-
Biz söylesek eğitime karşı çıkmış oluruz. Teoman söyleyince normal oluyor. "Kepçe operatörü olacak adama integral öğretmeye gerek yok." demiş adam. Yüzde yüz haklı. Ayrıca dünya öyle bir yöne evriliyor ki integral öğrenen adam kepçe operatöründen daha az para kazanacak. Sonra millet car car bağırıyor, "bu kadar okuduk iş bulamıyoruz" filan diye. Herkesi masa başında istihdam edecek ülke dünyada yok, bırak Türkiye'yi. Eğer üniversiteleri dünyadan gelecek uluslararası öğrenciler ile bir eğitim ticaretine filan dönüştürmeyi planlamıyorsan, ülkede bu kadar üniversite olması zaten baştan hata. Eğitim süresinin bu kadar uzun olması da başka bir hata. 8-9 yılda verilebilecek eğitimi 12 yıla yayıp insanların ömrünü heba ediyorlar.
Anne babalar kafalarındaki takıntıları atmalı. Her çocuk üniversitede okumak, yüksek lisans yapmak filan zorunda değil. Yok öyle bir dünya. Hayatın doğal akışına da ters. Bu hayatta kamyon şoförü de lazım, kaportacı da, elektrikçi de, su tesisatçısı da, fırıncısı da.. Tek tek meslekleri saymaya gerek yok. Üniversite diplomalı kaportacı daha mı iyi kaportacılık yapacak yani? Yarın bir gün olacağı bu.
Ayrıca bu maaşlı çalışan insanların çocuklarını da maaşlı çalışmaya itecek eğitim tercihlerine zorlaması da başka bir kısır döngü. Robert Kiyosaki'yi millet kale almıyor ama, insanların en azından Rich Dad Poor Dad kitabını okuması ya da adamdan dinlemesi lazım. Çok fazla eğitim takıntısı girişimciliği de öldürüyor. Para ile eğitim çoğu zaman ters orantılı olabiliyor. Çünkü çok eğitim insanları psikolojik olarak sabit maaşlı çalışmaya itiyor, risk alma becerilerini ve girişimciliği azaltıcı etki yapıyor. Sonrasında bu etkiyi ortadan kaldırabilmek oldukça zor oluyor. Yüzbinlerce hatta bazen milyonlarca para verip çocuklarını özel okullarda eğitime vermek için uğraşanlara hiç girmeyeceğim. Onlar yaptıkları hatanın büyüklüğünü gelecekte ancak anlayabilecekler. İnsanlara birilerinin ciddi ciddi bazı şeyleri hatırlatması gerekiyor. Ama ciddiye alan mı kaldı ki?
-
Borsa yatırımlarında şirketlerin esas faaliyet alanları ve gelirleri ile ilgili bazı hassasiyetleri olanlar için oluşturulmuş bir endeks var: Katılım Endeksi. Benim ciddiye aldığım ve normalde borsada yatırım yapmaktan kaçınabilecek insanları borsa yatırımlarına teşvik edebilecek bir uygulama aslında. Ancak BIST Katılım Endeksi kriterleri konusunda işin açıkçası benim mantığıma yatmayan bazı filtrelemeler var. Bunların bazıları uygulanan teknik filtrelemeler ile ilgili mantık hataları, bazıları da işin felsefesi ile ilgili genel uygulama kusurları.. Bunlardan bazılarına değineceğim bugün.
* Öncelikle şirketlerde kâr dağıtımı ya da tasfiye halinde pay sahipleri aleyhine sonuç doğurabilecek imtiyazlı hisselerin olmaması gerekiyor. Yani pay sahipleri paylarına orantılı olarak kârdan ya da tasfiyeden istifade edebilmeli, bunu kısıtlayıcı durumu olan şirketler bu endekse giremiyor. Bu kısmı gerçek anlamda uzun vadeli yatırımcının menfaatlerini koruyan bir husus olduğu için anlaşılır ve makul bir kriter.
* Katılım Endeksine tabi olabilmesi için şirketlerin Esas Faaliyetlerinde
- Alkollü içki üretim ve ticareti,
- Tıbbi gayeler dışında uyuşturucu maddelerin üretim ve ticareti,
- Kumar ve kumar hükmündeki faaliyetler,
- Domuz ve mamullerinin üretim ve ticareti,
- Faizli finans işlemleri,
- Para ve/veya para hükmündeki varlıklar arasında yapılan vadeli işlemler,
- Ahlaka ve İslami değerlere aykırı yayıncılık,
- İslami değerlerle bağdaşmayan eğlence, otelcilik vb. faaliyetler,
- Çevreye ve canlılara büyük zararı olan faaliyetler,
- İnsan fıtratını değiştirmeye yönelik biyolojik/genetik faaliyetler,
- Sağlığa zararlı tütün ürünleri üretim ve ticareti
yer almamalı.
İşin bu kısmı da net ve anlaşılır. Yani herhangi bir şirketin Esas Faaliyet Alanı yukardakilerden herhangi birinden ya da birkaçından oluşuyorsa bu endekse dahil olamaz. Burada sıkıntı yok, mantığı anlaşılır.
* Sonrasında diyor ki, şirketin esas faaliyetlerinde yukardaki işler olmadığı halde esas faaliyetler haricinde yukardaki maddelerden herhangi birinden bir gelir elde edilmişse, bu gelir toplam gelirin % 5'ini geçmemelidir. Mesela şirketin esas faaliyeti, banka, leasing, faktoring, sigorta şirketi gibi faizli işlemlerden elde edilen kazançlardan oluşmamaktadır, ancak diyelim bankada tuttuğu nakit ve benzerlerinden esas faaliyet dışı faiz geliri elde ediyor olabilir. İşte bu gelir toplam gelirlerin % 5'ini geçmemelidir.
Burada % 5'in niye % 5 olduğunu, % 3, ya da % 6 ya da % 10 olmadığını sorgularsak işin içinden çıkmak zor. Dünya genelinde Katılım Endekslerinde teamül bu şekilde diyelim. Benim mantığıma yatmayan kısmı orandan ziyade neye oranlandığı ile ilgili. Sebebini kısaca izah edeyim:
Şimdi sonuçta biz şirketi aldığımızda bir varlığa ortak olmuş oluyoruz. Ortada şirket denen bir varlık var. Diyelim bu şirketi rakamsal olarak temsil eden şey de bilançosu olsun. Şimdi burada esas faaliyetler dışında oluşan ve kriterlere göre mahzurlu görünen gelir sonuçta şirketin bilançosunda ya nakit olarak tutulur, ya da başka maddi duran varlıklar ya da stoklar gibi varlık alımında kullanılabilir, ya da borç ödemesinde kullanılabilir değil mi? Sonuçta bu bilanço dediğimiz şeyden bir parça haline gelir. Bu durumda bu % 5 oranlaması Gelirlere değil de Toplam Varlıklara yapılmalıdır. Sonuçta biz gelirlerin oluşturduğu kazancı bütün giderler düşüldükten sonra dönem kârı diye bilançoda tutmuyor muyuz? Elde edilen varlıkların bir kısmı için kaynak buradan geliyor değil mi, eğer nakit olarak kalmayacaksa? Bu durumda biz bu oranlamayı ne olursa olsun Toplam Varlıklara yapmalıyız benim mantığıma göre.
Mevcut uygulamada diyelim bir şirketin yukardaki kriterlere uymayan esas faaliyet harici gelirleri % 5,5 çıksa endekse dahil olamıyor. Ama o mahzurlu bulunan kazancı şirketin Toplam Varlıklarına oranlasak belki % 1'den bile çok aşağılarda olacaktır. Bu iş benim pek mantığıma yatmıyor. Sonuçta biz bir varlığa ortak oluyorsak bu durumda bu oranlamanın yeri bana göre mantıklı değildir.
İtiraz edilebilecek ikinci bir husus ise diyelim bir şirket gerek esas faaliyetlerinde gerek esas faaliyet dışı gelirlerinde ciddi miktarlarda kriterlere uymayan gelirler kazandı, bununla varlıklar elde etti, bunlarla büyüdü, bunlarla bugünkü şirket oldu vesaire. Ve bu ana kadar Katılım Endeksinde de yer almadı haliyle. Şimdi bu şirket diyelim esas sözleşmesini değiştirdi ve yukardaki mahzurlu bulunan kriterlerde esas faaliyet geliri elde etmeyeceğine yönelik değişiklikler yaptı, ve hatta esas faaliyetler dışı mahzurlu gelirleri de % 5'in altına çekti. Şimdi bu şirket Katılım Kriterlerine uyduğu için endekse dahil olacak. Teknik olarak buna mani hiç bir şey yok. Ama şirket tüm varlıklarını ya da varlıklarının önemli bir kısmını yukarıda listelenen ve mahzurlu bulunan faaliyet alanlarından elde etmiş ve o varlıkları kullanarak bugün yeni gelirler üretiyor. Yani eğer geçmişte o para mahzurlu idiyse, o mahzurlu paranın kullanılmasıyla elde edilen varlıklardan bugün mahzurlu olmayan gelirler elde ediliyorsa bu şirketin mahzursuz olduğu savunulabilir mi? Yani bu şirket mahzurlardan arınmış mı olacak şimdi?
Diyelim Anadolu Efes tüm gelirlerini alkollü içecek üretiminden elde ediyor ve elde ettiği gelirlerle bir sürü varlık elde etti, binalar, tesisler, başka taşınır ya da taşınmaz maddi varlıklar. Sonra dedi ki, ben esas sözleşmemi değiştiriyorum, artık bira değil sodalı içecekler üreteceğim aynı tesislerde ve buna başladı ve sodalı içecekler üretti. Ve esas faaliyet dışı mahzurlu bulunan gelirleri de % 5 altında tuttu. Şimdi yapılan iş esas faaliyetler kriterlerine uyacak, bu durumda elde edilen gelirler de kriterlere uyacak ve Katılım Endeksine girmesi için bir mani olmayacak. Ama şöyle ki o üretimi yaptığı tüm tesisler, kullanılan taşınır ya da taşınmaz techizatın tamamı ya da önemli bir kısmı zamanında mahzurlu kazançlardan elde edilmişti!! Öte yandan senelerce kriterlere uygun olarak gelir elde etmiş ve varlık edinmiş bir şirket bir dönem esas faaliyet dışı faiz gelirleri % 5,5 çıktığı için endeks dışı kalacak.. Şimdi bu ne yaman çelişkidir??
Bir başka husus da şirketlerin 6 ayda bir endeks kriterlerine göre değerlendirilip kriterlere uygun olanların endekse dahil edilmesi ile ilgili. Diyelim şirket tam BIST tarafından endeks kriterleri uygulanacak bilançolar geldiğinde şartları sağlayacak bir bilanço ve gelir tablosu verdi. Sonraki 3 ay bu kriterlerin dışına çıkabilecek faiz gelirleri elde etti, ancak sonraki değerlendirmeye yakın aylarda kendini yine bu kriterlere uyacak şekilde ayarladı ve son değerlendirme bilançosunu da kriterlere uygun olacak şekilde üretti. Bazı hassasiyetlerden dolayı bu endeksten bu şirketin paylarını alan kişinin bu ihlaller dönemindeki sorumluluğunu, vebalini kim taşıyacaktır?
Başka eleştirilerim de var, ancak şimdilik bu kadarıyla keselim. Zaten bu ana hatlardaki sıkıntıların ciddi anlamda gözden geçirilmeye ihtiyacı var.
Katılım Endeksi kriterlerini eleştirirken bahsetmediğim 2 kriter daha var ki onlar aslında yatırımcının oldukça lehine sayılabilecek şeyler. Ama onları da başka bir yazıya konu ederiz.
-
Küçük şirketlerle ilgili yatırımcıların dikkat etmesi gereken bazı hususlar var. Her küçük şirket büyüyüp hissedarını zengin etmez. Bazı şirketler hep küçük olarak kalabilir. Bazı yatırımcılar borsaya yeni kote olmuş small cap bazı şirketleri yeni kurulmuş şirketler ya da genç, büyüme aşamasında olan şirketler sanabiliyor. Bu durumda olanlar da elbet var. Ama şirket 40 senedir hayatta, borsaya yeni girmiş ve küçük. Hikayesinde 40 senede geldiği yer tatmin etmeyen bir büyüklükte ise, o şirketin bundan sonrasında büyüyüp sizi zengin edeceğine dair emare nedir? Şirket mentalite değiştirdiyse, yönetim şekli değiştiyse filan amenna. Ama diğer türlü 40 senedir olmayan şey 5 senede nasıl olacaktır?
-
Pabrai'nin analizine göre Buffet'ın 300 kritik alım ya da satım kararının sadece 12 tanesi gerçek anlamda doğru kararlarmış. Bu da % 4 gibi bir orana tekabül ediyor. Burada önemli sonuçlar doğuran tek şey compounding yani bileşik büyüme etkisi. Başka hiç bir sır yok ortada. Ayrıca sonrasında milyonlarca dolar maliyetlerle satın alınan insider bilgilerin de etkisi olduğu açık. Buffet tarafında işin bu kısmı hiç anlatılmaz. İşin hep pembe tarafı, masumiyet çehresi, yatırım gurusu teması işlenir.
Kendinize compounding yapabilecek bir büyüme modeli kurmanız şart. Kazandığınızı tekrar masada tutmanız ve çekmemeniz gerekli. Bileşik büyüme ancak bu şekilde mümkün. Biraz kazandım şunu alayım, biraz kazandım bunu alayım, biraz kazandım dünya gezisine çıkayım moduna girerseniz bu bileşik etkiden hep mahrum kalırsınız.
-
Açılış TE'ye yetişemedim maalesef. Ama hayırlı olmuş. Açılıştan 2 dakika sonra % 1,51 günlük kâr ile TUPRS pozisyonumuzu kapatıp nakte geçtik yine. Her gün tekrarlandığı gibi satış sonrası, sattığımız varlıkta daha yüksek bir günlük zirve yapıldı, ancak en tepeyi yakalamaya çalışmak gibi bir beklentimiz ve niyetimiz yok ve olmayacak da. Amaç yönü belirsiz piyasada günlük istikrarlı asgari bir gelir oranlamasını koruyup compounding'e devam etmek.
Gün içi seyri takip edeceğiz. Scalping fırsatları doğarsa kullanılacak, doğmazsa akşam pazarında alım yapılacak rutin gereği. Hangi hisse olacağına fiyat seyrine göre karar vereceğiz.
Yatırım tavsiyesi değildir.
-
https://i.hizliresim.com/l72obug.jpg
TUPRS'ta takip ettiğim ana hatlar:
Sarı majör düşen çizgisine hâlâ uzak olduğumuz için şimdilik o uzaktan takip edilecek pozisyonda. Pembe-turuncu minör düşen çizgisi ki asıl momentumlu düşüşü sağlayan da o oldu, bildiğiniz üzere yukarı yönlü kırılmıştı, gelen alım yönlü hareketle.
Kutuyu oluşturan 2 mavi çizgi fiyatın bir range'e girip girmeyeceğini takip için. Yani burada bir toplama ya da yeniden dağılım olup olmadığını kutunun hangi yönüne kırılacağına göre gözlemleyeceğiz. Bu iki hattı işaretlememin nedeni alttakinin düşen hareketi son erdirip yukarı yönlü bir tepki hareketi başlatması, üstteki de bu tepki hareketinin ilk dirençle karşılaştığı alanı göstermesi nedeniyledir.. Wyckoff accumulation / re-distribution cycle'ından hangisinin gerçekleşeceğini takip için genelde kullandığım taktik budur: Fiyatın döndüğü dip ile sonrasında karşılaştığı ilk direnç alanını kutu olarak belirlemek. Bu kutuda spring diye tabir ettiğimiz aşağı ve yukarı yönlü ihlaller beklenen ihlallerdir. Fiyatın bir süre burada dengelenmesi beklenir. Burası fiyatın genel hatları ile o anki şartlar itibariyle ortalama değerinin belirlendiği, arz ile talebin uzlaştığı bölgedir. Arz ya da talepten herhangi birinin tekrar baskın gelmesi fiyatın değerine oluşan itirazları gösterir. Şimdilik mavi kutu uzlaşı bölgesi ve piyasanın fiyat anlamında belirlediği adil değer bölgesi gibi gözkmektedir. Dow amcaya göre mevcut şartlar altında oluşan bu fiyata şirketle ilgili değeri doğrudan etkileyen tüm etkenler ve bilgiler dahildir, her şey bu fiyatın içindedir. Fiyata arzı ya da talebi artıracak durumlar gelişmediği sürece denge burada korunabilir.
Lacivert-mor olan çizgi ise en son zirvesinden önceki zirve bölgesini gösteriyor. Fiyat şimdilik bu bölge civarında seyrediyor.
Not: Yazıyı yazarken piyasaya satış gelmiş. Anlık günlük periyottaki durum aşağıdaki gibidir:
https://i.hizliresim.com/e94nr5n.jpg
BIST 100 endeksimiz de, aşağıdaki grafikte göründüğü üzere, an itibariyle, takip ettiğim parametrelere göre, (Saatlik MOST 1:0,5) 'sat' pozisyonuna girmiş. Cuma günü zaten o noktaya doğru bir gerileme vardı.
https://i.hizliresim.com/tvkll77.jpg
Yatırım tavsiyesi değildir.
-
Gelen satışların sebebi Hazine ve Maliye Bakanının bugünkü demecinde 'Borsa kazançlarının vergilendirilmesi için ilave çalışmalar yapılnası gerekiyor.' ifadesini kullanmış olması. Yani borsa kazançlarının vergilendirilmesi konusu gündemden çıkmış değil, sadece ilave çalışmalar gerektiği gerekçesiyle bir süreliğine ertelenmiş. Bunun bir süre daha fiyatlaması olacaktır elbette. 19 Temmuz'da da Türkye'nin not artırımı durumu var. Piyasa böyle bir durumda bir ileri iki geri, iki ileri bir geri devam edip, not artırımı zamanında da spekülasyonların fiyatlanmış haline muhtemel kâr-zarar realizasyonlarını göreceğiz.
Yatırım tavsiyesi değildir.
-
Short açmak ya da açığa satmak konusundaki fikirlerimi soranlar oluyor zaman zaman. Hatta fiyatların yönü konusunda genelde isabet ettiğimi söyleyip piyasa fiyatları düşerken niçin short pozisyon açmadığımıı / açığa satmadığımı, bu şekilde daha çok para kazanabileceğimi söyleyenler oluyor.
Öncelikle fiyatların yönü konusunda isabet etme konusuna bir açıklık getireyim. Ben yön tahmini yapmamaya çalışıyorum. Çünkü kâhin değilim ve geleceği bilemem. Sadece fiyat hareketlerinin eğilimi hakkında bir gözlemim oluyor. Ancak orada da fiyatın kendisini takip edip ona göre aksiyon almaya çalışıyorum. Yani kristal küremiz filan yok. Sadece belli bir sistemle fiyatı takip ediyoruz. o sistem de sonuçta fiyattan türetildiği için gecikmeli sinyaller veriyor ve bu işte hiç bir zaman mükemmellik söz konusu olmuyor, olamayacak. Fiyatın kendisini bile sırf mumları ile takip etseniz yine alacağınız her aksiyon diğeri gibi gecikmeli olacaktır. Ya kırılmalar bekleyeceksiniz, ya da daha yüksek tepe ve dip, ya da daha düşük tepe ve dip olayına göre ya da bir trend çizgisine göre fiyatın seyri nasılsa ona göre yön belirleyeceksiniz.
Gelelim short pozisyon açma ya da açığa satma ile ilgili kişisel yaklaşımıma. Short pozisyon açma ya da açığa satma kavram olarak aynı şeylerin farklı sözcük kalıplarıyla ifade edilmesi. Bu yasal bir işlem ve dünyadaki finansal piyasaların nerdeyse tamamında uygulanabiliyor. Ancak bir şeyin yasal olması ile inandığınız inanç setine uygun olması aynı şeyler değil. Benim itikadım gereği sahip olmadığım bir varlığı satmam meşru değil. Bu sebeple böyle bir işleme asla girmem. Olayı basit bir örnekle açıklayayım:
Diyelim benim bir evim var. Ev fiyatları olabildiğince yükseldi. ve bende şöyle bir kanaat oluştu: Burası ev fiyatlarının görebileceği en zirve yer. Artık buradan bunu satmalıyım. Bu gözlemime ya da kanaatime dayanarak evimi sattım ve evi almış olduğum fiyata göre ciddi bir kâr elde ettim. Şimdi burada bir sıkıntı yok. Mal benim, tatminkar bir kâr etmişim ve satmışım. Şimdi buradan elde ettiğim parayla istersem kendime göre ucuz ve iskontolu bulduğum başka bir şey alabilirim ya da ev fiyatlarının düşeceğini ön gördüğüm için beklemeyi ve ev fiyatları düşünce daha ucuz fiyatlara yeniden bir ev almayı düşünebilirim. Burası da gayet doğal ve meşru bir hareket.
Ancak ben bunla yetinmiyorum ve fiyatlardaki bu düşüş potansiyelini kullanmak üzere şöyle bir şey yapıyorum: Komşuma gidiyorum ve diyorum ki ben ev fiyatlarının düşeceğine inanıyorum, bu sebeple sen bana evini ödünç ver, ben bu evi satayım, fiyatlar düşünce bu evi sana daha düşük fiyattan geri alayım ve vereyim. Sen de bu evi bana kullandırdığın için bundan bir komisyon alasın. Aslında açığa satış dediğimiz şey aynen böyle bir şey. Fiyatların düşeceğine inandığımız için başkasından ödünç aldığımız malı satıp, ola ki fiyatlar düşerse daha düşük fiyattan geri alıp sahibine iade etmek ve aradaki fiyat farkından para kazanmak. Ayrıca finansal piyasalarda kimden ödünç aldığınızı dahi bilmezsiniz. O da işin başka bir boyutu. Sanki yolda geçerken birinin arsasından bir şeyi alıp satmak ve sonra onu daha düşük fiyattan alıp geri yerine koymak gibi bir şey. Sahibinin buna rızası olup olmamasının bir önemi yok. Sonuçta sahibi olmadığım bir malı satıyorum. Sahibi olmadığımız bir şeyi ödünç alarak satmak benim inanç setimde meşru değil. Bu nasıl bir varlık türü olursa olsun. Meşru olarak yapabileceğim tek şey, fiyatların düşmesini öngörüyorsam sabırla beklemek ve elimdeki kendi nakdimle yeterince düştüğüne inandığım yerde o malı ya da başka bir malı tekrar almak.
Bu işin yasal olması başka bir şey. kanunlar karşısında gayet meşru bir işlem olabilir bu. Aynen faizden kazanç elde etmenin, alkollü içecekler üretip ya da satıp para kazanmanın kanunlar karşısında meşru olması gibi. Ama benim itikadımca bunlar meşru değil. Hayat da benim hayatım olduğuna göre kendi inançlarımın gerektirdiği meşru ticaretleri yapmakla kendim mükellefim.
Bu yazı kimseye bir tavsiye içermez. Sadece kendi perspektifimden short açma ya da açığa satma olayına nasıl baktığımın izahıdır.