Alıntı:
Sürur Öztürk
@sururozturk
Annemin evinde annemsiz bir akşam... Misafirler gidince, el ayak çekilince, bütün eşyalar yeniden annemleşiverdi... Ateşi kısılmış ocakta, bastırılmış bir hüznü demleyen çaydanlık... Mutfak dolaplarında, buzdolabı örtüsünde yeniden anneleşen pembe danteller... Buzdolabına yapıştırılmış magnetler... Mandalina, Japon kızlar, kelebek... Demek, 86 yaşında bile hayata güzel bakan bir tarafı vardı. Yeniden annemleşen tabaklar, bardaklar, çekmecede çatallar, kaşıklar... Mutfak kapısının kolunda asılı kalmış bir mutfak önlüğünde annem... Şimdi burada olsaydı, "Ben bu saatte çay içmeyeyim, uykum kaçar" der ama ben içerken yanımda oturmayı tercih ederdi. Karanlık çökmüş, hava soğumuş, apartmanın önünde taziye çadırı... Ben, onun sevdiği çay fincanlarından biriyle çay içiyorum. Kendisi yok, annem ölmüş; ama her şey yeniden annem olmuş... Bugün birkaç kere, onun konuşamaz hâle gelmeden önce, gözleri kapalıyken art arda tekrarladığı son cümleleri geldi aklıma: "Sürur, sana çok ihtiyacım var... Sürur, sana çok ihtiyacım var..." Şimdi, çoğu akşam, "Hadi sen de daha fazla uykusuz bırakma kendini" diyerek ayrıldığı mutfakta, yine uykusuz kalacağım bir gecedeyim. İnsan, beraberliğin güzelliğinin ne kadar farkında olursa olsun, bazı şeyler yine ancak sevdiklerimizin yokluğunda anlaşılıyor. Çaydanlıkta usulca cızırdayan, tıkırdayan suyun sesinde, annemi fısıldayan bir şarkı... Apartmanın önünde, sokak lambalarının yarı aydınlığında karanlığa gömülmüş, yarınki ziyaretçilerini bekleyen boş bir taziye çadırı... Şu tül perdelerde, tavandan yere doğru sessiz bir çağlayan gibi hüzün mü akıyor, yoksa bana mı öyle geliyor? Sessizlik bile annemleşiyor... Misafirler gidince, el ayak çekilince... Hüzün, beni kucaklamak için bu saatleri beklemiş olmalı...
Allah rahmet eylesin...