Sayfa 2/172 İlkİlk 12341252102 ... SonSon
Arama sonucu : 1369 madde; 9 - 16 arası.

Konu: Maillerimize gelen Guzel hikayeler...

  1. #9

    Esas

    PAPATYA VE KELEBEK

    Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
    hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
    Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
    kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
    Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
    rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

    Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya
    başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
    Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
    Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
    görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını
    bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
    Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
    üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

    "Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
    gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
    "Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
    Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
    nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

    Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten
    hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
    Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını
    seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı
    güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok
    sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
    Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret
    edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,
    incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
    kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
    Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
    kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana
    ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

    Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek
    artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya
    dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
    Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa
    benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,
    sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
    sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık
    kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

    Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.
    Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını
    fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
    diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
    diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

    İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
    Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
    Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin
    acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,
    sonra da dökülmeye başlamış.
    Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

    İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar,
    sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
    "Seviyor mu, sevmiyor mu?"...


    Yazarı Bilinmiyor .....

  2. #10

    Esas

    VASİYET Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu
    çağırarak onlara vasiyette bulunur:
    - Oğullarım, ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için, size sahibi
    olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum. Miras olarak develerin
    yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük
    oğluma bırakıyorum.

    Babalarının ölümünden sonra, mirası babalarının vasiyeti uyarınca
    paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler. Fakat bir türlü işin içinden
    çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler. Çünkü 17
    sayısı ne ikiye, ne üçe, ne de dokuza bölünebilir.
    - Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli, yaşlı bilgesi gelir, diye
    düşünüp ona giderek danışırlar.

    Bilge kişi;
    - Benim bir devem var, onu da alıp yeniden hesap yapın, der. Bu
    cömertliğe çok şaşıran oğullar, 18 deveyi pay etmeye girişirler. Önce
    ikiye bölerler, büyük oğul 9 develik payını alır. Sonra üçe bölerler,
    çıkan 6 deveyi de ortanca oğul alır. Daha sonra dokuza böldüklerinde 2
    deveyi de küçük oğul alır. Ama, bütün develeri paylaştıktan sonra
    ortada fazladan bir deve kalır yine ...

    Oğullar bu duruma da bir çözüm getirmesi için yeniden yaşlı bilgeye
    başvururlar. Bilge kişi güler ve :
    - İyi öyleyse, der. Sorununuz çözümlendiğine göre ben de devemi geri
    alabilirim artık.

    Bilge kişi bu hikâyede tıpkı "bilgi" gibi katalizör olarak olaya
    girer, çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar. Sorunu çözmede
    insanlara yardımcı olur, ama kendinden de bir şey eksilmez.

  3. #11
    Turkuaz Guest

    Esas

    Çin düşünürü Lao Tzu'nun öyküsü........


    Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama
    Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı
    varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin
    tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

    "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan
    dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,
    at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak,
    bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala
    satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.
    Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...

    İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.
    "Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.
    Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
    Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
    Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
    Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

    Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
    Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...
    Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.
    Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
    Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
    "Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının
    kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu
    oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."

    "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz"
    demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.
    Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini
    henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
    Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
    kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"

    Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler
    ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...
    Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan
    ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.
    Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman
    yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
    "Bir kez daha haklı çıktın" demişler.

    "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre
    kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.
    Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın"
    demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme
    hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.

    "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.
    Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba
    ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde
    gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

    Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu
    ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan
    bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler,
    ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri
    askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
    kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya
    öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

    Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı
    olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık
    ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler,
    belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının
    kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."

    "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş,
    ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez.
    Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda,
    sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih,
    hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."



    Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

    "Acele karar vermeyin.
    Hayatın küçük bir dilimine bakıp
    tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
    Karar; aklın durması halidir.
    Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi,
    dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
    Buna rağmen akıl,
    insanı daima karara zorlar.
    Çünkü gelişme halinde olmak
    tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.
    Oysa gezi asla sona ermez.
    Bir yol biterken yenisi başlar.
    Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
    Bir hedefe ulaşırsınız ve
    daha yüksek bir hedefin hemen
    oracıkta olduğunu görürsünüz."

    Lao Tzu

  4. #12

    Esas

    ÇINAR AĞACI...................................
    >>>
    >>>
    >>>Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar
    >>>ilerledikçe bitki çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
    >>>Yağmurların ve günesin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse
    >>>çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara:
    >>>"Sen kaç ayda bu hale geldin agaç?" "50 yılda" demiş çınar
    "50 yılda mı?"
    >>>diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak, "Ben neredeyse 2 ayda
    >>>seninle aynı boya geldim bak!"... "Doğru" demiş agaç, "doğru"...
    >>>Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında
    >>>kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça
    da
    >>>aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara:
    >>>"Neler oluyor bana ağaç?"
    >>>"Ölüyorsun" demiş çınar...
    >>>"Niçin?"
    >>>"Benim elli yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye
    çalıştığın
    >>>için"...

  5. #13

    Esas

    >>> > İYİ VE KÖTÜ
    >>> > Leonardo da Vinci Son Akşam Yemeği isimli resmini yapmayı
    düşündüğünde
    >>> >büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi yi İsa nın bedeninde, Kötü
    yü de
    >>>İsa
    >>> >nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar
    veren
    >>> >Yahuda nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...
    >>> >
    >>> >Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği
    >>>birilerini
    >>>
    >>> >aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında,
    >>> >korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu
    poz
    >>> >vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz
    çizdi.
    >>> >
    >>> >Aradan 3 yıl geçti. Son Akşam Yemeği neredeyse tamamlanmıştı,
    ancak
    >>> >Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli
    bulamamıştı...
    >>> >Leonardo nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce
    bitirmesi
    >>> >için ressamı sıkıştırmaya başladı.
    >>> >
    >>> >Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç
    bir adam
    >>> >buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş
    bir
    >>> >durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına
    adamı
    >>> >güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık
    taslak
    >>>çizecek
    >>> >zamanı kalmamıştı.
    >>> >
    >>> >Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı,
    başına
    >>> >gelenleri anlamamıştı.
    >>> >
    >>> >Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği
    resme
    >>> >geçiriyordu...
    >>> >
    >>> >Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun
    etkisinden
    >>> >kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini
    gördü.
    >>> >
    >>> >Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
    >>> >
    >>> >Ben bu resmi daha önce gördüm...
    >>> >
    >>> >Ne zaman? diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
    >>> >
    >>> >Üç yıl önce dedi adam..
    >>> >
    >>> >Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda
    şarkı
    >>> >söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa nın yüzü
    için
    >>> >modellik yapmak üzere davet etmişti...
    >>> >
    >>> >İyi ve Kötü nün yüzü aynıdır...
    >>> >
    >>> >Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...
    >>> >
    >>> >Paulo Coelho

  6. #14
    Duhul
    Feb 2004
    İkamet
    Memleketimde
    Gönderi
    478

    Esas

    >
    > can dündardan grçekten okumaya değer
    >
    > >Geceyarısıydı.
    > >Arabadaydım.
    > >Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internet'e yayılmış
    >bir
    >öyküyü>anlatıyordu. Kulak kesildim:>"Bir sonbahar günü Londra'daki
    doktor
    >muayenehanesinin bekleme
    >odasında>oturan adam, yaprakların dökülmesini hüzünlü bir gülümsemeyle
    >seyrediyordu.
    > >Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:
    > >'-Bay Winkelman, beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat
    >olmalısınız'.
    > >Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:
    > >'-İngiltere'de bu ameliyatı yapabilecek doktor var mı' diye sordu.
    > >'-Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm' dedi
    >doktor; 'Zaten
    > >sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada
    > >yaşıyor'.
    > >Winkelman teşekkür edip ayrıldı. Otele giderken derin derin
    >düşünüyor ve
    > >yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça itiyordu.
    > >Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikalı operatör Charles
    >Wronkow'un
    > >İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler.
    > >Polis, böyle tanınmış bir doktorun neden 'Winkelman' adı
    >altında,
    > >Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak
    >ediyordu".
    > >* * *
    > >Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahında gazeteler Reve
    >Favaloro'nun
    >intihar>haberini duyurmuşlardı.
    > >Favaloro, 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında
    >bir
    >çığır>açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Arjantinli cerrahtı. Buenos
    >Aires'teki>muhteşem villasında kalbine sıktığı tek bir kurşunla son
    >vermişti
    > >hayatına....
    > >Milyonların kalbine giden kanalları açan bir insanın, kendi
    >yüreğindeki
    > >tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşunlayarak susturması
    >ne
    >trajik>bir final...!
    > >Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçirdikten sonra çekildiği
    >makyaj>odasında sessizce ağlayan bir palyaço gibi... çevremize
    >yaydığımızışıktan
    > >biz nasiplenemeyiz çoğu zaman...
    > >İnsanın sözü geçmez, gücü yetmez bazen kendine...
    > >En güzel aşk filmlerinde oynayan kadın, alabildiğine mutsuzdur
    > >bakarsınız...
    > >Diline doladığı herkesin iç dünyasını kalemiyle didikleyen
    >yazar, kendi>içindeki keşmekeşi tariften acizdir.
    > >Cemaate iman telkin ederken içten içe Tanrıyı sorgulamaya
    >başlamış bir
    >din>adamı kadar çaresiz, kıvranır insan...>Yalnızlık korkusunu
    bastırmak
    >için ömrü boyunca sayısız
    >kadına tutulmuşbir>Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa
    dönmesi,>..ya
    >da cehennemi bir cephede gün boyu askerlerine cesaret aşılayan
    > >kumandanın gece karargahta korkudan titremesi gibi,
    > >..en yakından tanıdığı zaafı, en güvendiği yanına
    >yakıştıramaz insan:
    > >..ve kendini en bildiği yerinden vurur:
    > >Kalpse kalp; beyinse beyin...
    > >..bir kurşunla durur.
    > >* * *
    > >Çünkü en beteridir kendiyle savaşanların, kendine yenilmesi...
    > >İnanmadan din adamı olarak kalamazsınız; sevmeden aşık rolü
    >oynayamaz,
    > >cesaretsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva,
    >kalbinizde
    > >kanayan bir yarayla kalplere şifa taşıyamazsınız.
    > >Bu kuşatmayı yarmak için o "zaaf"larınızı yok etmek
    >zorundasınızdır; çoğu
    > >kez kendinizden vazgeçmek pahasına...
    > >İnsan, kendine rağmen gider o zaman...
    > >..gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine karnıyla
    >yatıveren
    >yaşlı>bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği
    >tanıdık bir>mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun
    >kollarına
    >koşar.
    > >Bazen uluorta, bazen yapayalnız,
    > >..uçsuz bucaksız bir boşluğa akar...
    > >Malum; "uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine bakar."
    > >Can Dundar
    >

  7. #15
    Turkuaz Guest

    Esas

    TIP FAKÜLTESİNİ yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev
    yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim.
    Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve
    misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam
    yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol
    yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor,
    ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de
    diyemiyordum. Saatler epey ilerledi ama yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü
    olan hacıanneye sıkılarak sordum:
    "Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?"

    Hacıanne:

    "Evladım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.

    Merak ettim, tekrar sordum:

    "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?"

    Hacıannenin cevabı inanılacak gibi değildi:

    "Hayır evladım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası
    uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte,
    yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların
    yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz."


    Prof. Dr. Saffet Solak

  8. #16
    pride Guest

    Esas

    HALİL İBRAHİM BEREKETİ.....
    > > > > > > >
    > > > > > > >Büyük din ve bilim adamlarından Ulu Arif Çelebi......anlatıyor
    :
    > > > > > > >
    > > > > > > >Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış....
    > > > > > > >
    > > > > > > >Büyüğü Halil....
    > > > > > > >
    > > > > > > >Küçüğü ise İbrâhim...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Halil, evli çocuklu.
    > > > > > > >
    > > > > > > >İbrahim ise bekârmış...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş..
    > > > > > > >
    > > > > > > >Bununla geçinip giderlermiş...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
    > > > > > > >
    > > > > > > >İkiye ayırmışlar....
    > > > > > > >
    > > > > > > >İş kalmış taşımaya....
    > > > > > > >
    > > > > > > >Halil, bir teklif yapmış :
    > > > > > > >
    > > > > > > >İbrahim kardeşim ; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı
    > > > > > > >
    > > > > > > >bekle.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Peki abi demiş İbrahim...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Ve Halil gitmiş çuval getirmeye....
    > > > > > > >
    > > > > > > >O gidince, düşünmüş İbrahim:
    > > > > > > >
    > > > > > > >Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
    > > > > > > >
    > > > > > > >Böyle demiş ve,
    > > > > > > >
    > > > > > > >Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Az sonra Halil çıkagelmiş.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Haydi İbrahim...! Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Peki abi...!
    > > > > > > >
    > > > > > > >İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola..
    > > > > > > >
    > > > > > > >O gidince, Halil'i düşünür bu defa:
    > > > > > > >
    > > > > > > >Der ki:
    > > > > > > >
    > > > > > > >Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Ama kardeşim bekâr.
    > > > > > > >
    > > > > > > >O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Böyle düşünerek,
    > > > > > > >
    > > > > > > >Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....
    > > > > > > >
    > > > > > > >Velhasıl , biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar
    onunkine.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Bu, böyle sürüp gider.....
    > > > > > > >
    > > > > > > >Ama birbirlerinden habersizdirler.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Nihayet akşam olur.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Karanlık basar.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Hatta azalmıyor bile....
    > > > > > > >
    > > > > > > >Hak teala bu hali çok beğenir.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Günlerce taşır iki kardeş , bitiremezler.
    > > > > > > >
    > > > > > > >şaşarlar bu işe...
    > > > > > > >
    > > > > > > >Aksine çoğalır buğdayları.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Dolar taşar ambarları.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
    > > > > > > >
    > > > > > > >Bu bereketin adı : Halil İbrahim bereketidir...
    > > > > > > >
    > > > > > > >ALLAH HEPİNİZE HALİL İBRAHİM BEREKETİ VERSİN
    > > > > > > >

Sayfa 2/172 İlkİlk 12341252102 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •