Sayfa 1/5 123 ... SonSon
Arama sonucu : 36 madde; 1 - 8 arası.

Konu: Tarihi olaylar ve kişiler

  1. #1

    Esas Tarihi olaylar ve kişiler

    Bu topikte tarihi olaylara ve kişilere ait bilgiler aktaralım istedik, katkılarınızı beklerim

  2. #2

    Esas

    ATATÜRK'ÜN HAYAT MÜCADELESİ
    57 gibi erken bir yaşta vefat eden Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümüne neden olan hastalık siroz olabilir. Fakat siroza yakalandığında ve bundan önce çeşitli sebeplerden birçok hastalıkla mücadele etti ve onları yendi. Beş kardeşinden Makbule (Atadan) hariç, dördünü erken yaşlarda kaybettiği düşünülürse (Fatma 4, Ahmet 9, Ömer 8, Naciye 12 yaşlarında), Atatürk'ün hayatla kavgası daha iyi anlaşılabilir.

    Kaburga kırığı
    12 Ağustos 1921'de Polatlı'da cephede attan düştü. Üç kaburga kemiği kırıldı fakat tam iyileşmeden 17 Ağustos'ta cepheye döndü.

    Karaciğer hastalığı
    22 Ocak 1938'de siroz teşhisi kondu. Ve hastalık ilerledikçe kaşıntı, burun kanaması, bilinç kaybı, geçici hafıza kaybı yaşadı.

    Sıtma
    1896'da girdiği Manastır Askeri İdadisi'nde etkisini hayat boyu taşıyacağı sıtmaya yakalandı. Çanakkale Savaşı'nda, Samsun'a çıkarken ve Sivas Kongresi sırasında nöbet geçirdi. 20 Eylül 1919'da Sivas'ta görüştüğü Amerikan Heyeti Başkanı General Harbord anılarında "Elinde durmadan tespih çekerdi, sonradan öğrendim ki bunun sebebi yakın zamanda sıtma nöbeti geçirmesi ve yüksek ateşli olmasıymış" diye yazmıştı.

    Zatürree
    22 Kasım 1936'da ve 7 Şubat 1938'de iki defa zatürree teşhisi kondu. O dönemde özellikle penisilin gibi antibiyotiklerin bulunmadığı düşünülürse bir yandan karaciğer hastalığı ile uğraşırken zatürreeyi yenmesi önemliydi.

    Gözde hasar
    16 Ocak 1912'de, Libya Derne'de toz bulutu içinde kaldı ve gözüne kireç parçası girdi. Hastaneye yattı fakat tamamen iyileşmeden cepheye döndü. Savaş şartlarından ötürü Mart'ta rahatsızlık tekrarladı. Kasım'da Viyana'da muayene olup başarılı bir müdahale geçirmesine rağmen sol gözünde şaşılık kaldı.

    Kulak egzaması
    Gençliğinden itibaren kulak egzaması vardı. Kulak ağrısıHaziran 1926'da Bursa'da nüksetti. Bu sebeple zaman zaman kulağında iltihaplanma oluyordu.

    Difteri
    Kardeşleri Ahmet ve Ömer gibi küçük yaşta difteri-kuş palazı geçirdi. Kardeşlerinin aksine hastalığı atlattı.

    Kalp rahatsızlığı
    Kasım 1923'te savaş sonrasında ve Mayıs 1927'de Nutuk'u hazırlarken çok çalıştığı günlerde kalp krizi geçirdi. Ankara'ya davet edilen iki Alman doktor kahve ve sigaradan uzak durmasını tavsiye etti.

    Böbrek rahatsızlığı
    20'li yaşlarının başında hayatının sonuna kadar devam edecek ağrılı, sık idrara çıkmaya yol açan, ateş yapan, bazen titreme ve terlemeye neden olan pyelonefrit'e yakalandı. Sürekli böbrek sancılarından ötürü Haziran 1918'de Viyana Cottage Sanatoryumu'nda, ardından Karlsbad'da kaplıca tedavisi görse de, tamamen atlatamadı.
    Kaynak: Dr. Eren Akçiçek, "Atatürk'ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü" (Güven Kitabevi, 2005) newsweek.

  3. #3

    Esas

    Gök Mavi Bayrak

    1920 yılı başlarında Büyük Millet Meclisinin açılması için çalışmalar sürerken Atatürk’ün, bayrak rengini değiştirmeyi düşündüğü ama arkadaşlarının bu teklife meyletmemesi üzerine Türk Bayrağının renginin değişmediği belirtildi.

    Meclis görevlisi Yılmaz Koç, inkılap tarihi ve Kurtuluş Savaşının bilinmeyen veya unutulmaya yüz tutmuş detaylarını "Unutulanlar" isimli kitabında derledi.

    Koç’un, Meclis tutanaklarından ve arşivinden yararlanarak hazırladığı kitapta, 1920 yılı başlarında Büyük Millet Meclisinin açılması için çalışmalar sürerken Atatürk’ün, bayrak rengi olarak gök mavi rengi düşündüğüne yer veriliyor. Kitapta, Çankaya’da yapılan sohbetlerde Atatürk’ün gök rengini çok sevdiğini, bayrağın renginin de böyle olmasını arzu ettiğini arkadaşlarına söylediği, ancak bu yönde arkadaşlarından bir fikir veya teklif gelmeyince, 2. Mahmud döneminde kabul edilen ay yıldızlı al bayrakla devam edildiği anlatılıyor.

    Kitapta, "Atatürk’ün Meclis-i Mebusan üyesi olduğu, fakat bu Meclisin toplantılarına hiç katılmadığı" bilgisi de yer alıyor. 7 Kasım 1919 seçimlerinde Erzurum’dan Meclis-i Mebusan’a milletvekili olarak seçilen Atatürk’ün, "hastalığını" bahane ederek Meclis çalışmalarına katılmadığı kaydedildi.

    ÜLKE YOKLUK İÇİNDEYDİ

    Kitapta, bazı olaylar da şöyle anlatılıyor: - Kurtuluş Savaşı döneminde, sadece düşmanla değil, yoksullukla da mücadele ediliyordu. Erzurum Kongresinden sonra Sivas Kongresine katılmak için yol hazırlıklarına başlayan Mustafa Kemal Paşa’nın durumunu, heyetin para işleriyle uğraşan Mazhar Müfit Kansu hatıralarında şöyle anlatıyor: Erzurum’dan Sivas’a yola çıkacaktık, fakat yola çıkmak için gerekli yakıtı alacak ve yolda iaşeyi sağlayacak para yoktu. Heyet üyelerinden 60 yaşındaki Binbaşı Süleyman Bey, biriktirmiş olduğu 900 lirayı verdi. Süleyman Bey, bundan Mustafa Kemal Paşa dahil kimsenin haberi olmamasını istedi. - Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1923’te en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mensubu Şükrü Bey’in başkanlığında toplanıyor. Açış konuşmasından sonra söz alan Mustafa Kemal Paşa, kürsüye çıktığında üzerinde Erzurum Valisi Münir Bey’in elbisesi bulunuyordu. - Mustafa Kemal Paşa, temsil heyetiyle Ankara’ya geldiğinde ülkenin her tarafında yokluk hüküm sürüyordu. Ekmekçilere bile verecek paraları kalmadığını yazan Mazhar Müfit Kansu, kendi kürkünü sattırdığını anlatıyor.

    HALK "KÜRDİSTAN MESELESİNİ" NASIL REDDETTİ?

    Lozan Konferansı'na "Kürdistan" temsilcisinin davet edilmesi üzerine, Mecliste 17 Mart 1921 tarihinde genel görüşme yapıldı. Bu görüşmede, "Kürdistan meselesi diye bir meselenin mevcut olmadığına" dair Doğu illerinden gelen çok sayıda telgraftan biri okundu. Tutanaklara geçen telgraf metni kısaca şöyle: "Türk birliğinden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler, kendi milletlerinden saymazlar. Kürtlerin mukadderatı, Türk’ün mukadderatıyla beraberdir. Biz Kürtler, TBMM Hükümetinden başka kurtarıcı beklemediğimiz gibi, İtilaf devletlerinden merhamet dilenmeye tenezzül etmiyoruz. Misak-ı Milli dahilinde sulh yapılmasını temin için bütün varlığımızla Hükümetimize yardım edeceğimizi, TBMM Hükümeti dahilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak bilinmesini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz ve başarılar temenni ederiz." Aynı konuyla ilgili telgraflar 31 Mart 1921 tarihine kadar gelmeye devam eder. Telgrafların hangi illerden ve kimlerden geldiği tekrar Meclis’te ele alınır. Genel Kurulda okunan diğer telgrafta ise "Altı buçuk asırdır ki Türkiye idaresinde rahat ve refah içinde yaşıyoruz. Hiçbir zaman Türkiye’den ayrılmak, ayrı bir hükümet kurmak Kürtlerin hatırına gelmemiştir. Tarihimiz, dinimiz ayrılık kabul etmeyecek bir manevi ve maddi mahiyeti ile birbiriyle iç içedir. Kürdistan namına konferansta söz söyleme yetkisi, yalnız Büyük Millet Meclisi Hükümetini temsil eden Türkiye heyeti üyelerine aittir" deniliyordu.

    (aa)

  4. #4

    Esas

    Harem Hiyerarşisi İçerisinde Maaş Sistemi

    İmparatorluğun hazinesi içerisinde harem sakinlerine ayrılan maaşlar (mevacib) kurumun kendi içerisindeki hiyerarşiyi ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. Yine de alınan bu maaş kişilerin bütün servetinin göstergesi olmasa bulundu konumun önemini vurgulamaktaydı.

    Harc-ı Hassa defterleri incelendiğinde kaşımıza üç kısımdan oluşan bir tablo çıkmaktadır. İlk grup valide sultan, haseki sultan ,padişah kızları ve şehzadelerden oluşan yani sultan lakabını taşıyan elit ve en üst kısımdır. Daha sonra ise kurumun en önemli görevlilerinden biri olan baş kethüda ve padişahın süt annesi olan daye hatun gelmektedir. En alt kısım ise en kalabalık bölümü oluşturan hizmetçi kadrosunu oluşturmaktadır.

    Verasette dahil olmak üzere harem kurumu içerisindeki her türlü düzenleme ve idari işlerden sorumlu olan valide sultanın tartışmasız konumunu aldığı maaşla da kendini belli etmektedir. Hürrem Sultan’dan sonra haremi yöneten ilk valide sultan olan Nurbanu’nun günlük 2000 akçelik bir maaşı bulunmaktadır.

    Safiye Sultan’nın maaşı ise oğlu III. Mehmet tarafından günlük 3000 akçeye çıkartılmasıysa tahta çıkmasından bir buçuk yıl sonraya yani Eğri seferi için İstanbul’dan yola çıkılmasının hemen öncesine rastlar.Bu yükseltme hiç şüphesiz padişahın yokluğunda kendisine verilen otoritenin işaretidir. Sefer dönüşündeyse maaşın eski haline çevrilmediği görülür.

    III.Mehmet’in ölümünden sonra eski saraya çekilen Safiye Sultan yine günlük 3000 akçe maaş almaya devam etmiştir. O sırada tahtta olan 1. Ahmet’in annesi ise 1000 akçe maaş almaktaydı. Bunun nedeni olarak da babasının her konuda annesinin gölgesinde kalmasını eleştiren padişahın makamın gücü ve otoritesini sınırlandırmak için böyle bir harekette bulunmuştur.

    Daha sonra tahta çıkan 1.Mustafa’nın annesi ismi tarif kaynaklarında geçmez. Yine günde 3000 akçe maaş almıştır .Bunun nedeninin de oğlunun akli yönden yetersiz olması nedeniyse sahip olduğu sorumluğun bir göstergesi olarak kabul etmek mümkün.

    Kösem Sultan iki oğluna yirmi beş yıl boyunca valide sultanlık yapmış ve inanılmaz bir güce kavuşmuştur. 1648 yılında İbrahim’in tahttan indirilmesi ve yerine yedi yaşındaki oğlu IV.Mehmet’in geçirilmiş olsa da Valide-i Muazzama olarak anılmaya ve gücünü korumaya devam etti. Valide Sultan olan Turhan 2000 akçe maaş alırken Kösem 3000 akçe maaş almaya devam eder. Kösem Sultan’ın saray içerisindeki egemenlik savaşın kaybetmesi ve 1651 yılında öldürülmesinden sonra haremin tek hakimi olarak Turhan Sultan’nın maaşı 300 akçeye yükseltilir.

    Devletin en yüksek ve stratejik kurumlarında görev alan şeyhülislam için günde 750 akçe, Rumeli Kazaskeri için günde 572 akçe, Anadolu Kazaskeri için 563 akçe, yeniçeri ağası için 500 akçedir. İmparatorluğun sahibi olarak görülen padişahın bile günlük cep harçlığı 1000 akçedir. Padişah ve annesinin maaşları arasındaki bu oran valide sultanlığın önemini iyice gözler önüne sermektedir.



    Haseki Sultan: Tahta geçecek olan şehzadenin annesi olarak konumu harem içerisinde valide sultandan hemen sonra gelmektedir. 1575 yılında III.Murat tahta çıktığında hasekisi Safiye Sultan günlük 750 akçe maaş alamaya başlar. O dönem içerisinde Safiye’nin maaşına yaklaşabilen tek kişi Murad’ın halası yani Kanuni ve Hürrem’in kızı olan Mihrimah Sultan’dı. Kanuni’nin Manisa’da ki şehzadelik döneminde annesi Hafsa Sultan günde sadece 200 akçe almaktaydı. Kanuni’nin resmi nikahlı eşi olan Hürrem’in aldığı 2000 akçelik maaş kendisinden sonra hiçbir hasekiye verilmemiş sadece valide sultanlara tahsis edilen bir miktar olmuştur. Bu uygulamadaki iki istisnaya ise Nurbanu(1000 akçe) ve Safiye’de(700 akçe) rastlanır. Padişahın eşleri arasında fark yani hasekilik makamı kalktığında bile eşlerin konumu kız kardeşlerden üstün oldu. İbrahim’in kız kardeşleri Ayşe Fatma ve Hanzade Sultanlar günde 400 akçe maaş alırken iki cariyesi günde 1000 ve 1300 akçe maaş almaktaydı. 17.yy!a baktığımızda ise hasekilerin aldığı günlük yüz akçe maaş makamın önemini iyice yitirdiği anlamına geliyor.



    Sultanlar ve Şehzadeler

    Sultanların saray içerisinde ki konumu önemli bir role sahip olan devlet adamlarıyla evlenmesiyle artmaktaydı. Saray içerisinde bekar olarak hayatını sürdüren bir sultan kızı günlük 100 akçe maaş alırken evlendikten sonra bu maaş 300 yada 400 akçeye çıkardı. Bu durum sadece sultan kızları için değil şehzadeler içinde aynıdır.Süleyman Manisa sancağında günde sadece 67 akçe sarayda bulunan evlenmemiş kız kardeşi 40 akçe maaş almaktaydı.Saray içinde yaşayan bir şehzadenin maaşı hiçbir zaman 100 akçenin üstüne çıkmamıştır. Toprak ya da herhangi bir dış kaynakla beslenmeyen maaşları harem içindeki diğer kişilere oranla oldukça düşük olmasının nedeni henüz saraya bir hizmette bulunmamalarından kaynaklanmaktaydı.



    Daye Hatun

    Padişahın süt annesi konumundaki bu kadınlarla padişah arasındaki ilişki bazen tam manasıyla bir anne oğul ilişkisi gibi gelişebiliyor. Fatih dayesi Ümmü Gülsüm’e İstanbul ve Edirne’de cami yaptırabilecek kadar gelir vermiştir. Bunda padişahın annesinin küçük yaşta ölmesinin de etkisi bulunmaktadır. II. Osman’nın dayesiyse valide sultanın ölümünden sonra iki sene ona yol gösterici bir konumda bulunduğu dönemde günde 1000 akçe maaş almıştır. II.Beyazıd ise kızlarından birini dayesinin oğullarından biriyle evlendirir. Şemsi Ahmet Paşa aynı zamanda sultanın yakın bir arkadaşı olmasıyla tanınmaktaydı. III. Mehmet’in dayesinin kızıysa sadece birkaç gün sadrazamlık yapan Mehmet Paşa ile evliydi.



    Kethüda Kadın

    Haneden ailesiyle doğrudan bir bağı bulunmadığı halde elit kesin arasına girmeyi başarmıştır. Aynı padişahın süt annesi Daye Hatun gibi Kethüda Hatun’da ilk dönemlerden beri önemli bir yere sahip olmuştur.Makamın esas görevi padişah ve valide sultanın hizmetlerini yerine getirecek olan seçkin bir grubun eğitiminden sorumlu olmaktı.

    II. Bayezit ve I. Selim saltanatlarından sonra Harc-ı Hassa defterlerinde yerini alır. Makamda bulunan en güçlü kethüda ise III.Murad döneminde sarayda bulunan Canfeda Hatun’dur. Nurbanu Sultan önce oğluna haremin yönetimi ona bırakmasını söylemiş. III.Murat’ta annesinin vasiyetini yerine getirmiştir. Kendisinin emeklilik maaşı günde 100 akçe olmuş daha sonra üstlendiği imar işleri için yetersiz kaldığı anlaşıldığında yükseltilmiştir. Aile üyelerinden sayılmasının bir başka nedeni de hem padişah annesi hem de valide sultan’a vekalet edebilmeleriydi.





    Hanehalkı: Sarayın üst kısımlarındaki elit aile hanesinin büyüme göstermesiyle hane haklının da çoğalması kaçınılmaz olmuştur. Burada hane halkı ve hizmetkarlar olarak karşımıza çıkarlar. Hizmetkarlar sarayın günlük işleriyle ilgilenen en alt seviyede ki üyelerinden oluşuyordu. Bunlara da dişi köle anlamına gelen cariyeler olarak bilinirlerdi. Hane halkı terimi ise cariyelerden konum ve maaş olarak bir üst noktada bulunan mevki sahibi olan harem halkı için kullanılıyordu. Bu grup haremdeki kaba işleri yapanlardan oluşmakla beraber saraya yeni alınmış ve henüz eğitim aşamasındaki kızlardan da oluşmuş olabilir. Maaş seviyelerindeki farklar görev bölümünün bir sistem şeklinde olduğunu düşündürmektedir.

  5. #5

    Esas

    YÖRÜK ALİ EFE

    Yörük Ali Efe 1895 yılında, Aydın İli Sultanhisar İlçesi Kavaklı Köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Apti, annesi yine yörüklerin Atmaca aşiretinden Fatma’dır.


    Yörük Ali ondokuz yaşına geldiğinde, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin gurubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti. Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.


    Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir’i, ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti. Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın İli’nin Çine İlçesi Yağcılar Köyünde toplanarak, Sultanhisar İlçesine iki kilometre uzaklıkta Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki güçlü ve tam teçhizatlı düşman karakoluna baskın yaptılar. Tarih:16 Haziran 1919. karakol tümüyle imha edildi. Oldukça önemli cephane ve erzak ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskındır. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine çakmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek... Daha sonra 7. tümen kumandanı Şefik AKER’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından birinci kere kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir.


    Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür.


    Yörük Ali Efe alçak gönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşındaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu yanıttı her zaman hatırlanacaktır.


    “Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin birçoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olurmu ki?”


    Yörük Ali Efe Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, tedavi için gittiği Bursa’da vefat etti.


    Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca “Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi.

    Kuva’yı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından istiklal madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca değerli Türk halkının ona verdiği, rütbelerden en büyüğüdür. “Hey gidinin Efesi-Efesi-Efelerin Efesi...”

  6. #6

    Esas

    ERİZO FERRARİ (1898 - 1988)

    İtalyan otomobil fabrikatörünün adı hızlı, şık ve sıradışı taşıt araçlarıyla eş anlamlıdır. Otomobil yarışçısı olarak kariyerini başlatan Ferrari, her gün kullanılan bir eşyayı bir sosyal mevki sembolü haline getirdi.

    Modena/Emilia-Romagna'da bir dökümhane sahibinin oğlu olarak dünyaya gelen Enzo, ilk kez on yaşındayken Bologna'da götürüldüğü bir yarış sırasında otomobil sporuyla tanıştı. 1916'da Modena'daki teknik okulu bitiren Ferrari, bir yıl sonra askere alındı. Ne var ki, geçirdiği zatülcenp yüzünden kısa bir süre sonra çürüğe çıkarıldı. FIAT'a girme çabaları sonuç vermeyince, Ferrari otomobil sektöründe işçi olarak hayatını kazanmaya başladı.

    Savaş sonrasında kurulan Costruzioni Meccaniche Nazionali (CMN) şirketi Ferrari'ye 1919'da otomobil yarışçısı olarak iş verdi. 21 yaşındaki Ferrari aynı yıl içinde ilk yarışına (Parma-Berceto) katıldı. Günümüzde silindir kapasitesine göre araçların formüllere ayrılması, o tarihte henüz söz konusu değildi. Yarışlar "Formula Libre" adı altında düzenlenip yarış, motor ve şasi spesifikasyonlarını içeren yönetmelikler bulunmamaktaydı.

    Ferrari 1920'de Milanolu otomobil firması Alfa Romeo'ya geçerek bu şirket için katıldığı ve Sicilya'yı çepeçevre kuşatan Targa Florio yarışında ikinciliği elde etti. Böyle iyi bir sonuç almasına karşın kendisine otomobil yarışçısı olarak bir isim yapamadı. Alfa satıcısı olarak çok daha başarılı oldu. Agresif (saldırgan) satış politikası sayesinde Emilia bölgesinde şirketin tek temsilcisi oldu. Modena'da kiraladığı bir garajda Alfa ve kullanılmış spor otomobil satışını yürütmek için Carrozzeria Emilia, Enzo Ferrari & Cia adlı şirketi kurdu.1923'te yoksulca bir aileden gelen Laura Domenica Garello ile evlenerek bir erkek çocuğu sahibi oldu.

    Spor yönünden başarılı bir yıl geçirdikten sonra, Ferrari 1924'te Alfa Romeo'nun Grand-Prix ekibine üye oldu. Ne var ki, Lyon'da yapılacak Avrupa Büyük Ödül yarışına herhangi bir neden ileri sürmeksizin katılmayacağını bildirince, bu, otomobil yarışçılığı kariyerinin sonu oldu.

    Ferrari 1925'te Bologna'da bir Alfa şubesi açtı. Bundan dört yıl sonra kendi yarış ekibini kurdu. Scuderia Ferrari'den Tazio Nuvolari ve Alberto Ascaro gibi ünlü yarışçılar çıktı. Ferra- ri'ye başarılarından dolayı 30. doğum gününde İtalya'nın faşist diktatörü Benito Mussolini tarafından onursal "Commendatore" (kumandan) payesi verildi. Bunu izleyen yıllarda Ferrari tamamen yarış arabaları tasırımına yoğunlaştı. Bunun sonucu olarak 1937'de ortaya çıkan Alfa 158, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iki dünya şampiyonluğu kazandı. 1938'de Alfa yarış bölümü müdürlüğüne getirilen Ferrari, kendi ekibini dağıttı. Aradan bir yıl geçtikten sonra yönetimdeki anlaşmazlıklar nedeniyle Alfa'dan ayrıldı.

    Otomobil Yarışçılığının 1 Numarası 1943'te kurduğu Auto-Avio-Costruzioni Ferrari, ilk baştan Roma'daki Havacılık Derneği ve Breda Silah Fabrikasıyla çok yakın ilişkiler içinde olmuştur. Bu fabrikalar İkinci Dünya Savaşı sıralarında Modena yakınlannda Maranello adlı bir dış mahalleye taşındılar. Bu fabrikalar iki kez yandıktan sonra 1946'da yeniden inşa edildiler. Aynı yıl içinde ilk Ferrari yarış arabası fabrikadan çıktı. 1949'da Fransız Le Mans yarışını kazanan Luigi Chinetti, bununla Ferrari'nin Formula 1'de yirmi yıl sürecek olan zaferini başlatmış oldu. Bundan üç yıl sonra Ascari en üstün spor otomobil kategorisinde Ferrari'ye dünya şampiyonluğunu kazandırdı.

    Ferrari, şirketini ataerkil bir biçimde yönetti. Kendi imajı konusunda son derece titiz olan Ferrari, halkın arasına çıkışlarını en ince ayrıntısına kadar planlıyordu. Otomobil yarışçılığı konusunda tartışmasız başarılara imza atmakla beraber, şirketi giderek parasal sorunlarla savaşmak zorunda kaldı. "II Commendatore" 1960'da hisselerinin bir bölümünü satmak zorunda kaldı. Firmasının adı bundan böyle SEFAC - Automobili Ferrari SpA oldu. Ferrari üretim hakkını 1965'te FIAT'a devretti. Torinolu FIAT şirketi, Ferrari şirketinden önce % 50, ardından % 60 oranında hisse satın aldı. Artık 79 yaşında olan Ferrari, 1977'de şirket yönetiminden çekilmekle birlikte, söz hakkını korudu ve yarış bölümünü yönetti.

    Güney Afrikalı Jody Scheckter 1979'da Ferrari'ye son dünya şampiyonluğunu kazandırdıktan sonra, 80'li yıllarda yarış ekibi büyük başarılar kaydedemedi. Bunun ardından Ferrari kısıtlı sayıda özel spor otomobil üretimine yoğunlaştı. Bu otomobiller bütün dünyadaki otomobil meraklıları için nerdeyse efsanevi bir anlam taşımaktadır. Görme yetisini giderek yitiren Ferrari, ömrünün son yıllarını insanlardan uzakta Modena'da geçirdi ve burada 1988'de 90 yaşında öldü. Ölümünden sonra, kendi elinde tuttuğu şirket sermayesinin geri kalan yüzde kırkı da FIAT'a geçti.

  7. #7

    Esas

    Tanrıça Hekate'nin Öyküsü

    Hekate,Titanlar arasında güneş soylulardan Asteria’dan doğma Persis’in kızıdır. Kişiliği çok gizemli olup göklerde, deniz-lerde, yeryüzünde, yeraltında her zaman her yerde hükmü geçen bir tanrıçadır. Tanrıların tanrısı Zeus onu herkesten üstün tutu ve ona karalarda, denizlerde, göklerde yetki payı verdi. Onu gençliğin baş tacı yaptı. İnsanlara günlük yaşamın mutluluklarını ve zenginliklerini vermekle görevlendirdi.
    Hekate’nin Oliympos’un ölümsüz tanrıları arasında yeri büyüktür. Onlarla ilişkiler kurar iyi geçinir saygı ve sevgi görürdü. Halk toplantılarında yargıçlara akıl veren, savaşlarda barışlarda zaferi birlik ve düzeni sağlayan, yer altı ülkesine hortlakları, hayaletleri yollayan odur. Ölülerin ruhları onun yanında yürür, uluyan köpekler Hekat’nin gelmekte olduğunu haber verir, üç yol ağızlarına yiyecekler içecekler koydurur hayalet, hortlak ve ölülere sofralar donattırırdı.
    Büyücülerin anası, tanrıçasıydı. Kirke ve Media büyücülüğü ondan öğrendiler . Hekate’ye yoldaşlık ettiler. Usta çırak ilişkilerini birlikte yürüttüler Efesli Artemis’in niteliklerini yansıtan Anadolu’ya özgü bir tanrıçaydı. Adı hiçbir efsaneye karışmadı.
    Hekate’nin karmaşık bir kişiliği vardı. Bu günkü bilim onun bu karmaşık durumunu açıklamakta zorluk çekmektedir. Hekate kimi bölgelerde yol ağızlarında her yeri her şeyi görebilmesi için üç bedenli bir heykel olarak canlandırılmıştır. Kimi sanatçılar da onu aynı bedende üç başlı, altı elli olarak, ellerinde meşale, kılıç, hançer, kement, anahtar ve yılan tutarak görüntülemişlerdir. Hekate Anadolu’daki ana tanrıça Kybele ile kıyaslanabilecek evrensel bir nitelik taşımaktadır. Hekate’nin Muğla ili Yatağan ilçesinin kuzey batısındaki Turgut beldesindeki Lagina öreninde çok ünlü bir tapınağı bulunmaktadır. Bu görkemli tapınağın kalıntılarından bazı kabartmalar İstanbul Arkeoloji müzesinde korunmaktadır. Ozan Heseidos,Theogonia adlı eserinde Hekate'yi şöyle dile getirmiştir.

    Ölümsüzlerin saygısı büyüktür ona,
    Bu gün yer yüzünde kurban kesen her ölümlü
    Hekate’nin adını anar yakarışlarında,
    Kimin dileğini iyi karşılarsa o tanrıça
    Onun elde edemeyeceği şey yoktur,
    Ona bütün mutlulukları vermen elindedir,
    Ünlü Gaia ile Uranos’un bütün çocukları
    Kendi paylarından pay vermişlerdir ona…
    Kim hoşuna giderse Hekate’nin
    Yardım görür ondan, destek bulur onda.
    Meydanlarda, kalabalıklar içinde
    Kimi isterse onu parlatır Hekate.
    Ölüm-kalım savaşlarında Hekate
    Dilediği savaşçıya yardım eder.
    Dilediğine verir başarıyı, şanı,şerefi
    Kurultaylarda saygın kralların yanındadır.
    İnsanlar arasındaki yarışmalarda
    Tanrısal gücüyle işe karışır
    Zaferi kazanan alır güzel ödülü
    Ve şeref kazandırır yakınlarına.
    Binicilerden de dilediğine yardım eder.
    Belalı engin denize açılanlarda
    Başvururlar Hekate’ye ve yeri sarsan tanrıya,
    Bereketli av sağlar onlara tanrıça,
    Ya da tam başaracakları sırada
    Avlarını alır ellerinden canı isterse
    Hermes’le sürüleri üretir ağıllarda
    Öküzleri, keçileri, ak yünlü koyunları
    Azaltır ya da çoğaltır gönlünce.
    Ölümsüzler arasında yeri büyüktür Hekate’nin
    Zeus gençliğin besleyicisi yapmıştır onu

  8. #8
    Duhul
    Jan 2009
    İkamet
    İzmir
    Yaş
    51
    Gönderi
    19,321
    Blog Yazıları
    45

    Esas

    Konun hayırlı, ömürlü olsun dostum.
    Tarih, Türk milletinin altın sayfalardan oluşan kültürüdür.
    Onun için bu sayfalarda çok güzel bilgiler olacağını düşünüyorum.

Sayfa 1/5 123 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •