https://www.milliyet.com.tr/gundem/p...n-oldu-1724319
Alıntı:
Babasızlığın verdiği yalnızlık...
Sözü Selim İleri’ye verelim. İleri, çok sıklıkla röportaj vermeyen, yazarın romanını yayımladıktan sonra okurdan uzak durması gerektiğini düşünen Peride Celal’in kendisine ısrarları sonucunda 1996 yılında bir söyleşi verdiğini ve orada geçmişini şu sözlerle anlattığını belirtir: “Geçmişe baktığım zaman... Hele ilk gençlik... Bir kere geçmişte o kadar sıkıntı çektim ki ben, yokluk, yalnızlık, maddî sıkıntılar... Karamsar bir çocuktum. Sanki herkesin üzerinde bir yüktüm. Üvey babam elbette değerli, çok iyi bir insandı. Annem olsun, üvey babam olsun, çok uğraştılar. Ama babasızlığın verdiği müthiş bir yalnızlık vardı. (...) Ben hiçbir zaman kendimle barışmadım. Hâlâ barışmadım. Hayatla barışmadım.”
Celal ile röportaj yapan gazetecilerin hiç unutamadığı görüntülerden biri de, yazarın oturma odasının ortasından tavana yükselen ağaçtır. Bir anlamda o ağacın kökü, her yıl yaprakları daha da yeşeren dallarıydı Peride Celal. Celal’in ölümüyle Türk edebiyatının en devasa ağaçlarından biri tüm yapraklarını dökmüş oldu.
https://odatv4.com/ben-otuz-bes-sene...-28102050.html
Alıntı:
Vedat Günyol; Nişantaşı Valikonağı Caddesi’nin bittiği yerdeki düzlükte, sol kolda bir apartmanın girişindeki kırk yıllık arkadaşı Peride Celal’e gidecekti, o yıl Süreyya Duru onun bir hikayesinden “Ada” diye bir film yapmış, film bittikten sonra da Süreyya Bey vefat etmişti, o yüzden onunla bir röportaj yapmanın tam zamanıydı, Hoca’ya “giderken beni de götür” dedim, o da “tamam” dedi, oturdum Peride Hanım için birkaç soru hazırladım, kağıdı cebime koydum, birlikte gittik o eve; bahar ürkek filizlerini yeni yeni sunuyordu İstanbul’a.
Alıntı:
Sonra Vedat Günyol’dan gözlerini ayırdı bana baktı, biraz da hüzünlü bir edayla, “Ben otuz beş sene önce bu adama aşıktım, ama ona hiç açılmadım. O da benim ona aşık olduğumu biliyordu, o da sesini çıkarmadı. Sonra umudu kestim, dost olduk o günden beri…” Vedat Hoca’ya baktım, 70’ini çoktan geride bırakmıştı, dudağının kenarında o hüzünlü tebessüm, sanki birazcık utanmıştı… Devam etti Peride Hanım, “Yazmakta olduğum romanda Vedat’ın adı Hoca’dır, okurken o gözle oku… Orada o imkansız aşkı da yazdım.” Roman, o gün söylediği iki isimle değil, “Kurtlar” adıyla iki sene sonra yayınlandı, Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı.
Alıntı:
‘İkinci aşama’ dedikleri yere nasıl geldim? Sandığınız gibi bir çatışma hesaplaşma olmadı kendi kendimle. Daha çok çatışmam dünyayla ve ülkemle oldu. Bizim kuşak Atatürk’ten sonra her şeyin bu kadar çözülüp bozulacağına hazır değildi sanıyorum. Bunun bunalımlarını çok derinden duymuşumdur. Sonra İsviçre’de geçirdiğim üç yıl benim için bir çeşit eğitim yılları oldu. Dünyayı başka türlü, yakından görmeme yaradı. Orada sanki önümde bir pencere açıldı ve ışıklar doldu içime. O sırada Yakup Kadri Bern’de elçiydi. Aramızda dostluk oluştu. Sanatçı yönüyle beni çok etkiledi. Eskiden beri çok sevdiğim bir yazardı üstelik. O yabancı ülkede onun ve eşinin bana göstermiş oldukları ilgiyi unutamam.
Alıntı:
Evlendikten sonra da dışarıda çok yaşadım ve çok okudum. ‘İnsan’a bakmayı, onu anlamayı öğrendim. Büyük kentin insanıyım ben. İstanbullu bir aileden geliyorum. Burjuva kesimin içinde yaşadım. O kesimi anlamaya çabalıyorum. Hiçbir zaman güdümlü sanata yönelmedim. ‘Sanat sanat içindir’ gibi, budala bir düşüncem de yok. Yalnızca sanatın bir araç olarak kullanılmasına karşıyım. Üç hikaye kitabım var. Bir sürü romandan ayırıp, kabullendiğim birkaç roman…
Alıntı:
Bir İspanyol yazar, ‘Sokakta bir köpek yürür ve hikaye başlar’ diyor. Küçük gizemli olaylar, acılar ve insan!.. Yazarlar için olduğu kadar bugün sinema sanatı da aynı yolda. Fellini’nin ‘Amarcord’ filmini düşünün: Bir vapur çıkar gecenin karanlığında ışıklar içinde, kıyıdakilerin özlemle baktıkları… Bir ihtiyar adam, siste kaybolduğunu sanıp, evinin kapısını bulmaya çabalar. Sis dağıldığında evinin kapısının önündedir. Unutulmayacak sahneler! Ah böyle bir şeyler yazabilsem ve bizde de böyle filmler çekilebilseler!.. Metin Ersan aklıma geldi. Hani o göldeki sandal sahnesi: Adam sevgilisinin kocaman resmiyle sandalda sürüklenip giderken…”
Alıntı:
32 sene önce sorularıma verdiği bu cevapların plastik bir dosyanın içinde kalmasına gölüm elvermedi. Zamanında, afla hapishaneden çıktığında hemen askere almaya çalıştıkları Nazım Hikmet’e kefil olan ve Şair kaçtıktan sonra bu “kefaletin” başına büyük işler açtığı Peride Celal’i; bu yazıyı okuyacak olanların da biraz daha yakından tanımalarını istedim. Bir de edebiyat tarihçilerin işine yarar diye…"
Doları, altını, borsayı, ekranı bırakıp bunları okudum. Bence bunların hepsinden daha değerliydi.