizlik, baş ağrısı, yorgunluk ve tansiyon ile kan şekeri sorunlarına yol açabileceği uyarısında bulundu.

Sağlık Bakanlığı'nın Ramazan ayı dolayısıyla beslenme konusunda yaptığı bazı uyarı ve öneriler şöyle:

-İftar ve sahurda yavaş yavaş ve az miktarda yemek yenilmeli, yemekler ağızda iyi çiğnenmelidir.

-İftar yemeğine çok sıcak veya çok soğuk olmayan hafif bir çorbayla başlanılmalı, çorbanın ardından etli veya etsiz, fazla yağlı olmayan bir sebze yemeği, yoğurt, meyve veya tatlı tüketilmeli.

-Sütlaç, keşkül, güllaç gibi tatlılar tercih edilmeli.

-İftar ve sahur arasına konulan ara öğünlerle dengeli beslenme sağlanmalı.

-Aşırı yağlı kızartma ve kavurmalar ile hamur tatlıları, şekerleme ve aşırı tatlı besinlerden uzak durulmalı. Kolay hazmedilen, mide-bağırsak sisteminde uzun süre kalabilen sebze, meyve ve kepekli ekmek gibi posalı besinler ile besin değeri yüksek gıdalar tercih edilmeli.

-Sahura kalkmadan oruç tutulması, aç kalma süresini artırdığı için halsizlik, baş ağrısı, yorgunluk, tansiyon ve kan şekerinin düşmesine; verimsizlik, depresyon, konsantrasyon güçlüğü ve dikkatte azalmaya neden olur.

-Sahur yemeğinde midenin boşalma süresini uzatarak acıkmayı geciktiren yumurta, süt, yoğurt, peynir ve kuru fasulye, nohut, mercimek yemekleri tüketilmeli.

-Sahurda aşırı yağlı, tuzlu ve ağır yemeklerle unlu gıdalardan uzak durulmalı. Zeytin, meyve, çiğ sebze, reçel gibi gıdalar tüketilmeli.

-Sıvı alımına önem verilmeli ve iftar ile sahur arasında 10 su bardağı su içilmeli. Aşırı çay, kahve ve asitli içecekler yerine, taze sıkılmış meyve suyu ve komposto tüketilmeli.

03.10.2005 Mynet Haber

pinky
05-10-2005, 09:55
Uzun süre aç kalan kişi, iftar ve sahur yemeklerinde dikkatli beslenmelidir. Kişi, iftar yemeğinde çok fazla yiyebilir ancak yediği yemeği sindiremeyince de bazı rahatsızlıklar oluşabilir.

Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü'nden Prof. Dr. Sevinç Yücecan, Ramazan boyunca sahur ve iftardaki beslenmelerde nelere dikkat edilmesi gerektiğini, nasıl gıdalar alıp, neleri yemememiz gerektiğini anlattı.

* Ramazan ayında sağlıklı beslenmek için ne yapılmalı?
Ramazanda öğün sayısı, sahur ve iftar olmak üzere ikiye indiği için günlük gereksinimin beşte ikisini sahurda, beşte üçünü de iftarda almak gerekir. Çok uzun süre aç kalan kişi, iftar yemeğinde çok fazla yiyebilir ve bu fazla yemeği de sindiremeyince bazı rahatsızlıklar oluşabilir. Bu nedenle sahurda emilimleri diğer besinlere oranla daha yavaş olan, kan şekerini daha yavaş yükselten ve daha fazla tokluk hissi oluşturan et, süt, peynir, yoğurt, yumurta gibi besinler veya bu besinlerden oluşan yemekler tüketilmelidir. Sebzeli börekler ve meyve de yenebilir. Aşırı tuzlu yiyecekler ve içecekler örneğin turşular, tuzlu ayran, ağır tatlılar, börekler gün boyunca susatan türde yiyecekler olduğundan sahurda yenmemesi daha doğru. İftarda ise ağır hamur işi yiyecekler, kızartmalar, baklavalar yerine çorbalar, haşlanmış-ızgara veya fırında pişirilmiş et ya da tavuk veya hindi, sebze yemekleri, bol salata ve meyve yenilebilir. Tatlı olarak daha hafif olduğu için sütlü ve meyveli tatlılar tercih edilmelidir.

KİLO KORUNABİLİR
* Oruç tutmanın kilo dengesi üzerinde etkisi nedir? Ramazan ayında kilo alındığına ya da verildiğine dair inanışlar var. Bunlar ne kadar doğru?
Bazı kişiler, ramazanda zayıflayacaklarını düşünürken tam tersi kilo alırlar. Bunun nedeni fiziksel aktivitedeki azalmadır. Vücut az enerji harcamaya alışır ve bireyin ihtiyacından fazla yediklerini depolar. Yemeklerin miktarını azaltarak, Ramazan süresince de beden ağırlığını korumak mümkündür.

* Özellikle şeker, kalp ve yüksek tansiyon gibi hastalık grubunda bulunanlara Ramazan ayı için ne önerirsiniz?
Özellikle ülser-gastrit, yüksek tansiyon, şeker ve kalp-damar hastalıkları gibi uzun süre açlıktan olumsuz yönde etkilenecek hastaların oruç tutması sakıncalı olabilir. Bu hastalıklarda, diyet ve ilaç tedavisi çok önemlidir. Tedavideki aksama, sağlık sorunlarının artmasına neden olabilir. Ayrıca bu durum; gebe ve emzikli kadınlar, yaşlılar, ağır işte çalışanlar, sınav dönemindeki öğrenciler için de geçerli.

* Ramazanda sıvı tüketimi nasıl artırılabilir?
Hücrelerin yaşamsal faaliyetlerinin yerine getirilmesi vücudun su dengesinin korunmasıyla mümkündür. Günlük su ihtiyacı, vücudun kullandığı enerji miktarına bağlı olarak değişir. Oruç tutanların su kaybı komposto, hoşaf gibi yiyecekler ve meyve suları ile karşılanabilir.

* Bu yıl Ramazan kış ayına denk geliyor. Meyve ya da meyve suyu tercihlerimiz hangileri olmalı?
Optimal beslenme ve sağlığın temeli besin çeşitliliğidir. Sağlıklı beslenmek için çeşitli renk ve türlerde meyve tüketmek gerekiyor. Çünkü meyveler, değişik oranlarda ve çeşitli türde besin öğelerinin kaynağıdır. Bu nedenle tüketimlerinde çeşitlilik sağlamak gerekir. Tüketirken çok iyi yıkamalı ve yenilebilen kabukları soymamak gerekir. Eğer soymanız gerekiyorsa, mümkün olduğunca ince soymak gerekir. Birçok vitamin, mineral ve antioksidan etkinlik gösteren fitokimyasal bileşenler, sebze ve meyvelerin özellikle dış yapraklarında, kabuğunda veya kabuğun hemen altındaki kısımlarında bulunurlar, iç kısımlarda yoğunlukları daha azdır.

Bunlara DİKKAT!

* İftar ve sahur sırasında aşırı yemekten kaçınılmalı, azar azar ve sık sık yemeli.

* İftar ve sahur saatleri arasında bol sıvı alınmalı.

* İftar ve sahur saatleri arasında besin ögeleri olabildiğince dengeli alınmalıdır. Gün boyu aç kalınacağı için vücudun gereksinimi olan öğeleri ve enerjinin bir kısmının eksilmesini, kan şekerinin düşmesini önlemek ve bunun sonunda iftarda aşırı yiyecek tüketimini engellemek için mutlaka sahura kalkılmalıdır.


Kaynak :The Health News

pinky
05-10-2005, 10:06
14 yıl boyunca 86.000 kadın üzerinde birçok incelemede bulunan Mayo Clinic uzmanları, yeterli miktarda kalsiyum alan kadınların daha az felce yakalandığı sonucuna ulaştı. Uzmanlar kalsiyumun, ayrıca kan basıncı ve kolesterolün düşürülmesinde de önemli rol oynadığını ortaya koydu. Kemik erimesini yavaşlattığı bilinen kalsiyumun, sağlıklı ve güçlü kemikler için menapoz öncesi ve sonrasında östrojen kullanılıyorsa günde 1000 mg. kullanılmıyorsa 1500 mg. alınması uzmanlarca özellikle öneriliyor.

pinky
11-10-2005, 16:31
Kocaeli Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayşe Wilke, kronik hastalığı bulunmayanlar ile gençlerin grip aşısı yaptırmasının gerekli olmadığını söyledi.

Prof. Dr. Ayşe Wilke, grip aşısını öncelikli olarak, başka rahatsızlıkları nedeniyle grip hastalığını atlatması zor olan kişilerin yaptırması gerektiğini söyledi.

Yaşlılar ile bu tip hastalarla temas halinde olan kişiler ve sağlık personelinin de grip aşısı yaptırmasının yararlı olacağını ifade eden Prof. Dr. Wilke, “Kronik hastalığı bulunmayanların grip aşısı yaptırması, çok gerekli değil. Bu kişiler hastalığa yakalansa da kolayatlatırlar” dedi.

Wilke, grip aşılarının etkili olmadığı yönündeki görüşlerin ise eksik bilgiden kaynaklandığını belirterek, şöyle konuştu:
“Genellikle grip ile soğuk algınlığı karıştırılıyor. Aşı yaptıranve soğuk algınlığı geçiren kişi, grip olduğunu sanarak, aşının işe yaramadığını düşünüyor. Bu iki rahatsızlık birbirinden ayırt edilmelidir. Soğuk algınlığında sadece burun akması, göz yaşarması gibi belirtiler görülür ve bu durum günlük yaşamı çok etkilemez. Grip ise daha ağır geçer, insanı halsiz bırakır. Bu nedenle, halk arasında ‘paçavra hastalığı’ olarak adlandırılır.”

Wilke, grip aşısının sadece o yıl içinde etkili olacağını, sonrakiyıl yine yapılması gerektiğini sözlerine ekledi.

Kaynak :NTVMSNBC

pinky
11-10-2005, 16:34
İftarda tam doymadan içilen sigara, kalp hızını ve tansiyonu artırarak, damarlarda daralma ve kanın pıhtılaşmasına yol açıyor.

Sigarayla Savaşanlar Vakfı Başkanı Ubeyd Korbey, sigaradan Türkiye'de yılda yaklaşık 110 bin kişinin öldüğünü binlerce kişinin de iyileşmesi güç hastalıklara yakalandığını söyledi.

Yapılan tüm uyarılar ve zararları yolundaki bilgilendirme çalışmalarına karşın sigara kullanımının arttığını vurgulayan Korbey, sigaranın Ramazan ayında diğer dönemlere oranla daha büyük riskler oluşturduğunu belirtti.

Korbey, sigara dumanının zararını anlattı:

''Oruç açıldığında hücreler yoğun oksijene ihtiyaç duyuyor. Bu dönemde oruç tutan tiryaki, birkaç lokmadan sonra yaktığı sigarayla hücrelere oksijen yerine zehir gönderiyor.

Henüz tam doymadan yakılan sigara, kan basıncını, kalp hızını, tansiyonu, kalp kasının kasılmasını ve oksijen tüketimini artırıyor.

Kanın oksijen taşıma yeteneğini azaltan sigara, damarların daralmasına, sinir sisteminin zarar görmesine, kanın pıhtılaşmasına yol açabiliyor.

Yoğun zehirle karşılaşan, başta beyinde olmak üzere, vücuttaki hücreler ölüyor, organlar ciddi oranda zarar görüyor.''

Korbey, tiryakilerin sonuçları, baş dönmesi, gözlerin kararması ve titremeyle hissettiğini açıkladı.

İftarda ardı ardına içilen sigaranın, beyin kanaması, kalp krizi ve felç riskini 10 kat artırdığını da vurgulayan Korbey, damarlarda daralmalara yol açan sigaranın zamanla erkeklerde iktidarsızlığa, kadınlarda ise kısırlığa neden olabildiğini belirtti.

Sigaranın vereceği hasarı azaltmak için tiryakilerden sabırlı olmalarını isteyen Korbey, ''tam doyduktan ve yemekten en az 20 dakika geçtikten sonra sigara içilmelidir. Ayrıca ardı ardına sigara yakılmamalıdır'' dedi.

Kaynak :CNNTÜRK

gzmnc
11-10-2005, 16:48
Sigara ve alkol kullanımının, yol açtığı bedensel zarar ve ölümlerin yanı sıra, kişilerin ruh sağlığına da büyük zarar verdiği bildirildi.

10-14 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Haftası dolayısıyla Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, insanda ruh ve bedenin beraber çalışan iki oluşum olduğuna işaret edilerek, herhangi birinde meydana gelen bir hastalığın diğerinde de ''denge bozulması''na ve hastalıklara yol açtığı belirtildi.

Bedensel bir hastalığın, kişide ruhsal olarak üzüntü, keder, sıkıntı gibi olumsuz duygulara neden olduğu ve ruhsal sorunların da birçok hastalığa zemin hazırladığı kaydedilerek, psikiyatride bu duruma ''uyum bozukluğu'' adı verildiği ve oldukça yaygın görüldüğü kaydedildi.

Sigara ve alkol kullanımının ruh sağlığına olumsuz etki yaptığına dikkat çekilerek, ''Sigara ve alkol kullanımı yol açtığı bedensel zarar ve ölümlerin yanı sıra, kişilerin ruh sağlığına da büyük zarar veriyor. Bağımlılık yapma özelliği olan sigara ve alkol, kişi ve toplumlarda her açıdan kayıplara yol açıyor'' denildi

pinky
17-10-2005, 05:57
Denizli Devlet Hastanesi Kulak Burun Boğaz (KBB) Polikliniği uzmanlarından Dr. Kani Aslan, grip, nezle veya soğuk algınlığının tedavisinde antibiyotik kullanılmaması gerektiğini belirtti.

Dr. Kani Aslan, grip, nezle ya da soğuk algınlığı tedavisinde ağrı kesici, öksürük şurubu, burun açıcı spreyler ve bir takım soğuk algınlığı ilaçları kullanılarak hastalığın daha rahat geçirilmesi amaçlanır dedi.

Dr. Aslan, mevsim değişiklikleriyle birlikte görülen hava ve ısı farklılıklarının üst solunum yolları hastalıklarında artışa neden olduğunu söyledi. Denizli Devlet Hastanesi’ne son günlerde üst solunum yolu enfeksiyonu şikayetiyle gelen hasta sayısında artış gözlendiğine işaret eden Aslan, “Soğuk havanın vücut direncini düşürmesiyle enfeksiyon çabuk kapılmaktadır” dedi.

Farenjit, larenjit, nezle, grip, sinüzit gibi rahatsızlıkların üstsolunum yolu hastalığı olduğunu ifade eden Aslan, şöyle konuştu: “Bu tip enfeksiyonlarda yanlış tedavi uygulanmamalıdır. Grip, nezle ya da soğuk algınlığının tedavisinde antibiyotiğin yeri yoktur. Tedavi, şikayetlere yöneliktir. Yani ağrı kesici, öksürük şurubu, burun açıcı spreyler ve bir takım soğuk algınlığı ilaçları kullanılarak hastalının daha rahat geçirmesini sağlamaktır.”

Gribal enfeksiyonların özellikle bazı insanlar için ayrı bir önem taşıdığına dikkati çeken Aslan, şunları kaydetti:
“Hastalık için önem taşıyan kişilere riskli grup denir. Bu grupta bebekler ve küçük çocuklar, gebeler, özellikle başka hastalıkları da olan yaşlılar, vücudun direncini kıran birtakım ilaçları kullanan hastalar (kanser hastaları gibi) yer almaktadır. Bu gruptaki insanlar, grip salgınlarının yaşandığı dönemlerde dikkatli olmalı, insan yoğunluğunun olduğu ortamlara girmemelidir. Çocuk ve bebekler, çok zorunlu kalmadıkça bu ortamlara sokmamalıdır. Ayrıca bu gruplar için en riskli ortamlardan birisinin de hastane ortamları olduğu unutulmamalıdır.”

Kaynak :NTVMSNBC

pinky
18-10-2005, 10:50
Kadınların menopoza girmesi çok açık bir şekilde yaşanır. Bu durum aile ve dost çevresinden başlayarak sosyal bir meseleye dönüşür. Kadınların menopoz öncesi ve sonrasındaki dönemlerde yaşadıkları hakkında herkes bir şeyler bilir. Andropozdan ise pek söz edilmez. Yılların yavaş yavaş tırmanan etkilerini ve sonuçlarını, erkekler kendi aralarında bile pek konuşmazlar. Gerçi kadınlarda adetten kesilme kesin bir eşiktir. Erkeklerde ise böyle keskin bir çizgiden bahsedemeyiz. Ama yine de bu konunun pek gündeme gelmemesinin nedenleri arasında, sanırım biraz 'erkeklik gururu' var.

YAVAŞ YAVAŞ İLERLER
Erkeklerin çoğunluğu 30 ile 45 yaşları arasında vücutlarında bazı değişiklikler olduğunu fark ederler. Bu belirtiler, yaşlanma başlangıcı veya 'olgunlaşma' belirtileri gibi görülerek pek önemsenmez. Oysa sayısız araştırmaya konu olan bu değişimlerin altında hormon dengesinin giderek bozulması yatar. Bu, 45 yaşından sonra da artarak devam eder. Andropoz belirtileri, uzun bir zaman dilimi içinde yavaş yavaş ilerler. Başlangıçta güçlükle fark edilmesine rağmen erkeklerin büyük çoğunluğu cinsel isteğinin azaldığını ve formunu kaybetmekte olduğunu bilir. Mizacı değişir, isteği azalır ve 'delikanlı' atılganlığı giderek törpülenir. Yavaş yavaş konsantrasyon yeteneği azalmaya, dikkati dağılmaya ve yaşam enerjisi aşağı doğru inmeye başlar. Bir yandan vücudunda yağlar birikir ve o eski gergin kaslar gün geçtikçe söner. Hep bildiğimiz sorun, kadınların gezmek istemesi, erkeklerin ise televizyon karşısında uzanmayı tercih etmeleridir.

ANDROPOZ 'geliyorum' der!

EĞER 50'nize yaklaşıyorsanız ve aşağıdaki sorunların ilerlediğini fark ediyorsanız, bunların andropozun belirtileri olduğundan kuşkunuz olmasın.
* Bitkinlik ve uyku sorunları
* Kilo artışı
* Bel çevresi, karın ve göğüslerde yağlanma.
* Kasların zayıflaması ve reflekslerin azalması
* Cinsel istekte azalma
* Ereksiyon sorunları
* Sinirlilik, gerginlik ve alınganlık
* Doyumsuzluk
* Ağrı ve sızılar
* Kemiklerde deformasyon
* Saçların incelmesi ve dökülmesi
* Cildin kuruması ve kırışması
* Hafıza bozulmaları
* Depresyon
* Motivasyonun azalması, mutsuzluk ve ilgisizlik Tedavi edilmeden bırakılan andropozun, son derece şiddetli sonuçları olabilir. Andropoz erkeklerin sağlığını ve yaşamını, menopozun kadınları etkilediğinden daha çok etkileyebilir. Bütün bu değişimler araştırıldığında, erkeklik hormonlarının dengesinin bozulduğu anlaşılır. Özellikle söylediğimiz belirtiler, testesteronun azalması ve erkek vücudunda normalde az miktarda bulunan estrojen oranının artması ile ilgilidir. Testesteron, sadece cinsel hayatınızı belirleyen bir hormon değildir. Kemik yoğunluğu, kaslar ve kırmızı kan hücrelerinin üretimi için de çok önemlidir. Andropozla birlikte testesteron azalır, bağışıklık sistemi sarsılır, kalp ve beyin fonksiyonları bozulmaya başlar. Kalp krizleri erkekleri daha çok tehdit eder. Andropozda yaşanan depresyon ve kişilik değişimleri oldukça ağır olabilir. Bazen tüm ailenizi ve yaşam düzeninizi etkileyebilir. Çağdaş tıp ise erkeklerin bozulan hormon dengelerini düzeltebilir. Bir doktora giderek kişisel andropoz programınızı yapabilirsiniz.

Yaşam planınızı yenileyin

* Vakit geçirmeden bir egzersiz veya yürüyüş programına başlayın. Karizmanız arabanız değil; spor ayakkabılarınız, bisikletiniz, raketiniz ve eşofmanınız olsun.
* Testosteron hormonunu doğal yoldan arttırmak için kırmızı ve beyaz et tüketimine önem verin. Ancak yağsız etleri tercih edin.
* E, A ve B6 vitaminleri ile çinko tedavisi, cinsel hormonların seviyesini yükseltir ve üreme bezlerinin işlevlerini geliştirir.
* Kendinizi yorgunluğa ve isteksizliğe terk etmeyin. Yakınlarınızdan yardım isteyin ve sizin de içinde yer alacağınız aktif bir yaşam planı yapmalarına izin verin.
* Hayata karşı ilginizi uyanık tutun. İş toplantıları dışında sosyal yaşama katılın. İmkanınız ölçüsünde gezin, seyahat edin, kitap okuyun, sinemaya gidin, dans edin, beyninizi canlı tutmak için bilmece çözün, briç ve satranç gibi oyunlar oynayın.
* Doktorunuzdan size bir vitamin reçetesi hazırlamsını isteyin. Kalbinizi korumak için kullanmanız gerekenleri öğrenin.
* Ereksiyon sorunlarına ne kadar kafanızı takarsanız o kadar çok güçlükle karşılaşırsınız. Yapabileceğiniz en önemli şey romantizmi, konuşmayı, flörtü ve dokunmayı yeniden keşfetmektir.

Kaynak :The Health News

pinky
19-10-2005, 15:08
Üretici şirketler tatlandırıcılarının kesinlikle zararlı olmadığını iddia ederken, bu ürünlerin sürekli kullanımının birikim yoluyla olumsuz etkiler yaratacağı konusundaki söylentiler tüketicide kuşku uyandırıyor.

Dünyada milyonlarca insan tatlandırıcı kullanıyor. Örneğin yalnızca ABD'de 10 Amerikalının 8'si bir çeşit tatlandırıcı kullanıyor. Yine bu ülkede geçen yıl gıda sanayi 2.225 adet, şekeri azaltılmış veya şekerden arındırılmış yiyecek maddesini piyasaya sürdü.

Bunların pek çoğu sukraloz içeriyor. Gıda maddelerinde kimyasal katkı maddelerinin kullanılması yeni değil. İşlenmiş gıdaların pek çoğu yapay tat vericiler, renklendiriciler veya kıvam artırıcılar Ğjöleler- gibi katkı maddeleri içerir.

Bunların içinde en yaygını şeker yerine geçen katkı maddeleridir. Ancak bunların yan etkileri konusundaki söylentilerin ardı arkasının kesilmemesi, bu ürünlerin sürekli olarak gündemde kalmasına neden oluyor.

Rastlantısal keşifler
Pek çok bilim adamı uzun süredir mükemmel bir tatlandıcının peşinde. İlginç olan şu ki bu çabalara karşın bugüne dek en başarılı tatlandırıcılar tesadüfen bulundu.

Sakarin 130 yıl önce "coaltar" türevleri üzerinde çalışan Johns Hopkins Üniversitesi'nden iki bilim adamı tarafından keşfedildi.

Aspartam ise 1960'lı yıllarda gastrik ülser için ilaç araştırmalarına katılan Illinoisli bir tıp kimyacısı tarafından bulundu.

Sukraloz ise 1976 yılında Londra'daki King's College'da bir lisans öğrencisi tarafından tamamen rastlantısal olarak ortaya çıkartıldı. Araştırma sorumlusu, söz konusu öğrenciden bazı bileşimleri test etmesini istemiş. Öğrenci, test (sınamak) ile taste (tatmak) sözcüklerini karıştırarak bileşimlerin tadına bakmış.

Bu üç tatlandırıcının içinde en doğalının sukraloz olduğu söyleniyor. Ancak Walters, "Sukralozun en doğal tatlandırıcı olduğu inancı bana kalırsa kimyasından değil, başarılı pazarlamasından kaynaklanıyor" diyor.

En doğalı
Sukraloz şekerden yapılmasın karşın kimyasal yapısı tamamen şekerden farklı. Bu tatlandırıcının bir molekülü üç klorin atomu içerirken, şeker üç çift oksijen ve hidrojen atomları içeriyor.

Oysa aspartamın içindeki doğal olmayan tek bileşim, fenilalanin ve aspartik asidi birleştiren metil ester bağlantısı. Fenilalanin ve aspartik asit insan vücudunda bol miktarda bulunan iki amino asittir.

Vücudun sindirim enzimleri aspartamı bir protein olarak algılar ve doğal bir bileşimmiş gibi parçalar. Diğer taraftan sukraloz, sakarin gibi sindirilmeden gelip geçer. Walters bu bileşimlerle ilgili şunları söylüyor: "Vücut bunları ne yapacağını bilemez ve sonuçta hiçbir şey yapmaz."

Tek reseptör kuramı
Bu farklı yapıların hepsi nasıl oluyor da ağızda tatlı bir tat bırakıyor? Son yıllara kadar bu sorunun yanıtını herkes verebiliyordu. 150'den fazla kimyasal sınıfa ait binlerce tatlı bileşim keşfedilmişti.

Bunların arasında düşük moleküler ağırlıklı karbonhidratlar, aminoasil şekerler, amino asitler, peptitler, proteinler, terpenoidler, klorinli hidrokarbonlar, N-sülfonil amidler, sülfamatlar, poliketidler, anilinler ve üreler sayılabilir.

Bilim adamları dilimizin üzerindeki tat tomurcuklarının içindeki reseptörlerin bu bileşimlere reaksiyon verdiğini uzun zamandır biliyor. Ancak kimse bu mekanizmanın tam olarak nasıl işlediğini bilmiyordu.

Bu soruyu 4 yıl önce Howard Hughes Tıp Enstitüsü'nden sinir bilimci Charles Zuker yanıtladı: Yaşamımızdaki tüm tatlı şeyleri tek bir reseptör algılıyordu. Zuker insan ve fare genomlarından yararlanarak tat ile ilgili genleri ayrıştırmayı başarmıştı. 30'dan fazla gen acı ile ilgili duyuları algılarken, tatlı ile tek bir reseptör ilgileniyordu.

"Evrimsel açıdan bu çok anlamlı" diye konuşan Coca Cola'da görevli kimyager Grant DuBois, "Çok sayıda acı tat, zehirli olabileceği için, ayırt edilmesi zorunlu. Oysa tatlılar keyifli ve zararsız olduğu için birarada algılanmasında bir sakınca yoktur" diyor.

Sinerjik etki
Tek-reseptör kuramı, açıklanması gereken pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. En büyük problem kimyagerlerin sinerji olarak adlandırdıkları olgudur.

"Şeker içermeyen bir çikletin içindeki tatlandırıcılara bakarsanız, uzun bir liste ile karşılaşırsınız" diye konuşan DuBois, "Bunun nedeni bazı tatlandırıcıların diğerinin tadını artırmasıdır. Örneğin siklamatın içine sakarin katarsanız ikisini de tek tek kullandığınızdan daha tatlı bir tat elde edersiniz. Sinerji ilaç tasarımında çok iyi bilinen bir olgudur ve en az iki reseptörün birarada bulunmasını gerektirir" diyor.

Benzer şekilde sıcaklık (soğuk) ve kafein gibi faktörler, bazı tatlandırıcıları baskılarken bazılarını etkilemez. Bu da birden fazla reseptörün devrede olduğunu gösterir. Buna karşın tek reseptör iddiasından geri adım atmaya yanaşmayan Zuker bu konudaki bulgularını şöyle açıklıyor:

"Laboratuvar faresinde protein reseptöründeki iki alt ünitesinden birini yok ederseniz fare, hangi bileşim verilirse verilsin tatlı algılama yeteneğini kaybeder. Bunun üzerine iki alt ünitenin her birinin kendi bağlama sitesinin olup olmadığını kontrol ettim. Nihayet geçen eylül ayında Senomyx'ten biyokimyacılarla birlikte yürüttüğümüz araştırma, benim haklı olduğumu ortaya çıkarttı. Vücudumuzda tek bir tatlı reseptörü vardı, fakat diğer reseptörlerden farklı olarak, değişik moleküllerle faal duruma geçen birden fazla bölgeye sahipti. Bunu, iki tetiği olan bir tabancaya benzetebiliriz."

Şekerden tatlı
Kimyacılar bu reseptörün gerçek potansiyelini yeni yeni anlamaya ve bundan yararlanmaya başlıyor. Siklamat şekerden 45 kat, aspartam 180 kat, sakarin 300 kat ve suklaroz 600 kat tatlıdır. Fakat aspartamın neotam olarak bilinen yeni nesil bir türü şekerden 13.000 kat daha tatlıdır. Ve son bulunan bir bileşimin ise 100.000 kat daha tatlı olduğu iddia ediliyor.

Şekerin yerini başka
"Bu farklılıklar moleküllerin farklı çekimlerinin olmasından kaynaklanıyor" diye konuşan Walters, "Sözgelimi suklaroz reseptöre sukrozdan daha sıkıca tutunur. Bunun nedeni klorin atomlarının, yerini aldıkları oksijen atomlarına göre daha güçlü bir şarj taşımalarıdır. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin yeni onayladığı Neotame, reseptöre o kadar sıkı bağlanır ki reseptörün makineli tüfek gibi ateşlemesine yol açar" diyor.

Bu tatlandırıcılardan hiçbiri aslında şekerin yerini tutmuyor. Sakarin dilde metalik bir tat bırakıyor, çünkü acı ve ekşi reseptörleri de tetikliyor.

Aspartam ve neotam zayıf moleküllere sahip olduğu için süpermarket raflarında durduğu yerde çabucak bileşenlerine ayrılırken, pişirme sırasındaki ısıya dayanmıyor.

Sukraloz ısıya dayanıyor ve bileşenlerine ayrılmıyor fakat gerçek şekerin "ağız tadını" vermiyor.

Tüketici kuşkulu
Şeker yerine kullanılan bu maddeler uzun zamandır sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle kuşkuyla karşılanıyor.

1981 yılında sakarin, yapılan bir hayvan deneyine dayanarak kansere yol açan maddeler arasına sokuldu.

Suklarozun test tüplerinde genleri mutasyona uğrattığı iddia ediliyordu.

Aspartamın da multipl sklerozdan otizme kadar pek çok hastalığı tetiklemesinden korkuluyordu.

Halihazırda bu iddialardan hiçbiri kanıtlanmış değil. Walters, gıda maddeleri içindeki katkı maddelerinin ilaçlardan daha yüksek standartları tutturması gerektiğini öne sürüyor, çünkü bu maddelerin zararlarını dengeleyecek tıbbi yararları yok.

Sözgelimi aspartam FDA'nın en fazla incelediği ürünlerin başında geliyor. Ancak her seferinde zararsız olduğu sonucuna varılıyor.

Sukralozun hayvanlarda yüksek dozlarda bile kanserojen olmadığı anlaşılmış durumda.

Ve sakarinin katkı maddesi olarak güvenli olduğu 1997 yılında FDA tarafından onaylanmış. Kaldı ki önceki araştırmalarda deney farelerinin tatlandırıcdan bağımsız olarak kansere eğilimleri olduğu anlaşılmış.

En iyi tercih
Yapay tatlandırıcılar konusundaki bu kuşkuların nedeni çok yabancısı olmadığımız olgulara dayanıyor. Sukraloz ve sakarin vücut tarafından emilmemesine karşın, kalorileri hiç yok değil. Bunlara hacim kazandırmak için kullanılan dekstroz ve maltodekstrin şekerde bulunan kalorinin dörtte birini içeriyor.

Ayrıca hayvan deneylerinde yapay tatlandırıcıların, çok küçük miktarlada da olsa insülin salgısını tetiklediğinin ortaya çıkması şeker hastaları için olumsuz bir haber.

Discover'da yer alan habere göre, ayrıca şekersiz meşrubat içenlerin şekerlileri tercih edenlere göre daha fazla kilo verdikleri görülüyor, ancak beslenme uzmanları, vücudun şeker ihtiyacını kısmanın şekerli maddelere duyulan arzuyu körüklediğini düşünüyor.

Bu durumda şeker, küçük dozlarda tüketilmek kaydıyla hala en iyi tercih.

Kaynak :The Health News

pinky
24-10-2005, 00:53
Sadece belirtilere bakarak soğuk algınlığı ile grip ayırt edilebilir mi? Soğuk algınlığı virüsleri de griple benzer belirtiler gösterebilirler. Gribi teşhis etmenin en iyi ve güvenilir yolu, virüsü laboratuvarda izole etmektir.

Soğuk algınlığının ilk işareti neden acıyan ve tahriş olmuş bir boğazdır? Virüsler ilk olarak burun arkasını enfekte ederler. Bu alandaki tahriş, boğaz ağrısı gibi hissedilir. Virüsler daha sonra boğazı tahriş eder.

SOĞUK ALGINLIĞINDA ASPİRİN

Yutkunduğumuz zaman boğazdaki ağrıya ne sebep olur? Burun ve boğazdaki bedemcikler virüs tarafından enfekte olduklarında şişerler ve ağrırlar. Yutkunmak, boğaz yüzellerinin birbirlerine sürtünmesine yol açar ve şişmiş bademciklere baskı yaparak ağrıya sebep olurlar.

Soğuk algınlığında neden gözler sulanır?

Gözyaşlarını gözden buruna çeken küçük kanal, burnun içi ve yüzeyindeki gibi birçok büyük damar içerir. Soğuk algınlığı sırasında damarlar şişer ve küçük kanalı tıkayarak, gözyaşlarının göz içinde birikmesine yol açar.

Soğuk algınlığı ve grip belirtilerinin tedavisi için 'Aspirin' ne kadar etkilidir?

Klinik araştırmalar, Aspirin'in boğaz, baş, kas ve diğer ağrılarla ateş gibi, soğuk algınlığının da ağrı ile ilişkili belirtileri için emniyetli ve etkili bir tedavi olduğunu göstermiştir. Aspirin, 100 yıldan daha uzun bir süredir soğuk algınlığı ve grip belirtilerini tedavi etmek için kullanılmaktadır.

Kashmir
24-10-2005, 01:00
bayer! in herhangi bir kademesin de mi çalışıyosunuz?!!!

Kashmir
24-10-2005, 01:04
Sadece belirtilere bakarak soğuk algınlığı ile grip ayırt edilebilir mi? Soğuk algınlığı virüsleri de griple benzer belirtiler gösterebilirler. Gribi teşhis etmenin en iyi ve güvenilir yolu, virüsü laboratuvarda izole etmektir.

Soğuk algınlığının ilk işareti neden acıyan ve tahriş olmuş bir boğazdır? Virüsler ilk olarak burun arkasını enfekte ederler. Bu alandaki tahriş, boğaz ağrısı gibi hissedilir. Virüsler daha sonra boğazı tahriş eder.

SOĞUK ALGINLIĞINDA ASPİRİN

Yutkunduğumuz zaman boğazdaki ağrıya ne sebep olur? Burun ve boğazdaki bedemcikler virüs tarafından enfekte olduklarında şişerler ve ağrırlar. Yutkunmak, boğaz yüzellerinin birbirlerine sürtünmesine yol açar ve şişmiş bademciklere baskı yaparak ağrıya sebep olurlar.

Soğuk algınlığında neden gözler sulanır?

Gözyaşlarını gözden buruna çeken küçük kanal, burnun içi ve yüzeyindeki gibi birçok büyük damar içerir. Soğuk algınlığı sırasında damarlar şişer ve küçük kanalı tıkayarak, gözyaşlarının göz içinde birikmesine yol açar.

Soğuk algınlığı ve grip belirtilerinin tedavisi için 'Aspirin' ne kadar etkilidir?

Klinik araştırmalar, Aspirin'in boğaz, baş, kas ve diğer ağrılarla ateş gibi, soğuk algınlığının da ağrı ile ilişkili belirtileri için emniyetli ve etkili bir tedavi olduğunu göstermiştir. Aspirin, 100 yıldan daha uzun bir süredir soğuk algınlığı ve grip belirtilerini tedavi etmek için kullanılmaktadır.
pembe panter'de ki komiser edasında!;..ne alakası var???!!!

pinky
24-10-2005, 09:29
Bilim adamlarının yeni geliştirdiği bir teknik sayesinde, hastalar karaciğerlerini vücutlarında büyütebilecekler. Bu haber Hebatit hastalarını sevindirecek.

İngiliz gazetelerinde yer alan haberlere göre, yeni geliştirilen teknikte, doktorların aldıkları sağlam karaciğer hücreleri, laboratuvarda büyüttükten sonra hastalara geri aşılayacaklar.
''Embolizasyon'' olarak bilinen bu teknikte, cerrahlar, karaciğerin kan beslenmesinin bir bölümünü keserek, organın daha hızlı hücre üretmesini sağlıyorlar.

Bu alandaki araştırmayı yürütenlerden Floransa Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Massimo Pinzani, kan beslenmesi bir miktar kesilirken, karaciğerin yüzde 20'sinin yeni hücreler yetiştirilmesi için alındığını, yeni hücreler aşılandıktan sonra karaciğer hücrelerinin hızla büyümesinin sağlandığını belirtti.

Bilim insanları, bu tekniğin denenmesine önümüzdeki aylarda başlanacağını kaydettiler.

Kaynak :Haber Sağlık

pinky
24-10-2005, 17:33
bayer! in herhangi bir kademesin de mi çalışıyosunuz?!!!

Sayın Kashmir,

Bayerde çalıştığım hükmüne nasıl vardığınızı anlayamadım. Ben 1980 yılında emekli oldum ve o günden beri hiç çalışmadım. Sadece aile portföyü idare ediyorum.

Saygılarımla

pinky
24-10-2005, 17:39
pembe panter'de ki komiser edasında!;..ne alakası var???!!!

Sayın Kashmir,

Yazdığınızdan hiçbir şey anlamadım. Anlayan üyeler varsa lütfen açıklarlarsa çok memnun olurum.

Saygılarımla

pinky
31-10-2005, 21:14
Bürolarda olumsuz çalışma ortamı sonucu kas ve eklemler üzerine binen aşırı yükleme ve stresin, kas-iskelet sistemiyle ilgili hastalıklara neden olduğu bildirildi.

Osmangazi Üniversitesi (OGÜ) Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nesrin Demirtaş, teknoloji ve bilgi iletişim ağının gelişmesine bağlı olarak işte, okulda ve evde uzun süre bilgisayar kullanan kişilerin sayısının her geçen gün arttığını, buna paralel olarak da özellikle kas iskelet sistemi, göz ve psikososyal bazı sorunların ortaya çıktığını söyledi.

Statik boyun, kol ve el pozisyonları ve monoton tekrarlı hareketleri gerektiren bilgisayar kullanımı sırasında uygun olmayan şekilde oturmanın, boyun, sırt, bel, omuz ve kollarda ağrı ve rahatsızlıklara neden olduğunu ifade eden Demirtaş, şunları kaydetti: ''Düzgün oturuş şeklinde omurga üzerine binen yükler, bu kavislerin yardımıyla eşit oranda çevre dokulara dağıtılabilmektedir. Kötü oturuşta ise duruş şekliyle ilgili olarak eklem bağlarında gerginlikler, özellikle boyun ve omuz kaslarının aktivitelerinde ve omurlardaki mekanik yüklerde artış olur. Kötü çalışma ortamı sonucu kas ve eklemler üzerine binen aşırı yükleme ve stres, kas iskelet sistemiyle ilgili hastalıklara neden olur.''

Kadınlar daha çok hastalanıyor

Prof. Dr. Demirtaş, ABD'de kas iskelet sistemiyle ilgili hastalıkların klavye kullananlarda yüzde 81'lere kadar ulaştığını belirterek, bu tür rahatsızlıkların, erkeklere oranla kadınlarda daha yüksek oranda görüldüğünü bildirdi.

Bilgisayar kullanımının yaratacağı olumsuz etkiler konusunda halkın bilinçlendirilmesinin, hastalıkların ortaya çıkmasını engelleyebileceğini anlatan Demirtaş, şöyle devam etti: ''Sürekli kullanım için masa üzerine yerleştirilen bilgisayarlar, portatif bilgisayarlara tercih edilmelidir. Bilgisayarı sadece bir kişi kullanacaksa, o kişinin ölçülerine uyan, tekerlekli ve arkalığın geriye doğru bir miktar hareketine izin veren sandalye seçilmelidir.''

İyi görüş önemli

Bilgisayar kullanımı nedeniyle ortaya çıkan göz rahatsızlıklarının önlenebilmesi için çok parlak oda aydınlatmasından sakınılması gerektiğini de vurgulayan Prof. Dr. Demirtaş, şu tavsiyelerde bulundu: ''Bilgisayar ekranına bakarken, daha az göz kırpılır. Bu durum, gözler için zararlıdır. Her 15 dakikada bir bilgisayar işlemine ara verilerek, tercihen 5-6 metre uzaklıktaki bir nesneye bakılmalıdır. Böylece göz kasları gevşer.

Ayrıca her 30-60 dakikada kısa istirahat araları verilmelidir. Bu aralarda ayağa kalkıp, çevrede hareket edilmelidir.''

Kaynak :Haber Sağlık

Detay
01-11-2005, 00:18
saglıgınız ıcın bol bol alkol tuketın ... :):):):):)

forges
04-12-2005, 21:06
Yaklaşık 5 aydır varolan gögüs ve karın ağrım nedeniyle geçen hafta birkaç ke doktora gittim ve tetkikler ve eko testi sonucunda kalp kapakçıklarımın birinde (mitral) 3 mm çökme olduğu teşhisi konuldu.Bundan sonra her yıl eko çektirmem ve 6 ayda bir muayene olmam söylendi.Doktorun dediğine göre tehlikesi yokmuş ayrıca ilaç da vermedi.Ancak diş çekimi ya da ameliyat gibi kan akacak durumlarda önceden antibiyotik almam gerektiğini söyledi. Konuyla ilgili küçük bir yazıyı da ekliyorum.Demekki vücutta bir ağrı ısrar ediyorsa bir yerden alarm veriyormuş.İhmal etmeyelim...

Mitral kapak prolapsusu nedir?

Halk arasında kalp kapağında açılma ve gevşeme olarak tanımlanan bir patolojidir. Göğüs ağrısı ve çarpıntı şikâyetleri görülür. Göğüs ağrıları daha çok batıcı tarzda ve kısa sürelidir. Çarpıntı bazı hastalarda ciddi ritim bozuklukları şeklinde seyrederken, bazı hastalarda tek tük ekstra vurular ortaya çıkar. Kronik ve ağır seyirli bir bağ dokusu hastalığıdır. Nadiren kapakta ciddi patolojilere yol açar. Klinik olarak yakınması olan hastalarda sürekli ilâç tedavisi verilebildiği gibi, tedaviye gerek duymayan hastalar çoğunluktadır. Hastalığın sebepleri hakkında bilgi verir misiniz? Irsönem taşır. Kapaklar doğuştan gevşek yapıdadır ve zamanla tam kapanamaz, açık kalır. Öldürücü müdür? Hastalık çok nadiren ciddi seyirlidir. Kişinin hayatının erken dönemlerinde kalp kapağı deforme olmaya başlamıştır. Mitral kapak kaçağı (Kalbin sol boşluklarını birleştiren kapak) ya da ani olarak kapakta yırtılma olabilir. Bu durumlarda acil müdahale gerekebilir. Kalp ameliyatı ile kapağın tamiri ya da kapak değişimi yapılabilir. Tedavi ve takibi nasıl yapılır? Çarpıntı varsa ve göğüs ağrısı oluyorsa, "B bloker" denilen ritim düzenleyici tedavi yarar sağlar. Ciddi ritim bozuklukları için, daha farklı antiaritmikler önerilebilir. Hastalığın takibi ekokardiyografi ile yapılır. Kapağın tutulumuna ve dejenerasyonuna göre, 6 ay ile 2 yıl arasında değişen periyodik takipler verilebilir. Toplumdaki görülme sıklığı ne kadardır? Sorunun ciddi bir hastalık şeklinde seyretmesi (klasik) sık görülmez. Nonklasik türü ise, çok hafif seyirli olup, kapağı dejenere etmemektedir.

pinky
05-12-2005, 00:36
Sayın forges geçmiş olsun. Acil şifalar dilerim.

balaban
05-12-2005, 00:45
Sayın Kashmir,

Yazdığınızdan hiçbir şey anlamadım. Anlayan üyeler varsa lütfen açıklarlarsa çok memnun olurum.

Saygılarımla


Şimdiye kadar yazan olmadığına göre anlayan çıkmamış sn.pinky.:D

balaban
05-12-2005, 00:46
Sn.forges geçmiş olsun. Acil şifalar dilerim.

forges
05-12-2005, 02:40
Teşekkürler..Sn. pinky ve Sn.Balaban

gzmnc
05-12-2005, 20:20
Sn.forges geçmiş olsun. Teşhisi konmuş dermanı olan bir rahatsızlıkmış umarım daha kötüleri gelmez hiçkimsenin başına...

forges
05-12-2005, 23:50
Sn.forges geçmiş olsun. Teşhisi konmuş dermanı olan bir rahatsızlıkmış umarım daha kötüleri gelmez hiçkimsenin başına...

eksik olmayın,sağolun.Dileklerinizi paylaşıyorum.

pinky
07-12-2005, 21:51
Bir toplantida, bir hanim dusuyor ve arkadaslarina bir seyi olmadigini
soyluyor. Tokezledigini saniyorlar, ustune basina ceki duzen verip oturtuyorlar.
Biraz sarsilmis gorunuyor ancak aksamin geri kalan kismini da eglenerek geciriyor.
Daha sonra kocasi tum dostlarini arayarak esinin hastahaneye kaldirildigini
bildiriyor ve hanim sabaha karsi vefat ediyor.
Meger "inme" (stroke) gecirmis. Norolojistin soyledigine gore boyle bir
durumda hasta 3 saatin icinde getirilebilseymis, durumu duzeltebilirmis.

Bir insanin "stroke" gecirmekte oldugu nasil anlasilir:

1. Tebessum etmesini isteyin.
2. Iki kolunu birden kaldirmasini soyleyin.
3. Basit bir cumle soylemesini isteyin : Bu gun hava gunesli... gibi

Bunlardan birini yapamiyorsa hemen acili arayin.
Bu maili mumkun oldugunca cok kisiye iletebilirseniz belki bir hayat
kurtarmada yardimci olursunuz.

Sarıvadi
13-12-2005, 22:00
Daha önce burada yayınlanmışmıydı bilmiyorum ama, en azından hatırlatmak amacıyla ben buraya Doç .Dr. Mustafa TÜRKMEN'in listesini aktarıyorum.
----------------------------------------------------------

Piyasada satılan hazır gıda maddeleri ülkemizde insan sağlığını ciddi
Biçimde etkileyecek derecede katkı maddeleri içermektedir.
Ancak bu maddeler, tüm çabalara rağmen medya aracılığı ile ilan
edilememektedir.

Günümüzde gıda sektörü büyük bir tröst halini almıştır.
Örneğin hiçbir yayın organında Coca-Cola'nın zararlı olduğunu
göremezsiniz. Ancak biz tüketiciler, aile fertlerimizi, çevremizdeki arkadaşlarımızı, haberdar ederek bilinçlendirebiliriz.Son yıllarda kanser vakalarının neden devamlı artış gösterdiğini hiç düşündünüz mü? Siz çocuğunuzun kanserojen madde içeren gıda almasını ister misiniz?

Sizlere aşağıda sunduğumuz tablo alacağınız hazır gıda maddelerindeki
katkılarla ilgili bilgi
vermektedir.

Sağlığınız için: Lütfen her hangi bir gıda maddesi satın almadan önce
ambalajının üzerini dikkatlice okuyun.

ZARARSIZ KATKILAR

E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130,132, 140,151, 152, 160, 161,
162, 163, 170, 174,175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237, 238,260,
261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300,301, 303, 304,305, 306, 307,
308, 309, 322, 325,326, 327, 331, 332, 333, 334, 336, 337, 382, 400,401,
402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420,421, 422,440,471, 472, 473,
474, 475,480

SÜPHELİ KATKILAR

E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477,
605,220,221,222,223,224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MİDE VE
BAĞIRSAK HASTALIKLARI)

E200 (VÜCUTTAKİ VİTAMİN B12 YI YOK EDİYOR)
E250,251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLİKLER VE TIKANIKLIKLARI)

TEHLİKELİ KATKILAR

E102, 120, E311, 312 (NÖROLOJİK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR

E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213,214, 215,216, 217 ÖRNEĞİN
E211-SODYUM BENZOAT KETÇAPLARDA BULUNMAKTADIR.
123,110 ABD, İNGİLTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BİRÇOK ÜLKEDE YASAKLANMIŞTIR. FAKAT ÜLKEMİZDE RENKLİ DRAJE ÇİKOLATALARDA VE KAYMAKLI BİSKÜVİLERDE KULLANILMAKTADIR.

EN TEHLİKELİ KANSEROJEN KATKILAR

E330 ( NE YAZIK Kİ BİR ÇOK HAZIR GIDADA KULLANILMAKTADIR.) BAZI HAZIR
GIDALARDA TESBİT EDİLEN KATKI MADDELERİ
E330 - ÜLKER LÜKS GOFRET, MEYSU (ÖZELLİKLE KAYISI), KNOR DOMATES ÇORBA, TÜM TENEKE KONSERVE VE TURŞULAR,
7UP, SCHWEPPES (TÜM ÜRÜNLERİ), JELİBON, TAMEK YAPRAK SARMA, PİYALE
HAZIR ÇORBA, OLİPS,
E250 -TÜM SALAMLARDA
E300 - FANTA PORTAKAL, CİNOMEL
E320 - ETİ PUFY, KNORR iŞKEMBE ÇORBA
E223 - ÜLKER HAYLAYF, ALBENİ
E322 - ÜLKER ÇOKOKREM

TÜM KOLALI İÇECEKLERDE KULLANILAN KATKI MADDELERİNİN TESBİTİ İÇİN ANALİZ YAPILMASINA İZİN VERİLMEMİŞTİR.

LÜTFEN ÇOĞALTARAK DOSTLARINIZA DAĞITINIZ.

Bilgilerinize sunulur...

Doç .Dr. Mustafa TÜRKMEN

gemici
13-12-2005, 22:15
TÜM KOLALI İÇECEKLERDE KULLANILAN KATKI MADDELERİNİN TESBİTİ İÇİN ANALİZ YAPILMASINA İZİN VERİLMEMİŞTİR
burayı anlayamadım.diğerleri izin vermişte kolalı içecekleri imal edenlermi vermemiş.tüm turşuculardan izin alınmış da kolacılar olmaz demiş öyle mi?

Sarıvadi
13-12-2005, 22:24
TÜM KOLALI İÇECEKLERDE KULLANILAN KATKI MADDELERİNİN TESBİTİ İÇİN ANALİZ YAPILMASINA İZİN VERİLMEMİŞTİR
burayı anlayamadım.diğerleri izin vermişte kolalı içecekleri imal edenlermi vermemiş.tüm turşuculardan izin alınmış da kolacılar olmaz demiş öyle mi?
Valla kaptan, Doç. Dr Mustafa Türkmen'in e-postama gelen yazısını aktardım. Benim de dikkatimi çekmişti.İnanılır gibi deği, nasıl izin vermezler?

Palet
14-12-2005, 19:18
Bu yazinin varligini duymustum ama elime ulasmamisti.Paylasmaniz isabet olmus,tesekkürler Sn.Sarıvadi.
Simdiye kadar kolanin zararlari ile ilgili pek çok yazi okudum.Rekabet karalamasi oldugunu düsündürmeye çalissalarda,yazilanlarda gerçek payi oldugu kesin.
Analize izin vermemelerinin sebebi de büyük ihtimalle kullandiklari zararli maddelerin izahini veremeyecek olmalaridir.
Ben, birde sunu eklemek istiyorum; yukarida ismi geçen maddeler gidanin her alaninda kullaniliyor.Bunlari tehlikeli boyuta getiren unsur, kullanim miktarlaridir.Bazi üreticiler mallari daha uzun süre dayansin,daha ucuza istenilen tatda,begenilen renkte olsun diye yapay koruyucu,renklendirici ve tatlandiricinin miktarini arttirinca is tehlikeli bir boyut kazaniyor.Tabi bu üreticiler,Tarim Köyisleri Bakanligin'dan, kullanilan her madde ve miktari için izin alinmaktayken nasil oluyorda bu gidalari üretiyorlar orasi meçhul..
Ben mümkün oldugunca gida secimlerimde dogal olanlari tercih ediyorum.Ketçap yerine domates sosu,konserve yerine taze ve mevsim sebzeleri vb...

pinky
14-12-2005, 19:45
Coca Cola, Kola ağacının yaprağından yapılır. Aynı ağacın meyvasından ise Kokain elde edilir. 20. yüzyılın başlarına kadar Coca Cola'ya kokain katılmakta idi. Sonra yasaklandı. Katkı maddesi araştırmaya hiç gerek yok. Çünkü kendisi katkı maddesinden beter.

burcay
14-12-2005, 22:57
Daha önce burada yayınlanmışmıydı bilmiyorum ama, en azından hatırlatmak amacıyla ben buraya Doç .Dr. Mustafa TÜRKMEN'in listesini aktarıyorum.
----------------------------------------------------------

Piyasada satılan hazır gıda maddeleri ülkemizde insan sağlığını ciddi
Biçimde etkileyecek derecede katkı maddeleri içermektedir.
Ancak bu maddeler, tüm çabalara rağmen medya aracılığı ile ilan
edilememektedir.

Günümüzde gıda sektörü büyük bir tröst halini almıştır.
Örneğin hiçbir yayın organında Coca-Cola'nın zararlı olduğunu
göremezsiniz. Ancak biz tüketiciler, aile fertlerimizi, çevremizdeki arkadaşlarımızı, haberdar ederek bilinçlendirebiliriz.Son yıllarda kanser vakalarının neden devamlı artış gösterdiğini hiç düşündünüz mü? Siz çocuğunuzun kanserojen madde içeren gıda almasını ister misiniz?

Sizlere aşağıda sunduğumuz tablo alacağınız hazır gıda maddelerindeki
katkılarla ilgili bilgi
vermektedir.

Sağlığınız için: Lütfen her hangi bir gıda maddesi satın almadan önce
ambalajının üzerini dikkatlice okuyun.

ZARARSIZ KATKILAR

E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130,132, 140,151, 152, 160, 161,
162, 163, 170, 174,175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237, 238,260,
261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300,301, 303, 304,305, 306, 307,
308, 309, 322, 325,326, 327, 331, 332, 333, 334, 336, 337, 382, 400,401,
402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420,421, 422,440,471, 472, 473,
474, 475,480

SÜPHELİ KATKILAR

E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477,
605,220,221,222,223,224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MİDE VE
BAĞIRSAK HASTALIKLARI)

E200 (VÜCUTTAKİ VİTAMİN B12 YI YOK EDİYOR)
E250,251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLİKLER VE TIKANIKLIKLARI)

TEHLİKELİ KATKILAR

E102, 120, E311, 312 (NÖROLOJİK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR

E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213,214, 215,216, 217 ÖRNEĞİN
E211-SODYUM BENZOAT KETÇAPLARDA BULUNMAKTADIR.
123,110 ABD, İNGİLTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BİRÇOK ÜLKEDE YASAKLANMIŞTIR. FAKAT ÜLKEMİZDE RENKLİ DRAJE ÇİKOLATALARDA VE KAYMAKLI BİSKÜVİLERDE KULLANILMAKTADIR.

EN TEHLİKELİ KANSEROJEN KATKILAR

E330 ( NE YAZIK Kİ BİR ÇOK HAZIR GIDADA KULLANILMAKTADIR.) BAZI HAZIR
GIDALARDA TESBİT EDİLEN KATKI MADDELERİ
E330 - ÜLKER LÜKS GOFRET, MEYSU (ÖZELLİKLE KAYISI), KNOR DOMATES ÇORBA, TÜM TENEKE KONSERVE VE TURŞULAR,
7UP, SCHWEPPES (TÜM ÜRÜNLERİ), JELİBON, TAMEK YAPRAK SARMA, PİYALE
HAZIR ÇORBA, OLİPS,
E250 -TÜM SALAMLARDA
E300 - FANTA PORTAKAL, CİNOMEL
E320 - ETİ PUFY, KNORR iŞKEMBE ÇORBA
E223 - ÜLKER HAYLAYF, ALBENİ
E322 - ÜLKER ÇOKOKREM

TÜM KOLALI İÇECEKLERDE KULLANILAN KATKI MADDELERİNİN TESBİTİ İÇİN ANALİZ YAPILMASINA İZİN VERİLMEMİŞTİR.

LÜTFEN ÇOĞALTARAK DOSTLARINIZA DAĞITINIZ.

Bilgilerinize sunulur...

Doç .Dr. Mustafa TÜRKMEN
hocam ellerinize saglık cok faydalı tesekkurler

varyemez
25-12-2005, 01:09
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi
>Fizyoloji Anabilim Dalı Kınıklı-Denizli Tip laboratuarı
>Fordwerke'den tıbbi haber Kısa süre önce bir kadın absurd bir sebepten
>dolayı ölmüştür. Genfer Gölü'ndeyken bir
>kutu içeceği (Fanta,Kola v.s.) Kutusundan içti.Pazartesi günü
Lozan'daki
>CHUV'ye sevk
>edildi ve Çarşamba günü
>vefat etti.Otopsi sonucu Leptospiroz fulgurante'den öldüğü
>anlaşıldı. Tekneye bardak
>götürmemişti ve içeceği direkt kutudan
>içmiş. Kutular kontrol edildiğinde, kutularda
>fare urini (idrarı) bulunduğu, yani Leptospiras ile kirlendiği ortaya
>cikti.Muhtemelen kadın, kutunun üstünü içmeden
>önce temizlememişti Fare
>urini bulaşmış ve kurumuş, ki bu zehirli maddeler
>içermektedir, bu da Leptosiproz'u ortaya çıkaran Leptospiras
>içerir.Bu kutular fare bulunan
>depolarda muhafaza edilir ve temizlenmeden
>Pazar'a sürülür. Kutular satın
>alındıktan sonra buzdolabına konulmadan
>önce bulaşık deterjanı
>ile özenle temizlenmeli. Ispanya'da INMETRO tarafından yapılan
>bir araştırma sonucunda,
>kutular tuvaletlerden daha da fazla kirlidir!!!
>Lütfen bu mesajı olabildiğince çok insana
>iletiniz..
>
> Dr.Kubilay METİN
>
> ADNAN MENDERES UNIVERSITY
>FACULTY OF ART AND SCIENCE DEPARTMENT OF BIOLOGY
>
>AYDIN/TURKEY

gzmnc
05-01-2006, 21:22
Sağlık Bakanlığı, kuş gribi görülen bölgede, halkı bilinçlendirmek amacıyla broşür dağıtmaya başladı. Broşürde hastalığın belirtileri şöyle sıralandı:
* Hastalık insanlarda ateş, boğaz, kas ve eklem ağrıları, kuru öksürük, solunum güçlüğü gibi klasik grip belirtileriyle ortaya çıkıyor.
* Normal gripten farklı olarak karın ağrısı ve ishal de görülebiliyor.
* Hastalığın insanlardaki kuluçka süresi 2-4 gün.
* Kanatlı hayvanlar arasında salgınlara sebep olan mevcut kuş gribi tipinin, sadece kanatlı hayvan yetiştiren ve bu hayvanlarla sıkı teması olan insanlara bulaşması söz konusu. Bu alanlarla ilgisi olmayan diğer insanlar için bir riskin bulunmuyor.
* Kanatlı hayvan etlerinin, iç ısıları 70 santigrat derece olacak veya ette pembe/kırmızı görüntü kalmayacak şekilde pişirilerek tüketilmesi halinde, hastalığın insanlarda oluşması mümkün değil.
* Yumurtaların sabunlu suyla yıkanması ve 70 santigrat derecede en az 5 dakika pişirildikten sonra yenmesi gerekiyor.
* Veteriner hekim kontrolünden geçmiş piyasadaki ürünler için herhangi bir risk bulunmuyor.
* H5N1 isimli kuş gribi virüsüne karşı şu an için etkin bir aşı yok. Hastalıktan korunma ve/veya tedavi amacıyla antiviral ilaçların kullanılıyor.
* Antiviral ilacın kuş gribi hastalığına yakalanmış veya bu hastalıktan ölen hayvanlara teması olan kişiler tarafından kullanılması gerekiyor.
* Hastalığın görüldüğü yerlere seyahat edilmesi halinde, kanatlı hayvan çiftliklerinden ve pazarlarından uzak durulması gerekiyor.

gzmnc
05-01-2006, 21:38
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Aydın Özkan, grip hastalığının tedavisinde aspirin ya da aynı etken maddeye sahip ağrı kesici ve ateş düşürücülerin kesinlikle kullanılmaması gerektiği belirtti.

Grip hastalığıyla ilgili açıklama yapan Kahta Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Aydın Özkan, gribin ani ve yüksek ateş, şiddetli kas ve eklem ağrıları, halsizlik, bitkinlik, titreme, baş ağrısı ve kuru öksürük gibi belirtilerle başlayan bir enfeksiyon hastalığı olduğunu kaydederek, vatandaşları gelişi güzel aspirin kullanmaması konusunda uyardı.

Gribin özellikle çocuklar, yaşlılar ve kalp, akciğer, böbrek, şeker gibi kronik hastalığı olan kişilerde çok daha ağır belirtiler gösterdiğini ifade eden Başhekim Dr. Özkan, "Grip virüsünün bulaşması, hastalık belirtilerinin başlamasından 1-2 gün öncesinde başlar ve hastalık başladıktan 3-7 gün sonrasına kadar devam eder. Başlıca bulaşma yolları, öksürük ve hapşırıklarla etrafa saçılan damlacıkların hava yoluyla bulaşması, hasta kişilerle direkt temas edilmesi ve hasta kişilerin ağız-burun akıntılarıyla temas etmiş eşyalarla bulaşmadır. Bu nedenle grip evde, işyerinde, okullarda, kreşlerde, yurtlarda, toplu taşıma araçlarında çok kolaylıkla bulaşır. Bulaşma yolları oldukça basit ve bu kadar kolay olan bir hastalığın bulaşma yollarına karşı önlem almakta olanaksızdır" dedi.

Gribin tedavisi sırasında aspirin ve aynı etken maddeye sahip ağrı kesici ve ateş düşürücülerin kesinlikle kullanılmaması gerektiğine dikkat çeken Dr. Özkan, özellikle çocuklarda bu konunun çok önemli olduğunu, ayrıca antibiyotiklerin yanlış kullanımının istenmeyen sonuçları beraberinde getirebileceğini ifade etti.

Hadramut
05-01-2006, 21:47
Katkı maddeli markalı gıdalara dikkat edelim ama pazarda doğal olduğunu sanarak aldığımız ev yapımı maddelere daha çok dikkat edelim.

Son dönemlerde pazarlarda yeni sektörler türedi. İlk örneği köy ekmekleri idi. Sonra salça ve diğerleri izledi. Özellikle batı bölgelerinde hormon kullanımı giderek yaygınlaşıyor. Bu kullanım o kadar dikkatsizce yapılıyor ki bazen yabancı ülkeler mallarımızı almayınca ortaya çıkıyor. mg dozlarında verilmesi gereken hormonlar daha iyi ürün olacağı düşüncesi ile gr dozlarında veriliyor. Pazarlarda yeni palazlanan bu yan sektör ürünlerini alarak tüketmek(bunu doğal ürün aldığını sanarak yapmak!) intihar etmekle özdeş zannımca.

Ya kendiniz üreteceksiniz yada kıyıda köşede kalmış, ilaç kullanılmayan yoksul köylere giderek oralardan alacaksınız. Ya da markalı ürünlere devam edeceksiniz. Onlar daha az zararlı zira...

_zamazingo_
16-01-2006, 00:14
sigara ile ilgili güzel bir animasyon

yunusR
17-01-2006, 01:11
Lütfen aklınızın bir kenarına not edin :

"Japon yapıştırıcının çözücüsü asetondur "

Belki pek çoğunuz zaten biliyor ,yine de yazmış olayım.

Olaki bir gün küçük kızınız japon yapıştırıcıyla oynarken yırtılan tüpün azizliğine uğrayıp tüm eli yapıştırıcı bulamacında ,parmakları birbirine yapışmış ,canhıraş feryat içinde yardım isterken bulabilirsiniz ...

Siz olup biteni anlamaya çalışırken , yardım feryad-ı figanı ve gördüğünüz manzara düşünme yeteneğinizde kısmi dumura sebebiyet vereceğinden emin olabilirsiniz.

Hemen acil servisi düşünmeyiniz emin olun ki orada bulunan meslektaşlarımın pek çoğu sizin şu an bildiğiniz bilgiye vakıf olmayacak.

Bu vesileyle bu bilgiye sahip olmamı sağlayan mahir zanaatkar, saatçi dostumun kulaklarını çınlatıyorum.

Sağlıcakla

Palet
17-01-2006, 20:56
Lütfen aklınızın bir kenarına not edin :

"Japon yapıştırıcının çözücüsü asetondur "



Ben ilk kez duydum,kendi adima tesekkür ederim.
Isim geregi zaman zaman kullandigim bir malzemedir,bu bilgi isime çok yarayacak.
:tamam:

EnergY
04-02-2006, 01:52
Spirulina tabletler hakkında bilginiz var mı?
Bu yosun tabletlerini nereden ve nasıl temin edebiliriz acaba?






....................
Buradan daha uygun bir konu başlığı bulamadım.. Konuyla ilgili herhangi bir topic biliyorsanız bilgilendirirseniz sevinirim...

selçuk efendi
11-03-2006, 13:09
(mailime geldi, paylaşayım dedim...)

HAYATINIZI KURTARACAK ONALTI İPUCU
Londra'daki King College Hastanesi Yaşlanma Bilimi Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırma, vücudumuzun bize hayatımızı kurtaracak tam 16 ipucu verdiğini ortaya koydu.

Sağlıklı yaşam konusunda birçok araştırmaya imzasını atan; Londra'daki King College Hastanesi Gerontoloji (yaşlanma bilimi) Enstitüsü'nde araştırmalarını yürüten Prof. Dr. Robert Wale, "Sadece parmaklarınızın uzunluğu bile sizin sağlığınız hakkında kayda değer bilgi sahibi olmamızı sağlıyor aslında.

Siz de vücudunuzla ilgili önemli detaylara; dikkat ederek sağlığınızı
koruyabilirsiniz" diyor ve ekliyor:

"Vücudunuz; siz fark etmeden sağlığınızla ilgili en önemli
ipuçlarını veriyor.

"Prof. Wale'ye göre, tırnaktan gözlere, doğum kilosundan avuç içine kadar vücuttaki her şey birer gösterge. O halde bir test yaparak ne kadar sağlıklı olduğumuzu anlamak mümkün.

Wale'nin "İşte hayatınızı kurtaracak 16 ipucu" dediği test şöyle:



1.Tırnaklar :

Tırnaklarınıza dikkatle bakın. Eğer hafif mavilik yada; morluk görürseniz bu bir kalp hastalığıyla karşı karşıya olduğunuz anlamına gelebilir. Tırnaklarınızın aşırı kalın olması ya da üstlerinde tümsekler olması da nefes alma hatta akciğer sorunlarıyla karşı karşıya olduğunuzu gösterebilir.


2. Nefeslerinizi sayın :

Eğer dakikada 15 kez ve daha altında nefes alıp veriyorsanız sağlıklı ciğerlere sahipsiniz demek...
Eğer 25 kez nefes alıp veriyorsanız o zaman sağlığınıza dikkat etmelisiniz.

3. Gözler :

Aynada gözlerinizden birine bakın.
İris'in etrafında beyaz bir daire varsa kolesterol seviyeniz yüksek anlamına geliyor.

Bu aynı şekilde yaklaşan kalp sorunlarının da en büyük habercisi.

4. Avuç içinize bakın :

Avuç içlerinize dikkatle bakın.
Eğer kırmızı ve lekelilerse karaciğerinizde sorun var demek.

5. Hafıza kontrolü :

Bir tepsinin üstüne rasgele 10 eşya koyun.
Tepsiye sadece 10 saniye bakın. Kaç tanesini hatırlayabildiniz?
İyi bir hafızanızın olması Alzheimer'le karşılaşma riskinizin daha az olacağı anlamına geliyor.

6. Kas kontrolü :

Sırt üstü yatın. Bacaklarınız dümdüz olsun.
Bir bacağınızı havaya kaldırın. Bir kişinin ayağınıza bastırmasını isteyin. Eğer bacağınız yere düşüyorsa,kaslarınız da bir zayıflık olduğu anlamına geliyor.

7. Görünüş :

Gözünüzün hemen altında elmacık kemiğiniz üzerine bir cetvel yerleştirin.
Sonra cetvelin üstüne bir kredi kartı yerleştirin kartı en rahat okuduğunuz
uzaklığı ölçün.

Ne kadar yakına gelirse gelsin kartı rahat okuyabiliyorsanız göz sağlığınızın iyi olduğu anlamına geliyor.

8. Tiroit misiniz? :

Kollarınızı yere paralel olarak tam karşınızda bir şeye uzanıyormuş
gibi uzatın. Ellerinize dikkat edin. Eğer elleriniz bu pozisyonda
titriyorsa o zaman tiroit olma riskiniz çok.

9. Düz yürümek :

Yere bir metre uzunluğunda bir çizgi çizin. Üzerinde rahat rahat yürüyebiliyorsanız, vücudunuzun koordinasyonu iyi işliyor demektir.

10. Doğum kilonuz :

Annenize kaç kilo doğduğunuzu sorun. 3 kilonun altında doğmuşsanız
kalp sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

11. Beliniz kalın mı? :

Vücut şekliniz elmaya benziyorsa, yani yağlarınız belinizin çevresinde toplanıyorsa, kalp sorunu yaşama riskiniz daha fazla.

12. Tuvalet sıklığı :

Her 3 saatte bir tuvalete birden çok gitme ihtiyacı mı hissediyorsunuz? Diyabetin en erken alarmlarından biri sık sık tuvalete gitmektir.

13. Nabız kontrolü :

Nabzınız ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun yaşayacaksınız demektir. Yani nabzınız 70'in altındaysa sağlıklısınız anlamına geliyor.

14.Dişlerinizi fırçalayın :

Eğer dişleriniz kanıyorsa, kalbiniz tehlikede demektir.

15. Parmak uzunluğu :

İşaret ve yüzük parmakları aynı uzunlukta olan kişilerin kalp krizi geçirme riski daha fazla.

16. Ayak bilekleri :

Baş parmağınızla ayak bileğinizin arka kısmına bastırın. Eğer bastırdığınız noktada çok fazla çukurluk oluşuyorsa, o zaman kalp, akciğer, böbrek sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

kasved
14-03-2006, 10:47
Cumhuriyet 14.03.2006
ŞİİR OKUYUN, MÜZİK DİNLEYİN

Sağlığınız için 11 altın kural
Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR


1 - Tansiyon, damar hastalıkları için stroke (inme) için, önde gelen risk faktörü. Dikkatle izlenmesi ve kontrol edilmesi lazım. Bana dokunmuyor diye bir şey olamaz. Ülkemizde bu gerekçe ile ihmal çok yaygın.

2 - Alternatif adı verilen tedaviler için çok dikkatli olmak lazım. İspatlanmamış tedavi denemeleri zararlı olabilir. Güvenilir hekimlere danışmalısınız. Hiç olmazsa zararlı olmadığından emin olmalısınız.

3 - Akraba evlilikleri genetik hastalık olasılığını arttırıyor. Özellikle aile içinde hastalık varsa bundan mutlaka sakınmalı.

4 - İlaçların çeşitli yan etkileri var. Dikkatli olmak lazım. Bazı ilaçlar kaslara dokunuyor. Örneğin kolesterol düşürücüler miyopati (kas zayıflığı) yapabiliyor. Kontrol altında kullanılmalı.

5 - Çok sayıda uydurma tedavi sunuluyor hastalara. Magnetik yatak ölü hücreleri canlandırır gibi, genetik (kalıtımsal) hastalıkları da akupunktur gibi. Bu alet kanserin yüzde 80'ini vuruyor gibi. Vücuttaki kök hücreleri harekete geçiriyor gibi. Bunlara lütfen inanmayın. En doğrusu bilime, gerçek ve kendini piyasa ekonomisine teslim etmemiş bilim insanına inanmaktır. Bir yarar varsa onlar size bunu söyleyecektir.

6 - Kilo almamaya çalışın. Egzersiz yapın, hareketsiz kalmayın. Araştırmacı kalp uzmanları ısrarla göbek diyorlar, bu sözcüğü yeğliyorlar. Göbek yapmayın. Erkekte 96, kadında 88 cm'yi geçmesin.

7 - Gücünüz yetiyorsa sigara içmeyin. Bırakamıyorsanız kendinizi ya da sigara yasakçılarını suçlamayın. Denemeyi sürdürün.

8 - Bizim mutfağımız ne güzeldir. Sebzeleri, salataları, meyveleri, et yerine balığı tercih edin. Çok abur cubur yemeyin.

9 - Alkol alıyorsanız ölçülü olsun. Aynı miktar alkol aralıklı olursa daha az zarar veriyor. Tiryaki olmayın.

1 0 - Bir günde hekime başvuranların yüzde 60'ının psikolojik nedenlerle rahatsız olduğu saptanıyor. Baş ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı, uyuşma, yorgunluk, gerginlik, güçsüzlük, uykusuzluk, panik daha pek çok şikâyet organik değil psikolojik kaynaklı olabilir ve iyileşme buna yönelik yöntemlerle gerçekleşir.

1 1 - Nedenleri ortadan kaldırmak elbette ön planda düşünülmeli. Ama ilaçların yanı sıra gerginlik gidermek için şiiri, müziği deneyin. Mozart dinlemenin nasıl iyi geldiğini bir başka yazıda anlatacağım.

kasved
14-03-2006, 10:48
Cumhuriyet 14.03.2006
A'dan Z'ye hastalıklar internette
Dünyaca ünlü Mayo Clinic hastalıklar rehberi, internet ortamında hastaların ve hasta yakınlarının hizmetine sunuldu. Pfizer'in ''Herşeyin Başı Sağlık'' inisiyatifi çerçevesinde hayata geçirdiği,

''www.herseyinbasisaglik.com''

ve
''www.pfizer.com.tr''

web sitelerinden ulaşılabilecek olan ''A'dan Z'ye Hastalıklar'' rehberi İstanbul'da düzenlenen toplantı ile tanıtıldı. Mayo Clinic Tıp Okulu, Mayo Clinic İç Hastalıkları Departmanı ve Multidisipliner Trombofili Merkezi Danışmanı, Mayo Clinic doktorlarından Medikal Editör Prof. Dr. Scott C. Litin , sitenin lansmanı için Türkiye'ye geldi.

baron11
15-03-2006, 01:04
Tanrı gür ve yeşil ormanı yarattı.Hücreler oksijen dolsun,yenilensin,hayattan tat alınsın diye.Ve Şeytan,tütünü yarattı.Ciğerler dumanla dolsun,oksijenden faydalanmasınlar,tıkansınlar diye.Tanrı yeryüzünü lahana,karnabahar,ıspanak gibi her çeşit yeşil ve sarı sebzeyle donattı.Adam ve Kadın uzun,sağlıklı yaşasınlar diye.Şeytan ise McDonald's'ı yarattı.McDonald's big burger'ı icad etti.Şeytan,Adama'a ''Yanına patetes kızartması ister misin?''diye sordu,Adam ''Süper boy olsun''cevabını verdi.Ve Adam kiloları yüklendi.Tanrı sağlıklı yoğurdu yarattı.Kadın onu yesin ve formunu,Adam'ın beğendiği şeklinde tutsun istedi.Şeytan yoğurdu dondurdu.Çikolata getirdi,fındık getirdi.Yoğordun üstüne konacak parlak renkli şekerler getirip serpti.Vekadın kiloları yüklendi.Tanrı dedi ki;''Taze gevrek salatamı bir deneyin''.Ve Şeytan,kremalı hazır salata soslarını icat etti.Kadın kiloları daha da yüklendi.Tanrı koşu ayakkabılarını yarattı ve Adam bu fazla kilolardan kurtulmaya karar verdi.Ama Şeytan Televizyonu,uzaktan kumandayı yarattı.Öyle ki Adam uzaktan kumandasına sarıldı,kızartılmış patatesten yedi ve kolesterole battıkça battı.Şeytan baktı ve ''İnsana iyi oldu''dedi.Benimde karnım acıktı acaba bu saatte açık bir McDonald's bulabilirmiyim.İyi akşamlar.

gzmnc
02-08-2006, 16:20
Kanser riskini azaltmanın en önemli ve kolay yollarından biri diyetimize dikkat etmektir. Amerika'da yapılan tıbbi araştırmalarda diyet ve beslenme etkenlerinin tüm kanserlerde %70 , kanserden ölümlerde ise % 35oranında etkili olduğu gösterilmiştir. Başka bir çalışmaya göre ise kanser olgularının % 80'i çevresel etkenlere bağlanmakta ; bu etkenler arsında da beslenme önemli bir yer tutmaktadır ( kadınlarda görülen tümörlerin % 50'si, erkeklerde görülenlerin % 30'u beslenmeye bağlıdır.)

Öneriler:
Dengeli beslenin, besin çeşitliliğine dikkat edin.

Yağlar:Aldığınız yağlarda günlük toplam kalorinin %30 'unu geçmeyin
Eğer mümkünse aldığınız doymuş yağlar günlük toplam kalorinin %20'sini geçmemeli.Doymuş yağın fazla olması göğüs, rahim ağzı, yumurtalık, barsak ve rektum kanserlerine yol açabilmektedir. Doymamış yağ asidi içeren kolesterolsüz yağları seçin. Çok düşük kolesterol seviyelerinin de kalın barsak kanserlerine yol açabileceğini düşünerek hiçbir zaman aşırıya kaçmayın. Fazla yağlı kırmızı etler yerine tavuk ve balık etini tercih edin. Kızartma yerine haşlama ve buhar ile pişirme yöntemlerini tercih edin. Böylece aldığınız yağ miktarını azaltır ve yanmış yağın kanserojen etkilerinden korunursunuz.

Proteinler:Sağlıklı bir yetişkin vücut ağırlığının her kilogramı için günlük ortalama 1 gr protein almalıdır. Günlük beslenme miktarımızın % 15'ini proteinli besinler oluşturmalıdır. Aşırı protein alımı meme,rahim, barsak, pankreas ve böbrek tümörlerinin gelişimini kolaylaştırır. Bu nedenle sürekli kırmızı et yiyen kişilerin kanser olma riski ayda bir kez kırmızı et yiyenlere göre 2,5 kat fazladır.
Ancak protein yetersizliği de T -lenfositlerinin faaliyetlerini yavaşlatarak bağışıklık sistemini bozduğu için kanserlerin daha çabuk ilerlemesine sebep olur. Öyleyse aşırıya kaçmadan yeterli protein alımına dikkat etmemiz gerekmektedir.
Protein gereksinimini karşılamak için kırmızı et yerine balık, tavuk, hindi tercih edilmelidir.Tavuk ve hindinin fazla yağ içeren derisi yenmemelidir.
Karbonhidratlar:Günlük beslenme miktarının ortalama % 60 ını karbonhidratlar ve doğada bulunan şekerler oluşturmalıdır. Rafine ve işlem görmüş şeker tüketimi % 10 a kadar azaltılmalıdır.

Tuz:Aşırı tuzdan sakınılmalıdır.Tuzun mide kanserine sebep olabileceği bilinmektedir.Tuzlayıp saklama (turşu, salamura vs.) yerine dondurarak saklama yöntemini tercih etmeliyiz. Yapılan araştırmalar dondurarak saklama yönteminin tercih edildiği ülkelerde mide kanseri görülme sıklığının % 64 azaldığını göstermiştir.
Alkol:Eğer alkol kullanıyorsanız haftada 4 kez 1-2 kadehi aşmamaya özen gösterin.Alkol de kanserojendir. Her ne kadar beslenmeyle direk ilişkisi yoksa da burada sigaranın da en önemli kanserojenlerden biri olduğunu bir kez daha belirmekte yarar görüyoruz.
Nitrit ve Nitratlar:Nitrat nitrite ve daha sonra da kanserojen bir madde olan nitrozamin e dönüşür.İçilebilir suyun içerdiği Nitrat (NO3) ın sınır değeri 45 mg/lt dir.Ayrıca et ve türevi şarküteri ürünlerinde (salam, sosis vs.)de koruyucu olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu uygulama artık yavaş yavaş terkedilmekle birlikte bu tür ürünleri satın alırken dikkatli olunması gerekir. ayrıca bazı biralarda bulunan nitrozamin sindirim sistemi kanserlerine sebep olabilmektedir.

Koruyucu Besinler: Bazı sebzelerin (lahana, brokoli, salatalık, maydanoz, biberiye, soya fasuyesi) içerdikleri bazı maddelerle kansere karşı koruyucu etki gösterdikleri bilinmektedir.
Antioksidanlar ( C vitamini, E vitamini, Betakaroten, selenyum, çinko, polifenol) kansere karşı koruyucudur.

Doymamış yağlar (Soya, Zeytinyağı, mısırözü, ayçiçeği, kanola yağlarının okside olmamışları ve birtür balık yağı olan omega3)
Kalsiyum barsak kanserlerinden koruyucudur.
Posalı-lifli besinler özellikle barsak kanserlerinden koruyucu etkiye sahiptirler.

Pişirme Yöntemleri:
Kızartma mümkünse pek tercih edilmemesi gereken bir yöntemdir. Mutlaka kızartma yöntemiyle pişirmeniz gerekiyorsa 150 derecenin altında ve çok az yağla yapılması önerilir.
Kavurma kızartmadan daha iyi bir yöntemdir (daha fazla yağa gereksinim duyulacağı için fazla yağların süzülmesi şartıyla).
Fırında pişirme en iyi yöntemlerden biridir.
Izgara da pişirme yüksek ısıya maruz kalındığı için yüzeydeki besleyici maddeler değişikliğe uğrar. Bu nedenle ızgara eğer yapılacaksa ısı 150 derecenin altında olmalıdır.
Mangalın kömürlerinden gelen duman ve alevler kanser yapıcı maddelerin oluşumuna yol açar.


Mikrodalga pişirme en iyi pişirme yöntemidir.Ancak yansıtıcı levha kullanımına dikkat edilmelidir.

gzmnc
18-08-2006, 20:18
Doğada bulunan bütün besinler içeriğine göre farklı sınıflanıyor.

Süt grubu

Bu gruptaki besinler (Süt, yoğurt, ayran) protein, kalsiyum ve B2 vitamini açısından zengindir. Diğer besin grupları ile karşılaştırıldığında karbonhidrat, yağ ve proteini en dengeli içeren besin grubudur.

Et grubu

Peynir, yumurta, tavuk, balık, dana eti vb. İyi kaliteli (vücutta doku yapımı için kullanılan) protein ve hayvansal yağ kaynağı olmakla birlikte, yapısında karbonhidrat bulundurmaz. Demir, çinko ve B grubu vitaminleri bakımından zengindir.

Ekmek grubu

Tahıllar, kurubaklagiller, kestane, patates vb.
Temel enerji kaynağıdır. Nişasta ve bitkisel protein içeren gruptur. Yapılarında yağ bulundurmazlar. Bazı türlerinde (Kurubaklagiller, bulgur vb. tahıllar) posa, B vitaminleri ve mineral oranları diğerlerinden yüksektir.

Sebze grubu

Domates, marul, taze fasulye, havuç vb. Temel besin öğesi karbonhidrat olmakla birlikte bitkisel protein çok azdır. Yağ içermezler. Posa, mineraller ve A, C vitaminleri açısından zengindir.

Meyve grubu

Muz, karpuz, üzüm, elma vb. Karbonhidrat, posa ve C vitamini kaynağıdır.

Yağ grubu

Zeytinyağı ve diğer bitkisel sıvı yağlar, zeytin, fıstık vb. Bitkisel yağ kaynağıdır. Yüksek enerji sağlarlar.

Besin gruplarının içerdikleri besinler ve porsiyon miktarlarını diyet uzmanınızın sizin için hazırladığı diyet kitapçığında ayrıntılı olarak bulabilirsiniz.

gzmnc
18-08-2006, 20:21
Domates hayat kurtarıyor

Daha önce kansere karşı etkili olduğu belirlenen domatesin bir faydalarına bir yenisi eklendi.

Bilimadamları domatesin kanı daha akışkan hale getirerek damar tıkanıklığı ve daralmasını engellediğini açıkladı. Domates suyu da benzer bir etki yaratıyor.

Kalp krizinin en önemli nedenlerinden biri sayılan damarlardaki daralma ve tıkanıklığa karşı doğal bir tedavi yöntemi keşfedildi: Domates....

Vücutta bir yara açıldığı zaman kanın pıhtılaşmasını sağlayarak kan kaybını engelleyen kan pıhtısı hücreleri çok yoğun olduğu zaman damar tıkanıklığı ve daralmasına neden olabiliyor.

Bazı kişilerde de pıhtılaşmayı sağlayan ‘Platelet’ maddesi çok yoğun olarak bulunuyor, bu da damardaki kan akışını giderek zayıflatıyor ve zamanla damar tıkanıklığına neden oluyor. Yapılan araştırmalar domateste bulunan bir maddenin pıhtı hücrelerinin neden olduğu kan yoğunluğunu azalttığını ve kanı daha akışkan hale getirdiğini gösterdi.

Suyu da yararlı

Sonuçları İngiliz Platelet dergisinde yayınlanan araştırmaya göre; domatesin çekirdeğinin çevresindeki sarı sıvı işte bu etkiyi yaratıyor. Yani domates yemek ve domates suyu içmek faydalı. Üstelik domatesin kanı akışkan hale getiren ilaçlar gibi yan etkileri de yok.

Bol bol domates yiyin

Uzmanlar sigara içenlere, doğum kontrol hapı kullanan kadınlara, uzun yolculuklar yapanlara, bütün gün oturarak çalışanlara kanı akışkan hale getirmek için bol bol domates yemesini tavsiye ediyor.

kantar
21-08-2006, 13:26
MUTLULUK VEREN BESİNLER

İçinde Endorphin bulunan besinlerin insanı mutlu ettiğinii belirten bilim adamları, bu maddeyi en çok barındıran besinleri açıkladılar.

Çilek: C vitamini deposu olan çilek, önde gelen afrodizyaklar arasında yer alır. Çilek bütün salgı bezlerini çalıştırarak vücuda gençlik ve kuvvet kazandırır. Yüksek tansiyonu düşürür, damarları temizler. Kansere karşı korur, böbrekte kum ve taş oluşmasını önler.

Muz: Kokusuyla bile mutluluk taşıyan tam bir Endorphin deposudur. Kendinizi, güçsüz ve sinirli mi hissediyorsunuz, hemen bir muz yiyin. Kalsiyum ve magnezyum içeren bu meyve strese karşı bire bir. Sinir hastalığı olanlar için her gün yemek arası saatlerde tüketilmesi gereken bir besindir.

Üzüm: Kırmızı ve beyaz üzüm yiyen herkes gülücükler saçar. Üzümde yüzde 20 oranında diekt olarak kana karışan şeker vardır. Bedenen ve zihnen çalışanlar için iyi bir gıdadır. Üzümdeki bol demir kan yapar. Yüz ve boyuna taze üzüm suyu sürülüp 10 dk. sonra yıkanırsa cilde dirilik verir.

Portakal: C ve B vitamini açısından zengin olan portakal, insana dinamizm veriyor. Portakal içindeki C vitamini ince ve kalın damarların yumuşak kalmasını sağlar. Vücuttaki direnci artırır. Grip ve nezle olunduğunda portakal suyu, şeker, şarap karıştırılır üzerine sıcak su katılır ve içilir. Kanın durulmasına ve temizlenmesine yardımcı olur. Hazmı kolaylaştırır. Portakal reçeli ise karaciğeri çalıştırır.

Çikolata: Stresin bir numaralı düşmanı. Kendinizi kötü hissediyorsanız hemen bir parça çikolata yiyin. Flört etmek gibi bir şey. Bir kalem yemek yeterli, mutluluk hormonu "seratonin" anında beyinde dolaşıma çıkıyor. Çikolatanın içerdiği "penilatilmanın" insanı bulutlara çıkarıyor. Çikolatada, yeşil çay ve sebze meyvelerde bulunan "flavonoid" adlı madde bol miktarda vardır. Bu madde kanı sulandırıyor, kalp hastalıkları riskini azaltıyor. Çikolata kötü kolesterolün (LDL) okside olarak damar çeperine yapışmasını engelliyor. Tıpkı aspirin gibi kanda pıhtılaşmanın önüne geçiyor. Düzenli tüketenler arasında ölüm olayı yemeyenlere kıyasla yüzde 30 daha geç gerçekleşiyor.

Dondurma: Çok yenirse şişmanlatıyor, az yenirse mutluluğa mutluluk katıyor. Dondurma yaşlanmayı önlüyor. 100 gr dondurma ortalama: 135mg kalsiyum 115mg fosfor* 100mg sodyum *160mg potasyum, 25 gr karbonhidrat bulunuyor. Amerika'da kişi başına 25 kg., Türkiye'de kişi başına 6 külah tüketiliyor. Sütten daha zengin bir besin maddesidir. A,C,D,E vitamini içerir. Çocukların sağlıklı büyümesi ve kemik erimesi sorunu olan kişiler için büyük önem taşıyor. Beslenme uzmanları dört mevsim tüketilmesini önermektedir.

Makarna: Çok ağır soslarda yenilmediği sürece enerji veren ve mutlu eden besinler arasında yer alıyor. Hazmı kolaydır. Özellikle sadece salata ile birlikte yenirse şişimanlatmaz

Ekmek: Buğday ekmeği de sıkıntıları unutturuyor.

Fıstık: Yağ oranı yüksek ama yine de insanı mutlu ediyor. Roma İmparatorluğu'nda "Tanrı yiyeceği" olarak adlandırılan fıstığın kolesterolü düşürdüğü ve kalp krizi krizi riskini azalttığı bildirildi. Çocuklar ve sporcular daha fazla yiyebilir. Demir, bakır, selenyum, magnezyum, çinko, potasyum, fosfor gibi minerallerin doğal kaynağı olan bu çerez kalbimizin yanı sıra, beyin sinir sistemi, kas ve kemiklerimizin dostudur. Tuzsuz olanından hergün 10-15 adet yenilebilir.

Susam: Dar gelirlilerin baş tacı olan simit mutluluğa giden yolda önemli bir yere sahiptir. Yağ ve protein içerir. Susamdan elde edilen tahin, bal ile karıştırılıp yenirse boğaz ağrısı ve bronşite iyi gelir.

kantar
21-08-2006, 13:29
ÇİKOLATANIN SİHİRLİ DÜNYASI



Tadına doyum olmaz, bu nedenle de yemekten asla vazgeçmeyiz. Ama hep bir sıkıntı duyarız: Çünkü bize "Çikolata sağlığa zararlıdır" diye öğretmişlerdir. Oysa bilim adamlarının yaptığı son araştırmalar, tam tersi sonuçları ortaya koyuyor. Çikolata neredeyse her derde deva. İnanması zor ama, dişleri de çürütmüyor, tam tersi çürümesini bile önleyebiliyor. Sorun yalnızca hangi tür çikolata yiyeceğimizi bilmiyoruz.

Beyin mutlu oluyor
Middlesex Üniversitesi uzmanlarından Dr. Neil Martin'in yaptığı araştırma sonuçlarına göre, çikolatanın kokusu bile insanı baştan çıkartıyor. Çikolata, beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. Çikolata, beynin "Endorfin" salgılamasına neden oluyor. Bu salgı, mutluluk duygusu duymamızı sağlıyor.

Fazlası uyuşturuyor
Eğer bir oturuşta bir kilo çikolatayı bitiririm diyenlerdenseniz, uyuşturucu madde almaya hazır olun. Çünkü bu miktarda çikolatanın içindeki maddeler, insanda marijuana içmiş gibi bir etki yapıyor.

Kalsiyum ve demir
Çikolata aynı zamanda çok besleyici. İçinde büyük oranlarda magnezyum, demir ve kalsiyum var. Küçük bir parça çikolata, almamız gereken bu maddelerin en az 5'te birini içeriyor.

Antioksidan maddeler
Son araştırmalar, çikolatanın farklı bir özelliğini daha ortaya çıkarttı. Kaliforniya Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre 50 gramlık bir çikolata ya da iki kaşık şekerle karıştırılmış bir bardak kakao, bir kadeh kırmızı şarap içinde bulunan antioksidanlara eşdeğerde kimyasal madde içeriyor. Bir başka deyişle çikolata kalp krizi ya da beyin kanamasını önlüyor.

İnsan ömrünü uzatıyor
Harvard Üniversitesi'nde 8 bin erkek üzerinde yapılan araştırma, çikolatanın ömrü uzattığını da ortaya koydu. Çikolata yiyenlerin ömürlerinin en az bir yıl uzadığını belirten uzmanlar, bunu içindeki antioksidan maddelere bağlıyor.

Kalbe faydalı yağ
Çikolatanın içindeki yağ, üç kaynaktan geliyor. Kakao yağı, bitki yağları ve süt içindeki yağlar. Kakaonun içindeki "stearic asit" içeren yağ bir çeşit doymamış yağ. Doymamış yağların da sağlığa ve özellikle kalbe zararlı olduğu bilinir. Ancak kakao içindeki stearic asit, vücuda girince "oleic asite" dönüşüyor. Aynı zeytinyağı içindeki oleic asit gibi. Bu yağ türü de kalbe çok faydalı.

Migrenliler dikkat
Migren hastalarına çikolata pek yararlı değil. Çünkü migren hastaları "phenolsuphotransferase" adlı bir enzim yetersizliği nedeniyle ağrılar içinde kıvranırlar. Çikolata ise, damarları açarak bu enzimin daha çok tüketilmesine yol açar. Çikolata normal insanlara çok yararlıdır ama migrenliler kesinlikle uzak durmalı.

Dişleri çürütmez
Çikolatanın dişleri çürüttüğü önyargısı vardır. Oysa araştırmalar tam tersini gösteriyor. Kakao içinde bulunan bir bileşim, diş çürümesini engelliyor. Kakao içindeki bu bileşim dişi kaplıyor ve dışarıdan gelecek bakterileri engelliyor. ABD'li bilim adamlarının yaptığı araştırmalar çikolatanın kalp hastalıklarına karşı koruma görevi gören maddeler içerdiğini ortaya koydu. ABD'de bulunan California Üniversitesi doktorları çikolatadan başka meyve ve sebzelerde de bulunan "procyanidin" maddesinin koroner kalp rahatsızlıklarına karşı koruyucu bir görevi olduğunu belirtti. Araştırma için on sağlıklı deneğe değişik zamanlarda içinde hem yüksek hem de düşük oranda "procyanidin" bulunan birkaç türde çikolatalar yedirildi. Çikolotayı yedikten iki saat sonra deneklerin metabolizmaların yapılan araştırmalar "procyanidin" maddesinin 20 kattan daha fazla olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırma, çikolatayı yiyen kişilerin kanlarında serum leukotriene maddesinde ciddi bir düşük olduğunu da gösteriyor. Böylece kanda bulunan plaketler yapışarak kan pıhtılaşmasını da önlüyor.

Uzmanlar, kalp hastalıklarından korunmak isteyenlerin, düzenli olarak belli bir miktarda çikolata tüketmelerini öneriyor.

Çikolata seyyar bir eczane gibi...
Çikolata, insanların yerken beslenme değerini düşürmedikleri nadir gıda maddelerinden biri. Çok basit anlamda "sevildiği" için yenen çikolata aynı zamanda hediye özelliği de taşıyor. Yapılan birçok incelemede çikolatanın sayısız faydalarının bulunduğunu ortaya koyuyor.

İnsanlar kendi sevdikleri kadar, sevdiklerine de ikram etmek isterler çikolatayı. Dolayısıyla psikolojik özelliklerinin yanısıra tadı ve lezzeti de çikolatayı fazlaca tüketilen bir gıda haline getiriyor. Özellikle öğünler arasında atıştırıldığından bu durum, çikolatayla fazla kilolar arasında doğrudan bir bağlantı olduğu kanaatini oluşturuyor. İngiliz Ulusal Gıda Araştırmaları ve New Grubb'un 1996'da İskoçya'da yaşayan kadınların çikolata tüketim sıklıkları ve fazla kiloları gösteren BMI değerler arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yaptıkları çalışmada bu iki değer arasında belirgin bir fark olmadığı saptanıyor. Aynı araştırma 10-15 yaş arası kız ve erkek çocuklar üzerinde de gerçekleştiriliyor ve sonucun yine aynı doğrultuda olduğu belirleniyor.

Hastalıklara karşı kalkan
Canınız durmadan çikolata yemek istiyorsa, beyniniz sizi bir konuda uyarmak istiyor demektir. Araştırmalar, tatlı yiyeceklerin depresyonu giderici özellikler taşıdıklarını göstermekte. İngiltere'de Middlesex Üniversitesi'nde nöropsikolog olan Dr. Neil Martin, "Bir çikolata, seyyar bir eczane gibidir. Adını bile bilmediğiniz bazı önemli kimyasal maddeler içerir. Çikolatayı koklamak bile insanı rahatlatır" diyor.

Dr. Martin, başka yiyeceklerin kokuları üzerinde deney yaptıklarını fakat hiçbir kokunun insanı çikolata kokusu kadar etkilemediğini de belirtiyor. California Üniversitesi'nde de araştırmacıların çikolata konusunda yaptıkları araştırmalardan ilginç sonuçlar almışlar.

Bilim adamlarına göre çikolatada bulunan ve "catechin" adıyla bilinen antioksidanlar kansere ve kalp hastalıklarına karşı korunmayı sağlıyor. Antioksidan maddeler aynı zamanda da çayda da bulunuyor. Dolayısıyla sağlığımızı korumak için bol çikolatalı pastayla bir fincan çaya ihtiyacımız olacak.

Ulusal Halk ve Çevre Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılan ve Avrupa Birliği tarafından desteklenen araştırmalarda, bu maddenin çikolatada çayınkinden dört kat daha fazla olduğu, en fazla da siyah çikolatada bulunduğu belirtiliyor.

Üretimde ileri teknoloji
Çikolatanın gıda maddeleri içinde ve özel bir yerinin olmamasının sebeplerinden biri, elde tutulduğunda, yani vücut sıcaklığında erimeden dayanabilmesi ve ağıza alındığında hemen eriyerek, o sevilen ve ferahlatıcı tadı vermesi.

Çikolata diş çürümelerini engelleyebilir mi?
Japon araştırmacılar, çikolatanın diş çürümelerini engelleyebileceği ve dişte oyukların açılmasının önüne geçilebileceğini belirtti. New Scientist dergisinde yayınlanan araştırmada, çikolata karışımının ana maddesi olan kakao tohumunun bazı kısımlarının ağızdaki bakterilerle mücadele ettiği bildirildi. Diş plağındaki bakterilerin şekeri, diş yüzeyini eriten asitlere dönüştürmesi, dişlerde oyukların meydana gelmesine neden oluyor.

Japonya'nın Osaka Üniversitesi'nden Takashi Ooshima ve araştırma ekibi, (çikolata üretiminde genellikle
kullanılmayan) kakao tohumu kabuğunun (CBH) güçlü bir anti-bakteriyel kaynak olduğunu ortaya çıkardı. Ooshima, dergiye yaptığı açıklamada, "Gargara ve diş macunlarında CBH özünü kullanmak mümkün olabilir" dedi. Ooshima, bu tohum kabuğunun, çikolatanın dişler için faydalı hale getirilmesine yönelik kullanılabileceğini kaydetti. Japon araştırmacılar, sularına CBH ekleyen kobay farelerin dişlerinin daha sağlıklı olduğunu belirterek, elde ettikleri bulguları insan dişinde denemeyi planladıklarını bildirdi.

Londra'daki King's and St. Thomas Diş Enstitüsü'nden David Beighton, kakao tohumunda bulunan aktif maddelerin diğer bazı bitkilerde de bulunduğunu kaydetti.

Çikolata hakkında bilmediklerimiz

· Bir dilim çikolata kalsiyum ihtiyacını karşılıyor.

· Çikolata da sigara veya alkol gibi alışkanlık yapıyor, ancak bu alışkanlığın kalori dışında bir zararı yok.

· İçinde bulunan kakao, beyinde bulunan bazı kimyasal maddeleri harekete geçiriyor.

· Bazı çalışmalar çikolatanın, cildi güzelleştirdiğini göstermiştir.

· Çikolata, vücudun bağışıklık sistemini harekete geçirir. Vücudu sakinleştirici özelliğinden dolayı hormonların ve enzimlerin düzgün çalışması, bağışıklık sistemine de yararlı olmaktadır. İşe gitmeden önce çikolata koklayın. Bu sizi rahatlatacak miktarda mutluluk hormonu, seratonin ve noradrenalin salgılamanızı sağlayacaktır.

(bana mail ile geldi, sizlerle paylaşmak istedim...)

gzmnc
10-09-2006, 20:56
Tüketici Hakları Derneği Samsun Şubesi Başkanı ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. M. Emin Dinççağ, elmanın sanılandan çok daha faydalı olduğunu belirterek, bol bol tüketilmesi gerektiğini söyledi.

Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Dinççağ, elmanın faydalı bir meyve olduğunu ifade ederek, her öğün tüketilmesi gereken meyve olduğunu belirtti. İçerisinde birçok mineral ve vitamin bulunduran elmanın şifa kaynağı olduğunu kaydeden Dr. Dinççağ şunları söyledi:

"Elmada sadece 50 kalori vardır ve içinde bulunan petkinden dolayı doyurucudur. Zayıflamak için mükemmel bir meyvedir. Düşük kalorili olduğu için şişmanlığı önler. Kan şekeri düzeyini ve yüksek tansiyonu olumlu etkiler. Öğle yemeğinden önce yenen bir elma, bağırsakta bakterilerin çoğalıp azalmasını ayarlamada rol oynar ve bu sayede kabızlığı önler. Elmadaki C vitamini vücudun savunma sistemini kuvvetlendirir. Bunun sonucu olarak soğuk algınlığı virüsleri vücuda giremez. Bağırsak kanserine yakalanma riskini azaltır. Yemeklerden sonra yenen elma, çoğu zaman diş fırçalamaktan daha iyi etki yapar. Çünkü elma çiğnenirken dişlerin arası çok iyi bir şekilde temizlenir. Elmadaki petkin maddesi, zararlı kolesterolü (LDL) düşürür, atardamarları koruyan faydalı kolesterolü (HDL) yükseltir.

Elmadaki etkili maddelere yeni keşfedilen "phenylalanin" de eklendi. Bu madde, vücutta bulunan ve kalbin çalışmasında destek olan Q enzimini faaliyete geçirir. Demir, C vitamini ile birleştiğinde organizma tarafından mümkün olduğunca iyi şekilde alınır. Elmada her ikisi de vardır."

çilek
11-09-2006, 00:04
Elma . Çiğ yemenin yanında elma püresi yapın. Üzerine az fındık parçaları koyun. Bir deneyin. Çocuklarınız için birkaç çikolata parçası ilave edin. Fazla yağlı kek,pizza, ekmek v.s lerde, yağ yerine korkmadan kullanın. Böylece elma dan maksimum fayda elde edin.

tdogan
02-11-2006, 00:23
Patates, yogurt, hurmanin da aralarinda bulundugu cesitli gidalarda alkol cikti

Tuketiciler Birligi Genel Baskani Bulent Cengiz tarafindan bir sure once ortaya atilan “gazozlarin alkol icerdigi” yonundeki iddia uzerine sektorun onde gelen kuruluslarindan Erbak Uludag A.S, TUBITAK'in Bursa Test ve Analiz Laboratuvarinda (BUTAL), gazli iceceklerin yani sira patates, yogurt, hurmanin da aralarinda bulundugu cesitli gida urunlerinin analizini yaptirdi.

Erbak Uludagdan yapilan yazili aciklamada, bazi yayin organlarinin ”Gazozlarda alkol var” basligi altinda tum gazozlarda oldugu gibi Uludag Gazozda da binde 1,56 oraninda alkol (etil alkol-ethanol) bulunduguna iliskin haberler nedeniyle kamuoyunun bilgilendirilmesi zorunlulugunun hissedildigi bildirildi.

BUTAL'da 17 Ekim tarihinde yaptirilan Uludag Gazoz analizinde, etil alkol miktarinin haberde belirtildigi gibi binde 1,56 degil, on binde 2'nin altinda oldugunun ispatlandigi savunulan aciklamada, dogada bulunan bircok meyve ve sebzenin dogal yapisinda degisIk oranlarda etil alkol bulundugu, etil alkol miktarinin meyve ve sebzenin olgunluk derecesi ile icerdigi seker miktarlarina gore degistigi vurgulandi.

Aciklamada, meyve ve sebzeler olgunlastikca fermente olduklari, bunun sonucunda belirli miktarlarda etil alkolun yan urun olarak meydana ciktigina dikkat cekildi.

“Ethanol sadece iddia edildigi gibi gazozda degil ayni zamanda tum gazli icecek ve meyve sularinda, bircok meyve, sebze ve temel gida maddelerinde de dogal olarak vardir” gorusune yer verilen aciklamada, BUTAL'da 16-18 Ekim tarihlerinde yapilan analiz raporlarina gore gunluk hayatta tuketilen bazi yiyecek ve icecek maddelerinin icerdigi etil alkol miktarlari su sekilde yer aldi:

URUNUN ADI ETIL ALKOL MIKTARI (GRAM/LITRE)

Patates 4,47 gr/lt
Yogurt 2,48 gr/lt
Boza 2,26 gr/lt
Portakal 2,13 gr/lt
Hurma 1,90 gr/lt
Sirke 1,69 gr/lt
Gul suyu 1,53 gr/lt
Ekmek Mayasi 1,24 gr/lt
Greyfurt 0,95 gr/lt
Meyve suyu 0,48 gr/lt
Kola 0,2 gramdan az/lt
Gazoz 0,2 gramdan az/lt
Portakalli Gazoz 0,2 gramdan az/lt

Aciklamada, bu tablonun gunluk hayatin vazgecilmez bir parcasi olan meyve, sebze ve iceceklerde, gazozlarda cikan alkol miktarinin en az 2 kati ile 22 katindan daha fazla alkol oldugunun gostergesi olduguna dikkat cekildi. Gazli icecekler ve meyve sularinda olculen ve “eser” olarak nitelendirilen miktardaki alkolun, bu urunlerin icerigindeki meyve aromalari ve konsantrelerden geldigi kaydedilen aciklamada, Tarim ve Koyisleri Bakanliginin “Alkolsuz Icecekler Tebligi”nde, alkol miktarina litrede 5 grama kadar izin vermesinin nedeninin de, iceceklerde kullanilan dogal aromalardan ve meyvelerden dolayi olusacak etil alkol miktari oldugu ifade edildi. Aciklamada, su goruslere yer verildi:

“Etiket uzerlerine 'alkol icerir' ibaresi yazilmasi isteniyor ise sadece gazoz kategorisinde degil tum gazli mesrubatlar, meyve sulari ile tum temel gida maddeleri, meyve ve sebzeler gibi yuzlerce urunde boyle bir uygulamanin nasil sonuclar getirecegi de unutulmamalidir.

Yedigimiz taze meyve, sebze, ictigimiz meyve sulari ve tum gazli icecekler dahil olmak uzere iceriklerinde etil alkol bulundugu bilimsel gercegine ragmen, nicin sadece (gazozlarda alkol var) konusunun gundeme getirildigi dusundurucu olup, tum kamuoyuna saygi ile duyurulur.”

Detay
02-11-2006, 00:25
saglıga dıkkat aman ne varsa saglıkta var.. hersey gelıp gecer ama saglık gibisi yok bunu zaman zaman kafama dankk dıye vurunca anlıyorum ama olsun ..

tdogan
02-11-2006, 00:46
[QUOTE=kantar;1131432]ÇİKOLATANIN SİHİRLİ DÜNYASI



Tadına doyum olmaz, bu nedenle de yemekten asla vazgeçmeyiz. Ama hep bir sıkıntı duyarız: Çünkü bize "Çikolata sağlığa zararlıdır" diye öğretmişlerdir. Oysa bilim adamlarının yaptığı son araştırmalar, tam tersi sonuçları ortaya koyuyor. Çikolata neredeyse her derde deva. İnanması zor ama, dişleri de çürütmüyor, tam tersi çürümesini bile önleyebiliyor. Sorun yalnızca hangi tür çikolata yiyeceğimizi bilmiyoruz.

Beyin mutlu oluyor
Middlesex Üniversitesi uzmanlarından Dr. Neil Martin'in yaptığı araştırma sonuçlarına göre, çikolatanın kokusu bile insanı baştan çıkartıyor. Çikolata, beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. Çikolata, beynin "Endorfin" salgılamasına neden oluyor. Bu salgı, mutluluk duygusu duymamızı sağlıyor.

Paylaştığınız için çok teşekkürler sayın Kantar...

Çikolata pekçok kişi gibi benim de en çok sevdiğim bir mutluluk sihri... yemekten önce yeseniz de olur, sonrasında da... basit bir kekin üzerine dökersiniz mesela eritilmişini, pasta olur çıkar... mucize gibi birşeydir çünkü biz severiz de ondan... sevdiğimiz şeyler ise bize mutluluk verir... madem öyle niye her yediğimizde bir suçluluk duygusu kaplıyor içimizi? Cevabı belli, kilo yaptığını düşünüyoruz da ondan... bir de bir kere ağzımızı sürünce devamı geliyor... işte işin püf noktası burada...

Kilo yapan bir tek yiyecek çikolata değildir... o zaman birkaç küçük parça çikolata yerken hiç ama hiç üzülmeyelim... keyfini çıkartalım sadece ama bu arada da kilo yapabilecek başka birşeyden biraz kısıntıya gidelim, yani dengeyi bulmaya çalışalım... ne dersiniz? Afiyet olsun...

http://img523.imageshack.us/img523/3100/ikolatapb6.jpg