-
Sigmund Freud Duslerin Yorumu (Die Traumdeutung - L'interpretazione dei sogni - The Interpretation of Dreams) kitabi ilk kez 4 Kasim 1899 tarihinde yayinlandi.
https://images-na.ssl-images-amazon....4,203,200_.jpg
"Erdemli insanlar, kotu insanlarin gercek hayatta yaptiklarini kendi hayal dunyalarinda yasamakla yetinen kimselerdir. / L'uomo virtuoso si limita a sognare quel che l'uomo malvagio fa nella vita. / The virtuous man contents himself with dreaming that which the wicked man does in actual life."
https://pbs.twimg.com/media/DrJ8XvHWsAElcDp.jpg
-
Ingiliz sair Wilfred (Edward Salter) Owen’in olum yildonumu (4 Kasim 1918)
https://knowingchristie.files.wordpr...cf427bd467.jpg
Iki buklum, cuval giymiþ yasli dilenciler gibi,
Carpik bacakli, acuzeler gibi oksurerek, kufurlerle gectik icinden camurun
Basimiza musallat olan roketlere sirtimiza cevirene kadar
Ve uzaktaki cadirlarimiza dogru yurumeye basladik yorgun.
Adamlar yururken uyukluyordu. Bircogu botlarini kaybetmis
Ama topallamaya devam ettiler, kan-nalli. Hepsi sakatlandi; hepsi kor;
Yorgunluktan sarhos; arkalarýnda patlayan yorgun, kendilerinden ustun cikmis
mermi kovanlarinin ugultularina bile sagir.
Gaz! Gaz! Acele edin, cocuklar! – El yordamiyla o sakar gaz maskelerini
Takmanin mutlulugu tam zamaninda;
Ama hala bagirip tokezliyordu biri,
Atesin ya da kirecin icinde bocalayan bir adam gibi bosuna…
Icinden los, dumanli camlarin ve yesil isigin,
Yesil bir denizin dibindeymisim gibi, gordum onu bogulurken.
Butun ruyalarimda, onunde caresiz bakislarimin,
Bana dogru atiliyor, oluk-oluk, tikaniyor, boguluyor.
Bazi duman-alti ruyalarda, yuruyebilseydiniz siz de
Onu icine firlattigimiz vagonun arkasindan,
Ve izleyebilseydiniz debelenen beyaz gozlerini yuzunde,
Sarkmis suratini, sanki bikmis bir seytan gunahlardan;
Duyabilseydiniz, her sarsilisinda, oluk oluk gelen kani
Kopukle tahrip edilmis cigerlerinden,
Kanser gibi mustehcen, gevisi kadar aci
Masum dillerdeki hakir, dermansiz yaralarin,
Dostum, bunca keyifle soyleyemezdiniz,
Umutsuz bir zafere heves eden cocuklara
O eski yalani: “Tatli ve Sereflidir
Olmek Vatanin Icin.”
(Dulce et Decorum est Pro Patria Mori)
-
Amerika dogumlu Ingiliz sair T. S. Eliot, 4 Kasim 1948 tarihinde “ Gunumuz siirine goze carpan ve oncu katkilarindan dolayi" gerekcesiyle Nobel Edebiyat Odulunu kazandi.
https://media1.britannica.com/eb-med...4-B38B624F.jpg
“Siir, tum sanat dallarinin en yerel olani olarak nitelendirilir. Resim, heykel, mimarlik ya da muzik, gorene ya da dinleyene zevk verir. Ancak dil, hele de siir dili baska bir konudur. Gorunuse bakilirsa siir insanlari birlestirmek yerine onlari ayirir.
Kuskusuz her siirde yalnizca sairle ayni bolgede yasayan, ayni dili konusan insanlara hitap eden bir seyler bulunmaktadir. Ancak 'Avrupa siiri'nin de, dunya genelinde 'siir'in de bir anlami var. Bana gore siir sayesinde farkli ulkelerin ve dillerin insanlari, buna her ulkenin az sayida insani aracilik etse bile, birbirleri hakkinda kismi ama onemli bir algiya sahip oluyorlar. Ben de, bir saire verilerek, siirin uluslarustu degerini teslim eden Nobel Edebiyat Odulu’nu bu hislerle aliyorum. Bu onayi verebilmek icin zaman zaman bir sairin secilmesi gerekiyor. Ben de karsinizda, kendi liyakatimle degil, siirin onemini temsil eden bir sembol olarak duruyorum.”
https://www.tweetspeakpoetry.com/wp-...use-plaque.jpg
“Poetry is usually considered the most local of all the arts. Painting, sculpture, architecture, music, can be enjoyed by all who see or hear. But language, especially the language of poetry, is a different matter. Poetry, it might seem, separates peoples instead of uniting them.
In the work of every poet there will certainly be much that can only appeal to those who inhabit the same region, or speak the same language, as the poet. But nevertheless there is a meaning to the phrase 'the poetry of Europe', and even to the word 'poetry' the world over. I think that in poetry people of different countries and different languages - though it be apparently only through a small minority in any one country - acquire an understanding of each other which, however partial, is still essential. And I take the award of the Nobel Prize in Literature, when it is given to a poet, to be primarily an assertion of the supra-national value of poetry. “
-
Amerikali yazar Charles Frazier'in dogum gunu (4 Kasim 1950)
"Hic geriye bakmayacaksin. Hayat tek bir yonde ilerler ve kafanda gecmisle ilgili hangi dusunceler olursa olsun, bunlarin kahrolasi zayifliginin disinda hicbir seyle ilgisi yoktur. Hicbir sey olmus olani degistirmez. Olan olmustur ve hep oyle kalacaktir. Ya onun seni ruhen yikmasýna izin verirsin ya da vermezsin." Yaban Cocuklar
https://images-na.ssl-images-amazon....4,203,200_.jpg
“No looking back. Life goes one way only. And whatever opinions you hold about the past have nothing to do with anything but your own damn weakness. Nothing changes what already happened. It will always have happened. You either let it break you down or you don't.”
"Ama tum bunlara ragmen, Luce okulun tam olarak ne olup olmadigina karar vermek icin butun gun dikkatli bir konsantrasyon icinde olmasina karsin, saat ucte zil caldiginda, gorecegini gormustu. Kapali kalmak dayanilmazdi. Tum gun boyunca kucucuk bir oda. Herkesin birlikte soludugu pis bir hava. Ogretmen cocuklari otobuslere bindirmek icin siraya sokarken, Luce kendini oradaki herkese okulla ilgili dusuncesini bildirmeye zorunlu hissetmisti."
—Haberiniz olsun, ben artik gelmeyecegim."
https://img.thedailybeast.com/image/...r-jones_m9uslk
"But for all that, even though Luce had sat in careful concentration all day to determine exactly what school was all about, when the three o'clock bell rang, she'd seen all she needed to see. The confinement was intolerable. One little room all day long. Everybody breathing the same tired air together. As the teacher began lining children up for the buses, Luce felt compelled to her judgement of school to all in attendance.
—Just so you know. I'll not be back."
-
Marilyn Monroe, Lauren Bacall VE Humphrey Bogart, 4 Kasim 1953'de Beverly Hills, California'daki The Fox Wilshire Theatre (Simdi The Saban Theatre) Milyoner Avcýlari'nin (How To Marry A Millionaire - Come sposare un milionario) galasina katildilar.
https://pbs.twimg.com/media/DrJlALWX0AE4ast.jpg
-
Isvecli gazeteci ve yazar Stig Dagerman'in olum yildonumu (4 Kasim 1954)
"Sakin bir gun olacaki, gunes ovanin uzerinden yukseliyordu. Gunlerden pazardi, birazdan canlar calacakti. Iki cocuk, cavdar tarlalarinin arasinda, daha once hic gecmedikleri bir patikaya denk geldiler. Ovaya bakan uc koyun camlarinda gunes parildiyordu. Erkekler, mutfak masalarinin uzerine koyduklari aynalarin karsisinda tiras oluyor; kadinlar mirildanarak kahvalti icin ekmek dilimliyor; cocuklar ise mutfak zeminine oturmus, gomlek dugmelerini ilikliyordu. Ugursuz bir gunun mutlu sabahiydi. Zira bugun, ucuncu koyde bir cocuk, mutlu bir adam tarafindan oldurulecekti. Cocuk henuz yerde oturmus gomlegini ilikliyordu; adam kendi kendine bugun nehirde kurek cekeceklerini soyleyip tiras oluyor ve kadin mirildanarak yeni dilimlemis oldugu ekmegi mavi bir tabaga yerlestiriyordu.
Mutfagin uzerinden bir golge gecmedi. Cocugu oldurecek adam henuz ilk koyde kirmizi renkli bir benzin pompasinin yaninda durmaktaydi. Mutlu biriydi. Fotograf makinesinin vizorunden mavi renkli kucuk bir araba ve gulen bir genc kadin goruyordu. Kadin gulerken adam guzel bir fotograf cekti. Arabaya benzin koyan adam, deponun kapagini kapattiktan sonra onlara iyi gunler diledi. Genc kadin arabaya bindi. Cocugu oldurecek olan adam cuzdanini cikardi, benzinciye denize gitmekte olduklarini ve bir sandal kiralayip uzun uzun gezeceklerini soyledi. On koltukta oturan kiz acik camlardan adamin ne dedigini duyabiliyordu; gozlerini yumdu. Gozlerini kapadigi zaman denizi ve sandalda yaninda oturan adami gorebiliyordu. Hic de kotu bir adam degildi, tasasiz ve mutlu bir insandi. Adam arabaya binmeden once gunes altinda parlayan radyatorun onunde bir anligina durarak; isiltinin, benzin ve kus kirazi agaci kokularinin tadina vardi. Ne arabanin uzerine bir golge dustu, ne de tamponda bir gocuk yahut kan izi vardi."
https://i.ytimg.com/vi/sx7X6EQwCKo/maxresdefault.jpg
"Es ist ein leichter Tag, und die Sonne steht schräg über der Ebene. Bald läuten die Glocken, denn es ist Sonntag. Zwischen ein paar Roggenäckern haben zwei junge Menschen einen Pfad gefunden, den sie noch nie gegangen sind, und in den drei Dörfern der Ebene glänzen die Fensterscheiben. Männer rasieren sich vor ihren Spiegeln auf den Küchentischen, Frauen schneiden trällernd den Kuchen zum Kaffee, und die Kinder sitzen am Boden und knöpfen sich ihr Leibchen zu. Es ist der glückliche Morgen eines schlimmen Tages, denn an diesem Tage wird im dritten Dorf ein Kind von einem glücklichen Manne getötet werden. Noch sitzt das Kind am Boden und knöpft sich sein Leibchen, und der Mann, der sich rasiert, sagt, heute wollten sie eine Ruderfahrt auf dem Fluß machen, und die Frau trällert und legt den frischgeschnittenen Kuchen auf eine blaue Schüssel.
Kein Schatten fährt über die Küche dahin, und dennoch steht der Mann, der das Kind töten wird, an einer roten Tankpumpe im ersten Dorf. Es ist ein glücklicher Mann, der da in seine Kamera blickt, und im Sucher sieht er ein kleines blaues Auto und neben dem Auto ein junges Mädchen, das lacht. Während das Mädchen lacht und der Mann das schöne Bild knipst, schraubt der Tankwart den Deckel des Benzintanks fest und sagt: „Sie werden einen schönen Tag haben.“ Das Mädchen setzt sich ins Auto, und der Mann, der das Kind töten wird, zieht seine Brieftasche her-vor und sagt, sie wollten bis ans Meer fahren, und am Meere wollten sie sich ein Boot leihen und weit, weit hinausrudern. Durch die hinuntergedrehten Fensterscheiben hört das Mädchen auf dem Vordersitz, was er sagt, sie schließt die Augen, und mit geschlossenen Augen sieht sie das Meer und den Mann neben sich im Boot. Er ist kein schlechter Mann, er ist froh und glücklich, und bevor er ins Auto steigt, bleibt er einen Augenblick vor dem Kühler stehen, der in der Sonne blitzt, und hat seinen Genuß an dem Glanz und dem Duft von Benzin und von Faulbaum. Kein Schatten fällt über das Auto, und die blanke Stoßstange hat keine Beulen und ist auch nicht rot von Blut."
-
-
Ingiliz sarkici, soz yazari, aktor ve produktor David Bowie (David Robert Jones), 3.studyo albumu The Man Who Sold the World'u 4 Kasim 1970'de Mercury etiketiyle piyasaya surdu.
https://img.discogs.com/GlrBkuxbP9lE...-8513.jpeg.jpg
https://pbs.twimg.com/media/DrJYZajXgAACrf3.jpg