PDA

View Full Version : 28 Şubat Ve Andıç



yeter
11-05-2006, 19:06
Aşağıdaki yazı Mehmet Ali Birand tarafından bugün yazıldı... İşte 28 Şubat sürecinden bir kesit. Sadece şu soruyu soruyorum......(Sormamak daha iyi olur sanırım)

Hissenet de hemen hemen çok az kimseyi ilgilendiren bir düzmece yazan bir şahıs ceza aldı. Sivilsen böyle..değilsen şöyle..

http://www.milliyet.com.tr/2006/05/11/yazar/zbirand.html

ANDIÇ bir daha tekrarlanır mı?
.....................
İşte bundan dolayı da, ünlü ANDIÇ (*) olayı hakkında bugüne kadar konuşmadım, yazmadım. Öylesine bel altı vurulan bir gelişmeydi ki, üzerine gitmeyi dahi bir zül gibi gördüm. Sanki hiç olmamış gibi davrandım. Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst düzey komutanlarının böylesine tamaman yalana dayanan çirkin bir komplo hazırlayabileceklerini kabul edemedim. Aynı şekilde, Türkiye'nin en büyük gazeteleri ve gazetecilerinin hiç sorgulamadan, araştırmadan, "Asker diyorsa mutlaka doğrudur ve alkışlanmalıdır" mantığı ile harekete geçip, ANDIÇ'ın hedeflediği kişilere yargısız infaz uygulamalarını hazmedemedim.

Ancak görmezden geldim.

ANDIÇ'ı hazırlayan dönemin komutanlarını önemsemedim... Zira Türk Ordusunu tanıyordum. Bu olayın birkaç kişiden kaynaklandığını biliyordum. Nitekim TSK'da, bir süre sonra kendi içinde bir temizliğe girdi ve ince ayarlarla, bu tip yaklaşımları benimsemediğini gösterdi.
Medya'nın bir bölümünün çarpık yaklaşımı zaman içinde anlaşıldı ve yine medya mensupları taarafından eleştirildi.

ANDIÇ olayı sırasında, benim, oğlum Umur ve eşim Cemre'nin yaşadıklarımızı ne kadar görmezden gelmeye çalışsak dahi, tümüyle unutmamıza imkan yok.

ANDIÇ, sadece bizleri vurmadı. Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük yara verdirdi. Ülkenin üstüne titrediği o kurumu yaprattı, güvenirliğini azalttı. Askerin, karanlık ilişkiler içinde olduğu söylentilerine (gereksiz şekilde ve tamamen kendi başlarına icat ettikleri bir komployla) güç verdi.

Yapanlar, yani gerçek sorumlu komutanlar bugüne kadar ağızlarını açmadılar. Hala da suskunlar. Ancak kamuoyu ve TSK mensuplarının önemli bölümünün vicdanlarında cezalandılar.

Medya'da bu komploya katılanlar ise bir süredir öz eleştiri yapıyorlar ve pişmanlıklarını dile getiriyorlar. Özeleştiriler, bizlerin yaşamımızda açtığı çok derin yaraları unutturmuyor, ancak yine de doğrusunu yapıyorlar.
Kimseyi suçlamadım, ancak kimseleri de affetmedim ve affetmeyeceğim.

Artık olanlar oldu.

Şimdi geriye dönüp şeytan taşlamak yerine, gelin bir daha ANDIÇ'lar olmamasına çalışalım.
================================================== ===
• 1999'da PKK liderlerinden Sakık yakalanmış ve soruşturma zabtına, yalan ifadeler eklenmişti. Buna göre, Sakık'ın ağzından bazı gazetecilerin ve sivil toplum örgütlerinin "para karşılığı PKK'ya destek verdikleri" yazılmıştı. Sonradan bunun Genelkurmay 2 inci Başkanı Org. Çevik Bir ve Genel sekreter Özkasnak tarafından ANDIÇ diye adlandırılan bir yazıyla hazırlandığı anlaşılmıştı. Ancak bu süreçte, komplonun basında geniş şekilde yansıması için de aynı ikili etkili olmuş ve ben dahil bazı gazeteciler işyerinden atılmışlardı. Baskıyı Org. Bir ve Özkasnak yapmış, örneğin Aydın Doğan direnirken, Sabah gazetesi sahibi Dinç Bilgin hemen uyum göstermiş ve bu ikilinin gerekli gördükleri temizliği gerçekleştirmişti. Bu gazetecilerin tek kusuru Kürt sorunuyla ilgili olarak resmi politikaya uyum göstermemeleriydi.

yeter
11-05-2006, 19:15
Andıç günü

Bugün saat 15.00'te CNN Türk'te 32. Gün'de yayımlanacak "Andıç" konulu programa katılacaktım. Ancak Başbakan Erdoğan'la Avusturya ve Endonezya gezisine gitmem söz konusu olunca, çekime katılmam olanaksız hale geldi. O saatte Ankara'da olmam gerekti.
Programa katılamayacağım için o güne ait anılarımı köşemde yazmam gerektiğini düşündüm.
Aslında her şey Refahyol Hükümeti'nin kurulmasıyla başladı. İki büyük medya patronu, kendi iradelerine rağmen böyle bir koalisyon kurulmasından çok rahatsızdı.
İki büyük grup Refahyol'a karşı şiddetli bir muhalefet dönemi başlatmıştı. İlk başta laiklik bazlı yapılan bu yayınlar Susurluk kazasının ardından askeri bir mahiyet aldı.
Bu arada Erbakan'ın antiİsrail tutumu, bazı başkentlerde alarm çanları çaldırmaya başladı ve 28 Şubat için adım atıldı.
SABAH, 28 Şubat MGK toplantısından birkaç gün önce Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge'nin imzasıyla toplantının içeriğini ayrıntılı bir biçimde vermiş, kararların imzalanmasını ise "Paşa paşa imzaladı" manşetiyle haber yapmıştı.
O güne kadar gazete içinde oluşmuş dostluk havası, bu ortamda giderek bozulmaya başlamıştı. Gazetede Ankara Bürosu'nun ağırlığı açıkça hissedilir hale gelmişti. .
Ahmet Vardar, Salih Memecan, Can Ataklı, Mehmet Ali Birand, Mehmet Barlas'ın aralarında bulunduğu grup, kimi Çiller'e olan yakınlığı, kimi askerin meşru iktidara müdahalesi nedeniyle 28 Şubat'a muhalif bir tavır almıştı.
Kahkahalar içinde geçen toplantılar yerini yüksek gerilime, sert tartışmalara bırakmıştı. Bu, SABAH'ta alışık olmadığımız bir atmosferdi.
Gazete açıkça ortadan ikiye bölünmüştü. Tartışma ortamı yerini sansür ve askeri bir disipline bırakmıştı adeta.
Bu ortamda Şemdin Sakık yakalandı.
Andıç olayından bir gün önce, hafızam beni yanıltmıyorsa, gazetenin sağ üst köşesinden bir haber yaptık. Sakık'ın ifadelerinin yeri yerinden oynatacağını, aralarında gazetecilerin de bulunduğu birçok kişiyi ifşa edeceğini duyurduk.
O sıra bir yanık kokusu aldım ama bunu kimseye seslendirecek cesareti bulamadım açıkçası.
Kimse de o gazetecilerden kastın Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar olduğunu düşünmemişti elbette.
Cumartesi günü izinliydim, gazeteyi Can Ataklı hazırlayacaktı.
Eşimle Akmerkez'de gezerken
Zafer Mutlu yurtdışından aradı ve hemen gazeteye gitmemi istedi.
Yolda giderken bir daha aradı ve Sakık'ın ifadesini anlattı, Ertuğrul Özkök'le konuşmamı, Hürriyet'in tavrını öğrenmemi istedi.
Özkök'ü aradım, herkes hakkındaki iddiaları yazarken bunu kamuoyundan saklayamayacağımız görüşündeydi. Konuştuk ve en azından iç sayfada bırakmak konusunda anlaştık.
Gazeteye gittiğimde Birand ile Çandar, Can Ataklı'nın odasındaydı. Hatta Can benim izin günümde gazeteye gitmemden rahatsız olmuştu.
Tekrar aramızda tartıştık, bana bu haberi yapmazsak iki yazarın hayatının ciddi biçimde tehlikeye girebileceği söylendi.
Murat Birsel SABAH'ın Ankara Temsilcisi iken benzer bir ihbar almış ve Çandar'ı apar topar Amerika'ya yollamıştık. Bu söylem o dönem için daha da ciddi göründü.
Haberi yaptık, iki yazarın ismini içeride bıraktık.
Mutlu, Birand ve Çandar ile telefonla konuşup nasıl bir açıklama koymaları gerektiğini belirtti, o doğrultuda köşelerine iddiaların asılsız olduğunu belirten küçük bir not koydular. Kendi gazetelerinde kendilerini savunamadılar.
Gece yanılmıyorsam Özkök beni aradı, Kanal D'nin olayı Birand ve Çandar'ın ismiyle yayımladığını, Hürriyet'in de isimleri birinci sayfaya koyma kararı aldığını belirtti.
Sonuçta SABAH da Hürriyet'in kararına uydu ve birinci sayfanın en alt spotundan iki isimle ilgili asılsız iddiaları duyurdu.
Pazartesi günü gazete yönetimi Birand'la yollarını ayırdı, Çandar'ın yazılarını süresiz askıya aldı.

http://www.sabah.com.tr/2006/05/10/babahan.html

yeter
11-05-2006, 19:43
Kanal7'de Nazlı Ilıcak'ın Sözün Özü programında gündeme gelen Andıç konusunda Hürriyet Yazarı Oktay Ekşi ile mağdur Mehmet Ali Birand ilk kez konuştu.

Nazlı Ilıcak'ın Kanal 7'de yayınlanan Sözün Özü programında bu hafta da Türk medyasında bomba etkisi yaratacak açıklamalar yapıldı. 'Andıç'ta adı geçen Birand; "Bu konu üzerine ilk kez konuşuyorum. O dönem aileme çok acı verdi. Bana Aydın Doğan sahip çıktı." dedi. Ilıcak, geçen hafta Dinç Bilgin'i konuk almış ve 28 Şubat sürecinin basındaki yaptığı değişimler üzerine konuşmuştu.

28 Şubat sürecinde ortaya çıkan 'andıç' bu hafta, Sözün Özü'nde ele alındı. O dönem 'andıç'ta adı geçen Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar üzerine 'Alçaklar kim?' diye yazı yazan Oktaş Ekşi şunları söyledi:

"Yazıişleri toplantısında bize bazı gazetecilerin PKK ile işbirliği yaptığı ve Şemdin Sakık'tan para aldığı söylendi. Herkes gibi ben de çok büyük tepki gösterdim. Ertesi gün bu yazıyı yazdım. Benim yazım 3 kişiyi hedef alıyormuş gibi göründü. O yazıdan pişman değilim, PKK ile işbirliği yapsalardı yine yazarım. Fakat sonra Şemdin Sakık verdiği ilk ifadede, 'Ben Türk gazecilerle işbirliği yapmadım, böyle bir açıklamada bulunmadım' dedi. Ve anladık ki, birileri bizi kandırmış. Bir senaryonun içinde yer almışız. Haklarında yazı yazdığım arkadaşlarımdan hemen özür diledim. Nazlı Ilıcak, olayın üstüne gitti. Bir tertip varmış, birilireni karalamak için düzenlenmiş. Biz de bu düzenlemeni içinde bilmeden yer aldık."

O dönem 'PKK yanlısı olduğu' iddiasıyla Sabah gazetesinden atılan Mehmet Ali Birand ise Sözün Özü'nde banttan görüntülerde şunları anlattı: "Geçmişle hesaplaşma merakım yoktur. Andıç konusunda bugüne kadar hiç açıklama yapmadım. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tümüne yansıyan bir olay olarak görmedim. Çevik Bir ve etrafındakilerin hatalı bir yaklaşımıydı. Bana ve aileme çok zarar verdi. Doğrular anlaşılınca üzerine gitmedim. Kimseye kırgın değilim. Aslında bunu yapanlar kendi kurumlarına, TSK'ya zarar verdiler. Yakın tarihimizde Türk medyasının en acı olaylarından biridir. Bana o dönem Aydın Doğan sahip çıktı; 'Sakın üzülme, arkandayım' dedi. Ve Milyiyet'ten bazı isimlerin kellesinin gitmesini de engelledi."

Mehmet Altan da konuyla ilgili şunları söyledi: "28 Şubat dosyası, Dinç Bilgin'in danışmanlığında yeniden gündeme gelmelidir."

http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=19054

BOZKIR
11-05-2006, 20:16
Soyadı bir arakamı hatırlatan paşanın yönetimi yüzünden Somalide'ki Türk birliğine saldırı olmuştu...Birde nişan aldı bilmem nereden...Böyle kişiler ordumuza nasıl girerler,nasıl subay olurlar,nasıl paşa olurlar anlamış değilim????

Adı da unutuldu sanıda...

yeter
13-05-2006, 22:43
Şemdin Sakık’ın ifadelerinde PKK ile ilişkisi olduğu iddiasının gündeme gelmesiyle o dönem çalıştığı Sabah Gazetesi’nden ayrılmak zorunda kalan Gazeteci Mehmet Ali Birand, kendisine yönelik suikast girişiminden MİT sayesinde kurtulduğunu söyledi. 28 Şubat döneminde Cengiz Çandar’la birlikte Sabah Gazetesi’ndeki yazılarına son verilen Birand, ‘Andıç’ın uygulama tarihi 24 Nisan’dı ve 25 Nisan’da hem Sabah’ta hem Hürriyet’te bizlerin ismi verilerek terör örgütü ile bağlantılı olduğumuz yazdırıldı’ dedi.

Atasagun ve Ağar anlattı
Birand, kendisine yönelik suikast girişimine ilişkin bilgileri MİT eski Müsteşarı Şenkal Atasagun, MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür ve Refahyol Hükümeti’nin İçişleri Bakanı iken Susurluk kazası sonrasında istifa eden bugünün DYP lideri Mehmet Ağar’dan aldığını söyledi. Birand, ‘Beni MİT korumasa bugün yaşamıyordum’ dedi.

MİT’in kendisini Ankara ve İstanbul’da özel olarak koruduğunu, İstanbul’da da ayrıca polis ve özel güvenlik elemanları tarafından yakın takiple korunduğunu anlatan Birand, ‘Beni JİTEM öldürtmek istiyormuş. Bunu bana hem Şenkal Bey, hem Eymür, hem de Mehmet Ağar söyledi’ derken operasyonun taşeronluğunun da ‘Yeşil’ olarak bilinen Mahmut Yıldırım’a havale edildiğini anlattı.

Yeşil evime kadar girmiş
Birand, ‘Yeşil’in hem İstanbul’daki, hem de Kuşadası’ndaki yazlığıma komisyoncu gibi gelip araştırmalar yaptığını öğrendik. Ancak MİT’in ve polisin sıkı koruması sayesinde operasyondan vazgeçildiğini de sonradan öğrendik’ diyerek yaşadıklarını anlattı.


DİNÇ BİLGİN: ASKER İSTEDİ BİZ YAYINLADIK
Medya dünyasının en önemli isimlerinden Dinç Bilgin, yıllar sonra, 28 Şubat sürecinde yaşananları anlatırken çarpıcı ifadeler kullandı. Dinç Bilgin, gazeteci Birand ve Çandar’ı işinden eden PKK’ya destek haberini, ordu ve kamuoyu baskısından korktukları için yayınladıklarını ama doğru yapmadıklarını söyledi. ‘İşte Bilgin’in o döneme ilişkin itirafları: 28 Şubat döneminde her şey zıvanadan çıktı. Gazeteler, hükümet yıkıp hükümet kurmaya başladılar. Bütün kamu ihaleleri medya patronlarına dağıtılır oldu .O devirde gerekli görülen bir psikolojik harp vardı. Devletin bazı kademelerinde uzman kişilerce bir plan hazırlanıyor ve uygulama devreye sokuluyordu. Birileri bildirileri size uçuruyor ve yayınlamanızı istiyor. Siz de yayınlamak zorunda kalıyorsunuz. Andıç olayında Hürriyet’in yayınladığı haberi biz de yayınladık. Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve Altan kardeşler hakkında ‘Abdullah Öcalan’dan para aldılar’ söylentilerine inanmadım ama gazetemi andıçın hazırlandığı merkezden ve kamuoyundan korumak durumundaydım. Hürriyet gazetesi bu haberi yayınladığı için biz de vermeye mecbur kaldık. Şimdi baktığımda doğru yapmadığımızı görüyorum. O dönemde her gazetenin askerle teması vardı.’

Haber: Faruk Mangırcı
Kaynak: www.stargazete.com

yeter
13-05-2006, 22:54
Bu arada belirteyim, ne Cengiz Çandar ı ne de Mehmet Ali Birnad ın yazılarını da fikirlerini de hiç beğenmem. Genelde yazılarını da okumam.

Burada önemli olan konu 28 şubat sürecinde ülkenin ne hale getirildiğidir. Hukukun nasıl yerle bir edildiğidir. Ülkenin nasıl olup da yolsuzluklarda dünya rekorları kırıp en üst seviyelere tırmandığıdır. O zamanın büyük bir medya kuruluşu sahibi olan Dinç Bilgin in kendi itirafında yer bulduğu gibi yaptıkları palavra haberlerle nasıl olup da büyük ihalelerin kendilerine peşkeş çekildiğidir. O zaman yönetimde kimler vardı acaba?

Bir de şu var. Bilgin açıklamasında diyor ki, "bize andıçın hazırlandığı merkezden gelen haberleri duyurmak zorundaydım." Şuna merkez diyeceğine kurumun adını doğrudan neden söylemiyor da merkez diyor.

Kişiler şahsi emellerini herşeyin üstünde tutarak ve kurumların arkasına sığınarak bu ülkenin kurumlarını itibarını zedelememeli. Demokrasi denen ve hepimiz için özümsenmesi gereken kavram işte bunun için çok önemlidir. Daha güçlü ve aydınlık bir Türkiye için.

kdr1965
14-05-2006, 15:56
Bu arada belirteyim, ne Cengiz Çandar ı ne de Mehmet Ali Birnad ın yazılarını da fikirlerini de hiç beğenmem. Genelde yazılarını da okumam.

Burada önemli olan konu 28 şubat sürecinde ülkenin ne hale getirildiğidir. Hukukun nasıl yerle bir edildiğidir. Ülkenin nasıl olup da yolsuzluklarda dünya rekorları kırıp en üst seviyelere tırmandığıdır. O zamanın büyük bir medya kuruluşu sahibi olan Dinç Bilgin in kendi itirafında yer bulduğu gibi yaptıkları palavra haberlerle nasıl olup da büyük ihalelerin kendilerine peşkeş çekildiğidir. O zaman yönetimde kimler vardı acaba?

Bir de şu var. Bilgin açıklamasında diyor ki, "bize andıçın hazırlandığı merkezden gelen haberleri duyurmak zorundaydım." Şuna merkez diyeceğine kurumun adını doğrudan neden söylemiyor da merkez diyor.

Kişiler şahsi emellerini herşeyin üstünde tutarak ve kurumların arkasına sığınarak bu ülkenin kurumlarını itibarını zedelememeli. Demokrasi denen ve hepimiz için özümsenmesi gereken kavram işte bunun için çok önemlidir. Daha güçlü ve aydınlık bir Türkiye için.


şu Aydın DOĞAN grubu nu ele almakta bir sakınca varmı arkadaşlar özellikle moderatörlere soruyorum forum ve hukuk kurallarına bağlı kalmak kaydıyla hep beraber araştıralım bakalalım bu grubu ve özgeçmişini neler yaptığını.?haydi bakalım klavye başına.!!!!!!!!!!!!!!!!!

HÜSSAM
15-09-2006, 12:41
Hurriyet

Bu cinayet neden çözülmez (3)
İSMAİLAĞA cinayetiyle ilgili iki yazıma cemaatin eleştirisi... - 12.09.2006
İSMAİLAĞA cinayetiyle ilgili iki yazıma cemaatin eleştirisi, "Sen ne anlarsın ki" diye özetlenebilir. Elhak doğru, tarikatla hiç işim olmadı, olmaz da...
Ama hazretler kabul eder ki, katil de değilim.

Buna rağmen cinayet haberi yazacak kadar gazeteciyim.

Üstelik genç müritleri hatırlamayabilir.

Cüppeli Hoca ile bu sütunun tanışıklığı hayli eskidir.

* * *

Beş yıl kadar önce 19 Haziran 2001’de İsmailağa Camii’ne doğru yürüyen yaşlı bir adam kurşun yağmuruna tutuldu, bacaklarından vurularak kanlar içinde yere yığıldı.

Bacağa sıkılan kurşunun tercümesi, alacak-verecek meselesiydi. Nitekim polise teslim olan saldırgan Fahri Vural (41) ilk ifadesinde, "Fabrikasında müdür olarak çalıştığım bu şahıs, beni 1 milyon mark kadar borca soktu, 8 ay önce işten çıkarttı. Fakir fukaranın parasını yedi" dedi.

Suç mahalli İsmailağa, zanlı eldeydi, peki ya kurban kimdi?

O tarihte 65 yaşını süren işadamının ismi Yusuf Ünlü’ydü. Eşi Rabia ile 1960 yılında evlenirken nikáhı kıyan İsmailağa imamının ismi Mahmut Ustaosmanoğlu’ydu. 27 Şubat 1965 tarihinde doğan oğlu Ahmet’in din eğitimini yine aynı hoca üstlendi. Küçük çocuk daha ilkokula başlamadan sarık taktı.

Ve hálá çıkartamadıysanız biz söyleyelim: Yusuf Ünlü, İsmailağa cemaatinde Cüppeli Hoca olarak ün kazanan, liderliğe oynayan Ahmet Ünlü’nün babasından başkası değildi.

* * *

Yusuf Ünlü’nün işleri uzun süredir bozuktu. Demir çivi üreten fabrikası 1998 yılında, yani saldırıdan üç yıl önce iflas etti, alacaklılar sıraya girdi. Resmi kayıtlar böyle diyordu.

Ama ya her vaazında bugünün parasıyla yüzlerce YTL toplayan, kaset ve takvim pazarlayan, zengin müritlerine "Bir değil yüzlerce tane alın, dağıtın" diyerek adeta bayi teşkilatı kuran oğlu Cüppeli Ahmet’le maddi, manevi ilişkisi ne durumdaydı?

Anlaşılan sadece biz değil cemaati de merak ediyordu. Çünkü Yusuf Ünlü, aynı zamanda oğlunun kurduğu Fatih Hak ve Hizmet Vakfı’nın da başkanıydı. Cüppeli’nin önsözüyle 1999 yılında yayın hayatına giren Beyan Dergisi’nin Mart 2000 sayısında Yusuf Ünlü ile bir söyleşi yayınlandı.

Yani oğlu sordu, babası yanıtladı, bakın neler anlattı:

Beyan: Ahmet Hoca gecede 50 milyar lira para topladı, size aktardı iddiaları var.

Yusuf Ünlü: Kesinlikle yalan ve iftira.

Beyan: Fabrikanızda çalışanlara bozuk parayla ödeme yaptınız, bunlar vakıf parası mıydı?

Yusuf Ünlü: Vakfa yardım olarak gelen bozuk paraları kendi çekimle değiştirdiğim olmuştur.

Beyan: (Emlak Bankası’nı dolandıran) Kemal Horzum ve Fikret Öngen ile ilişkiniz tartışılıyor.

Yusuf Ünlü: Ben Kemal Horzum’u 1970’li yıllarda tanıdım, fabrikama demir lisansı almama yardım etti. Fikret Öngen’i ise Hamit Alp olarak biliyordum, hasta ziyaretinde tanıdım. Fabrikama geldi gitti, ama işyerimde çalışmadı.

* * *

Bir de sahte para basıp piyasaya sürerken yakalanan müritler var ama yerimiz kalmadı.

Ama herhalde meramımızı anlatabildik. Tarikatı bilmesek de suçu nerede görsek tanırız.

Çünkü suçun dini, imanı, etnik kökeni olmaz. Bunların arkasına sığınmak suçu ağırlaştırır.

O yüzden Müslüman’a düşen bu suçları örtmek değil aydınlatmak olmalıdır.

Değil mi ihvan?