Kilo sorunu olan insanlar zeytin yağ yararlı diye fazla miktarda tüketmesinler. Diğer yağlar gibi zeytin yağın kalorisinde 9 dür.
Beslenmede as olan her şeyden dengeli beslenmek ve düzenli spor yapmaktır.
Printable View
Kilo sorunu olan insanlar zeytin yağ yararlı diye fazla miktarda tüketmesinler. Diğer yağlar gibi zeytin yağın kalorisinde 9 dür.
Beslenmede as olan her şeyden dengeli beslenmek ve düzenli spor yapmaktır.
1 BARDAK COLA BİR SAATTE VÜCUTTA BAKIN NELER YAPIYOR?
Cola ile felakete götüren 60 dakika
İç ve Kalp Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, bir bardak Cola'nın 60 dakikada vücuda verdiği zararları anlattı. İşte felakete götüren kısır döngü.
İç ve Kalp Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, Cola'nın zararları hakkında ilginç açıklamalarda bulundu.
www.barsakforum.com sitesinde yazan Prof. Dr. Karatay, 'kola içince vücudunuzda neler olduğunun farkında mısınız?' diyerek aşağıdaki açıklamayı yaptı:
1. İlk 10 dakikada: Kanınıza hemen 10 çay kaşığı kadar şeker girer. Bu normal günlük dozun 100 katı kadardır. Bulantınızın olmamasının nedeni içinde bulunan 'fosforik asiddir'.
2. İlk 20 dakikada: Kan şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun sonucu pankreasınızda aşırı derecede insülin salgılanır ve kan şekerinin fazlası karaciğerde yağ olarak depolanmaya başlar.
3. 40 dakika içinde: Kafeinin tamamı dolaşıma girmiş olur. Kan basıncı yükselir, karaciğerden daha fazla şeker yapılarak kana geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.
4. 45 dakika içinde: Beyinde dopamin yapımı artar, mutluluk hissi başlar (eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir.)
5. 60 dakika içinde: Ani açlık hissi oluşur.
6. Tekrar kolaya ve tatlılara saldırısınız.
7. Bu kısır döngü devam ettiği süre karaciğer ve göbek yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde LEPTİN ve İNSÜLİN DİRENCİ gelişir.
8. Şişmanlık hastalığını başlatmıştır ve bütün dejeneratif hastalıkların nedenidir.
Hala cola içmek istermisiniz? Yoksa taze sıkma portakal ve nar suyumu sıktırırsınız gittiğiniz restaurantlarda?
Maalesef sıkma portakal suyu yok!! Diyen lokantaları protesto edin. 20 liraya bir meyve sıkma makinası aldırın. Aksi halde bir daha gelmeyeceğinizi söyleyin..
Sağlığımıza dikkat edelim. Restaurantlarda Cola, Fanta, Zero varsa. Sıkma taze portakal, mandalina, kivi suları da olsun.
BU KADAR ZENGİN ÇESİT VAR, BURADA OLMAYAN ÇEŞİTLER DE VAR. NE YAZIK Kİ DÜNYAYA TANITAMIYORUZ...
*KONYA'NIN KÜFLÜ PEYNİRİ*
Konya'da, yağı alınmış koyun sütünden üretilen
ve doğal olarak küflendirilen
Konya küflü peyniri, genellikle Karapınar, Ereğli,
Cihanbeyli gibi
koyunculuğun yoğun olduğu yerlerde üretiliyor. Küflü
peynir, özellikle
kırsal alanda yağı alınmış koyun sütünden
üretiliyor. Yağının alınması,
doğal küflenmeye yol açtığı için aflatoksin
oluşmasını önlüyor.
*BERENDİ VE DİVLE TULUM PEYNİRİ*
Ereğli ilçesi ile Karaman'ın Ayrancı ilçesi ve
çevresinde üretilen Berendi
ve Divle tulum peynirinin de pazar payı oldukça geniş.
Berendi tulum
peyniri pastorize inek sütü kullanılarak modern
tesislerde üretiliyor.
Divle tulum peyniri ise tümüyle geleneksel usullerle,
kuzulamaların
gerçekleştiği, mayıs ayı ile haziranın ortasına
kadar olan sütün bol olduğu
dönemde koyunlardan sağılan süt biriktirilerek
yapılıyor. Ayrancı'ya bağlı
Divle köyünde vatandaşlar, sağdıkları sütleri her
gün bir kişinin evinde
imece usulüyle birleştiriyor, ürettikleri peyniri
mağaralarda saklıyor.
*KAYSERİ'NİN ÇÖMLEK PEYNİRİ*
Çömlek peyniri, taze koyun veya inek peynirinin
süzülüp daha sonra
çömleklere basılmasıyla üretiliyor. Kalıplar
halindeki taze peynir, önce
bez torbalara konulup üzerine taş parçalarıyla baskı
yapılarak içerisindeki
peynir suyunun dışarı akması sağlanıyor.
'Baskı' adı verilen bu işlem 2 gün
sürüyor. Suyunu kaybeden taze peynir, daha sora elde
ufalanıp bir bez
üzerine serilerek tuzlanıyor. Ufalanan peynirin
içerisine bir miktar çörek
otu katılıyor. Tuzlanıp bir gün bekletilen peynir
çömleklere basılıyor.
Üzerleri donmuş yağ ile kaplanan çömlekler daha sonra
kayadan oyma
mağaralarda veya evlerin zemin katında hazırlanan nemli
kumlara gömülerek
olgunlaşmaya bırakılıyor. Yaklaşık 3 ay sonra peynir
tüketilmeye hazır hale
geliyor.
*ERZİNCAN TULUM PEYNİRİ*
Erzincan'da birkaç yıl öncesine kadar evlerde, son
yıllarda ise modern
tesislerde üretilen tulum peyniri, ülkede en çok
tüketilen peynir türleri
arasında. Koyun sütünün ısıtılıp mayalandıktan
sonra oluşan pıhtısı, bez
torbada sudan ayrışması için 3 gün bekletiliyor. Daha
sonra pıhtı
parçalanarak yüzde 3 oranında tuz ile karıştırılıp
18 saat havayla temasa
bırakılıyor. Peynirde istenen aromanın oluşması için
bu işlem birkaç kez
tekrarlanıyor ve hava almayacak şekilde bir tulum ya da
bidonda 120 gün
bekletilerek tüketime hazır hale getiriliyor. Tulum
peyniri, başta Erzincan
olmak üzere Türkiye'nin hemen her yerinde marketlerde
ve şarküterilerde
satışı yapılıyor.
*KARS GRAVYERİ*
Mandıralarda üretimi yapılan peynirin hayvansal protein
oranı yüzde 32
seviyelerinde.İlde yaygın olarak tüketilen gravyer, son
yıllarda büyük
şehirlerde de ilgi görmeye başladı. Özellikle
yabancı turistlere ev
sahipliği yapan otellerden Kars gravyerine yoğun talep
geliyor. Gravyerin
gelecek yıllarda çok daha fazla ilgi görmesi bekleniyor.
İyi bir Kars
gravyerinin sert kabuklu, kiraz büyüklüğünde
gözenekleri, kesildiğinde
renginin koyu sarı olması ve yenildiğinde genzi yakacak
düzeyde bir tadı
bulunması gerekiyor. Tamamen organik olan bu peynirin
kilogramı, Kars'ta
25-30 YTL arasında satılıyor. * *
*KARIN KAYMAĞI PEYNİRİ*
Kars'ta yapılan bir diğer önemli peynir türü ise
daha çok Sarıkamış
ilçesinde ev koşullarında üretilen 'karın
kaymağı' peyniri. 24-34 derecede
mayalanan inek sütü, pıhtı haline gelmesinin ardından
bez torbalarda baskıya
alınarak suyu süzülmeye bırakılıyor. Yaklaşık 18
saat süren bu işlemin
ardından açılan torba içerisine yüzde 3 oranında tuz
ilave edilerek pıhtı
ufalanıyor ve belli bir oranda krema veya tereyağı
katılıp yoğruluyor. Daha
sonra temizlenmiş ve kurutulmuş hayvan işkembesi
içerisine konuluyor. Ağzı
sıkıca kapatılarak ve düz bir yerde bırakılarak 120
kilogramlık baskı
uygulanıyor. Baskı işlemi 3 gün devam ediyor ve sonra
iplere asılarak serin
odalarda 3 ay gibi bir süre olgunlaşmaya bırakılıyor.
Ardından peynir
tüketilmeye hazır hale geliyor. * *
*VARTO KEÇİ PEYNİRİ*
Keçi sütü, güneş sıcaklığında belli oranda
ısıtıldıktan sonra maya ilave
edilerek pıhtı halini alıyor ve oluşan bu pıhtı,
hafifçe parçalanıp
gözenekleri iri olmayan keten tarzı bez torbalarda bir
süre
bekletiliyor. Torbada
en az 12 saat asılı bekletilerek suyu süzülen pıhtı,
daha sonra keçi peyniri
halini alıyor.
*İKİZDERE TULUM PEYNİRİ*
Ardahan'da üretilen İkizdere tulum peyniri, Erzincan
tulum peyniri ile aynı
pastörize işlemler uygulanarak elde ediliyor. Ancak
Erzincan tulum peyniri
koyun, İkizdere tulum peyniri inek sütünden
yapılıyor.Evlerde ailelerin
kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ürettiği
peynir, pazarlarda nadiren
görülüyor.
*ARDAHAN KÜFLÜ PEYNİR*
Yine Ardahan'da üretilen küflü peynir, yağsız inek
sütünden yapılıyor. Peynir,
bölgede genellikle evlerde üretiliyor. İhtiyaç
fazlası ürün, satışa
sunuluyor. Genellikle aynı bölgede tüketiliyor.
*ERZURUM'UN CİVİL PEYNİRİ*
Erzurum'a özgü civil peynir, yağsız inek ya da
koyun sütünden
yapılıyor.Yayıklanarak yağı alınan ve tencerede
mayalanan süt, pıhtı halini
alana kadar ateş üzerinde sürekli karıştırılıyor.
Oluşan pıhtı, başka bir
kaba alınarak tuz ilave ediliyor. Peynir kütlesi daha
sonra bir kola
sarılarak tel şeklini alıyor. Salamura suyu içerisinde
muhafaza
edilebildiği gibi, bolca tuzlanarak taze olarak da
saklanabiliyor. Civil
peynir, başta Erzurum olmak üzere Ankara ve
İstanbul'da da değişik
marketlerde satışa sunuluyor. Yağsız olması
nedeniyle, özellikle diyet
uygulayanlar tarafından tercih ediliyor.
*BİNGÖL SALAMURA PEYNİRİ*
Bingöl'de çiğ koyun sütünden yapılan salamura
peynir, yaylalarda, ev
koşullarında aile işletmeleri tarafından
üretiliyor.Ailelerin kendi
ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde ürettiği
salamura peyniri, koyun sütünün
pişirilmeden güneş sıcaklığında mayalanarak pıhtı
halini almasıyla elde
ediliyor. Pıhtı, keten bez parçalarda 1-2 gün suyunun
süzülmesi için
baskıya alınıyor ve daha sonra küçük parçalar
halinde salamura suyuna
konularak tüketime hazır hale getiriliyor.
*PEYNİR DEPOSU 'MAĞARA'*
Sivas'ın Zara ilçesinde kışlık olarak hazırlanan
peynirler, geleneklere göre
yüzyıllardır depo alarak kullanılan mağaralarda
korunuyor. Zara ve
köylerinde yaz aylarında hazırlanan peynirler, daha
önceden belirlenen
mağaralarda kış için saklanıyor. Peynirler yaz
boyunca soğuk hava deposu
görevi yapan bu mağaralarda bekletiliyor, kış
yaklaştığında bu peynirler
mağaradan çıkartılarak satılıyor ya da tüketiliyor.
*KÜP PEYNİR*
Sivas ve ilçelerinde yoğun olarak küp peyniri üretimi
yapılıyor. Genellikle
bahar aylarında yapımına başlanan küp peyniri, inek
sütünden taze peynir
olarak yapılıyor. Suyu alındıktan sonra toprak
küplere veya plastik
bidonlar içerisine dilimlenerek yerleştirilen peynir, bol
tuzlanıp,
sıkıştırılıyor. Peynirin ağız kısmına bez bir
örtü konduktan sonra küp veya
bidonun kapağı kapatılıyor. Ters olarak çevrilen küp
veya bidonun ağız
kısmı aşağı gelecek şekilde evlerin serin olan
genellikle bodrum
kısımlarında yarıya kadar toprağa gömülüyor.
Yaklaşık 3 ay bekletilen
peynirin bu süre içerisinde suyu süzülüyor, rengi,
kokusu ve tadı değişiyor.
*TOKAT'TA KIŞLIK SALAMURA PEYNİR*
Keçi, koyun ve inek sütünden mayıs-ağustos ayları
arasında yapılan peynir,
çiğ sütten mayalanarak üretiliyor. Peynirler daha
sonra kalın tuzla
tuzlanıp, küp ve bidonlara basılıyor. Bu peynir, 3 ay
sonra tuzdan
ayıklanarak tüketilmeye başlanıyor.
*TRABZON'UN 'TELLİ PEYNİRİ'*
Doğu Karadeniz yaylalarında beslenen ineklerden elde
edilen sütlerin ana
maddesini oluşturduğu 'telli peynir', kaşar
peynirine benzeyen, sarımtırak
renkli, lif lif ayrılabilen, ısıtıldığında uzayan,
az tuzlu peynir olarak
nitelendiriliyor. Peynir üreticisi Ali Kemal Bıyıklı,
AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 'telli peynir' üretiminin geleneksel
olarak Trabzon ve
ilçelerindeki köylerde kadınlar tarafından
yapıldığını, son yıllarda da süt
fabrikalarında 'telli peynir' üretimi
gerçekleştirildiğini söyledi.
*EDİRNE'NİN BEYAZ PEYNİRİ*
Türk Patent Enstitüsü (TPE) tarafından tescil edilen
Edirne peyniri,
Anadolu'nun her yanından rağbet gören bir lezzet
olarak öne çıkıyor. Edirne'nin
değişik türdeki otlarıyla doğal beslenen inek, keçi
ve koyunların sütünden
lezzetini alan Edirne peynirinin imalat aşamasındaki
lezzetine lezzet katan
diğer unsurlar da tuz ve maya. Meriç, Tunca ve Arda
nehirlerinin
oluşturduğu deltada yetişen bitki örtüsünün süte
kattığı lezzet, peynire de
yansıyor.Edirne beyaz peynirinin, yapımında
kullanılacak sütün en çok 30
dakika içinde mayalanıp peynir haline getirilmesi,
olgunlaştırma sürecini
tamamlayan peynirin, havayla ilk temasından itibaren
(teneke açıldıktan
sonra) 3 ay içinde tüketilmesi gerekiyor.Edirne ve
Trakya'ya özgü peynir,
tam yağlı ve doğal olması özelliği ile tanınıyor.
Edirne beyaz peyniri
ağızda kayganlık hissiyle ve ekşimsi tadıyla diğer
peynirlerden ayırt edici
özelliğe sahip.
*AHBAZ VE ÇERKEZ PEYNİRİ*
Sakarya'da yöresel olarak üretilen peynir türleri
arasında Abhaz ve Çerkez
peyniri öne çıkıyor. Ahhaz peynirinde, 8 litre sütten
yaklaşık 2 kilogram
peynir elde ediliyor. Süt, peynir mayasıyla birlikte 2
saat bekletiliyor. Maya
tuttuktan sonra ortaya çıkan peynir elle bir araya
toplanıyor. Bir sahanda
sıkıştırılıyor ve bir gün bekletiliyor. Kaynayan
suda dilimler halinde
karıştırılan peynire istenilen şekil (örgü,
tekerlek)verilebiliyor.
Çerkez peyniri ise Abhaz peynirine göre daha yumuşak.
10 litre sütten
yaklaşık 2 kilograma yakın peynir üretilebiliyor.
*'OTLU PEYNİR, HAZMI KOLAYLAŞTIRIYOR*
Hazmı kolaylaştırıcı özelliğe sahip olan Van'ın
otlu peyniri, bu nedenle
sadece kahvaltıda değil, yemeklerden sonra da
tüketiliyor. Genellikle Doğu
Anadolu Bölgesi'nde, 25 çeşit bitki kullanılarak
yapılan otlu peynirin,
sofralarda farklı bir yeri bulunuyor. Otlu peynirde
çoğunlukla sirmo
(yabani sarımsak), mendo, helis, siyabo, nane ve kekik
gibi yabani otlar
kullanılıyor. İlkbaharda dağlardan toplanan bitkiler,
bir süre salamurada
bekletildikten sonra peynire katılıyor. Otlardaki
çeşitli mineraller
hazımsızlık sorununu ortadan kaldırıyor.
*ÇANAK PEYNİRİ*
Yozgat'ta temmuz ve ağustos aylarında elde edilen
sütle hazırlanan ve
çanaklarda toprağa gömülen çanak peyniri, sonbahar
aylarında topraktan
çıkarılıyor ve kış mevsiminde tüketiliyor. Yozgat
Belediyesi, yöreye özgü
bu peyniri tescillemek için Türk Patent Enstitüsüne
başvuruda bulundu.
*AYDIN'IN TULUM PEYNİRİ*
Aydın'da inek ve koyun sütlerinin karışımından
üretilerek keçi derisine
basılan tulum peyniri, lezzetiyle beğeni topluyor.
Bölgedeki üreticiler,
peynirin asıl lezzetinin keçi derisine basılmasından
kaynaklandığını ifade
ediyor.Keçi derisine basılan peynir, derinin şeklini
alıyor. Bu haliyle
peynirin yaklaşık bir yıl depolanarak acı suyunu
dışarıya atması bekleniyor.
*MALATYA PEYNİRİ*
Genellikle köylerde üretilen Malatya peyniri, çiğ
sütün yağı ve kuru maddesi
çekilmeden, peynir mayasıyla mayalanması ile
üretiliyor. Mayalanan peynir
kesildikten sonra suyu alınıyor ve üzerine ağırlık
konulan iki tahta
arasında sıkıştırılıyor. Peynir, kaynatıldıktan
sonra salamuraya
bırakılıyor.
*İZMİR'İN YÖRESEL PEYNİRLERİ*
Farklı kültürlerinin bir araya geldiği İzmir ve
ilçelerinde, bu medeniyetler
buluşması kendisini yöresel peynir çeşitlerinde de
gösteriyor. En fazla
tanınan İzmir tulumu, halen İzmir'in yanında
Ödemiş, Menemen, Tire ve diğer
ilçelerdeki mandıralarda yapılıyor. Süt pastörize
edildikten sonra mayalama
sıcaklığına kadar soğutuluyor. Daha sonra
'pıhtı kırımı' yapılıyor ve baskı
tenekelerinde bekletiliyor. İzmir tulum peynirinde
kullanılan salamura ise
peynir altı suyundan elde ediliyor. Kesilen ve süzülen
telemenin konulduğu
teneke ya da deri, salamura ilave edilerek hava almayacak
şekilde
kapatılıyor.Tulum peyniri için kullanılan deriyse 1,5
yıl öncesinden hazır
hale getiriliyor. Özel keçi derisi tuzlanarak 3-4 ay
tuzlama süresi sonrası
8 ay kadar bekletiliyor. Hazırlanan teleme, tulumun
içine çaprazlama
yerleştirilerek boş kalan bölümler lor ile kapatılarak
tulumun ağzı kendir
ipiyle bağlanıyor. Tulum peyniri, tadını kazanması
için 18-20 ay kadar
soğuk havada bekletiliyor.
*SEFERİHİSAR'IN ARMOLASI*
Bölgeye özgü, diğer peynir türlerine benzemeyen peynir
çeşitleri arasında
yer alan armola peyniri, Seferihisar ilçesindeki bir kaç
mandıra ve evlerde
yapılıyor. Eskiden tulum içinde yapılan peynirin şu
anda endüstriyel olarak
tulum üretimi gerçekleşmiyor. Armola peyniri, keçi
sütünden yapılan süzme
yoğurt, keçi sütü loru ve beyaz peynirin
karışımıyla ortaya çıkıyor. Armola,
hafif bir peynir olması ve istendiğinde domates
salatasına sos olarak
kullanılabilme özelliği nedeniyle çok tercih ediliyor.
Keçi sütünden
yapılması ve peynir-yoğurt karışımı olması
nedeniyle farklı bir lezzeti var.
Genelde ekmeğe sürülerek üzerine zeytinyağı,
kırmızı biber, sarımsak ilave
edilerek yeniliyor.
*EGE'NİN ORTAK MİRASI: KOPANİSTİ PEYNİRİ*
İzmir'in Karaburun Yarımadası'nı çevreleyen
ilçe ve beldelerinde yapılan
kopanisti peyniri de özgün yapım şekli, tadı ve
tüketim şekliyle ilginç
özellikler barındırıyor. Karaburun başta olmak üzere
Çeşme, Dikili ve
Foça'da sadece evlerde üretilen kopanisti peyniri,
keçi sütü veya keçi-koyun
sütü karışımının yaklaşık bir ay her gün
yoğrulmasıyla yapılıyor. Yapımı
süresince oda sıcaklığında bırakılan lordaki
acımsı tat, kimi bölgelerde bu
peynirin 'acı peynir' olarak adlandırılmasına
neden oluyor. Kendine has
kokusu ve tadı bulunan peynir, bölgede kahvaltının
yanında içki mezesi ve
börek içi olarak da değerlendiriliyor.
*TİRE'NİN ÇAMUR PEYNİRİ*
İzmir'in yöresel tatları arasında Tire ve Ödemiş
ilçesinde bilinen
peynirlerden biri de çamur peyniri. Keçi veya
keçi-koyun sütü karışımından
yapılan yağlı tulum lorunun, peynir altı suyu ile
karıştırılmasıyla elde
edilen çamur peyniri, krem peynir kıvamında olması
nedeniyle genelde ekmeğe
sürülerek zeytinyağıyla birlikte tüketiliyor. Çamur
peyniri ayrıca salatalar
için sos olarak da değerlendiriliyor. Bu peynir çeşidi
lor üretiminin yoğun
olduğu bölgelerde mandıralar tarafından üretilerek
semt pazarları ve
marketlerde satılıyor.
*EZİNE PEYNİRİ*
Türkiye'nin en lezzetli beyaz peynirleri arasında yer
alan, adı Çanakkale
ile özdeşleşen 'Ezine peyniri'nin en önemli
özelliği, üretimde kullanılan
sütün belirli bir bölgeden sağlanması. Ezine
Mandıracıları Koruma ve
Yaşatma Derneğinin (EPD) başvurusu sonucunda, Ezine
peynirine 2006 yılında
Türk Patent Enstitüsünce, coğrafi işaret tescil
belgesi verildi.Ezine
peynirinin yapımında, Kaz Dağları'nın kuzey ve
batı kesimlerindeki Ezine,
Bayramiç ve Ayvacık ilçelerinin doğal bitki örtüsü
ve su kaynaklarıyla
beslenen koyun, keçi ve ineklerden elde edilen sütler
kullanılıyor. Mevsime
göre yüzde 40 oranında keçi sütü, yüzde 45-55
oranında koyun sütü ve yüzde
15 oranında inek sütü karıştırılarak hazırlanıyor.
Ezine peynirinin
üretimi, mart ayından ağustos ayına kadar sürüyor.
*MANYAS PEYNİRİ*
Türkiye'nin süt ve süt ürünleri üretiminde
lokomotif iller arasında sayılan
Balıkesir'de yapılan ünlü Manyas peyniri, hiçbir
katkı maddesi ilave
edilmeden, inek ve koyun sütü karıştırılarak
üretiliyor.Türk ve dünya
mutfaklarının vazgeçilmezleri arasında yer alan en az
200 yıllık Manyas
peyniri, protein zenginliği nedeniyle bölge halkının
yanı sıra ülkenin iş,
siyaset, sanat ve spor dünyasının önde gelen isimleri
tarafından da tercih
ediliyor. Dünyanın en ünlü peyniri olarak gösterilen
Fransız 'rokfor
peynirine' rakip olduğu ve yüzde 100 doğal olarak
üretildiği belirtilen
Manyas peynirinin tezgahlara çıkış süreci 6 aylık bir
zamanı kapsıyor. Ağızda
dağılmayan Manyas peyniri, ekmek gibi yenilebildiği
için uzun süre tok tutma
özelliğine ve protein zenginliğine sahip.
**
*ANTEP PEYNİRİ*
Gaziantep'teki soğuk hava depolarında kışın
tüketilmek üzere tonlarca Antep
peyniri saklanıyor.İnek, keçi ya da koyun sütünden
yağlı, yarım yağlı ya da
yağsız olarak üretilen Antep peyniri, bulgur, salça ve
dolmalıklarla
birlikte ailelerin kış hazırlıkları kapsamında temin
ettiği temel gıda
ürünleri arasında yer alıyor.
*'ÇİĞ KESİK' PEYNİRİ*
Samsun'da, daha çok Alaçam ve çevresindeki
yaylalarda yetişen koyunların
sütünden çiğ olarak yapılan ve 'çiğ kesik'
olarak bilinen peynirler için
birçok ilden özel siparişler alınıyor.İlçe
merkezinden yaklaşık 950 metre
rakımda bulunan Yukarıkoçlu köyü yaylasında beslenen
koyunların sütünden
yapılan çiğ kesik peynirlerin kendine özgü yapılış
tarzı ve tadı bulunuyor. Çiğ
kesik peynirinin lezzeti, yaylalarda, başta kekik olmak
üzere birçok türde
otla beslenen koyunlardan elde edilen sütten geliyor.
Çiğ kesik peyniri
için yurt içi ve yurt dışından siparişler geldiği
belirtiliyor.
*TORBA VE KÜP ÇÖKELEK*
Ordu'da torba peyniri ve küp çökelek yöresel
peynirlerin başında
geliyor. Çökelek
peyniri daha çok kırsal kesimde üretiliyor. Isıtılan
yayık ayranına bir
miktar yoğurt ilave ediliyor ve torbalara doldurularak
katı hale gelmesi
için ağırlık altında yaklaşık bir hafta bekletilerek
oluşturuluyor. Çökelek
peyniri genellikle pazarlarda satılıyor.
*AMASYA'DA KÖY PEYNİRLERİ*
Amasya bölgesinde geleneksel yollarla yapılan köy
peynirleri, sütün kıvamına
göre çeşitli adlarla satışa sunuluyor. Yaklaşık 5
kilogram sütten bir
kilogram peynir üretiliyor. Yörede genellikle tel
peyniri, kaşar peyniri,
manda sütünden elde edilen manda peyniri ve salamura
peynir üretiliyor.
**
*CEVİZLİ KAŞAR PEYNİRİ*
Zonguldak'ın Çaycuma ilçesinde, tamamen doğal
kaynaklarla beslenen inek ve
mandaların sütünden, cevizli kaşar peyniri üretiliyor.
Kapalı bir havzada
doğal ortamda beslenen inek ve mandaların sütünden elde
edilen peynir,
standart kaşar peynirlerden farklı olarak bir kilogramı
için 9 kilogram
yerine 15 kilogram süt kullanılarak yapılıyor.
Endüstriyel kaşar
peynirlerin 10 saat kuruduktan sonra satışa sunulmasına
karşın yöreye özgü
cevizli kaşar peyniri, tadının daha iyi olması için 2
gün süreyle
kurutuluyor
"Enerjinizi kullanmayı öğrenin"
Beyin öyle bir güçtür ki..
Kafadan geçen her düşüncenin Allah katında bir talep olduğuna inanıyorum. İyi şey ister, güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir. Ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız. Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuyla yola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerji yayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanız ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın…
Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler olur yani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zaman siz şunu düşünürsünüz –onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor – Neden acaba ? Bu tıpkı (yumurta mı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu)'yu andırmıyor mu?
Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz, hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yani dostlarla da sohbetin güzelliği, keyfi kalmadı. Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş gibi. Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeye devam edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her şeyin bereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz.
Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsün hangi hastalıktan korkup çağırıyorsanız size onu getirir.
Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar ki bir gün gelir bir de bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş ani çıkan, hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlarda olabilir.
Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz.
Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa sevgi değildir. Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun. Birisine sevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size geri dönüşünden aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.
Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğe sahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine değdirsin. Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasını istiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif bir ortamda büyütmeye çalışın.
Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizi gösterin. Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve bilin ki çok çabuk büyüyorlar. Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri halde bunu ifade edemez ve gösteremezler. Neden? Ne zaman göstereceksiniz? Tanrı'nın verdiği bu armağana sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi ?
Beyin öyle bir güçtür ki, insan beyin gücünü kullanarak isterse kendini felç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir. Yeter ki beynini şartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresi vardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır. Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak güce sahiptir. Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum:
Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyonda duruyor. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor. Biraz sonra tren hareket ediyor, ve bir durak sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor. Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinin donarak öldüğü görülüyor. Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya geçirilmemiş. Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak, donmanın tüm belirtilerini göstererek vücudunu buna uyduruyor.
Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin. Bazı insanlar vardır, hep konuşurken daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunu tekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler. Ben bu laftan çok korkarım, eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle bir şartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler. Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru bir laf değil mi?
Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.
Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .
Ama şu anımı biliyorum,ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımda çocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve yarınımı da bilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif şekilde değerlendiririm.
Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.
Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün.
Dün, bugün, yarın diye… Biz ani stresleri çok severiz.
Çünki ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza, algılama, enerji süper olur.
Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır. Ama siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunu düşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider.
Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon ,kalple ilgili şikayetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz. Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?
Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli.
Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızı dağıtın.
Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi azalsın veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.
Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistik etki onların pozitiflenmesini sağlar.
Ben evde sokakta bile hep iyilik diler ve hayır için dua ederim.
Prof. Yıldız Batırbaygil
--
Demek ki beynimizi de temiz tutmak sağlıklı fikir ve düşüncelerle beslemek gerek.
En önemlisi de bu galiba.
Güzeldi.
Bana gelen bir mailden:
KABAK CEKiRDEGi
Almanya'ya gittiğimde eczaneden birşey alacaktım raflarda bir
küçük şeffaf kutuda (Sederjin kutusu kadar)kabak
çekirdeğine benzer şeyler gördüm.Eczacıya bu nedir diye sorduğumda kabak
çekirdeği dedi aldım baktım
gerçekten çekirdek.Bayağı şaşırdım.Ne işe
yaradığını sormadım ama Almanyada ilaç
gibi satıldığına göre bir işe yarıyordur dedim ve 15
yıldır hergün bir avuç
yiyorum.Şimdi de bu mailde iyilikleri
anlatılıyor.İnanı p,inanmamak.
Gerisi size kalmış...
Neymiş bu kabak çekirdegi..
her derde deva ..
aşagıdaki yazıyı kabak çekirdekçiler mi
yazmış bilmiyorum..
Kabak çekirdeği
birçoğumuzun zevkle yediği bir kuruyemiş.
Aslında yine bir çoğumuzun da bilmediği bir sağlık
kaynağı.
Kabak çekirdeği ciddi bir bağırsak kurdu düşürücüdür.
Tuzsuz tüketildiğinde çok hızlı ve etkili
bir şekilde tenyanın dökülmesine neden olur.
Bunun için çocuklarda 40g
büyüklerde 100g tuzsuz kabak çekirdeği
yeterlidir.
Kabak çekirdeğinin asıl mucizesi
Iyi huylu prostat büyümesidir.
(BPH) ile ilgili. Şu an kabak çekirdeğinin BPH'ı
azalttığı hatta önlediği tıbben
kanıtlanmış ve kabul görmüş durumda.
Yine BPH'la bağlantılı ortaya çıkabilecek
idrar yolları bozukluklarına da faydalı.
Bu mekanizma - phystosterin denen bir
madde sayesinde oluyor.
Kabak çekirdeği karotenoid içeriyor.
Yapılan araştırmalar karotenoidden zengin
beslenen erkeklerin BPH riskinin düşük olduğunu
gösteriyor.
Kalın bağırsak kanseri riskini azaltıyor.
Ayrıca içerdiği E vitamini ile hücre zarının
oxide olarak bozulmasını önlüyor.
Sağlıklı hücreler kanserde önemli rol oynuyor.
Yine E vitamini geç yaşlanmamızı ve yaşlılığımızı genç gibi
Geçirmemizi sağlıyor.
Lif içeriği de kanserle işlikli.
Lifli gıdalar kabızlık sorununu ortadan kaldırıyor.
Su tutup şişerek tokluk hissi veriyor.
Bu sayede hem bağırsaklar normal çalışıp sıkıntı yaratmıyor
Hem de diet yapmış oluyorsunuz.
Ama en önemlisi kabızlık önlenince
Antioksidan yani kanser yapan maddeler bağırsaklarda daha az kalıyor
bu da kanser riskini azaltıyor.
Kabak
çekirdeği mineraller, esansiyel yağlar ve proteinler
bakımından zengin.
Ayrıca içinde kemikler ve iştah için önemli bir madde
çinko var.
Bir bardak kabak çekirdeği günlük çinko, demir ve E vitamini
ihtiyacımızın tamamını,
yarım bardak kabak çekirdeği ise
günlük magnezyum ihtiyacımızın tamamını karşılıyor.
Omega 3 ve omega 6 içeriği beyin fonksiyonları nın düzenlenmesine
yardımcı oluyor.
Zihinsel gelişimi olumlu yönde etkiliyor.
Arjinin adlı amino asit sayesinde nitrit oksik oluşumu ile
damarların esnemesi ile ereksiyon ve kalp problemlerinde
kullanılma potansiyeli yüksek olduğundan
bu alanla ilaç yapım çalışmaları sürüyor.
Fosfor
içeriyor. Fosfor kemik oluşumuna yardımcı oluyor,
böbrek fonksiyonları nı düzenliyor.
Sağlıklı kemikler, kemik kanseri riskinin
azalması anlamına geliyor.
Özellikle erkeklerde
belirli bir yaştan sonra ortaya çıkan kemik erimesini önlüyor
yahut azaltıyor.
Doymamış yağ
oranı yüksek olduğundan kandaki trigliseridi
düşürüyor yani kolesterol sıkıntısının
çözülmesine yardımcı oluyor.
Yine bu mantıkla ve phystosterin maddesinin de
yardımıyla damar kanserine iyi geliyor
----------------------------
Sonuçta Kabak çekirdeği doğal bir besin kaynağı değil midir.
Hem beslenin hemde sağlıklı kalın.
İyi biz her gün yiyoz....
Şeker uyuşturucu gibi… Öldürüyor!
British Medical Journal'da yayınlanan bir makalede "Şeker, tütün kadar tehlikeli, uyuşturucu sınıfına sokulmalı" dendi. Evet, anneler babalar top sizde. Hala çocuğunuza uyuşturucu vermeye devam edecek misiniz? "Ne yapalım, çocuğum gofreti, şekeri çok seviyor" deyip kafanızı kuma mı gömeceksiniz?
Bu öyle bir zehir ki her markette, bakkalda satılıyor. Bütün diğer uyuşturucular gibi bağımlılık yapıyor ve haz duygusuyla birlikte vücuda zarar veriyor. Hatta bu beyaz zehir çocuklara yediriliyor.
British Medical Journal'da yeni yayınlanan bir makalede "Şeker tütün kadar tehlikeli, zarar verici ve bağımlılık yapıcı olduğu için uyuşturucu sınıfına sokulmalıdır" diyor. Gözünüzün önüne yeğeninize, çocuğunuza "hediye ettiğiniz" çikolatalar, gofretler mi geliyor? İnsanı sigaraya, uyuşturucuya en yakınları alıştırır... Çocukları da "şeker isimli zehire" anne-babaları alıştırıyor en önce.
Şekerin ettikleri
• Fazla şeker tüketmek kan şekerini çok çabuk artırıyor ve pankreas aşırı insülin salgılıyor. Buna "metabolik sendrom" deniyor. İnsülin, şekeri regüle ettikten sonra fazlasını yağ olarak depoluyor. Kan şekerindeki ani düşüşse sürekli acıkma hissine ve yemeye yol açıyor.
• Diş çürümesi başta olmak üzere, obezite, diyabet, kalp ve dolaşım hastalıkları, böbrek taşları, kanser, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, kronik yorgunluk sendromu ve kemik erimesine neden oluyor.
• Kan dolaşımıyla vücudun her tarafına taşınan şeker özellikle de göbek, kalçalar, göğüsler ve bacağın üst kısmında toplanıyor. Bu bölgeler de dolduğunda, yağ asitleri kalp ve böbrek gibi aktif organlara dağılıyor. Bu organlar gittikçe yavaşlıyor ve sonuçta dokuları bozularak yağa dönüşüyor.
• Bağışıklık sistemi zayıflıyor. Vücut soğuk, sıcak veya mikroplara karşı koyamıyor.
Her yerde "şeker" var
Kek, pasta, baklava gibi tatlı yiyeceklerin içinde şeker olduğunu zaten biliyoruz. Tehlikeli olan gelişme, şekerin artık yerli yersiz neredeyse bütün hazır gıdaların içine koyulur hale gelişi... Bebek maması, mısır gevreği, sosis, mayonez, ketçap, pizza, hamburger ekmeği, kola, hazır meyve suyu gibi gıdalar şekerle tüketici gözünde daha çekici hale getiriliyor. Doğuştan tatlıya yatkınlığı olan insanoğlu da, farkında olmadan bu çekime kapılıyor ve satışlar artıyor. Gittikçe daha fazla satın alıyor, daha yiyoruz bu gıdaları.
Çocuklar ve bebekler için çok sakıncalı
Özellikle bebek mamasında bile şeker olması, çocukların beslenme zevkinin bir ömür boyu yanlış bir yolda gitmesine neden oluyor. Günümüzde artan aşırı şişmanlığını sorumlularından biri de bebekken tanışılan şeker olsa gerek. Bebek mamasında anne sütüne oranla yüzde 60 daha fazla şeker bulunuyor!
Şekerdeki genetik risk
Şekerle ilgili çok önemli başka bir tehlike daha var. Genetiğiyle oynanmış mısırdan "mısır şekeri" üretiliyor. "Nişasta bazlı sıvı şeker" de denilen bu "oynanmış" şeker, çikolata, gofret, gazlı içecek, baklava, mısır gevreği gibi endüstriyel gıdalarda en çok kullanılan şeker türü.
Genetiğiyle oynanmış gıdalar ise, başlı başına sayfalarca yazı yazılabilecek bir konu. Doğal halinde değil, insan eliyle "oynanmış" genlere sahip yiyecekler yediğimizde, bizim vücudumuzda da genlerimizi ilgilendiren değişiklikler olabileceğinden korkuyor bilim adamları. Günümüzde yaygınlaşan besin alerjileri, kanser gibi rahatsızlıkların nedenlerinden biri olduğu düşünülüyor mesela...
Şekerin gizli isimleri
Yiyeceklerin "içindekiler" listesinde şekerin farklı isimlerle gizlenmiş olduğunu görebilirsiniz. Bu isimler ne mi? Sakaroz, esmer şeker, mısır şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, dekstroz, sorbitol, mannitol, xylitol, früktoz, meyve şurubu, glikoz, glikoz şurubu, bal, invert şeker, laktoz, maltoz, akçaağaç şurubu, melas, şeker şurubu, turbinado, amazake. Karacaoğlan'ın "zehir oldu yediğimiz şekerler" deyişi günümüzde daha bir geçerli...
Şekersiz hayat daha tatlı, daha uzun!
Almanya'da yapılan bir deneyin sonuçlarına göre şekersiz beslenme solucanların ömrünü yüzde 20 oranında uzattı. Ya insan hayatına neler yapıyor bu şeker? Yazımızı okumadan çayınıza şeker atmayın, çocuğunuzu sevindirmek için janjanlı mamuller almayın!
Almanya Jena Üniversitesi'nden Michael Ristow Ekim ayında yayınlanan şaşırtıcı bir deney gerçekleştirmişti. Deney sonuçlarına göre, bir tür şeker olan glikozu sindirmeleri engellenen solucanların ömrü yüzde 20 oranında uzuyordu. Michael Ristow, bu araştırmadan hareketle, "İnsanlarda da şeker tüketimi ömrü kısaltıyor olabilir" demişti.
Bu haber birçok gazetede yayınlandı ama hak ettiği ilgiyi görmedi. İyi bilgi okuyucuları için İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Aydın'a görüşlerini sorduk ve Shane Ellison'un şeker hakkındaki çarpıcı görüşlerine yer verdik.
"Şeker kronik hastalıklara sebep oluyor"Prof. Dr. Ahmet Aydın yayınladığı yazılarında sık sık sağlıklı bir beslenme biçimini öneriyor. Tavsiye ettiği "Taş Devri Diyeti"nde şeker, un gibi gıdalara yer yok. Prof. Aydın, Michael Ristow'un deney sonuçları ile ilgili şunları söyledi:
"Teorilere göre yüksek oranda şekerle beslenme, kan insülinini artırıyor (insülin direnci, metabolik sendrom). İnsülin fazlalığı bir tarafta şişmanlığı artırırken, öte tarafta vücutta iltihap maddelerinin ve serbest radikallerin artmasına yol açıyor. Bunlar da kronik hastalıkları (kanser, osteoporoz, enfarktüs vb.) artırıp yaşlanmayı hızlandırarak ömrü kısaltıyor. Yüz yılın üzerinde yaşayan insanların tek ortak özelliği, kan şeker düzeylerinin yüksek olmaması ya da insülin dirençlerinin düşük olmasıdır."
"Şekerin yan etkisi: Obezite"
Amerikalı yazar Shane Ellison ise "Bir Masalmış Kolesterol" kitabında şekeri kalp sağlığına büyük bir tehdit olarak tanımlamıştı. Kitaptan şekerle ilgili satırlar şöyle:
"Mutluluk, dünyada en çok peşinde koşulan duygudur. Şeker ise, dünyada en bol bulunan kimyasal madde. Sorun da burada. Şeker insanı mutlu ettiğinden ve her yerde kolayca bulunduğundan, bağımlılık yaratabilir. Ancak bu bağımlılık şekerin yan etkileri (özellikle obezite) nedeniyle sağlıksızdır.
Yüksek miktarda şeker (sukroz, yüksek glisemik endeksli karbonhidratlar ve meyve suyu) alımı, aşırı miktarda ensülin üretimine yol açar. Aşırı ensülin ise hücrelerinizi "uyuşturur".
Hücre içine giriş imkânı bulamadığından, glikoz (ve diğer birçok besin) gidecek yerleri olmadan kan dolaşımında sürüklenir durur. Sabit bir şekilde glikozun akışı olduğunu fark eden pankreas ensülin salgılamaya devam eder. Glikoz ve insülin zehirli hale gelirler. Hasar başlar.
En korkutucusu, ensülin "termogenez"i bloke ederek yağ yakma özelliğinizi engeller. "Termogenez", zayıf kalmanız için size Allah tarafından bahşedilen bir haktır. Vücudunuzun yağlardan, onları ısıya çevirerek kurtulma sürecidir. Ensülin, bu süreci engeller. Termogenez gibi mucizevî bir özelliğe, hareket etmenizden veya diyet yapmanızdan bağımsız bir şekilde doğuştan sahipsiniz, unutmayın.
Aşırı şeker alımına dayanan bu olumsuz etkiden mağdur olanlar, kontrol edemeyecekleri biyokimyasal bir kâbusun kölesi olacaktır. Çoğu vakada, geri dönüş yoktur. Uyanma imkânı olmayan bu kâbusun karakteristik özellikleri sürekli şeker krizleri, dindirilemeyen susuzluk hissi, idrar miktarında artma, vücut yağ miktarında artma (yıllar içinde vücudunuzun yağ yüzdesi artıyor mu?), karamsarlık ve düşük enerjidir.
Bu belirtiler daha sonrasında obezite, ardından insülin direnci, tip 2 diyabet, kalp hastalığı, kanser ve nihayetinde erken ölüme sebep olabilir. "İlkyardım" ilaçlarını unutun ve kan şekerinizi doğal yollarla düşürmeye çalışın."
Şekersiz hayat mümkün
Şeker o kadar çok hayatımıza girmiş ki, şarküteri ürünlerinden hazır pizzaya, ketçaptan bebek mamasına kadar her şeyin içinde şeker var. Bu yukarıdaki satırları okuyup, şekerden uzak durmak gerektiğine ikna olanlar dahi, şekerle bu kadar içli dışlı yaşamak nedeniyle bunun imkânsız olduğu zannına kapılabiliyor. Oysa çok basit… Şekerli içtiğiniz çaya şeker atmamakla başlayın işe.
Şeker yememek için 66 neden
Şekerin suç dosyası kabarık. Kurbanları arasında karaciğerden tutun beyne kadar birçok organ var. Bilimin şimdiye kadar tespit ettiği suçları okuyunca bir daha şeker yemek istemeyeceksiniz.
İyi bilgi, Malezya Tüketici Derneği'nin tüketicileri bilinçlendirmek için başlattığı "CAP Guide" serisinden çevirileri sizlerle paylaşmaya devam edecek. Serinin şekeri konu alan kitapçığı bu "tatlı katilin" suç dosyasını şöyle sıralıyor.
1. Şeker kanser hücrelerinin en çok sevdiği şeydir.
2. Şeker bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir.
3. Şeker vücudunuzun mineral dengesini bozabilir.
4. Şeker çocuklarda hiperaktivite, endişe, dikkat bozukluğu ve huysuzluğa sebep olabilir.
5. Şeker çocuklarda uyuşukluğa sebep olabilir.
6. Şeker çocukların okul başarısını olumsuz etkileyebilir.
7. Şeker trigliserit seviyesinde belirgin bir artışa sebep olabilir.
8. Şeker bakteri enfeksiyonlarına karşı savunma sistemini zayıflatabilir.
9. Şeker böbreklere hasar verebilir.
10. Şeker krom eksikliğine yol açabilir.
11. Şeker bakır eksikliğine yol açabilir.
12. Şeker kalsiyum ve bakır emilimini engeller.
13. Şeker meme, yumurtalık, prostat ve rektum kanserine yol açabilir.
14. Şeker kadınlarda daha büyük risk oluşturmak üzere, kolon kanserine sebep olabilir.
15. Şeker safra kesesi kanseri için risk faktörü olabilir.
16. Şeker gözleri bozabilir.
17. Şeker serotonin seviyesini yükseltir; bu da kan damarlarını daraltabilir.
18. Şeker Hipoglisemiye sebep olabilir.
19. Şeker midenin asidik olmasına yol açabilir.
20. Şeker çocuklarda adrenalin seviyesini artırabilir.
21. Şeker koroner kalp hastalığı riskini artırabilir.
22. Şeker ciltte kuruma ve saç beyazlamasına yol açarak yaşlanma sürecini hızlandırabilir.
23. Şeker alkol bağımlılığına yol açabilir.
24. Şeker diş çürüklerini artırabilir.
25. Şeker kilo alımı ve aşırı şişmanlığa katkıda bulunabilir.
26. Yüksek miktarda şeker yemek Crohn's hastalığı ve ülseratif kolit riskini artırır.
27. Şeker kireçlenmeye sebep olabilir.
28. Şeker astıma sebep olabilir.
29. Şeker mantar enfeksiyonlarına sebep olabilir.
30. Şeker safra taşı oluşmasına yol açabilir.
31. Şeker böbrek taşı oluşmasına yol açabilir.
32. Şeker istemik kalp hastalığına yol açabilir.
33. Şeker apendisite yol açabilir.
34. Şeker Multipl Skleroz (MS) hastalığının belirtilerini şiddetlendirebilir.
35. Şeker dolaylı olarak hemoroide yol açabilir.
36. Şeker damarlarda varise yol açabilir.
37. Şeker osteoporoz oluşumuna katkıda bulunabilir.
38. Şeker salya asiditesine katkıda bulunabilir.
39. Şeker insülin sensitivitesinde düşüşe sebep olabilir.
40. Şeker glikoz toleransının düşmesine sebep olur.
41. Şeker büyüme hormonunu azaltabilir.
42. Şeker toplam kolesterolü artırabilir.
43. Şeker sistolik kan basıncını artırabilir.
44. Şeker gıda alerjilerine sebep olur.
45. Şeker diyabet oluşumuna katkıda bulunabilir.
46. Şeker hamilelikte kan zehirlenmesine yol açabilir.
47. Şeker çocuklarda egzama oluşuma katkıda bulunabilir.
48. Şeker kardiyovasküler hastalığa sebep olabilir.
49. Şeker DNA yapısını bozabilir.
50. Şeker katarakta sebep olabilir.
51. Şeker amfizeme sebep olabilir.
52. Şeker ateroskleroza sebep olabilir.
53. Şeker serbest radikal oluşumuna sebep olabilir.
54. Şeker enzimlerin işlevselliğini düşürür.
55. Şeker karaciğer hücrelerinin bölünmesine sebep olabilir; bu da karaciğerin boyutlarını büyütür.
56. Şeker karaciğerde yağ miktarını artırabilir.
57. Şeker karaciğerde patolojik değişimlere yol açabilir.
58. Şeker pankreasa zarar verebilir.
59. Şeker kabızlığa sebep olabilir.
60. Şeker miyopluğa sebep olabilir.
61. Şeker hipertansiyona sebep olabilir.
62. Şeker migren de dahil olmak üzere baş ağrılarına sebep olabilir.
63. Şeker beyin dalgalarını artırabilir; bu da beynin düşünme kabiliyetini zayıflatır.
64. Şeker depresyona sebep olabilir.
65. Şeker hormonal dengesizliğe sebep olabilir.
66. Şeker Alzheimer's hastalığı riskini artırabilir.
Kanser en çok neyi sever?
Kanserin beslenmesine izin vermeyin! Bilim adamları kanser hücrelerinin en sevdiği yiyeceğe karşı uyarıyor... Bu "tatlı" yiyecek ne mi? Okuyun, şaşırın...
Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel ödülü kazandırmıştır.
Kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerin oksijenli solunumunun, oksijensiz – anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.
Otto Warburg
Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır? Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.
Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma süreciyle metabolize olduğudur.
Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür.
Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa...
Proteinlerden şeker
Bu ziyan sendromuna "cachexia" denir. Cachexia, vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glycogenesis" işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.
Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Ya da karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?
Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar) çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü ŞEKER KANSERİ BESLEMEKTEDİR.
Peki, doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir. Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin hastalıkla bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi.
Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri Laetrile'dir. Cachexia'lı hastaların yüzde 50'den fazlasında glycogenesis sürecini durduran Hydrazine Sulfate bunlardan bir diğeridir.
Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.
Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı. Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.
Kaynak: International Wellness Directory
Şekeri bırak, kalbini koru!
Yılın tıp kitabı "Bir Masalmış Kolesterol" kalp sağlığımızı korumak için şekerden uzak durmayı öğütlüyor. Şeker yediğimizde neden kendimizi "mutlu" hissettiğimizi açıklayan yazar, bu sanal mutluluktan ve şeker bağımlılığından kurtulmanın da reçetesini veriyor!
İyi bilgi özel
"Mutluluk, dünyada en çok peşinde koşulan duygudur. Şeker ise, dünyada en bol bulunan kimyasal madde. Sorun da burada. Şeker insanı mutlu ettiğinden ve her yerde kolayca bulunduğundan, bağımlılık yaratabilir. Ancak bu bağımlılık şekerin yan etkileri (özellikle obezite) nedeniyle sağlıksızdır."
Yazar Shane Ellison, kan şekerini kontrol altına alma ile ilgili şunları yazıyor:
"Kalp hastalığını önleme veya geriletmede yaşam biçiminin etkisi
Kalp hastalığını önlemede ilk basamak, hap yutmak değil, sağlıklı yaşam alışkanlıklarını kazanmak olmalıdır. Bu kural, reçeteli ilaçlar için de, kapsül şeklinde satılan besin destekleri için de geçerlidir. Her iki ilaç türü de, yaşam biçimi kötü olanlarda kalp hastalığı görülmesini engelleyemez. Eğer kalp hastalığı risklerinizi azaltma konusunda ciddiyseniz aşağıdaki alışkanlıklarını kazanmalısınız:
• Şekeri (sukroz, yüksek fruktoz içeren mısır şurubu -nişasta bazlı sıvı şeker-, fruktoz ve suni tatlandırıcılar)53 ve sigarayı kesin
• Ağır olmayan egzersiz yapın
• Şarap da dahil, alkol alımını kesin veya en aza indirin
• Her gün daha fazla yeşil/ yapraklı sebze tüketin
• Daha fazla saf su için (damıtılmış olmayan sulardan için)
• Sadece çiğ süt (pastörize edilmemiş süt) tüketin, miktarı sınırlı tutun
• Düzenli olarak, ceviz, Hindistan cevizi yağı ile taze somondan ve/veya kanola yağından omega–3 yağ asidi tüketin
• Rafine tahıllarla yapılmış besinleri (beyaz unlu) azaltın.
• YAĞLARINIZDAN KURTULUN (aşağıda "Obezite için Yardım" bölümüne bakınız)
Az önce bahsettiğimiz yaşam tarzı değişikliklerine uymak, vücudunuzdaki olumlu değişikliklere bağlı olarak ömrünü uzatır. Bunların tümü de kalp hastalığını aşağıda sayılan yollarla önlemeye uğraşırlar:
• Endotel fonksiyonunu yeniden düzenler (daha iyi kan dolaşımı için)
• Yağsız vücut kütlesini arttırır
• Trombosit kümelenmesini azaltır (pıhtıları önler)
• Kan basıncını (tansiyonu) düzenler
• Plak oluşumunu ve büyümesini önler
• Oksidatif stresi önler
• Kalbe optimal enerji sağlar
• Homosistein düzeylerini düşürür
• Ensülin direncini önler
Obezite için yardım: Kan şekerinizi nasıl kontrol altına alabilirsiniz?
Obezite ve yaşlanma için "her derde deva" bir ilaç olsaydı, bu ilaç diyete değil, kan şekerini kontrol etme ve düşürmeye yönelik olurdu. Kendimden örnek verebilirim. Kan şekerimi kontrol altına alarak yüzde 30 olan vücut yağ oranımı yüzde 10'a düşürebildim. İnce olmanın yararlarının yanı sıra, kan şekerini kontrol altına almak ensülin direnci, tip 2 diyabet, dikkat dağınıklığı ile ilişkili belirtiler, kanser ve kalp hastalığına deva olacaktır.
Kan şekeri dikkat edilmesi gereken bir konudur. FDA, "ABD'de yetişkin nüfusun üçte ikisinin aşırı kilolu veya obez olduğunu ve diyabet nedeniyle erken ölümlerin salgın hastalık gibi yayıldığını" bildiriyor. Amerika bir mezarlık. İnsanların çoğu, hastalık belirtilerini maskelemeye yarayan FDA onaylı ilaçları kullanıp rahat rahat ölmeyi bekliyor. Mantığınızı dinlerseniz, "Diyet kolayı çöpe at, kolesterol düşürücü ilaçları unut ve bu uyarıyı beyninde hemen hareket geçir" dediğini duyacaksınız.
Tüm maddeler, hatta su bile toksik, yani zehirlidir. Bir maddenin zehir olup olmayacağını hangi dozda kullanıldığı belirler. Bu prensip, M.Ö. 1500 yılında Paracelsus tarafından ortaya konmuş olup, glikoz ve ensüline uyarlanabilir.
Glikoz, enerji ateşinizi tutuşturan kıvılcım olarak değerlendirilebilir. Ensülin de kibrittir. Kan dolaşımınıza glikoz girdiğinde, pankreastan ensülin salgılanır. Ensülin, mekik gibi vücudunuzun hücrelerine glikoz ve diğer besin maddelerini taşır. Bu önemli maddeler dahi zehirli olabilir. Nasıl mı?
Yüksek miktarda şeker (sukroz, yüksek glisemik endeksli karbonhidratlar ve meyve suyu) alımı, aşırı miktarda ensülin üretimine yol açar. Aşırı ensülin ise hücrelerinizi "uyuşturur".
Hücre içine giriş imkânı bulamadığından, glikoz (ve diğer birçok besin) gidecek yerleri olmadan kan dolaşımında sürüklenir durur. Sabit bir şekilde glikozun akışı olduğunu fark eden pankreas ensülin salgılamaya devam eder. Glikoz ve insülin zehirli hale gelirler. Hasar başlar.
En korkutucusu, ensülin "termogenez"i bloke ederek yağ yakma özelliğinizi engeller. "Termogenez", zayıf kalmanız için size Allah tarafından bahşedilen bir haktır. Vücudunuzun yağlardan, onları ısıya çevirerek kurtulma sürecidir. Ensülin, bu süreci engeller. Termogenez gibi mucizevî bir özelliğe, hareket etmenizden veya diyet yapmanızdan bağımsız bir şekilde doğuştan sahipsiniz, unutmayın.
Aşırı şeker alımına dayanan bu olumsuz etkiden mağdur olanlar, kontrol edemeyecekleri biyokimyasal bir kâbusun kölesi olacaktır. Çoğu vakada, geri dönüş yoktur. Uyanma imkânı olmayan bu kabusun karakteristik özellikleri sürekli şeker krizleri, dindirilemeyen susuzluk hissi, idrar miktarında artma, vücut yağ miktarında artma (yıllar içinde vücudunuzun yağ yüzdesi artıyor mu?), karamsarlık ve düşük enerjidir.
Bu belirtiler daha sonrasında obezite, ardından insülin direnci, tip 2 diyabet, kalp hastalığı, kanser ve nihayetinde erken ölüme sebep olabilir. "İlkyardım" ilaçlarını unutun ve kan şekerinizi doğal yollarla düşürmeye çalışın
Yüksek kan şekerinizi düzeltmek için, aşağıdakileri uygulayın:
• Eğer önünüzdeki yemeğin tadı şekerliyse ve bu tat organik meyveden gelmiyorsa yemeyin
• Her yemekten önce suda çözünmüş 1 çorba kaşığı karnıyarık otu tohumu (psyllium husk)
• Her gün 1–6 gram tarçın57
• Her gün 300–600 mg alfa lipoik asit (ALA)
• Her gün 10–25 mg, yüzde 1'lik banaba bitkisi ekstresi (korosolik asit)
• Beslenmenizden yüksek glisemik endeksli karbonhidratları çıkarın
• Yemek veya atıştırmalıklarla birlikte ayçekirdeği, badem, kabak çekirdeği gibi tohumlar veya fındık fıstık tüketin (kavrulmamış, tuzlanmamış olanlarını)
• Tabii ki düzenli olarak spor yapın
Uzun vadede kan şekerinizi kontrol altında tutarsanız, 5–10 yaş daha genç görüneceğinizi ve hissedeceğinizi düşünebilirsiniz. Obezite, diyabet, kalp hastalığı ve kanser nedeniyle erken ölüm tehdidi kötü bir rüya olarak kalacaktır.
Şekeri sonsuza kadar nasıl bırakabilirsiniz?
Şeker bağımlılığı gerçek bir tehlikedir. Sukroz bağımlılığı, obezitenin bir numaralı nedeni sayılabilir. Obezitenin, kalp hastalığı için risk faktörü olduğu kanıtlanmıştır. Şeker bağımlılığının bir göstergesi de, küçük kızlarımızı "şeker" olarak tanımlamaktır.
Sevdiklerimizi şekerle ilişkilendirmemizin nedeni, şekerde olduğu gibi çocuklarımıza duyduğumuz sevginin de kendimizi iyi hissettirmesidir. Başka bir deyişle, sevgi ağrıyı keser.
Bilim adamları, şeker ve sevgi arasındaki bu benzerlikle ilgili olarak, her ikisinin de "opioid" (afyondan elde edilen) reseptörleri tetiklediğini keşfetmişlerdir. Bu reseptörler tetiklendiğinde, reaksiyonlar zinciri ateşlenmiş olur. Bu zincir, "ağrıyı hissetmeme" ile son buluyor. Sonuç, mutluluktur.
Şeker ve sevgiye ek olarak, ilaçlar da opioid reseptörleri tetikleyebilirler. Bu ilaçlar afyon, kodein, morfin ve oksikodon'dur. Bunların hepsi "opiat" olarak bilinir. "Mutluluk"un ötesinde, opiatlar "coşku ve neşe" duygularına da neden olur. Bu, kısmen de olsa, insanların neden bağımlı olabildiklerini açıklar – bu coşku ve neşe halinin doğal bir şekilde hissedilmesi güçtür, ama imkânsız değildir. Bu ayrıca, sevilme hissinin eksik olduğu kişilerin neden şekere (örneğin karınız mutsuz olduğunda çikolata yer) veya ilaçlara yöneldiğini de açıklar.
Opioid reseptörleri tetikleyen birçok şey bağımlılık yaratabilir. Bazı bağımlılıklar sağlıklıdır, bazıları da şeker bağımlılığında olduğu gibi sağlıksız.
Mutluluk, dünyada en çok peşinde koşulan duygudur. Şeker ise, dünyada en bol bulunan kimyasal madde. Sorun da burada. Şeker insanı mutlu ettiğinden ve her yerde kolayca bulunduğundan, bağımlılık yaratabilir. Ancak bu bağımlılık şekerin yan etkileri (özellikle obezite) nedeniyle sağlıksızdır.
Şeker bağımlılığı birçok bahane ile rasyonalize edilir. Genellikle şunlar söylenir: Herkes gazoz içiyor, zararlı olsaydı satılmazdı, çocuklar bile yiyor, etikette "şekersiz" yazıyor, yarın bırakacağım, kilo almak umurumda değil, benimki genetik, herkes şişman, şişmanlık sağlıklıdır, bir yerde şekerin bağımlılık yapmadığını okudum.
Şeker bağımlılığının nasıl geliştiğini bilmek, tedavinin nasıl olacağı hakkında fikir verir. Şeker tüketildiğinde beyinde serotonin seviyesi yükselir. Bu da endorfin üretimini arttırır. Aynı ilaçlarda olduğu gibi, bu beyin kimyasalları da opioid reseptörleri tetikler, böylece mutluluk verir, acı hissini gölgeler.
Opioid reseptörleri şekerle tekrar tekrar tetiklenerek serotonin düzeylerini suni olarak arttırırsa, insan vücudu doğal yollardan serotonin üretimini ve salgılanmasını durdurur. Serotonin duygulanım ve iştahın kontrolünden sorumludur 58. Serotonin olmadığında kişi depresif olur ve daha fazla şeker yemek için kıvranır. Bu da mutluluk ile şeker arasında duygusal bir bağ kurulmasına yol açar. Şeker bağımlıları, serotonin düzeyini arttırmak ve mutlu olmak için şekersiz yapamaz hale gelir. Bu olayın adı "duygusal yeme"dir. Zamanla, duygusal yeme şeker yeme haline gelir, bu da termogenezi engellediğinden yağ dokusunun artmasına yol açar.
Bunun üstesinden gelmek için, şeker bağımlılarının serotonin düzeylerini artıracak ve şekerdeki gibi olumsuz yan etkileri olmayan sağlıklı alışkanlıklar geliştirmeye ihtiyaçları var. Bu kriterlere uyan iki şey var: egzersiz ve esansiyel aminoasit olan L-triptofan.
İyi bilinen "koşma sarhoşluğu", endorfinlerin opioid reseptörleri tetiklemesinin sonucudur. Bu mutluluk hissi, hafif egzersiz ile de kazanılır. Şekerin yerine geçebilecek harika bir alternatiftir. Kuşkusuz, koşma alışkanlığı pasta yemekten daha yorucu olup sağlıksız bir bağımlılığa da yola açabilir- her gün egzersiz yapanlarda olduğu gibi. Dengeyi bulmak çok önemlidir.
L-triptofan, şekerin yerini kolayca alabilir ve egzersizle birlikte kullanılabilir. Yapıtaşı gibi davranarak vücudun serotonin üretimini arttırır. Sonuçta, L-triptofan kullananlar, şeker krizlerinden kurtulurlar. Bu esansiyel aminoaisit melatonini de arttırır. Bu da gece güzel bir uyku çekmeyi seven herkesin çok hoşuna gidecektir.
Şeker bağımlılığı bir kez sonlandığında, termogenez harekete geçecektir. Termogenez herkese ince bir vücutla yaşama hakkı verir. Tek başına bu dahi kalp hastalığına yakalanma ihtimalinizi düşürür.
Suni tatlandırıcılara da yer yok
Purdue Üniversitesi'nden Prof. Dr. Terry Davidson ve Doç. Dr. Susan Withers, suni tatlandırıcıların, aynı şekerde olduğu gibi, tokluk hissine engel olduğunu bulmuşlardır.
Uluslararası Obezite Dergisi'nde yayınlanan araştırma sonuçlarına göre "ağızdaki his" vücudun kalori sayma becerisinde çok önemli rol oynuyor. Suni tatlandırıcı kullandığımızda, vücudun şekerli tadı esas alarak kalori sayma kabiliyetini engellemiş oluyoruz.
Suni tatlandırıcılar, bilinçsizce çok fazla yememize neden olurlar 59. Diğer bir deyişle, domuz gibi yemediğinizi düşünüyorsunuz, ama aslında öyle yiyorsunuz.
Sağlıklı veya diyet ürün ve protein takviyesi üreticilerinden bazıları galiba henüz şekerin kötü etkilerinin farkında değiller. Bunun bir göstergesi de, bu ürünlerin bol miktarda şeker veya suni tatlandırıcı içermesidir. Bu tür ürünlerin sizin için sağlıklı olduğu inancı, pazarlama stratejilerinin nasıl olup da tıbbi bilgi ve sağduyunun yerini aldığına mükemmel bir örnek oluşturuyor."