-
1937 Nanking Katliamı
http://i.hizliresim.com/m3kQdR.jpg
http://i.hizliresim.com/Qa76Zj.jpg
1937 Araliginda başlayan ve 1938 şubatında biten toplu katliamın adı. çok çok hassas bir konu.
İkinci Dünya Savaşının hemen öncesinde yaşanan bu konu hem Çinliler, hem de Japonlar için çok farklı anlamlar içeriyor.
Oldukca sağlam iddialara gore japonya 1937 sonunda çoğunluğu mültecilerden oluşan nanking'e saldırdığında 3 aydan kisa bir süre içinde 300.000 kişiyi öldürüyor. Anlatılan, resim ve bir takım resmi evraklarla desteklenen bu bilgiye göre yaşanan katliam inanilmaz boyutlarda.
Onbinlerce kadina tecavuz edilip öldürülüyor. Bir kısmı Japon ordu genelevlerine yollaniyor. Sayısı yüzbinlere varan sivil korkunc sekilde öldürülüyor. Diri diri gömme, toplu olarak ateşe verilme. dar alana sıkısıtırlıp rastgele ateş edilme gibi korkunc, bir kısmı kesinlikle akla hayale gelmeyecek şekillerde infazlar başlıyor.
Nanking toplu katliamı, çoğu zaman atom bombasinin kullanımını haklı göstermek için de telafuz edildiği için Japonlari öfkeden deliye ceviriyor.
Bildigim kadarıyla Japon hukumetinin olay hakkındaki politikası da celiskili özellikle 90'larla birlikte katliamı tümden reddetme gibi bir yola sapmışlar. Katliamda ölen kişilerin sayılari, sivil olup olmadıkları, katliamın olup olmadığını tartışmak bile her iki tarafi da korkunç derecede öfkelendiriyor.
Kimin kimi ne kadar öldürdüğü tartışmalı olsa da, ortada en az 50000 ölü oldugu ve olayın dunya tarihinde hemen hiç bilinmediği de üzücü bir gerçek olarak duruyor.
-
1990 yugoslavya nın, özerk kosova kararına karşı düzenlenen protesto mitinginde öldürülen elshani nashima nın cenaze töreninde ağıt yakan eşi ve akrabaları.
http://i.hizliresim.com/ojkbjQ.jpg
-
Alman bir komünist idam edilirken. Mağrur duruşunu bozmuyor, 1919
http://i.hizliresim.com/LynBnb.jpg
-
ABD'de alkol yasağının kalkmasını kutlayan halk, 1933
http://i.hizliresim.com/EgRXyq.jpg
-
1890-1900 yılları arası çekildiği sanılan bu fotoğrafta bacağını kaybeden bir kadına takılan tahta protezi görüyoruz
http://i.hizliresim.com/ALk9Np.jpg
-
30 nisan 1961 kendi apandisit ameliyatını yapan bir Sovyet doktor.
http://i.hizliresim.com/P0ryV9.jpg
Leonid Rogozov, kendi söküğünü dikemeyen terzilere cevap niteliğinde bir hareket ile kendi apandisit ameliyatını 30 nisan 1961 kendi yapan bir Sovyet doktor.
Bir insanın başına gelebilecek en büyük ağrılardan biri olan apandisit ağrısını kendisini ameliyat ederek çözmüş ve tarihe geçmiştir.
Atalarımızın da dediği gibi "kendi göbeğini, kendin kes" . Leonid Rogozov, o zamanlar 27 yaşında genç bir Rus doktordu.
-
Osmanlıda 11 yaşına kadar çocuklar ağırlıklı olarak İlmihal ve Hesap (Temel Matematik) görüyor.
Okullarda falaka alışılmış bir ceza.
Eğitim öğretimde 'Sarıklı' diye tarif edilen medreseli hocalar hakim.
http://i.hizliresim.com/V0MkWZ.jpg
-
Burası Huş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
http://i.hizliresim.com/X0Xanj.jpg
http://i.hizliresim.com/brGnO0.jpg
http://i.hizliresim.com/dPG16r.jpg
Yemen in güneyinde küçük bir kasaba olan Wadi Dawan yağmacıları evlerinden uzak tutmak istediklerinden olsa gerek devasa kayaların üstüne köyler kurulmuş.
Yemenliler bu bölgeye Huş diyor. Hani şu gidenlerin gelmediği yer...!
1. Dünya Savaşında Yemen e gidip de dönemeyen Osmanlı askerleri için yakılan türküde de adı geçen bölge burası
İlaveten, Yemen in başkenti Sana ile Taiz kentleri arasında kalan bir Türk kalesinin adı. Bu yüzden Yemen e giden askerler için yakılmış bu türküde "Huş" tur denmesi akla yatkın gelebilir.
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Anom Yemen'dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Şu dağın ardında redif sesi var
Varın bakın çantasında nesi var
Bir çift pabuç ile bir de fesi var
Burası Huş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Kışlanın önünde çalınır sazlar
Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
Yemen'e gidene ağlıyor kızlar
Burası Huş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
-
1911 Yemen'de Osmanlı yerel Jandarma askerleri
http://i.hizliresim.com/r32WQM.jpg
-
1899 Çin Boxer ayaklanması
http://i.hizliresim.com/01BvYY.jpg
http://i.hizliresim.com/4PM7E7.jpg
http://i.hizliresim.com/JalR05.jpg
http://i.hizliresim.com/O0LYYn.jpg
1899 yılının kasım ayında başlamış, 7 eylül 1901 de sona emiştir. Bu ayaklanmanın amacı Çin deki tüm yabancıları dışarı atmaktır, Osmanlı devleti de ayaklanmayı öğrenince Çin e bu yüzden heyet göndermiştir.
Boxer cemiyeti 1870 yılında gizlice kurulmuş dinsel nitelikli bir örgüttür. 1894 yılında Çinliler savaşta Japonlara kaybedince, Çinliler Japonlara bir çok ödünler verdiler. Bu ödünlere sinirlenen, Rusya, İngiltere ve Fransa da Çin in önemli ticari bölgelerini işgal ettiler ve Çin i parçaladılar.
Bu gelişmeler üzerine dinsel nitelikli kurulan Boxer cemiyeti de, Çin deki yabancıların etkinliklerine karşı mücadeleye başlamış, sarayın da hoşgörüsünü kazanmıştı.
1900 lü yıllarda o zamanın etkin devletleri ABD, İtalya, Fransa, İngiltere, Japonya, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan sekiz devlet ittifakı kurarak 54 bin kişilik orduyla Tianjin e çıkarma yaptılar. Donanımsız ve eğitimsiz on binlerce Boxer taraftarı köylü hayatını kaybetti.
14 ağustosta Pekini işgal eden bu devletler, Yasak Şehri yağmaladılar. Çin e çok yüksek tazminatlar yüklediler, son taksidi 1940 da bitecek olan bu tazminatı Çin'in ödeyecek gücü yoktu. Ancak, aşırı tazminat Avrupa'nın yaygın bir sömürü ve baskı taktiğiydi. Çin, bu borcu ödemek için Avrupa devletlerinden yine borç alacak ve Avrupa'nın daha çok etkisi altına girecekti.
-
29.03.1979 Uganda'da İdi Amin rejimi askeri darbeyle devrildi.
http://i.hizliresim.com/37p81A.jpg
Uganda'nın kuzeyindeki Kakwa kabilesinden gelen Amin, 1946'da İngiliz sömürge ordusuna bağlı Afrika Kraliyet Tüfekli Birliği'ne (King's African Rifles - KAR) katıldı. İngilizlerin Kenya'daki Mau Mau Ayaklanması'na (1952-1956) karşı giriştiği harekatta görev aldı. 1951-60 yılları arasında Uganda ağır sıklet boks şampiyonluğunu elinde tuttu. Ayrıca ünlü bir ragbi oyuncusuydu.
Uganda'nın 1962'de bağımsızlığına kavuşmasından önce subay rütbesi alan birkaç Ugandalı askerden biri olan Amin, ülkenin yeni devlet başkanı ve başbakanı Apolo Milton Obote ile yakın dostluk kurdu. 1965'te Zaire'deki ayaklanmacılarla kurduğu ilişkinin skandala yol açması, 1966'da ordu ve hava kuvvetleri komutanlığına getirilmesini engellemedi. Obote ile arasının açılması üzerine 1970'te bu görevinden alındı.
İktidarı 25 Ocak 1971'de Devlet Başkanı Obote'nin bir gezi için Singapur'da bulunduğu sırada, askeri darbe yaparak devlet başkanı ve silahlı kuvvetler başkomutanı oldu. 1972'de Uganda'da yaşayan bütün Asyalıların (özellikle Hintler) 90 gün içinde ülkeyi terk etmelerini sağlayarak onları sınırdışı etti. Onların yerine ülkedeki Müslüman azınlığı ve akrabalarını, Hintlerden kalan üretim araçlarının başına getirdi. Uganda'yla İsrail arasındaki ilişkilere son vererek Libya ve Filistin'in yanında yer aldı. Bu duruma tepki olarak 1973'te ABD ve 1976'da İngiltere Uganda'daki temsilciliklerini kapattılar. 1976'da da kendisini ömür boyu devlet başkanı ilan etti. Genellikle aşırı milliyetçi bir tutum takındı. Temmuz 1976'da Filistinliler tarafından kaçırılan ve içinde İsrailli ve başka Yahudi yolcuların bulunduğu bir Fransız yolcu uçağının Uganda'ya inmesine izin vererek olaya doğrudan karıştı. İsrailli özel kuvvetlerin düzenlediği operasyonda biri dışında tüm rehinelerin kurtarılması İdi Amin'in prestijini büyük ölçüde zedeledi.
Ekim 1978'de Tanzanya tarafından desteklenen Uganda Ulusal Kurtuluş Ordusu adlı gerillaların saldırıları başladı. Sonunda 13 Nisan 1979'da isyancı gerillalar başkent Kampala'ya ulaşmadan önce, ülke dışına kaçtı. Önce Libya'ya geçti, ardından Suudi Arabistan'a yerleşti kısa bir süre sonra eşlerinden ikisi ve 22 çocuğu da yanına yerleşti.
1989'da gizlice Uganda'ya geçmek üzere geldiği Zaire ile Uganda arasında krize yol açtı. Kongo hükümeti Amin'i Uganda'ya teslim etmeyi reddetti ve Suudi Arabistan'a dönmesini sağladı.
İdi Amin, hayatının geri kalanında Uganda'ya dönmesine izin vermesi için Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni'ye yalvardı. Amin, 16 Ağustos 2003 tarihinde, Cidde'de, hastanede öldü ve Cidde Ruwais Mezarlığına gömüldü.
-
30 Mart 1856 Paris anlaşması ile 1853 yılında başlayan Kırım savaşı sona erdi.
http://i.hizliresim.com/m3JL9Z.jpg
Esasında Osmanlı-Rus savaşıdır. Ancak Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemonte-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşa dahil olmasıyla, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini almıştır.
-
İngiliz Coldstream Muhafız Alayı askerleri Haydarpaşa yakınlarında Kırım'a gitmek için beklerken 1854
http://i.hizliresim.com/gq9oQN.jpg
-
1854 General Thoumas'ın Edirne Anıları
http://i.hizliresim.com/LyO39z.jpg
General Thoumas Fransız ordusunun Kırım savaşına giderken bir süre konakladıkları Edirne de Aydın Türk lerin kendilerine iyi gözle baktıklarını, Fanatiklerin ise kendilerine imansız gözüyle sert bakışlar attığını belirtiyor,Bulgarlar ve Katolikler Fransızları şevkle kabul edip alkışlıyor,Rumlar ise Fransızların parasını alıyor ama Rusların gelmesini arzuladıklarını yazıyor ve bir öngörüde bulunuyor, Biz bu gün (1854 yılı) Rusların buralara gelmelerini engelleyebiliriz ama mutlaka daha sonra gelecekler.. diyerek 1877-1878 Rus savaşı sonrası Edirne nin 1829 yılında olduğu gibi tekrar işgal edileceği kehanetinde bulunuyor..
"Birliklerimiz Edirne de sansasyon yarattı. Zırhlı süvariler halkı dev adamlar gibi etkilediler. Dağ bataryaları yerli katırlardan iki kat yüksek ve güçlü katırlarıyla büyük sükse yaptılar. Edirne de çok az Türk askeri kalmıştı ve bütün ordu Tuna da olduğundan onlar da şüphesiz yedeklerdi. Bu adamlar, her ne kadar giysileri genellikle eski olmakla beraber oldukça iyi niyetliydiler ama subayları çok kötüydü. Halkın nezdinde hiç saygı görmüyor gibiydiler ve yetkililer onlara çok kaba davranıyorlardı. Bir Rumeli paşası geçerken hemen ayağa kalkmadıkları için bir Türk jandarması tarafından sopayla dövülenlerini gördüm. Bu birlikler Saray adasının orta yerindeki muazzam büyük bir kışlada yerleşmişti.
"Geçen gün, Paşanın mâlikhanesinin avlusunda içine su katılmış süt satmağa çalışan fakir bir köylü gördük. Testisini boşaltıp kırdılar. Kavaslar onu yere yatırdılar ve sopalarla döverken yüzüne de çizmeleriyle tekme attılar. Bir başka seferde, sokaklarda toplu bir geri çekilme ya da kaçışa şahit oluyorduk. Yangı çıktı sandık. Hiç de öyle değildi. Paşa şehre dönüyordu. Onun geçtiği güzergâhta paradan daha çok sopa atıldığı biliniyordu. Yangından bahsetmişken, geçen gün bizim kampın yakınında bir tane gördük. Yatmak üzereydik, aniden bizi parlak bir ışığın aydınlattığını ve alevlerin göğe yükseldiğini gördük. Bizim yanan eve girmemizi engelledilerse de kapıyı kırdık ve içeriye girdik: Kimseler yoktu. Evdekiler karılarının kaçmalarını sağlamış ve hepsi kurtulmuş, alevleri evi alevler yutsun diye bırakmışlardı. Su olmadığından, aynı şekilde boşaltılmış yan evi yıkmakla yetindik. Herşey bitince polis müdürü yanında on kadar kavasla geldi ve çengel ve kancalarla bizim yaptığımızı yapmağa başladılar. Çünkü yangın durumunda başvurdukları tek taktik ateşin işini bitirmesinden yana olmaktı. Bu yardım gelmekte hep gecikiyor. Uyuyan Türkler, yalan söyleyen Rumlar, İşte ülke buydu !
"Dışarıda kadınlar paket gibi sarılı dolaşıyorlar. Sadece gözleri ve burunlarının ucu görülüyor. Başörtüleri yüzlerinin alt kısmında dört, beş kez katlanmış ama atlarımızın üstünden, geçenlerin göremeyecekleri düşünülen pencerelerine göz attığımızda, çok güzel giysiler, işlemeli kısa korseler, ayak bileğinde sıkılmış geniş pantalonlar, vs. gördük. Yahudiler çoğunlukla çok güzeller ama başlarından yere kadar inen uzun beyaz yün başörtüsünün örttüğü bir çeşit geniş top yüzünden gülmeden seyredilemeyecek kadar gülünç görünüyorlar. Rumlar ve Ermeniler çekici ve edalı.
"Küçük bir tepeyi aşmak için dört nala kalktık ve aniden aynen Fransa dakiler gibi bir Çingene kampının ortasına düştük. Çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan, hepsi neredeyse tamamen çıplak, yumuşak hatlı siyah ve bronzlaşmış vücutlarını kızgın güneşe sermiş en az iki yüz kişiydiler. Anında etrafımızı çevirdiler ve birçok kadın atlarımızın koşumlarını tutarak ellerini bize uzattılar. Ceplerimizdeki bütün bozuk paraları savurarak bu pitoresk ve delice kalabalıktan kurtuluyor ve atlarımızın terkisine sert kırbaç darbeleri vurarak ve ters yöne döndürerek dört nala kaçıyoruz.
"Aydın Türkler bize burada iyi gözle bakıyorlar: Ruslar ı yendikten sonra onlara medeniyeti öğreteceğimizi umuyorlardı. Fanatikler, Avrupa tarzını kabul etmeyi reddedenler (fes, tünik ve pantolon) ve eski tarzlarını (türban ve kürk) muhafaza edenler bize imansız gözüyle sert bakışlar atıyorlar ama Rus korkusuyla şimdilik tahammül ediyorlar. Bulgarlar, Katolikler bizi şevkle kabul ediyorlar. Rumlara gelince, paralarımızı ceplerine indirmekten mutlu oluyorlar ama Rusların gelişinden sonra rahatlıyorlar, bizim yenilmemizi arzuluyorlar ve Roma ayininde toplarımızı ateşlememize kızıyorlar. Ne Türkler, ne de Rumlar bu ülkeyi idare etmeyi beceremezler. Bugün Ruslar'ın buraya yerleşmelerini engelleyebiliriz. Ama mutlaka daha sonra gelecekler ve bunu arzu ettiklerine inanıyorum.
NOT: İlgimi çeken bölümleri alıntıladım. O dönemi merak edenler için okunabilecek kalitede bir kitaptır.
-
1854 Balaklava Savaşı
İngilizlerin Büyük Yalanı, Türk Askerinin Kahramanlık Destanı "Hafif Süvari Alayı Hücumu"
600 İngiliz askerinin öldüğü iddia edilen ve İngiliz tarihine bir efsane şeklinde geçen Balaklava Savaşında ölenlerin aslında Türk askerleridir. İngiltere de kamuoyunun desteğini sağlamak için savaşla ilgili her şey çarpıtılmıştır.
İngiliz tv kanallarında yayınlanan "Battlefields Detectives" yani savaş alanları detektifleri programında, kendi generallerinin sahte raporlarını ispat ettiler.
Savaş alanları detektifleri, savaş arazisinde elektronik detektörlerle aramalara giriştiler ve Türk askerlerine ait çok sayıda kalıntıyı ortaya çıkardılar. Türk askerlerine ait olan düğmeler, 1830 yılında İstanbul da basılmış Osmanlı paraları ve yine Türkler tarafından kullanılan tophane işi denilen toprak ağızlık parçaları, Balaklava Savaşının bilinenlerden başka şekilde yaşandığı yolunda kuşkular yarattı.
savaş alanları detektifleri vardıkları sonuçtan oldukça şaşkındılar ve 150 yıl önceki savaşın kayıtlarının tahrif edilmiş olması üzerine araştırmalarını genişlettiler. Londra ya dönüşlerinden sonra zayiat kayıtları da tek tek elden geçirildi ve Balaklava da öldüğü söylenen 600 askerin sadece 120 sinin can verdiği, diğerlerinin ise sağ salim İngiltere ye dönmüş oldukları ortaya çıktı.
Araştırmaların tamamlanmasından sonra, dört bölüm olarak yayınlanan programda bütün bu gerçekler tek tek anlatılıyor. Türk askerlerinin ümitsiz bir savunma yaptıkları söyleniyor. Hadiselerin nasıl değiştirildiği anlatılıyor. Türkler in kaybını umursamamamız bir yana, yaralılarımızı bile onlara taşıttık ama kayıplarından hiç söz etmedik deniyor.
Konu ile ilgili olarak geçen yıl (2016) yüklemiş olduğum video ektedir.
Videonun özellikle 38:48 saniyesinden sonra başlayan bölümü Türk askerinin cesaretini ve savaşa katkısını açıkça göstermektedir.
https://www.youtube.com/watch?v=NKoBg1yv0A0
http://i.hizliresim.com/aL1X17.jpg
-
1917 Haydarpaşa Faciası
http://i.hizliresim.com/YDOqlz.jpg
http://i.hizliresim.com/qbJjM5.jpg
http://i.hizliresim.com/aL1dDO.jpg
6 Eylül 1917′de Haydarpaşa, cehennemi yaşadı. Suriye Cephesi’ndeki Dördüncü Ordu’ya asker, silah ve cephane götürmek üzere harekete hazır bekleyen bir trenle, yolcu dolu bir banliyö treni ateş aldı. Gar harabeye döndü. Yüzlerce insan öldü.
İmparatorluk başkenti İstanbul’da büyük korku ve dehşet yaratan, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olay, Saatler 16.30′u gösterirken, kentin Anadolu yakasındaki büyük patlamayla birlikte, toprak sarsıldı, kimi yerlerde binaların camları kırıldı, sokaklardaki insanlar, korku içinde, kaçacak yer aramaya başladılar. Hemen herkesin zihninde aynı soru şekilleniyordu:
Neydi bu patlama?..
Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü günlerdi. O sıralarda İngiliz savaş uçakları, sık sık İstanbul semalarında beliriyor, birkaç yere bomba attıktan sonra uzaklaşıp gidiyorlardı. Bu nedenle, önce patlamanın İngiliz uçaklarının attığı bombalardan kaynaklandığı sanıldı.
Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu, daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara karşısında dona kaldılar. Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu. Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.
Haydarpaşa, cehennemi yaşıyordu
Cephane stoklarının peş peşe infilakı, her geçen dakika, ölü sayısını artırıyordu. Yangın iyice yayılmış; ambarları, silo ve diğer küçük binaları da etkisi altına almıştı.
Kadıköy’de korku ve panik
İlk patlamayla birlikte Kadıköy’de, özellikle sahil kesiminde tüm evlerin camları kırılırken, sokaktaki insanların üzerlerine yağmur gibi, irili ufaklı taşlar, ahşap vagon parçaları yağıyordu.Kadıköy Çarşısı’nda alışveriş yapanlar, kendilerini bir anda böylesi bir felaketin içinde bulunca, can havliyle çevredeki binalara sığınmaya çalıştılar. Bu kargaşa içinde, ayaklar altında kalıp ezilenler de oldu.
Birer şarapnel gibi ortalıkta uçuşan taş parçaları, yalnız Kadıköy’de değil, olay yerine bir hayli uzaktaki Kuşdili Çayırı’nda bile yaralanmalara yol açtı. Örneğin Kuşdili Çayırı’nda sevgilisiyle kol kola gezmekte olan gümrük komisyoncusu Dimitri, acı bir feryatla yere yığılmış, yüzü gözü kan içinde kalarak bayılmıştı. Daha sonra hastanedeki tedavisi sırasında, bir mermi parçasının yanağını parçalayarak dilini kopardığı ortaya çıkacaktı.
Patlama şehrin her yerinde halk arasında paniğe yol açmıştı
Korkunç patlamalar yalnız Haydarpaşa ve Kadıköy’de değil, şehrin hemen her kesiminde duyulmuş, halk arasında paniğe yol açmıştı. Olay sırasında denizde sefer halinde olan gemilerdeki yolcular arasında da büyük panik yaşanmıştı. Köprü-Kadıköy seferini yapan bu gemilerden birinde bulunan ve patlamanın kaza sonucu meydana geldiğini iddia eden Alman doktor Wilhelm Feltman, yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
“6 Eylül 1917′de öğleden sonra saat 3 ila 4 arasında, tanıdığım bir Türk subayıyla birlikte Galata Köprüsü’nden vapurla Asya sahilindeki Kadıköy’üne geçiyordum. Bu subay, bana bir yerde cereyan eden ateş düellosuna ait uzun bir hikayeyi anlatırken ben Haydarpaşa’ya bakıyordum, İstasyonun önünde birçok mavna boşaltılıyordu. Birdenbire tam karaya çıkarken, bir hamalın sırtındaki büyük bir sandığın yere düştüğünü gördüm. Akabinde bir şey parladı ve patladı. Yanımdaki subayla bir kelime konuşmaya zaman kalmadan müthiş bir infilak bizi sarstı. Gemimizde bir kargaşa oldu ve infilaklar birbirini izlerken dört tarafımızda suya öte beri düşmeye başladı. Herkes sahildeki cephanenin havaya uçtuğunu anlayarak kanepelerin altına saklanıyordu. Kaptan şaşırmış kalmış ve gemiyi infilakların olduğu yere doğru sevk ediyordu. Bir Türk deniz subayı, kaptanı mevkiinden defederek kumandayı eline aldı ve vapuru tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı. Demiryollarındaki vagonlar birbirini müteakip patladığı için infilaklar gece yarısına kadar devam etti, Savaştan ancak birkaç sene önce açılan güzel istasyon binası, bütün gece alevler içinde kaldı. Felaketin kaç kişinin hayatına kıydığı anlaşılamadı.â€
Yangın kontrol altına alındıktan sonra facianın bilançosu da ortaya çıktı.
Olay sırasında, biri banliyö treni, diğeri asker dolu iki tren, içindekilerle birlikte yanmış, aralarında gar personelinin de bulunduğu çok sayıda insan da ölmüştü, İstasyon, yakınlarından bir haber alabilmek ya da yakınlarının cesetlerini bulabilmek için, İstanbul’un dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.
Gazetelere sansür
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı. İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.
Yapımı yıllar süren muhteşem gar binası acınacak haldeydi. Sivri kuleleri uçmuş, çatısı tamamen yanmış, tüm camlan kırılmış ama yine de ayakta kalmıştı. Bunun yanı sıra liman tesisleri, ambarlar, personel binaları da yerle bir olmuştu. Haftalardan beri Yıldırım Ordularına gönderilmek üzere Haydarpaşa’da toplanan yüzlerce ton cephane ve erzak da yok olmuştu. Bu durum, Suriye ve Irak’taki Türk-Alman Cephesi’ni olumsuz etkileyecek, hatta cephenin düşmesine yol açacak etkenler arasında yer alacaktı.
Farklı iddialar ve söylentiler
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin koyduğu sansür ve bu konudaki suskunluğu, facianın nedenleri hakkında halk arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açtı.
İngiliz Savaş Uçakları mı? Kimileri, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığını öne sürüyordu; ama o gün İstanbul’a bir hava akını yapılmadığı belirlenmişti.
Denizaltı mı? Bazılarına göre de Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a gelmeyi başaran bir düşman denizaltı, Haydarpaşa’yı top atışına tutmuş, cephanelerin ateş almasıyla facianın boyutları büyümüştü.
Sabotaj mı? Bazı görgü tanıkları ise olayın ‘sabotaj’ olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaya göre, limanda vinçleri kullanmakta olan Ermenilerden bazıları, mavnalardan aldıkları cephane sandıklarını kasti olarak yere atmış, patlayan cephane sandıkları diğerlerinin de tutuşmasına ve facianın büyümesine yol açmıştı.
Alman ordusundaki Fransız ajanı
Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezaretinde kurulan ‘İhracat, İthalat ve Siparişat-ı Umumiye Dairesi’nde yedek subay olarak görev yapan A. Baha Özler de Haydarpaşa’ya sabotajın, Alman ordusunda görevli bir Fransız ajanı ve yardımcıları tarafından yapıldığını iddia etmektedir.
Baha Özler’in Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1980 sayısında “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım†başlığı altında yayımlanan anılarında anlattığına göre, bu kişinin adı Georges Mann’dı.
Baha Özler’in çalıştığı dairenin Sirkeci Gümrüğü’nde yaptığı kontroller sırasında, Georges Mann, onlara yardımcı olmak ve tercümanlık yapmakla görevlendirilmiş ve kısa sürede herkesin güvenini kazanmıştı. Öyle ki, Harbiye Nezareti’ne elini kolunu sallaya sallaya girip çıkıyor, istediğiyle görüşebiliyor, bazen de kurye olarak Almanya’ya gidip geliyordu.
Baha Özler anılarında, patlamanın olduğu gün Georges Mann’ı telaşla Sirkeci’ye doğru koşarken gördüğünü, durumda bir fevkaladelik olduğunu anlayarak peşine takıldığını, daha sonra esrarengiz Almanın daveti üzerine bir motorbotla Haydarpaşa’ya gittiklerini kaydeder. Georges Mann, burada alevlerin arasına dalarak çok sayıda fotoğraf çekmiş, bu fotoğraflardan birkaç kopyayı hatıra olarak kendisine vermişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra terhis olan yazar, Georges Mann’la Beyoğlu’nda bir birahanede karşılaştığını, onun kendisine ‘Fransız ajanı’ olduğunu itiraf ettiğini, hatta kimliğini gösterdiğini belirtir. Baha Özler’in anılarında anlattığı bu olayın doğruluk derecesi bilinemiyor. Ama bilinen şu ki, Haydarpaşa Garı, gerçekten büyük bir felaket geçirmişti.
-
1995 Kardak Krizi
http://i.hizliresim.com/brL6JY.jpg
http://i.hizliresim.com/dP7BkZ.jpg
Yıl 1995. 25 Aralık günü Türkiye bandralı bir yük gemisi Kardak kayalıklarında karaya oturdu. Türkiye’de İkizce, Yunanistan’da Limnia olarak bilinen iki küçük kayadan oluşan bu toprak parçası toplam 40 dönüm yani 0,4 kilometre kare. Üzerinde yerleşim yok. Kime ait olduğu konusunda Kardak özelinde belli bir anlaşma yok.
Bodrum'un 3,8 mil açığındaki kayalıktan gemiyi kimin kurtaracağı tartışma konusu oldu. Sonra gemi zaten kendi olanaklarıyla kurtuldu.
Dönemin Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos, o gün olanları BBC’ye yıllar sonra şöyle anlatıyor:
"Deniz Ticaret Bakanı tarafından uyarılmıştım. Beni aradı ve bir Türk kargo gemisinin İmia adaları civarında karaya oturduğunu söyledi. Yardım teklifinde bulunmamızı önerin dedim. Sonra Noel'e denk gelen o gün beni aradılar ve kaptanın Türk yetkililerle konuştuğunu ve 'Türkiye sınırları içinde olduğu için bizim desteğimizi istemediğini' söylediler. Ben de 'Tamam' dedim, 'Boğulmasına izin vermeyin ve beni gelişmelerden haberdar edin'… Bir sorun çıksın istemiyordum.
“Sonra gemi kendi motoruyla kurtuldu ve bizim yardımımıza ihtiyacı olmadı. Bu bölgenin deniz sınırları yok, iki ülke arasındaki hiçbir anlaşmayla da belirlenmemişâ€¦"
Aynı haberde dönemin Türkiye Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Onur Öymen ise olayı Yunanistan tırmandırdı diyor.
Kardak Krizi nasıl başladı?
Ocak boyu karşılıklı açıklamalarla süren gerginlik 1996 Ocak ayı sonunda kriz haline geldi ve iki tarafın askerleri karşı karşıya geldi.
Krizi tırmandıran her iki ülkeden adaya çıkıp bayrak diken sivillerdi.
26 Ocak 1996 günü, Kardak’a en yakın ada olan Kalimnos (Kilimli) Adası papazı, belediye başkan yardımcısı ve çocukların Kardak Kayalıkları'na çıktı ve bayrak dikti. Onur Öymen’in ifadesindeki vurgu bu nedenle.
27 Ocak günü Hürriyet Haber Ajansı İzmir Bürosu'ndan Aykut Fırat ve Cesur Sert, Kanal D kameramanı Osman Korkmaz ve pilotları Kemal Süler, Kardak’ı görüntülemek için havalandı. Kendi ifadelerine göre kayalıkta Yunanistan bayrağını görünce hava koşullarının olumsuzluğuna aldırmadan iniş yaptılar. Yanlarında Türkiye bayrağı vardı, Yunanistan bayrağını indirip diktiler. Bunları yaparken fotoğraflarını çekip haber yaptılar. Haber yayınlanınca gerilim daha da artırdı.
Yunanistan askerleri iki kayalıktan doğuda olanına çıktı. 30 Ocak gecesi Türkiye SAS komandoları batıdaki Kardak kayalığına çıktı. Kayalıkların iki tarafında iki bayrak dalgalanıyordu.
30 Ocak'ı 31 Ocak'a bağlayan gece Yunanistan’ın bölgedeki helikopteri düştü. Üç kişilik mürettebattan kurtulan olmadı. Yunanistan tarafı helikopterin Türkiye tarafından düşürüldüğünü iddia etti. Türkiye tarafı hava şartlarının kötü olduğu, bu nedenle düştüğünü öne sürdü. Kardak'ta iki tarafın askerlerinin birbirlerine ateş açtığı iddiaları seneler içinde çeşitli kereler iddia edildi.
Kriz ABD Başkanı Bill Clinton'un iki tarafa açtığı telefonlar; Amerikan delegesi Richard Holbrooke ile NATO Genel Sekreteri Javier Solana’nın araya girmesiyle çözüldü. Kardak gündeme geldiği gibi hızla çıkıverdi.
Sorunun tarihi arka planı
Osmanlı İmparatorluğu’nun yaklaşık 400 yıl yönettiği Rodos ve 12 Ada*, Nisan-Mayıs 1912’de İtalya ile Osmanlı Devleti arasındaki Trablusgarp Savaşı sırasında İtalyanlar tarafından işgal edildi.
Balkan Savaşları sırasında Ekim-Kasım 1912’de diğer Ege Adaları da Yunanistan tarafından işgal edildi. Birinci Dünya savaşı sonunda Ege Adaları’nın kime ait olduğu, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile belirlendi. Bu antlaşmanın 15. maddesi Rodos ve 12 Ada ile Meis’i İtalya’ya bıraktı. 12. maddesi de Gökçeada ve Bozcaada dışında kalan Ege Adaları’nı askerden arındırılmak şartıyla Yunanistan’a bıraktı.
İkinci Dünya Savaşı’nda sonrası 10 Şubat 1947’de İtalya Paris Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmayla 12 Ada silahsızlandırılmak şartıyla Yunanistan’a bırakıldı.
Bu antlaşmalar iki ülke arasındaki sorunları tam olarak çözmedi, diplomatik, ticari ve siyase sorunlar sürüyor. Bu konunu ayrıntısı uzun. Dışişleri Bakanlığı’nın bu konuda hazırladığı beş maddelik özet konuyu merak edenlere bilgi verecektir.
21 yıl önce Kardak’ta asıl mesele
1996’da asıl mesele 40 dönümlük kayalıkların kime ait olduğu değildi. Dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın BBC’ye verdiği yanıttan anlaşılacağı üzere Figen Akat’ın batmasını engellemek yeterli olacaktı. Ancak yaklaşık 1 ay sonra iki tarafın askerleri küçücük iki kayalıkta ellerinde silah birbirlerini ölçüyordu.
Mesele iki ülkenin de o sırada iç siyasetindeki kırılgan bir dönem yaşıyor oluşuydu.
Yunanistan'da neler oluyordu?
Avrupa Birliği ile Türkiye 31 Aralık 1995 günü Gümrük Birliği anlaşması yaptı. Yani ki taraf ticari ürünlerini herhangi bir gümrük kısıtlaması olmaksızın satılabilecekti. Bu gelişme Yunanistan’da ciddi tartışmalara neden oldu.
Dönemin Başbakanı Andreas Papandreu (Yorgo Papandreu'nun babası), Panhelenik Sosyalist Hareket'in (PASOK) lideriydi. 1988’de Turgut Özal ile Davos’ta bir araya gelmiş ve iki ülke arasındaki yumuşama siyasetini benimsemişti.
Ama PASOK açısından işler iyi gitmiyordu. Çünkü Figan Akat yük gemisi Kardak’ta karaya oturmadan yaklaşık bir ay önce Papandreu böbrek yetmezliği ve kalp rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırıldı.15 Ocak 1996’da sağlık nedenleriyle Başbakanlıktan çekildi. Ülkede ciddi bir siyasi kriz vardı. Ülke yeni seçimlere hazırlanıyordu. Aşırı sağcılar PASOK’un Türkiye ile barış siyaseti üzerinden propaganda yapıyordu.
Ülkeyi seçime kadar götürme görevi PASOK’un başına geçen Kostas Simitis’e kalmıştı. Aslında barış yanlısı olan –ki bunu 1999 Marmara Depreminde daha sonra gösterme fırsatı bulacaktı- Simitis iç politikada sıkışık durumdaydı ve Kardak Krizi’nin ortasına düşmüştü.
Aynı anda Türkiye’de neler oluyordu?
O sırada Türkiye’de de siyasi bir kriz yaşanıyordu. Türkiye’de 24 Aralık 19965’de seçimler yapılmıştı. Refah Partisi oyların 21,4’ünü alarak seçimden galip çıkmıştı ancak tek başına hükümeti kuramıyordu. Partiler arası koalisyon görüşmeleri sürüyordu. Başbakanlık koltuğunda hala Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller oturuyordu ve siyasi krizi iyice büyüten cümleyi iktidarda olduğu süre boyunca yaptığı gibi pervasızca söyleyivermişti: “O bayrak inecek, o asker gidecekâ€. Çiller’in ve Doğru Yol Partisi’nin siyasi etkinliği hızla azalıyordu.
2017 Kardak gerilimi
29 Ocak 2017 Orgeneral Akar Kardak’ta
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar, Aksaz Deniz Üs Komutanlığı ve Donanma Komutanlığına bağlı gemilerde inceleme ve denetlemelerde bulundu. Denetleme sırasında Kardak Kayalıkları bölgesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait 2 hücumbotla gitti.
Yunan botunun, Orgeneral Akar'ın Kardak'a girmesini önlemeye çalıştığı iddia edildi.
Yunanistan Savunma Bakanlığı açıklaması
Yunanistan Savunma Bakanlığı, Orgeneral Hulusi Akar'ın Kardak Kayalıkları'nı ziyaretine ilişkin bir açıklama yaptı.
"29 Ocak günü saat 11.00'de bir Türk savaş gemisi ve içinde özel kuvvetlerin olduğu iki şişme bot İmia adasına yaklaştı ve 7 dakika orada kalarak Yunan karasularını ihlal etti. Yunan tarafı olarak bölgede sahil güvenlik kuvvetlerinin gemileri bulunuyordu. Aynı zamanda Deniz Kuvvetlerinin de bir gemisi Türk gemilerini takip etti. Türk gemileri Yunan karasularına girdikten sonra hemen gerekli tedbirler alındı ve uyarılarda bulunuldu. Türk gemileri bölgeden ayrılarak Bodrum istikametine yöneldiâ€.
1 Şubat 2017 Yunanistan Savunma Bakanı Kardak’ta
Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kamenos, sabah erken saatlerde Kardak kayalıklarının deniz bölgesine çelenk bıraktı.
Yunanistan her yıl 30 Ocak’ta Kardak kayalıklarına gelerek, 1996 yılında kriz sırasında düşen helikopterde ölen üç Yunanistan askeri için anma töreni düzenliyordu. Bu yıl 29 Şubat’ta Hulusi Akar’ın Kardak’a 29 Şubat’ta gitmesi üzerine Yunanistan askeri birliği bu yıl kayalıklara uğramamıştı. Ancak Türkiye basınında Akar'ın yolunun kesilmeye çalışıldığı yazıldı.
İki ülke botları nöbette
Türkiye Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı bir savaş gemisi ile iki hücum bot Kardak Kayalıkları’nın Türkiye tarafında; Yunanistan tarafında ise Yunanistan Sahil Güvenliğine ait bir bot nöbet tuttu.
Türkiye sahil güvenlik uçağı alçak uçuş yaptı
Türkiye Sahil Güvenlik uçağı Yunanistan Savunma Bakanı’nın ziyareti sonrası Kardak kayalıkların üzerinde 6 kez sorti yaptı. Bunun üzerine gerilim yeniden arttı. Yunanistan Sahil Güvenlik botu Türkiye karasularına girdi. Türkiye Sahil Güvenlik Komutanlığına ait bir savaş gemisi ve iki hücum bot tarafından önü kesildi. Yunanistan botu kendi su sınırlarına çekildi.
Bugün neler oluyor?
Karşılıklı açıklamalar ise 21 yıl öncesini anımsatıyor. Bir tek birilerinin gidip adaya bayrak dikmesi kaldı.
Asıl mesele her iki ülkedeki iç siyasetin sıkışmış olması.
Türkiye ile başlayalım.
Anayasa değişikliği teklifini referanduma alelacele taşıyan AKP iktidarı, görünen o ki olası bir yenilgiden endişe ediyor. Teklif Cumhurbaşkanı’nda; ancak bir türlü imzalayıp, kampanyaya başlayamıyor.
1 Şubat günü Cumhurbaşkanı sürpriz bir biçimde Başbakanı makamına çağırdı. Görüşmenin detayı bilinmiyor. Ardından bugün 5 Şubat’ta bir kez daha çağırdı.
Başbakan bu görüşmeden önce İstanbul’da Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Projesi Temel Atma Projesi’nde Cumhurbaşkanlığı sistemine neden evet dediklerini anlatmaya çalıştı. Ama nedenleri, kimlerin hayır dediği üzerineydi. Özetle tüm muhalefet hayır dediği için evet dediklerini söylemiş oldu. Kısacası “iç ve dış düşmanlar†polemiği üzerinden referandum çalışması yapacaklarını göstermiş oldu. “Dış düşman†eksikliği yaşanıyor olsa gerek, Türkiye’nin sürekli yedekte beklettiği Yunanistan krizi yine gündeme geldi.
Yunanistan’da da durum benzer. Yunanistan kredi anlaşmalarından doğan ekonomik krizin etkilerini hala yaşıyor. SYRIZA’nın koalisyon ortağı milliyetçi Bağımsız Yunanlar (ANEL) lideri şu an Savunma Bakanı olan Panos Kammenos. Ve Yunanistan tarafında gerilimi artıran açıklamalar ondan geliyor. Kammenos bir Yunanistan milliyetçisi ve 1996 Kardak Krizi ile yakından ilgili. Göreve geldiğinden beri her yıl dönümünde düşen helikopterdeki üç Yunanistan askeri için kayalıklara çelenk bırakıyor.
Sözün özü Kardak Krizi her iki ülke tarafından iç siyasetinde kriz olduğu dönemlere denk geldiği sürece yeniden yeniden oynanacak bir koz olarak masada tutuluyor.
-
Adolf Hitler'in son fotoğrafı, 30 Nisan 1945
http://i.hizliresim.com/r3J16N.jpg
-
-
1944 Auschwits toplama kampında esir tutulan bir grup çocuk
http://i.hizliresim.com/M0aDV1.png
-
Dünyanın 7 harikasından biri olan, bugüne kadar gelmiş İnka antik şehri Machu Picchu'nun keşfedildiği yıldaki ilk fotoğrafı, 1912
http://i.hizliresim.com/9QDNYN.jpg
-
2006 Beyrut, Lübnan.
Zengin gençler, güney Beyrut' ta harap olmuş bölgeleri geziyorlar..
http://i.hizliresim.com/8MNzXn.jpg
-
-
1918 Ermenistan a yapılan Amerikan yardımı sonrası ermeni öğrencilerin yaptığı teşekkür kompozisyonu
(Amerika biz sana teşekkür ederiz)
http://i.hizliresim.com/ZZO3j3.jpg
-
1960 Gangster Mickey Cohen, kapak olduğu gazetelerin önünde durarak şehrin en ünlü vatandaşı olduğunu kanıtlıyor
http://i.hizliresim.com/oj6VpR.jpg
-
-
-
İngiliz General Horatio Gordon Robley, öldürdüğü Yeni Zelanda yerlilerinin kesik başlarından oluşturduğu koleksiyonuyla 1895
http://i.hizliresim.com/9QDN7o.jpg
-
1937 Hindenburg felaketi.
Hizmetinin ikinci yılında iniş sırasında yanarak düştü ve 36 kişi hayatını kaybetti.
http://i.hizliresim.com/ALyzdQ.png
http://i.hizliresim.com/Qap2jA.jpg
Hindenburg felâketi 6 Mayıs 1937 tarihinde, New Jersey'deki Lakehurst donanma hava üssünde gerçekleşmiştir.
Yapılmış olan en büyük zeplin olma özelliğini taşıyan LZ 129 Hindenburg, bilinen adıyla Hindenburg Zeplin'i (Almanca: Luftschiff Zeppelin â„–129) ani dönüş yapmasının etkisiyle kopan iskeletin, zeplinin havada kalmasına yarayan hidrojen tanklarından birini delmesiyle oksijenle karışmış ve statik kıvılcımlanma ile bir anda alev almıştır.
36 saniyede zeplinin içinde bulunan yolculardan (36 yolcu ve 61 mürettebattan) 36'si hayatını kaybetmiştir.
Bu facia daha sonra, modern havacılık tarihinin başlamasına sebep olmuştur.
-
1944 yılında Fransa'da Nazi'lerle işbirliği yaptığı iddialarıyla suçlanan ve teşhir edilen kadınlar...
http://i.hizliresim.com/5gGyBM.png
-
1945 Iwo Jima'da savaşan Amerikan askerleri Amerika bayrağını Suribachi Dağı'na dikiyor.
http://i.hizliresim.com/ldbZVl.png
Bu fotoğraf karesi, Amerikan tarihinde bir efsane haline gelmiştir.
-
1973 yılında Şili'de demokratik seçimle gelen Başkan Salvador Allende'nin askeri darbe sırasında ölümünden birkaç saat öncesi
http://i.hizliresim.com/M0aVPM.jpg
Şilili devlet adamı ve Batılı devletlerde serbest seçimle iktidara gelen ilk Marksist devlet başkanıdır.
Ne var ki işçi sınıfının egemenliğinde bir cumhuriyet kurma amacını gerçekleştiremedi.
Göreve başladıktan üç yıl sonra amerika destekli askerler, onun başkanlığını sürdürdüğü sosyalist iktidarı bir darbe ile ortadan kaldırdı.
http://i.hizliresim.com/QapL4j.jpg
Darbe diyince bizim aklımıza 12 Eylül gelir. Kenan Evren, cunta ve Amerika… CIA, kontrgerilla…
11 Eylül denince de –2001’den itibaren- Amerika; Bin ladin, El Kaide, ikiz kuleler…
2001’den önce ise 11 Eylül demek, Şili Darbesi demektir; Allende, Pinochet ve tabii ki yine Amerika, CIA, ITT, kontrgerilla…
11, 12, 13, Eylül, Ekim, Kasım farketmez; eğer dünyada organize cinayet varsa, eğer silahlar zalim adına konuşmuşsa çok büyük ihtimalle orda Amerika vardır.
Tümevarım dedikleri bu işte.
Amerika’nın demokrasi ihracı motivasyonu malum. 11 Eylül 1973’de, demokratik seçimlerle başkan olmuş Salvador Allende, CIA destekli faşist Pinochet tarafından devrildiğinde, daha sonra ABD Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan, o günlerde ise Başkan Nixon’un güvenlik danışmanı Henry Kissinger “Kendi halkının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir†demişti. Kissinger aynı yıl Nobel Barış Ödülü’nu kazanmıştı.
Biraz geriye saralım.
Orta-üst sınıf liberal bir ailenin 1908 doğumlu oğlu olan Salvador Allende, henüz üniversitede tıp eğitimi alırken öğrenci hareketlerinde görev almış, liderlik etmeye başlamıştı.. 1933 yılında Şili Sosyalist Partisi’ni kurdu. 1938 yılında sloganı “Ekmek, Bir çatı ve İşâ€ olan Pedro Aguirre Cerda önderliğindeki The Popular Front partisinden seçimlere girdi. 1939 yılında Cerda hükümetinin Sağlık Bakanı olarak görev aldı. Bakanlığı sırasında yoksulların sağlığı için yürüttüğü politikalarla halkın sempatisini topladı. 1945, 1953, 1961 ve 1969’da senatör olarak seçildi ve mecliste görev yaptı. 1966 yılında senato başkanı seçildi.
1952, 1958 ve 1964 seçimlerindeki 3 başarısız girişimin ardından (ki sırasıyla %5.4, %28,5 ve 38,6 oy almıştı) 1970 seçimlerini Unidad Popular koalisyonu sayesinde 36,2 oyla kazandı. (diğer iki rakibi %34,9 ve 27,8 oy almıştı) Böylece yıllar süren politik mücadelesinin ardından, demokratik bir seçimle devlet başkanı olan ilk Marksist oldu.
Tabii ki seçim sonuçları ABD’nin hiç hoşuna gitmedi. Allende, Sosyalist Parti’de sürdürdüğü tüm politik kariyeri boyunca Şili Komünist Partisi’yle de oldukça yakındı. Küba Devrimi lideri Fidel Castro ile yakın ilişkileri vardı. Ve yazının başında alıntıladığım gibi ABD Hükümeti Şili halkının sorumsuzluğuna kayıtsız kalamazdı; nihayetinde mesele seçmenlerin kararına bırakılmayacak kadar önemliydi.
Sam Amca’nın kendisine has bir demokrasi anlayışı vardı.
Seçimin ardından kaybeden taraflar olan Hristiyan Demokratlar ve Popular Unity, Genelkurmay Başkanı René Schneider ile toplantılara başladı. Artık Schneider’den ne istedilerse ve Schneider ne cevap verdiyse, birkaç gün sonra ülkenin koca Genelkurmay başkanı kaçırıldı ve öldürüldü. Daha sonra çıkan belgelerle bu operasyonun CIA operasyonu olduğu anlaşıldı.
Seçimlerin ardından Allende kendisinden bekleneni yaptı. “La vía chilena al socialismo†(Sosyalizme giden Şili yolu) adını verdiği programla topraksız köylüye toprak dağıttı, ülkenin en büyük kaynağı olan bakır sektöründeki hemen hemen tamamı ABD’li olan karteller dağıtıldı ve bakır endüstrisini millileştirdi. (Mevzubahis bakır kartellerinin en büyüğü de CIA’in çok sevdiği, mümkün olan her türlü operasyonunda aktif görev alan ITT şirketiydi.)
Sağlık ve eğitim ücretsiz sunulmaya başlandı. Çocuklu ailelere bedava süt verildi. Belli bir hektarın üzerinde toprak sahibi olmak yasaklandı. Bu çerçevede toprak ağalarının limit üstü toprakları topraksız köylüye dağıtıldı. İlk yıllarda işler yolunda gitti. Sanayi üretimi %12, milli gelir %8,6 arttı. Enflasyon %35’ten %22’ye düştü. İşsizlik %3,8’e kadar düştü.
Ancak sosyalizm tatlı bir rüyaydı. Kapitalizmin sosyalist bir ülkenin başarılı olmasına tahammülü olamazdı. ABD’nin de olmadı. 16 Ekim 1970 tarihli CIA raporunda ABD hükümetinin Şili’de darbe hazırlığı yapılması emri yazılıydı. Darbe’ye giden yol da ekonomik istikrarsızlıkla süslenmek isteniyordu.
Şili’nin tek kayda değer gelir kalemi olan bakır ihtacatı neredeyse durdu. Milli gelir düştü, enflasyon arttı. Hükümet temel gıda ürünlerinin fiyatını sabitledi. Yüksek enflasyon, fiyat sabitleme ve ürün arzının düşmesi ile karaborsa başladı. Un, şeker, pirinç, fasulye… Türkiye’nin de aynı yıllarda yokluğuna alışkın olduğu ürünler karaborsaya düştü.
Yaşanan ekonomik krize rağmen Allende 1973 seçimlerinde oyunu %43’e çıkartarak iktidarda kaldı. Bu yaşananların ardından milliyetçiler ve hristiyan demokratlar, Roman Katolik Kilisesi’nin de desteğini alarak Demokratik Koalisyonu kurdular.
CIA ödenekleriyle beslenen Demokratik Koalisyon Meclis üstünlüğünü eline almıştı. Ancak ABD’nin işi demokrasiye bırakmayacağı çok belliydi. Nixon hükümeti Allende’den kurtulmalıydı. 29 Haziran 1973’de Albay Souper emri altındaki tanklarla başkanlık sarayını kuşattı, ancak hükümeti deviremedi.
Mayıs 1973’de Şili Yüksek Mahkemesi Allende hükümetinin verdiği kararları yasadışı olarak nitelendirdi.
Ağustos 1973’de Şili Meclisi Allende’nin anayasal suç işlediğini, diktatörlük peşinde koştuğunu ilan etti. Demokrasi aşığı meclis, ordunun yönetime el koymasını istiyordu.
Pinochet yönetimindeki ordu bu çağrıya sessiz kalmadı. 11 Eylül 1973 Salı günü Pinochet başkanlığındaki, tüm kuvvet komutanlarının katıldığı cunta başkanlık sarayı La Moneda’yı bombaladı. İşte Allende’nin o meşhur miğferli, makineli tüfekli son fotoğrafı o sabah çekildi
Başkan, katledilmesinden çok az önce halkına son konuşmasını yaptı. Sözlerinde acının değil, ihanete uğramışlığın izi olduğunu ve istifa etmeyeceğini kesin bir dille belirttiği konuşmasında son sözleri şunlar oldu:
Magallanes Radyosu bombalanıyor, büyük ihtimalle susturulacak ve durgun sesim size ulaşamayacak. Bu önemli değil. Siz beni duymaya devam edeceksiniz. Her zaman yanı başınızda olacağım. En azından, şerefli ve sadık bir adam olarak hafızalarınızda kalacağım.
Ülkemin emekçileri: Şili’ye ve Şili’nin alın yazısına inanıyorum. Vatan hainliğinin egemenliğini kurduğu bu kara ve acı anın üstesinden başkaları gelecek. Blin ki çok yakında, çok daha iyi bir toplum yaratmak üzere özgürce yürüyeceksiniz.
Yaşasın Şili! Yaşasın Şilililer! Yaşasın emekçiler! Bunlar benim son sözlerim. Fedakarlığımın boşa çıkmayacağına eminim. En azından satılmışlığı, korkaklığı ve hainliği cezalandıracak ahlaki bir ders olacağına eminim.
http://i.hizliresim.com/oj6Xr7.jpg
Pinochet’in askerleri başkanlık sarayını kuşattı. Allende’ye teslim ol çağrısı yapıldı. O, teslim olmadı. Başında miğferi, elinde makineli tüfeği ile son mermisine kadar savaştı. Başaramadı.
Augusto Pinochet devlet başkanı ilan edildi ve 1990 yılına kadar Şili’yi diktatörlükle yönetti.
-
1973 Diktatör Augusto Pinochet yönetimince katledilen ünlü Şili'li müzisyen Víctor Jara
http://i.hizliresim.com/r3J50N.jpg
Víctor Jara, diğer şarkıcılarla birlikte Salvador Allende ve sol partilerini birleştiği bir hareket olan Unidad Popular yararına birçok konser verir. 11 Eylül 1973'te Augusto Pinochet'nin gerçekleştirdiği darbe sırasında, Víctor Jara "Teknik Üniversite"deki işi başında tutuklanır ve birçok yoldaşı gibi Şili Ulusal Stadyumu'nda işkence görür.
Bir daha gitar çalamaması için elleri kırılır.
Hatta bu korkunç işkenceler sırasında bile Jara, Venceremos şarkısını söylemeye çalışmaktadır.
https://www.youtube.com/watch?v=uGazscDbUkI
OLAY TANIK İFADELERİNE GÖRE
Victor Jaraâ€â•yı Santiago (Estadio Chile) stadyumuna getirdiler. Gitarı yanındaydı. Stadyuma girer girmez Unidad Popular (Venseremos) şarkısını çalıp söylemeye başladı. Stadyumun yönetimi vahşi bir faşist olan Albay Mario Manriquez Bravoâ€â•nun elindeydi. Victor Jaraâ€â•nın Venseremosâ€â•u söylemesi ve stadyumdakilerin de buna eşlik etmesi, albayı çok rahatsız etti. Emrinde, en az kendisi kadar faşist ve gaddar iki subayını çağırdı.
Victor Jaraâ€â•nın gitar çalmasını engellemelerini istedi. Subaylardan biri, “Ne olursa olsun engellememizi mi istiyorsunuz komutanım,†diye sorunca, albay Bravo başıyla “evet†anlamında yanıt verdi. İki subay hızla Jaraâ€â•nın yanına ulaştılar. Jaraâ€â•nın etrafı yığınla vatansever tarafından kuşatılmış olduğundan, dipçik darbeleriyle kendilerine yol açıyorlardı. Sonunda Jaraâ€â•nın yanına ulaşmayı başardılar.
Hiç uyarmadılar, tek kelime bile etmediler. Subaylardan biri gitarı Jaraâ€â•nın kucağından alıp yere çaldı. Büyük bir uğultu yükseldi. Ardından kolundan tutup Jaraâ€â•yı yere yatırdılar. Yüzün koyu yatıyordu ünlü müzisyen. Şiliâ€â•nin bağımsızlık savaşçısı, devrimcisi. Subaylardan biri kollarından birinin üzerine ayağıyla basarak kıpırdamasını engelledi. Diğeri ise tüfeğinin dipçiğiyle Jaraâ€â•nın parmaklarını kırdı. Defalarca vurdu, yılmadan vurdu, acımadan vurdu… Sonra subay öteki koluna geçti. Dipçik darbesiyle sağ elini paramparça eden diğer subay bu kez sol eline vurmaya başladı. Jara hala mırıltı halinde Venseremosâ€â•u söylemeye çalışıyordu.
Kısık bir çığlık şeklinde çıkıyordu sesi, ama söylüyordu. Kalabalık dehşet içindeydi ve susmuştu. Herşeye rağmen şarkısını mırıldanmaya çalışan Victor Jaraâ€â•ya “sahibinin sesi†olan subaylar çok sinirlenmişlerdi. Kollarına basan subay da tüfeğini kavramış, dipçiğini Jaraâ€â•ya doğrultmuştu. Jara hafifçe katillerine doğru döndü. O anda şimşek gibi bir dipçik darbesi ağzının tam ortasına yapıştı. Dişlerinden bir iki tanesi kırılmıştı. Ağzından kan fışkırdı. Daha ne olduğunu bile anlayamadan ikinci dipçik darbesi burnuna geldi. Burnu kırılmıştı. Acı ile, ama hala Venceremosâ€â•u mırıldanmaya çalışarak yeniden yüzün koyu yere uzandı. Artık kafasını kaldıracak hali kalmamıştı.
Subaylardan biri tüfeğini bir sopa gibi namlusundan tutarak, tüm gücüyle Jaraâ€â•nın kafasına vurdu. Ses kesilmişti. Kalabalık da donakalmıştı. Saniyeler sonra, diğer subay da tüm gücüyle Jaraâ€â•nın kıpırtısız başına vurdu. Artık Jara kıpırdamıyordu
Cesedi Santiago Mezarlığı yakınında bulunur. Fakat karısı yine de onu onurlu bir şekilde defnetme imkânını bulur. Akabinde Şili'yi terk eden karısı 1994'te onuruna "Fundación Víctor Jara"'yı kurar.
Eylül 2003'te öldürülmesinin 30. yıldönümünde öldürüldüğü Şili Ulusal Stadyumu'nun ismi Estadio Víctor Jara olarak değiştirilmiştir.
EŞİNİN CESEDİ TEŞHİS EDİP BULDUĞU AN
Karanlık bir geçitten büyük bir salona çıktık.. Zemini kaplayan, köşelere yığılı , çoğu baştan aşağı yaralı , kimisinin elleri hala arkasından bağlı çıplak cesetlerin yanından geçerken yeni arkadaşım Hector koluma girdi..
Genci, yaşlısı.. Yüzlerce ceset vardı.. Suratlarına kokuya karşı bez maskeler takılı morg çalışanlarınca ayaklarından sürüklenerek getiriliyor , yığınların üstüne fırlatılıyordu.. Salonun ortasından, Victor u bulmamak istercesine durdum.. İçimi öfke kaplamıştı.. Haykıracağımı, sövmeye başlayacağımı fark eden Hector, Lütfen dedi, Hiçbir şey belli etmemelisiniz.. Başımız belaya girebilir.. Lütfen sessiz kalın.. Gidip ne tarafa bakacağımızı sorayım.. Burası değil galiba..
Yukarı çıkmamız söylendi.. Bina öylesine cesetle dolmuştu ki idari ofisler bile boş değildi.. Uzun bir koridor.. Kapılar.. Kapılar.. Yerlerde yatan, bu sefer giyimli, öğrenci görünüşlü onlarca ceset.. Ve işte orada, dizili cesetlerin ortasında Victor u buldum..
Zayıf, kupkuru görünüyordu.. Ama victor du.. Bir haftada bu kadar çökertecek neler yapmışlardı aşkıma.. Gözleri açıktı ve kafasındaki ürkütücü yarayla yanaklarındaki morluklara rağmen meydan okurcasına hiddetle ileri bakar gibiydi.. Giysileri yırtılmıştı.. Pantolonu ayak bileklerine indirilmiş, kazağı koltuk altlarına sıyrılmıştı.. Lacivert donu bir bıçak veya süngüyle delinmiş gibi görünüyordu.. Göğsü delik deşikti ve karnında kocaman bir yarık vardı.. Elleri, bileklerinden kırılmış gibi tuhaf bir açıyla duruyordu.. Ama bu victor du.. Kocamdı.. Aşkımdı..
Bir yanım o anda ölüverdi.. Orada dikilirken içimdeki bir şeyin ölüşünü hissettim.. Kıpırdayamıyor, konuşamıyordum
-
-
Dünyanın ilk atom bombası, Gadget
http://i.hizliresim.com/kbX98W.jpg
-
6 Ağustos 1945 Japonya, Hiroşima ya atılan atom bombası
http://i.hizliresim.com/X0EMNk.jpg
Amerikan B-29 bomba uçağının Japonya, Hiroşima üzerine atom bombası atmasından yaklaşık bir saat sonra gökyüzü mantar görünümlü bu duman bulutuyla kaplandı. Bombanın atıldığı anda yaklaşık 80.000 kişi daha sonrasında yaralanmalar ve radyasyon sebebiyle 1950 yılına kadar yaklaşık 60.000 kişi daha hayatını kaybetti.
-
1945 Amerikan askerleri Filipinler Kuzey Luzon bölgesinde düşmanın üzerine giderken atılan bombalar sonucu hayatını kaybetmiş bir Japon askerini arkalarında bırakıyorlar.
http://i.hizliresim.com/vbJ67z.jpg
-
1945 Ülkesinin yenilgisine ağlayan Alman çocuk asker.
http://i.hizliresim.com/vbJ674.jpg
Fotoğraflarda ağlayan çocuk 16 yaşındaki Hans-Georg Henke isimli, Hitler in genç askerlerden oluşan birliğinin bir üyesidir.
Bu fotoğraf Almanya nın 2. Dünya Savaşı sonundaki mağlubiyetinden 1 gün önce, 1 Mayıs 1945 de çekilmiştir.
Yüzünden okunan çaresizliği, gözyaşları ve vücuduna çok net bir şekilde bol gelen asker kıyafeti, fotoğrafı güçlendiren ve kitlelere duyuran önemli ayrıntılardan.
-
Ukraynalı askerler katlettikleri sivil yahudilerin başlarında, Varşova, 1943
http://i.hizliresim.com/V0397B.png
-
1868 İngilizler tarafından köle gemisinden kurtarılan çocuklar
http://i.hizliresim.com/YDOQyk.jpg