Sayfa 3/20 İlkİlk 1234513 ... SonSon
Arama sonucu : 159 madde; 17 - 24 arası.

Konu: Tarım politikaları..Gıda Fiyatları..Kuraklık

  1. #17
    Duhul
    Sep 2005
    İkamet
    dünya denilen cehennemde
    Yaş
    63
    Gönderi
    88

    Esas

    LATİNO, çok güzel bir topink acmışsınız tebrikler.kuraklık kapıda açlık.susuzluk dünyanın yakın gelecekte en büyük sorunu.çok şey söylenebilir fakat benim düşüncem bir an önce tarım reformu yapılmalıdır.bugday .mercimek .fasulye .prinç. vs fiyat artışları ortada .
    üzüldügüm tek şey o kadar ekilmeye elverişli topraklarımız varki .neden bunu yapmıyoruz anlamış degilim .eskiden her köye ögretmen tain edilirdi bence her köye artık iki tane ziraat mühendisi verilmesi gerekir.köylerde seracılıgı kooperatifleşme kanalıyla yaygınlaştırmak gerekir
    neden kooperatif diyorum.şunun için.menfaatlar çakışınca su kavgaları başlayacak.bu durum da başka huzursuzluklar cıkaracak .su sırası benimdi senindi gibi fakat kooperatifleşme kanalıyla olursa bu sorun aşılmış olur kanaatindeyim.akan sularımızı boşa salmayalım her akan derelerin kenarına böyle seralar kuralım.tarıma elverişli toprakları ekilmeye mecbur tutalım.sonradan pişman olmayalım saygılar

  2. #18
    Duhul
    Feb 2006
    İkamet
    Mandalina bahçesinde...
    Gönderi
    3,232
    Blog Yazıları
    2

    Esas

     Alıntı Originally Posted by mamut222 Yazıyı Oku
    LATİNO, çok güzel bir topink acmışsınız tebrikler.kuraklık kapıda açlık.susuzluk dünyanın yakın gelecekte en büyük sorunu.çok şey söylenebilir fakat benim düşüncem bir an önce tarım reformu yapılmalıdır.bugday .mercimek .fasulye .prinç. vs fiyat artışları ortada .
    üzüldügüm tek şey o kadar ekilmeye elverişli topraklarımız varki .neden bunu yapmıyoruz anlamış degilim .eskiden her köye ögretmen tain edilirdi bence her köye artık iki tane ziraat mühendisi verilmesi gerekir.köylerde seracılıgı kooperatifleşme kanalıyla yaygınlaştırmak gerekir
    neden kooperatif diyorum.şunun için.menfaatlar çakışınca su kavgaları başlayacak.bu durum da başka huzursuzluklar cıkaracak .su sırası benimdi senindi gibi fakat kooperatifleşme kanalıyla olursa bu sorun aşılmış olur kanaatindeyim.akan sularımızı boşa salmayalım her akan derelerin kenarına böyle seralar kuralım.tarıma elverişli toprakları ekilmeye mecbur tutalım.sonradan pişman olmayalım saygılar
    Susuzluk sorunu gelecekte ki en önemli sorunumuz, ama bu tarımcılık yapmamız için bir engel teşkil etmiyor, son gelişmelerde damıtma yoluyla sulamalar yapılıyor bu da su israfını minumum seviyeye indiriyor.

    Kısa bır sure önce Çukurava Universitesinin yeni bir buluşunu okumuştum, suyun yoğunluğunu ve hacmini artırarak tarımcılıkta kullanılması su israfını minumum duzeyine indirdiğini yazıyordu. Bu tarımcılıkta susuzluk problemine bir çözüm olarak görünüyor..

    Damla sulama

    Damla sulama yönteminde temel ilke, bitkide nem eksikliğinden kaynaklanan bir gerilim yaratmadan, her defasında az miktarda sulama suyunu sık aralıklarla yalnızca bitki köklerinin geliştiği ortama vermektir. Bu yöntemde bazen her gün, hatta günde birden fazla sulama yapılabilmektedir. Damla sulama yönteminde arındırılmış su, basınçlı bir boru ağıyla bitki yakınına yerleştirilen damlatıcılara kadar iletilir ve damlatıcılardan düşük basınç altında toprak yüzeyine verilir. Su buradan infiltrasyonla toprak içerisine girer, yerçekimi ve kapillar kuvvetlerin etkisi ile bitki köklerinin geliştiği toprak hacmi ıslatır. Başka bir deyişle, bu yöntemde genellikle alanın tamamı ıslatılmaz. Bitki sırası boyunca ıslak bir şerit elde edilir ve bitki sıraları arasında ıslatılmayan kuru bir alan kalır. Böylece, mevcut sulama suyundan en üst düzeyde yararlanılır. Damla sulama sistemi sabit sistem biçimindedir. Sistem unsurları, sulama mevsimi boyunca aynı konumda kalırlar. Ancak, sulama mevsimi sonunda bazı unsurlar araziden kaldırılır.

  3. #19
    Duhul
    Feb 2004
    Yaş
    67
    Gönderi
    10,347
    Blog Yazıları
    9

    Esas

    Bana az önce gelen bir mail;

    Türk tarımının geleceği

    Türkiye'nin gıda, tarım ve dolayısı ile ekonomik alanda geleceğini etkileyecek en önemli 3 problem nedir derseniz, bu alanda konuşabilecek en son kişi olabilecek bana göre:



    1. Gıda ithalatı

    2. İthal tohum.

    3. Aşırı miktarda ilaç (zehir) ve hormon kullanımı.


    Zıraat ve ekonomi uzmanlarından bazıları bana hak verebilir, bazıları da yanlış sıralama, bunlar önemsiz, hadi canım erozyon, doğa kirlenmesi, zırai kırediler vs bile demedin diye gülebilirler.

    Halbuki benim saydığım ilk iki problem gözden ırak ve tuzak problemler. Genetik bilmeyen zıraat ve ekonomi uzmanlarının görebileceği problemler değildir. Bu problemler, üzerine eğilinmediği takdirde, Türkiye dahil birçok gelişmekte olan ülkenin günün birinde apansız kapana sıkışmasına yol açacak problemler.

    Dikkat ederseniz bu sıralamamda klasikleşen, erezyon, su ve toprak kirliliği, sanayi atıkları, taban fiyat, çiftçinin borçları, köyden kente göç vb gibi genel ve daha görünür pek çok problemi katmıyorum. Katmamamın nedeni bu genel problemlerin tüm Dünya'da yaygın olması ve bu problemlerle uğraşmakta olan gelişmiş ülkelerin bugün ve gelecekte bir takım çözumler geliştireceklerinin kaçınılmaz olmasıdır. Erezyon veya doğa kirliliğinden hiç bir ülkenin çökeceğini sanmıyorum!

    Dengesiz gıda ithalatı, ithal tohum kullanımı ve ilaç/hormonların yanlış kullanımı, gelişmiş ülkelerin problemleri değiller ve gelecekte Türkiye'nin başına çok büyük işler açmaya gebeler. Turkiye'nin dışarıya bağımlılığını perçinleyecek faktörlerdir. Bu 3 problem, buzdağı tipi problemlerdendir, asıl kütleleri uzaktan görülemeyen.

    Haiti'nin başına gelenler en güncel örnektir, ne üzücü ki orada olacaklar çeyrek asırdır bağımsız uzman ve bilim adamlarınca uyarılmaktaydı. Türkiye'nin başına gelecekler ise Türkler dahil kimsenin umurunda görünmüyor.



    1. Gıda ithalatı.

    Günümüzde global marketin gereği bütün ülkeler zırai ürünler alıyorlar ve satıyorlar. Örneğin çoğu kimseye garip geleceği üzere Türkiye hem buğday satıyor, bir yandan da alıyor. Şeker, meyve, sebze pek çok kalem gıda hem dışarı satılıyor hem de dışarıdan alınıyor, bazıları işlenmiş olarak. Evet bu saçma da olsa, ticaret ve katma değer bu şekilde yaratılıyor. Günümüzün market döngüsü bu. İthalat ve ihracat arasında bir denge varsa ve denge Turkiye lehine işliyorsa dışarıdan gıda ithalinde sorun yoktur. Ne var ki:

    İthalat zamanla katlanarak ihracatı aşıyorsa,
    Yapılan ithalat iç üretimi azaltıp hatta durduruyorsa
    Sorunlar başlayabilir.

    En kolay ve bol üretilen buğday ile ilgili 2007'den bir haber:
    Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin buğday üretiminin geçen yıla göre yüzde 11.7 oranında azaldığını açıkladı. Yetkin'e göre en iyimser tahminle üretim 16 milyon ton ile sınırlı kalacak. Bu rakamlara göre Türkiye'nin 2 milyon ton buğday ithal etmesi gerekeceğini, bunun ekonomiye faturasının ise 1 milyar dolar olacağını söyledi.

    2008'den bir haber:

    Türkiye'de yaşanan kuraklığın tarımdaki acı faturası kesinleşti. Buğday üretiminde yüzde 13.9, arpa üretiminde yüzde 23.5, mısır üretiminde yüzde 7.2 azalma oldu.

    Geçen yıl buğday üretimimiz %11.7, bu yıl %13.9, sürekli düşüş ve sürekli kabaran buğday ithalatı. Bu durum dünyanın en büyük 3 buğday üreticisinin, Kanada, ABD ve Avustralya'nın ekmeğine yağ sürmkte. Geçen seneki global kuraklıkta Chicago'da buğdayın tonu 300 dolardan 450 dolara fırladı.

    Türkiye'de tarım üreticisinin ürettiği üründen tatmin olmaması veya kuraklık gibi doğal etkenler yoluyla arz, ithalatı körüklemektedir. Tarım üreticisi neden tatmin olmaz? Çünkü Türkiye'de tarımla geçinen nüfus toplamın %29'udur. Tarım'ın GSMH içindeki payı ise %10'dur. Yani tarımla uğraşan bir aile başka işlerle uğraşanlardan 3 kat az kazanmaktadır. Tarım üreticisi olmanın hiç bir çekiciliği kalmamaktadır. Çiftçi kar getirmeyen veya satamadığı üründen vaz geçmeye başladığında köyden kente göç, o ürün için dışa bağımlılık, aşırı talepten dolayı da fiyat artışı gibi ardıl problemler yapılanmaya başlar.

    İthal ürünler daha kaliteli (yani müşteriyi fiyat ve tad bakımından tatmin eden) ise talep de ithalatı körükler. Üretimde gerileme süreci başladığında, iç üretim değişik nedenlerle katlanarak azalıp zamanla durma noktasına gelebilir. Tüketicinin ve sektörün alışkanlıkları da değişmeye başlar. Sonuç olarak, Türkiye'nin iki ayağı birden (hem ithal edilmekte olan ürüne dış bağımlılık, hem de ithal için borç alınan dövize dış bağımlılık) batağa saplanır.

    Hadi canım, bir noktada ithalatı durdurur iç üretimi körüklemeye başlarız! Malesef o kadar kolay değil. İbrenin ithalatta uzun süre durması onarılamayacak ve dışa tam bağımlılığa dönüşebilecek sonuçlar ortaya cıkarabiliyor. İthalatın iç üretimi azaltıp hatta durdurması, geriye dönüşü çok güç değişimlere yol açabiliyor. Öncelikle o ürünü üreten çiftçi, alıp satan tüccar işi bıraktığında, taşımasını yapan, işleyen, paketleyen fabrikalar kapandığında, tüketicinin alışkanlığı da değiştiğinde, yani ticaret akışı sekteye uğradığında, o ürünü tekrar canlandırmak çok büyük masraf ve emek gerektiriyor. Afrika'da pek çok ülke bunu yaşadı ve ekonomik ve siyasi krizlerde açlıkla karşı karşıya kaldı.


    2. İthal tohum.

    Babalarımızın, dedelerimizin bildiği, bir ürün alınınca, ürünün bir kısmı tohumluk olarak ayrılır ve bir sonraki ekimde kullanılırdı… Artık değil. Bilmemiz gerekiyor ki bugün Türkiye'de tohum üretimi çok sınırlı boyutlarda ve talebin %20'sinden azını karşılıyor. Yani Türkiye sıkı bir tohum ithalatçısı. Yediğimiz ürünlerin tohumu dışarıdan ithal yoluyla geliyor.

    Günümüzde ithal tohumlar laboratuarlarda üretiliyor. Başka bir deyişle gün geçtikçe tohumun kaynağı ürünün meyvesi/kendisi olmaktan çıkıyor. Günümüzde hızla yayılan uygulamaya göre, çok basite indirgersek, ürünün izole edilen DNA'sına istenilen şekil ve özellikler verildikten sonra yapay ortamda kolayca çoğaltılıp tohumlara çevriliyor. Bu şekilde üretilen tohumlar daha verimli, daha sağlıklı ve dayanıklı ürünler verdiğinden doğal tohuma tercih ediliyor.

    Burada küçük bir not düşelim: Bahsedeceğim problem genetiği ile oynanmış tohumlarla ilgili değil. Gerçekte, doğal veya biyo denilen tohumlar da insanların uzun zamanlar süresince mutantlardan seçerek ve çaprazlayarak ürettiği yapay (insan eli değmiş) tohumlardır. Örneğin bugün biyo diye yediğimiz ürünlerin büyük kısmı, son yüzyıllarda ortaya çıkmış, doğada ilk bulunan orjinallerinden onlarca kat daha iri ve büyük, sağlıklı, çift cinsiyetli ve anormal ölçüde verimlidirler. İnsanlar tarafından mutantlar arasından seçilen veya çaprazlanarak mutasyonu tetiklenen ürünlerin çoğaltılmasıyla elde edilmişlerdir. Örneğin bugün tarımda kullanılan ve çoğaltılan meyve ağaçlarının tamamı biseksüel (kendi kendini dölleyebilen) mutantlardan seçilenlerdir. Geçmişte insanların nesiller boyu uğraşarak mutasyon, seçim ve çaprazlama sonucu ürettikleri orjinalinden çok farklı tohumların çok daha iyileri bugün genetik laboratuarında bir gecede yapılabilir hale gelmiştir. Benim ise şu an anlatmak istediğim, genetiği oynanarak üretilen tohumların insan sağlığına zararı veya yararı değil!

    İthal tohumda sağlık endişeleri ve döviz kaybından başka ne gibi ciddi bir sorun olabilir?

    Türkiye, genetik veya doğal tohumculuğu kendi yapmadığından,
    Doğal tohumuculuk da zamanla terkedilip tamamen ithal tohuma geçildiğinde,
    Çok büyük bir problemle karşı karşıya kalınacaktır. Çünkü ithal yapay tohumlardan elde edilen ürün kısırdır!

    Bu kısırlık, tohum üreticileri tarafından tohumda bilinçli olarak yapılan bir değişiklik. Türkiye ithal kısır tohum kullanarak, bütün ipleri ve geleceğini, bu tohum üreticisi gelişmiş ülkelere emanet etmiş oluyor ve sadece ekonomik değil gıda açısından da kapana girmiş oluyor.

    Çünkü günümüzde, tohumların genleri ile oynayarak kısır, yani sadece bir tek ürün veren ve verdiği ürünün çekirdeğinin artık tohum olarak kullanılamadığı tohumlar üretmek mümkün. Bir başka deyişle, sadece bu yıl ithal tohum alayım, gelecek yıllarda da ürünün tohumlarını kullanırım gibi bir mantık artık işlemiyor. Genetik işlenmiş tohum alıyorsan, her sene almak zorundasın. Bu durumda Türkiye her sene artan tohum ihtiyacını, ithal yolu ile tohum üreticisi (yani genetik ve tohumculukta lider) ülkelerden karşılamak ve onların istediği fiyata mahkum olmak zorunda kalacaktır. Herhangi bir siyasi anlaşmazlık durumunda 'sana artık tohum yok' dediklerinde ise yerel ve doğal tohumla üretilmesi sürdürülen kısım yeterli miktarda tohum veremediği için büyük bir tohum ve üretim darboğazı söz konusu olabilecektir. Bunun adına; paran varsa soyulmak, paran yoksa açlık denilebilir.

    Bugün genetik olarak degiştirilmiş tohum üreten ve satan ülkeler sadece Amerika kıtasında yer alıyorlar (ağırlıkla ABD olmak üzere, Kanada, Arjantin vb). Avrupa Birliği genel olarak, genetiği laboratuarda değiştirilmiş tohum üretilmesinde ve kullanılmasında sıkı kontrol ve önlemlere sahip.

    Özet olarak, genetik olarak tohum üretecek teknolojileriniz ve biliminiz yoksa, doğal tohumculuğu bir şekilde ayakta tutmak ve geliştirmek zorundasınız. Tohum üretebilmek, bağımsız üretici olabilmenin tek koşuludur. Tohumu üretmiyorsanız, ürünün gerçek sahibi de tohumu size satan olur ve sizin üretiminizi ve sizin siyasetinizi istediği gibi kontrol altında tutabilir.


    3. İlaç ve hormonlar.

    Türkiye'nin önündeki buzdağı problemlerden biridir tarımda bilinçsizce kullanılan kimyasallar. Bilinçli kullanımda, hormon denilen ürünler bitki döllenmesinde ve gelişiminde bazıları zaten bitkilerin bünyesinde olan, fakat gelişimi hızlandırmak, ürünün verimini arttırmak adına dışarıdan da bir miktar verilebilen protein yapısında organik moleküllerdir.

    Çoğu turfanda ürünün döllenmesi aşamasında (örn. sera domates, patlıcan vb) mecburen kullanılan maddelerdir. Araştırmalara göre bunların dozunda kullanılmasının gerek üründe gerekse insan vücudunda soruna yol açmadığı düşünülüyor. Tüm dünyada uygulanan zirai ilaçlama da yine dozunda ve zamanında yapıldığında çok büyük sorunlara yol açmamakta.

    Fakat, Türkiye'de çığ gibi büyüyen bir problemimiz var. Çok sayıda ve çeşitte ithal, zırai ilaç, hormon, geliştirici vb kimyasalın marketlere dolması, kırsal insanımızın cahilliği ve abartma huyu ile birleştiğinde, artık ortaya zirai facialar çıkmasını bekleyebiliriz. Türk çiftçisi hem ithal, hem yerli üretimi olan tarımsal ilaç ve zehirler kullanmakta. Bunların bir kısmı kaçak (yani ucuz) yurda sokulduğundan üzerlerinde hiç bir Türkçe talimat da bulunmaz, kulaktan dolma, tahmin veya göz kararınca kullanılır. Bir kısmı da üzerinde kullanma talimatı olsa da faydalı etkileri arttırıcağı inancıyla, yan etkiler göz ardı edilerek abartılı, zamansız ve bilinçsizce kullanılır.

    Ürünü iyice yıkarız geçer mi? Malesef...


    Zaman içinde ilaç ve zehirler toprakta birikiyor, ürünlerin içine nüfuz ediyor.
    Yağmur ile yer altı sularına karışarak insanlara içme suyu olarak dönüyor.
    Aşırı hormonlu gıdalar insanlarda çeşitli hastalıklara, kanserlere yol açabiliyor.
    Doğal su kaynaklarının kirlenmesi günümüzdeki en yaygın ve ciddi problemlerden biridir. Gelişmiş batı ülkeleri bu konuda cok önlemler almakta ve hali hazırda kirlenen suların arıtılması konusunda cidi ve pahalı çalışmalar yürütmekteler. Türkiye, gittikçe artan oranlarla sularını kirlettiği ve ne önlem ne de çözüm konusunda ciddi bilimsel ve teknolojik çalışmalar yürütmediği için, günün birinde gelişmiş ülkelerin çok pahalı çözümlerine muhtaç kalacak veya aç-susuz kalacak. Bir yandan erezyon, bir yandan aşırı kullanılan ilaç ve zehirler, toprağın kalitesini, kimyasal içeriğini değiştiriyor. İçindeki faydalı organizma ve hatta solucanları da zehirleyerek verimini yok ediyorlar. Toprağı ve üzerinde yaşayan insanları ağır ağır zehirliyor.

    Hormon konusuna gelince; ziraatte kullanılan bitki gelişim düzenleyiciler turfanda yetiştirmek için şart olmakla birlikte, normal bitkilerin gelişmesini hızlandırmak, meyve tutmasını arttırmak vb. amaçlarla da kullanılmakta ve halk arasında bunlara hormon denilmekte.

    Bahçeci ve çiçekçilerimiz o denli saf-kurnaz ki, bol çiçek veya meyve almak için, eczanelerde serbest satılan östrojen kadınlık hormonunu bile bitkilerde deniyorlar, kullanıyorlar! Zıraat mühendisleri bunun etkisiz olacağını iddia ediyor, ancak östrojen hormonu bitkiye ne yapıyor, nasıl bir etki yaratıyor tam bilmiyorlar.

    Sordum ve öğrendim: Zıraatçilerimize göre, Türkiye'de doğal yetiştirilen ürünlerde hormon kullanılmamaktaymış, sadece serada yetiştirilen turfandalarda dölleyici ve gelişim hızlandırıcı formüller kullanılmaktaymış. Hormonların dozunda ve zamanında kullanıldığını ve sağlığımız için sorun olmadıklarını söylüyorlar. Çilek, domates ve salatalıkların iriliğini, dışarıdan getirilen iri cins tohumlara bağlıyorlar. Halkımız da domateslerin içindeki yeşil sertlikler ve patlıcanların içindeki boşlukları aşırı ve zamansız hormon kullanımına baglamakta. Hangisi doğru?

    Problem şu olabilir mi? Zıraat mühendislerimiz sadece kendilerinin kontrolünde olan zirai alanlarda kimyasal kullanımlardan haberli, ve bilinçli kullandırtıyor olabilirler. Ancak, tahminim pek çok çiftçi, küçük üretici, seracı, bahçeci vb Zıraat mühendisleri ile beraber çalışmıyor! Oradan buradan duyduğu ve özellikle zirai kimya (ilaç/gübre/hormon) satıcılarının önerdiği şekilde kimyasal kullanıyor. Satıcıların tek amacı her türlü kimyasaldan (zehir bile olsa) bolca satabilmek. Doktora danışmadan ilaç kullanmak gibi, çiftçilerimiz mühendise danışmadan bir onu dene, bir bunu dene, bütün toprağı, ürünü ve suları zehirlemeyi sürdürüyorlar.


    Pek çok alanda dışa bağımlıyız. Bu alanlara bir de tarım eklenirse işte o zaman dönüşü olmaz.

  4. #20
    Duhul
    Feb 2006
    İkamet
    Mandalina bahçesinde...
    Gönderi
    3,232
    Blog Yazıları
    2

    Esas

     Alıntı Originally Posted by Serenler Yazıyı Oku
    Bana az önce gelen bir mail;

    Türk tarımının geleceği


    [B]Bu kısırlık, tohum üreticileri tarafından tohumda bilinçli olarak yapılan bir değişiklik. Türkiye ithal kısır tohum kullanarak, bütün ipleri ve geleceğini, bu tohum üreticisi gelişmiş ülkelere emanet etmiş oluyor ve sadece ekonomik değil gıda açısından da kapana girmiş oluyor.

    Özet olarak, genetik olarak tohum üretecek teknolojileriniz ve biliminiz yoksa, doğal tohumculuğu bir şekilde ayakta tutmak ve geliştirmek zorundasınız. Tohum üretebilmek, bağımsız üretici olabilmenin tek koşuludur. Tohumu üretmiyorsanız, ürünün gerçek sahibi de tohumu size satan olur ve sizin üretiminizi ve sizin siyasetinizi istediği gibi kontrol altında tutabilir.


    Fakat, Türkiye'de çığ gibi büyüyen bir problemimiz var. Çok sayıda ve çeşitte ithal, zırai ilaç, hormon, geliştirici vb kimyasalın marketlere dolması, kırsal insanımızın cahilliği ve abartma huyu ile birleştiğinde, artık ortaya zirai facialar çıkmasını bekleyebiliriz. Türk çiftçisi hem ithal, hem yerli üretimi olan tarımsal ilaç ve zehirler kullanmakta. Bunların bir kısmı kaçak (yani ucuz) yurda sokulduğundan üzerlerinde hiç bir Türkçe talimat da bulunmaz, kulaktan dolma, tahmin veya göz kararınca kullanılır. Bir kısmı da üzerinde kullanma talimatı olsa da faydalı etkileri arttırıcağı inancıyla, yan etkiler göz ardı edilerek abartılı, zamansız ve bilinçsizce kullanılır.


    Pek çok alanda dışa bağımlıyız. Bu alanlara bir de tarım eklenirse işte o zaman dönüşü olmaz
    .
    Belki sanal anlamda bağımlı olmaya bir şekilde çözüm yolu bulunabilir, ama tohumculukta dışarıya bağımlı olmak çok korkutucu bir gelişme, damarlarımızda dolaşan kanın teminini bizim dişımızda bizi sömurmek isteyenlerin insiyatifine bırakmak gibi bir şey.

    Bu konun içinde girdikçe, ureticinin ne tur sorunlarla karşı karşıya kaldığı ve sorunlar karşısında giderek pes etmesinin sonucunu hazırladığını ve dahada önemlisi yediklerimizin içtiklerimizin ve bunların oluşmasında katkıda bulunan topraklarımızın zehirlenmesi yoluyla, kanımıza karışan zehirin bizleri yavaş yavaş tuketmesini elimiz kolumuz bağlı,duyarsız bir şekilde sadece tuketici olarak hissetmek ise en korkunç olanı.

  5. #21
    Duhul
    Sep 2005
    İkamet
    dünya denilen cehennemde
    Yaş
    63
    Gönderi
    88

    Esas

    ALLAH bu ülkeye beni degilde. benim gibi düşünen bir insanı tarım bakanı olmasını nasip etsin.
    yaşadıgım bir olayı anlatmak istiyorum.gecen hafta pazara cıkdım ,köylerden gelen kadınlar pazarda yetişdirdikleri sebzeleri ,yagı ,loru,cökelegi satan,elleri nasırlı köylü kadınları.
    bir tanesinin önünde durdum,küçücük kıvırcık marollar yemyeşil organik tap taze,teyze kaç para dedim marollar.
    kadıncagız.aha buna verdim şimdi poşeti bir milyon sana da aynı vereyim,dedi ,poşete bakdım agız bagız dolu bu kadar marolu ben bir haftada yiyemem,ben derken beş kişilik bir aile ,ben yiyebilecegim kadarını aldım bir milyon verdim,
    kadın olmaz ona çok verdim sana az oldu helal olmaz demez mi,
    bende teyzeye sen zaten ucuz veriyorsun fazlası bana müsriflik olur sagol dedim ve ayrıldım.
    neden anlattım, bizim köylünün malı para etmiyor,yetişdirdigini degerlendiremiyor ,anlının terinin hakkını alamıyor.bir kilo tereyagı 7.00 ytl..ayçiçek yagı kaç para.zeytin yagı kaç para.çok şey söylenir de.ben tek bir şey söyleyecegim.
    KALKINMA KÖYLÜDEN BAŞLAMADIGI SÜRECE BİZDEN BİR ŞEY OLMAZ SAYGILAR...

  6. #22

    Esas

    Türk Çiftçisinin kazanması çiftçilikden karnını doyurması mümkün değil.Sattığı ürün arz ve talebe bağlı ve genellikle her yıl bir önceki yıla yakın fiyatlarla gidiyor.Buğdaya Devlet taban fiyat tespit ediyor ve TMO bu fiyattan bir miktar alım yapıyor.Sonra işi yavaşlatıyor.Çiftçi tüccarın kucağına itiliyor,oda ne yapsın peşin para diye ucuz pahalı mahsülünü satıyor.Girdiler her yıl %40 ile %100 arasında artıyor(bu sene gübre%200 arttı)Çiftçiye destek diye hektar'a 10 ytl para veriyor devlet.Sen bir şey ekme al bu parayı yat der gibi.Buda kime yarıyor binlerce dönüm arazisi köyde olup kendisi büyük şehirlerde yaşayan toprak ağalarına.Çoğu çiftçi tarlasını namus belasına ekiyor arkadaşlar,dostlar alış verişde görsün diye.Bir akrabam 80 hektar buğday ekti,sonuçda Tarım Kredi kop.den aldığı gübrenin faizini cebinden verdi,gerisini siz düşünün.Çiftçinin yeni senesi vardır.Yeni sene güzel olurmu diye bakar hep geleceğe.Ama nerde gelen yıl gideni arattırır.Saygılarımla.

  7. #23

    Esas Bugdayda son durum amerikan piyasası...

    http://img205.imageshack.us/my.php?image=bugdayqp5.jpg
    Gördügü en yüksek fiyata göre son 1 ayda %40 gerileme mevcut....
    Son düzenleme : ibrahimbjk; 20-04-2008 saat: 10:35.

  8. #24
    Duhul
    Feb 2006
    İkamet
    Mandalina bahçesinde...
    Gönderi
    3,232
    Blog Yazıları
    2

    Esas

    Sawyer...


    LOST’un Sawyer’ı geldi.

    Canım çok sıkkın.

    Adamın yüzünden, aralarında benim de bulunduğum Türk erkeklerinin yüzde 98’inin eciş bücüş tipler olduğu ortaya çıktı.

    *

    Kızlar bir Sawyer’a bakıyor.

    Bir de bize.

    Kınıyorum Algida’yı!

    *

    Şaka bir yana, "kıyas" iyi bir şey aslında... Gerçeğin kabak gibi ortaya çıkması için, "onu" ve "bunu" yan yana koymak gerekiyor... Mesela, tarım!

    *

    Sene 2001...

    Mersin Limanı’ndan 800 bin ton tahıl "ihraç" ederken, 200 bin ton tahıl "ithal" ediyormuşuz. Yani, 4’te 1.


    Sene 2007...

    Aynı Mersin Limanı’ndan 200 bin ton tahıl "ihraç" ederken, 600 bin ton tahıl "ithal" etmişiz. Yani, 3 katı.
    *

    Gelen, inanılmaz şekilde artmış.

    Giden, dramatik şekilde azalmış
    .

    *

    Sene 2001...

    Mersin Limanı’ndan 70 bin ton pamuk "ihraç" ederken, 210 bin ton pamuk "ithal" ediyormuşuz.3 katı.

    Sene 2007...

    Aynı Mersin Limanı’ndan 70 bin ton pamuk "ihraç" ederken, 700 bin ton pamuk "ithal" etmişiz. 10 katı.
    *

    Böyle bu işler çünkü.

    *

    Memleket de insan gibi...

    Bakacaksın.

    Dikkat edeceksin.

    Özeneceksin.

    Çekidüzen vereceksin.

    Bakarsan kendine, "yakışıklı yakışıklı" dolaşırsın dünyanın her yerinde... Bakmazsan, getirirler Sawyer’ı, parayı da o alır, kızları da
    ... Sana mısırın koçanı kalır.
    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/...id=61&sz=75713

    Buğday ve Pamuk'taki dramatik azalış net olarak rakamlara yansımış..

    Bu diğer urunlerde de buna benzer dramatik düşüşler mevcut..

    Artık tarımcılık bağırıyor, ya buna bir çözüm bulursunuz, yada el oğluna mahkum kalırsınız. Burada kendimizden başka çözüm yolu bulabilecek kimse yok. sorun hepimizin sorunu, eğer en değerli zenginliğimizi çözemezsek bundan sonraki sureçte yabancının bize yapacağı dayatmalara ise hiç itirazımız olamaz.

    Ne ekersen onu biçersin..

Sayfa 3/20 İlkİlk 1234513 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •