-
Mark Twain’in yakin arkadasi, Amerikali deneme ve roman yazari Charles Dudley Warner’in dogum yildonumu (12 Eylul 1829)
https://izquotes.com/quotes-pictures...ner-193420.jpg
“Bu dunyada mutlak deger yoktur. Bir nesnenin sizin icin ne kadar degerli oldugunu sadece tahmin edebilirsiniz.”
https://www.azquotes.com/picture-quo...r-30-72-84.jpg
“Sadelik hayattaki yolculugumuzu bize tam olarak yetecek kadar bir bagajla yapmaktir.”
https://quotesofme.com/wp-content/up...ed-on-city.jpg
“Bu topraklarda genellikle vergi yetistirilir.”
-
Alman asilli Amerikali gazeteci, denemeci, dergi editoru, yazar ve Amerikan kulturu elestirmeni Henry Louis Mencken’in dogum yildonumu (12 Eylul 1880)
“Bir iktidar icin en tehlikeli insan hukum surmekte olan batil inanclardan ve tabulardan bagimsiz olarak konulari kendince yorumlayip cozumleyebilen insandir. Cunku boyle birisi kacinilmaz olarak iktidarin sahtekar, akli dengesi olmayan ve asla katlanilamaz olduguna karar verir.”
https://images-na.ssl-images-amazon....4,203,200_.jpg
“The most dangerous man to any government is the man who is able to think things out for himself, without regard to the prevailing superstitions and taboos. Almost inevitably he comes to the conclusion that the government he lives under is dishonest.”
https://www.azquotes.com/picture-quo...n-36-64-11.jpg
“Kalin kafali insan her zaman emin bir insandir ve her seyden emin bir insan her zaman icin kalin kafalidir.”
-
Irlandali sair ve oyun yazari Louis MacNeice'in olum yildonumu (12 Eylul 1907)
https://pbs.twimg.com/media/CA0fntFWcAEIR-K.jpg
Zaman yoktu, zaman baska yerdeydi,
Iki bardak, iki iskemle vardi,
Iki insan, nabizlari ayniydi,
Yuruyen merdiveni durdurmuslardi:
Zaman yoktu, zaman baska yerdeydi.
Ince parmaklari kulunu silkti
Tropik agaclarda biten korlarin,
Kimin umurunda dunya, tomruklar kaca cikti
Onlar sahibiyken bu ucsuz ormanlarin,
Uzun parmaklari kulunu silkti.
Tanrý yahut ne demekse o
Buyuktur ki zamani durdurur boyle,
Kalplerin anladigi duydugu
Gercek olur vucudun huzuruyla,
Tanri yahut ne demekse o.
Zaman yoktu, sevgili buradaydi,
Yasamak degildi daha onceki,
Can sesi susmustu, ses havadaydi,
Her yeri bir isik isitmis, cunku
Zaman yoktu, sevgili buradaydi.
-
-
1936 Berlin Olimpiyatlari'nda dort altin madalya kazanan, uzun atlamada kirdigi dunya rekoru 25 yil boyunca gecilemeyen Amerikali atlet Jesse Owens’in dogum yildonumu (12 Eylul 1913)
https://www.azquotes.com/vangogh-ima...s-22-26-83.jpg
“Hepimizin hayalleri vardir. Ama hayalleri gerceklestirmek; kararlilik, ozveri, disiplin ve cokca çaba gerektirir.”
https://www.azquotes.com/picture-quo...s-22-26-86.jpg
“Onemli savaslar altin madalyalar icin verilmez. Esas onemli olanlar, kendi icimizde savastigimiz gorunmez zorluklardir.”
-
Ulusal edebiyatta, disavurumcu hareketin onderlerinden Rus oyun ve kisa hikaye yazari Leonid Nikolayevic Andreyev’in olum yildonumu (12 Eylul 1919)
“Belki hayatinda ilk defa kapi gicirdamasina benzeyen budala, manasiz ama cok neseli bir kahkaha atti. Tipki bir kazin bagirtisi gibi: ‘Ga-ga-ga!’ Gardiyan ona hayretle bakti, sonra kaslarýný catti. Asilacak olan adamin bu budalaca nesesi hapishaneye idama bile bir hakaretti. Idami da hapishaneyi de acayip, laubali bir hale sokuyordu. Ve durup dururken kisacik bir an icin, hapishane nizamlarini doga kanunlari yerine koyan ihtiyar gardiyana, hapishanede gecirdigi butun omru bir timarhane gibi geldi. Kendisi de deliler arasinda en azgin deliymis gibi oldu.”
https://images-na.ssl-images-amazon....4,203,200_.jpg
“And perhaps for the first time in his life he laughed, a hoarse, absurd, yet gay and joyous laughter. It sounded like the cackling of a goose, ‘Ga-ga-ga!’ The warden looked at him in astonishment, then knit his brow sternly. This strange gayety of a man who was to be executed was an offence to the prison, as well as to the very executioner; it made them appear absurd. And suddenly, for the briefest instant, it appeared to the old warden, who had passed all his life in the prison, and who looked upon its laws as the laws of nature, that the prison and all the life within it was something like an insane asylum, in which he, the warden, was the chief lunatic.”
“Ayaga firladi ve tam bir saat soluk almadan ana avrat sovdu, kufurler savurdu.
Yuzu tebesir gibi bembeyaz olmus nobetci er, bunalip korkudan aglayarak tufegin namlusu ile kapiyi durtuyor, ne yapacagini sasirarak ikide bir bagiriyordu:
‘Vuracagim! Vallahi de vuracagim, billahi de vuracagim! Duyuyon mu?’
Ama ates etmiyordu, edemezdi de. Hapishanede isyan cikmadikca idama mahkum edilmis olanlara ates etmek yasakti. Cingene ise dislerini gicirdatiyor, kufur ediyor, tukuruyordu. Insan beyni olum ile dirim arasindaki anlatilamayacak kesinlikte bir sinirda olmasina dayanamiyor ve ruzgarin kuruttugu bir kil topragi gibi bin parca oluyordu.”
https://images-na.ssl-images-amazon....4,203,200_.jpg
“Then he would jump up and for a whole hour would curse continually. He cursed picturesquely, shouting and rolling his blood-shot eyes.’If you hang me-hang me!’ and he would burst out cursing again.
And the sentinel, in the meantime white as chalk, weeping with painand fright, would knock at the door with the butt-end of the gun andcry helplessly:
‘I’ll fire! I’ll kill you as sure as I live! Do you hear?’
But he dared not shoot. If there was no actual rebellion they neverfired at those who had been condemned to death. And Tsiganok would gnash his teeth, would curse and spit. His brain thus racked on a monstrously sharp blade between life and death was falling to pieceslike a lump of dry clay.”
-
Bilim kurgu turunun en taninmis yazarlarindan, Solaris’in yaraticisi, Ukrayna dogumlu Polonyali felsefe - hiciv yazari, ve doktor Stanisław Lem’in dogum yildonumu (12 Eylul 1921)
“Kozmosa cikiyoruz, her seye haziriz: Yalnizliga, zorluga, tukenise, olume haziriz. Alcak gonullulukten soylemeye dilimiz varmiyor ama, kendimize hayran hayran baktigimiz oluyor. Ama cok, cok yazik! Birazcik yakindan baktigimizda butun o sevkin aslinda duzmece oldugunu goruyoruz. Aslinda kozmosu ele gecirmek degil istedigimiz, yalnizca Yer’in sinirlarini kozmosun sinirlarina dek genisletmek filanca gezegen bizim gozumuzde Buyuk Sahra gibi kirac, oteki Kuzey Kutbu gibi buz tutmus, baskasi Amazon Havzasi kadar bereketli olsa olsa. Insansever ve sovalye ruhluyuz: Baska soylari kolelestirmek degil niyetimiz, onlara kendi degerlerimizi miras birakmak, karsiliginda da onlarin mirasini devralmak istiyoruz. Kutsal Baglanti’nin Savascilari sayiyoruz kendimizi. Bu da bir baska yalan! Yalnizca Insan’i ariyoruz biz, baska dunyalara gereksinimimiz yok. Ayna gerek bize. Baska dunyalari ne yapacagimizi da bilmiyoruz. Tek bir dunya, kendi dunyamýz, yetiyor bize. Ama oldugu gibi de kabul edemiyoruz onu. Kendi dunyamizin ulkusel bir imgesi pesinde kosup duruyoruz hep: Bizimkinden ustun bir gezegen, ustun bir uygarlik ariyoruz, ama kendi gecmisimizin prototipi uzerinde gelismis olsun istiyoruz. Ve ayni zamanda yuzyuze gelmek istemedigimiz, kendimizi sakinmaya calistigimiz bir ţey var icimizde. Ama o hep icimizde kaliyor, cunku Yer’den yola cikarken bir ilk gunahsizlik durumunda degiliz. Gerceklikte nasilsak buraya oyle geliyoruz, sayfa cevrilip de gozlerimizin onune serilince gerceklik -kendi gercekligimizin sessizce gecistirmeyi yegledigimiz yani yani- artik sevmiyoruz onu.”
https://forculturessake.files.wordpr...01/solaris.jpg
“We take off into the cosmos, ready for anything: for solitude, for hardship, for exhaustion, death. Modesty forbids us to say so, but there are times when we think pretty well of ourselves. And yet, if we examine it more closely, our enthusiasm turns out to be all a sham. We don't want to conquer the cosmos, we simply want to extend the boundaries of Earth to the frontiers of the cosmos. For us, such and such a planet is as arid as the Sahara, another as frozen as the North Pole, yet another as lush as the Amazon basin. We are humanitarian and chivalrous; we don't want to enslave other races, we simply want to bequeath them our values and take over their heritage in exchange. We think of ourselves as the Knights of the Holy Contact. This is another lie. We are only seeking Man. We have no need of other worlds. A single world, our own, suffices us; but we can't accept it for what it is. We are searching for an ideal image of our own world: we go in quest of a planet, a civilization superior to our own but developed on the basis of a prototype of our primeval past. At the same time, there is something inside us which we don't like to face up to, from which we try to protect ourselves, but which nevertheless remains, since we don't leave Earth in a state of primal innocence. We arrive here as we are in reality, and when the page is turned and that reality is revealed to us - that part of our reality which we would prefer to pass over in silence - then we don't like it anymore.”
-
Sri Lanka asilli Kanadali sair ve roman yazari Michael Ondaatje'nin dogum gunu(12 Eylul 1943)
"Perdenin ardindaki zifiri karanliga daldi Patrick. Feneri yakinca godrdugu ilk sey, boslukta sallanan ayaklar oldu. Fenerin isigini simli giysinin eteginden yukariya dogru kaydirdi. Tahta tutamagi ve ipleri bir su borusuna baglanmis bir kral asili duruyor havada. Tum kuklalar birkac su borusuna baglanmis, havada sallaniyorlar. Feneri nereye dondurse, artik kuklaya degil dinlenen insanlarinkine benzeyen kollara ve yuzlere degiyor isigi. Bir tip oyununda donup kalmislar sanki. Kral ve suspus olmus maiyeti. Bir Uzakdogu gelenegi. Mogol Krali Akbar ne zaman gongunu caldirsa, kralin maiyeti - o sirada ne yapiyor olurlarsa olsunlar- olduklari yerde donar kalirlarmis. Kralin kaprisi iste. Herkes heykel gibi dururken, o da aralarinda dolasir, giysilerini ve ne yapmakta olduklarini filan yakindan incelermis. Kili oynayanin kafasi ucurulurmus. Mutfaklara, cephaneliklere, birbirlerine dokunmak uzereyken donup kalmis asiklarin sevistigi yatak odalarina girer cikar, sofranýn ustunde soguyup giden yemeklere bazen ac ac bazen de bezgin bezgin bakan heykellesmis maiyetinin oturdugu masalarin cevresinde dolanir, yalnizca sahinlerin tuneklerinde huysuzlanip silkindikleri sahinciler kogusuna bile ugrarmis."ť Aslan Postuna Burunmek
https://pictures.abebooks.com/NEILWI...1209879027.jpg
"He walked into pitch darkness. When he turned on the flashlight he saw swaying feet. He moved the light up the brocade robe - a king hung up there, the strings and wood handle attached to a pipe. Three or four ceiling pipes held all of the puppets in mid-air. He swung the amber beam from side to side, and everywhere he turned, the light picked out faces and arms that no longer looked like puppets but relaxed humans, a shadow conference. It was a king's court, silent - a custom of the East. Whenever the royal gong struck, the court of the Moghul prince Akbar remained frozen at whatever they were doing. It was the whim of a monarch during which time he moved among his retainers and subjects to study their dress and activity. Movement meant execution. He walked into kitchens, armouries, bedrooms where lovers would lie frozen on the verge of touching, walked past dining-tables where the court sat hungry or bored looking at the cooling food, stepped into the quarters of falconers where only the birds moved and fussed on their perches."