-
ÜLKE YÖNETİMİNE PİYASALAR EL KOYDU
Bir-iki ay önce reklamlarda sektördeki dev rakiplerine meydan okuyan ve reklam kampanyalarına milyonlarca dolar döken Demirbank'ın batışı medyada çok fazla yer bulmadı. "Fazla bono banka batırdı" gibi başlıklarla konu geçiştirildi. Sistematik bir çöküşe neden olan krizin üzerine fazla gitmek yerine konu magazinleştirildi ve Halit Cıngıllıoğlu'nun ablası Sema Hanım'ın, bankaya el koymaya gelen TMSF yöneticilerine söylediği iddia edilen ağır hakaretleri duyuruldu.
Zaten o dönem medyanın iki büyük oyuncusundan Dinç Bilgin'in Etibank'ına el konulduğu, borsadaki şirketleri binlerce yatırımcıyı mağdur ederek kapatıldığı için grubun yayın organları deyim yerindeyse kulağının üstüne yatıyordu. Medyanın diğer devi Doğan Holding ise Dışbank'la sektördeki hassas dengeleri kolluyordu. Zaten yaz sonundan itibaren gazete ve televizyonlarında müthiş bir oto sansür uygulanıyordu.
TMSF Şubat 2001'de yaptığı açıklamada, 2000 yılında kendisine devredilen Demirbank ve diğer bankaların toplam reklam harcamalarının 11 milyon doları aştığını belirtiyordu. Bu reklamların çoğu Demirbank tarafından verilmişti. Yalnız medya değil iş dünyası, hatta hükümet üyeleri de farklı bir tutum sergilemiyordu aslında. Çoğunlukla "Vah vah, şanssızlık oldu' türünden gayri ciddi açıklamalar yapılıyordu. Öyle ki Devlet Bakanı Tunca Toskay 'Sıkıntıda olduğunu birkaç gündür' biliyoruz, diye yanıtlıyordu Demirbank'ın batışıyla ilgili soruları. TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu'nundemeci ise benzer bir pragmatizmi yansıtıyordu.
-
eurusd de çöküş ve usdtry yükselişi kaçınılmaz. global ve yerel(yandaş) kumarbazlara kanmayın.
-
Yücaoğlu "Demirbank'ın üzerinde yabancı fonların çok ciddi bir baskısı olduğunu duyduk" diyor ve topu yabancılara atıyordu.
Oysa bankaların Hazine bölümlerinde çalışanların hiçbiri bunların doğru olmadığını biliyordu. Demirbank'ı çöküşe götüren süreç ne Toskay'ın dediği gibi birkaç gündür bilinen bir gelişme ne de Yücaoğlu'nun dediği gibi 'dış mihraklar'ın bir oyunuydu.
Sokaktaki vatandaş ise aylar öncesinden çıkmaza giren, ancak hem kamu otoritesi hem de medyadaki perdelemenin etkisiyle çöküşü uzun süre gizli kalan Demirbank'ın bedelini peşin olarak ödemeye başladı. IMF'nin de isteğiyle temel tüketim ürünleri ve vergiler zamlandı.
Kasımda kaynağı belirsiz döviz kalemi de eklendiğinde, Türkiye'den kaçan sıcak para 5.3 milyar doları bulurken, aralıkta tablo düzelmeye başladı. 2000'in son ayında piyasaya net 312 milyon dolarlık döviz girişi oldu. Ecevit'in 6 Aralık'ta açıkladığı 10.4 milyar dolarlık yeni IMF kredisinin 2.8 milyar doları da 28 Aralık günü Hazine hesaplarına yatırıldı. Demirbank'a el konulmasıyla, Türkiye'yi o dönemde ekonomi literatürüne geçiren çift dipli krizin ilk etabı tamamlandı. Aynı zamanda kriz siyasi arenada çok büyük bir etki yarattı. Borsa-döviz ve faiz üçgenini yönetenler, Ecevit Hükümeti'ni öyle korkuttular ki ilerleyen aylarda daha net görüleceği gibi, Türkiye'nin efendileri artık onlar olmuştu.
-
PARAYI YURTDIŞINA NASIL KAÇIRDILAR?
Demirbank, patronu Halit Cıngıllıoğlu'nun 1999 sonunda girdiği riskli bono operasyonları sonucunda 6 Aralık 2000'de battı. Demirbank'ın batışına rakip bankaların oyunu, Hazine, BDDK ve Merkez Bankası'nın 'bilinçli' denilecek hataları, yabancı yatırımcının tetiği çekmesi ve siyasi istikrarsızlık neden oldu. Finans sektörü Demirbank'ın çöküşünü aylar önceden konuşmaya başlarken bürokrasi, hükümet, medya ve iş dünyası beklenmeyen bir olay gibi konuyu 'Talihsizlik" olarak yansıttı. Ecevit Hükümeti Demirbank'ın battığı gün IMF'den 10.4 milyar dolar daha alınca konunun üstü örtülüverdi. Ancak 2001'in başında ekonomi içten içe kaynıyordu. Bankacılık sektöründe etik anlayışı iyice çökmüştü. Hazine'nin kasası boş tarihin en büyük ödemesine hazırlanırken ancak filmlerde olabilecek bir talihsizlik yaşandı! Ankara'da devletin tepesi birbirine Anayasa fırlattı.
Kasım 2000 krizi Demirbank'ın batışı ve IMF'den 10.4 milyar dolarlık ek kredi alınmasıyla atlatılsa da; 2001 Ocak ayına pek de rahat girmiyordu Türkiye. DSP-ANAP-MHP koalisyonunun bitmek bilmeyen siyasi kavgaları finansal huzursuzluğu tetiklemeye devam ediyordu. Ekonominin genel kuralı çalışıyor, batan her banka, reel sektörden onlarca şirketi beraberinde çöküşe sürüklüyordu. Sadece 2001'in ilk iki ayında 10 binden fazla bankacı işsiz kaldı. Reel sektörde kayıp daha da büyüktü. Aynı dönemde finans sektöründe etik anlayışı da kaybolmuştu. Bankalar birbirleri hakkında 'batacak' dedikoduları çıkartıyor, Türkiye'deki dev yabancı bankalar hatta beş yıldızlı otel odalarına yerleşen private banking (özel bankacılık) uzmanlar, kıyamet senaryolarıyla Türkiye'deki varlıklı kesimin parasını yurtdışına götürmek için uğraşıyordu.
-
FISCHER TÜRKİYE'Yİ BİLE BİLE KRİZE Mİ İTTİ?
Zambia doğumlu bir Yahudi olan Stanley Fischer, olağanüstü parlak bir akedemik kariyerin ardından, 1994 yılında IMF'ye Başkan Yardımcısı olarak atandı. IMF'deki görevi sırasında Meksika, Güneydoğu Asya, Brezilya ve Arjantin'de birçok krize şahit olan Fischer, pratik ve akademik tecrübesiyle dünyanın sayılı ekonomistleri arasında yer alıyordu. Ancak bu parlak ekonomist, belki de kariyerinin en büyük 'hatasını' yaptı ve Türkiye'yi krize sokan "Makroekonomik Program" ı dizayn etti. Ecevit Hükümeti de 1999 sonunda IMF'yle stand-by anlaşması yaparak yerli bürokratların da onayıyla programı hayata geçirdi. Temelinde enflasyonu düşürmeyi hedefleyen program, kurları sabitliyor, daha doğrusu enflasyon hedefi doğrultusunda artan bir kur sistemine dayanıyordu. Program Türkiye'deki bazı ekonomistler tarafından eleştirilse de bu isimler medyadaki 'ünlü ekonomi yazarları' tarafından karşıt kampanyayla anında susturuldu. Fischer'ın programına yapılan eleştirilerin temeli, kurları sabitlemenin cari açığı patlatacağı ve ülkenin krize sürükleneceğiydi. Nitekim bu eleştiri haklı çıktı. Programda 2000 yılı boyunca 4 milyar dolarlık (GSMH'nin yüzde 2'si kadar) cari açık öngörülürken, Türkiye 2000'in ilk 5 ayında 4.2 milyar dolar cari açık verdi.
-
DALGALI KURU NASIL ÖĞRENDİK!
Resmi açıklama, Erdal Sağlam'ın CNN Türk'teki anonsundan saatler sonra gece 02.30'da geldi. Türkiye'nin dalgalı döviz kuru sistemine geçtiği duyuruldu. Sağlam'ın o günkü haberi ve dalgalı kura geçişin hemen öncesinde düşük fiyattan 5.4 milyar dolarlık döviz satıldığının ortaya çıkması, spekülasyona neden oldu. Dalgalı kura geçişin önceden sızdırıldığı ve birilerinin bundan büyük paralar kazandığı iddiaları açıkça dillendirilmeye başlandı. Daha sonra Meclis Araştırma Komisyonu raporunda, o günler için şu tespitler yapıyordu: "Krizin baş gösterdiği 19, 20 ve 21 Şubat günlerinde Merkez Bankası kasasından 21 bankaya yaklaşık 5.4 milyar dolarlık döviz satışı yapıldı. Bu bankalardan 9'u ise siyasilerle olan eş- dost ahbaplığı sayesinde 4.1 milyar dolar alarak krizde olağanüstü kâr etti. Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, 52 milyar lirasını 19 Şubat 2001 tarihinde dolara çevirmiştir. Bu hesaplardan birinin vadesinin 9 gün önceden bozdurulmak suretiyle dolara çevrilmiş olması dikkat çekicidir." Bahsedilen 5.4 milyar dolarlık dövizden en yüksek tutarı Citibank ve Deutsche Bank satın aldı. Komisyon raporuna göre; Türkiye'nin dev holdingleri ve bankaları da döviz alımında pay sahibiydi. Ancak medya işin üstünü örtecek günah keçisini bulmuştu. Fatura, 53 bin lirasını dolara çeviren Gazi Erçel'e kesildi ve böylece diğerlerinin üstünün örtülmesi sağlandı.
-
-
aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi borsa tekli yıllarda mutlaka kazandırıyor.
yıl Yılbaşı Yıl Sonu
1988 6,86 3,74
1989 3,77 22.18
1990 23,12 42,13
1991 42,13 43,69
1992 43,26 40,04
1993 40,72 206,83
1994 217,83 272,57
1995 250,81 400,25
1996 387,79 975,89
1997 994,87 3.541,26
1998 3.711,40 2.597,91
1999 2.758,36 15.208,78
2000 17.512,19 9.437,21
2001 9.467,27 13.782,76
2002 14.077,98 10.639,92
2003 10.598,58 18.625,02
2004 19.147,69 24.971,68
2005 25.445,15 39.777,70
2006 39.790,72 39.117,46
2007 39.006,27 55.233,00
2008 54.708,42 26.864,00