Sayfa 1/16 12311 ... SonSon
Arama sonucu : 122 madde; 1 - 8 arası.

Konu: Edebiyat Haberleri

  1. #1
    Duhul
    Jul 2006
    İkamet
    İzmir/Türkiye
    Gönderi
    18,646
    Blog Yazıları
    199

    Esas Edebiyat Haberleri

    Başlık fazlalığı ve kirliliği yaratmamak için böyle bir torba başlık aslında tüm bölüm ve bölüm altlıklarına gerekiyor..

    Edebiyat ve bir zamanlar medyanın itici ve kavgacı tiplerinden, Perihan Mağden'i Radikal'de haftada bir yadığı yazılarında hep takip ederdim..

    Kendisi Radikal'i terkettikten sonra sanırım iki yıla yakın bir zamandır inzivadaydı.

    Aşağıda onunla yapılmış ve bugünki Akşam'da yayınlanan bir röpörtaj var..

    Perihan Mağden kendine göre doğruları söyleyen susmayan bir kadın.

    Yeni yayımlanan kitabında medyayı ve medya ikonlarını yaylım ateşine tutmuş..







    Ama öyle değil Perihan Mağden. Karşılıklı oturunca insanın içine işler bir sıcaklıkla bakıyor. Hatta fazla sevecen bakıyor. Müthiş gülüyor. Ve müthiş hızlı konuşuyor. Herhalde yazılarıyla kendisi arasındaki tek bariz kesişme noktası bu: Kelimeleri ardı ardına, hiç durmadan sıralaması...

    Bir de öyle dominant bir üslubu var ki insan onun etkisinde kalmaktan çekiniyor. Sanki biraz daha fazla birlikte vakit geçirsek onun gibi konuşmaya, onun gibi yazmaya başlayacağım. Aman dikkat! Perihan Hanım'ın hiç hazzetmediği bir şey! 'Taklitlerim çok fazla ve bu hoşuma gitmiyor' diyor, konuşmamızın bir yerinde.
    Peki, bunca zamandır görünmeyen, Radikal'deki köşesinden, İstanbul'daki gözden ırak evine çekilen Perihan Mağden neden ortaya çıktı? Sebep 'durup durup artık bir ahkam keseyim' değil. Somut bir nedeni var röportaj teklifini kabul etmesinin: Mağden'in yeni kitabı, 'Ali ile Ramazan' cuma günü kitapçılardaki yerini aldı. Müthiş sürükleyici bir 'kısa roman'. 'İki Genç Kız'ı andıran izler taşıyor ama ondan daha da vahşi.

    Biz de kitaptan başlıyoruz ama sonra duramayıp Türkiye'ye dalıyoruz. Eee karşımızdaki Türkiye'nin en sivri dilli yazarı... Bunca zaman susmuş... Suskunluğunu bozmasının zamanı gelmiş de geçmiş...Nagehan ALÇI


    Sit-com gazetecileri cam mekanda yaşasın

    Perihan Mağden hem kitabını anlattı hem yaylım ateşine tuttu: Teşhir kültürü tavan yaptı. Lüks için kendini daha fazla teşhir etmen gerekiyor. Mesela Ayşe Arman. Yalanlarla yaşıyor. Twitter kullanan gazetecilere de yüklenen Mağden, 'Cam mekanda yaşasınlar. Herkes seyretsin, rahat etsinler' diyor

    l İki yetimin hikayesini anlatmışsınız 'Ali ile Ramazan'da. Ali ve Ramazan gerçek karakterler mi?
    Evet. Onların hikayesi Hürriyet'te 1992'de neredeyse bir hafta üst üste yayınlandı. Biri tinerci, biri fahişe olan iki yetim erkeğin aşkı. Hepsi gerçek. Sadece bazı karakterleri ben yarattım. 'Fill in the blanks' (boşlukları doldur) yaptım yani.

    l Neden bu hikaye?
    Çok etkilendim. Çok acayip bir hikaye. Okuduğumda Los Angeles'ta yaşayan bir arkadaşıma anlatmıştım. Film yapalım mı diye konuştuk, ben sinopsis gibi bir şey yazdım ama sonra vazgeçtik. Çünkü sinema demek, para peşinden koşmak demek. Ama hikaye peşimi bırakmadı. Köşe yazarlığını bırakınca neşeli bir kitap yazayım diyordum. Sonra Barbaros'a (Altuğ) bunu söyledim 'Bir de böyle bir hikaye var' dedim. 'Aa bunu yazmalısın' dedi.

    l Kitaplarınızda şiddet çok kuvvetli bir şekilde öne çıkan bir unsur. Şiddeti estetize ediyorsunuz, gerekçelendiriyorsunuz. Siz şiddete bu kadar sempatik mi bakıyorsunuz?
    Şiddet üzerine hep düşünüyorum çünkü insana ait en temel şey ölüm. Yazdıktan sonra düşündüğüm bir şey var: Ben katillerimi o kadar çok seviyorum ki... Onlar kahramanlarım, hayran olduğum insanlar. Ama sonuçta katiller. Öte yandan bu çocuklara kimse bakmamış. Onların katil olması toplumsal bir mesele aslında. Rakel Dink'in dediği gibi: Bir bebekten katil yaratan toplum suçlu.

    l Ogün Samast'la da aynı empatiyi kurabilir misiniz?
    Hayır. Onun arkasında devlet baba var. Tavuğuna kışt dememiş, hiçbir kişisel ilişkisi olmamış bir adamı öldürüyor. Orada dolduruş var, örgütleme var. O kiralık bir çocuk. Oysa benim anlattığım şahsi bir cinayet. Bir göz kararması. O göz kararması insana dair bir şeydir.

    l Bu, suçu hafifletir mi?
    Bilmiyorum. Öyle de eleştirilebilir. Ama sonuçta çocukluktan beri tecavüze uğrayan, kurbanlaştırılmış bir çocuk var. Çocukken tecavüze uğramak cinayetten çok daha şiddetli bir şey.

    l Anlattığınız çocuklar gey mi?
    Bunu bilmiyorlar. Reddediyorlar. Bence bu, Türk erkekleriyle ilgili. Türklerin geylikle ilgili bir sorunu var. Eğer aktifsen gey değilsin, 'fucker'sın. Ama aslında geysin çünkü erkekle yatmak istiyorsun.

    AYŞE ARMAN SOSYOPAT, YALANLARLA YAŞIYOR

    l Siz kendinizi 'proje çocuk' olarak tanımlıyorsunuz. Hatta 'Perihan Mağden olmak mı yoksa başarılı bir banka müdürü olmak mı daha iyi' sorusunun cevabını bilmediğinizi söylemiştiniz.

    Hiçbir zaman meşhur olmaktan hoşlanmadım. Başak burcuyum. Utangaçtan da öteyim. İçine kapalı bir hayat sürüyorum.

    l Birçok kişinin hayalini kurduğu bir şey sizi neden bu kadar rahatsız ediyor?
    Bence bunun hoşa gitmesi post-modern toplumun sonucu. Sosyopatlık yükseliyor. Teşhir kültürü tavan yaptı. Daha iyi arabaya binip daha lüks evde oturmak için kendini her seferinde daha fazla teşhir etmen gerekiyor. Mesela Ayşe Arman'ın her ay bayrağı daha ileri dikmesi gerekiyor. Son derece huzursuz bir ruh herhalde. Teşhircilikte LÖSEV için bile sınır tanımadı.
    l Bunu 'kitlem ile her şeyi paylaşmak' ve 'yardım' olarak tanımlıyorlar?
    'Yoğurdum ekşi' diyecek hali yok ya. Bir de sosyopatın en önemli özelliğidir. Yalanlarla yaşar. Kendilerine yalan söyleyerek gazlama. Mesela kendini teşhirden zevk alıyorsun ve bunu öyle gazlıyorsun ki 'yaşasın sit-com gazeteciliği' diyorsun.

    l Sosyopat ne demek?
    Eskiden psikopat denirdi. Yalanla yaşayanlar, içine mitomanlık giriyor. Sosyopatlar 'borderline'dır yani sınır kişilik. En zor teşhir edilen vaka. Öyle iyi oynar ki 'şahane gönül alıcı insan' dersin. Tüm seri katiller sosyopattır.

    l Arman'ın sosyopat olduğu kanısına nasıl varıyorsunuz?
    Yalanlarla yaşıyor. Bir de yanlış etiketleme sanayi var. Mesela 'LÖSEV yararına kızımın poposunu gösteriyorum'.

    l Sizde de çelişki var. Görünmekten hoşlanmadığınızı söylüyorsunuz ama çok görünen yazılar yazıyorsunuz. İçinizde iki ayrı Perihan mı var?
    Hayır, ben olay çıkarmak istemiyorum. İstesem 500 bin satan bir gazetede yazardım. Sadece 50 bin okur meramımı anlasın istiyorum. Birisi bana cevap verince tiksiniyorum. Ne cüret oluyorum. Çünkü ben antropolog gibi onları uzaktan izlediğime inanıyorum. Bir antropoloğa kalkıp Yanomano kabilesinden biri cevap vermez. Bir sanatçı bana cevap verince 'Aaa Yanomano kabilesi cevap veriyor' diyorum.

    l Siz onların üzerindesiniz. 'Ne cüretle size cevap veriyorlar' diye mi düşünüyorsunuz?
    Hayır, ben antropoloğum. O da yerli. Yerliliğini bilsin. Yüksekten değil, dışarıdan izliyorum. Psikoloji okumuşum. Kaç yıl köşe yazarlığı yapmışım. Sakalımı değirmende ağartmadım. Türkiye ve dünyaya bakıyorum. Çok özgün karakterler yaratabiliyoruz. Hıncal Uluç ya da Semra Hanım gibi.
    ÖZKÖK İÇİN 'ERGENEKON'UN DİBİNE KADAR YOLUN VAR' YAZARDIM
    l Ertuğrul Özkök'ün yayın yönetmenliğini bırakmasının ardından birçok yazı yazıldı.
    Siz olsanız ne yazardınız? Çok kötü şeyler. 'Buradan Ergenekon'un
    dibine kadar yolun var' yazacaktım.

    l Gazetecilerin Twitter merakına ne diyorsunuz?
    Allah teşhirciliklerini artırsın! Çok büyük bir vitrin yapılsa, bütün sit com gazetecileri Taksim'de bir cam mekanın içinde birlikte yaşasa, onları tuvaletlerini yaparken, çiftleşirken seyretsek onlar da rahatlayacak, biz de! Hem de LÖSEV yararına!
    HÜLYA AVŞAR NEDEN CEVAP VERİYOR?
    l Şimdi de isim veriyorsunuz, yazılarınızda da. Birilerini hedef alınca onların cevap vermesi neden normal olmasın?
    İsim veriyorum çünkü bu insanlardan ve yanlış etiketlendirmeden nefret ediyorum. Bir de bir sürü insan Perihan Mağden gibi. Benim kullandığım noktalama işaretlerini kullanıyor, kelime oyunları yapıyorlar.

    l Bu, güzel bir şey değil mi? Demek ki örnek oluyorsunuz.
    Hoşuma gitmiyor. Kabileden biri niçin benim gibi oluyor. Aramızda mesafe olsun istiyorum. Benim dilimi ve üslubumu taklit ederken ve yazıya neredeyse benim gibi başlayıp, benim gibi bitirirken bu insanlar şunu es geçiyor: Benim siyasi bir duruşum var hayatta. Onların yok ki. Benim derdim onlarla değil, Türkiye'nin bütünüyle.

    l İsim geçirmeden yazın?
    Neden öyle yapayım? İnsanlar çamur üstlerine sıçramasın diye bundan imtina ediyor. Çünkü sosyopatlar çamur sıçratmaktan rahatsız olur. Ben onu kastediyorsam neden yazmayayım?

    l Yazın da cevap vermelerine şaşmayın.
    Ama verdikleri cevabı beğenmiyorum. Çok düşük cevaplar. Ne Türkçeleri yeterli, ne zekaları. Onun için cevap vermemeleri çok daha doğru. Mesela Hülya Avşar bana neden cevap veriyor?

    l Artık haberci oldu da ondan.
    Evet doğru. Kimse kabına sığmıyor artık. Madonna akşamları hard talk yapmaya çalışıyor mu? Ama bunlar hadlerini bilmiyor. Ve verdikleri cevap bana maalesef Hülya Avşar düzeyinden geliyor. Mesela Nuray Mert bana 'Biri onu tutsun. Onu kolundan tutar, döverim!' dedi. Bu cevap çok mu düzeyli? Hülya Avşar'ın bile düşmeyeceği bir şey. Ya da Haluk Şahin'in cevabı çok mu kaliteli?

    l Ne demişti Şahin?
    Bu kadın deli, ruh hastası. 'Bu kadın deli' diye mahalle karıları söylüyorlar birbirlerine. Ertuğrul Özkök'ün verdiği cevap da farklı değil. Ben seni döverim üslubu.

    GİDEYİM DEDİĞİMDE İSMET MEMNUN OLDU

    l Bu kadar çok söyleyecek şeyiniz varken meydanı neden boş bıraktınız?

    Meydanı bıraktım da büyük bir eksiklik mi oldu? Bir kere kan uyuşmazlığı zirveye çıktı. Bence yazılarım İsmet (Berkan) için çok zorluk yaratıyordu. Özkök'le ilgili çok sert yazıyordum. Haluk Şahin'e, Nuray Mert'e hakaret etmiştim. Mesela beni Namık Kemal Zeybek, Mehmet Ali Kışlalı gibi isimler hiç rahatsız etmiyor. Onlar neyse o. Devlet Bahçeli ile oturur yemek yerim. Ama sağ gösterip sol vuranlar, ne idüğü belirsizler, askerin değirmenine su taşıyanlar, türbanlılar aleyhine yazı yazıp koşa koşa umreye gidenler beni çok rahatsız ediyor.

    l Radikal'e tekrar dönmeyi düşünüyor musunuz?
    Ben İsmet'e (Berkan) 'gideyim' dediğimde bence çok memnun oldu. O gazeteye artık dönüşüm olmaz.

    l Başka bir gazete olabilir mi?
    Teklif almıyorum. Bununla iftihar ediyorum. Teklif almayacağıma da eminim.

    l Neden?
    Korkuyorlar. Bir de beni edepsiz ve terbiyesiz buluyorlar. Dindar gazetelere gelince, onların da yüksek ve sahte terbiye standartları var. Orada çok ahlaksız insanlar yazabiliyor ama onların vitrin çalışması iyi.

    l Taraf'ta yazmayı düşünür müsünüz?
    Taraf'la iftihar ediyorum. Bünyemin kaldırdığı tek gazete. Herkes beni Taraf'la örtüştürüyor ama Taraf köşe yazarından geçilmiyor. Bir de ben onlardan para almaya utanırım. Sürünüyorlar. Ama benim gibi bu kadar sosyopatın lanetini çeken birinin parasal olarak mükafatlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Ve hep çok iyi para aldım.

    l 'Beni hiçbir zaman partiye, düğüne çağırmazlar' demişsiniz. Gazeteye çağırılmamak da böyle bir şey mi?
    Evet, evet! Çünkü hanımefendi sanatçı değilim. Aslında öyle yerlere gidince de aşırı kibar davranırım!

    l Anlattıklarınızdan arıza kadın portresi çıkıyor. Bundan memnun musunuz?
    Hiç değilim. Çok da sinir oluyorum. Deli, arıza. Son derece kontrollü ve aklı başında biri olduğumu düşünüyorum. Sadece çok ciddi ve korkusuz bir siyasi duruşum var. Bu yüzden 'arıza' olarak etiketlenmem yine yanlış etiketleme. İftira ve yalan sanayinin bir yan çalışması.


    http://www.aksam.com.tr/2010/02/07/h...a_yasasin.html

  2. #2
    Duhul
    Jul 2006
    İkamet
    İzmir/Türkiye
    Gönderi
    18,646
    Blog Yazıları
    199

    Esas

    Yıl, 1887… Gazetecinin biri, Victor Hugo’ya soruyor: “Eserleriniz ve siz bugüne de çok olumlu eleştiriler aldınız, çok övüldünüz. Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?”



    Hugo anlatıyor:

    “Karlı bir kış gecesiydi. Eş dostla yiyip içmiştik. Mesafe kısa diye, evime yaya olarak dönüyordum. Fena halde sıkışmıştım. Hızlı adımlarla, malikanemin bahçe kapısına vardım. Kapı kilitliydi.

    Var gücümle uşağıma seslendim: ‘İgooooooor!’

    Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu. Sidik torbam Atlas Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı. Altıma kaçırmak üzereydim. Yaşlılık işte. Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım, etrafa bakındım, görünürde kimse yoktu, fermuarımı indirdim ve su dökmeye başladım. Tam o sırada arkamda bir at arabası durdu. Hiç kıpırdamadan, sessizce işiyordum.

    Arabacı nefret dolu bir sesle ‘Seni haddini bilmez, buruşuk o… çocuğu! O işediğin, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!’ dedi.

    İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.”


    (Teşekkürler Yaprak.)

  3. #3
    Duhul
    Jul 2006
    İkamet
    İzmir/Türkiye
    Gönderi
    18,646
    Blog Yazıları
    199

    Esas

    Orhan Pamuk'un mayolu fotoğrafını doğru okumak

    Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk, hepimizin artık yakından takip ettiği sevgilisi Hintli yazar Kiran Desai ile kitap yazmak üzere inzivaya çekildiği Hindistan'da Goa adlı plajda fotoğraflandı.
    Bana işin ilginç gelen yanı ne Orhan Pamuk'un her insan gibi mayo giydiğini görmek ne de sevgilisinin fit vücudu oldu.
    Plajda huzurlu bir yürüyüş yapmalarından da etkilenmedim doğrusu.
    Benim için işin en ilginç yanı, ülkemizde magazinin edebiyat alanını da ele geçirdiğini görmek oldu.
    Evet, birçoğumuz 'Hayat magazindir' diye düşünüyoruz ama bazen insan durup 'Yahu neler oluyor?' demekten de kendini alamıyor.
    Magazin figürü haline gelerek şöhretleşen ressamlar, çırılçıplak soyunarak ünlenen ve yola devam eden şairler, sanki artık sanatın 'pr', pazarlama ve magazin üçgeninden ibaretleştiği izlenimini veriyor bana...

    ORHAN PAMUK'A DAİR BİLDİKLERİM


    Orhan Pamuk'un mayolu fotoğrafları işte bu düşünceleri ayaklandırdı bende.
    Şöyle bir döndüm baktım ki Orhan Pamuk hakkındaki magazin bilgilerim epey artmış.
    New York'ta satın aldığı evi ve fiyatını biliyorum mesela...
    Kızı ve eski eşiyle ilgili birçok şey biliyorum mesela...
    Sevgilisinin adını ve tüm biyografisini biliyorum mesela...
    Pamuk'un takma diş ve kadın ayakkabısı koleksiyonu yaptığını biliyorum mesela...
    Öyle araştırma falan yapmadan bir çırpıda hatırladığım bilgiler bunlar.
    Hepsi de haber değeri taşıyor şimdilerde.

    SORGULAMALIYIZ

    Peki bunu bir veri olarak alacak mıyız?
    Hiç sorgulamayacak mıyız?
    Bana göre 'Artık böyle...' dememek ve sorgulama yapmak
    zorunlu...
    Sorgulamazsak, artık yazılan yazının edebi değerinden, yapılan resmin sanatsal öneminden çok yazıyı yazanın ya da resmi yapanın şöhretinin kıymetli hale geldiğini kabul etmiş oluruz...
    Bunu düşünmeliyiz bana göre...

    YAZDIKLARIYLA İLGİLENEN YOK


    Geçmişte magazinin sınırlı bir alanı varken şimdi her şey birbirine karıştı.
    Dikkat edin:
    Orhan Pamuk ve yazarlığı üzerine popüler gazetelerde hiçbir şey yayınlanmıyor.
    Madem yazarımızın hayatını bu kadar merak ediyoruz, o halde neden popüler gazetelerde sanatı üzerine kalem oynatılmıyor?
    Mesela çok konuşulan 'çevirileri daha başarılı' tartışmasına giren bir gazeteye henüz rastlamadım.
    O plajda yakalandığı karelerin altında 'Pamuk Hindistan'da İstanbul'daki sokak satıcıları hakkında kitap yazıyor' deniyor... Mesela bu, hiçbirimizin ilgisini çekmiyor, hiçbirimizi heyecanlandırmıyor.
    Varsa yoksa mayo boyu ve vücudu konuşuluyor.
    Orhan Pamuk ve benzerleri magazin figürü haline geldikçe 'kitapları çok satan ama okunmayan' yazara dönüşüyor.
    Konken masalarında 'Orhan'ı sevgilisiyle yakalamışlar, kızın da vücudu pek güzelmiş' noktasında bir starlaştırma mekanizmasına soktuğumuz Orhan Pamuk'un kaç para kazandığıyla ilgileniyoruz ama ne yazdığını, yazım tarzını tartışmıyoruz bile.
    İşin magazin kısmının 'satacağına' inanan gazeteler aynı şekilde işin 'edebiyat' kısmına da yer verse sözümüz olmaz.

    HEP AYNI TAKTİK

    Şimdi iş böyle olunca insan ister istemez, 'Orhan Pamuk, Nobel öncesi Ermeni meselesini gündeme getirerek bir pazarlama yaptı' diyenlere kapılıveriyor.
    Bu kapılmanın ardından da şu hüküm verilebilir:
    'Artık edebiyat da, yazarlar da büyük bir pazarlamanın ürünü haline geldiler.'
    Elif Şafak biraz çekingen ve tutucu davransa da pazarlaması, reklamı ve dozunda mahremiyet ifşası ile satış artıran edebiyatçılarımıza gayet iyi ve doğru bir örnek gibi...
    Yani eskiden beri alışık olduğumuz gösteri sanatları alanındaki taktikler, şimdi edebiyat alanına da taşınmış durumda.
    İşin püf noktası şu:
    Ünlü ve merak edilir hale gel, özel hayatınla tartışıl, biraz özel hayata dair bilgi ver ve kitabını piyasaya sür...
    Oysa benim zihin dünyamda, edebiyatçıların böyle şeylerle anılmayı ayıp, günah sayması kalmış.
    Her şey değişiyor işte...
    Ama pazarlama ve magazin dünyasının edebiyatı da ele geçirmesi insanı biraz korkutmuyor değil.


    http://www.aksam.com.tr/2010/03/13/y...ru_okumak.html

    Orhan Pamuk'u hainliğinden önce de 20 sayfadan fazla okuyamamıştım..

    İhanetinden sonra ise, benden ona beş kuruş nasip olmayacak diye kitaplarını almamaya söz verdim.

    Büyük yazar Knut Hamsun İkinci Dünya Savaşında ülkesini işgal eden nazileri destekledi. Savaçtan sonra bu nedenle tutuklandı. İleri yaşı ve şöhreti yüzünden sadece para cezasına çarptırıldı..Ama ******** bir şekilde öldü..

    Nereden aklıma geldi bu şimdi durup dururken..

  4. #4
    Duhul
    Jul 2006
    İkamet
    İzmir/Türkiye
    Gönderi
    18,646
    Blog Yazıları
    199

    Esas

    Nobel ödüllü Ebadi'den Nokia ve Siemens'e suçlama


    Nobel Barış Ödülü sahibi İranlı Şirin Ebadi, Alman Siemens ve Finlandiyalı Nokia şirketlerini, İran'a muhalefeti baskı altına almasında ve sansüründe yardımcı olan yazılımları vermekle suçladı.


    İranlı insan hakları savunucusu Ebadi, France Culture radyosuna yaptığı açıklamada, "Maalesef İran hükümetine baskı ve sansüründe destek veren şirketler var. Siemens ve Nokia'nın cep telefonu konuşmalarını dinleme ve SMS mesajlarını izleme olanağı sağlayan yazılımları vermesinde görüldüğü gibi" diye konuştu.

    Ticari sözleşmeler imzalanırken, insan haklarına pek değer verilmediğini söyleyen Ebadi, Almanya'nın önceleri İran rejimine karşı sert bir tavır takınırken, şu anda İran'ın en büyük Avrupalı ticari ortağı olduğunu savunarak, "Bu anlamakta güçlük çektiğimiz bir iki yüzlülük" dedi.


    http://www.zaman.com.tr/haber.do?hab...emense-suclama

    Bizde yazar deyince aklıma Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibileri geliyor.

    Elimde değil..

  5. #5
    Duhul
    Jul 2006
    İkamet
    İzmir/Türkiye
    Gönderi
    18,646
    Blog Yazıları
    199

    Esas




    Polat'ın okuduğu kitap rekora koşuyor


    Kurtlar Vadisi Pusu'nun 11 Mart Perşembe akşamı yayınlanan bölümünde Polat Alemdar'ın okuduğu "Bozkırın Sırrı/Türk Peygamber" adlı kitap, internette satış patlaması yaşıyor.



    http://www.zaman.com.tr/haber.do?hab...rekora-kosuyor


    SEvgili ülkemde halkımız aslında okumaya meraklı..Susamış..

    Yeterki uygun rehberler yol göstersin..

    Hay bin kunduz..

  6. #6

    Esas

     Alıntı Originally Posted by BORA YAŞAR Yazıyı Oku
    Orhan Pamuk'un mayolu fotoğrafını doğru okumak

    Orhan Pamuk'u hainliğinden önce de 20 sayfadan fazla okuyamamıştım..

    İhanetinden sonra ise, benden ona beş kuruş nasip olmayacak diye kitaplarını almamaya söz verdim.

    Büyük yazar Knut Hamsun İkinci Dünya Savaşında ülkesini işgal eden nazileri destekledi. Savaçtan sonra bu nedenle tutuklandı. İleri yaşı ve şöhreti yüzünden sadece para cezasına çarptırıldı..Ama ******** bir şekilde öldü..

    Nereden aklıma geldi bu şimdi durup dururken..
    Size katılıyorum. Nobel ödüllü bir yazarımızdan şahsen gurur duyamamaktan biraz da utanıyorum. Ben kitaplarını özellikle okumaya çalışıyorum. Yazım stilini çözümlemeye çalışarak öncelikle. Çünkü nedense şahsına oturtamadığım kadar güçlü bir zeka ürünü olduğunu farkediyorum okudukça, neredeyse kollektif zeka ürünü gibi bence..

    Daha ayrıntılı düşüncelerimi bu sayfayı kirletmemek adına başka bir bölümde aktarmayı düşünerek erteliyorum.

  7. #7
    Duhul
    Jul 2006
    İkamet
    İzmir/Türkiye
    Gönderi
    18,646
    Blog Yazıları
    199

    Esas

    Kristof Kolomb keşfe giderken cebinde Amerika'nın haritası vardı

    Başlık insanı hayrete düşüren bir iddia, bunun farkındayım.
    Ama bu bir tarihi gerçek.

    Kolomb'un adamları bu haritayı Papa'nın kütüphanesinde görüp almışlardı.

    Aynı şekilde Magellan da keşfe çıkarken daha sonra adıyla anılacak boğazı görmeye giderken, o boğazın ve gidilecek bölgenin haritası cebindeydi.

    1515 yılında Magellan keşif seyahatine başlamadan dört yıl önce, Johannes Schöner dört yıl sonra Magellan tarafından keşfedildiği sanılacak bölgenin haritasının basımını yapmıştı. Yani Magellan'ın adamları keşfe çıkmadan önce haritayı piyasadan satın almış olabilirlerdi.

    Anlayacağınız Kristof Kolomb ve Magellan'ın seyahatleri aslında birer keşif seyahati değildi. Onlar bir anlamda cepte gidilecek yerin haritasıyla birlikte seyahate çıkan turistlerin gezisi gibi bir şeydi.
    Peki ama tarihe tüm bakışımızı değiştirecek bu bilgiler nereden çıktı ortaya.

    Elimde dünyada çok tartışılan ve yüzlerce tarihçiyi uğraştıran bir çalışma var. Yazarı Gavin Menzies '1434 The Year a Magnificent Chinese Fleet Sailed to Italy and Ignited The Renaissance' (Muhteşem Bir Çin Donanmasının İtalya'ya Gidip Rönesansı Başlattığı Yıl).

    İçimdeki entelektüel ateşi yakan bu muhteşem başlığı ben hiç tahmin etmeyeceğiniz bir yerde Vanity Fair dergisinde keşfettim. Derginin kitaplar hakkında kısa bilgilerin verildiği sayfada bir meşhura o sıralar neleri okuduğu sorulunca o da bu kitabın ismini vermiş. Yeni kitap avcılığımı hiç durdurmadığımdan hemen bu kitabın peşine düştüm. Buldum ve okudum. Okudukça, öğrendikçe hayretlere düştüm.
    Ve bu kitabın tarihin yeniden yazılması anlamına geldiğini, bizim bugün çoğunlukla Batı merkezli olarak anlatılan tarihin doğru olmadığını ayrıca Rönesans'ın Antik Yunan'ın ve Roma'nın yeniden canlandırılması olarak anlatıldığı resmi tarihin bir hikayeden ibaret olduğunu ve o dönemde Avrupa'daki her önemli bilginin ve yeniliğin aslında Çinliler tarafından verildiğini gördüm.

    Tarihçinin elindeki belgeler sadece haritalardan ibaret değil, ayrıca Leonardo da Vinci'nin çizdiği birçok buluşun resimlerinin de Çinliler tarafından İtalya'ya daha önce verilmiş olduğunu belgeleyen resimler var. Bunlar ve diğerleri bahsettiğim kitapta yer alıyor. İnsanın dünyaya bakışını değiştirebilecek bu yeni bilgiyi öğrendiğimde uzun zamandır kafamı meşgul eden bir muammayı da sonunda çözmüş oldum.
    Yıllar içinde Çin kültürü ile ilgili bilgim arttıkça bu kadar derin bir entelektüel birikimi olan ve kültürü ile hayat ve sanat anlayışı bu kadar rafine olan bir ulusun nasıl olup da Rönesans'ı kendi ülkesinde yapmadığını düşünüyordum.

    .......................

    Yani diyeceğim o ki Gavin Menzies'in çalışması öyle popülerlik uğruna yazılmış bir kitap değil, içinde ciddi tarihçi çalışmasının ürünleri var. Bu çalışma yıllar boyu sürmüş ve uluslararası işbirliği ile götürülmüş.
    Meraklandıysanız ki; meraklanmadıysanız doğrusu hayret ederim. Bu konunun işlendiği internet sitesine bir göz atın. www.1421.tv, yazarın bundan önceki kitabının adıdır.
    Anlatılanlara tamamen ikna olmasanız bile bunun müthiş bir entelektüel macera olacağına emin olun.


    http://www.aksam.com.tr/2010/03/18/y...asi_vardi.html

    Meraklısına.

  8. #8

    Esas

    Dün aldığım bir kitabı duyurmak isterim:

    Robert Musil, "Niteliksiz Adam", yky yayınları, önemlisi: Ahmet Cemal çevirisi (yky yönetim kurulu değiştiğinde Ahmet Cemal'e 'tamam, bu kitabı sen çevirme' diyorlar. Çevirisi bile bir kitap konusu olabilecek bir kitap)

    bu kitap birçok dilde bir başyapıt olarak nitelenir. Türkçe edebiyat açısından önemi, belki de en 'meşakkatli' çeviri örneklerinden birini oluşturması olabilir.

    Edebiyat ile bir "keyif düzeyinde ciddiyet"i yaşayabilenler için ilginç olabilir... henüz Ernst Fischer'in giriş'ini okudum. Biraz "yoğun" bir yazına benziyor...

    ilgilenenlere duyurulur...

Sayfa 1/16 12311 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •