Alıntı:
Ancak asıl tehlike, Türkiye’nin derinleşen ekonomik krizi ve bu krizin kutuplaşmış toplumda yarattığı fay hatları. Ekonomik darboğaz, hepimizin tahmininden çok daha ağır bir şekilde toplumu etkiliyor. Ülkenin %20’si adeta servet içinde yüzerken, geri kalan %80’i derin bir yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Bu adaletsizlik, mevcut iktidara karşı bir öfkeye dönüşüyor. Ne yazık ki, bu öfke; çözüm arayışına değil, aşırı milliyetçi ve ırkçı eğilimlerin güçlenmesine yol açıyor.
19 Mart’tan bu yana CHP’li belediyelere yönelik “yolsuzluk” operasyonları, toplumun geniş kesimlerince birer siyasi hamle olarak görülüyor. Bu algı, iktidarın meşruiyet krizini derinleştiriyor. Onlarca televizyon kanalı ve gazete olmasına rağmen toplum ikna olmuyor; aksine, daha da umutsuzlaşıyor. Bu umutsuzluk hâli, barış sürecinin ruhunu da zehirlemeye başlıyor. Adalet sistemindeki ağır yanlışlar ve bu yanlışlarda ısrar edilmesi, toplumu adalet beklentisinden uzaklaştırıyor. Son infaz düzenlemesi konusunda verilen sözlerin tutulmaması da bu kırılmayı pekiştirdi.
Alıntı:
Türkiye’deki en temel sorunlardan biri, kurumlara olan güvenin hızla aşınmasıdır. Yargıdan medyaya, üniversitelerden sendikalara kadar birçok kurum, siyasal baskı altında işlevini yitirmiş görüntüsü veriyor. Kurumsal çöküş, sadece yönetsel değil, toplumsal bir soruna dönüşmüş durumda. Barış gibi derin bir toplumsal mutabakat gerektiren bir sürecin, bu denli güvensiz bir zeminde ilerlemesi mümkün değil. Güvenin yeniden inşası için sadece reform değil, samimiyet ve hesap verebilirlik de şart.