-
Fransiz yazar Alexandre Dumas (ogul) dogum yildonumu (27 Temmuz 1824)
"Bir kadini sevmenin ne demek oldugunu bilirsiniz, gunlerin nasil kisaliverdigini, insanin nasil tatli bir tembellikle ertesi gune suruklendigini de iyi bilirsiniz. Guven dolu, paylasilan, siddetli bir asktan dogan o her seyi, butun dunyayi unutmanin ne demek oldugunu bilmez degilsinizdir. Insan sevgilisinde her gun yeni bir cekicilik, bilinmeyen bir zevk bulur." Kamelyali Kadin
http://www.apiedipagina.it/wp-conten...le-camelie.jpg
“Voi sapete bene che cosa sia amare una donna, voi sapete bene come le giornate diventino brevi, e con quale amorosa pigrizia ci si lasci trascinare all'indomani. Voi non ignorate certo quell'oblio di ogni cosa, che nasce da un amore violento, fiducioso e condiviso. Ogni giorno si scopre nella propria amante un incanto nuovo, una voluttà sconosciuta.”
-
1906 yilinda Nobel Edebiyat Odulu kazanan Italyan sair Giosuè (Alessandro Giuseppe) Carducci’nin dogum yildonumu (27 Temmuz 1835)
https://images-na.ssl-images-amazon....4,203,200_.jpg
http://slideplayer.it/slide/937147/2...+d+autunno.jpg
Ah bu sokak lambalari, nasil da izliyor biribirini
agaclarin ardindan miskin miskin,
yagmur damlatan dallar arasindan
esneyip isiklarini camur uzerine yansitarak.
Aci dolu, keskin, tiz dudugunu otturuyor
yakinlarda lokomotif. Kursun renkli
gokyuzu, sonbahar sabahinda
cepecevre sariyor bizi devasa bir hayalet gibi.
Sen de Lidia, dalgin dalgin uzatiyorsun bileti
kesmesi icin biletciye,
daralan zamana birakiyorsun
guzel yillari, mutlu anlari, anilari.
Carpilip kapanan kapilar
sanki hakaret dolu; alay eder gibi son
cagri hizla kulaklarda cinlayan,
yagmur iri damlalarla dovuyor camlari.
Madeni govdesinden emin canavar
pufluyor, hirildiyor, sarsiliyor, ates sacan
gozlerini aciyor; karanligi kat ediyor dev,
cevreye meydan okuyan bir ciglikla.
Hareket ediyor acimasýz canavar hizli vagonlariyla,
ucarcasina alip goturuyor askimi da.
Ah, o guzel tullu beyaz yuz,
el sallayip kayboluyor karanlikta.
Ah, o tatlý yuz pembe beyaz,
o, yildizlar gibi parlak huzur dolu gozler,
o beyaz puruzsuz alin,
gur, luleli saclarin cevreledigi.
Titresiyordu yasam ilik havada,
yaz yaklasiyordu bana gulumsediginde;
Haziranda ilkbahar gunesi
piril piril, mutluydun ben operken seni
ve kestane renkli isil isil saclarinin arasindaki
korpe yanagini; gunesten daha guzel
duslerim, hale gibi,
sariyordu seni, narin kadinim.
Ve ben yagmur altinda, yogun sis icinde
donuyorum simdi; karismak isterdim yagmura, sise;
yalpa vuruyorum sarhos gibi, yokluyorum vucudumu:
ben de mi hayaletim yoksa?
Ah, bu dusen yapraklar, donduruyor icimi,
devamli, suskun; yuregimi parcalayarak...
Sanirim, tek ebedi bir kasim
var dunyanin her yerinde.
Ne iyi, yasamin anlamini yitirenlere,
ne hos bu golge, bu sis:
ben isterim, isterim ben de kapilmak
ebediyete dek surecek bu sise.
-
Rus yazar, sair ve ressam Mihail Yuryevic Lermontov’un olum yildonumu (27 Temmuz 1841)
"Kadinlar! Ah su kadinlar! Kim anlayabilir ki onlari! Gulumsemeleri bakislariyla celisir, sozleri buyuk umutlar verir, ceker seni, ama seslerinin tinisi iter... Kimi zaman en gizli dusuncelerimizi, duygularimizi hissederler, kimi zaman da en acik secik imalarimizi anlamazlar..." Zamanimizin Bir Kahramani
https://images-na.ssl-images-amazon....1X1-2VynCL.jpg
"Women! Women! Who can understand them? Their smiles contradict their glances, their words promise and allure, but the tone of their voice repels... At one time they grasp and divine in a moment our most secret thoughts, at another they cannot understand the clearest hints..."
"Alcak gonulluydum , beni hesapli olmakla sucluyorlardi; sustum. Iyilik ve kotulugu derinden duyuyordum; beni anlamiyorlardi, hep kiriyorlardi; kinci oldum. Nesesizdim, oteki cocuklar gibi sen ve geveze degildim; kendimi onlardan ustun goruyordum ama herkes beni onlardan asagi gormekte sozbirligi etmisti; kiskanc oldum. Butun dunyayi sevebilirdim; beni kimse degerlendirmedi; ben de dunyadan nefret etmeyi ogrendim. Renksiz gencligim kendimle ve cevremle savasmakla gecti. En guzel duygularimi alay ederler diye, kalbimin derinliklerine gomdum. Onlar da orada olduler."
http://kbimages1-a.akamaihd.net/Imag...alse/image.jpg
“I was modest--they accused me of being crafty: I became secretive. I felt deeply good and evil--nobody caressed me, everybody offended me: I became rancorous. I was gloomy--other children were merry and talkative. I felt myself superior to them--but was considered inferior: I became envious. I was ready to love the whole world--none understood me: and I learned to hate. My colorless youth was spent in a struggle with myself and with the world. Fearing mockery, I buried my best feelings at the bottom of my heart: there they died."
Episode of the Battle of Valerik
http://petroart.ru/art/l/lermontov/img/5.jpg
Attack
http://petroart.ru/art/l/lermontov/img/1.jpg
-
Ingiliz Egyptolog, Oryantalist ve filolog Sir Ernest Alfred Thompson Wallis Budge'in dogum yildonumu (27 Temmuz 1857)
"Ilkel zamanlarda buyuk sayilarda kadin ve erkek koleler, firavun oldugunde oldurulmusler ve firavunun mezarina gomulmuslerdir. Boylece kolelerin bedenleri firavuna dunya uzerinde nasil hizmet etmislerse ruhlari da ayni sekilde firavunun ruhuna hizmet etmek icin otedunya'ya geciyordu." Antik Misir Edebiyati
https://images-na.ssl-images-amazon....4,203,200_.jpg
"In primitive times a large number of slaves, both male and female, were slain when a king died, and their bodies were buried in his tomb, whilst their spirits passed into the Other World to serve the spirit of the king, just as their bodies had served his body upon earth."
-
Fransiz yazar ve tarihci Hilaire Belloc’in dogum yildonumu (27 Temmuz 1870)
"Onlar’dan hoslanmiyorum. Bana neden diye sormanizin bir faydasi yok, gerci bircok sebebim var. Onlar’dan hoslanmiyorum. Bunca insan Onlar icin deli divane olmasaydi Onlar’dan hoslanmadigimiý bilhassa belirtmemin bir anlami olmayacakti ve Onlar’ýin yere goge sigdirilamadigini isitmek insani Onlar’a ilgili nefret ve korkusunu ifade etmeye itiyor.
Cok iyi biliyorum ki Onlar zarar verebilirler ve gizli guclere sahipler. Tum dunya uc asagi bes yukari yuz bin yildir bunu biliyor ve Onlar’ýin gonlunu almak icin her turlu seye girisilmis. I. James, zat-i alilerinin metresini bogardi veya yakardi ama Onlar’ýin canini bagisladi. Insanlar Misir’da onlari mumyalardi ve mumyalara tapardi; insanlar Kibris, Girit ve Anadolu’da Onlar’i taslara oyardi veya (dikkate deger bicimde hala) sanatcilar, ozellikle Bati Imparatorlugu’nda, Onlar’i topyekun disarida tutarlardi; Onlar’in etkisinden bu denli odleri kopardi. Pekala, Onlar’in ismini yazmamak ve Onlar’dan sadece 'Onlar' diye bahsetmek icin kendimi tutuyorum ama Onlar’dan nefret ediyorum ve bunu soylemekten cekinmiyorum.
Gecende Onlar’dan bir tanesinin bir fare yakaladigini gordum (kedi artýk ifsa oldu). "
https://images-na.ssl-images-amazon....1-a891025L.jpg
"I do not like Them. It is no good asking me why, though I have plenty of reasons. I do not like Them. There would be no particular point in saying I do not like Them if it were not that so many people doted on Them, and when one hears Them praised, it goads one to expressing one’s hatred and fear of Them.
I know very well that They can do one harm, and that They have occult powers. All the world has known that for a hundred thousand years, more or less, and every attempt has been made to propitiate Them. James I. would drown Their mistress or burn her, but They were spared. Men would mummify Them in Egypt, and worship the mummies; men would carve Them in stone in Cyprus, and Crete and Asia Minor, or (more remarkable still) artists, especially in the Western Empire, would leave Them out altogether; so much was Their influence dreaded. Well, I yield so far as not to print Their name, and only to call Them “They”, but I hate Them, and I’m not afraid to say so.
I saw one of Them catch a mouse the other day (the cat is now out of the bag)."
-
Hollandali ressam Vincent Van Gogh, 27 Temmuz 1890’da Paris’in birkac kilometre kuzeyinde, bir Fransiz kasabasý olan Auvers-sur-Oise’deki satonun arkasindaki bir bugday tarlasina girdi ve kendini gogsunden vurdu. (2 gun sonra hayata veda etti.)
https://www.truewestmagazine.com/wp-...-Boze-Bell.jpg
-
Italyan sair Vittorio Sereni’nin dogum yildonumu (27 Temmuz 1913)
Bir fabrika dudugununn sesi gelir cok uzaklardan,
bu Eylul ortasinda, cigliktan cok islik gibi sevincli.
Demek ki butun dudukler susmamislar daha.
Eski patronlar isterlerdi her sey sessiz olsun, cit cikmasin
aclik mahallelerinde;
toplumun suskunluguyla ovunurler simdi.
Bu sessizlik icinde,
sabah suskunlugunun birdenbire kapladigi
bu sessizlik icinde,
yanda kalmis oyundaki bir odevin kizginligi var,
gurleyip tasiverir yureciginde
cocukken iki ders arasi duydugun duduk sesi.
Cinlar saatlerinde bugunun
kukreyen gucu onculerin:
Yukselir gelecek gunlere susamis
atilganliklarin burclari
genc yuzyilin kalesi ustunde.
Ama bir baska ses bu,
iscilerin sesi bu,
yukseldikce tedirginlesen
ve boguk hosnutsuzlukta karara karara
korkunc ofkelere burunen bir ses.
Ey, su anda susturulmus ses,
aslinda boluk porcuk ses,
ey, titreyen gelecekle yiten gecmis arasinda SIKISMIS kalmis
iki dilli can,
ey, bir vakitler goklere agan aci sarki!
Ama su, tedirgin edici, alayci duduk yok mu
fabrika dudugudur o, umut dolu.
Cevrede ucret ve is SIKINTISI icinde,
acý ve bos ortalikta hicbir ses yok
suskun duduklerin ciliz sesinden baska.
Ama gittikce daha yavas dalgalanan kisa titreyislerde
bir karisim kokusu var,
kan ve ter kokusu.
http://www.societadantealighieri.org...o%20SERENI.jpg
Lietamente nell’aria di settembre più sibilo che grido
lontanissima una sirena di fabbrica.
Non dunque tutte spente erano le sirene?
Volevano i padroni un tempo tutto muto
sui quartieri di pena:
ne hanno ora vanto della pubblica quiete.
Col silenzio che in breve va chiudendo questa calma mattina
prorompe in te tumultuando
quel fuoco di un dovere sul gioco interrotto,
la sirena che udivi da ragazzo
tra due ore di scuola. Riecheggia nell’ora di oggi
quel rigoglio ruggente dei pionieri:
sul secolo giovane,
ingordo di futuro dentro il suono in ascesa
la guglia del loro ardimento…
ma è voce degli altri, operaia, nella fase calante
stravolta in un rancore che minaccia abbuiandosi,
di sordo malumore che s’inquieta ogni giorno
e ogni giorno è quietato – fino a quando?
O voce ora abolita, già divisa, o anima bilingue
tra vibrante avvenire e tempo dissipato
o spenta musica già torreggiante e triste.
Ma questa di ora, petulante e beffarda
è una sirena artigiana, d’officina con speranze:
stenta paghe e lavoro nei dintorni.
Nell’aria amara e vuota una larva del suono
delle sirene spente, non una voce più
ma in corti fremiti in onde sempre più lente
un aroma di mescole un sentore di sangue e fatica.
-
Populer gerilim ve casusluk romanlarinin en cok satan Ingiliz yazarlarindan (Henry Patterson) Jack Higgins'in dogum gunu (27 Temmuz 1929)
" 'Bakin peder,' dedim. 'Bu sabah Bonito'da size papazlari avlama mevsimi oldugunu söyledigim zaman saka etmiyordum. Yillardir bir tek papaz gormedikleri ve gormek de istemedikleri yerler var. Gecen ay Hermosa'da bir Fransiz papazý sekiz yildan sonra kiliseyi acmaya kalkismisti. Yerel otelin balkonundan asagi sallandirdilar adami. Gözlerimle gordum.'
'Ve bir sey yapmadin mi?'
'Ben kendi yurdumda olaylara seyirci kalan papazlar gormusumdur. Olecek baska biri olduktan sonra bir kitap alip yanibasinda yurumek cok guc olmasa gerek. Inandigin bir sey ugruna sonuna kadar carpismak ise epey guctur.' " Devlerin Gazabi
https://images-na.ssl-images-amazon....1RWgQG3leL.jpg
" 'Look, father,’ I said. ‘I wasn’t joking this morning in Bonito when I told you there were people in these parts who thought it was still open season on priests. I know places where they haven’t seen one in years and don’t want to. Last month in Hermosa a young French priest tried to reopen the church after eight years. They hung him from the veranda of the local hotel. I saw him swinging.’
‘And did nothing?’
‘I’ve seen priests who stood by and did nothing in my own country,’ I said. ‘It’s easy to take the last walk with a prayer book in your hand when someone else is going to do the dying. Damned hard to stand up and fight for what you believe in against odds.' "