Sayfa 2/34 İlkİlk 123412 ... SonSon
Arama sonucu : 271 madde; 9 - 16 arası.

Konu: Öykü-Hikaye-Makale

  1. #9

    Esas Artik Emİn DeĞİlİm

    Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:
    - Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
    - Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde. Adam, çocuğun da yabancı olmasIna rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk:
    - Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
    - İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?
    - Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara.
    Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
    - Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?
    Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
    - Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür

  2. #10

    Esas Kusurlarimiz Ve Heybe

    Tanrı kusurları çift gözlü bir heybeye doldurmuş,
    kendi kusurlarımızı heybenin bir gözüne,
    başkasının kusurların ıse heybenin diğer gözüne.
    Ve insanoğlu da kendi kusurları olan tarafını arkasına, başkasının kusurları dolu olan kısmını ise önüne gelecek şekilde, heybeyi boynuna asmış.
    İşte bu yüzden;
    Başkalarının kusurlarını sürekli görür
    ve acımasızca eleştiririz.
    Kendi kusurlarımızı ise
    hep görmezden geliriz.

  3. #11
    Duhul
    Jan 2004
    İkamet
    İstanbul
    Yaş
    44
    Gönderi
    1,614

    Post Afrika Atasozu

    Her sabah bir Ceylan uyanır Afrikada
    Kafasında tek bir düşünce vardır
    En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek..
    Yoksa aslana yem olacaktır.
    Her sabah bir aslan uyanır Afrika&da
    Kafasında tek bir düşünce vardır
    En yavaş koşan Ceylandan daha hızlı koşabilmek..
    Yoksa açlıktan ölecektir
    İster aslan olun ister ceylan
    Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini
    Hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin


    Bir önceki günden daha hızlı koşmak gerekmektedir
    Çünkü eğer aslansanız ve en yavaş koşan ceylanı bir önceki gün yakalamışsanız
    Ve bu gün bir ceylan yakalamak niyetindeyseniz
    Artık bilin ki en yavaş ceylan sizden daha hızlıdır
    O halde düne göre hızınızı artırmanız gerekmektedir
    Yok eğer ceylansanız ve aslana yem olmamışsanız
    Hızınızı düne göre mutlaka artırmalısınız
    Çünkü sıra size gelmiş demektir
    Yani hayat koşusunda devam edebilmenin tek koşulu var
    Dünden daha hızlı koşabilmek...........

  4. #12
    Duhul
    Jan 2004
    İkamet
    İstanbul
    Yaş
    44
    Gönderi
    1,614

    Cool VEFA istanbul'da bir semt...

    Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmışlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü def edemez. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar:
    "Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler."

    Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır.

    Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar. "Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın" "Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar. "Bir dakika" diye seslenir kurt: Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok." Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım." "Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt. "Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım."Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.

    Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..."

    Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum,y abancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..."

    Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü de son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir. Bu kez karşılarına bir tilki çıkar.

    Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?

    " Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minettarım beni bukurttan kurtardın" der.

    Tilki de "Benim için bir zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter: "Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş..."

    Yaptığımız iyiliklerin unutulmaması ve yapılan iyilikleri unutmamak dileğiyle..!

  5. #13

    Esas YaŞami Arayin Ve Bulun

    YASAMI ARAYIN VE BULUN

    Iki cocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak gecirmeye karar verirler.
    Piknik yerine vardiklarinda anne yemegi hazirlarken,cocuklar babalariyla
    birlikte yuruyuse cikar. Uzun bir yuruyusten sonra oldukca yorulan kucuk
    cocuk yalvarircasina bakan gozlerle,
    "Babacigim cok yoruldum. Lutfen beni kucaginda tasir misin?" der.
    Baba
    "Ben de yorgunum oglum"' der demez cocuk aglamaya baslar.
    Baba tek kelime etmeden agactan bir dal keser. Dali
    bicakla bicimlendirip, cocuga zarar vermiyecek bicimde yontar. Sonra dali ogluna verir.
    "Al oglum, sana guzel bir at" der.
    Cocuk sevincle dal parcasindan yontulmus ata biner ve sicrayarak, ata vurarak annesinin yanina dogru gitmeye baslar. Babasini ve ablasini geride birakmistir bile. Baba gulerek kizina:
    "Iste yasam budur kizim. Bazen zihnen ya da bedenen kendini cok yorgun hissedeceksin. Iste o zaman kendine degnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at bir arkadas, bir sarki, bir cicek, bir siir yada bir cocugun tebessumu olabilir."

    Yasama sevinciniz daim olsun...

  6. #14

    Esas Sevgİler DÜŞlerde Mİ Kaldi

    Akşamlar hep hüzün verir bana... Bir günün daha geçtiğini vurguladığı için olsa gerek... Akşam olunca... Gece güne hâkim kılınınca... Kelimelerle ifade edemeyeceğim duygular sarar içimi... Siyah bir örtünün her tarafı bürüdüğü vakitlerde, etrafta ne varsa gözüme çarpan, ışığın kendilerine kazandırdığı cazibeden soyundukları için, daha saf, daha bir sade görünürler gözüme... Kendileri olarak... Sadece ve sadece... kendileri olarak... Riyadan arınmış, fazla yüzlerinden sıyrılmış olarak...

    Evler bir başkadır bu saatlerde, insanlar bir başka... Ağaçlar... Kuşlar... Caddeler... Sokaklar... Kısacası her şey... Ama her şey bir başkadır bu saatlerde...

    Ve hepsi de, değişik birer hüznün temsilcisidirler benim nazarımda... Hele de, bu sözünü ettiklerim, geçmişin zorla ayakta kalmış birer nümûnesi iseler... İşte o zaman... Evet... İşte o zaman, kat be kat olur, büyüdükçe büyür içimdeki hüzün onlara baktıkça...

    Bu arada, gitgide büyüyen bir başka his daha vardır içimde... Yanlızlık hissi... Çeşitli renkteki ampullerden süzülen ışıklarla aydınlatılmış caddeler, sokaklar, evler... Buralar, geceleri bile, adeta insan kalabalığından geçilmeyen yerler olsa da, yine de terk etmez yalnızlık hissi içimi... Kalabalıklar ortasında yapayalnız hissederim kendimi...

    Bir şey gelir aklıma... Gecenin bu vaktinde, saatte belki de bir insanın bile geçmediği, ıssızlığın kol gezdiği, terkedilmişlik hissiyle üzgün mekânlar... Ve bir soru gelir aklıma:Buraları bırakıp, kendilerine başka yerler edinenler, acaba, gittikleri o yerler de daha mı mutlular?..

    Belki, daha fazla lüks içinde yaşıyorlar... Suları günün her saatinde akıyor. Elektrik kesintileri daha az belki... Daha ışıltılı odalarda oturuyorlar geçmişe göre... Odun, kömür sıkıntısından kurtulmuşlar, kaloriferle ısınıyorlar. Yepyeni eşyalarla tıka basa dolu odalarında, televizyonun karşısına kurulup, dünyayı seyrediyorlar. Yedikleri, içtikleri, giydikleri daha bir alımlı, daha bir güzel, daha bir çekici... Ve tabii ki maddî anlamda, eskiye göre, daha iyi bir durumdadırlar...

    Fakat, terkettikleri evlerden, sokaklardan, şimdi bulundukları yerlere taşıyamadıkları ya da bunu yapmakta zorlandıkları bir şey var ki... Karşılığını para olarak ifade etmek mümkün değil... Adına sevgi derler... Komşuluk onun içinde... Saygı onun için de... Fedakârlık onun içinde... Sıcacık bir selâmlaşma... İçten gelen bir merhaba onun içinde... Dara düşüldüğünde veyahut hastalanıldığında, imkânlar nispetinde yardıma koşma, el uzatma onun için de...

    Belki paraları çok değildi böylelerinin ama... Yürekleri büyük, yürekleri kocamandı. Ve o kocaman yürekler; sevgiyle, saygıyla, hoşgörüyle, insanlıkla doluydu.

    Günümüzde ise, yürekler giderek küçülüyor... Ve tabii sevgiler de... Sevgisizlik artık toplumun ortak derdi... Ne farkında olan var bu durumun... Ve ne de, farkında olmak isteyen... Gitti gidiyor diye arkasından üzülüp, dertlenen... Gün gün azalışından ötürü gözyaşı döken...

    Çünkü, sevginin kaynağından her gün, her saat biraz daha uzaklaşıyor insan oğlu... Birbirinin kuyusunu kazma işiyle sürekli meşgulken, tek ve vazgeçilmez amaçlarını gözden ırak tutmuyor hiç... Daha fazla kazanmak... Daha fazla üretmek... Ve daha fazla tüketmek..

    Halbuki, istediklerini elde ettikçe hepten doyumsuzlaşıyor. Susuzluğu artırıyor ve doyumsuzluğunu yenmek için elde ettiklerinden çok daha fazlasını istiyor. Yenebiliyor mu? Cevabın “evet” olmadığını biliyoruz.

    Geçenlerde birinden dinledim:

    “ Bir tanıdığı, eski bir alışkanlık olarak, yoldan geçen birine selâm vermiş. Adam karşılığı şu olmuş:

    -Tanışıyor muyuz? ”

    Evet... Selâm vermek için bile, artık tanışmış olmak gerekli...

    İçimiz acıyla da dolsa, “Sevgiler düşlerde mi kaldı?” sorusunu sormak zorundayız kendimize...


    İSMAİL BİNGÖL

  7. #15

    Esas Mektup

    MEKTUP

    Kirli sarı duvara çivilenmiş gri asık suratlı posta kutusuna baktım,
    Soğuk metal kutudan gökkuşağı fışkırıyordu sanki.

    Loş bir boşluğun içinde, hem de yıllardan sonra
    minik posta kutumda sarı bir zarf... Üzerinde pul.

    Özlemişim! El yazısı görmeyi özlemişim meselâ...
    Adımın, adresimin sevdiğim bir dost tarafından yazılmasını özlemişim.
    Çocuk gibi sevindim. Bir süre açmaya kıyamadım zarfı, öylece bekledim.

    Gözlerimi el yazısından almadım, alamadım. Seyrettim.
    "s" biraz yamuktu, "b" desem sanki kelimeden ayrı gibi, bir başına.
    Belli ki aceleyle yazılmıştı. Ama her harf bir dokunuştu.
    Sarı zarfa dost eli değmişti, dost yüreği gezinmişti üzerinde.

    İstanbul'un göğü grilere teslimken, sabah kuşları taze, yeşilli
    yaprakların arasında kuru dal ararken, gün bulutlu,
    rüzgârlı ve gitgide sessizken gelivermişti.

    Apartmanın girişindeki asık suratlı gri posta kutusu
    bana göz kırptı sanki. Konuştu... Duydum!
    Ne zamandır hep ince uzun, dikdörtgen zarflar alıyordum. Bankalardan,
    taksitli kartların ekstreleri. Bir de telefon ve elektrik faturaları.

    Mektup almayalı ne çok olmuş. Ne çok özlemişim el yazısıyla
    yazılmış zarfları. Her biri aynı karakterde yazılmış, puntoları bile
    değişmeyen zarflar hayatımı ne zaman işgal ettiler?

    Ya, el yazılı zarflar nasıl minik ve çelimsiz adımlarla uzağıma
    nasıl düştüler? Ve ben buna nasıl izin verdim.
    Başka zaman olsa kendime kızardım. Bu kez öyle olmadı.
    Kendimi anlamaya çalıştım. Affettim. Zarfı yavaş, yavaş açtım.
    Sindire, sindire. Çizgisiz kağıda yazılmış, kat yerleri
    özenle ayarlanmış mektubu şaşkınlıkla okşadım.
    Sadece iki satırdı mektup: "Her gün mailleşmek yetmedi birden.
    Ekrandan ekrana yaptığımız yazışmalar yetmedi.
    Yıllar önceki gibi olsun istedim. Biliyor musun, sana mektup
    gönderirken ben aslında kendimi tazeledim."
    Yüreğim pır pır etti, gülümsedim!

    Y.Bilinmiyor

  8. #16

    Esas Dostluk Nedir

    DOSTLUK

    Dostluk nedir hiç düşündünüz mü?Size sorsam bana yanıtlar mısınız?Bana en güzel yanıtı verebilirmisiniz?Ne dıyebilirsiniz ? Nasıl anlatırsınız? Yada çizebilir misiniz?Fotoğrafını çekip bana gösterebilirmisiniz?

    DOSTLUK NEDİR?

    Dostluk ; ortak bir payda ve birleşme sonucu ortaya çıkan beraberliktir.Tanrının bize sunduğu çok pahalı bir hediyedir. Mutluluktur..Zenginliktir.Arkadaşlıktır.Gönüldaşlı ktır.Ben en çok bunu severim Dostluk benım için gönüldaşlıktır.

    Dostluk onun en ince sırlarını bilebilmektir.En mahrem anılarına ortak olabılmektır.Acılarını sevincini paylaşabılmektir.Sevgısını anlayabılmektır.Öfkesini zaptedebilmektir

    Dostluk demek hep gulumsemek demek degıldır Beraberce bazen gülüp bazen ağlayabilmektir. bazen aynı yolda bırlıkte yurumeyı başarabilmektir.Bazen ona kolaylık olsun dıye onundekı yolları acabılmek, bazen yagmurda semsıyesını tasımayı bilmektir ,bazen sogukta ustundekı paltoyu verebilmek.Bazen karanlık gecelerinde onun yıldızı olup aydınlatabılmektır.

    Bazen hadı deyıp sırtını sıvazlamayı bazen de dur demesını bılmektir. Bazen onun yerıne aglayabılmektır.Onun agladıgını hıssedebılmektır.Onu hissedebilmektir.Onu yaşayabilmektir.

    Onun en ince sırlarını bilebilmektir.En mahrem anılarına ortak olabılmektır.


    Onu sevgısınle öfkesınle hatasınla sevebılmek kabullenebılmektır.Hatalarını ona soyleyebılmektır.Onun basarılarını takdır etmek gıbı.....

    Onu o olarak anlayabılmektır.Kabul etmektır.Onu ben olarak değistirmek değildir. Ben olarak anlamak değildir.

    Onunla o olarak gönülden konusabılmektır.Onu konusabılmektır. Görüşmelerde başkalarını konuşarak birşeyler paylaştığını sanmak hiç değildir

    Hergün aramak önemli değildir.Hergün 4-5 kez konusmakta hiç önemli değildir..Onun aradığı zamanlarda ne kadar süre geçerse geçsin daha dünmüş gibi konusabilmektir.Kaldığın yerden devam edebilmektir.Ona ilk koşan kişi olabilmektir.Onunda da öyle olduğunu bilebilmektir.

    Hayat maratonunun en uzun kosucusu olabılmektır.

    Hadı gelın dostlugu bır maratona benzetelım.Bızde en uzun maraton koşucusu olalım

Sayfa 2/34 İlkİlk 123412 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •