PDA

View Full Version : TArih Ne diyor??????????????



enginar
02-05-2006, 10:02
Tarihten Alacağımız Dersler Vardır!
Türkiye ve Osmanlı tarihinden ibretlik olaylar


ZİMEM (Veresiye) DEFTERİ

Osmanlılar zamanında Ramazan günlerinde tebdil-i kıyâfet ile, pek çok
zengin, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav dükkânlarına gider,
onlardan Zimem Defteri ' ni (veresiye defteri) çıkarmalarını isterlerdi.

Baştan, sondan ve ortadan rastgele sahifelerin toplamını yaptırıp,
miktarını ödedikten sonra;

"Bu borçları silin! Allah kabul etsin!" der, kendilerini tanıtmadan çeker giderlerdi.

Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, borçtan kimi
kurtardığını bilmezdi...

Gizli verilen nâfile sadakanın, açıktan verilen nâfile sadakadan yetmiş kat
dahâ sevâp olduğunu bilen zevât, yardımlarını mümkün olduğunca gizliden
yapmaya gayret ederdi. Ecdadımız sağ ile verdiğini, sol elinden bile
gizler, yaptıkları iyilikleri unutur giderlerdi. Fak-fuk fonuyla siyaset yapanlara duyrulur.

İtalyanların askıda kahve olayı geziyordu net'te bir ara,
ecdadımız bu konuda da daha ilerisini zaten yapmış.

Sürekli Batı yı övüp geçmişimizi ve atalarımızı yokmuş gibi görenlere ithaf edilir..
Çok asil bir millet ve atalara sahibiz..
Kendinizi Türklere Emanet Edin
16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini...

Ecdadımızın Silinmez İzleri
1976 yılında Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine
Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini...
Ağaca Asılan Zekat Parası
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını...
Pasaport Farkı
Şanlı Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb'asıyım ne olur bunu değiştirin" diye sefaret yetkililerine yalvardığını...
Acı İtiraf
Lozan Konferansına İsmet İnönü ile birlikte katılarak Türkiye aleyhine birçok entrikalar çeviren Hahambaşı Hayim Naum’un,daha sonraları hükümet erkanı ile araları çok iyi olmasına rağmen: Bu memlekete bu millete çok kötülük ettim, artık aralarında yaşayamam diyerek pişmanlık içinde Mısıra gittiğini...
Serdengeçti'nin Ayasofya Müdafaası
Yazmış olduğu"Ayasofya". isimli şiiri yüzünden tutuklanarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Osman Yüksel Serdengeçti' nin kendini müdafaa ederken:
"Müddei umumi(savcı) tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Ayasofya`nın tekrar cami haline yetirilmesinde benim ne gibi hususi maksadım ve menfaatim olabilir? Ayasofya'yı kiraya mı vereceğim, yoksa imamı mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. Böyle bir yazıyı yazdığımdan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanıyorum ." diye hayıflanarak cevap verdiğini. . .
Abdülhamid Han'ın İstihbarat Gücü
Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu'da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi'nin Sultan Abdülhamid'e gelip, küstahça: "Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?" diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakan'ın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek:
"Filan gün, filan saatte Karadeniz'in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz. " cevabını verdiğini...Sultan Abdülhamid'in bu muazzam istihbarat gücü karşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını... Diyarbakır da neler döndüğünü anlayaman istihbarat servislerine duyurulur.
Acı HatıraIar
İtalyanların Libyayı bizden koparmak için Avrupalı müttefikleriyle siyasi alanda anlaştıktan sonra, bize karşı açacakları savaşın (Trablusgarp Savaşı) masraflarını karşılayacak yeterli hazinelerinin olmadığını...
Buna karşılık Duyun-u Umumiye'ye başvurarak, bu savaşın masraflarını karşılamak için Anadolu'dan toplanan birikmiş paradan beş milyon altın lira çektiklerini ve bu bizim paramızla sağladıkları imkanlarla bizim toprağımız olan Libya'yı istilaya başladıklarını. .
Kızılderililerin Ataları
Kanadalı Tarihçi, Profesör Miss. Ethel G. Steward'ın 1987 yılında Türkiye'de düzenlenen tarih kongresinde sunduğu bildiride ve yazdığı "Cengiz Han'dan Amerika'ya Kaçış" isimli kitabında "Kızılderililerin atalarının Türk olduğunu " yazdığını. . .
Kitapta anlatıldığına göre, 13.yüzyılda Orta Asya'daki Moğol baskısından kaçan bazı Türk boylarının iki koldan Alaska'ya ulaşarak oradan da kıtanın güneyine yayıldıklarını. . .
Yine Steward'ın araştırmalarına göre Kızılderililer ile Türk boyları arasında gerek fiziki, gerek sosyolojik ve gerekse kültürel açıdan büyük benzerlikler bulunduğunu tesbit ettiğini...
Batının Pis Parmağı
"Arap Birliği " düşüncesinin, İngilizlerin, Osmanlı Devleti'ni parçalamak için kullandığı bir vasıta olduğunu ve böylece İngilizlerin Arapları, İslam ümmetinden ayırmayı hedeflediklerini...
Nitekim "Baas Arap Milliyetçiliği" fikrinin de bir Hristiyan olan Misel Eflak tarafından ortaya atıldığını...

Orta Çağ Avrupasında Kitap
Orta Çağ'da İslam dünyasında 10 milyon mevcutlu dev kütüphaneler bulunduğunu . İslam dünyasının 10. yüzyılda, hem derlemelerin zenginliği, hem de kütüphanecilik yöntemleri bakımından Avrupa kütüphaneciliğinden 200-300 yıl ileride olduğunu...
Aynı Orta Çağ Avrupası kütüphanelerinde kitapların raflara zincirlerle bağlandığını ve okuyucu kitap okumak istediği zaman bu kitabın rahleye zincirlerle bağlanarak verildiğini...
Daha da ileri gidilerek kitapların demir parmaklıklar arasından okutulduğunu . . .

yeter
08-05-2006, 20:22
1925 yılında meclisimizde neler oluyormuş meğer. Aşağıda resmi söyleme göre yazılmış Deli Halit Paşa nın hayat hikayesi var. Yazıya göre kimvurduya gitmiş. Ancak başka sabah gazetesi ve diğer yerlerde bulduğum yazılar bundan farklı bir hikaye anlatıyor.
Daha aşağıda da son anlarındaki olaylar anlatılmış. Mesela öğreniyoruz ki, Halit Paşa vurulduktan sonra 5 gün hastaneye götürülmemiş ve polis de ifadesini almamış. Olay yeri Ankara Türkiye Büyük Millet Meclisi, yıl 1925, padişahlık çoktan mazi olmuş ve Cumhuriyet ilan edilmiş. ve böyle bir olay yaşanmış.


http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=999
Halit Karsıalan (1883 - 1925)


1883 yılında İstanbul'da doğdu. Harbiye'yi bitirdi (1903) ve Yemen'e gitti (1908). Bundan sonraki bütün hayatı cephelerde geçmiştir. Mondros'tan sonra Kazım (Karabekir) Paşa ile 15. Kolordu komutanlığına gelerek İslam Tümeni'nden kalan kuvvetlerin bir savunma çekirdeği haline getirilmesini sağladı.

Milli mücadele dönemi başında Erzurum Kongresi'nde Trabzon delegelerinin Mustafa Kemal'e karşı çıkmalarını, aldığı yıldırma tedbirleriyle önledi. Kurtuluş Savaşı'nda Kocaeli Grubu'na komuta etti ve bu sırada ataklığı yüzünden Deli Halit Paşa unvanını aldı.

İkinci Büyük Millet Meclisi'ne Ardahan milletvekili olarak katıldı. Bu dönemde Paşalar Meselesi yüzünden Meclis'te sert tartışmalar yaptı; malul gazilerle ilgili bir önergeye imza toplamak için Ali Çetinkaya ile tartışırken kimin attığı bilinmeyen kurşunlarla Meclis koridorunda vuruldu ve öldü (1925).
---------------------------------------------------------------------


http://arsiv.sabah.com.tr/2001/02/11/z09.html

25 Kasım 1925 Pazartesi... Meclis'te malul gaziler için imza toplanmaktadır. Ali Bey diyecektir ki: "Paşa niçin bize itimat etmiyorsun. İşimiz sadece malul gaziler meselesi değildir." Halit Paşa gruptan birkaç metre ileriye gitmiş, sonra geri dönerek müthiş bir hızla sağ ve sol cebinden iki tabanca birden çıkarmıştır: "Sizden evvel ben davranıyorum. Al sana Ali!.." O anda bir mucize yaşanacak, Halit Paşa iyi nişancı olmasına rağmen hedefi bulamayacaktır. Ali Bey dehşete kapılıp elindeki çay bardağını düşürmüş, tökezleyerek yere çökmüştü. Halit Paşa, Ali Bey'i altına almıştı. Ancak Avni Bey'in müdahalesi sırasında tabanca ateşlenecekti. Kurşun Ali Bey'in yüzünü sıyırdığı anda bu defa Halit Paşa "Yandım" diyerek yana düşecekti. Yaralanan Halit Paşa "Beni Rauf vurdu" demektedir. Bir başka ihtimal ise Ali Bey'in Halit Paşa'nın altında kaldığı sırada onu vurmuş olmasıdır.

Bedeninde 9 düşman kurşunu taşıyan "Deli" ölmemiş ölmemiş de, onuncu Türk kurşunu ile can vermiştir. Gel de delirme...

Ergun Hiçyılmaz


----------------------------------------------------------------------

http://www.yenisafak.com/arsiv/2001/subat/01/meyavuz.html

Halit Paşa, merhum, Kemalettin Sami Paşa'ya yazdığı mektupta, "Mücadele yıllarında nerelerde olduğunu bilmediğim adamların dilinden kurtuluş, memleket, mücadele lafları eksik olmuyor" derken, Ayvalık kahramanı Ali'yi işaret etmektedir.

Mustafa Kemal ise, Halit'i sever, sayar, her fırsatta kollardı.

Mizacı, sert tabiatı, gelgit akıllı oluşu Kel Ali ve "serseri takımı"nı iterken, Mustafa Kemal'i de tuhaf bir biçimde Halit'e bağlıyordu.

1925 bütçesi tartışılırken Halit, ezeli ve ebedi düşmanı Kel Ali'yi Meclis bahçesinde "düello"ya davet etmiş, Salih (Omurtak) Bey vakitlice araya girip olayı yatıştırmıştı da, taraflar postu deldirmekten kurtulmuştu. Öyle ki, merhumun kulağına eğilip "Paşam, Berlin'e gidip bir ruh doktoruna görünseniz!" diyenler bile çıkmıştı. Mustafa Kemal de, "Hadi bana söz ver Halit" demişti, "Berlin'e gidip bir güzel dinleneceksin..."

Halit, 8 Şubat 1925'te öldürüldü. Halit Paşa'yı vuranlar, hemen oracıkta bir masaya yatırıp beş gün can çekişmesini beklediler. Aradan 75 yıl geçti. Ama cinayetin failleri bir türlü bulunamadı.

Tetiği Kel Ali mi çekti, yoksa Rize mebusu Rauf mu?

Bu bilinmiyor.

"Müdafayı nefs zımnında ben vurdum" deyip cinayeti üstlenen Kel Ali'nin neden "yargı"dan muaf tutulduğunu, Rauf Bey'in cinayetteki rolünü, hadise vuku bulduğunda elinde tabanca sürünerek cinayet mahalline yaklaşan Kılıç Ali'nin ne halt karıştırmaya orada bulunduğunu soran, Halit Paşa'nın ısrarla gündeme getirdiği "Nafıa Vekaleti yolsuzluğu"nu araştıran yok.

Pardon, var...

Engin Ardıç, Tempo dergisinde yayımlanan bir yazısında, Halit Paşa'nın öldürülmesini Meclis'teki "Fethiciler-İsmetçiler" çekişmesiyle açıklıyordu.

Resmî tarih yazıcılarına göre, cinayet, "Meclis'e silahla girilip girilmeyeceği" tartışmalarının yapıldığı gün işlenir.

Tartışmanın en hararetli bölümünde Halit, Kel Ali'yi dışarı çağırır. Arkadaşları araya girip "olası bir kavga"yı önlerler. Halit bir ara, Kel Ali, Kılıç Ali, Rauf ve Avni Bey'in kafa kafaya vermiş, fısır fısır konuştuklarını görür, onlara dik dik bakınca, birden sustuklarını farkeder. Çılgına dönen Halit birden ayağa fırlayıp bağırıp çağırmaya başlar.

Hep birlikte dışarı çıkarlar.

Halit önde yürümektedir. Aniden döner, rastgele ateş etmeye başlar. Ali korkar, elindeki çay bardağını fırlatıp kaçmaya çalışırken ayağı merdivene takılır ve Halit Paşa'nın üzerine kapaklanır.

Boğuşmaya başlarlar.

Halit tabancasını ateşler, kurşun Ali'nin şakağını sıyırıp geçer. O sırada Avni Bey yetişip Halit'i iter. Fırsattan istifade Ali de tabancıasını çekip kurşunları Halit'in karnına boşaltır.

Resmî tarih böyle diyor.

Cemal Kutay'a sorarsanız, Halit'i temizlemek için Ali'ler Meclis'te "dörtlü kumpas" kurmuş, tetiği de Rize mebusu Rauf'a çektirmişlerdir.

Halit yerde kıvranırken, Rauf ve Kılıç Ali, ellerinde tabanca, "yaralı"nın başında beklemektedirler.

Kılıç Ali, "İstiklal Mahkemeleri Hatıraları" adını verdiği kitabında, Kel Ali'yle Halit boğuşurken, tabancasını çekip sürünerek olay mahalline yaklaştığını itiraf ediyordu.

Peki, Rauf'un elinde tabanca ne arıyordu.

Bu tabancaların balistik muayenesi yapılmış mıydı?

Yatırıldığı masada beş gün boyunca can çekişen Halit Paşa neden hastaneye kaldırılmamıştı? Neden şuurunun açık olduğu ilk dört gün içinde, polis ifadesini almaya yanaşmamıştı?

Engin Ardıç, "Halit, ateşinin otuzdokuzdan kırk ikiye çıktığı beş gün boyunca, 'Keli altıma aldım, i... Rauf arkadan vurdu beni' deyip durdu!" diye yazıyordu.

Ali, "Müdafayı nefs zımnında ben vurdum" diye cinayeti üstlenince, hem Kılıç Ali'yi, hem Rauf'u, hem Cebelibereket mebusu Avni Bey'i, hem de kendisini kurtarır. Bir de, ayaküstü uyduruk bir rapor hazırlatıveririler Dr. Reşit Galip'e.

Halit'in ardından yeniden faaliyete sokulan İstiklal Mahkemeleri üyelerden biri de, işbu uyduruk raporun sahibi Dr. Reşit Galip'tir...

yeter
09-05-2006, 19:44
Aşağıda her harfine katıldığım bir tarih yorumu var. Neredeyse tam tamına bizim okullarda ders diye öğretilen resmi tarih anlayışımızı tasvir etmiş.

http://www.milliyet.com.tr/2006/05/09/yazar/akyol.html

'Tarihe özgürlük'
Fransız tarihçiliğinin büyüklüğünü bir gün yazacağım. Bunlardan 19 Fransız tarihçi önce 15 Aralık 2005'te, sonra da önceki gün bir bildiri yayımladılar, "tarihe özgürlük" istiyorlar:
"Tarih bir din değildir. Tarihçi hiçbir dogmayı kabul etmez, hiçbir yasağa saygı göstermez... Tarihçinin kınama veya yüceltme rolü yoktur, sadece izah eder! Tarihçi, çağdaş ideolojik şemaları geçmişe yapıştırmaz, bugünün hassasiyetlerini geçmiş olaylara yerleştirmez! Özgür bir devlette parlamentolar ve adli merciler gerçek tarihi tanımlayamaz!.."
Tarih fakültelerinin kapısına altın harflerle yazılacak ilkeler!.. Bizim de bu sözlerden alacağımız çok ders vardır!

yeter
13-06-2006, 19:36
Murat BARDAKÇI [email protected]

Adnan Menderes'i suçlamaktan vazgeçin! Arapça ezanı DP ile CHP beraber serbest bırakmışlardı


Önümüzdeki hafta, Arapça ezan yasağının kaldırılmasının 56. yıldönümü. Ezan konusundaki tartışmalar bugün de devam ediyor, dini çevreler Adnan Menderes'i ve Demokrat Parti'yi "ezan kahramanı" diye gösterirlerken, karşı taraf bu kararın o yıllarda başında İsmet Paşa'nın bulunduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin karşı koymasına rağmen alındığını söylüyor ve günümüzdeki irtica ve türban huzursuzluklarından da Adnan Menderes ile partisini sorumlu tutuyor.

Ama, konunun çok önemli bir tarafı gözardı ediliyor: Ezanın yeniden Arapça okunması konusunda sadece DP milletvekillerinin değil, CHP grubunun da lehte oy verdiğinden ve Türkçe ezandan DP-CHP işbirliğiyle vazgeçilmiş olduğundan nedense hiç bahsedilmiyor. Konunun birkaç günden buyana tekrar gündeme getirildiğini fakat eksik yahut taraflı bir şekilde yazıldığını görünce, "Türkçe ezan" meselesinin ayrıntılarını anlatmak istedim.

ÖNÜMÜZDEKİ cuma günü senelerden buyana konuştuğumuz, tartıştığımız ve üzerinde çeşit çeşit yorumlarda bulunduğumuz ama bütün bu tartışmaları ve yorumları her zamanki ádetimiz üzre okumadan ve araştırmadan yaptığımız bir olayın, Arapça ezan yasağının kaldırılmasının 56. yıldönümü.

Önce, konunun ayrıntılarını bilmeyenler için kısa bilgiler vereyim: 1932 sonbaharında ezanın artık Türkçe okunması kararlaştırılmış, Arapça okunması resmen yasaklanmış, kararın uygulanması şiddetli bir şekilde takip edilmiş, 18 sene devam eden bu yasak sırasında çok sayıda tatsızlıklar yaşanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1950'nin 16 Haziran'ında kabul ettiği bir kanunla Arapça ezana yeniden izin vermişti.

İşte, 14 Mayıs 1950 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazanan Demokrat Parti'nin işbaşına gelmesinin hemen ilk haftalarında çıkartılan bu kanun, daha sonraları birçok tartışmaya konu olmuştu. Bir kesim, Arapça ezan yasağının kalkmasını "devrimlerden geriye dönüş" ve "irticanın canlanmasının başlangıcı" olarak görürken diğer kesim yasağın kalkmasını "seneler boyu devam eden baskıların nihayet bulması" ve "halkın dini hürriyetini kazanmasının ilk adımı" diye nitelemişti.

UNUTULAN OYLAMA

Tartışmalar, bugün de devam ediyor. Dini çevreler Adnan Menderes'i ve Demokrat Parti'yi "ezanın yeniden Arapça okunmasının kahramanı" şeklinde gösterirlerken karşı taraf kararın o yıllarda başında İsmet Paşa'nın bulunduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin bütün karşı koymalarına rağmen alındığını söylüyor ve bugünün gündemini oluşturan irtica ve türban tartışmalarının başlatıcısı olarak Adnan Menderes ile partisini sorumlu tutuyor. Ama, bütün bu tartışmalar yapılırken, konunun çok önemli bir tarafı gözardı ediliyor: Arapça ezan yasağının kalkmasına Meclis'te sadece Demokrat Parti milletvekillerinin değil, aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi grubunun da lehte oy verdiğinden ve yasağın DP-CHP işbirliğiyle kaldırılmış olduğundan nedense hiç bahsedilmiyor.

Konunun birkaç günden buyana bazı yazarlar tarafından yeniden gündeme getirildiğini ama eksik yahut taraflı bir şekilde yazıldığını görünce, "Türkçe ezan" meselesinin ayrıntılarını anlatmak istedim.

İşte, 18 sene boyunca Türkçe olarak okunan ezanın yeniden Arapça'ya dönmesinin "gerçek" öyküsü:

1930'ların başında ezanın, tekbirin ve salánın Türkçeleşmesi, Kur'an'ın Türkçe okunması ve namazın da Türkçe dualarla kılınması kararlaştırılmış ve Türkiye'nin önde gelen bazı hafızlarına ezanın ve duaların Türkçeleştirilmesi vazifesi verilmişti. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra, Kur'an'ın, tekbirin ve kametin Türkçesi ilk defa 1932'nin 3 Şubat'ına rastlayan Kadir gecesinde Ayasofya Camii'nde okundu. Daha sonraki aylarda Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye'nin dört bir yanına gönderilen tamimlerle ezanın artık sadece "Tanrı uludur" sözleriyle başlayan Türkçe şekliyle okunacağı bildirildi, Arapça ezan yasaklandı, bu arada salánın ve tekbirin de Türkçe olması emredildi ve yasaklar gayet sıkı bir şekilde denetlendi.

Karara uymayanlar için kanuni müeyyideler olması gerekiyordu. Ezanı Arapça olarak okumaya devam edenler 1941 yılına kadar "kamu düzenini sağlamaya yönelik emirlere aykırılık" suçundan cezalandırılırlarken, 1941'de çıkartılan 4055 sayılı kanunla, Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesine bir fıkra eklendi. Değişikliğe göre, Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hapsedilecek ve on liradan iki yüz liraya kadar para cezasına mahkûm olacaklardı.

18 YIL DEVAM ETTİ

Yasak, 1950 yılına kadar 18 yıl boyunca devam etti ama Türkiye'nin birçok yerinde olaylar çıktı, tatsızlıklar yaşandı ve konu Demokrat Parti'nin 1950 Mayıs'ında yapılan seçimleri kazanmasından sonra yasağın kaldırılmasına yönelik üç ayrı kanun tasarısıyla Meclis gündemine geldi. Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan, Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve 13 arkadaşı ile Başbakan Adnan Menderes hükümeti, Arapça ezana hapis cezası getiren 526. maddenin değiştirilmesi için kanun tasarı ve teklifleri hazırladılar. Tasarı metinlerinde ezanın yeniden Arapça okunabileceğinden sözedilmiyor, sadece cezanın yeraldığı maddenin yeni şekli veriliyordu.

Adalet Komisyonu, hükümetin tasarısını kabul etti ve Meclis'teki görüşmeler 16 Haziran günü, Türk Masonlarının bir dönemdeki büyük üstadları olan İstanbul Milletvekili ve şair Fuad Hulusi Demirelli'nin başkanlığında yapıldı.

YAĞMUR TANRISI, YER TANRISI

Genel Kurul'da sözalan Demokrat Parti milletvekilleri, ezanın asıl haline dönmesinin halkta yaratacağı rahatlamadan bahsettiler. DP milletvekili Seyhan Sinan Tekelioğlu, "Atatürk sağ olsaydı hiç şüphe yok ki, bu büyük Meclis'in düşündüğü gibi düşünecekti. ...'Allahu ekber' ile 'Tanrı uludur' kelimeleri bir mánáya gelmez. Eski zamanlara ait kitapları okursak birçok tanrılar olduğunu görürüz: Yağmur tanrısı, yer tanrısı, vesaire. Binaenaleyh 'Tanru uludur' deyince bunların hangisi uludur? ...Hristiyanlar bile bir ölüyü haber vermek için çan çalarlar. Onlar çan çalınırken çanın ne demek istediğini anlıyorlar, Müslümanlar bir salá sesi duymuyorlar" diye konuştu.

Tam bu sırada şaşırtan bir gelişme yaşandı: DP'liler CHP'lilerin tasarıya red oyu vermelerini beklerlerken, CHP grubu adına söz alan Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu, Arapça ezan konusunda tartışma açmak istemediklerini söyledi ve "Arapça ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkartılmasına aleyhtar olmayacağız" dedi. Daha sonra, üç maddelik tasarının maddeleri ayrı ayrı oylandı ve DP'liler ile beraber CHP'liler de kabul oyu kullandılar.

Ezanın 18 sene aradan sonra yeniden Arapça okunmasına izin veren kanun, işte böyle kabul edildi. Demokrat Partililer ezan meselesini sonraki senelerde devamlı olarak lehlerine kullandılar, CHP ise "Ezanın Türkçe olarak kalması için mücadele vermiş" gibi gösterildi ve tartışma hálá devam ediyor.

Ben, ezan konusunda yazıp konuşan zevátın meselenin asıl kaynağına, yani Meclis zabıtlarına bir türlü zahmet buyurup bakmadıklarını görünce, işin aslını bu zabıtlardan nakledeyim dedim...

CHP işte bu açıklamayı yapıp Arapça ezanın lehinde oy kullanmıştı

ARAPÇA ezanın yeniden serbest bırakılması için Millet Meclisi'nde 1950'nin 16 Haziran günü yapılan görüşmeler sırasında, CHP grubunun tasarıya red oyu vermesi bekleniyordu. Ama sanılanın aksi oldu ve grup adına sözalan Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu, partisinin ezanın Arapça okunmasına karşı çıkmayacağını açıkladı.

İşte, Cemal Reşit Eyüboğlu'nun TBMM'de görüşmeler sırasında yaptığı konuşmanın tam metni:

"Sayın arkadaşlar,

Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesinden, ezana taalluk eden ceza hükmünün kaldırılması maksadıyla hükümetin bugün huzurunuza getirdiği kanun tasarısı hakkındaki CHP Meclis Grubu'nun görüşünü arzediyorum.

Bu memlekette milli devlet ve milli şuur politikası cumhuriyet ile kurulmuş ve CHP bu politikayı takip etmiştir. Bu politika icabı olarak ezan meselesi de bir dil meselesi ve milli şuur meselesi telákki edilmiştir.

Milli devlet politikası, mümkün olan her yerde Türkçe'nin kullanılmasını emreder. Türk vatanında ibadete çağırmanın da öz dilimizle olmasını bu bakımdan daima tercih ettik.

Türkçe ezan-Arapça ezan mevzuu üzerinde bir politika münakaşası açmaya taraftar değiliz.

Milli şuurun bu konuyu kendiliğinden halledeceğine güvenerek, Arapça ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkarılmasına aleyhtar olmayacağız" (TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 6. 1950, birleşim 9, oturum 1, sah: 182).

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4560385&tarih=2006-06-11

mutlu
24-01-2007, 14:13
Herkül’e benzeyen padişah kimdi?
4. Murat bedensel olarak olağanüstü güçlü bir adamdı. Çok iyi silah kullanır, iyi dövüşür, bir ok atışta kalkanı delerdi. Yanında bulunan silahtar Musa Paşa’yı zaman zaman sağ eliyle kuşağından yakalayarak havaya kaldırır, bir müddet dolaştırdıktan sonra tekrar yere indirirdi.