her gecen gün hayranlıgım artan tek isim Mustafa Kemal ATATÜRK
Printable View
her gecen gün hayranlıgım artan tek isim Mustafa Kemal ATATÜRK
Bir tek baş komutan tanırım ve bilirim ulu önder ATATÜRK ....
gerisi tırı vırı hayali düzmece senaryolar....
Dünyaya Atatürk gibi bir lider bin yılda bir ancak gelir. Tüm dünyanın imrendiği ve takdir ettiği büyük önder Atatürk, ne mutludur ki biz Türk halkına nasip olmuştur. Bu değerin kıymetini çok iyi bilip Mustafa Kemal Atatürk'ü yaşatmak bizlerin yegâne görevidir.
Atatürk - kendi sesinden ...
https://www.youtube.com/watch?v=hTEp5pdNhqA
NEDEN ATATÜRK?
İsimler; bireylerin kimlikleri olmanın yanında onların hangi ulusa
mensup olduğunu da yansıtan bir işleve sahiptirler. Bu nedenle ulusların
geleceğe uzanan boyutunda çok önemlidirler. Geçmişte eserleriyle uygarlık
tarihine büyük katkılar sağlamış birçok Türk bilim adamı, Arap ismi
taşıdıklarından dünya onları Arap olarak tanımaktadır. Dolayısıyla onların
uygarlığa yapmış oldukları katkıları başkaları sahiplenmiştir. Türk’ü ise ilim
irfan bilmezlikle suçlayıp “barbar” gibi haksız yakıştırmalarla tanımlamışlardır.
Türk araştırmacılar bugün onların Türk olduklarını ispat etmekle meşguller. Bu
tarihsel ve hayatî yanılgıyı ve yanlışı düzeltme ihtiyacını hisseden Mustafa
Kemal, işe kendi ismini değiştirip ATATÜRK adını alarak başlamıştır.
Aşağıdaki anekdot buna güzel bir örnektir:
Demin bir sözü yanlış söyledim, Gazi’yi, Büyük Millet Meclisi, kanunla
“ATATÜRK” yaptı, dedim. Bu söz ek******. O, kendini “ATATÜRK” yaptı.
Kanun, bu gerceği kabul etti. O günlerde, soyadı kanunu çıkacaktı. Bir akşam
yemeğinde,Gazi, “ATATÜRK” adını alacağım, dedi. İtiraz ettiler:
-Memleket, dünya, tarih “Gazi Mustafa Kemal”i tanıyor. Ona nasıl
dokunulur.
ATATÜRK şöyle yanıtladı:
-En tanınmış Türkler, yabancı isimler taşıyorlar. İbni Sina gibi, Elbiruni
gibi... Bu yabancı isimlerin karşısında, bunların Türk olduklarını kanıtlamamız
gerekiyor ve kanıtlamak için de uğraşıp duruyoruz. Buna son vereceğim ve bu
işe kendi adımla başlıyorum!
Ve Gazi Mustafa Kemal o gece ATATÜRK’tü. Ertesi gün kanun bu değişikliği
onayladı. Onun kanuna bu kadar nazı geçerdi.
Mithat Cemal Kuntay2
1 Atatürkçülük (Birinci Kitap); Gnkur. ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara,
1983, s. 283-289.
2 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, İstanbul, 1969, s. 60.
ATATÜRK’ÜN ÖĞÜT VE UYARILARI
İnsanlık, bugün ulaştığı mesafeyi, düşünce ve duygularını gelecek
üzerine kurmuş ve yaşamlarını bu amaca adamış düşün adamlarına
borçludur. Geçmişe takılıp kalanlar ise, hem düşün adamlarının zorluklarını
oluşturmuşlar hem de uygarlıkta alınan mesafeyi azaltmışlardır. İnsanlığın ve
özellikle geri bıraktırılmış ülke halklarının çektikleri, çekmeye devam
edecekleri her türlü acının nedeni bu tür anlayış sahipleridir. XXI. yüzyıla
girdiğimiz bu günlerde İslâm ülkeleri halklarının geri kalmışlıkta başı çekmeleri
nedendir? sorusunun yanıtı üzerinde daha fazla düşünmelidir.
İslâm halklarının kurtuluş sırrının yukarıdaki sorunun yanıtında saklı
olduğuna inanan ATATÜRK düşünen, sorgulayan, gelişim ve değişimin
peşinde koşan insanları yaşamı boyunca desteklemiş ve onlara sonsuz bir
saygı duymuştur. Çıkarlarını kaybetmek endişesiyle her türlü değişime karşı
çıkan bencil ikiyüzlülerin ise daima karşısında olmuştur. Kendi çıkarları için
halkça yüce kabul edilen dinî ve manevî değerleri istismar edenlerin
verebilecekleri zararlar hususunda halkı uyarmıştır. Hatta uyarmakla
kalmamış yaptığı devrimlerle buna engel olmaya çalışmıştır.
Değişimin dışında her şeyin değiştiği bu evrende ATATÜRK’ün
aşağıdaki sözleri belki de değişmeyen tek hakikat olarak kalacaktır. Bu
anlamda bu sözler Türk ulusu için hem bir uyarı hem yarını kurmak ve
yaratmak hususunda de bir ölçüttür. Bu konudaki sorumluluktan Türk
ulusunun hiçbir ferdinin kaçma hakkı yoktur:
“Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alâkasız yaşayamayız. Aksine
yükselmiş, ilerlemiş, medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde
yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan
alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart
yoktur.”
“Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların
korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi güç olur; belki de hiç olmaz.
İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve
gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören
milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur.”
“Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve
kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar
karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz (ödün)
vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman
sür’atle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk
anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler
getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım
ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen
üzerinde akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım
olurlar.”1
"Cumhuriyet ahlâki fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir." 1925
ÖLMEZ BU VATAN
Türk tarihinin en karanlık dönemi olan işgal günlerinde, İstanbul’daki
yönetici ve aydınların büyük bir kısmı, vatanın bağımsızlığı için halkın yeni bir
mücadeleyi göze alamayacağını düşündüklerinden, silâhlı mücadelenin
dışında kurtuluş yolları aramaktaydılar. İşgalcilerin “Türk öldü.” iddiasına bir
bakıma onlar da katılıyordu. Hatta bazıları bu ölünün tekrar dirilebilmesi için
Amerika veya İngiltere gibi ülkelerden birisinin mandası altına girmenin son
çare olduğunu yüksek sesle savunmaktaydı. Bu gibilerinin teslimiyet ile
kurtuluş arasındaki farkı kavrayamama gafleti, kardeşi kardeşe düşürmüş ve
düşmanın Türk’ü yok etme yönündeki azmini kuvvetlendirmiştir.
Umutların tükendiği, ihanetin kol gezdiği kurt ile kuzunun birbirine
karıştığı işgal ortamında ATATÜRK, 4 Şubat 1919’da bir gazeteciye yaptığı
açıklamada “İyi bir teşkilâtçı Anadolu’ya geçer ve millete silâhlı direniş için
önder olursa vatan da millet de kurtulur.” diyerek Türk’e olan güvenini,
karamsarlığa ve teslimiyete olan karşıtlığını açıklamıştır. Bu tarihte bu şekilde
düşünen “tek adam” odur. Onu bu düşünceye yönelten Türk milletinin
bağımsızlığı için düşmanın insafına ve acıma duygularına sığınamayacak
kadar soylu oluşudur. O, Türk ulusundaki bu soyluluğu, Trablusgarp’ta,
Balkan Savaşları’nda, Çanakkale’de, Filistin’de vatanı için can veren
Mehmetçiklerin şahsında görmüştür. Aşağıdaki anekdot ATATÜRK’ün bu
konudaki düşüncesini yansıtması açısından son derece önemlidir:
Kurtuluş Savaşı’nın en karanlık günlerindeydi; ana yurdun en verimli
yerleri düşman çizmeleri altında inliyordu. Milletin bütün kuvvet kaynakları
kurumuş; dışarıdan ve içeriden ihanetler birbirini kovalamıştı. Herkes “Türk
öldü.” diyordu.
Türkiye’nin Afrika ve Asya’daki esir ülkeler arasına katıldığı sanılıyordu.
Yüzyıllarca Türk egemenliği altında yaşayan milletler, onun son varlığını
yağma ediyorlardı. En akıllı görünen birçok yurttaşımız İngiltere’nin veya
Amerika’nın himayesini nimet saymaya başlamışlardı.
ATATÜRK böyle bir zamanda yer yer ayaklanan Türk halkına önder
oldu; Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni kurdu. Bir gün Meclis’te söylediği
nutkunu, şair Mithat Cemal’in bir manzumesinin şu son beyti ile bitirdi:
“Ölmez bu vatan farzı muhal ölse de hatta,
Çekmez kürenin sırtı bu tabutu cesimi...”
Türk vatanının düşman elinde kalmayacağı ve Türk milletinin asla esir
olmayacağı hakkındaki iman, ATATÜRK’ün ruhunda sonsuz bir kuvvet ve
sönmez bir ateşti. Bu kuvvet ve ateşi, her fırsatta milletin her ferdine
aşılamakta eşsiz bir ustalık gösterirdi.
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK dehası
ATATÜRK’ün Nahcıvan ile komşu olabilmek için İran’dan kendi parası ile toprak alıp devlete verdiğini biliyor muydunuz?
Türkiye’nin en kısa kara sınırı olan komşusu, Nahçivan Özerk Bölgesi. Ermenistan ile İran arasında sıkışmış bu bölge Iğdır ile komşu.Toplam “kara sınırı uzunluğu ise 12-13 km†civarında. Çok kişinin bilmediği bir husus var. O da Türk dünyasına açılan tek kapı olan Nahçivan sınırının zamanında Mustafa Kemal Atatürk tarafından “bizzat kendi parasıyla†İran’dan satın aldığı topraklardan oluştuğu. Bu topraklar şu an bize ait ve Nahçivan sınırımızı oluşturuyor. Atatürk bir kez daha dehasını ve ileri görüşlülüğünü ortaya koymuş ve bu bölgeden toprak satın alarak hali hazırda Türk dünyası ile doğrudan sınırımızın olmasını sağlamış. Lider olmak ayrı bir özellik!.. Nahçıvan’ın bir komşu ülke olmasının ötesinde bir anlamı var bizim için. Türk cumhuriyetleri arasında ülkemizle sınır bağlantısı bulunan tek ülke burası. Atatürk döneminde, hem ileride özerklik statüsü kazanması hem de o zaman Nahçıvan’la aramızda bir sınır kurulması için İran’la toprak mübadelesi yapılmış. Atatürk ‘Türk Kapısı’ olarak nitelendirdiği Nahçıvan’ın 13 km’lik sınırı İran’dan alarak bu ülkeyle bağımızı kurmuş. 1. Dünya Savaşı’nda Türk ordusu Nahçıvan’ın Ermeni istilasından kurtulmasını sağlamış.
"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne 7 bin senelik, en alasından bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oldu.
Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
"Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin."
23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun
Vatanı Korumak Çocukları Korumakla Başlar
M.Kemal Atatürk
Öyle ağlasam,
Öyle ağlasam ki çocuklar
Size hiç gözyaşı kalmasa!
Öyle üşüsem,
Öyle üşüsem ki çocuklar
Size hiç soğuk kalmasa!
Öyle acılar çeksem,
Öyle acılar çeksem ki çocuklar,
Size hiç acı kalmasa!
Öyle aç kalsam,
Öyle aç kalsam ki çocuklar
Size hiç açlık kalmasa!
Öyle güzeliz,
Öyle güzeliz ki çocuklar,
Gülmeyen hiç kimse kalmasa!
Öyle ölsem,
Öyle ölsem ki çocuklar
Size hiç ölüm kalmasa!
AZİZ NESİN
Atatürkün bütün eserleri. 30 ciltlik bir eser. Atatürkün elinden çıkan her mektup, not, telgraf, günlük, makale vs içeriyor. Ben üç cilde kadar okudum ara verdim şimdilik. Kararlarında nereden esinlendiğini, kadına neden bu kadar hak ve değer verdiğini kendi tuttuğu notlardan anlıyorsunuz. Tavsiye ederim. Kütüphanelerde mevcut.
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA FAHRİ MÜDERRİSLİK ÜNVANI VERİLMESİ
http://fs5.directupload.net/images/170426/zzjhzy8q.jpg
Arşivdeki konu özetinde 21.06.1923 tarihi verilmiş olsa da belgenin üzerinde yazılı tarihe göre 21.06.1924 tarihinde Başkumandan Gazi Müşir Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Darü’l-Fünun Edebiyat Fakültesi’nce yani İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nce “Fahri Müderrislik” unvanı verilmiştir.
Fakültenin “Müderrisler Meclisi” kararıyla da bahse konu “Fahri Müderrislik” ünvanının Başkumandan Gazi Müşir Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine takdim etmek üzere fakülteden (medreseden) Necib Asım Beğ görevlendirilmiştir. Asım Bey’in kendisine verilen görevi yerine getirmek üzere trenle Ankara’ya gideceği belirtilmiştir.
Fahri müderrislik ünvanı günümüzdeki fahri doktora hatta fahri profesörlük ünvanı gibidir. Zira müderrisin sözlük anlamı ders veren hoca olsa da bir diğer anlamı da profesördür.
m.d.tosun.
Arşiv Fon Kodu: HR.İM.. Dosya No: 76, Gömlek No: 78, Tarihi: 21. 06. 1923, Konusu: Darü’l-Fünun Edebiyat Fakültesince Mustafa Kemal Paşa’ya fahri müderrislik ünvanı verilmesi. (Fr. Osm.)
http://fs5.directupload.net/images/170426/83wzv8qz.jpg
Hû
Başkumandan Gazi Müşir Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Darü’l-fünun Edebiyat Medresesi’nin zat-ı devletlerine teveccüh ettiği fahri müderrislikden dolayı tanzim olunan şehadetnamenin takdimi vazifesi meclis-i müderrisin kararıyla medreseden Necib Asım Beğ’e tefviz olunduğundan (görevlendirildiğinden) mir-i muma-ileyhin yarınki trenle hareket edeceği arz olunur efendim.
21.06.(13)39 (3 Temmuz 1924)
Adnan
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hariciye Vekâleti Der-saadet Murahhaslığı Umur-ı Siyasiye
http://fs5.directupload.net/images/170426/nlogd45o.jpg
Hû
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hariciye Vekâleti Der-saadet Murahhaslığı Umur-ı Siyasiye
Başkumandan Gazi Müşir Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Darü’l-fünun Edebiyat Medresesi’nin zat-ı devletlerine teveccüh ettiği fahri müderrislikden dolayı tanzim olunan şehadetnamenin takdimi vazifesi meclis-i müderrisin kararıyla medreseden Necib Asım Beğ’e tefviz olunduğundan (görevlendirildiğinden) mir-i muma-ileyhin yarınki trenle hareket edeceği arz olunur efendim.
21.06.(13)39 (3 Temmuz 1924)
NELER YAPILMAZ?
Osmanlı Devleti’nin çöküşe doğru sürüklendiği son döneminde bazı
yöneticiler, yıllarca emeğinden yararlandığı halkı sürü, kendilerini ise çoban
olarak görüp, Türk halkının yüksek niteliklerini tanımadan iktidar olmuşlardır.
Bu nedenle, başlarına işgal felâketi gelip taht ve taçları tehlikeye düşünce
düşmanın insafına sığınmak zavallılığına teslim olmuşlardır .Bu
davranışlarıyla üç kıt’ada egemenlik kuran Osmanlı hanedanı ve onun
dayandığı Türk milletinin tarihine kara leke sürmüşlerdir.
Türk milleti, varlığına kast eden bu kara lekeyle yaşayamazdı. Vatan
söz konusu olduğunda yaşama koşarmış gibi ölüme koşan Mehmetçikler,bu
gerçeği Çanakkale’de göstermişlerdi İşgallere boyun eğenler bu gerçeği
göremeyen gafillerdi. Ancak görenler çoğunluktaydı Bunların başında da
komutanlık yaptığı cephelerde Mehmetçiklerin şahsında Türk milletinin
büyüklüğünü gören ve bunun gereğini yapmayı ödev kabul eden Mustafa
Kemal Paşa vardı. Bu nedenledir ki o, vatanın kurtarılması söz konusu
olduğunda bütün resmî görevlerinden istifa ederek milletine sığınmak ve
ondan güç almakta tereddüt etmemiştir. Aşağıdaki anekdotun yansıttığı
düşünce bu gerçeğin ifadesidir:
Erzurum: 3 Temmuz 1919...
Ilıca’da Mustafa Kemal’in ilk karşılanması sırasında:
Konukların önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri
parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üzerine koyarak
oturanları selâmladı. Mustafa Kemal Paşa, ta yanı başına kadar geldiği hâlde
heybetli duruşunu kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine
yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu.
Bu kısa hoşbeşten sonra, Paşa ihtiyara:
-Ağa böyle nereden geliyorsun? dedi. İhtiyar:
-Paşam, Rus gelirken muhacir olmuştum. Çukurova’da idim Şimdi
köyüme dönüyorum, diye cevap verdi.
Paşa, zamanın nezaketini ve durumun emniyetsizliğini ileri sürerek
böyle zamanda buralara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı
çekeceğini anlatmak istedi. Sonunda da:
-Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi? dedi. İhtiyar hemen karşılık
verdi.
-Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Allah
millete zeval vermesin. Bize tarla da verdiler, çayır da. Hamd olsun uşaklar da
çalışkandırlar. Değil Çukurova gibi bir yerden, taştan bile ekmeklerini
çıkarırlar. Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde
işittim ki İstanbul’daki “ırzı kırık”lar bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş.
Geldim ki göreyim, bu “namertler” kimin malını kime veriyorlar?
Tunç çehreli, ak sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden
gelen bu ses yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttı.
Bu eski Türk kalesine, ulus işi için, ulusla birlikte çalışmağa gelen bu büyük
devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü ve “bu ulusla neler yapılmaz!”
dedikten sora ihtiyarla vedalaştı.
Cevat Dursunoğlu6
Anekdotlarla ATATÜRK
MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE SÖYLEŞİ
Tarihteki büyük liderlerin en belirgin özelliklerinden biri de ileri görüşlü
olmalarıdır. Bu özellik ATATÜRK’ün de temel niteliklerinden biridir. Birinci
Dünya Savaşı’nın kaybedildiği ve Anadolu’nun çaresizlik içinde parçalanmayı
beklediği günlerde o, birçoklarının yaptığı gibi karamsarlığa teslim olmamıştır.
Sahip olduğu tarih şuuru ve geleceği algılama yeteneği ile, işgalci güçlerin
geçmişteki çıkar çatışmalarını ve gelecekteki beklentilerini çok iyi analiz
etmiştir. Bu analizle, sömürgeci güçlere karşı oluşturulacak bir direnişin
başarıya ulaşacağını önceden görmüştür. Aşağıdaki anekdot da ATATÜRK’ün
ileri görüşlülüğünü ve öngörü yeteneğini yansıtmaktadır:
4 Şubat 1919 tarihinde Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat
(Ulunay) M.Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde bir görüşme yapar. Refii Cevat bu
görüşmeyi şöyle aktarır:
“Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:
-Biraz daha oturunuz lütfen.
Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda:
-Soracağınız sorular bitti mi?
-Bitti Paşam.
-Bu vatan içine düştüğü bu felâketten nasıl kurtarılır, istiklâline nasıl
kavuşturulur? diye bir soru sormanızı beklerdim.
-Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu
vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru
sormadım.
-Siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat
yazmamak şartıyla.
-Zatıalinizi dinliyorum Paşa hazretleri.
-Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkânsız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır.
Bu gün herhangi bir teşkilâtçı Anadolu’ya geçer de milleti silâhlı bir direnişe
hazırlarsa bu yurt kurtarılabilir.
Heyecanlanmıştım. Birinci Dünya Savaşı süresince gücümüzü öylesine
tüketmiştik ki elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Harplerden sağ kalanların ise ayakta
duracak hâlleri yoktu.
-Nasıl olur Paşam? diye yerimden fırladım. Paşa sakindi:
-Aklınızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur. Görünüş tamamen
aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu büyük devletlerin bir de iç yüzleri var.
-Nasıl Paşam.
-Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki, savaşı kazanmakla müttefikler
aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi
başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla İngilizleri ortak düşman
tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır.
İtalya’nın da başı dertte. Onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta,
Anadolu’da başlayacak bir millî direnişle hiçbiri mücadele edecek durumda değildir.
Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.
-Paşam, millî direniş... Güzel, ama neyle? Hangi askerle, hangi silâhla, hangi
parayla? Malesef Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız.
-Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak
lâzımdır. Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir.
Eksik olan şey teşkilâttır. Bu teşkilât organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.
Mustafa Kemal’e veda ettim; matbaaya geldim. Ne kafam almıştı ne
mantığım. Daha doğrusu anlattıkları bana deli saçması gibi gelmişti. Matbaada
arkadaşlar anlat diyorlardı; neler söyledi? Anlattım:
Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilât kurulur, vatan bağımsızlığına
kavuşur, millet de özgürlüğüne kavuşurmuş, anladınız mı arkadaşlar?
Bu deli değil, zırdeliymiş.
O günlerde, o şartlar içinde İstiklâl Mücadelesi’ne atılıp Türkiye’yi
kurtarmaktan söz edenlere karşı herkes benim gibi düşünürdü. O günlerde
böyle düşünen tek adam oydu; tek adam!
6 Arıburnu, Kemal (Der.); Atatürk, Anekdotlar-Anılar, 1960, s. 137-138.
ATATÜRK VE ANNESİ
Vatan ve millet kavramları ATATÜRK’ün yaşamında hep öncelik
taşımıştır .Ailesi ve özel yaşamı hep ikinci plânda kalmıştır. Vatan için bir
şeyler yapabilmenin mücadelesini verirken yanı başındaki annesi için bir
şeyler yapamamış olmanın ağırlığını ve üzüntüsünü hep taşımıştır. Çoğu
zaman tesellisini Zübeyde Hanımın,vatanın anadan da önce geldiğini yansıtan
söz ve davranışlarında bulmuştur. Vatana, ana vatan denilmesinin hikmetini
Türk anasının bu özelliğinde aramak gerekir. Başka türlü Zübeyde Hanımın,
ölüm anını ölümün acısıyla değil, vatanın kurtarılmış olmasının getirdiği
mutlulukla geçirmiş olması açıklanamaz. Vatan sevgisi öyle bir sevgi ki,
yaşama arzusunun önüne geçmiştir. Bu yüce sevgiyi yansıtması açısından
aşağıdaki anekdot güzel bir örnektir:
Gözüm Paşanın yazı masasının üzerinde asılı duran güzel bir Türk
hanımının portresine ilişti.“Ne güzel yüz!” diye haykırdım. Paşa göze çarpan
bir gururla “Anam...” dedi. “Onu görmenin büyük zevkine varabilir miyim ?“
dedim. “Çok hastadır. Doktorlar gece gündüz yanındadırlar. Heyhat,
korkuyorum artık iyi olmayacak.” Sonra merdivenden çıkıp hastanın dairesine
gittik. Kendisini bir divan üzerinde yastıklara dayanmış oturuyor görünce
şaştım. İlk önce onun ölüme bu kadar yakın olduğuna inanmak güçtü.
“Yazık!” dedi Mustafa Kemal. “Onun ıstırabı benim yüzümdendir. Benim
sürgün kaldığım yıllar esnasında çektiği ıstırap ve döktüğü gözyaşlarının
hesabını şimdi veriyor.” O çok söyleyemeyecek kadar meyustu, sesinde keder
vardı.
-Şimdi siz de onun zaferine iştirak edebilirsiniz, dedim, oğlunuzla kim
bilir ne kadar iftihar ediyorsunuz. Yaptıkları fevkalâdedir. Ben yalnız onun
eserlerini görmüş olmak ve onunla konuşmuş olmakla iftihar ediyorum.
Bana heyecanla teşekkür etti ve dedi ki:
-Allah’ın bana bu oğulu vatanı kurtarmak için gönderdiğine inanıyorum.
Fakat oğlum bana karşı daima müşfiktir.
71 Yücebaş; s. 75-76.
Miss Grace Ellison
"Vahdettin kabinelerinde benim için iki zıt fikir vardı.
Biri beni lehlerinde kazanmaya çalışanlar, diğeri hiçbir suretle itimat edilmemek lazım geldiğini iddia edenler!
Aylarca münakaşalardan sonra hangi fikir hak kazanmıştır bilir misiniz? Mustafa Kemal'e emniyet edilemez. Mustafa Kemal, İstanbul'da birtakım menfi telkinler, belki hazırlıklar yapıyor.
Bu adamı İstanbul'dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal'i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli! Nihayet bu karar üzerine mutabık kalmışlar. Beni İstanbul'dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler makul bir sebep aramakla meşgul idiler."
................................................
"BİZ KAFA GÖTÜRÜYORUZ"
"Birkaç gün sonra da Samsun'a birlikte hareket ettik. Fakat henüz İstanbul'dan ayrılmadan, Kavaklar hizasında iken, Mustafa Kemal'in bu sefere ne maksatla çıktığını bir daha belirten, çok enteresan bir hadiseye şahit olduk. Karadeniz'e çıkmak üzere iken vapurumuz durdu. Bir motor ile yanaşan işgal devletleri zabitleri güverteye çıktı.
Biz, ne oluyor, bunlar ne istiyor diye bakınırken Mustafa Kemal, kaptana sordu:
-Bu herifler niçin gelmişler?
Kaptan 'Efendim, silâh ve cephane arıyorlarmış' deyince Mustafa Kemal güldü:
-Sersem herifler! Cephane ve silâh değil, biz kafa götürüyoruz!"
http://odatv.com/16-mayisin-gizlenen...605171200.html
NEDEN GENÇLİK?
Gençlik kavramının özünde “gelecek” saklıdır. Özgür düşünme yeteneği
dogmaların etkisi altında olmayan her genç, ufkun ötesini görme becerisine
sahiptir. Toplumların çağdaşlaşmasında gençlerin büyük katkıları vardır.
Değişimlerin hazırlayıcısı ve öncüsü çoğu kez gençler olmuşlardır. ATATÜRK;
onların bu özelliklerinden dolayıdır ki, yüzü geleceğe dönük olan Türk
devriminin korunması ve çağdaş değerlerle beslenerek geleceğe taşınması
görevini gençliğe vermiştir. Onun aşağıdaki sözleri gençlerden beklentilerini
yansıtması açısından son derece önemlidir:
Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl karşı koyduğumuz ve daha
doğrusu milletin arzu ve emellerine uyarak ve onun yardımıyla nasıl
çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanış nedeni
olmalıdır. Zaten her şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız, o
gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ümidi, ışıklı çiçekleri onlardır.
Bütün ümidim gençliktedir.
Siz genç arkadaşlar, yorulmadan beni takibe söz vermişsiniz. İşte ben
özellikle bu sözden çok duygulandım.
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar,
yorulmadan ne demek ? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim
sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan
yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
Yorgunluk her insan, her canlı için doğal bir durumdur. Fakat insanda
yorgunluğu yenebilecek manevî bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları
dinlendirmeden yürütür.
Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip
edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeğe karar verenler asla ve asla
yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan
yorulmadan yürüyecektir
ATATÜRK'TEN ANEKDOTLAR
Mustafa Kemal, Samsun’a çıktığı gün ülkenin içinde bulunduğu durumu şöyle anlatıyor: "1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta (Birinci Dünya Savaşında) yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması (mütarekename) imzalanmış[ii]. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus, yorgun ve yoksul bir durumda…Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizlerce işgal edilmiş. Antalya ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor…15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor…Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlar…
http://www.mahfiegilmez.com/2017/05/yasak-bayram.html
Yasaklanmaya çalışılan 19 mayıs 1919 da ülkenin durumu...:rules:
Atatürk, Ankara Halkevi’nde yaptığı bir konuşmasında, 19 Mayıs 1919 gününü ve Gençlik Marşı’nın tarihsel anlamını şu sözlerle değerlendirmişti:
"Ben 1919 senesi Mayıs'ı içinde Samsun’a çıktığım gün, elimde hiç bir maddi kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milleti'nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milleti’ne güvenerek işe başladım. Samsun’dan Anadolu içlerine kırık bir otomobille gidiyordum ... O kırık otomobil Anadolu içlerinde ilerlerken ben daima düşünür ve yaverime "Dağ Başını Duman Almış" marşını söyletirdim. Ben Türk ufuklarından bir gün behemahal bir güneş doğacağına, bunun hareket ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum. O marşı okutup tekrar ettirmekteki maksadım, Türk’ün bu güneşi doğunca, muvaffak olacağını anlatmaktı."
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II, s.284.
HisseNet arşivinden alntıdır ...
başka türkiye yok, türkün türkten başka dostu yok,
anadolu toprakları çok kıymetli, biz türklerin eline geçtiğinden beri dünyanın gözü 1000 yıldır burada, tek karış toprak vermeyeceğiz avrupanın gözü israilin gözü ermenistanın gözü bu topraklarda uyanık olacağız,
19 mayıs kutlu olsun türk gençliği uyanık olsun milli ve manevi değerlerine tarihine atalarına kültürüne sahip çıksın
Atatürk ü değerli silah arkadaşlarını çanakkalede ve istiklal harbinde yitirdiğimiz aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle ve minnetle anıyoruz
Ne Mutlu Türküm Diyene