PDA

View Full Version : Tıkanıp Kaldığında Hayat



Haluk Yasar
03-03-2004, 14:52
Tıkanıp kaldığında hayat

Bir yerlerde Tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,

Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini
anlamalı.

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip
Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!

Su adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak!

Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...

Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;
Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!

Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu
Olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!

Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç
Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan,
Neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...

Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi
unutmamalı!

Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...

Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...

Hafızası olmalı insanin; hiç değilse, ayni hataları, ayni bahanelerle
tekrarlamaması için!

Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!

Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırli olmalı yüreğinin ki, hakkini verebilsin
sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark
edebilmeli insan!


Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayati...!


Can DÜNDAR

fiora
14-03-2004, 00:08
Eger bir anne iseniz veya bir anneniz varsa burada yazdiklarimi
gayet iyi anlayacaksiniz: Evet,düsündügümde babalar da ne demek
istedigimi anlayabilirler ama ancak anneler burada yazilanlari
gerçekten hissedebilirler.

21 senelik evlilikten sonra "ask isiltisini" canli tutmanin yeni bir
yolunu buldum. Bir süre önce, baska
bir kadinla çikmaya basladim ve bu aslinda esimin fikriydi. Bir gün
esim, beni çok sasirtarak:

"Biliyorum ki onu seviyorsun" dedi . Siddetle itiraz ettim: "Ama ben
seni seviyorum!!!"
"Biliyorum ama ayni zamanda onu da seviyorsun. Ona da zaman ayirman
gerekiyor"

Karimin, ziyaret etmemi istedigi "öbür kadin" , 19 yildir dul olan
annemdi. Isimin yogunlugu ve üç çocugumun beklentileri sebebiyle
annemi görme
firsatim pek olamiyordu. O aksam annemi yemege ve ardindan sinemaya
davet ettim. Endiselendi ve hemen "Iyi misin, her sey yolunda mi"
diye sordu.
Annem de geç saatte gelen bir telefonun veya sürpriz bir davetin
mutlaka kötü bir anlami olacagindan süphelenen tipte
kadinlardandi. "Seninle beraber
ikimizin biraz zaman geçirmemizin güzel olacagini düsündüm" diye
yanitladim.

"Sadece ikimiz mi?" Biraz düsündü ve
"Çok isterim" diye cevap verdi.

O Cuma, is çikisi onu almaya giderken kendimi biraz gergin
hissediyordum. Eve vardigimda fark ettim ki o da, randevumuzdan ötürü
hafif gergin görünüyordu.
Kapisinin önünde, paltosunu çoktan giymis bir sekilde bekliyordu.
Saçlarini yaptirmisti ve üzerinde babamla
kutladiklari son evlilik yildönümlerinde giydigi elbise vardi.
Bana melekler kadar isiltili bir yüzle gülümsedi.
Arabaya bindigimizde "Arkadaslarima oglumla disari çikacagimi
söyledim ve gerçekten çok etkilendiler"dedi, "Randevumuzun nasil
geçtigini duymak için
sabirsizlaniyorlar."

Gittigimiz restoran, çok sik olmasa da sevimli, sicak ve servisin
kaliteli oldugu bir mekândi. Annemse, bir
kraliçe edasiyla koluma girdi.Yerimize oturduktan sonra ona menüyü
okumam gerekmisti, çünkü küçük yazilari göremiyordu. Ben daha menünün
ortalarindayken annemin nemli gözlerle ve nostaljik bir gülüsle bana
bakmakta oldugunu fark ettim:
"Eskiden, sen küçükken, menüleri okuyan bendim, sense merakli
bakislarla beni dinlerdin" dedi.

Ben de gülümsedim:"O zaman, simdi senin rahat rahat oturma siran ve
ben de okuyarak borcumu ödeyebilirim"
dedim.

(Borç ödenme telaşı duyulduğunda; samimiyet, içtenlik kalkar gider!)

Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi, sira disi hiçbir sey olmadi
ama eskilerden ve hayatlarimizdaki
yeniliklerden bahsederek kaybettigimiz zamanin birazini telafi etmeye
çalistik.O kadar çok konustuk ve eglendik ki film saatini kaçirdik.

Aksam annemi birakirken; "Seninle tekrar çikmak isterim ama ancak bu
sefer benim seni davet etmeme izin verirsen" dedi ve bir aksam tekrar
bulusmakta karar kildik.

Eve geldigimde esim yemegin nasil geçtigini sordu:
"Çok güzeldi" dedim
"Düsünebilecegimin çok üstündeydi"

Birkaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti.
Bu o kadar ani gerçeklesmisti ki onun için bir sey daha yapma sansim
olmamisti. Birkaç zaman sonra evime,
annemle yemek yedigimiz restorandan, ödenmis iki kisilik bir yemek
faturasi ve üzerine ilistirilmis bir
not yollandi:

Oglum, bu faturayi önceden ödedim, çünkü seninle kararlastirdigimiz
randevu gününe gelemeyecegimden neredeyse yüzde yüz emindim. Yine de
iki kisilik bir yemek ayarladim çünkü bu sefer esinle
beraber gitmenizi istiyorum. Seninle olan o günkü randevumuzun benim
için ne anlam ifade ettigini bilemezsin. Seni Seviyorum."

O esnada, "Seni Seviyorum" demenin ve hayatta deger verdigimiz
insanlara hak ettikleri zamani ayirmanin
önemini anladim. Hayatta hiçbir sey ailenizden daha önemli degildir.
Onlara haklari olan zamani ve ilgiyi
verin çünkü böyle seyleri erteleyebileceginiz "baska bir zaman" i her
istediginizde yakalayamayabilirsiniz.

Bazilari der ki, dogumdan sonra alti hafta içerisinde normale
dönebilirsiniz. Belli ki, bu bazilari, bir kere anne olduktan sonra
artik "normal" diye bir seyin tarihe karistigindan habersiz.

Bazilari der ki, anne olmak içgüdüsel olarak bilinir, sonradan
ögrenilmez, belli ki bu bazilari hiçbir zaman
3 yasinda bir çocugu alis-verise götürmeyi denememis.

Bazilari der ki, anne olmak sikici bir seydir. Belli ki bu "bazilari"
ehliyetini yeni almis onsekiz yasindaki çocugunun kullandigi arabaya
binmemis.

Bazilari der ki, eger iyi bir anne olursan çocugun da iyi bir çocuk
olur. Belli ki bu "bazilari" çocuklarin
bir kullanim kilavuzu ve garanti belgesiyle birlikte geldigini
saniyor.

Bazilari der ki, iyi anneler hiçbir zaman çocuklarina karsi seslerini
yükseltmezler. Belli ki bu "bazilari"
hiçbir zaman mutfaga aniden girdiklerinde çocuklarini; bütün mutfak
havlularini ve peçetelerini mutfak masasinin üzerine yigmis, yanina 2
yasindaki küçük
kardesini de oturtmus, elinde kibrit, acaba bunlar yaniyor mu diye
denemek üzereyken yakalamamislar.

Bazilari der ki, anne olmak için egitimli bir insan olmana gerek
yoktur.Belli ki bu "bazilari" hiçbir zaman lise birinci sinifa giden
çocuklarinin matematik
ödevlerine yardimci olmak zorunda kalmamislar.

Bazilari der ki, besinci çocugunuzu ilk çocugunuz kadar çok
sevemezsiniz.Belli ki bu "bazilari" bes çocuk sahibi degil.

Bazilari der ki, çocuk yetistirmek için gereken her seyi kitaplardan
da pekâlâ ögrenebilirsiniz. Belli ki bu "bazilari" çocugunu burnunu
ya da kulaklarini
leblebilerle doldurmus olarak bulmamis.

Bazilari der ki anne olmanin en zor tarafi artan is yükü ve evde
yerine getirmen gereken sorumluluklardir.
Belli ki bu "bazilari" hiç çocuklarini anaokula göndermek üzere ilk
defa okul servisine bindirmek, ilk defa yatili okula göndermek veya
çocuklarinin uçaga
ilk defa yalniz basina binisini seyretmek zorunda kalmamis.

Bazilari der ki, bir anne çocuklarini evlendirdikten sonra artik
onlar için endiselenmekten vazgeçebilir.Belli ki bu "bazilari" çocuk evlendirmenin fazladan
endiselenecek bir kiz ya da bir erkek çocuk daha edinmek oldugundan
bihaber.

Bazilari der ki, çocuk kendi hayatini kurduktan sonra artik annenin
görevi bitmistir. Belli ki bu "bazilari" nin hiç torunu olmamis.

Bazilari der ki, annenize onu sevdiginizi söylemenize gerek yoktur,
anneniz bunu zaten bilir. Belli ki bu "bazilari" bir "anne" degil.

HAYATINIZDAKI TÜM ANNELERE..........

(yazarını bilmiyorum,özür)

Eno
14-03-2004, 00:38
Sevgili fiora,

İnan çok duygulandım bu yazının ardından... Uzunca bir aradan sonra, gözlerimden yaşlar süzüldü...

Ama bu yazı bana çok şey öğretti... Sağolasın...

gemici
20-06-2004, 14:22
bu topiği öne çıkarmakta fayda var okumayan arkadaşlar okusun............................

zltcla
20-06-2004, 14:40
chicken soup for the woman's soul:

101 stories to open the hearts and Rekindle the spirits of woman

Canfield,Jack

bu kitabın adı ve yazarı,
sizin hikayenin yazarı ise : David Farrell

nature
20-06-2004, 18:23
bu topiği öne çıkarmakta fayda var okumayan arkadaşlar okusun............................



Sn.gemicim'e can-ı gönülden katılıyorum...

Yazının beni çok etkilemesinin nedenini,kelimenin tam anlamıyla,hayatını yalnızca bizlere adamış olan ,biricik annemi,benzer bir olay sonucu kaybettiğime bağlamıştım..Ancak, alttaki yazıları okuyunca ,tüm arkadaşların etkilendiğini anladım..

Sn.fiora;vakit buldukça bu tür güzelliklerden bizi faydalandırın..

Sevgi ve saygılarımla...

chem73
20-06-2004, 18:52
Eger bir anne iseniz veya bir anneniz varsa burada yazdiklarimi
gayet iyi anlayacaksiniz: Evet,düsündügümde babalar da ne demek
istedigimi anlayabilirler ama ancak anneler burada yazilanlari
gerçekten hissedebilirler.

21 senelik evlilikten sonra "ask isiltisini" canli tutmanin yeni bir
yolunu buldum. Bir süre önce, baska
bir kadinla çikmaya basladim ve bu aslinda esimin fikriydi. Bir gün
esim, beni çok sasirtarak:

"Biliyorum ki onu seviyorsun" dedi . Siddetle itiraz ettim: "Ama ben
seni seviyorum!!!"
"Biliyorum ama ayni zamanda onu da seviyorsun. Ona da zaman ayirman
gerekiyor"

Karimin, ziyaret etmemi istedigi "öbür kadin" , 19 yildir dul olan
annemdi. Isimin yogunlugu ve üç çocugumun beklentileri sebebiyle
annemi görme
firsatim pek olamiyordu. O aksam annemi yemege ve ardindan sinemaya
davet ettim. Endiselendi ve hemen "Iyi misin, her sey yolunda mi"
diye sordu.
Annem de geç saatte gelen bir telefonun veya sürpriz bir davetin
mutlaka kötü bir anlami olacagindan süphelenen tipte
kadinlardandi. "Seninle beraber
ikimizin biraz zaman geçirmemizin güzel olacagini düsündüm" diye
yanitladim.

"Sadece ikimiz mi?" Biraz düsündü ve
"Çok isterim" diye cevap verdi.

O Cuma, is çikisi onu almaya giderken kendimi biraz gergin
hissediyordum. Eve vardigimda fark ettim ki o da, randevumuzdan ötürü
hafif gergin görünüyordu.
Kapisinin önünde, paltosunu çoktan giymis bir sekilde bekliyordu.
Saçlarini yaptirmisti ve üzerinde babamla
kutladiklari son evlilik yildönümlerinde giydigi elbise vardi.
Bana melekler kadar isiltili bir yüzle gülümsedi.
Arabaya bindigimizde "Arkadaslarima oglumla disari çikacagimi
söyledim ve gerçekten çok etkilendiler"dedi, "Randevumuzun nasil
geçtigini duymak için
sabirsizlaniyorlar."

Gittigimiz restoran, çok sik olmasa da sevimli, sicak ve servisin
kaliteli oldugu bir mekândi. Annemse, bir
kraliçe edasiyla koluma girdi.Yerimize oturduktan sonra ona menüyü
okumam gerekmisti, çünkü küçük yazilari göremiyordu. Ben daha menünün
ortalarindayken annemin nemli gözlerle ve nostaljik bir gülüsle bana
bakmakta oldugunu fark ettim:
"Eskiden, sen küçükken, menüleri okuyan bendim, sense merakli
bakislarla beni dinlerdin" dedi.

Ben de gülümsedim:"O zaman, simdi senin rahat rahat oturma siran ve
ben de okuyarak borcumu ödeyebilirim"
dedim.

(Borç ödenme telaşı duyulduğunda; samimiyet, içtenlik kalkar gider!)

Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi, sira disi hiçbir sey olmadi
ama eskilerden ve hayatlarimizdaki
yeniliklerden bahsederek kaybettigimiz zamanin birazini telafi etmeye
çalistik.O kadar çok konustuk ve eglendik ki film saatini kaçirdik.

Aksam annemi birakirken; "Seninle tekrar çikmak isterim ama ancak bu
sefer benim seni davet etmeme izin verirsen" dedi ve bir aksam tekrar
bulusmakta karar kildik.

Eve geldigimde esim yemegin nasil geçtigini sordu:
"Çok güzeldi" dedim
"Düsünebilecegimin çok üstündeydi"

Birkaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti.
Bu o kadar ani gerçeklesmisti ki onun için bir sey daha yapma sansim
olmamisti. Birkaç zaman sonra evime,
annemle yemek yedigimiz restorandan, ödenmis iki kisilik bir yemek
faturasi ve üzerine ilistirilmis bir
not yollandi:

Oglum, bu faturayi önceden ödedim, çünkü seninle kararlastirdigimiz
randevu gününe gelemeyecegimden neredeyse yüzde yüz emindim. Yine de
iki kisilik bir yemek ayarladim çünkü bu sefer esinle
beraber gitmenizi istiyorum. Seninle olan o günkü randevumuzun benim
için ne anlam ifade ettigini bilemezsin. Seni Seviyorum."

O esnada, "Seni Seviyorum" demenin ve hayatta deger verdigimiz
insanlara hak ettikleri zamani ayirmanin
önemini anladim. Hayatta hiçbir sey ailenizden daha önemli degildir.
Onlara haklari olan zamani ve ilgiyi
verin çünkü böyle seyleri erteleyebileceginiz "baska bir zaman" i her
istediginizde yakalayamayabilirsiniz.

Bazilari der ki, dogumdan sonra alti hafta içerisinde normale
dönebilirsiniz. Belli ki, bu bazilari, bir kere anne olduktan sonra
artik "normal" diye bir seyin tarihe karistigindan habersiz.

Bazilari der ki, anne olmak içgüdüsel olarak bilinir, sonradan
ögrenilmez, belli ki bu bazilari hiçbir zaman
3 yasinda bir çocugu alis-verise götürmeyi denememis.

Bazilari der ki, anne olmak sikici bir seydir. Belli ki bu "bazilari"
ehliyetini yeni almis onsekiz yasindaki çocugunun kullandigi arabaya
binmemis.

Bazilari der ki, eger iyi bir anne olursan çocugun da iyi bir çocuk
olur. Belli ki bu "bazilari" çocuklarin
bir kullanim kilavuzu ve garanti belgesiyle birlikte geldigini
saniyor.

Bazilari der ki, iyi anneler hiçbir zaman çocuklarina karsi seslerini
yükseltmezler. Belli ki bu "bazilari"
hiçbir zaman mutfaga aniden girdiklerinde çocuklarini; bütün mutfak
havlularini ve peçetelerini mutfak masasinin üzerine yigmis, yanina 2
yasindaki küçük
kardesini de oturtmus, elinde kibrit, acaba bunlar yaniyor mu diye
denemek üzereyken yakalamamislar.

Bazilari der ki, anne olmak için egitimli bir insan olmana gerek
yoktur.Belli ki bu "bazilari" hiçbir zaman lise birinci sinifa giden
çocuklarinin matematik
ödevlerine yardimci olmak zorunda kalmamislar.

Bazilari der ki, besinci çocugunuzu ilk çocugunuz kadar çok
sevemezsiniz.Belli ki bu "bazilari" bes çocuk sahibi degil.

Bazilari der ki, çocuk yetistirmek için gereken her seyi kitaplardan
da pekâlâ ögrenebilirsiniz. Belli ki bu "bazilari" çocugunu burnunu
ya da kulaklarini
leblebilerle doldurmus olarak bulmamis.

Bazilari der ki anne olmanin en zor tarafi artan is yükü ve evde
yerine getirmen gereken sorumluluklardir.
Belli ki bu "bazilari" hiç çocuklarini anaokula göndermek üzere ilk
defa okul servisine bindirmek, ilk defa yatili okula göndermek veya
çocuklarinin uçaga
ilk defa yalniz basina binisini seyretmek zorunda kalmamis.

Bazilari der ki, bir anne çocuklarini evlendirdikten sonra artik
onlar için endiselenmekten vazgeçebilir.Belli ki bu "bazilari" çocuk evlendirmenin fazladan
endiselenecek bir kiz ya da bir erkek çocuk daha edinmek oldugundan
bihaber.

Bazilari der ki, çocuk kendi hayatini kurduktan sonra artik annenin
görevi bitmistir. Belli ki bu "bazilari" nin hiç torunu olmamis.

Bazilari der ki, annenize onu sevdiginizi söylemenize gerek yoktur,
anneniz bunu zaten bilir. Belli ki bu "bazilari" bir "anne" degil.

HAYATINIZDAKI TÜM ANNELERE..........

(yazarını bilmiyorum,özür)
hayatın anlamı

Zülfü Aşkın
20-06-2004, 19:19
bu kadar guzel yaziyi görmeyecek kadar kör imisin
sn fiora sonsuz tesekkürler efendim
hem agliyorum hem yaziyorum

son_azrail
20-06-2004, 22:30
bu yazılar için klavyeniz dert görmesin abilerim zate ağlamaya sebep aradığım bugünlerde hep sebep oluyorsunuz.....yarın pazarlama sınawım war acaba başka güsel ne yazmışlardır diye 25 dk bir int ne giriorum...

Perke
21-06-2004, 00:08
Sn Fiora'ya onun gibi duyabilenlere sevgi , selam ve teşekkürler...İnsan olmamızın erdemlerini bu ortamda yaşayabilmek ve yaşatabilmek adına söylenen her söze yazılan her güzel yazıya tüm duygularımızla katılmamak mümkün mü?Eminim "söz gümüş sükut altın" misali sadece okuyup duyguları paylaşan ancak yazmayan nice arkadaşlar vardır.İki satır da olsa katılayım dedim.İyi ki varsınız,hepinize teşekkürler...

nature
21-06-2004, 09:27
bu yazılar için klavyeniz dert görmesin abilerim zate ağlamaya sebep aradığım bugünlerde hep sebep oluyorsunuz.....yarın pazarlama sınawım war acaba başka güsel ne yazmışlardır diye 25 dk bir int ne giriorum...


Allah zihin açılığı versin....

zltcla
27-06-2004, 18:10
12 yaşımdan beri ,her yıl doğum günümde tanımadığım birisi bir adet beyaz yasemin çiçeği gönderiyordu.ama çiçek le beraber herhangi bir kart veya not yoktu,göndereni bulma çabam da sonuçsuz kalıyordu çünkü çiçeğin parası kredi kartı ile değil de nakit ödeniyordu.bende artık gönderenin kim olduğunu bulma hevesimden vazgeçtim fakat hersene pembe kağıda sarılı beyaz yaseminin güzelliğine hayranlığım devam etti.
ama hiç bir zaman bu çiçeği kimin gönderebileceği fikrinden de kendimi alamadım.bazen hayatımın en güzel anlarında bile ,bu çiçekleri gönderen bu müstesna kişinin ne kadar acayip bir kişi olduğu ve de belki utangaçlığından kimliğini belli etmiyor diye aklımdan geçirmedim değil,genç kızlığımın o en bühranlı dönemlerinde acaba ilgi duyduğum delikanlı veya beni beğenen ama benim bilmediğim bir hayranımdan mi acaba diye düşünmek çok hoşuma gidiyordu.
Annem bazen benim bu şüphelerime ortak oluyordu ve tahminde bulunuyordu,acaba iyilik yaptığın birisi bu çiçekleri göndermiş olabilir mi diye? ve bana mesela komşu kadına marketten aldığı erzakı taşımada gösterdiğim yardımı veya öbür komşu kadının çocuklarını sokakta arabalardan koruduğm günü veya karşı ev deki yaşlı amcaya kış gününde düşmesin diye posta kutusundaki mektupları alıp evine götürdüğüm günleri hatırlatıyordu ve bu iyiliklerin karşılığında çiçek lerin gönderildiğini tahmin ediyordu.
Annem hep bu çiçeklerin gönderiliş sebebi üstüne duruyordu ve sadece onun değil herkesin sevgisini kazanmam yolunda ve değerli bir insan olmam yolunda beni uyarıyordu.
17 yaşındayken sevdiğim çocuk bir gece son telefon konuşmamızda kalbimi kırdı , o gece sabaha kadar ağladım sonra da sızdım,uyandığımda odamdaki aynamda kırmızı ruj la annem tarafından yazılmış olan bu cümleyi gördüm:"emin ol putlar gittiğinde tanrılar gelirler" ,uzun bir süre EMERSON dan alıntı olan bu cümleyi düşündüm ve kalbimdeki acı dindiğinde o yazıyı aynadan sildim ve annem anladı ki benim iç dünyamda herşey normale döndü.
Ama HAYATIMDA RUHUMU YARALAYAN BAZI OLAYLAR VARDI Kİ ANNEM BİLE ONLARA ÇARE BULAMIYORDU,mezun olmadan bir hafta evvel babamızı kalp krizinden kaybettik,büyük bir üzüntü olan ilk anlardaki hislerim giderek korku,güvensizlik ve sinirliliğe döndü,neden hayatımını en önemli olayında babam yok-bu sebeple mezuniyet gecesi için yaptığım onca plana karşı ilgisiz oldum.
Annem ,kendisinin o kadar üzüntü ve sıkıntısına rağmen,bütün bu süreçte beni düşünmekten geri kalmıyordu.babamın vefatından bir gün evvel annemle elbise bakmaya gitmiştik ve tesadüfen kırmızı beyaz ve mavi renkleri olan çok güzel bir elbise beğenmiştim hatta onu giydiğimde kendimi RÜZGAR GİBİ GEÇTİ filmindeki Scarlett O'Hara gibi hisetmiştim,fakat elbisenin boyu uygun olmadığından ertesi gün boyu düzelttikten sonra gelip alacaktık ama babamın ertesi gün kalp krizinden dolayı vefatıyla elbise işi unutldu.
Ama annem unutmadı,mezuniyet gecesinden önceki gece elbise bana uygun boyutlarıyla odamda beni bekliyordu.benim için o koşullarda elbisenin önemi kalmamıştı fakat annem hep beni düşündüğünden onun için önemliydi.
Annem için çocuklarının mutluluğu ve kendilerini iyi hisetmeleri çok önemliydi.O bizim varlığımızı sihirli sevgi ve mühabbetiyle dolduruyordu ve bizim dünyanın güzelliklerinin farkına varmamızı hayatımızın en zor dönemlerinde bile sağlamak istiyordu.
Aslında annem çocuklarını o beyaz yaseminler gibi görmek istiyordu-güzel,kuvvetli,mükemmel,biraz sihirli ve bir miktar esrarengiz.
Sevgili annem i 22 yaşında ,evlendiğiminin 10 ü gününde kaybettik ve o yıldan beri bir daha doğum günlerimde hiç beyaz yasemin gelmedi bana.

Marsha Arons


bu gerçek hikayeyi başta sevgili annem olmak üzere tüm anne lere ve sevimli çocuklarına ithaf ediyorum.

saygılarımla :)

ertan
01-07-2004, 22:41
anlarız ki

Gençken de severiz elbette. Aşık oluruz,tutuluruz birilerine. Ama gerçekten sevmeyi öğrenmek ciddi bir iştir ve zaman ister.
Olgunlaşmamız, hayatı, kendimizi ve karşı cinsi tanımak gerekir, ölesiye değil, adam gibi sevmek için.
Kadınlar genellikle otuzlarında, erkekler ise kırklarında keşfederler gerçek sevgiyi.
Ve anlarız ki sevmek, sevileni olduğu gibi kabul etmek demektir.
Anlarız ki, sevilenin sevdiği her şey bizim için de sevilesidir.
Anlarız ki, sevdiğinizle kesin olarak dost da olmamız gerekirmiş.
Anlarız ki, sevdiğimizin özgürlüğüne, yalnızlıklarına saygı göstermemiz gerekirmiş.
Anlarız ki, sevdiğiniz insanın kişiliğine yönelik eleştirilerden kaçınmamız gerekirmiş.
Anlarız ki, en kısa yoluymuş sevileni değiştirmeye kalkmak.
Anlarız ki, sevdiğimiz de karşılıksız sevmemiz gerekirmiş .
Anlarız ki, birbirimize içten gelen bir saygı duymamız gerekirmiş.
Anlarız ki, en zor anlarımız da bile hep yanı başımız da olan insan sevilirmiş yürekten.
Anlarız ki, birbirimize kendimizi olduğumuz gibi anlatmakla besleyip ,çoğaltabiliriz sevgimizi.
Anlarız ki, tartışmalarımız her zaman aramızda ki sorunları çözmeye yönelik olmalıymış.
Anlarız ki, anlamsız kıskançlıklarla sevgimizi boğmamalıymışız.
Anlarız ki, hayatımıza sevgimize burunlarını sokanların o burunlarını kırıp ellerine vermeliymişiz.
Anlarız ki, insan bağımlısı olmak değilmiş sevmek..
Ve anlarız ki, sevmeyi öğrenmek yıllarını alırmış insanın.

fiora
01-07-2004, 23:02
ZORLUKLARLA MÜCADELE


1. BÖLÜM: Korkusuzca ilerlemek

Öncelikle yersiz kaygi ve kuskulardan kurtulmak gerektigi konusu üzerinde durmak istiyorum.

Böylesi korkular ruhsal yapinizla ilgilidir. Size sunacagim önerilerle, sorunmus gibi görünen ancak gerçekte tamamen yersiz olan korkularini pekala yenebileceksiniz.

Lütfen elinize bir kagit ve kalem alin ve her gün sizi sikintiya sokan, üzen ne kadar neden varsa hepsini siralayin ve olabildigince içtenlikle yazin. Sözgelimi yagmurlu bir havada semsiyenizi evde unutmussunuz ve buna çok içerlemistiniz; unutmayin, yazin haydi, yada çocugunuz yemegini örtüye dökmüstü ve siz çok kizmistiniz buna. Evet onu da yazin. Bir hafta boyunca içinde küçük büyük yasadiginiz bütün can sikici seyleri alt alta siralayin.
Yazdiktan sonra özenle saklayin ve tam bir hafta sonra kara listeye aldiginiz sikinti ve üzüntü veren durumlari bir bir gözden geçiriniz önemsiz gördüklerinizin üzerini çizin.

Bu isi soguk kanlilikla yaptiginizda listede bir sey kalmadigini göreceksiniz.

Hayat boyu basarili olmak istiyorsaniz her seyden önce kendi kendinize dert icat etmek hastaligindan kurtulmaya çalismalisiniz.

En zor durumlarda bile sogukkanliligini koruyan insanlar, hayatta her zaman basarili olmuslardir.

Yasam boyu üç tür kaygi tasiriz. Bunlar ciddi kaygilar, gündelik kaygilar ve gelecege ait kaygilardir. Ciddi kaygilar hepimiz için geçerlidir. Ama son iki tür kaygi için kendimizi mazur gösteremezsiniz.

Önemsiz seyler gereksiz yere kafa yoran insanlar, asla deger görmeyen hayatin kiyisinda ürkek bir halde yasamaya alisan insanlardir.
Bir firmanin yönetiminde en küçük seyleri bile sorun yapan, en küçük zorluk karsisinda düsünmekten yoksun yöneticiler tüm bir personele sinir krizleri yasatarak, firmanin gelecegini tehlikeye sokarlar.

Firma yöneticisi sabah ise gelir gelmez sekreterine "Yine ne oldu bakalim " diye kizgin bir ifadeyle sorar.
Kisim sefi, çalisanlara asagilayan sözlerle moralleri sifira indirerek ise baslar.
Bir gün önce tartisan iki bayan, birbirlerine yiyecekmis gibi bakis firlatir.
Sonuçta fabrikayi bir ceza evine, firmayi da kislaya dönüstürme basarisini göstermislerdir. Bu sekilde yönetilen kuruluslarin yüzlercesi batmistir. Bu yöntemi izleyen tüm kuruluslarda yok olmaya adaydir. Bu batan is yerlerinin kapisina, digerlerine örnek olsun diye su tabelayi asmak gerekiyor
sanirim:
"Batisinin nedeni; kendi krizini yaratmak"

Büyük ve gerçek zorluklarla karsilasiyorsaniz küçük ve önemsiz olanlarla ugrasmayin, bütün gücünüzü büyük zorluklara yöneltin.
Bir zaman, bir davette, su anda aramizda olmayan Loral Leverhum ile tanismistim.

Loral çok yasli olmasina ragmen tam iki yüz sirketin basinda bulunuyordu ve bu sirketlerin sermaye toplami yaklasik 1 milyon Ingiliz Sterlini'ne ulasiyordu. Ingiltere de onu kadar neseli ve saglikli birine rastlamak imkansizdir.
Kuluçkaya yatmisçasina üzüntü, kusku ve kaygi üreten bir çok insan tanidim. Bu tür kisiler asla mutlu degildirler. Korku ve sikinti içinde bocalamaktan vazgeçin. Bir çok korku ve endise sizi bulabilecekken, onlarin daha fazlasini aramaya çikmaniza ne gerek var ki.

Kararlarinizi, üzüntü ve korku hallerinde almaya kalkismayin. Böyle durumlar insanin zayif halidir. Zayif halde bulunan insanlar zayif kararlar alirlar. Bu yüzden, çok etkilendiginiz problemler ve olaylar karsisinda kendinize mutlaka zaman taniyiniz. Bu zaman zarfinda zihinlerinizin etrafindaki sis bulutlari dagilarak meseleyi oldugu gibi görmeye baslarsiniz.

Kimi is adamlarinin kötümser çevresi ve danismanlari vardir. Bunlardan mutlaka kurtulmak gerekir. Her seye karamsar bakanlarin en büyük zarari yetenekli kisilerin cesaretini ve girisimlerini yok etmesidir.

Karamsar insanlar, bir kundakçi ve suikastçi gibi degerli fikirleri yok ederler. Her is yerinin kendine göre bir tarzi vardir. Kutuplar kadar soguk is yerleri oldugu gibi, ekvator kadar da sicak is yerleri vardir. Fakat bunlarin ikisi de normal degildir. Uygun olani ikisinin ortasidir.

Sunu unutmayin ki sirketlerin havasini çalisanlari belirler. Samimi bir ortami sahip is yerlerinin üretimi kaliteli, günlük hizmetleri de yüksek olur.
Insanlar nesesizligin kaynagini saglik problemlerinde arar. Bunun yani sira çalisma hayatini etkileyen diger bir hususta aile kavgalaridir.
Herkesin basarisinin yada yenilgisinin büyük bir kismi yasantisiyla orantilidir. Elbette is hayatinda, mücadele eden biri evinde de rahat edemezse çabuk yipranir ve hayat onun için çekilmez hale gelir.

Asla kendinize acimayiniz.

Kendinizi baskalarindan asagida ve degersiz olarak görmeyiniz. Kaybettiginiz seyler için gereginden fazla üzülmeyiniz. Darbelere karsi dayanmayi biliniz. Zeki kisiler, "unutmasini bilir ve geçmiste kalan aci tatli anilarini esiri olmaz"
Hatirlama, hafizayi gelistirmek, elbette ki yararli ve gerekli bir seydir; ancak gereksiz seyleri unutmak kaydiyla.

Neleri mi unutmaliyiz?

1- Basarisizliklarinizi unutun!
2- Üzüntülerinizi unutun.
3- Yaptiklarinizi unutun.
4- Düsmanlarinizi unutun.
5- Kisaca size yük olan her seyi unutunuz!...

Bazi kimselerin ulasamama nedeni hafizalarinda gereksiz yere yasattiklari kötü ani ve duygularidir.
Her insanda gelistirilmek kaydiyla kendisini basariya götürecek kabiliyetler vardir. O halde yapmamiz gereken, basarisizlik olasiliklarini düsünerek mahvolmak degil kabiliyetleri gelistirmektir. Herkesin ruhunda uyandirilmayi bekleyen bir dev yatar. Bu dev, iyilige de yarar kötülügü de. Maharet bu devi iyi islerde kullanabilmektir.

Yazarin Adi : Prof. Herbert N.CASSON
1910'lu yillarda bir çok sirketin danismanligini yapmis Ingiltere ekonomisine damgasini vuran bir kisidir.

fiora
16-07-2004, 17:33
ZORDUR KÖPRÜLERİ YAKMAK...

http://www.sihirlitur.com/belgesel/kopruler/images/y04.jpg


Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için,bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek,

ve içinde her nasilsa saklamayı basarmış bir yarın heyecanının kanadına
tutunarak havalanmak cesaret ister.

http://www.arastirma.org/ezimagecatalogue/catalogue/phpRRjgaB.jpg

Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki,ruhuna gömülü çocuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dört nala ilerlemek, yaman bir karara dönüşür.

http://www.herseyeragmen.org/cocuk.jpg

Zordur insanın onca zaman bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup
ama mağrur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyetlenmesi...

Bugüne yenik düşenler, yarını sadece hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde
yaşarlar.

http://www.sakintaekwondo.com/taek-giris/taktikler/hayal.jpg

Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan gemilerle, arkalarında
külden köprüler bırakarak, meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar....

Yıkılan sırat köprüsüdür....
Geçer ve orada kalırsınız:
cennetse cennet, cehennemse cehennem...
Dönüşü yoktur....
Can DÜNDAR

fiora
28-07-2004, 23:36
YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT


Anlayış, bilgiçliğin kibiriyle değil, alçakgönüllülükle doğar... Bir yerlerdeysem, seni görme olanağım olursa, boşa geçirilmiş bir yaşam gördüğüm her sefer nasıl üzüldüysem öyle üzüleceğim; aşk yürüyüşünü tamamlayamamış bir yaşam, beni hüzünlendirir. Kendine dikkat et. Büyürken, yanlışların yerine doğruları koymak istediğinde şunu anımsa: Yapılacak ilk devrim, insanın kendi içinde yapacağıdır, evet ilk ve en önemli devrim budur. İnsan kendi hakkında bir düşünceye sahip değilken bir düşünce uğruna savaşmak, yapılabilecek en tehlikeli şeylerden biridir.

Yolunu yitirdiğini, şaşırdığını hissettiğin zaman ağaçları düşün, onların büyüme biçimini anımsa. Unutma ki yaprağı gür ama kökü zayıf bir ağaç ilk güçlü rüzgârda devrilir, oysa kökü güçlü ve az yapraklı ağaçta can suyu binbir güçlükle dolaşır. Kökler ve yapraklar aynı ölçüde gelişmelidir, olayların içinde ve üzerinde olmalısın, ancak böyle gölge ve sığınak sunabilir, ancak böyle doğru mevsimde çiçekler ve meyvelerle donanabilirsin.

Ve sonra, önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman, herhangi birine öylece girme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere git.

fiora
05-08-2004, 09:21
Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır.
En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.

Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır.
En yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.

Aslan veya ceylan olmanız farketmez.

Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.

50ot
06-08-2004, 20:06
topic up

fiora
20-08-2004, 15:52
Sanirim en büyük korkumuz oldugumuz gibi görünmek.


http://www.turkishnews.com/itumuk/info/peteknew/Ayna%20Ayna.jpg


Yumusacik kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin kesfedilmesi,
cesaretsizligimizin anlasilmasi,
korkularimizin paylasilmasi
sanki zarar görecegimizin en büyük isareti.


Kabuklarimizin altinda
kendimizi saklamakta ne kadar da ustayiz.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarimizin ardinda.



Hissedilmeden, el degmeden, sevgimizi göstermeden.

Istiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbagalar gibi.

Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamis sert kabuk?

Kimse incitemiyor mu duygularimizi, inançlarimizi, benligimizi?

Yoksa zarar mi veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?


Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansitmiyor mu gerçek kimligimizi?
Duygularimizi bastiriyor, el ele tutusmamizi engelliyor mu?
Eger bir yildiz gibi isil isilsam ve bir yildiz kadar parlak.
Ne çikar atesböcegi sansalar beni.?

Belki en hoyrat yürek bile atesböceginin
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluguna
el kaldirmaya kiyamaz?

Güçlü kapilarin arkasina kilitlemesem kendimi,
korkakligimi, sevgi istegimi
en insani yönlerimi kayitsizca sunabilsem
bu sert kabugun agirligindan kurtulup
bir kus gibi uçacagim özgürce.
Anlasilacagim ve bir ayna gibi yansiyacagim
karsimdakine.

O da çözülecek belki.

Samimi ve güvenliksiz, silahsiz biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.

Kalmadi böyle insanlar demesek.

Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kirilmaktan korkmasak.
Incinsek, yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabugu.

Denesek.
Risk alsak.
Yanilsak.

Fark etmez.

Tekrar, tekrar bikmadan denesek.
Ve kucaklassak yeniden.
Tipki eskisi gibi.

Ne oldugunu anlayamadigimiz o onbes yildan öncesi gibi.

O zaman fark edecegiz.
http://www.tideb.tubitak.gov.tr/org/d-kinsun.jpg
Ne kadar özledigimizi birbirimizi.

Neler biriktirdigimizi,
kaybolan degerlerimizi ne kadar özledigimizi.


Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylasmak, sarilmak için.
Yasadigimiz cografya zor, sartlari agir.
Yüregi daha fazla küstürmemek lazim.
Sirtimizda agir küfeler, her gün katlanan.
Ve kosullar bir türlü düzelmeyen.


Sevgiye çok ihtiyacimiz var.
Ufukta kara bir kis görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatiriz o günleri.

Kirin o sert, o agir kabuklarinizi.
Kurtulun bu yükten.


http://www.snowcrest.net/kitty/hpages/hpic3/timnew.gif
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnizliga mahkum ediyor bizleri.

Hem hepimiz bir yildiziz.

Ne çikar atesböcegi sansalar bizi.

http://www.hayvanlaralemi.net/resimler/atesb%F6cegi.jpg

Rabindranath Tagore

zltcla
27-08-2004, 14:25
Yaşadığınız Her Gün Özeldir!

Eniştem; kızkardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı.

"Bu" dedi, "sıradan bir çamaşır değil." Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı.

Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti. Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi.

"Jan bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı. Nereden baksan sekiz dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi. Özel bir gün için saklıyordu."

Çamaşırı benden aldı ve cenaze evine götürmek üzere ayırdığımız diğer giysilerle birlikte yatağın üzerine koydu. Bırakırken eli bir an yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gözünü hızla kapattı ve bana döndü ve dedi ki :

"Hiçbirşeyini özel bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir."

Cenazeyi izleyen günlerde enişteme ve yeğenime beklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden California'ya dönerken uçakta yine bu sözleri düşündüm.

Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı bütün şeyleri düşündüm. Hala eniştemin sözlerini düşünüyorum ve hayatım değişti.

Artık daha çok okuyor, daha az toz alıyorum. Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlere aldırmadan. Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum, iş toplantılarında daha az. Mümkün olduğu kadar sık "hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk alınacak olaylar silsilesi olarak görülmesi" gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Her ANın güzelliğini duyumsayarak yaşamak istiyorum. Hiçbirşeyimi özel günler için saklamıyorum.

Kıymetli tabak çanağımı her "özel" olayda kullanıyorum. Birkaç kilo vermek, tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk açan çiçek gibi özel olaylarda... En pahalı ceketimi canım isterse süpermarkete giderken giyiyorum. Teorime göre eğer zengin görünürsem, küçük bir torba erzak için o kadar parayı daha rahat ödeyebilirim. Pahalı parfümü özel partiler için saklamıyorum. Mağazalardaki tezgahların ve banka memurlarının burunları da, en az parti parti gezen arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır.

"Birgün" kelimesi dağarcığımdaki yerini kaybetti. Birşey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu şimdi görmek , duymak ve yapmak istiyorum.

Hepimizin "Yaşayacağımıza garanti gözüyle baktığımız yarını görmeyeceğini" bilseydi eğer kızkardeşim, neler yapardı kimbilir? Sanırım aile fertlerini veya yakın arkadaşlarını arardı. Belki eski birkaç arkadaşını arayıp aralarında geçen sürtüşmeler için özür dilerdi.

Belki bir lokantaya en sevdiği çin yemeğini ısmarlardı.

Bunların hepsi birer tahmin. Kardeşimin neler yapamadan öldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim.

Ya ben?

Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeyler olduğu için kızardım. Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım için kızardım. "Bir gün ararım" dediğim dostları görmediğim için kızardım. Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi yeterince sık söylemediğim için kızardım. Artık hayatlarımıza kahkaha ve renk katacak hiçbirşeyi yarına ertelememeye, duygularımı dizginlememeye çalışıyorum.

Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün "Özel Bir Gün" olduğunu söylüyorum. Her gün, her dakika, her nefes gerçekten Allah'ın bize birer armağanı.

Ann Wells (Los Angeles Times Yazarı)


hergünün değerini bilmek lazım,yarın çok geç olabilir.

saygılarımla :)

fiora
29-08-2004, 16:43
HER İNSANIN BİR ŞARKISI VARDIR



Bir Afrika kabilesinde, hamile kalan kadınlar arkadaşlarını toplayıp doğaya gider, ve doğacak çocuğun şarkısını duyana dek meditasyon yapıp dua ederler. Bu kabileye göre, her ruhun kendine özgü ses vibrasyonları vardır. Kadınlar bu seslere kulak verdiklerinde, hep birlikte yüksek sesle seslendirirler.

http://smileys.smileycentral.com/cat/15/15_1_105.gif


Sonra da kabileye dönüp şarkıyı herkese öğretirler. Çocuk doğduğunda, tüm kabile toplanarak ona şarkısını söyler. Çocuğun sonraki önemli dönemlerinde, aynı şarkı okunur. Ölüm döşeğinde de aynı şarkı söylenir.

http://smileys.smileycentral.com/cat/5/5_2_105.gif

Aslında hepimizin içinde bir şarkı olduğunu biliriz ve sevdiklerimizin zor zamanlarımızda bunu farketmelerini ve bize söylemeye yardımcı olmalarını arzu ederiz.

Bu şarkı, Afrika kabilesinde farklı bir zamanda da söylenir. Bir insan kabul edilmez bir cürüm işlediğinde, kabile toplanır ve ona şarkısını söyler. Çünkü bu kabileye göre, antisosyal davranışlar ceza ile düzeltilemez: Sevgiyle ve kimliğin hatırlanmasıyla çözülebilir.
http://smileys.smileycentral.com/cat/11/11_1_205.gif

Kendi şarkını duyduğun zaman, bir başkasına zarar verecek davranışlarda bulunma isteğine ihtiyaç kalmaz.

Gerçek dost, senin şarkını duyan ve ihtiyacın olduğunda sana tekrarlayandır.
http://smileys.smileycentral.com/cat/15/15_8_204.gif


(Alan COHEN - Living from the Heart"dan alıntı

tmttu
29-08-2004, 16:58
Gurbet
-------
bir yer vardir ki hep soguk, soguk oldugu kadar da renksizdir,

bir yer vardir ki, yagmur yagdiginda topragi kokmaz,

bir yer vardir ki, dostluk gecici ve anliktir,

bir yer vardir ki, hayvanlar insanlardan daha cok ilgi görur,

bir yer vardir ki seneler gecse bile her zaman yabanci kalirsiniz,

bir yer vardir ki hep vatan hasreti cekilir,

ah gurbet ah



memleketin 'yumusak' degerlerini anlamak umuduyla saygilar

/cakici

fiora
29-08-2004, 17:23
Çok güzel bir yazı..

Çakıcı teşekkürler..

tmttu
29-08-2004, 17:30
Bir andan icimden geldi ve yazdim...

Sizin yazilarinizi da ben izliyorum sn Fiora, cok guzel ve verimli. ellerinize saglik,

/cakici

casaubon
09-09-2004, 16:33
YORUMSUZ

Bir dostum anlatmisti; Bir tanidiklarinin evlerinde televizyon ariza yapmis, tamirci gelip TV'nin arkasini açmis ki bir sürü ekmek kirintisi... Tabi kimin yaptigini hemen anlamislar. Evin dört yasindaki yaramaz kizi. Bu hangi ailemizde gerçeklesirse gerçeklessin ilk
gösterecegimiz tepki genellikle öfkeli bir davranistir. Tamircinin yaninda bagirir asiri gidenlerimiz çocugu orda *döver. Fakat anne öyle yapmamis, çocuguyla konusmayi denemis ve ögrendiklerinden sonra hüngür hüngür aglamaya baslamis. Çocuk ekranda Afrika'daki aç çocuklari gördükçe mutfaktan ekmek alip TV'nin açik buldugu tek yerinden, arkasindaki izgaralardan içeri atiyormus...

SNOWDROP
09-09-2004, 17:54
Sayın Fiora'nın gönderdiği yazıyı ağlayarak hatta hıçkırarak okudum ama maalesef giden geri gelmiyor. Keşke ben de kazandığım para ile onu bir akşam yemeğe götürebilseydim.

zltcla
29-09-2004, 13:57
Sevmeyi Bilmeyen Adamla Papatya

Sevgisiz bir insan, birgün şans eseri bir çiçek bahçesinde bulmuş kendini, bahçedeki çiçekleri hiç düşünmeden ilerlemiş bir süre.

Bir düzlüğün ortasında mola vermiş bir ara. Etrafına bakmış bir süre, hiçbir çiçek birşey ifade etmemiş ona. Sonradan yıkılan bir ağaç görmüş ve onun yanında bir papatya.

Papatya kendinden emin, o köşede yıkılan ağacın yanında çıkan rüzgara göğüs geriyormuş.

Papatya o kadar güzelmiş ki... Sevgisiz insan sevgiyi tanımış. Buna şaşırmış. Alışamamış, ne yapması gerektiğini bilememiş. Pek tabii bildiğini sanmış... Papatyayı sevmiş, okşamış, rüzgar ona zarar vermesin diye araya girmiş oturmuş... Papatya bir süre tekrar dikleşmiş.

Papatyanın zarar görmesinden öylesine korkuyormuş ki, böylesi bir güzelliğin sonsuza dek sürmesini, o kadar çok istiyormuş ki...

Papatyanın, ellerine dokunduğu her an, onu hissettiği her an kendini dünyanın en mutlu insanı hissediyormuş...

Sevgiyi öğrenen adam, gerek papatyayı korumak için gerekse ona olan doyumsuzluğundan dolayı papatyayı koparmayı ve yanına almayı istemiş. Onu bu bahçeden koparmak ona çok doğru gelmiş çünkü, onu yanında hep koruyabilecek, sevebilecekmiş.

Papatyayı hiç düşünmeden çekmiş, koparmaya çalışmış, papatya buna direnmiş, direnmiş. Seven adam anlayamamış bu direnci, daha da güçle yüklenmiş papatyaya.

Aklı o zaman neredeymiş, kimbilir...

Papatya gün geçtikçe solmuş, solmuş...

Adamın gölgesi onu öyle bir kapıyormuş ki, soluk almasını engelliyormuş. İşin garibi adam bunu görse de anlayamıyormuş, papatya soldukça üzerine daha çok titriyor, iyice kapıyormuş güneşini. Sevmeyi yanlış öğrenen adam, en sonunda dayanamamış ve papatyayı tüm gücüyle kendine çekmiş.

Tüm dünyaya ne mutlu... Ve o salak adama ne mutlu ki, papatya herşeye rağmen direnebilmiş gücü kalmasa da. Ama bu direniş o kadar büyük bir güç gerektirmiş ki, o herşeyden çok sevdiği papatya boynu bükük kalmış...

Seven adam işte o noktada her şeyi görmüş ve anlamış, yaptığının acısı ona öyle bir koymuş ki, sendeleyip yere düşmüş.

Hayatında tanımadığı acıyı çekmiş adam. Hayatta kendini ilk defa haksız, ilk defa bencil, ilk defa küçük hissetmiş. Ağlamak para etmezmiş, üzülmek de.

Güneş de hemen fayda etmezmiş papatyaya. Sevmiş adam, bir çiçeğe nasıl davranması gerektiğini görmüş gözündeki perdeler kalkınca... Ağlayarak çiçeğin yanında durmuş, rüzgara karşı kendini siper etmiş yine ama çiçeği ne koparmaya çalışmış bir daha, ne de üzerinde gölge etmeye...

Papatya, tekrar mutlu bir şekilde bütün asilliğiyle ve gücüyle dimdik ayakta durana kadar bekleyecekmiş öylece, yakınında olacakmış çünkü, çiçeğin ona ihtiyacı olacağı bir zaman olursa o da o anda çiçeğinin, papatyasının yanında olacakmış.

Seven adam, papatya onu bir daha hiç sevmese bile, onu sonsuza dek sevecekmiş, çiçek isterse uzakta, çiçek isterse yakında...

Çünkü seven adam için değerli olan tek şey varmış, o da çayırda tek başına ayakta durmaya çalışan eşi benzeri olmayan güzellikteki o tek papatya.


bu hikayeyi her okuduğumda,
çok etkileniyorum.
saygılarımla :)

zltcla
09-10-2004, 12:58
SEVGİLİ DOSTLARIM:

NAZİK OLMAK İÇİN,
BİR GÜLÜMSEME BEKLEMEYİN.

SEVMEK İÇİN SEVİLMEYİ BEKLEMEYİN.

BİR ARKADAŞIN DEĞERİNİ ANLAMAK İÇİN,
YALNIZ KALMAYI BEKLEMEYİN.

ÇALIŞMAYA BAŞLAMAK İÇİN,
EN İYİ İŞİ BEKLEMEYİN.

ÖĞÜTLERİ HATIRLAMAK İÇİN,
DÜŞMEYİ BEKLEMEYİN.

DUA'YA İNANMAK İÇİN,
ACILARI BEKLEMEYİN

YARDIM EDEBİLMEK İÇİN,
ZAMANINIZ OLMASINI BEKLEMEYİN

ÖZÜR DİLEMEK İÇİN,
DİĞERİNİN ACI ÇEKMESİNİ BEKLEMEYİN.

NE DE BARIŞMAK İÇİN, AYRILIĞI BEKLEMEYİN,

ÇÜNKÜ NE KADAR ZAMANINIZ VAR
BİLMİYORSUNUZ.....


çünkü hayatın,ne zaman
nerede,ve
nasıl tıkanacağını,
hiçkimse bilemez.

En içten saygılarımla
sevgiyle beraber..... :)

Corumlu
09-10-2004, 14:20
Nietzsche'nin sevdigi Salome'ye gonderdigi bir mektuptan
alinti,

Öyle bir hayat yasiyorum ki ,
Cenneti de gördüm , cehennemi de
Öyle bir ask yasadim ki Tutkuyu da gördüm , pes etmeyi de.
Bazilari seyrederken hayati en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadim.
Öyle bir rol vermisler ki ,
Okudum okudum anlamadim.
Kendi kendime konustum bazen evimde,
Hem kizdim hem güldüm halime,
Sonra dedim ki " söz ver kendine "
Denizleri seviyorsan , dalgalari da seveceksin ,
Sevilmek istiyorsan , önce sevmeyi bileceksin ,
Uçmayi seviyorsan , düsmeyi de bileceksin.
Korkarak yasiyorsan , yalnizca hayati seyredersin.
Öyle bir hayat yasadim ki ,
son yolculuklari erken tanidim
Öyle çok degerliymis ki zaman,
Hep acele etmem bundan,anladim...

Nietzsche

fiora
09-10-2004, 19:11
Sah ve Piyon



Bazen hayatimiza giren oyle insanlar olur ki; onlarin belli amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, kim oldugumuzu ya da olmak istedigimizi bulmamiza yardim etmek icin bizimle olduklarini yuregimizin derinliklerinde hissederiz.http://smileys.smileycentral.com/cat/15/15_12_9.gif


Bu insanlarin kim olacagini asla onceden kestiremezsiniz; belki oda arkadasiniz, komsunuz, uzun zamandir gormediginiz bir arkadasiniz, sevgiliniz ya da belki de sadece goz goze geldiginiz bir yabanci...
http://smileys.smileycentral.com/cat/11/11_1_205.gif

Her kim olursa olsun, o kader aninda hayatinizin bir bicimde etkilenecegini bilirsiniz. Bazen de hayatinizda oyle olaylar yasarsiniz ki; o anda bu olaylar size korkunc, aci dolu, haksiz gibi gorunur. Ancak firtina dindikten sonra; butun bu olaylarin ustesinden gelmemis olsaydiniz, asla potansiyelinizin, gucunuzun, azminizin ve yurekliliginizin farkina varamayacaginizi anlarsiniz.

http://smileys.smileycentral.com/cat/4/4_12_11.gif


Her olayin bir gerceklesme nedeni vardir. Hicbir sey tesadufen, kotu ya da iyi sans nedeniyle gerceklesmez. Hastalik, yaralanma ve deneyimsizlikler, ruhumuzun sinirlarini test eden olaylardir. Ister olaylar, ister hastaliklar, ister iliskiler olsun, bu kucuk testler olmasaydi hayat hicbir yere varmayan duz ve sıkıcı bir yol gibi uzayip giderdi. Guvenli ve rahat, ancak bos ve amacsiz... Yasaminizi, basarilarinizi ve dususlerinizi etkileyen insanlar, kimliginizi yaratan insanlardir. Kotu deneyimler bile birilerinden ogrenilebilir.

http://smileys.smileycentral.com/cat/340.gif

Bu dersler en zor, ancak buyuk bir ihtimalle en onemli olanlardir. Eger biri sizi kirar, ihanet eder ya da uzerse, size guveni ve kalbinizi actiginiz birine karsi dikkatli olmayi ogrettikleri icin onlari affedin.
http://smileys.smileycentral.com/cat/15/15_2_127.gif

Eger biri sizi severse, siz de bunun karsiliginda onu kosulsuz sevin; sadece onlar sizi sevdigi icin degil, size sevmeyi ve onlar olmadan goremeyeceginiz ya da hissedemeyeceginiz seylere kalbinizi ve gozlerinizi acmanizi ogrettikleri icin.

http://smileys.smileycentral.com/cat/11/11_1_201.gif


Her gunun tadini cikarin. Her anin degerini bilin ve belki de tekrar yasayamayacaginiz bu andan alabileceginiz en fazla seyi almaya bakin. Daha once hic konusmadiginiz insanlarla konusun, onlari dinleyin, asik olun, zincirlerinizi kirin ve gozunuzu zirveye dikin.

http://smileys.smileycentral.com/cat/23/23_13_7v.gif


Basinizi dik tutun, cunku bunun icin her turlu hakkiniz var. Kendinize buyuk bir insan oldugunuzu tekrarlayin ve kendinize inanin. Eger kendinize inanmazsaniz, hic kimse size inanmaz. Hayatinizi nasil istiyorsaniz oyle sekillendirebilirsiniz.



Kendi ozgun yasaminizi yaratin, disari cikin ve onu yasayin!"

http://smileys.smileycentral.com/cat/7/7_2_201v.gif



UNUTMAYIN; OYUN BITTIGINDE SAH VE PIYON AYNI KUTUYA KONULUR

bgali
16-10-2004, 12:59
Bir hata yaptık, geri de dönemiyoruz

Geveze denebilecek kadar konuşkan, bir o kadar da neşeli ihtiyar bir
beyefendiydi, hastamız. Neşesi ve canlılığı ile kısa sürede varlığını hepimize
hissettirmişti. İlerlemiş yaşına, ağarmış saçlarına, yüzündeki derin
kırışıklıklara karşın açık mavi ışıltılı gözleri, hastalığına ve çevresindeki
hastalara karşın her zaman gülümseyen yüzü ile çevresine hep pozitif enerji
yayıyordu.

Ona refakat eden iki kızı hastanemizde hemşire olarak çalışıyordu. Kızlarının
sağlıkçı olması hastane içi süreçlerde işlerin hızlı yürümesine, sorunların
çabuk aşılmasına yetiyordu. Hastamız ise kızlarının kendine iltimas etmesinden
rahatsızlık duyduğunu her fırsatta dile getiriyordu.

Hemşire yakını olduğu için, klinik şefimiz hastamızı özel hasta odasına alarak
müstakil yatırmak istemiş ancak hastamız ısrarla 3 yada 5 hastanın yattığın
koğuşlarda kalmak istediğini belirterek teklifi reddetmişti. Hastaların
genellikle özel oda isteyip diğer hastalardan ayrı, kendine ait mekanda olma
talebine alışmış olduğumuz için durumu yadırgamıştık. Ona refakat eden
kızlarının özel odanın hem hasta, hem yakını için daha rahat olacağını
söylemelerine karşın inadını kıramamıştık. Hastamız yalnız kalmak istemediğini,
ısrarla kendi gibi diğer hastalar ile birlikte olmak istediğini vurgulayarak
ayak diremiş, bizi de pes ettirmişti.

Bir nöbet akşamında hastaları dolaşırken bizim bey amcayı odasındaki diğer
hastalar ile keyifli muhabbet içinde buldum. Hastamızın emekli otomobil
tamircisi olduğunu özellikle motor üstadı diye bilindiğini ve her türlü araba
ile ilgilenmiş olduğunu bu muhabbet sırasında öğrendim. Muhabbete katılmak için
izin istedim.

- Doktor bey, sen içeri geldiğinde insanların da arabalara benzediğinden
söz ediyor, kimin hangi arabaya benzediğini üzerine tahmin yürütüp gülüyorduk.

- İnsanlar ve arabalar. İlginç benzetme doğrusu. Gerçi senin gibi
yıllarını arabalara vermiş birinden de bu beklenirdi. Peki, ben nasıl bir araba
oluyorum senin gözünde?

- Bana sorarsan doktorlar şirket arabası gibi çalışıyorlar. Onları
herkes kullanabiliyor, her yere gidiyor, çok yol yapıyorlar. Ve emsallerine göre
daha çabuk yıpranıyorlar. Bakımlarının iyi yapıldığı da pek söylenemez.

- Yapma yahu. Durumumuz o kadar kötü mü? Başka ne tür insanlar var peki?

- Kimi garaj arabası gibidir. Hep bakımlı, hep temiz. Ama pek fazla iş
yapmazlar, öylece yeni gibi kalırlar. Çoğu insan toplu taşım aracı gibidir,
diğer insanlar ile birlikte yaşar, çalışır zorluklara birlikte katlanırlar.
Kimisi ise kamyon gibidir, hayatın yükünü yüklenir ve ölene kadar çalışır.

- Peki sen kendini hangi araba gibi görüyorsun?

- Ben kendini taksiden çıkmış, hurda araba gibi hissediyorum. Hep
insanlara çalışmış, insanlar ile birlikte olmuş emekliliğinde de onlardan uzak
duramayan hurdası çıkmış yıpranmış araba gibi görüyorum kendimi. Hastane
ortamında bu duygu daha da çok hissediliyor.

Alanında bilgili birini bulunca arabamı değiştirmek istediğimden söz açarak
tavsiye istedim. Kullandığım arabanın 3 yıllık olduğunu öğrenince yüzü asıldı.
Söylenmeye başladı.

- Anlamıyorum bu insanları. Hiç anlamıyorum. 0 kilometrede aldıkları
araçlarından 2-3 yılda sıkılıp değiştiriyorlar. Eskiyince değiştirilirdi, bu
meretler. Şimdi eskisi yenisi hep biri birine karıştı.

- Ama insanlar arabalarının modelinin eskidiğine inanıyor ve değiştirmek
istiyorlar.

- Dünya ne ilginç değil mi, doktorum? Kiminin eskisi, kimi için yeni
olabiliyor. Hep yeni olsun istiyor artık insanlar. Eskimiş olmanın, eski
olmasına karşın bakımlı olmanın önemi vardı bir zamanlar. Şimdi insanlar bırak
arabalarını, kendi yaşlanmalarına bile tahammül edemiyorlar.

Bu arada odadaki hasta yakınlarından biri hazırladığı kahveleri ikram etti. Bir
süre susup kahvenin kokusuna ve tadına verdik, kendimizi. Bey amcamız kısa süren
sessizliğini bozup sürdürdü konuşmasını;

- Ben zaten, bu dünyayı anlamıyorum, artık. Eskiden anladığımı sandığım
dünya ise çok uzaklarda kaldı sanki? Bu araba denen alet insanları biri birine
yakınlaştırsın, hayatı kolaylaştırsın, sevenleri biri birine kavuştursun diye
icat edilmişti.

- Şimdi de öyle değil mi?

- Değil tabii. Her evde birden fazla araba olsun isteniyor artık. Herkes
kendi arabasında yalnız başına, insanlardan uzak gidip geliyor yollarda,
görmüyor musun? Arabalar insanları biri birine yakınlaştıracağına
uzaklaştırıyor. İnsanlar arabalarını diğer insanlardan ayrılmak ve uzak
durabilmek için istiyor, kullanıyor artık. Anlamıyorum bu dünyayı.

Şaşırmıştım. Hiç böyle düşünmemiştim diyecek oldum. Bana arabamın klimalı olup
olmadığını, klima olduğunu öğrenince neden klimalı bir araba tercih ettiğimi
sordu. Sıcak havalarda terlemeyi önleyip serinlettiği için tercih ettiğimi
söyledim.

- Doktor bey, arabanla ve arabandaki klima ile aslında aynı ortamda
yaşadığın ve sıcağın altında pişen diğer insanlardan ayrılmış oluyorsun. Klimalı
arabanın seni diğer insanlardan farklı, ayrıcalıklı, konforlu kıldığını
düşünüyorsun.

- Evet, ne var bunda?

- Önce hava filtreleri, sonra polen filtreleri, klimalar vs çıkardılar.
Arabalar astronot giysisi gibi oldu sanki. İnsanlar her gittikleri yere kendi
atmosferlerini de götürdüklerini zannediyor. Dışarı çıktığında havasız kalıp
boğulacaklarını düşünüyorlar. Herkes biri birinden kaçıyor.

Kahvesinden kuvvetli bir yudum daha aldı. Sıkıntılı gözlerle odadakileri baktı.


- Bu yaşananların gerçek olduğuna inanamıyorum. Arabalar insanları
yakınlaştıracaklarına uzaklaştırıyor. Birimiz bir hata yaptı, artık geri de
dönemiyor sanki insanoğlu.

- Peki ne yapmalı sence?

- Bilmiyorum. Bildiğim tek doğru, insan olarak yaşamak istiyorsam, yine
kendim gibi insanların arasında kalmam gerektiği. Beni anlamak istemediniz, aksi
olduğumu düşündünüz ama işte bu yüzden istemedim özel hasta odasında tek başına
kalmayı. Hastalığı olan, hastalığın sıkıntısını yaşayan insanlar ile aynı
koğuşta kalmak istememi yadırgadınız hepiniz.

Odada derin bir sessizlik oldu. Kahve için teşekkür ettim. Onları muhabbetlerine
bırakıp, yalnız başına gecelediğim nöbet odama doğru köz kös ilerlerken küçükken
elimize direksiyon benzeri bir şey alıp kendimizi araba yaptığımız oyunlar
geldi, aklıma.

Sahi, bugünün çocukları da oynuyor mu acaba o oyunu?



Mehmet Uhri

zltcla
18-10-2004, 11:36
Düşümde Tanrı ile konuştum.
"Demek benimle görüşmek istiyorsun?" diye sordu Tanrı
"Eğer zamanın varsa." dedim.


Gülümsedi,
"Benim zamanım sonsuzluktur." dedi.
"Ne sormak istiyorsun bana?"
"İnsanoğlunun seni en çok şaşırtan davranışlarını."

Tanrı şöyle cevapladı sorumu:
"Çocukluktan sıkılırlar, büyümek için acele ederler
ve sonra çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını kaybederler
ve sağlıklarını geri kazanmak için para verirler.
Gelecekten endişe ederken bugünü unuturlar,
böylece ne bugünde ne gelecekte yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar, hiç yaşamamış gibi ölürler."

Bir süre sessizce oturduk, sonra tekrar sordum:
"Bize vermek istediğin hayat dersleri var mı?"

Tanrı bir gülümseme ile yanıtladı sorumu:

"Kimseye kendinizi sevdiremezsiniz,
yapabileceğiniz kendinizi yalnızca sevilmeye bırakmak."

"Kendinizi başkalarıyla kıyaslamayın."

"Zengin bir insan hayatta en çok şeye sahip olan değildir,
en az şeye ihtiyacı olandır."

"Sevdiğiniz insanları bir kaç saniyede yaralayabilirsiniz,
ama yaralarını iyileştirmek yıllar alır.

"Affetmeyi, affederek öğrenirsiniz."

"Sizi çok seven insanlar vardır, ama duygularını nasıl
ifade edeceklerini bilemeyebilirler."

"İki kişi aynı şeye bakabilir ama farklı şeyler görebilir."

"Bazen başkaları tarafından affedilmek yetmez,
siz kendiniz de kendinizi affetmelisiniz."

winner
19-10-2004, 13:09
Eşinden boşanmış. Ortağı olduğu şirket krize girmiş. Her şey üst üste
gelmiş. Varlıklı ve mutlu bir ingiliz yurttaşı olan Richard Wilkins
bir gecede kendini beş parasız ve yapayalnız buluvermiş. "Gerçek
zenginliği işte o noktadan sonra yakalamaya başladım" diyor. Nasıl
mı? Hayatın anlamını kendi dünyasına yerleştirerek, yeni bir hayat
bakışı oluşturarak. "Bugün eskisinden daha zenginim" diyor Wilkins,
para ve malla değil duygularımla daha zenginim. Anladım ki, sizi
etkileyen şeyleri değiştirmeyi her zaman başaramazsınız. Ama onların
sizin üzerinizdeki etkisini değiştirebilirsiniz. Bunu başardığınız
anda gerçek zenginliği ve mutluluğu yakalamışsınız demektir.
Richard Wilkins İngiltere'de piyasaya çıkan
"Mental Tonic" (Zihin Açıcı) adlı kitabında yaşam
felsefesinden süzdüğü ilkeleri sıralıyor.
İşte onlardan birkaçı:


1) Gerçek değişim kimi eski şeyleri farklı görmeye başlamaktır.
2) Pencerenizin camı kirliyse dışarı çıkıp manzarayı parlatmanız
boşunadır.
3) Eğer siz kendinizi sevmiyorsanız başkası neden sevsin.
4) Ana babanız doğumunuzdan sorumludur, yaşamınızdan değil.
5) Eğer kendinize yön arıyorsanız yolunu kaybetmiş birine sormayın.
6) Dostluk, ayrı oldukları zaman insanları birlikte tutar.
7) Fedakarlık çiçeğin köküdür.
8) Geçmişi bir kitap gibi kullanın, eviniz gibi değil.
9) Birçok insan hayatınn büyük bölümünü olduğundan farklı
görünebilmek için heba eder.
10) İlerlemenizin önündeki en büyük engel kendinize
güvensizliğinizdir.
11) Acı, mutluluğa göre daha çok şarkı bestelemiştir.
12) Her davranışında başkalarının onayını arayan kimseler hayatın
birçok güzelliğini ıskalar.
13) Satıhta hazine bulamazsınız.
14) Kahkaha ruhun dansıdır.
15) Mucize, enerjinizi korkularınızı değil rüyalarınıza verdiğiniz
zaman başlar.
16) Karşınızdakini dinliyor musunuz, yoksa konuşmak için sıra mı
bekliyorsunuz?
17) İkiyüzlülük sadece sahibi tarafından görülemez.
18) Hayatınızı bir para kazanma denemesi olarak kullanmayın.
19) Cennete gitmenin iki yolu vardır
a) Gerçekten öldüğünüz zaman
b) Gerçekten yaşadığınız zaman
20) Gerçek zenginlik vaktinizi insanlara vermektir, para karşılığı
satmak değil.
21) Müziği notaların arasındaki sessizlik yaratır.

ertan
27-10-2004, 19:27
İyi kalpli, yalnız bir adam, bir gün bir koza bulur. Kozanın
içinde küçük bir tırtıl vardır. Adam çok sever bu tırtılı, onunla tüm
yalnızlığını, tüm sevgisini paylaşır. Gel zaman git zaman tırtıl
büyür, güzel bir kelebek olur. Adam, kelebeğine hayran... bırakamaz bir
türlü...

Aslında kelebeğin aklında dağlar, kırlar, çiçekler vardır da;
kıyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalnız bırakamaz Onu... Üç
günlük ömrünü sevildiği ve sevdiği yerde geçirmeye hazırdır...

Ama adam bilir ki; "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" ...

Kelebeğine son kez bakar ve onu salıverir özgürlüğüne,
kırlarına, çiçeklerine doğru...

Kelebek mutlu olmasına mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir
çiçek yaprağı adamın avucunun sıcaklığını andırmaz... Aklında adam, o çiçek
senin bu çiçek benim dolaşır saatlerce... Adam bir kelebeğe sevdalı,bakıp
durur boşluğuna. Kelebekse hala konacak sıcak bir avuç aramakta...

Böylece kelebek şunu anlar: BAZEN AİT OLDUĞUMUZ YER ORASIDIR;
SICAK BİR AVUÇTUR BİLİRİZ AMA O YERİN BİZE AİT OLMA İHTİMALİ BİR HİÇTİR ...

Böylece adam şunu anlar: HİÇ BİR SEVDAYI YALNIZCA SEVGİYLE
YAŞATAMAZSINIZ..

O günden sonra kelebek, adama duyduğu özlemi gömecek bir dağ
aramaya başlar, ama gücü tükenene dek arayıp da bulamayınca anlar ki;

HİÇBİR DAĞ BİR ÖZLEMİ GÖMEBİLECEĞİNİZ KADAR BÜYÜK DEĞİLDİR ...

Adamsa artık sevdasını koyar sımsıcak avuçlarına; kelebeğin
yerine...

Herkes bir şeyler yaşar; iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış...
Yaşadıklarından bir çıkarım yaparak hayatına bir yol verir; aynı
zamanda düşüncelerine de...

Bırak SEVGİ seni bulsun...

fiora
28-10-2004, 12:49
Eflatun'a iki soru sormuşlar:
http://smileys.smileycentral.com/cat/3/3_4_10v.gif

Birincisi ; "insanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir ? "

EFLATUN tek tek sıralamış :

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
http://smileys.smileycentral.com/cat/15/15_2_129.gif

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
http://smileys.smileycentral.com/cat/22/22_1_25.gif

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
http://smileys.smileycentral.com/cat/10/10_12_5.gif

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...
http://smileys.smileycentral.com/cat/13/13_7_11.gif

Sıra gelmiş ikinci soruya ;

"Peki sen ne öneriyorsun?" Bilge yine sıralamış ;

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır ...
http://smileys.smileycentral.com/cat/11/11_1_204.gif

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır".
http://smileys.smileycentral.com/cat/11/11_14_11.gif

fiora
03-11-2004, 23:20
Yağmuru sevdiğini söylüyorsun;
Ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyor, saçak altına sığınıyorsun...
http://smileys.smileycentral.com/cat/28/28_2_4v.gif


Güneşi sevdiğini söylüyorsun; Ama güneş çıktığında gölge altına kaçıyor, serinleyecek yer arıyorsun.
http://smileys.smileycentral.com/cat/28/28_1_7v.gif

Rüzgârlı havaya bayıldığını söylüyorsun: Ama rüzgâr şiddetlenince içine ürperti basıyor.
Zira, korkuyorsun !
http://smileys.smileycentral.com/cat/28/28_2_2.gif


İşte bende bundan korkuyorum.
Çünkü beni sevdiğini söylüyorsun
http://smileys.smileycentral.com/cat/11/11_1_205.gif

fiora
06-11-2004, 15:51
BIR SURE SONRA
Bir sure sonra,
bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasindaki
ince farki ogrenirsin.
http://home.no/femma/smilies/penguinvink.gif

Ve askin yaslanmak,
birlikte olmanin da guvende olmak
anlamina gelmedigini ogrenirsin.
http://home.no/femma/smilies/pinglasses.gif

Ve opucuklerin sozlesme
ve hediyelerin de vaat olmadigini ogrenmeye
baslarsin.
http://home.no/femma/smilies/pingwhat.gif

Ve yenilgileri
basin dik ve gozlerin acik karsilamaya baslarsin.
http://home.no/femma/smilies/pinguinRight.gif

bir cocugun uzuntusu ile degil, bir yetiskinin
zerafeti ile,
Ve herseyi bugunu dusunerek yapmayi da ogrenirsin.
http://home.no/femma/smilies/pingwritesleep.gif

cunku yarin ile ilgili hersey belirsizdir.
http://home.no/femma/smilies/pengack.gif

Bir sure sonra gunes isiginin yakici oldugunu
ogrenirsin
http://home.no/femma/smilies/calimero1.gif

eger fazla maruz kalirsan

Bu yuzden,
baska birisinin sana cicek getirmesini beklemeden
kendi bahceni yarat
ve kendi ruhunu kendin susle.
http://home.no/femma/smilies/Penguinseek1.gif

Ve goreceksin ki dayaniklisin...
Ve kuvvetlisin,
Ve degerlisin.

http://home.no/femma/smilies/gpalacepi76.gif

Veronica A. Shoffstall

bıcırık
18-11-2004, 01:38
Dogrusu hiç aklima gelmemisti, yüzyillik bir takvimin dörtte üçünü tüketip, arkamda birakacagim.
Gençken ömür gölünün öteki kiyisi, o kadar uzaklarda görünüyor ki... Ve kiyiya yaklastikça, çok yakin görünüyor arkada biraktigin kiyi. Kiyilari her yolcusuna göre degisip duran, büyülü bir sudur ömür gölü...
* * *
Bazen düsünüyorum: - Hayat bana ne ögretti, diye... Pek bir yanit bulamiyorum. Sadece gözlemim o ki, bedelini ödemeden geçemiyorsun ömür gölünü. Ya bedelini pesin pesin ödeyerek yaklasiyorsun öteki kiyiya; ya öteki kiyiya bedelsiz yaklasmaya kalkiyorsun ve kabaran dalgalariyla göl, mutlaka senden çikartiyor geçisin bedelini.
Bazen "basari nedir", "mutluluk nedir" sorulari da takilir aklima. Ömür gölünden geçerken gördüm ve anladim ki, insanlar bu tür soyut kavramlarin tanimlamasiyla pek ilgilenmiyorlar. Örnegin kimi servet sahibi olmayi basari zannediyor, kimi politik paye sahibi olmayi. Bana sorarsaniz "basari"nin çitasi çok daha yüksek.
"Kimseye yalan söyleme ihtiyacini duymayacak bir düzeye erismis olarak yasamaktir basari; dürüst oldugundan ötürü degil, ihtiyaç duymadigindan ötürü". Picasso, yahut Einstein; kime karsi duyacakti ki, yalan söyleme ihtiyacini?
"Mutluluk ise, sevdiginle zamani süresiz unutmaktir" bence...
"Basari"yla "mutluluk" da pek beraber olmuyor. Mutlular, bos veriyorlar, zamani basariya dogru kanatlanarak unutmaya... Ve yine bendenize göre, ömür gölünü geçerken sevdigin isle ugrasmaktan aldigin lezzet; ondan sagladigin kazanci harcarken aldigin zevkten daha büyükse, pekala "yasamis" sayilabilirsin.
"Varlikli" olma hasmetiyle gözleri kamasanlar, görmeyebilirler "var olma" nakislarinin gizli tadini...

Çetin Altan

GÜNÜN SÖZÜ:
Yaşamımda edindiğim en büyük bilgi şudur: Kendi kendine yardım etmeyi bilmeyene, hiç kimse yardım edemez.
Pestalozzi

chaotic
18-11-2004, 02:20
"Kimseye yalan söyleme ihtiyacini duymayacak bir düzeye erismis olarak yasamaktir basari; dürüst oldugundan ötürü degil, ihtiyaç duymadigindan ötürü".

Harika bir başarı tanımı. Teşekkürler bıcırık.

b.a.b.a.l
18-11-2004, 10:03
Büyük usta Altan' dan yine muhteşem bir yazı. Tek kelimeyle muazzam bir anlatım.

bıcırık
19-11-2004, 13:32
İçi sıkılıyordu. Anlayamadığı bir duygu içini burkuyordu.

En iyisi ona gitmekti. O yardımcı olabilirdi.
Telefon açtı kahine.
"imkansız, tam çıkmak üzereydim."
"lütfen" dedi kadın, kendisini kıramayacağını düşünerek....
Çok zengindi kadın, ülkenin en zenginlerinden. Doğaüstü güçlere
inanırdı ve
kahinin müdavimlerindendi...
Tabii ki kahin böyle iyi
bir müşterisini kıramamıştı.

Karşılıklı oturuyorlardı.
Önlerindeki suya baktı kahin,
Kaşları çatıldı, gözbebekleri büyüdü, alt dudağı düştü, kafasını
kaldırıp ona
baktı "çok üzgünüm" dedi, durakladı,
belli ki söylemek istemiyordu.
"ne?" dedi kadın ısrarla ve kahin söyledi :

"su'da yarını göremiyorum..."

yıkılmıştı kadın.
Medyum bugüne kadar hiç yanılmamıştı.
yarın olmadığına göre bu gece ölecektı.
ne yapmalıydı?
evine gitti,
vasiyetini yazdı, biraz televizyon izledi.
Uykusu gelmişti. Son gecesiydi
ve
ne yapacağını bilmiyordu.
en iyisi uyumaktı.
Böylece ölürken
Hiç bir
şey hissetmezdi.

Yatağına uzandı, gözlerini kapattı ve...
derin bir uykuya daldı.
Uyandığında güneş yeni doğmuştu,
Kuş sesleri geliyordu.
"cennette miyim?" diye düşündü.

Her şey gece bıraktığı gibiydi.
Kalktı, sabahlığını giydi, salona indi,
Herşey normal gözüküyordu
kahin bu kez yanılmış mıydı acaba?

Masanın üstündeki gazeteye gözü ilişti..

Manşette şöyle yazıyordu :

"ünlü kahin öldü"
.............................

hayatlarını kendi kararları ile yaşamak yerine
başkalarının kararları ile yaşamayı seçenlere..

Forever
20-11-2004, 10:06
Okumuş olanlar vardır mutlaka ama hoş bir yazı...
............
Nedir, ne oluyor, unuttunuz mu yoksa yasadiginizi, günler, kizgin küller gibi bütün duygularinizi kavurup öldürerek mi geçiyor üzerinizden, arzuyla dudaginizi isirdiginiz olmuyor mu hiç, bir müzik sesiyle söyle bir koltugunuzda dogruldugunuz, aniden bir yaz yagmuru gibi bosaniveren sebepsiz sevinçlere inanmiyor musunuz, bir agaç gölgesinde bir an durmak, bir aksam üstü denize baktiginizda bu sonsuz sularin kipirtisina sasmak yok mu artik, elele tutusmak, bir avucun bir baska avuca dokunmasinin yarattigi ürperti de hayal hanesinde kendine bir yer bulmuyor mu, bitti mi bu macera, çekildiniz mi hayattan, hayatin sizin bulunmadiginiz yerlerde yasandigina mi inaniyorsunuz, daha bitmeden bitirdiniz mi her seyi, yorgun ruhunuz yeni coskular için hazir hissetmiyor mu kendini? Delirdiniz mi siz? Bu köse basinda karsiniza ne çikacagini biliyorsunuz, biliyorum genellikle köse baslarinda açlik ve ölüm çikiyor karsiniza ama kim bilir, belki eski bir dosta, belki güzel bir kadina, belki okunmus kitaplar satan bir sahafa da rastlayabilirsiniz, bir piyano sesi duyabilirsiniz ya da bir Rumeli türküsü açik bir pencereden, bir sögüt agaci görebilirsiniz çocukken kabugundan düdük yaptiginiz, dans adimlariyla yürüyen bir çift bacak geçiverir önünüzden, bir oglan bir islik çalabilir, hatta siz bile çalabilirsiniz. "Ne sevinci, ne hayati, ne eglencesi, para yok ki" diyorsaniz eger ve eglenmek için paranin gerekliligine bu kadar inaniyorsaniz, emin olun paraniz oldugunda da eglenemezsiniz, para eglenceyi çesitlendirir sadece ama eglenceyi yaratamaz, öpüsmek parayla degil, sarki mirildanmak parayla degil, "acaba simdi o ne yapiyor" diye düsünmek parayla degil, televizyonda iyi bir film seyretmek parayla degil, sizin için demlenmis bir bardak çayi, bu benim için yapildi diye neredeyse gururla alip, bardagi ince belinden sikica kavrayip içmek parayla degil. Bir tabak semizotunu sevinçle paylasabilirsiniz ve hiç bir pahali lokantada bulamayacaginiz bir tad alirsiniz, eger bir tabak yemegi paylastiginiz, paylasmak istediginiz insansa. Hayat diye bir sey var.


Sadece sizin olan, sadece size ait, içinde sadece sizin gördügünüz çiçekler açan, yalnizca sizin müziklerinizin çaldigi bir bahçe var, sokmayin oraya öyle herkesi, çiçeklerinizi baskalarinin çapalamasini beklemeyin, sarkilarinizi baskalarina söyletmeyin, anladik, ahmakliklar oluyor, aptalca kararlar veriliyor, hepinizin hayatindan bir seyler çaliniyor, hayallerinizi teker teker buduyorlar, ümitlerinizi öldürüyorlar, çaresiz birakiyorlar sizi, yenildiniz belki de, yenilginin agir yarasini tasiyorsunuz ruhunuzda, ama gene de bir hayatiniz var sizin, sadece size ait bir bahçeniz, durup soluklanacaginiz, yaralarinizi yikacaginiz, çiçeklerini seyredebileceginiz bir bahçe, sogukta bir bira içebilirsiniz, bir agacin gölgesinde durabilirsiniz biran, sabaha karsi uyanip her ay yeniden dogan hilale bir bakabilirsiniz, çok sevdiginiz bir kitabi bir daha karistirabilirsiniz, asik olabilir yada asik olmayi düsünebilirsiniz, sevdiklerinizi özleyebilir ve bir gün yeniden kavusabileceginizi hayal edebilirsiniz, geceleri agaçlarin daha degisik koktugunu farkedebilirsiniz, yeni bir salata icat edebilirsiniz, sevgilinizi çirilçiplak soyup evde öyle dolasabilirsiniz, saçlarinizi her zamankinden daha degisik kestirebilir, evinize bir gün de baska bir yoldan gidebilirsiniz, aliskanliklarinizi degistirmek için kendinize karsi müthis bir savas açabilirsiniz.



Hayat diye bir sey var, her zaman size kesfedilecek genis alanlar birakan, ne kadar yasarsaniz yasayin daima bilmediginiz, kuytularina sokulamadiginiz bir hayat, sadece size ait bir hayat. Biliyorum dertler çok, ahmakliklar yapiliyor, sikintilar bitmiyor,günler birbiri ardina burusup eskiyor, yorgunsunuz, belki yeniksiniz. Teslim mi olacaksiniz peki? Hayal kurmayacak misiniz, çilginca sevismeyecek misiniz, bir daha öpüsmeyecek misiniz, agaçlara bakmayacak misiniz, denizlere sasmayacak misiniz, ani ve sebepsiz sevinçlere inanmayacak misiniz, bir tabak semizotunun tahmin edemeyeceginiz kadar lezzetli olabilecegini hiç düsünmeyecek misiniz, sizin için demlenmis bir bardak çayi bardagi belinden kavrayip içmeyecek misiniz, daha bitmeden bitirecek misiniz her seyi.

Delirdiniz mi siz? Hayat diye bir sey var, evet orada, elinizin hemen yaninda duruyor.
Ahmet ALTAN

Forever
22-11-2004, 10:53
Serüvendir yasamak Ne getirir, ne götürür belli olmaz
Birgün aglar birgün gülersin.
En umutsuz aninda
Yaslar süzülürken yanaklarindan
Birden donuverir hatirladiginda Isigin olur , karanliklari delersin
Ya da katilirken kahkahalarla
Yüzünde açan gülleri göstermek istedigin
Belki yanibasinda belki çok uzaklarda
Ama bir YUREK ATISI kadar yakindir sana
Kasvetli bir sabaha merhaba dediginde gülerek
Ya da düz yolda tökezlediginde
Elerini avuçlarinda hissedersin
Çogu zaman yanlizsindir kalabaliklarda
Sahte gülücüklere sahte gülücüklerle karsilik verirsin
Iliskiler vicik vicik
Tiksinirsin
Hani bazen manasizdir yasamak
Ot gibiyim der dalar gidersin
Bir iki kareye takilir gözlerin
O karelerden sevgi akar damarlarina
Dört elle sarilirsin sonra hayata
Meydan okursun , kafa tutarsin
Dünyayi sirtlayip gidesin gelir
Ben de buradayim dersin.
Bir kucak açarsin
Kollarin dünyayi sarar
Bir gülümser , içinde çiçekler açar
Yaninda yüksek sesle düsünür
En mahrem sirlarina ortak edersin.
Kimi zaman kalbini kirdigin
Kimi zaman gönlünü aldigin olur
Almadan veren , çagirmadan gelen vedasiz gidendir
Gün olur araya yollar yillar girer
Ama hep taze simsicaktir anilar
Korkmazsin
Buz üzerine yazili degildir yitip gitmez
Onunla alip verdiklerin
Bilirsin
O benim CAN DOSTUM dersin

BOYNER
23-11-2004, 00:40
Bilgisayar Mühendisi Arkadaş,

İnşallah iyi bir donanımcı veya iyi bir programcı veya iyi bir networkçü veya iyi bir system administrator olacaksın.

Yanlız şu mühim meseleleri sakın aklından çıkarma: Bu kainatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudâtı ve içinde yer yüzünü create etmiş,
güneşi bir power source, ayı bir system clock yapmış. O power source'dir ki
kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz, o donanımcının
ilminin ve sanatının nihayetsizliğini gösterir.

Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam dünya üzerinde
çalışacak şekilde koca hayat programını yazmış, yüzbinlerce yıldan fazladır,
error verdirmeden, crash ettirmeden çalıştırıyor. Eğer onun ne kadar iyi bir
programcı olduğunu da anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle göremediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş ve yine o küçücük
hücrende execute ettiriyor. Madem ki DNA'nın bir program olduğu apaçıktır,
ve bir program programcısız olamaz demek ki senin programcılığın ancak o
büyük zâtın programcılığına ancak bir ayna hükmündedir.

Yine senin bütün hücrelerinden oluşturduğu network'ün içinde hadsiz
protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, madem ki senin de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor. Ve madem ki sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye işık, ses gibi türlü mediayı hazırlamış kullandırıyor, ve sen bunları keşfeder, kullanır fakat bir yenisini ekleyemezsin, o halde öyle büyük bir network uzmanı zât vardır ki senin her türlü ihtiyacını bilir, ona göre teçhizatını verir. Senin networkçülüğün ancak onun, sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir.

Arkadaş, aldanma! Şu güzel dünya hayatı programı bir limited trial version'dur, görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiç bir surette save edemiyorsun. Öyle ise, bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel bir program yapsın ve yaptığı programda about kesimi koyup kendini tanıttırmasın.
Öyle ise bu kainatın en büyük donanımcısı, programcısı, networkçüsü ve system administrator'u olan zâtın her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren,
full versiyonunu kazanmak için çalış. Unutma ki hiç bir hareketin atlanmadan çok dikkatli loglar tutuluyor. Bu loglar herşeye gücü yeten o system
administrator tarafından kontrol edilecektir.


Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere, tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalaleti karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.

SunShine
23-11-2004, 10:20
KHÖ : Çarpacağım galiba, bunu foruma yazmalıyım. :eek:
KHS : Niye yazayım ki, sanki forumda kaportacı mı var ki. :D


KHÖ : Nihayet bir hava yastığının açılışını yakından göreceğim. :cool:
KHS : Tüh açılmadı, göremedik. Kısmet, başka sefere. :D


Efendiim.

Dün akşam arabayı bir direğe vurdum.

Merek etmeyin, hasar yok. Direk sapasağlam. :D
Ama araba öyle değil.

Benim de saçım bozuldu.
Olsun zaten en son sabah taramıştım. :roll:

Bu vesile ile, buzlu, karlı günlerin başladığı bu zamanlarda hepinize kazasız belasız günler dilerim.

Hepinizin geçmiş olsun dediğini duyuyorum sanki. O sebeple teker teker geçmiş olsun demenize gerek yok.

Emin olun hepinizi duyuyorum. :roll:

Saygılar, sevgiler.

GeçmişOlsunSunShine

Açıklamalar.

KHÖ : Kazadan mili saniyeler önce.
KHS : Kazadan hemen sonra.

Forever
23-11-2004, 10:28
Biz yinede diyelim... Veya herkes adına diyeyim "GEÇMİŞ OLSUN" Sn. SunShine...

gemici
23-11-2004, 11:14
GeçmişOlsunSunShine.direğe bir şey olmadığına sevindim..................tabiiki saçlarına üzülmedim desem yalan olur...............

gemici
23-11-2004, 11:39
şiirleri sen mi yazdın justice .çok güzeller......................

Forever
23-11-2004, 12:19
Okumuş olanlar vardır...
Yazarını hatırlamıyorum özür......

Bir Denizfeneri.. Okyanusla sonsuza dek komşu.
Okyanusun mu ona daha çok ihtiyacı var yoksa,
denizfeneri mi okyanus için vazgeçilmez bir sevgili?

Gündüzleri, denizfeneri isyanlarda... Çünkü yanı başındaki
biricik sevgilisi gözlerinin önünde güneşle ihtirasla sevişmekte.
Hep gece olsun ister, sevgilisi ona kalsın, yalnız onda bulsun
gecedeki renginin güzelliğ ini... Deniz feneri, küçücüktür okyanusa
göre ama güneşin aşkından daha büyüktür a ş k ı okyanusa...

Geceleri ise denizfeneri, mutluluklar peşindedir, gecenin esrarengiz
sessizli ğ inde. Her ışı k turunda çıldırır deniz feneri zevkten, adeta
dans eder okyanusun en uzak noktalarına uzanarak. Daha gerçektir
denizfeneri, gece sadece o ve okyanus vardır sınırlı görü ş gizlili ğ inde.

Gündüzleri deniz feneri bir hiçtir bütün aldatmalara şahit olarak.
Güneş ise gece olunca bu hissi göremez.. Gece, deniz feneri ile
okyanusun aşkının dans edişine güneş şahitlik yapmaz..

Gün bitiminde ve başlangıcında teslim ederler sevgili
okyanuslar ı n ı birbirlerine güne ş ve deniz feneri.

Güneşin okyanusla arasına giren bir engel
vardır kimi zaman, bu işkencedir güne ş i küçülten.
Bulutlardır, bu hain, gündüz aşkında güne ş e okyanusu
göstermeyen. Güne ş ise tüm gücüyle savaşır okyanusa ulaşmak
için. O kadar yaklaşır ki, bulutlara bulutlar, yoğunlaşır, yoğunlaşır
ve gökyüzü a ğ lamaya başlar okyanus hasretinden hesapsızca titrer.

Okyanus bütün damlalar ı özlemle kucaklar, her damla onu güne ş ine
daha çok yaklaştırmaktadır. Gökyüzü ağlar, ağlar ta ki son damlası
bitene kadar. Okyanus damlalarla büyür büyür büyüklü ğ üne daha
hacim katarak a ş k ı n ı n sevgi damlalarıyla. Bilmezdi okyanus,
her yağmurla sevgisini ona iletmek isteyen bir güneşinin
oldu ğ unu. Her yağmur yağdığında okyanus kızar
güneşine gündüz onu terk ettiğini düşünür,
hırçınlaşır, dalgalanır öfkesinden bilemez
güne ş inin ona ulaşmak için savaştığını .

İntikamını deniz fenerinden alır okyanus,
onun neden gündüz sevgilisi olmadığını defalarca
kamçılayarak sorar deniz fenerine. Dalgalarını büyütür,
cevap alamayınca deniz fenerinden.. Deniz feneri onu teselli
edemez, çünkü o sadece gece vardır gerçek gecededir onun için.
Ağlayamaz deniz feneri, ağlamayı deliler gibi istesede, gözyaşları
yoktur, ulaşmak istesede ulaşamaz gündüz sevgilisine.
Çaresizdir deniz feneri, sadece bir dilek geçirir içinden
rüzgarâ yalvarır `bulutları kaçır buradan` diye,
güneşin çıkması sevgilisine sevgi dolu
ışıklarını göndermesini diler.
Okyanusunun mutlulu ğ unu ister
hesapsızca... Çünkü tek mutlulu ğ u budur
deniz fenerinin. Ağlayamaz, gündüz ona ulaşamaz,
konuşamaz hislerini okyanusuna. Her okyanusun
sahilinde bir deniz feneri vardır.
Her gece deniz fenerleri gemilere okyanusa olan
a ş k ı n ı haykırırlar, ümitsizce, yarınlarını hiç düşlemeden...
Ve her gece hikayelerini anlatmak için
gemileri beklerler sonsuz gecelerde...

gemici
23-11-2004, 12:26
seni zahmete soktum böyle bir amacım yoktu kusura bakma justice..................

Forever
24-11-2004, 17:37
VAR MI SEVDA GİBİSİ...???

Gökyüzünde dünyayı yaşarken
sonsuz özgürlüğümle birlikte,
yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden...
Bir su damlasıydım,
güneşin ışıklarında renklerle oynayan,
karanlıklar da yıldızlarla konuşan...
Mutluydum rüzgarla birlikte maviliğe savrulurken,
mutluydum kuşlarla kanat çırparken.
Mutluydum gökkuşağı olup renkleri saçarken....
Takılmışken bir bulutun peşine,
görürdüm yaşayanları yeryüzünde...
Hepsi zamanla koşar gibi, hep bir şeylerin peşinde....
Bazen bir kuşun kanadına karışır,
uçardım onunla rüzgara karşı, çığlıklarla birlikte...
Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye?
Özgürlük derlerdi bana...
Göklerde özgürce kanat çırpabilmek,
rüzgara baş kaldırmak...
Ama yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır,
ağırlaşan kanatları daha fazla çırpınamazdı
damlalar karşısında...
Sığınırken bir kaya kovuğuna,
özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce...
Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına,
gücü hissedebilmek için...
Toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim,
azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim,
yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim...
Terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden...
Altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru
hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım..
Koşmaya başladım bir an önce
toprağa kavuşabilmek için...
Yaşamı hissedebilmek için..
Yaşam olabilmek için..
Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış...
Sıcaktı toprak, gökyüzünün olamadığı kadar..
Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle...
Sevdim onu...
Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte...
Toprağın derinliklerinde,
karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim..
Zaman geçtikçe büyüdüm, çoğaldım...
Yerimde duramaz hale geldim..
Güneşi özledim...
Yıldızlara merhaba demek istedim....
Terk ettim toprağı...
Sıcaklığını, şefkatini....
Bir sabah çiçekler açarken
gökyüzünü gördüm yeniden...
Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür...
Aktım gittikçe büyüyerek..
Beni sarmalayan toprağa dokunarak aktım..
Nereye gittiğimi bilemeden...
Sadece yaşamı öğrenebilmek için aktım..
Benimle çiçekler açtı ağaçlarda,
topraktan otlar fışkırdı delicesine...
Ben onlara yaşamı sunarken,
cevap veremediler bana
yaşam nedir diye sorduğumda...
Büyümek istedim...
Daha hızlı akmak, denize kavuşmak istedim..
Aktım gökyüzünün görünmediği
ıssız ormanların arasından,
yıllardır kımıldamaktan korkan taşları
peşimde sürükleyerek, başkaldırırcasına...
Başakların rüzgarla dans ettiği
ovalara geldiğimde duruldum..
Onları seyredebilmek için yavaşladım...
Sordum uçuşan kelebeklere yaşamı...
Rüzgarla dans mı diye?..
Cevap vermediler bana...
Denizi aradım uzaklarda, görebilmek için köpürdüm,
taştım ona bir önce dokunabilmek için....
Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye
başlamamışken Dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm...
Gördüm orada canlılığı, başkaldırmışlığı, hasreti...
Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim..
Koynuna girmek istedim bir sevgili gibi..
Sevişmek istedim onunla...
Yaşamı istedim ondan..
Dokunduğumda denize,
balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize...
Bir oldum onunla..
Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum,
deniz oldum, okyanus oldum..
Kapladım dünyayı canlılığımla...
Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım..
Derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum...
Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize...
Cevap alamadım...
İnsan olmak istedim..
Yaşamın ne olduğunu öğrenirim diye..
Döl oldum genç bir erkeğin ateşli vücudunda..
Yıldızlı bir gecede can oldum bir dişiyle...
Büyümeye başladım
içinde olduğum insana fark ettirmeden..
Büyüdüm, büyüdüm...
Aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana
güven verdi, huzur verdi...
Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim...
Güneşe sarılmak istedim...
Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim..
Yaşamı insanlara sormak istedim..
Işıkla tekrar kavuştuğumda
özgürlüğümü hissettim yeniden..
Küçük bir su damlasıyken gezdiğim gökyüzünü
yeniden görebilmek mutluluk verdi..
Büyüdüm zamanla...
Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte..
Sordum insanlara yasam nedir diye?..
Cevap veremediler..
Bir gün aşık oldum birisine,
neden diye sormadan kendime...
Bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak,
bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini...
O zaman anladım ki, yaşam sevgidir..
Sadece sevgi

Forever
13-12-2004, 11:45
-------- Korku Tüneli --------
Korkmaya ihtiyacı vardı. Yemeğini yemiş,
suyunu içmiş ve uyumuştu.
Artık filmler yetmiyor, insan yiyen böcekler,
dinozorlar, vampirler, uzay yaratıkları
ve zombiler heyecanlandırmıyordu onu.
Mısırını yerken perdeden pençeler fırlıyor,
gazozunu içerken kan fışkırıyordu.
Zarar vermeyen korku, ne gÜzel korkuydu.
İşte emniyet içinde koltuğunda oturuyordu.
Birazdan film bitecek, sinema,
kalabalığı damperli bir kamyon gibi
caddeye boşaltacaktı. Korkmak
için para ödüyordu sinemalara.
Korkmaya ihtiyacı vardı.


Yeni açılan bir lunaparktan sözetmişlerdi.
Korku tüneli müthişmiş.
Bayılanlar oluyormuş heyecandan.
Abartıyorlardır, dedi kendi kendine.
Seyrettiği filmlerdeki en korkunç
sahneler bile kılını kıpırdatmıyordu.
Alışkanlığın elleri boğuyordu heyecanını.
Yine de denemeye değerdi.
Yemeğini yemiş, suyunu içmiş ve uyumuştu.
Korkmaya ihtiyacı vardı.


Lunapark rengarenk ışıklarıyla şehrin
ortasında devasa bir gecelambası
gibi yanıyordu. Bir balerin kulak
zarlarını titreten müziğin eşliğinde
dansediyor, uçuşan eteklerinden
çığlıklar yükseliyordu. Donuk gözleri
döndükçe kah bir palyaçoya,
kah çocuğunun elinden tutmuş bir
babaya, kah bir baloncuya değiyordu.


Aynı müziği dinlemekten, aynı şekilde
dansetmekten bıkmış gibiydi.
Yüzünde korkunç bir ifade vardı.
Eteğindeki insanları silkelemek
havalara fırlatmak geçiyordu içinden.
Ama kumanda odasındaki adam
izin vermiyordu ona. Bir düğmeye
basınca hızlanıyor, bir düğmeye
basınca yavaşlıyordu. Durması
için bir düğme yetiyordu.


‘Bu kez dinlemeyeceğim,’ dedi balerin.
‘Yavaşla’ düğmesine rağmen
dönüşünü hızlandırdı. Kumanda
odasındaki adam şaşırmıştı.
Balerin gittikçe hızlanıyordu.
‚çığlıklar birbirine karıştı. ‘Yavaşla’
düğmesi çalışmıyordu. Operatör
bütün gücüyle basıyordu düğmeye.
Balerin deli gibi eteklerini savuruyor,
imdat sesleri yükseliyordu.


Korkmaya ihtiyacı olan adam,
bu işte bir tuhaflık olduğunu düşündü.
Balerinin asit dolu gözleri üzerine
değince yandığını farketti. Kendi
etrafında bir tur daha atar atmaz
gözünün içine bakmalı ve
‘Hadi ama yeter!’ diye azarlamalıydı onu.


Birden kumanda odasındaki
‘yavaşla’ düğmesi Çalıştı.
Balerin yavaşladı ve durdu.
İnsanlar korku ve isyan içinde kumanda
odasına doğru yürürken, balerinin
dudaklarında hınzır bir gülümseme belirdi.


Korkmaya ihtiyacı olan adam,
‘Bu lunaparkta bir gariplik var,’ dedi.
Balerin ‘Hadi ama yeter!’ sözüyle
yavaşlamIş olabilir miydi? Tesadüftü elbette.
Ya gülümseme... ‘Bu kadar
Çok korku filmi izlersen böyle olur,’
dedi kendi kendine.


Korku tüneline doğru giderken
atlıkarınca çıktı karşısına. ‚çocuklar
atlara binebilmek için sıra bekliyordu.
Siyah, beyaz, kırmızı, mavi,
yeşil, mor, rengarenk atlar yükselip
alçalarak dönüyorlardı. Kalabalığın
arasına karışıp çocukları seyretmeye başladı.


Neşeyle atların kafalarını sallıyorlar,
Çayırlarda dağlarda koşturuyorlardı.
İnsanı yere atmayan at, ne güzel attı.


‚çocuklardan sadece biri gülmüyordu.
Neredeyse ağlamak üzereydi.
Dikkatle baktığında bir tek onun
atının başını sallamadığını gördü. ‚çocuk
başın iki yanındaki kulpları itmeye
Çalışıyor, ama at inatla kafasını sallamıyordu.


Başını sallamayan atı incelemeliydi.
Döndüğü için sadece önünden geçtiği
anlarda bunu yapabilirdi. Anneler,
kendi Çocukları önlerinden geçtikçe
el sallıyorlardı. işte onun atı da geliyordu.
‚çocuk hala başını sallamaya uğraşıyordu.
Tam önünden geçerken atın başına
eliyle hafifçe vurup ‘Aptal şey’ dedi.


At aniden başını çevirdi. Garip bir ses
Çıkartarak elini ısırmaya çalıştı.
Sonra dişlerini göstererek uzaklaştı.
Adam ‘Abarttın’ dedi kendi kendine ‘Abarttın’.


O sırada bir palyaço yaklaştı yanına.
Kocaman kırmızı burnu ‘Gondolu gördün
mü, gel!’ derken bir aşağı bir yukarı oynuyordu.


Gondol şeklindeki bir salıncaktı bu.
Kayığın uçları sırayla gökyüzünü yokluyordu.
Her inişte yere bir parça karanlık indiriyor,
her yükselişte göğe bir parça çığlık taşıyordu.
Palyaço ‘Sen de bin!’ dedi. O, lunaparka
sadece korku tüneline girmek için gelmişti.
Hesapta ‘gondol’ yoktu. Palyaço
‘Hadi!’ diye ısrar etti.
Kıramadı. Gondol boşaldıktan sonra
ucunda kaptan heykeli bulunan tarafa yerleşti.
Bakalım yanına kimler oturacaktı.
Hayret! Hiç kimse gondola binmek
istemiyordu. Aşağıda biriken
meraklı kalabalık, gondolun hareket
etmesini bekliyordu. Tedirginlik
içinde ‘Başka yolcu yok mu?’
diye sordu. Palyaço ‘Hayır!’ dedi.


Gondol hareket etmeye başladı
. …önce ağır ağır, sonra hızlı hızlı sallandı.
Daha sonra uçarcasına gidip gelmeye başladı.
Bir önceki seferde yolcular beraber çığlık
atarak heyecanlarını bölşüyorlardı.
Korkuyu bile paylaşmak güzeldi.
Oysa şimdi... Palyaço aklından
geçenleri anlamış gibi elini havaya kaldırdı.
Bunun Üzerine aşağıda biriken kalabalık
‘Heey!’ diye bağrıştılar.
Artık kayığın her düşüşünde el kalkıyor,
aşağıdakiler hep birlikte çığlık atıyordu.


O kadar hızlanmıştı ki bir an yerinden
fırlayacağını zannetti. Elleriyle yapışmıştı
önündeki demire. Başı dönüyor,
midesi bulanıyordu. Palyaço elini
artık kaldırmıyor, kalabalıktan çıt çıkmıyordu.
Ay ışığı gondolu ve yüzünü yalıyordu.
Sarı bir yüzdü bu. aniden sırtında bir
şey hissetti. Sırtına dokunuluyordu.
‘Yok canım!’ dedi. ‘Gondolda benden başka
kimse yok’. Ancak arkadaki hareket Israrlıydı.
Dürtükleme, neredeyse tekmeye dönüşecekti.
Arkasına dönmeye cesaret edemiyordu.


‘Hey baksana buraya!’ diye bir fısıltıyla ürperdi
kulağı ve vücudu birden buz kesti.
Arkaya hala bakamıyordu. ‘Kimsin sen!’
dedi kendi kendine ‘Kaptan!’ dedi arkadaki
ses. ‘Gemimde ne işin var?’
Bütün cesaretini toplayarak arkaya döndü.
Tahtadan bir kaptan heykeli...
Hiçbir hareket yoktu. ‘İnmeliyim!’
diye bağırdı palyaçoya ‘İndir beni!’.
Palyaço elini kaldırdı. Seyirciler son
kez ‘Heey!’ diye bağrdılar. Gondol durdu.
Fena halde dönüyordu başı.
Hemen eve gitmeliydi. Vakit geç olmuştu.


Palyaço: ‘Ya korku tüneli,’ dedi.
‘Oraya girmeyecek misin?’
‘Nereden biliyorsun?’ diye sordu
Ürpererek. ‘Korku tüneli için geldiğimi
nereden biliyorsun!’ Palyaço bu soruyu;
‘Bildiğim bir şey yok. Lunaparka gelen
herkes korku tünelini görmek
ister.’ diye cevapladI.


***


RaylarIn Üzerinde yürüyen arabalar,
yolcusunu alır almaz hareket ediyor,
korku tünelinin kapısına Çarpıp içeri dalıyordu.


Sonunda sırası gelmiş, arabası hızla
karanlığa karışmıştı. Hiçbir şey görünmüyordu.
YağlanmamIş tekerleklerin raylar
Üzerinde çIkardığı metalik ses sinir bozucuydu.
‚çok geçmeden sirenler çalmaya, çığlıklar
yankılanmaya başladı.Kendisinden
öncekilerin çığlıkları olmalıydı.
Demek sürprizler yaklaşıyordu.


Arabası tam bir virajı alıyordu ki
aniden yavaşladı. Karşısına, ağzını açıp
kapayan ve pençesini sallayan bir ayı Çıktı.
Kırmızı ışıkla yüzü aydınlatılmıştı ve garip
sesler çıkarıyordu. Klasik korku tüneli numaraları,
diye düşündü. çok geçmeden kervana
başka vahşi hayvanlar da katıldı. Peşi
sıra mumyalar, başına balta, göğsüne
bıçak saplanmış adamlar, cadılar,
hortlaklar, cüzzamlılar sökün etti. İskeletler
ona el sallarken, gülüyordu. Aman ne korkunç!
Niye girmişti ki tünele? aniden boynuna sarkan
yılan dışında, hiçbir şeyden ürpermemişti.


Araba hızlanmaya başladı. Artık garip yaratıklar
çıkmıyordu karşısına. Demek tünel yolculuğu bitiyordu.
İşte kendinden önceki araba da tünelden Çıkıyordu.
İçeriye sızan ışık çıkış kapısını aydınlatıyordu.


Tam kapının önüne gelmişti ki araba aniden durdu.
Elektrikler mi kesilmişti acaba? Hayır!
Araba geri geri gitmeye başladı. Ne oluyordu?
Sistemde bir arıza mı vardı? Ya kendisinden
sonra tünele giren arabalarla Çarpışırsa! Belki onlar
da geri geri gidiyordur, diye düşünürken, araba daha
önce yanından geçtiği bir mağaranın içine dalıverdi.
Korkunç bir hızla yokuş aşağI gidiyordu.
Siren sesi kesilmişti. Sadece tekerleklerin
gıcırtısı duyuluyordu. Zifiri karanlıkta hiçbir
şey görünmüyordu.


Gözlerini yumup tünelden Çıkıncaya kadar
açmamaya karar verdi. Ancak şiddetli bir
gökgürültüsü, bu kararını bozmakta gecikmedi.
Şimşekler Çakıyor, mağaranın duvarını yer
yer aydınlatıyordu. Aydınlanan yerlere
fotoğraflar yapışıyor ve düşüyordu...


Caddenin ortasında kan kaybediyordu adam.
Görünürde ambülans yoktu. Bir başka
adam tezgahta böbreğini satıyordu.
Vitrin camlarIna gözler yapışmıştı. Adama bak!
Evini yıkmasınlar diye elini doğruyordu.
Ya mavi elbiseli kız, neden okula alınmıyordu?
Bir dede torunlarını boğuyor, bir Çocuk babasını
tokatlıyordu. Beyaz, kanı ne çabuk sarıyordu!
İlanlar yapıştırılıyordu duvarlara. Kasap Çengelleri
için kuzu aranıyordu. Kapsama alanı
dışındaydı herkes. Bütün tuşlardan aynı ses geliyordu.


Sonunda fotoğraflar düştü, gökgürültüsü kesildi,
şimşekler söndü Karanlık hakim oldu mağaraya.
Yine hiçbir şey görünmüyordu. Araba hızla devam
ediyordu yoluna. Ya bu ıslaklık?
Yağmur mu yağıyordu? Ellerine, başına,
yüzüne damlalar düşmeye başladI.
Sık sık eliyle yüzünü siliyordu. Araba uçuyor, rüzgarı
yüzündeki ıslaklığı soğutuyordu.


VE DURDU...


EVET ARABA DURDU!


Karşısındaki duvarda cılız bir ışık yandı.
Aman Allah’Im! Bu nasıl bir adamdı?
Elleri, yüzü, her tarafı kan içindeydi.
Kolunun biri kopmuş, gözleri oyulmuş,
kalbi sökülmüştü. Hayır, bu bir oyun olamazdı.
Kan kokusu duyuyordu. Bu kadar doğal
bir maket olamazdı! Olabilir miydi yoksa?
Ona dokunmalıydI. Korkudan kalbi yerinden fırlayacaktı.
Dokunmalıydı ona. Elini yaklaştırdı.
Titriyordu. Loş ışıkta duran adama dokundu.
Kanın sıcaklığını neden duymuyordu?
Etin yumuşaklığını neden hissetmiyordu?
Soğuk, parlak bir yüzeydi dokunduğu.
Biraz daha dikkatli baktı: AYNA!


AYNAYA DOKUNUYORDU

Forever
17-12-2004, 10:53
...

Forever
22-12-2004, 10:22
...

BOYNER
24-12-2004, 00:06
Jack yavaşlamadan önce Takometreye baktı: Hız limitinin 50 mil olduğu
yerde 73 mil ile gidiyordu ve son dört ay içerisinde dördüncü defa polis
tarafından durduruluyordu. Bir insan nasıl bu kadar şanssız olabilirdi?

Jack arabasını sağa çekti. "İnşallah şu anda yanımızdan daha hızlı
bir araba geçer" diye düşünüyordu.

Polis elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi.
Bob? Bu Polis Kiliseden Bob değil mi?

Jack iyice arabasının koltuğuna sindi. Bu durum bir cezadan daha
kötüydü. Kiliseden tanıdığı bir Polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın
birini durduruyordu. Hem de hızlı gidip, trafik kurallarını ihlal ettiği
için.

?Merhaba Bob. Birbirimizi yeniden böyle görmemiz çok ilginç"
"Merhaba Jack" Bob gülümsemiyordu.

"Beni, karımı ve çocuklarımı görmek için eve giderken yakaladın
''Evet öyle" Bob umursamaz görünüyordu.

"Son günler eve hep çok geç geldim. Çocuklarım beni uzun süredir hiç
görmedi. Ayrıca Diana bana bu akşam Patates ve biftek yiyeceğimizi
söyledi. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"

"Evet ne demek istediğini anlıyorum. Ayrıca trafik kurallarını ihlal
ettiğini de biliyorum." diye cevapladı Bob.

"Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi. Taktik değiştirmek
gerekli" diye düşündü Jack

"Beni kaç ile giderken yakaladın?"
"Yetmiş. Lütfen arabana girer misin?" dedi Bob.

"Ah Bob, bekle bir dakika lütfen. Seni gördüğüm anda Takometreye
baktım. Sadece 65 mil ile gidiyordum."

"Lütfen Jack, arabana gir" diye üsteledi Bob.
Jack canı sıkkın bir şekilde arabasına girdi, kapıyı çarparak
kapattı. Bob not defterine bir şeyler yazıyordu.

"Bob niye benim ehliyetimi ve araba ruhsatımı istemiyor ki" diye
düşündü Jack.

Ne olursa olsun, bundan sonra kilisede bu adamın yanına oturmaktansa,
birkaç Pazar Jack kiliseye gitmeyecekti.

Bob kapıyı tıklatıyordu. Jack arabasının penceresini 5 cm kadar açtı.

Bob Jack'a bir kağıt verdi ve gitti.
"Ceza değil bu" diye kendi kendine söylendi Jack. Bir anda sevinmişti. Bu bir yazıydı ve kağıtta şunlar yazıyordu:

"Sevgili Jack, benim bir kızım vardı. Altı yaşındayken çok hızlı araba kullanan biri tarafından öldürüldü.
Bu kazadan dolayı, adam cezalandırıldı. 3 yıl hapishane cezasıydı bu.

Bu adam hapishaneden çıkınca kendi çocuklarına sarılıp, öpüp, onları tekrar koklayabildi.
Ama ben... Ben kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmek için, cennete
gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kerede başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır, ama hala kızımı düşünüyorum. Lütfen benim için dua et ve dikkat et Jack, tek bir oğlum kaldı.."

Jack 15 dakika kadar bir süre yerinden kıpırdayamadı. Daha sonra
kendine gelip, yavaş yavaş evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve
karısına sıkıca sarıldı.
Hayat çok değerli, sürekli dikkat et. Dikkatli araba kullan ve
başkalarının hakkına saygı göster. Hiçbir zaman unutma, istediğin
kadar araba satın alabilirsin, ama insan hayatını asla...

hakkinen
24-12-2004, 22:55
Çölde yolculuk eden iki arkadas hakkinda bir hikaye anlatilir. Yolculugun bir asamasinda iki arkadas tartisirlar biri ötekine bir tokat atar.

Tokati yiyenin cani çok yanar ama tek kelime etmez ve kumun üzerine su
sözleri yazar:

BUGÜN EN IYI ARKADASIM BANA BIR TOKAT ATTI.´

Yikanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler.

Tokadi yiyen yikanirken bataga saplanir bogulmak üzereyken arkadasi
tarafindan kurtarilir.

Tam selamete çiktiktan sonra bir kaya parçasi üzerine su sözleri kazir:

BUGÜN EN IYI ARKADASIM BENIM HAYATIMI KURTARDI.´

Tokadi vuran ve sonra en iyi arkadasinin hayatini kurtaran kisi ona söyle
der,
Senin canini yaktigimda bunu kum üzerine yazdin ama simdi kayaya
kaziyorsun,neden? ´

Öbür arkadas ona söyle cevap verir.
Biri bizi incittiginde bunu kum üzerine yazmaliyiz ki bagislama rüzgari
estiginde onu silebilsin.
Ama biri bize iyi bir sey yaparsa onu kayaya kazimali ki onu hiçbir
rüzgar yok etmesin. ´

INCINMELERINIZI KUMA, GÖRDÜGÜNÜZ IYILIKLERI KAYALARA KAZIMAYI ÖGRENIN.

Denilir ki: özel birini bulmak bir dakikanizi alir,onu degerlendirmeniz
bir saat içinde olur,
onu sevmek için bir gün yeter ama sonra onu unutabilmek için bir ömrün
geçmesi gerekir.

fiora
31-12-2004, 14:46
Kendini yorgun hissetsen de,

Başarı senden kaçsa da,

Hatta ihanet sana acı verse de,

Bir hayal yok olsa da,

Gözyaşları gözlerini yaksa da,

Kimse gayretini farketmese de,

Nankörlük ödülün olsa da,

Anlayışsızlık seni gülmekten alıkoysa da,

Ve hatta herşey hiçbirşey olsa da,

Yeni yılda herşeye yeniden başlamaktan

Vazgeçme!

Gelecek, güzel sürprizlerle dolu olabilir,

Umudunu yitirme.

Mutlu Seneler!

alanyafatihi
31-12-2004, 15:16
sami hocaoğlu yenişafak 31 Aralık 2004
Tufanı çok Nuh'u yok dünyada kimliksiz kalmak

Bir yanda gömecek kuru bir toprak parçası bulunamadığı için cesedi çürümeye terkedilmiş on binler, öte yanda yılın diğer günlerinden farkı olmayan bir günü "cennete giriş müjdesi" gibi kutlayan çılgın yığınlar. Ve onları kobay olarak kullanan gözü dönmüş kapitalizm.

Bir yanda çürümüş cesetler, öte yanda çürümüş ruhlar.

Ruh çürümesi, ceset çürümesinden bin beter.

Çürümüş cesetlerden yayılan koku, çürümüş ruhlardan yayılan pis kokunun yanında misk ü amber.

Birini gömersin, olur biter. Ya diğerini? Onu kim, nereye gömer?

Kim yıkar cenazesini ölü ruhların, cenaze namazını kim eda eder?

BM'nin yardım eli Asya'nın afetzedelerine belki ulaşır. Ya kimliğini kaybetmek gibi en ağır manevi afete maruz kalmış Türkiye'nin kimlikzedelerine kimin eli ulaşır, kim yardım eder?

En ağır felaketin yarası beş, bilemedin on senede sarılır. Ya bu ülkenin tepesine çöken asırlık felaketin açtığı yaralar kaç vakitte sarılır, kim tedavi eder?

Düşmanına aşık olmak…

Nasıl bir şey düşmanına aşık olmak? Neye benzer?

Kur'an Yahudileşen İsrailoğulları örneğinde buna "maymunlaşmak" der; "aşağılık maymunlar" olmaktan söz eder.

Namusunu kirleten zorbaya aşık olma sendromu bu.

Bakara suresi bunu anlatır. Kendilerine iman ve özgürlük sunan bir Musa'ları vardı. Fakat akılları kendilerini köleleştiren Firavun'da kaldı. Adalet ve özgürlük, men ve selva, kimlik ve kişilik yerine, Mısır'ın "soğan ve sarımsağını" istemek…

Bu, işte bu maymunlaşmak!

Makkabe İsyanları öncesi, İsrailoğulları tarihte hiç olmadığı kadar maymunlaşmıştılar. Düşmanlarını taklit ediyorlardı. İşgalci Helen kültürüne aşık, Helen'den fazla Helenci bir tayfa peyda olmuştu. Dillerini, kültürlerini, ahlaklarını, kıyafetlerini, geleneklerini, yeme-içme şekillerini ve hatta dinlerini bile düşmanın dinine benzettiler. Sadukiyen çizgi böyle doğdu. Başlarına Jason adında Helen "devşirmesi" birini koydular. Bu onların sonunu hazırladı ve iki bin yıl sürecek bir felaketler ve gurbetler zincirinin ilk halkası oldu.

Kendi takvimini atıp Papa III. Gregorius'un adına nispetle anılan "Gregoryen Takvimi"ni "beynelmilel takvim" adıyla millete dayatanlar, bir takvimin geldiği yerden kendi kültürünü de taşıyacağını düşünmemişler miydi dersiniz?

Kim bilir, belki tam da bu amacı güttükleri için böyle yaptılar?

Vayha ki mirim, kimlik değiştirmek gömlek değiştirmeye benzemiyor. Daha doğrusu kimlik değiştirilemiyor, sadece "kimliksiz" kalınabiliyor. Sadece "kimliksiz" mi? Hayır, aynı zamanda "kişiliksiz", omurgasız, koordinatsız, yelkensiz, pusulasız, haritasız.

En beteri de, Nuh'suz…

Tufan mı? O her an kopmaya hazır. Asıl bir milletin tufanı kimliksiz kaldığında, bir bireyin tufanı kişiliksiz kaldığında kopar.

"Ey kavmim!" diyordu Musa peygamber, "Siz kendinize kötülük ettiniz.."

"Ey kavmim!" diyordu İbrahim peygamber, "Siz size yakışanı yapın, ben de bana yakışanı yapacağım!"

"Ey kavmim!" diyordu Şuayb peygamber, "Yalnız Allah'a kul olun, (kula kul olmayın, eşyaya kul olmayın)!"

"Ey kavmim!" diyordu Salih peygamber, "İyilik dururken neden kötülükte acele edip yarışıyorsunuz?"

"Ey kavmim!" diyordu Nuh peygamber, "Sizin başınıza dehşetle imdat dileyeceğiniz (ama kimsenin yardım edemeyeceği) bir felaketin gelmesinden korkuyorum!"

"Yılbaşını kutlamanın hükmü nedir?" sorusunu ciddi bulmuyorum. Benim daha başka sorularım var: Sizin bir zaman tasavvurunuz var mı? Sırf Müslüman çocuklarına çok kültürlü ortamda bir kimlik kazandırmak için "Çocuklarınızın saçını Yahudi çocukları gibi alabros tıraş ettirmeyiniz" diyen Hz. Peygamber'in hassasiyetinden bir hassasiyetiniz var mı? "Kim bir topluma benzeme çabasına girerse, o onlardan olur" diyen Peygamber'in…

Hepsinden öte sizin bir "siz"iniz var mı? Yani "siz" var mısınız, siz "kim"siniz?

Yoksa yok mu? Eğer yoksa, ayağınız göl başınız pınar. Tufana bir nevi bir katkı da benden olsun, kabilinden… Etrafındaki ruhu kokuşmuşlara aldırmadan karada gemi yapmayı sürdürenleri, "Sen hâlâ oralarda mısın?" laflarıyla dalgaya alarak kendi tufanınıza doğru yol alabilirsiniz. Nuh'un asi oğlu Kenan gibi düşünüp, "vadileri su basarsa, dağlara sığınırım" diye teselli olabilirsiniz.

"Ey hayat süren leşler sizi kim diriltecek?" diye soran şaire cevap vermek zorunda değilsiniz.

Dahası, "Ey insanoğlu! Sana böylesine cömert olan Rabbine karşı seni böylesine küstah ve mağrur kılan ne?" sorusunun muhataplarından biri olmadığınızı düşünebilirsiniz. Kimlik ve kişiliği feda etmenin bu kadarcık bir avantajı (!) olmasın mı?

Olur mu dersiniz?

"Ne yerde ne gökte, Allah'ı asla atlatamayacaksınız" (Ankebut, 22)

Forever
04-01-2005, 16:25
Sevdiğimle Yaşlanmak İstiyorum...



Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum.

Benim olduğu kadar dostlarının, dostalarının olduğu kadar benim ol

istiyorum.

Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.

Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.

Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.

Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız.

Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.

Güzel günlerimizi, evimizde bir şişe şarap ve pijamalarımızla

kutlamalıyız.

Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek...

Böylece yaşamalıyız işte.

Sonra çocuğumuz olmalı,

Düşünsene senin ve benim olan bir canlı.

Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız.

Sen arada mızıkçılık yapmalısın ve ben söylenerek almalıyım sıranı.

Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta

kırmalısın.

Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.

Zaman su gibi akıp giderken, herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı.

Herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden

Mutluda olsa, kötüde olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz

olmalı.

Saçlara düşünce aklar, yada gidince aklar, çocukları güvence altına

alıp gitmeli bu şehirden.

Kavgasız, her sabah cinayetle uyanılmayan, sessiz bir yere

gitmeliyiz.

Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız.

Eve gelip benden kahve istemelisin.

Çocuklar gelmeli ziyaretimize, geçmişteki hareketli günlerimizi

anımsamalıyız.

Ben, "Bey" demeliyim sana, sende "Hanım".

Öyle sevmelisin ki beni bu yazdıklarım korkutmamalı seni.

Tebessümler açtırmalı yüzünde.

Birgün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı

yüzümüzde.

Birbirimizi sevmenin gururu olmalı herşeyde...

CAN YÜCEL

Forever
29-01-2005, 11:32
Zor Seçim


Annemin kardeşimi daha çok sevdiğini düşünürdüm.

Çocukluk işte ama öyle düşünürdüm.

İtiraf edeyim...



Küçük küskünlükler sırasında kocamın benden önceki sevgililerini

Benden daha çok sevdiğini düşündüğüm de oldu.

Nedense insan hep en son ve en çok sevilen olmak istiyor.

Sahip olduğu sevgiden daha çoğunu istiyor hep.

Yersiz bir istek ama..

Oluyor işte...

Sevdikleri hep bir tercihte bulunsun istiyor.

Tercih edilen olmak için yapıyor bunu...

***

Güneydoğu Asya'daki büyük deprem sonrasında sulara kapılan bir anne, kucağındaki iki çocuğundan birini gücü kesilince bırakmak zorunda kalıyor.



5 yaşındaki oğlu sulara kapılıyor. Anne ve kucağındaki yirmi aylık oğlu direniyor.

Mucize eseri, sulara kapılan oğlu da, kocası da sular çekildikten sonra ortaya çıkıyor.



Gazetede bu haberi okuduğumda en çok bir cümleye takıldı aklım; "Yaşadıkları bu olayı ne anne ne de 5 yaşındaki Lachie artık unutabilecek..."

***

"Annem beni bırakmıştı..."

Acaba yıllar sonra nasıl bir kişiliği olacak 5 yaşındaki çocuğun.

Gerçekten nasıl gelişecek ruhu?

"Ağladım, ağladım kimse beni duymayınca sustum ve tahtalara tutundum"

demiş...

Annesinin tercihi beyninde nasıl bir kıvrıma sıkışacak acaba?

Hadi biraz daha ileri gidersek; "sevmeye engel bir yara" olacak mı

Acaba bu yaşadığı?

"...Annem beni bırakmıştı"

Çocuklarını kurtarmaya çalışan anne, gücü kesilen kollarından Bıraktığı oğlunun ertesi gün bulunmasından sonra ağlamış. Tanrı'ya şükretmiş.

"Kendimi hiçbir zaman affedemezdim" demiş. Evlerine dönmüşler.

Ama belli ki kurtulmuş hayatlarında artık hep bu olay var...



Bir kere kolları çözülmüş annenin. Ne anne affedebilir kendini, ne

de Lachie annesini...

***

Bazen yakınım dediğiniz insanların ihaneti de sizi sulara bırakması

Gibi değil midir?



Mesela arkadaşımdır dediğiniz birinin sizi kırmızı soğanlı lakerda

ile pilaki arasındaki tabağa sarhoş mezesi yapması?



Arkanızdan konuşması...



Öyle ya, bu yiyeceklerin ve içkinin yanına bir de konu lazım...



Uzatılacak, iştahlandıracak, rahatlatacak...



"...Annem beni bırakmıştı" kadar sızlatır bence bu gerçek insanın

kalbini...



Sevgi tercih kabul etmiyor



Ama hayat hep bir tercihe sürüklüyor insanı.



"Akıp giden günlerimiz" bazen tsunami dalgaları kadar vahşice alıp

götürüyor bir şeyleri...



İnsan, kollarının direnme gücü tükendiğinde vazgeçiyor bir

şeylerden...



Bir tercihte bulunuyor...



Ya annesini seçiyor ya da karısını.



Ya karısını seçiyor ya da sevdiğini.



Ya sevdiğini seçiyor ya da çevresini...

***

O vahşi sular alıp götürüyor bir şeyleri.



Kuşandığımız, takındığımız, bir yerlere tıkıştırdığımız ne varsa

çekip alıyor.

Bir can, bir de ten kalıyor çıplak...



İşte o zaman ağlayıp ağlayıp susuyoruz. Bulduğumuz bir tahta

parçasına tutunuyoruz...



Uzanan elleri ya da sulara bırakanları unutmuyoruz hiç...



O "tercihler" bir yerlere çörekleniyor...



Ve bir gün bir başka kişisel tercihin sebebi oluyor...







İclal AYDIN

madenr
30-01-2005, 01:22
Çok güzel yazılar, keyifle okuyoruz.paylaşanlara ve bu güzel yazıların gerçek sahibi yada kahramanlarına çok teşekkür

Forever
02-02-2005, 13:58
VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ!


Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak
getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıylan
caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak
katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence
hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor
binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik,
doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer
taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı
gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük
yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına
karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer
eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.

Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş
doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş
kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan
sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik
kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce, kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti
olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik
bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri,
sizin için öldük. Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki,
Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle ak
pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot
kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle
başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri
kaldırılsın, dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş
Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik
tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak
istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti
ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha
karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam
sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar
toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı
kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz,
babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı
ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile,
karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük. Hukuk
adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir
şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi..

Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma
bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım,
unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi..

Uğur Mumcu

futbolcu
02-02-2005, 14:19
Bi tanesin forever

Forever
12-04-2005, 17:33
MUTLULUĞUNUZ SONSUZ OLSUN .......

İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş...
Hep şikayetçi hep bıkkınmış...
Birgün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler...
Saklayalım, zor bulsunlar...
Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar
tartışmaya...
Sorun büyükmüş...
Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü...
Kimisi:
'' Everest'in tepesine saklayalım'' demiş, kimisi:
'' Atlas Okyanusu'nun dibine'' demiş.
Tac Mahal'in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası...
Bir hastanenin yenidoğan odası, dondurma külahı, şarap şişesi..
Sigara paketi, lale bahçesi...
Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş...
Derken meleklerden biri:
'' İÇLERİNE SAKLAYALIM '' demiş...
'' Kimsenin aklına gelmez içine bakmak!!!''
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış...
Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor.Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü...
Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk...
Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde...
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun...
Siz dışını boşverin, içine bakın...

minnosh
12-04-2005, 17:50
uğur mumcu öldüğü zaman kuçuktum.hasan pulur köşesinde yazmıştı bu şiiri ve ben o yaşımda cidden çok etkilenip ağlamıştım.sonra kesip saklamıştım.teşekkürler forever hatırlattığın ve bir kere daha beni duygulandırdığın için...

XZARA_
01-05-2005, 16:04
Cok guzel ve acımasız...

sadece para mal mulk deıl....hasret sevgı ozlem kin saygı sevgi....

HERSEY...

gelın hayatı tanımlayalım....acısıyla tatlısıyla...herseyıyle...

Detay
01-05-2005, 16:13
harıka bir topic ellerine saglık...
hayat mı ??

yaşanmıs ve yaşamaya dair hayaller ve gerceklerle karısık bir oyun iste...

sadece bunlar mı degil tabi ki ...

Thomas
01-05-2005, 16:17
Belki şiir bölümüne yazsaydım daha doğru olurdu ama. Konu hayat olunca buraya yazayım dedim.

İşte şair Şükrü Erbaş'ın hayatla diyaloğu....

ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI

...Ve güz geldi Ömür hanım.
Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul.
İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.
Yağmur ha yağdı ha yağacak.
İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır.
Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan.
Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı...
Ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
Yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası.
Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize?
Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan,
iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan,
mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?
Bir güz düşünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür?
Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak,
bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir.
Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe,
alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman,
yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?

Yağmur yağıyor Ömür hanım...
gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...
Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük,
bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum.
Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
Dönelim...
Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın,
korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...
Olsun dönelim biz yine de.
Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere,
cılızlığımızın görkemli korunaklarına,
yalnızlığımızın kalelerine dönelim.
Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.

Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim.
Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe
yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze.
Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde.
Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı?
Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına,
yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine.
Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
Yaşamsa, gerçekle düşün umutsuz bir savaşı,
her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama...
Değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı.
Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum.
Herkes gibi yaşasaydım eğer,
yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni.
Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise;
Bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya,
'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine,
yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim.
Öyle bir tüketmek ki,
sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni,
kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...

Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce
yapay yakınlıklarına insanların.
Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?

Susmak yalnızlığın ana dilidir Ömür hanım, şiiridir,
beni konuşmaya zorlama ne olur.
Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum.
Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde,
kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...

Yalnızım Ömür hanım,
geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre,
öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...
Sularım toprağa sızıyor bak.
Yüzümü geceler örtüyor.
Binlerce taş saklanıyor içimde.
Kim kimin derinliğini görebilir,
hem hangi gözle?

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde,
öyle çok konuşuyorlar ki...
Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı?
Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi?
Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda?
Yerini bulur mu gerçekten?
Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...
Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada
söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine,
her şey daha yalansız, daha içten olurdu.
Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden.
Yanılıyor muyum?
Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler.
Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin.
Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir;
düş gücü, iç zenginliği verir insana.
Dünyanın usul usul ağaran
o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen
dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de.
Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...
Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile;
bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur,
insanın küçücük ömrünün karşısında.
İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur;
istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...


Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız,
her ilişkide bir parçamız kalır
ve bölüne bölüne biteriz de.
En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır,
acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...
O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize,
bir bardak suya, demirli bir pencereye...
Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye?
Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de,
bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...
Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın,
bir içim serinlik bir yudum mutluluk için.
Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su.
Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...

Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür;
bilmek bütün acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni.
Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle.
Yıldım ömrümün kalıplarından.
Beni duy ve anla.

Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine.
Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle.
Umudun ucunu gösteriyor usulca,
iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından.
Ne aldanış!
Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım,
gözlerimle değil dudaklarımla.
Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan.
Delilik mi dedin? Kim bilir...
Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu,
ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu.
Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi?
Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü
yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...
Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı
ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek.
Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile...
Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde.
Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim.
Ürperiyorum.
Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında,
örtüyor ömrümün ilk yazını.
İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru,
binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek.
Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

Ankara, Güz/1983 ŞÜKRÜ ERBAŞ

XZARA_
01-05-2005, 17:10
bır yuzum ayrılıga bır yuzum hayata donuk....

bugun de olmedım ANNE...

acı yuregımden beynıme sızar.....

bugun de olmedım ANNE....

XZARA_
01-05-2005, 17:18
tesekkuler Sn Justice....

ellerıne saglık...

AKBABA
01-05-2005, 17:19
Hayat ...? : :a-o:
kimine ici bos, disi yaldizli ;)
kimine ici dolu, disi yaldizli :D
kimine ici bos, disi yaldizsiz :mad:
kimine ici dolu, disi yaldizsiz :)
yani vesselam adaletsiz :a-o:

son_azrail
01-05-2005, 18:36
hayattttttttttttttttttttttttttölüm.

Forever
02-05-2005, 09:31
hayattttttttttttttttttttttttttölüm.
Al işte... :gulen:

Bir azrailden de bu beklenir... :D

Forever
02-05-2005, 09:46
Hayata dair bir yazı..

özürlü yok…

Parmağımla işaret etmemeyi çok küçükken öğrendim.

Birine dönüp dönüp ya da gözlerimi dikerek bakmamayı da. Bu nedenle özürlüymüş, özürsüzmüş hiç farketmez, ben insanları hiçbir şekilde rahatsız etmem! Bu kadar net!

İlk kez hapishaneye girdiğimde de bir röportaj için, kimseye tek tek bakmamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Onlar suçluydu, biliyordum. Yine de huzursuz hissetmemeleri için çabalıyordum. Ama daha sonra, saatler geçtikçe orada yatan herkesin, her katilin ´cani´ olmadığını gördüğümde hissettiğim dehşeti hatırlıyorum da!.. O, bana çok uzak görünen hapishane duvarları, birden çevremi kuşatmıştı sanki. Evet, benim de bu duvarların arasına hapsolmam an meselesiydi sadece! Trafikteki bir anlık tereddütüm ya da karşıma o gerçek kötülerden biri çıktığında kendimi koruma refleksim beni katil yapabilirdi. Cezaevinde şiddeti, dehşet dakikalarını, bu gerçekle tanıştığım an yaşadım ben.

Peki ya özürlüleri ilk kez ne zaman ayrı bir sınıf, bir sözcük ardına saklanan yaşamlar olarak tanımlamaktan vazgeçtim kafamda? Hemen söyleyeyim, bedendeki bir özrün sadece doğuştan değil, sonradan da olabildiğini yakından, çok yakından gördüğümde ancak. Üzgünüm ama hakikaten özürlü olmayan bizler için bu genelde böyle! Özür, doğuştan olur, onlar ayrı bir sınıftandır, bu yüzden acınır ya onlara. Onlar şanssız, biz şanslıyızdır, ve ´Oh çok şükür´ denir.

O kadar.

Ne okulların özürlülere uygun yapılmasıyla ilgileniriz, ne ´beyinlerinin sadece bedensel engellerine ilişkin çalışmadığı´yla. Gördüğümüz ölçüde hatırlarız varlıklarını. Çok açık söylüyorum, hayatımda bir tek gün bile, bir özürlüyle tanışana kadar benim de özürlü olabileceğim aklıma gelmedi. Tek bir gün bile. Kuzenim özürlüydü ama o da çocukken geçirdiği ´menenjit´tendi. Yani yine benden uzaktı.

Sonra birden, her yerde karşıma çıkmaya başladılar, bir yerlerden bir takım sözler, düşünceler değmeye başladı kulaklarıma: “İntihar etmek, kendimi şu camdan atmak istiyorum. Fakat ölmez de sakat kalırsam diye korkuyorum'' dedi biri. Bir başkası, “Sakat kalırım diye bungee jumping yapmak istemiyorum'' dedi. “Araba kullanmayı reddediyorum çünkü kaza yapar da kolum koparsa, el bakıcı olmak istemiyorum'' dediler yine.

Nasıl! İşte cezaevinde yaşadığım soğuk duşun bir benzeri daha! Sen ve şanssız azınlık diye bir ayrım yok.

Azınlık yok! Her an katil olabileceğin gibi, her an sakat da kalabilirsin! Tekerlekli sandalyeler yeşil derili insanlar için üretilmiyor, senin, benim, onun için üretiliyor şekerim! Silkin ve kendine gel!

Silkindim. Ve o andan itibaren özürlüler benim için özel insanlar olmaktan çıktı. Bana kızabilirler, kızıyorlar da. Acımasız olmakla bile suçlayanlar oluyor, ama üzgünüm. Asla bir özürlünün yanında kelimeleri seçerek kullanmıyorum. Sakatlığını da soruyorum, hatta sorguluyorum. Beni kızdırdıklarında çatır çatır kavgamı da ediyorum, kalbini kırmaktan özenle kaçınmak ne kelime, kırsam bile aldırmıyorum. (Bu şakaydı niye kalp kırmaktan zevk alayım ki? Di mi ama?)

Ben hala ailemin öğrettiği gibi parmağımla işaret etmiyorum kimseyi, ayıp! biliyorum. Ama kimseyi. Ne kıpkırmızı saçları, ne de olmayan bir bacağı. Fakat dikkatimi çektiyse de dönüp bakmaktan da alıkoymuyorum özgür irademi. Kıpkırmızı saça da, olmayan bacağa da.

Şenay Ordu

SunShine
02-05-2005, 09:54
Üçgenler ne kadar eşkenar olursa olsun,

Ya da ne kadar dikkenar olursa olsun.

Hepsinin de iç açıları toplamı aynıdır. :roll:

Hayatlar da, geometrik yapıları itibariyle üçgenlere çok benzer.

İç acıları toplamı hep aynıdır.. :roll:


Saygılarımla.


HayatınİçindenSunShine

AloneWolf
02-05-2005, 09:54
Merhaba-()()()()()()()()()--->HAYAT<---()()()()()()()()()----Elveda

Boşlukları nasıl doldurdugumuz Önemli.

Akresi
02-05-2005, 09:54
Hayat, ölüme şükret; seni onun yüzünden seviyorum.

nedo
02-05-2005, 10:26
Ne kadar mutlu olduysan okadar zenginsin derim hep... Mutlu olmak hayatın başlıca sebebi... Her gerçekleşen amacımızın sonucunda mutluluk yadar, her hedefin, başarının, sevginin, biten özlemin... Ne kadar mutluysan okadar zenginsin işte...

Dün dağcı kuzenimi kaybettim... Fransada tırmanırken düşüp ayrıldı dünyadan. 31 yaşında tıp mezunu, evlenmeyi düşünüyordu.

Çok kaza geçirdim, 2 ay önce takla attım geçen hafta sonu kuzenimle şarampolün önünden döndüm... Hayat, sanıldığı kadar kolay yada zor ancak sanıldığından çok daha kısa...

Mutlu olmaya bakın, kimseyi üzmeyin üzülmeyin. Sizi sinirlendiren insanlardan uzaklaşın, bırakın kendi yağlarında kavrulsunlar. Spor yapın, işinizde yeni fikirler üretin, başkalarını kafanızla yenin mutlu olun... Mutlu olun...

AKBABA
02-05-2005, 10:33
Hayat akip giden bir su, ayni sn Akresi nin selalesi gibi..

Akan her damla su aci gercege yakinlastigimizdir,

Akan her damla su, buharlasip yeni selale olma umudumuzdur.

Borsa hayatimin bir parcasi, selalenin bir aynasi,

Yok olup kullenen her yeni TL kazandigimiz tecrubemizdir,

Yok olup kullenen her yeni TL yeni para kazanma umudumuzdur...

Detay
02-05-2005, 23:45
hayat bir karmaşanın içinde ki anlamı yakalamadır...

ne oldugun , nerede oldugun , neden oldugun...

XZARA_
03-05-2005, 14:58
HAYAT

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ,taş deme,arkadaş,gün batmadan ilerle!

Yara açsın kayalar ayaklarında,varsın,
Varsın omuz başların kamçılardan kızarsın,
Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını.
Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ,taş deme,arkadaş,gün batmadan ilerle!
Sırtında bir tüy gibi taşı taştan yükünü,
Görmesinler belinin,sakın,büküldüğünü...
Başında şakladıkça,atlıların kırbacı
Anla ki her gün sana hız veriyor bir acı!
Yara açsın kayalar ayaklarında varsın,
Varsın,omuz başların kamçılardan kızarsın,
Hayda,sarıl yollara...Ardına bakma,hayda!
Sen yük altında haykır,yatsın eller sarayda.
İnce bir iz bırakır yere sızdıkça kanlar,
Seni bulur izinden ıslığını duyanlar...
Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını,
Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
Fırtına,yağmur,soğuk...Ne varsa üstüne çek!
Bu çetin yolculuğun sonunda,gün gelecek,
Sırma saçlar saracak her kan akan yerini,
Gül dudaklar öpecek o kırbaç izlerini...

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ,aş deme,arkadaş,gün batmadan ilerle!

Faruk Nafiz Çamlıbel

turkishwarrior
03-05-2005, 17:30
bu şiire bir dörtlük itibar puanı gönderilir.Ancak limit dolmamış,ilk fırsatta bu şiire puan göndericem..

XZARA_
03-05-2005, 17:45
turkishwarrior(ah bır yazabılsem):) adlı kullanıcıya tekrar ıtıbar puanı vermeden once bıraz dıger kısılere de puan vermelısınız..... :D


sevgıler....

ERKA
03-05-2005, 17:51
Oğlum doğduğunda onu ilk kucağıma aldığım an,
işte o an,
hep derler ya anlatılmaz yaşanır diye
hayat bu be anasını satayım........................................... .

XZARA_
03-05-2005, 17:53
Oğlum doğduğunda onu ilk kucağıma aldığım an,
işte o an,
hep derler ya anlatılmaz yaşanır diye
hayat bu be anasını satayım........................................... .


Allah analı babalı buyutsun...bız de o gunlerı goruruz ınsallah.... :)

ERKA
03-05-2005, 17:57
Allah analı babalı buyutsun...bız de o gunlerı goruruz ınsallah.... :)

İnşallah, Allah herkese nasip etsin.....

MuDo
22-05-2005, 18:42
Yaman TÖRÜNER/Milliyet

"Poker as Life" isimli kitabında L. R. Schreiber, hayatın bir poker oyunu olduğunu anlatmaya çalışıyor. Gerçekten de, hayat birçok yönleri bakımından bir poker oyunundan farksız. Yazarın, hayat prensiplerini, poker prensipleriyle açıklayan ilginç tespitleri var.
İşte bunlardan bazıları:

Konuşman gerektiği kadar konuş. Büyüklerle oynamak istersen, onların lisanından anlamalısın.

Poker, karşınızdakinin malını onun izniyle çaldığınız bir oyundur. Amacı karşısındakini ütmek olan bir iştir.

Ortaya söylenen hiçbir sözü üstüne alınma. Bu sözlerin çoğu, "küpüne zarar verecek olan kızgın sirke"yi yaratmayı amaçlar.

Hiçbir zaman halinden şikâyet etme. Halini de anlatmaya kalkma.

Sus ve işini yap. Amacın kazanmak değil, hep kazanmaktır.

Sadece bakarak, birçok şey görebilirsin. Karşındakinin "vücut dili" çok şey söyler.

Enformasyon gücün ta kendisidir.

Satır aralarını da oku. Çoğu zaman sessizlik, iyi bir eli işaret eder.

Tahmini bırak. Uğura da fazla inanma.

Kaybedebileceğini düşünürsen, kaybedeceksin demektir.

Rahat, temiz ve sağlıklı giysiler seç.

Dikkatleri kendi üzerinde topla ve devam ettir. Rol yapmasını bil.

Empatiye önem ver.

Hiçbir zaman olmaz deme, olur olur.

İçinde 3 kurşunu kalan bir silahla 4 kişiyi öldürmeye kalkma. İntihar etmek üzere olan birini öldürüp cinayet işleme. Eğer, fare sen isen, kedi-fare oyununa girişme.

Oyunda kimin en kötü oyuncu olduğunu anlayamamışsan, bu sensin demektir.

Kaybeden, oyuna doymaz. Ama, siz siz olun, kaybetmeye razı olduğunuz üst limiti belirleyin ve bu noktada oyunu bırakın.

Yalnız Şeytan değil, Tanrı da detayda gizlidir.

İyi oyuncuya, kötüsünden daha kolay blöf çekilir.

Yalan söyleyin ama hile yapmayın. Karşınızdakinin de yalan mı söylediğini, hile mi yaptığını anlamaya çalışın.

Eski topraklar, yeniyetmeleri her zaman yener.

Rakiplerinizi nezaketinizle öldürün ama küçümsemeyin.

Bazı geceler sizin geceniz olmayabilir. Israrcı olmayın.

Kazanan, zamanında kaçmasını bilendir.

Çok kazanan, sonunda yalnız kalır. Çünkü, herkesi ütmüştür.

Savunma, zaferden daha öğreticidir.

Bir taşla iki kuş vurmak istersen, büyük bir olasılıkla iki kuşu da kaçırırsın.

Etraftakilere gösteriş olsun diye oynama. Herkesi memnun etmeye çalışan, kimseyi edemez.

Planlarını en kötüye göre yap ama en iyisini ümit et.

Sabret ve kartları yeniden kar. Kartların hafızaları yoktur.

Augustlobster
22-05-2005, 19:18
:tamam: :tamam: :tamam: :tamam: :tamam: :tamam: :tamam:
Yaman TÖRÜNER/Milliyet

"Poker as Life" isimli kitabında L. R. Schreiber, hayatın bir poker oyunu olduğunu anlatmaya çalışıyor. Gerçekten de, hayat birçok yönleri bakımından bir poker oyunundan farksız. Yazarın, hayat prensiplerini, poker prensipleriyle açıklayan ilginç tespitleri var.
İşte bunlardan bazıları:

Konuşman gerektiği kadar konuş. Büyüklerle oynamak istersen, onların lisanından anlamalısın.

Poker, karşınızdakinin malını onun izniyle çaldığınız bir oyundur. Amacı karşısındakini ütmek olan bir iştir.

Ortaya söylenen hiçbir sözü üstüne alınma. Bu sözlerin çoğu, "küpüne zarar verecek olan kızgın sirke"yi yaratmayı amaçlar.

Hiçbir zaman halinden şikâyet etme. Halini de anlatmaya kalkma.

Sus ve işini yap. Amacın kazanmak değil, hep kazanmaktır.

Sadece bakarak, birçok şey görebilirsin. Karşındakinin "vücut dili" çok şey söyler.

Enformasyon gücün ta kendisidir.

Satır aralarını da oku. Çoğu zaman sessizlik, iyi bir eli işaret eder.

Tahmini bırak. Uğura da fazla inanma.

Kaybedebileceğini düşünürsen, kaybedeceksin demektir.

Rahat, temiz ve sağlıklı giysiler seç.

Dikkatleri kendi üzerinde topla ve devam ettir. Rol yapmasını bil.

Empatiye önem ver.

Hiçbir zaman olmaz deme, olur olur.

İçinde 3 kurşunu kalan bir silahla 4 kişiyi öldürmeye kalkma. İntihar etmek üzere olan birini öldürüp cinayet işleme. Eğer, fare sen isen, kedi-fare oyununa girişme.

Oyunda kimin en kötü oyuncu olduğunu anlayamamışsan, bu sensin demektir.

Kaybeden, oyuna doymaz. Ama, siz siz olun, kaybetmeye razı olduğunuz üst limiti belirleyin ve bu noktada oyunu bırakın.

Yalnız Şeytan değil, Tanrı da detayda gizlidir.

İyi oyuncuya, kötüsünden daha kolay blöf çekilir.

Yalan söyleyin ama hile yapmayın. Karşınızdakinin de yalan mı söylediğini, hile mi yaptığını anlamaya çalışın.

Eski topraklar, yeniyetmeleri her zaman yener.

Rakiplerinizi nezaketinizle öldürün ama küçümsemeyin.

Bazı geceler sizin geceniz olmayabilir. Israrcı olmayın.

Kazanan, zamanında kaçmasını bilendir.

Çok kazanan, sonunda yalnız kalır. Çünkü, herkesi ütmüştür.

Savunma, zaferden daha öğreticidir.

Bir taşla iki kuş vurmak istersen, büyük bir olasılıkla iki kuşu da kaçırırsın.

Etraftakilere gösteriş olsun diye oynama. Herkesi memnun etmeye çalışan, kimseyi edemez.

Planlarını en kötüye göre yap ama en iyisini ümit et.

Sabret ve kartları yeniden kar. Kartların hafızaları yoktur.



:bravo: :bravo: :bravo: :bravo: :bravo: :bravo: