Blog Comments

  1.  Avatarı
  2.  Avatarı
  3.  Avatarı
  4.  Avatarı

    Günümüze dek 30 ülke sözde "Ermeni soykırımı"nı tanıdı;

    ABD, Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Çekya, Danimarka, Fransa, Hollanda, İtalya, İsveç, İsviçre, Kanada, Kıbrıs Cumhuriyeti, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, Suriye, Şili, Uruguay, Vatikan, Venezuela, Yunanistan.

    Fransa, Uruguay ve Arjantin "soykırım"ı doğrudan yasayla tanırken, diğer ülkelerde parlamento veya senato karar veya bildiri yayınladı.

    Bulgaristan 2015 yılında "Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin kitlesel kıyımı" ifadesinin geçtiği bir bildiri yayınladı.

    İran'da şah rejimi de "Ermeni soykırımı"nı tanımıştı.
    İran İslam Cumhuriyeti'nde ise gayri-resmi olarak "Ermeni soykırımı" kabul ediliyor.

    Britanya'da yer alan Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda parlamentoları "soykırım"ı tanıyan yasa veya kararlar çıkardı.
  5.  Avatarı

    1974'te Rum terör örgütü EOKA-B tarafından katledilen yedisi kız 14 çocuk, 46 yıl sonra toprağa verilecek.

    https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem...lecek-6176844/

  6.  Avatarı
    ......................
  7.  Avatarı
    Kim Kardashian ;



  8.  Avatarı
    Kim Kardashian ;



  9.  Avatarı
  10.  Avatarı
  11.  Avatarı
    yani buradan çıkaralıcak ders; hisse senedi alıpta kar etmeyi umanlar, yaptıgınız zarar razı olup bırakın hisseleri canınızı kurtarın.
  12.  Avatarı
  13.  Avatarı


    Hollanda

    Amsterdam'da 1915 olaylarında hayatını kaybedenlerin anısına 'soykırım anıtı' açılacak. Ermenistan'da yerel bir sanatçı tarafından yapılan ve üç parçadan oluşan anıt, Amsterdam'daki Ermeni-Apostolik Kilisesi'nin dış duvarına monte edilecek.
    Anıt 21 Nisan’da açılacak ...
  14.  Avatarı
    Çek Cumhuriyeti

    Temsilciler Meclisi, 25 Nisan'da yaptığı oylamada, oybirliğiyle Ermeni Soykırımı'nı tanıdı.
  15.  Avatarı
    GRİVAS'IN MİLİSLERİ TERÖR ESTİRİYORDU ;

    Yunanistan'ın 1950'lerin başlarında Kıbrıs'ın kendisine bağlanması için Ada'da kurduğu EOKA örgütünün lideri Yorgo Grivas, polis karakollarına, kamu sektörüne ve Ada'daki Türk köylerine düzenlediği baskınlarla terör estiriyordu. Amaç, Kıbrıs'ta bir iç savaş çıkararak, Atina'nın müdahalesine zemin hazırlamaktı.

    Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminde 1974'ten bu yana her yılın 20 Temmuz günü, "Türkiye'nin Kıbrıs'a gerçekleştirdiği barbarca saldırarak adanın yarısını işgalinden" söz edilir ve Kıbrıs sorununun temelinde sadece Türkiye'nin Kıbrıs'taki "işgalinin" yattığı ön plana çıkarılırdı.

    Ancak son yıllarda Kıbrıs sorununun temelinde, yalnız "Türk işgali" değil, "Türk işgaline neden olan trajik olaylardaki Yunan-Rum ikilisinin sorumluluğu" da konuşuluyor. Türkiye'nin garantörlüğünü kullanarak gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan önce meydana gelen kritik olaylar Yunan TA NEA gazetesi tarafından şöyle sıralandı:

    Ocak 1973 EOKA lideri Yorgo Grivas başkanlığındaki yasadışı askeri örgütün, Kıbrıs'taki polis karakollarına, kamu sektörü ve adadaki Türk köylerine düzenlediği baskınlar Kıbrıs'ta bir iç savaş tehlikesini doğurmaya başladı.

    8 Şubat 1973 Türk toplumunun hiç beğenmediği Başpiskopos Makarios, seçim olmadan yeniden cumhurbaşkanı seçildi.

    25 Kasım 1973 Atina'da 1967 askeri cunta yönetiminin mimarı diktatör Yorgos Papadopulos, Binbaşı Dimitris Yuanides tarafından askeri darbe ile yönetimden indirildi.

    Haziran 1974 Yuanides, Makarios'u devirme planını ABD'ye iletti, ancak inandırıcı olamadı.

    15 Temmuz 1974 Yuanides, Makarios'u devirmek için hazırladığı darbe planını hayata geçirdi. Makarios son anda ölümden kurtuldu. Türk düşmanlığı ile ünlü olan çeteci Nikos Samson, Atina cuntası tarafından Kıbrıs'ın yeni cumhurbaşkanı tayin edildi. Samson'un cumhurbaşkanlığına tayin edilmesiyle, Türkiye'nin Ada'ya müdahale etmesine yeşil ışık yakılmış oldu.

    20 temmuz 1974 Türkiye, Kıbrıs'a askeri operasyonu düzenledi.

    22 Temmuz 1974 Silahlı çatışmaların sona ermesi amacıyla İngiltere ve ABD'nin aracılığıyla Ada'da ateşkes ilan edildi.

    23 Temmuz 1974 Ada'daki çatışmaların sürdüğü bir sırada akşam saatlerinde Atina'daki askeri yönetim çöktü. Konstantin Karamanlis apar topar Paris'ten Atina'ya geldi.

    24 Temmuz 1974 Karamanlis, Başbakanlık görevi için and içti. Nikos Samson'un yönetimi çöktü. Kıbrıs cumhurbaşkanlığına ılımlı siyaset adamı Glafkos Klerides tayin edildi.

    14-15 Ağustos 1974 Türkiye, Kıbrıs'taki ikinci operasyonunu düzenledi. Bu operasyonla Türkiye, Ada'nın yüzde 40'ını ele geçirdi.

  16.  Avatarı

    Sorun,

    sokakta gördüğünüz herkesin barbar, savaşçı ve cahil cühela insanların torunlarının olması olabilir mi !?.
    Ya da,
    düşünen üreten, savaşmayan ve bilime bir şekilde ilgi duyan toplumların ve insanların bir şekilde yok edilmiş olmaları ...

    Anatomisini 200.000 yıl önce Afrika'da tamamlayan ve günümüze yakın modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuşan insan, beyin olarak aynı hızla evrilseydi şu anda galaksiler arasında rahatça seyahat ediyorduk ...

    İkinci mısır imparatorluğu dönemi fizikçi ve gök bilimci Kamose-Menes, anıt mezarların ve piramitlerin ölümden sonra kimseyi canlandırmayacağını söylediği için öldürüldü, soyu devam etmedi.
    Keza antik Mısır'da Amentebat "insanları mumyalayarak öbür dünyaya gönderemezsiniz" dediği için ailesi ile birlikte yok edildi.
    Romalı Flavus Lucretius Claudius, matematikçi, gökbilimci ve filozof ; soyu devam etmedi mesela.
    Britanya imparatorluğu dönemi Kelt bilim adamı Roger Bacon, fransisken öğretisini eleştirdiği için öldürüldü, soyu devam etmedi.
    Giardano Bruno, italyan filozof, kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında. Roma'da kazığa bağlanıp diri diri yakıldı, soyu devam etmedi.
    Sadece engizisyon mahkemelerinde 50.000 aydın, düşünür, filozof yakıldı. Soyları devam etmedi.

    Paleolitik çağ'dan itibaren son 40.000 senede "bu nasıl bir inanç, bu nasıl bir ritüel, bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir devlet, bu ne saçmalık" diyen 143 milyon insan öldürüldü, hiç birisinin soyu devam etmedi.

    Soyları devam etseydi bugün dünya nüfusunun %35'i üstün zekalıydı. Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yanmamış, destekleyenler de öldürülmemiş olacaktı ...

    Akşam sokağa çıktığınızda bakın, hepimiz geride kalan manasız kısmın torunlarıyız.
    Şu dönemde burada olmamalıydık ama akıllı nesil tarih boyunca öldü.
    Çok az deha çıkmış aramızdan, onlar da oldukça yalnız ve zor hayat yaşadılar ve yaşıyorlar ...



    > Alıntıdır ...

  17.  Avatarı


    "BEN HASTAYIM ÇOCUK"

    Zatürre'den kurtulur kurtulmaz Atatürk, İsmet İnönü ile birlikte 27 Şubat 1938'de Ankara'ya geldi.

    Celal Bayar Anlatıyor ;

    "Balkan Antantının Ankara toplantısı günleri idi. Yugoslav Başbakanı Dr. Stoyadiniçle görüşüyordum. Şükrü Kaya yaklaştı ;

    "Sağlık Bakanlığı müsteşarı Dr. Asım derhal görüşmek istiyor."dedi. Mevzuun, Atatürk'ün sağlığı ile ilgili olduğunu hemen anladım. Çünkü meslek ve şahsiyetine güvendiğim Dr. Asım Arar hükümet namına, Ata'nın müdavi tabipleriyle daima temasta idi. Bana endişelerini açıkladı ;

    "Burnundan kan geldiğini söylediler. Bu hastalığın yeni merhalesidir. Dışardan mütehassıs getirilmesi tavsiyemi tekraren arzediyorum." dedi.

    Atatürk'ün gerek görmediği tavsiyeyi bu sefer ısrarla rica ve kabul ettirmek kararıyla Çankaya'ya gittim. Beni beklemiyordu. Arzumu sükunetle dinledikten sonra ;

    "Ortada Hatay meselesi var. Hastalığımın dışarıda duyulmasını istemem. Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten tıp kongresi var. Bizim doktorlar konsültasyon yapsınlar." cevabını verdi.

    Doktorlar geldiler. Muayeneden sonra alkol ve sigara almaması, mutlak dinlenmesi gibi şart, fakat bir anda hepsinin birden yerine getirilmesi güç tavsiyelerini tekrar ettiler.

    Atatürk hekimlerin ortak kararını dinledikten sonra ;
    "Zannederim haklıdırlar" dedi.

    Ben sağlığının ülke için asıl şart olduğunu ve bu temel mevzuun yanında Hatay üzerinde menfi tesir yapma dahil, hiçbir ihtimalin düşünülmeyeceğini ısrarla tekrarladım. Derin teessürümü mümkün olduğunca saklama gayretime rağmen, benliğime hakim acının elbette ki farkında idi. Yavaş bir ses tonu ile:

    "ÇOCUK..NE YAPACAKSAN YAP, BEN HASTAYIM" dedi ...

    Her şeyini, memleketi için hizmet saydığı emeklerine cömertçe feda etmiş Atatürk, ilk defa hastayım diyordu ...

    "KUMANDAN BENİM"

    Atatürk, Celal Bayar'ın ısrarı üzerine Fransız doktor Fissenger'in getirilmesini kabul etmişti ve 28 Mart 1938 günü Fissenger Ankara'ya geldi.

    Fransız Prof.Dr.Fissenger, Atatürk'ü muayene etti, başta Prof. Neşet Ömer ve diğer doktorlardan bilgiler aldıktan sonra Atatürk'e ;

    "Ben sizi iyi edeceğim. Fakat benden evvel siz kendi kendinizi iyi edeceksiniz;
    Şüphesiz ki siz, büyük bir kumandansınız. Büyük zaferlerin sahibisiniz. Fakat bu işin kumandanı benim. Bana yardım edeceksiniz."

    Üslubu ve mantık Atatürk'ün hoşuna gitmişti.

    "Peki dedi, kabul."

    Atatürk'ün olumlu yaklaşımı üzerine Prof. Fissenger, Atatürk'ün günlük hayatını, bir tablo halinde çizdi. Ağzına tek damla alkol almayacak, şezlonga uzanarak istirahat edecekti. Yemesi içmesi, düzenlenmiş listeye göre olacaktı. Prof. Dr. Fissenger Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine Atatürk'ün sağlığı ile ilgili bir rapor sundu. Bu raporda Atatürk'ün ciddi bir rahatsızlığı olmadığı, bir buçuk aylık bir istirahata ihtiyacı olduğu belirtiliyordu.

    GÜNEY GEZİSİ

    O günlerde Hatay Sorunu had safhadaydı. Kendisini iyi hissettiğini söyleyen Atatürk, Hatay meselesini istediği şekilde sonuçlandırmak için önce Mersin'e oradan Adana'ya sınıra kadar uzanmaya karar verdi. Doktorları önce bu isteğe şiddetle karşı çıktıysalar da, muayeneden sonra "gidebilir" dediler.

    Atatürk, Hatay konusundaki kararlılığını, Mersin'e hareketinden iki gün önce Celal Bayar'a şöyle bildirmişti ;

    "Benim, kırk asırlık Türk yurdu, Hatay esir kalamaz dediğimi unutmuş olanlar olabilir. Ama ben unutmadım, unutamam, sen de unutamazsın."

    20 Mayıs 1938'de Mersin'e doğru yola çıktı. Mersin'den Tarsus'a oradan Adana'ya geçti. Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin neticeyi etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar otomobiliyle giderek askeri birlikleri denetledi, resmi geçitlerde sürekli ayakta bekledi. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için her şeyi denedi, 24 Mayıs 1938'de Adana'dan ayrıldı.

    SAVARONA

    Atatürk yurt gezisinden geldikten sonra çok yorulmuştu karnındaki şişlikte giderek artıyordu. Florya'dan Dolmabahçe'ye dönerken küçük bir de kriz atlatmıştı.

    31 Mayıs 1938'de Atatürk'ün sabırsızlıkla beklediği Savarona Yatı gelmiş Dolmabahçe önünde demirlemişti. 1 Haziran 1938'de Atatürk, Savarona'ya geçti.
    İtina ile giyinmiş olan Atatürk önce her yeri gezdi, ayrıntılarla meşgul oldu bu da onu yordu.

    Deniz havasının kendisine iyi geleceğini hissediyor ve orda şifa bulacağını düşünüyordu.

    Ama Savarona'daki tedaviden de müspet sonuç alınamamıştı. Bedeni sürekli güç kaybediyor, karnındaki şişlik giderek artıyordu. Dr. Fissenger tekrar davet edildi. 25 Temmuz akşamı Atatürk fenalaşmıştı. Atatürk yatı terkederek saraya çıkmayı düşündü. Saraydaki odalarının daha serin olabileceğini ve orada daha rahat edebileceğini düşünüyordu.

    KARNINDAN SU ALINMASI

    Profesör Fissenger 4. kez İstanbul'a gelmişti. Fissenger saraya gelir gelmez Atatürk'ü baştan aşağıya tekrar muayene etti. Atatürk artık ıstıraba dayanamıyor; karnında toplanan suyun verdiği sıkıntıdan kurtulabilmek için bir an evvel alınmasını istiyordu. Hastalık artık iyice ilerlemiş son ve en tehlikeli dönemine girmişti. Birinci ponksiyon 7 Eylül 1938'de Profesör Fissenger ve Profesör Neşet Ömer İrdelp nezaretinde, Operatör Mim Kemal Öke tarafından yapıldı.

    Kılıç Ali Anlatıyor ;

    "Ponksiyondan sonra derhal odalarına girdim. Gördüğüm manzara şuydu.
    Atatürk adeta birdenbire zayıflamış, çok zayıflamıştı. İki kolunu başının altına alarak arka üstü yatıyorlardı. Karnını büyük bir sargı ile sarmışlardı. Odadan içeriye girer girmez yanlarına koştum.

    " Geçmiş olsun paşam!" diyerek başının altına aldığı kollarının pazusunu öptüm. Bana doktorların duyamayacağı kadar yavaş bir sesle ;

    "Çıkan suyu gördün mü? Bu kadar bir su kabı insanın karnının üstüne konsa nasıl tahammül eder ? Bak ben ne haldeyim, nasıl tahammül etmişim ?"

    "Geçmiş olsun Paşam, bunların hepsi geçecek." dedim ve gözyaşlarımı kendilerine göstermeden ve teessürümü hissettirmemek için bir fırsat bularak doktorların arkasından sıyrılıp hemen odadan dışarı çıktım."

    Atatürk'ün artık tam bir istirahate ihtiyacı vardı. Fazla konuşmaması ve yanlarında konuşulup kendilerinin yorulmaması lazımdı. Bu konuya doktorları büyük önem veriyorlardı.

    İLK KOMA

    Profesör Fissenger'in fikrinin alınmasından sonra, doktorlar ikinci ponksiyon'un gününü tespit için toplandılar. Operatör Doktor Mim Kemal Öke, 21 Eylül günü Atatürk'ün karnında biriken suyu tekrar aldı. 26-27 Eylül günü Atatürk ilk kez komaya girdi. Komayı atlatan Atatürk Ankara'ya gitmek istiyordu. Ancak doktorlar Atatürk'ün Ankara'ya gitmesine izin vermiyorlardı. Atatürk isyan edercesine "Ankara'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım " diyor, doktorların izin vermemelerinin sebepleri açıklanınca hiddetleniyordu.

    Atatürk "Beni bir an evvel Ankara'ya götürün yapılacak mühim işler var", demiş, ne yazık ki yapacakları, düşündükleri ne ise yapamamıştı.

    Yapılan tüm tedavilere rağmen Atatürk günden güne kötüleşiyor, karın bölgesinde su toplanmaya devam ediyordu. Viyana'dan Eppinger, Almanya'dan Bergmann adında iki profesör gelmişti. Bunların koydukları teşhis ve tedavi aynı idi "siroz". Atatürk 16 Ekim 1938'de ağır bir komaya daha girdi ve 20 Ekim gününe kadar komada kaldı.

    SON SAATLER

    Tüm tedavilere rağmen günden güne eriyen Atatürk, 8 Kasım 1938 günü şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi. Saat altı buçuk gibi gelen bu rahatsızlıkta Atatürk'ün midesi bulanmış ve kusmaya çalışmıştı.

    Sürekli istifra etmeye çalışan Atatürk, bu sırada Hasan Rıza Beye (Soyak) bakarak "Saat kaç?" diye birkaç kez sormuş, Hasan Rıza Bey her soruşunda "Saat 7 efendimiz" diyerek cevap vermişti.

    Bu sırada kendisine haber verilen Neşet Ömer Bey de gelmişti. Abravaya ile Atatürk'e gereken tedavileri yapıyorlar ve bazı önlemler alıyorlardı. Neşet Ömer Bey bir ara "Dilinizi göreyim efendim." diye seslendi. Atatürk dilini yarıya kadar dışarı çıkardı. Neşet Ömer Bey "Biraz daha uzatınız efendim." diye seslenince, Atatürk, Neşet Ömer Bey'e bakarak ;

    - "Vealeykümüsselam" diyerek gözlerini kapattı. Atatürk son kez komaya girmişti.

    9-10 Kasım gecesini rahatsız geçiren Atatürk artık derin bir uykuda gibi yatıyor ve ölümü bekliyordu. 10 Kasım 1938 günü saat 8 gibi bir ara gırtlağından "Hı Hı" sesleri çıkarmıştı.

    Saat dokuzu beş geçe gözlerini son kez açarak, etrafına baktı ve hemen kapattı.
    Büyük Önder Atatürk ölmüştü.



    HAYATINDAKİ BAZI SONLAR

    • Anlamlı son sözü, "Saat kaç" olmuştu.

    • Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp'e, son söz olarak "Vealeykümüsselam " dedi.

    • Koma içinde manası anlaşılamayan ve devamlı olarak tekrarladığı söz "aman dil...aman dil..."di.

    • Son aldığı gıda, 8 Kasım 1938 Salı günü, saat 18.35'de dört kaşık elma suyu oldu.

    • Son yemek istediği sebze, enginardı.

    • Son verilen ilaç, ölüm halinden kırk dakika önce, saat 8.25'de, 1/8 aubaine'di.

    • Hekimler ölüm raporunu imzalarken, son olarak elini öpen ve gözlerini kapayan Prof. Dr. Mim Kemal Öke idi ...


    Bugün 10 Kasım,
    Atamızı sevgi, saygı şükran ve rahmet ile anıyoruz ...
  18.  Avatarı


    O günlerden sonra ...
  19.  Avatarı


    O günlerden sonra ...
  20.  Avatarı






    O günlerden ...

Sayfa 1/2 12 SonSon