CHP'ye atılan her suçlama,HER MÜDAHALE TÜRKİYE EKONOMİSİNİ YERLE BİR EDER...
Printable View
CHP'ye atılan her suçlama,HER MÜDAHALE TÜRKİYE EKONOMİSİNİ YERLE BİR EDER...
Ons altın 3528...
Bugün, canlı canlı 2 hisseyi takip ederken endeks şelale olunca baktım bir canlı yayın var. 10 dk. kadar dinledim. Katıl üyeleri varmış. aylık aidat ödeyenler sesli sisteme bağlanıyormuş. Adam utanmadan sıkılmadan 190 izleyicisine '' nedir bu CHP den çektiğimiz.Cebimizdeki paraya kadar bulaştılar. Ne güzel endeks yukarı gidiyordu.....Tek parti olmalı kardeşim. vb.'' propaganda yapıyor ve paralı izleyicilerinden bazıları sesli bağlantı yapabilenlerde destek veriyorlardı. Boranın düşüşünden bile CHP sorumluymuş. Ülkenin bunlardan kurtulması lazımmış.
Bu halkın basireti mi bağlanmış, akıl tutulması mı yaşıyor yoksa biz mi çok safız ?
https://www.youtube.com/watch?v=E1qcX6fgVcg
siyasal islamcılarla mafyanın siyasi ayağı tek muhalefet partisi olan ve birinci parti olan CHPyi parçalamak için yargı terörüyle ahlaksızca saldırıyorlar CHP nin eski siyasi zekası olmayan saftirik başkanıyla safraları dövülmeli CHP parti binasına sokulmamalı yurt dışında çalışanarın büyük bir kısmı sokakta röportajlarında öyle yalanlar konuşuyorlar ki varya insan hayret ediyor bu kadarmı insan hain nankör olur kimisi etin kilosu dörtyüz euro kimisi kırk euro kimisi onbeş euro diyor ahlak sahibi bir vatandaş çıktı güncel fiyatı söyledi dokuz euro dedi hemen ordan kaçtı ulan O çocukları siz bu yalanları konuşurken hiçmi utanmıyorsunuz A...KD oçocukları demiyor bu O çocukları Türkiyedeki ekonomik krizlerin darbelerin bir numaralı sanıklarıdırlar bu O çocukları suçlarını bildikleri için kendilerini savunmaya geçiyorlar bu O çocukları aklı sıra şu andaki haramileri aklamaya çalışıyorlar biz bu O çocuklarının kime oy verdiklerini çok iyi biliyoruz
Türkiye'nin bugün yaşadığı siyasal ve ekonomik çıkmazlar bir günde oluşmadı.
Bu, 1946’da çok partili sisteme geçişle başlayan ama hiçbir zaman tam anlamıyla kurumsallaşamayan bir demokrasinin sonucudur.
Sistem'in 1946'daki "hileli" seçimle başlattığı çok partili hayata geçiş, aslında halkın değil, bir devlet refleksinin ürünüydü.
Demokrat Parti 1950’de iktidara geldiğinde ise bu defa “yeter söz milletin” sloganı, yerini kısa sürede basına sansür, yargıya müdahale ve muhalefeti susturma politikalarına bıraktı.
Yani sistem iş başındaydı, bir vesayet başka bir vesayetle yer değiştirdi.
Menderes dönemi, halkla kurulan sıcak ilişkiyle anılsa da, Türkiye’yi dış borca, tarımda ithalata ve Batı’ya aşırı bağımlılığa sürükledi.
Sistem tarafından 1960 darbesiyle halk iradesi alaşağı edilirken, bu sefer de askeri vesayet dönemi başladı.
Ne yazık ki, hiçbir siyasi lider bu döngüyü kıracak iradeyi gösteremedi.
Süleyman Demirel, 7 kere gidip 8 kere geldi ama her seferinde koalisyon oyunlarıyla, siyasal mühendisliklerle koltuğunu korumaya çalıştı.
1970’lerde Ecevit, halkçı söylemleriyle umut oldu ama ekonomik krizi, kuyrukları, siyasi şiddeti yönetemedi. Ülkede sağ-sol kamplaşmasıyla binlerce genç öldü, Sistem yine devreye girdi.
12 Eylül darbesi, sadece siyaseti değil, toplumun ruhunu da ezdi. Kenan Evren anayasası hâlâ yürürlükte. Ardından gelen Turgut Özal, ekonomide liberalleşmeyi başlattı ama özelleştirmelerle devleti zayıflatırken denetimsiz bir sermaye düzenini getirdi. 90’lar tam anlamıyla bir siyasi kargaşa dönemiydi: yolsuzluk, faili meçhuller, mafya-devlet ilişkileri, koalisyon çöküşleri... Ve bu süreçlerin sonunda halk “istikrar” adına 2002’de AKP’ye güçlü bir yetki verdi.
İlk yıllarında bazı reformlar yapılsa da, 2010’lardan sonra aynı hataya düşüldü: Sistem devreye girdi ve Gücü paylaşmak yerine kurumsal yapıları zayıflattı, yargıyı siyasete bağladı, medya özgürlüğünü kısıtladı ve “tek adam” rejimini inşa etti. Yani 1946’dan beri süregelen siyasal kültür değişmedi; sadece aktörler değişti.
Bugün geldiğimiz noktada hâlâ bir partiye ya da ideolojiye körü körüne bağlılıkla, kutuplaşmayla, suçlama siyasetiyle vakit kaybediyoruz. Hiçbir parti masum değil. Türkiye'nin temel sorunu; hesap verebilirlikten uzak, lider kültüyle şekillenen ve halkın değil, güç odaklarının çıkarını önceleyen bir siyaset anlayışıdır.
Sistem Tam Olarak Nedir?
Bakın, somut örneklerle açıklayayım:
1⃣ Eğitim: Yanlış Planlama, İsraf Edilen Gelecek
Türkiye’de yaklaşık 11 bin lise var ve bu okullarda 6 milyon öğrenci eğitim görüyor. Her yıl yaklaşık 1.5 milyon öğrenci liseden mezun oluyor.
Bu liselerin yalnızca %30’u meslek liseleri. Buralarda ara eleman, usta, teknisyen, çırak yetiştiriliyor.
Geriye kalan %70’lik kesim, yani büyük çoğunluk, doktor, mühendis, avukat, asker, polis, imam, öğretmen, zabıta, bilim insanı gibi “A Takımı” diyebileceğimiz mesleklere yönlendiriliyor.
🔍 Peki ihtiyaç ne kadar?
Türkiye'nin her yıl meslek lisesi mezunu olması gereken yaklaşık 1.1 milyon nitelikli ara eleman ihtiyacı var. Peki gerçekte mezun sayısı 400 Bin kadar.
“A takımı” mesleklerde ihtiyaç ise en fazla 300 bin kişi civarında. Peki gerçekte mezunsayısı 1.2. Milyon kadar.
📉 Ama sistem tam tersini yapıyor.
Yani her yıl yaklaşık 800 bin gencimiz, ihtiyacın çok dışında eğitim alıyor ve mezun olduktan sonra işsiz ve vasıfsız hale geliyor.
💸 Bu hatalı eğitim politikası nedeniyle, her yıl yaklaşık 15 milyar dolarlık eğitim kaynağı çöpe gidiyor.
🎓 Üniversite mezunlarında işsizlik oranı bugün %40’lara ulaşmış durumda.
📈 Genel işsizlik oranı ise %10’un altına hiç inemiyor.
Çünkü sistem, ihtiyaca göre insan yetiştirmiyor.
2⃣ Enerji: Kasıtlı Dışa Bağımlılık
Türkiye’nin yaklaşık 100 GW’lık elektrik üretim kapasitesi var.
Ancak bunun %70’i hâlâ dışa bağımlı olan doğalgaz, kömür ve fuel-oil gibi fosil kaynaklardan sağlanıyor.
⚡ Oysa ülkemizin elinde:
Güneş
Rüzgar
Jeotermal
Hidroelektrik
gibi yenilenebilir ve yerli kaynaklar fazlasıyla mevcut.
💡 Sadece çatı tipi güneş paneli sistemleriyle 10 GW’lık yeni kapasite kısa sürede devreye alınabilir.
Türkiye’de 1 milyondan fazla bina var. Devlet, bu binaların çatısına güneş paneli kurulumunu kolaylaştırsa, bürokratik ve yasal engelleri kaldırsaydı vatandaş kendi elektriğini üretebilirdi. Buda her yıl 5 Milyar dolar eder
Ama sistem bunu istemiyor.
Ve bu rant, bazı grupların elinden çıkmasın diye vatandaşın üretim hakkı engelleniyor.
3⃣ Tarım ve Hayvancılık:
Bugün Türkiye, buğdaydan mercimeğe, küçükbaş hayvandan ete kadar birçok temel tarım ve hayvancılık ürününü ithal ediyor.
Devlet, kendi çiftçisinden ürün almak yerine, dolarla yurt dışından mal alıyor.
Bu hem dış ticaret açığını büyütüyor hem de çiftçiyi açlığa ve fakirliğe mahkum ediyor.
🌾 Tarımda üretimi bitirip, köyleri boşaltıyor, gıda güvenliğini tehdit ediyor.
Bu ithalat politikalarının yıllık faturası 20 milyar dolar.
📊 Kabaca Toplamda Ne ?
Toplam 40 milyar dolar
📉 Bu 40 milyar dolarlık kayıp, 2024’ün resmi cari açığı olan 39.5 milyar dolara neredeyse eşit! 2024 yılı bütçe açığıda yaklaşık 60 Milyar Dolar.
Yani bu sistem değişseydi, ne cari açk kalır nede bütçe açığı
“sistem” tam olarak şunları kastediyor
İnsan kaynağını plansızca ve yanlış yönlendirerek israf et, böylece işsizliği doğur,
Torpili liyakatin önüne geçir,
Enerjide ve gıdada kasıtlı dışa bağımlılık yarat,
Vatandaşını üretici değil tüketici haline getir,
Sorunları çözmek yerine makyajla günü kurtar.
Ve maalesef hangi parti gelirse gelsin, bu kanayan yaralara dokunan yok.
Çünkü sistemin tüm aktörleri, halkı “bilinçli yurttaş” olarak değil, “yönetilecek kitle” olarak görüyor.
Bu örnekler dahada artırılabilir