http://666kb.com/i/dl2g5p9x5c9tq9o6c.jpg
Printable View
http://666kb.com/i/dl3aztwaeo4o4r0xu.jpg
Müfredatın topyekûn değişmesinin faturasının 3 milyar TL olduğu ortaya çıktı.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/e...cope_atti.html
https://scontent-frx5-1.xx.fbcdn.net...0a&oe=59EEE6C5
TÜRKİYE’NİN GERÇEĞİ ve TÜRKİYE’DE EĞİTİM VE ÖĞRETİM
Türkiye’nin eğitim düzeni, bütün geri kalmış ülkelerde olduğu gibi, "geri"dir. Eğitimden yararlananların genel oranının düşüklüğünden tutun, eğitim ve öğretimin düzeyi, örgütünün işleyişine varıncaya dek böyledir bu. Bir "keşmekeş" tir. Eğitim ve öğretim alanında görülen bir karmaşadır. Düzenlemedeki en büyük keşmekeşlerden biridir hem de. Peki, bu neden böyledir? Rakamlarla konuyu hep birlikte göreceğiz. Önce sebebini de görelim: Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1949'da imzalanan ve ''Fulbright Antlaşması'' ile ABD'ye teslim edildi. Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak altyapıyı oluşturan ve Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan bir anlaşma da ABD’yle 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan "Fulbright” Anlaşmasıdır. ABD Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu, Fulbright kredisi, …vb çok sayıda ad altında, yalnız Türkiye’de değil, hemen bütün ekonomik, siyasal işgali altındaki ülkelerde çalışmalarını sürdürmektedir. 27 Aralık 1949 tarihli; "Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması hakkındaki Anlaşma”nın en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın Türkiye’ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel için de yapılmaktadır. ABD’ye, Türkiye’de "yardım” edip "işbirliği” yapacak, geleceğin "Türk” yöneticilerini yetiştirmek üzere, ABD’ye götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir. Sözü edilen anlaşmanın birinci maddesi şöyleydi: "Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C. Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır. Kurulacak komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1 ve 2.1 alt maddelerinde ise şunlar vardır; "Türkiye’deki okul ve yüksek öğrenim kurumlarında ABD vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri ile Birleşik Devletlerdeki okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türkiye vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini; yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer harcamaların karşılanması da dahil olmak üzere finanse etmek… Anlaşmanın 5. maddesi, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim komisyonunun kuruluşunu belirlemektedir. (Burası çok önemli) "Komisyon; dördü T.C. vatandaşı, dördü de ABD vatandaşı (ki ikisi mutlak CIA ajanı olmuştur)olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir. Evet, şimdi konumuza geri dönelim. KİMLER EĞİTİLİYOR VE NASIL ÖĞRETİLİYOR? Kimler eğitiliyor? Önce, Anayasamızın bir maddesini belirtelim. "Halkın öğrenim ve eğitim ihtiyaçlarını sağlama, devletin başta gelen görevlerindendir. İlköğrenim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için mecburidir ve devlet okullarında parasızdır. Devlet, maddi imkânlarından yoksun başarılı öğrencilerin, en yüksek öğretim derecelerine kadar çıkmalarını sağlama amacıyla burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapmak zorundadır. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitim ihtiyacı olanları, topluma yararlı kılacak tedbirleri alır. (m.50) Eğitim – Anayasa’daki bu hükme karşın- gerçekler planındaki görünüşünün rakamlarla istatistiği şudur: İlkokul çağındaki her yüz çocuktan 83’ü okula gidebilmektedir. 6-11 yaşları arasında 6 milyon çocuktan 1 milyon okul dışı kalmıştır ve Cumhuriyet’in 50 yılını geçtiğimiz halde, hâlâ bütün çocuklarımızı okuryazar hale getirememişizdir. İlkokulları bitiren çocukların büyük çoğunluğunun bir üst okula gidebilmeleri devlet istatistiklerinden belli olmaktadır. Ortaokul çağında 12-15 yaşlar arasındaki 3,5 milyon çocuktan 750 bini öğrenciliklerini sürdürebilmektedir. Her yüz çocuktan 21’i ortaokula gidebilmektedir. Demek ki, ilkokulu bitiren her yüz çocuğun 79’u eğitimlerini bu noktada kesmektedirler. Lisedeki duruma gelince... Lise çağında bugün 3,4 milyon genç vardır. Bunlar 15-19 yaşları arasındadır ve bugün liselere yalnızca 200 bin genç devam etmektedir. Yani lise eğitiminden geçebilecek her yüz gencin yalnızca 6’sı böyle bir olanaktan yararlanabilmekte. 15-19 yaşları arasındaki yüz gençten 94’ü eğitimlerini ilk ya da ortaokulda bitirmiş oluyor. Yükseköğrenimde bu grafik biraz daha düşüyor. 18-24 yaş arasındaki 4 milyon gençten ancak 200 bini bir yükseköğrenim kurumuna gidebilmektedir. Yani, her 100 gençten 5’i üniversite ya da yüksekokulda, 95’i dışarıdadır. Yaşları 24’ün altında 21 milyon gencin, genel nüfusla orantısına baktığımız zaman, Türkiye’de 100 kişiden sadece birinin yükseköğrenim yapma özgürlüğünden yararlandığı açıkça görülmektedir. Bütün planlama raporları, Türkiye’nin kalkınması için teknik öğrenime hız verilmesini öneriyorlar. Oysa bugün, 12-20 yaşları arasında 7 milyon çocuk ve gençten 220 binine teknik bilgiler öğretiliyor ve onların çoğu da devletin bürokrat kadroları arasında eriyip gidiyor. Elde taptaze büyük bir cevher olduğu halde, 100 çocuğun 97’sinden yararlanılmıyor. Kalkınmamızın büyük gereksinme duyduğu teknik işgücü yaratılmıyor. Bütün başarısızlığına karşın, kör topal ilerleyen eğitim sistemimizin hedefi, zaten kanserli hale gelmiş olan bürokrat kadrolardaki "ur"u büyütmekten başka bir işe yaramıyor. Eğitimimizde yaratılan kargaşa ve kalitesizlik, bir toplum olarak bilgi edinme ve değerlendirme yetimizi ortadan kaldırmak üzeredir. Tüm bunları yapanların eleştirilmesine, toplumda gerçeği aramak için oluşturulabilecek bir serbest düşünce ve tartışma ortamının oluşturulmasına imkân verecek basın özgürlüğünün alenen, fütursuzca tehdit edilmesi ve buna toplumdan en ufak bir tepki gelmemesi, ortaya konan yıkım projesinin toplumca algılanamamasına ve dolayısıyla bertaraf edilememesine neden olmaktadır. Bu yıkım projesi, bir grup kötü niyetli insanın Türkiye'yi ortadan kaldırma projesi olarak algılanmamalıdır. Ortaya çıkan kısaca "proje" aslında yalnızca cehalet ve aptallığın ortaya çıkardığı bir süreçtir. Kasaba ve kentlerde yaşayan 14 milyon çocuklarını eğitmekte aciz kalmış bir eğitim politikası, köy kesiminde yaşayan 22 milyonun üzerine bir karanlık perde çekmekten başka hiçbir şey yapmamıştır. 1960-1970 arasındaki dönemde, köy çocuklarından 15 bin imam-hatip mezunu ve 190 bin Kuran kursu mezunu yaratılmıştır. Köy çocukları için sadece dinsel eğitim kapısı açık bırakılarak Atatürkçü eğitim politikasına ihanet edilmiş, 1961 Anayasası çiğnenmiştir. Bugün, imam-hatip okulları yılda 4 bin, Kuran kursları yılda 30 bin "zekâsı köreltilmiş ve beyni dondurulmuş" köy çocuğu yetiştiren kuruluşlar olarak faaliyette bulunmaktadır. Bir yılda Japonya'da 1 kişi 25 kitap, İngiltere’de 1 kişi 19 kitap, Fransa’da 1 kişi 17 kitap, Almanya’da 1 kişi 15 kitap, Türkiye'de 6 kişi 1 kitap okuyor. Türkiye’de her 100 kişiden 4’ü kitap okuyor, her 100 kişiden 6’sı da gazete ve dergi. Sonra da der ki biz neden geri kaldık? Neden mi? Yüzde 86 kadarımız okuryazarız ama yüzde birimiz bile okuyup yazmıyoruz. Atatürk, bir ulusun yaşamında eğitimin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet kurucusu ve
Cumhurbaşkanıydı. Hayatının en son anına kadar ülkesine hizmet etmiş olan bu büyük insan; “Benden sonra beni benimsemek isteyenler bu temel mihver üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar” demek suretiyle Cumhuriyet "aklı hür vicdanı hür" nesiller ister sizden diyerek kurduğu cumhuriyete sahip olunmasını ve çok çalışılarak bilimde ileri bir seviyeye çıkılmasını arzu ve temenni etmiştir. İşte eşsiz bir eğitimci, Başöğretmen Atatürk’ün eğitimle ilgili görüşleri... Eğer Cumhurbaşkanı olmasam, Eğitim Bakanlığı’nı almak isterdim. Milli eğitim ışığının memleketin en derin köşelerine kadar ulaşmasına, yayılmasına özellikle dikkat ediyoruz. Yeni nesil, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. İlk ve ortaöğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun. Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halkla beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır. Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir… Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. Eserinin üzerinde imzası olmayan yegâne sanatkâr öğretmendir. Geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir eğitime, eğitim ise öğretmene dayalıdır. Milli Eğitim programımızın, Milli Eğitim siyasetimizin temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir. Cahillik yok edilmedikçe, yerimizdeyiz… Milli Eğitim’in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapcı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir. En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Hayatta en hakiki mürşit bilimdir. Bunun sorumlusu kimlerdir?
”Bugünkü okullarda yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz, laik okullara karşı imam–hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz.” Cevdet Sunay T.C. 5. Cumhurbaşkanı
”İmam–hatip okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar gelmez. Türkiye laikliği dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. 1930’lardaki laiklik anlayışını yanlış olarak görüyorum.” Kenan Evren T.C. 7.Cumhurbaşkanı
”Biz dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz.” Recep Tayyip Erdoğan T.C. 12. Cumhurbaşkanı
Hatırlayalım; kısa bir süre önce AKP’li bir akademisyen ve Enerji Bakanı ne diyordu? “Eğitim düzeyi arttıkça AKP’nin oyları düşüyor.” Enerji Bakanı, “Biz cahil nesil istiyoruz, eğitimli insanlar bize sorun yaratıyor” diyordu akademisyen.
Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: ”Eğitimin amacı yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, ülkede ahlaklı, cumhuriyetçi, devrimci, atılgan, olumlu, giriştiği işleri başarabilecek yetenekte, dürüst, sorgulayıcı, iradeli, yaşamda karşılaşacağı engelleri yenecek güçte, karakter sahibi genç yetiştirmektir” demiştir. İşte bu yüzden laik Cumhuriyet’e ve Atatürk’e düşmanlık yapılmaktadır. Cumhuriyet’in bize kazandırdığı en büyük değerlerden biri Köy Enstitüleriydi. Köy Enstitülüler düşünüyor, okuyor, araştırıyor, tartışıyor ve üretiyorlardı. Hem aydınlanıyorlardı hem de aydınlatıyorlardı. Tarıma dayalı bir toplumun kalkınması için ideal bir eğitim projesiydi. Ama bu aydınlanmadan ve kalkınmadan iç ve dış güçler rahatsız oldular. Çünkü onların sömürülerinin önündeki en büyük engeldi Köy Enstitüleri. Sömürülerini rahatça devam ettirebilmeleri için bu insanların cahil bırakılması gerekiyordu. Cahil bırakmanın en iyi yolu da dine yöneltmekti. Bunun için de bu okulların kapatılıp imam hatiplerin, ilahiyat fakültelerinin, Kuran kurslarının açılması gerekiyordu. Türkçe olan ezanın Arapça okutulması gerekiyordu. Çağdaş ve bilimsel bir eğitimin yerine çağdışı eğitimin temel alınması gerekiyordu. Bunu başardılar. Bunun sonucunda cami sayısı okul sayısını geçti. Böylece din yoluyla insanlar sürüleştirilip bu din sömürüsü temelinde oy avcılığı yapıldı. İşte bu oy avcıları bu izlenen yanlış politikaların sonucunda emperyalistlerin güdümünde bunun meyvelerini toplayarak bu gün iktidardalar. KÖY ENSTİTÜLERİ KAPANMASAYDI NELER OLMAZDI? Köyden kente göçler olmazdı. Yoksulluk, hırsızlık, gasp olmazdı. Okumayan çocuk kalmazdı. Çorak toprak kalmazdı. Boşa akan, kullanılmayan, değerlendirilmeyen şu kalmazdı. Dışarıdan sanayi ürünü almazdık. Dışarıdan tarım ürünleri almazdık. İhracatımız ithalatımızdan az olmazdı. Heykeller yıkmazdık, resimler yırtmazdık. Üretim yapmayan fabrikalar açmazdık. Üretim yapan fabrikaları yıkmazdık. Özelleştirme olmazdı. Terör olmazdı. 301’i tartışmazdık. Terör cinayetleri olmazdı. Paralı eğitim olmazdı. Dersaneler olmazdı. 81 ile öğretmensiz, araç gereçsiz üniversite açmazdık. Siyasi cinayetler olmazdı. Hapishanelerimiz dolup taşmazdı. IMF’nin oyuncağı olmaz, ona yalvarmazdık. AB’ye yalvarmaz, küçük düşmezdik. İhtilaller olmazdı. Kimse bir karış toprak isteyemezdi. İşte olmayanların bir kısmı. Neler kaybetmişiz neler. Türkiye, bölünme ve iç çatışma dahil her türlü tehlikeyi içeren bir karmaşa ortamına doğru gitmektedir. Emperyalizme karşı mücadele yüksek anti-emperyalist bilinç yani Atatürkçü bakış gerektirmektedir. Atatürk’ü ve yaptıklarını kavramadan emperyalizme karşı mücadele edilemez. Uygulanan yanlış politikalardan kurtulup Atatürk’e yönelinirse altından kalkamayacağı güçlük yoktur. Köy Enstitüleri Atatürk’ten sonra gerçek anlamda Cumhuriyetçi, Atatürkçü kimse olmamıştır herkes korkmuştur, Türkiye halkını en dürüst dediğimiz politikacılar bile bu halktan bir şeyleri gizleyerek emperyalizme, kapitalizme karşı sessiz kalarak destek vermişlerdir. Bu günlerin temeli henüz Atatürk’ün ölümünün hemen ardından başlamış Atatürk’e ilk bıçağı arkasından İsmet İnönü (en yakın arkadaşı) saplamıştır. Kemalist politikanın ödünlerle başlayıp karşı devrimle sonuçlanan uzun bir süreç sonunda uygulamadan kaldırılması, sanıldığı gibi 1950’lerde değil, 11 Kasım 1938’de yani Atatürk’ün ölümüyle birlikte başlamıştır. Bu, öznel bir yargı değil hükümet uygulamalarının ortaya koyduğu bir olgudur. Yaşananlar, şaşırtıcıdır ancak gerçektir. Şaşırtıcı olan, İnönü gibi her zaman Atatürk’ün yanında yer alan, Kurtuluş Savaşı ve devrimlerde büyük hizmeti bulunan bir “ulusal önderin”, geri dönüş sürecinin başlamasında birincil düzeyde sorumlu olmasıdır. Bu konu ve nedenleri, ülkemizde yeterince tartışılmamış, böyle bir tartışma İnönü’ye saygısızlık olarak görülmüştür.
Oysa, olaylar ve sonuçları ortadadır. Bunları inceleyip günümüze ve geleceğe yönelik ders çıkarmak bizim sorumluluğumuzdur. İnönü gibi, Devrim’de yer alan, katkısı olan bir önderin, tarih açısından içine düştüğü durumun açıklanması gerekir. Emperyalizmi kavrayamamanın yol açtığı Batı hayranlığının nelere yol açacağını görmek ve geleceğe yönelik kendimize çizeceğimiz yolu aydınlatmak zorundayız. Geçmişten ders almalıyız. Ne yapıyordu köy Enstitüleri? Köy Enstitülüler düşünüyor, okuyor, araştırıyor, tartışıyor ve üretiyorlardı. Hem aydınlanıyorlardı hem de aydınlatıyorlardı. Tarıma dayalı bir toplumun kalkınması için ideal bir eğitim projesiydi. Ama bu aydınlanmadan ve kalkınmadan iç ve dış güçler rahatsız oldular. Çünkü onların sömürülerinin önündeki en büyük engeldi Köy Enstitüleri. Sömürülerini rahatça devam ettirebilmeleri için bu insanların cahil bırakılması gerekiyordu. Cahil bırakmanın en iyi yolu da dine yöneltmekti. Bunun için de bu okulların kapatılıp imam hatiplerin, ilahiyat fakültelerinin, Kuran kurslarının açılması gerekiyordu. Türkçe olan ezanın Arapça okutulması gerekiyordu. Çağdaş ve bilimsel bir eğitimin yerine çağ dışı eğitimin temel alınması gerekiyordu. Bunu başardılar. Bunun sonucunda cami sayısı okul sayısını geçti. Böylece din yoluyla insanlar sürüleştirilip bu din sömürüsü temelinde oy avcılığı yapıldı. İşte bu oy avcıları bu izlenen yanlış politikaların sonucunda emperyalistlerin güdümünde bunun meyvelerini toplayarak bu gün iktidardalar.
Not: Bu makale, Servet Tanilli’nin Uygarlık Tarihi kitabından yararlanılarak tarafımca hazırlanmıştır. Ayrıca verilen istatistik raporları bundan 30 yıl öncesine aittir. Bugün gelinen durum ise 4+4+4 eğitim sistemi ile daha vahim bir konumdadır. Server Tanilli’nin bu kitabı yazıldıktan kısa bir süre sonra piyasadan toplatılarak sakıncalı kitaplar arasına girmiş ve kendisi yargılanmıştır.
Hasan Hoşlar