- Buraya kadar ana hatlarıyla saydığımız kronoloji, bugün Alevi olarak adlandırdığımız kitlelerle ilgili. Ne var ki, 13. yüzyılda Anadolu’daki Türk nüfusun zaten büyük kısmı Şiilik eğilimleri taşıyan kitlelerden oluşuyordu. 16. yüzyılda bu eğilim, “Kızılbaş” ve “Bektaşi” kimlikleri altında zirve yaptı. Kızılbaş olarak yaşamanın zorlaştığı durumlarda bu kitlelerden bir kısmı Sünni olmayı tercih ettiler ve böylece iki dezavantajlı kimlikten en azından birinden kurtulmuş oldular.
- Peki, Sünni Türkler ne oldu; ne yaptılar? Onlar hiç mağdur olmadılar mı adlarıyla anılan bu ülkede?
- Sünni Türkler, Türkiye’de egemenlik kuran Türk devletlerinin unuttuklarıydı. İki temel görevleri vardı: askerlik yapmak ve vergi vermek. Haklarını vermek lazım; bu hizmetlerini kusursuz biçimde yerine getirdiler. Özellikle 17. yüzyıldan sonra Osmanlı’nın bütün savaşlarına asker yetiştirmekte Sünni Türkler, büyük başarı gösterdiler. Teoride askerlik görevi, bütün Müslüman erkeklerin yükümlülüğü olsa da, pratikte askerlik yapan tek unsur Türklerdi. Tarihçi Kemal Karpat’ın tespit ettiği üzere 18. ve 19. yüzyılların Türkiye’sinde Türk nüfus, sonu gelmeyen savaşlar sonucunda trajik bir düşüş gösterdi.
- Osmanlı yönetimi, Sünni Türklerin devlete bu kusursuz sadakatini, yine kusursuz şekilde ödüllendirdi. Devlet, kamu hizmetlerini en son Türklerin yaşadığı yerleşmelere götürdü yahut hiç götürmedi. Modernleşme ile gündeme gelen modern eğitim hizmetleri, özellikle devletle sorun yaşayan veya devletten kopması yüksek olasılıklı bölgelere kaydırıldı. Böylece bu okullardan mezun olan fakat Türk olmayan unsurlar bürokrasiye dâhil oldular ve devlet içinde hızla yükseldiler. Bu kısırdöngü, Türk soyluları sürekli olarak sistemin dışına itti. Sağlık hizmetleri yine öyleydi. Osmanlı toprakları, kırsal kesimde yaşayan Türk soyluların salgın hastalıklarla kırılmasına defalarca, evet defalarca şahitlik etti. Sonuçta, Sünni veya Kızılbaş, Türk soylular, Türkiye’de topyekûn sınıfta kaldı.
- Tarihe baktığımızda, hepsinin olmasa bile, bazı etnik ve dini kümelerin Türkiye coğrafyasında bazı mağduriyetler yaşadıkları bir vakıadır. Ne var ki, bu mağduriyetler süreklilik arz etmemiş ve söz konusu etnik veya dini grubun tamamını nadiren etkilemiştir. Oysa Türk soylulardan Alevilerin mağduriyeti, süreklilik göstermiştir ve bütün grubu kapsayacak şekilde yaşanmıştır. Özetle, Türkiye’nin tek ve gerçek mağdurları genelde Türk soylular, özelde ise Alevilerdir. Tek kusurları var: ağlanmayı bilmiyorlar; hâlâ da öğrenemediler.
https://www.veryansintv.com/turkiyen...rk-soylulardir