Onemli Gunler Banner
Sayfa 63/178 İlkİlk ... 1353616263646573113163 ... SonSon
Arama sonucu : 1419 madde; 497 - 504 arası.

Konu: Tarihte Bugün

  1. Tepedelenli Ali Paşa

    Tepedelenli Ali Paşa: Yanya Aslanı olarak bilinen, 1803 ila 1822 yılları arasında Osmanlı‘nın Yanya valiliği görevini yerine getirmiş olan devlet adamı.


    Avrupa'da 19. asır ortalarında yayınlanan tarih kitaplarında "Yanya Sultanı" ve "Müslüman Bonapart'ı" diye bahsedilen Ali Paşa, Kütahya Mevlevihanesi'nin dervişlerinden olan Nazif adında bir Mevlevi'nin soyundan geliyordu. Paşa'nın büyük dedelerinden olan Nazif, 1600'lü yılların ortalarında Kütahya'dan Balkanlar'a geçmiş ve birçok yer dolaştıktan sonra Arnavutluk'ta. Voiussa Nehri'nin üzerindeki kayalık ve yüksek bir yarımadada kurulu olan Tepedelen Köyü'ne yerleşmişti.
    Arnavutluk ile bir kan bağı bulunmayan Ali Paşa'nın sonraki senelerde "Tepedelenli" diye tanınıp Arnavut asili olduğuna inanılmasının tek sebebi, büyük dedesinin Tepedelen "e yerleşmiş olmasından ibaret idi... Osmanlı idaresi ile arasının iyi olduğu günlerde İstanbul'dan gönderilen paşalık beratında Ali Paşa'dan "Arnavut" yahut "Rumelili" şeklinde değil. "Anadolulu Ali" diye bahsedilmesi de Paşa'nın aile köklerinin Anadolu'ya dayandığını göstermekte idi...

    Osmanlı İmparatorluğu için 19. yüzyılın başlangıcına, taşrada nüfuzu giderek artan yerel güç odaklarıyla merkezi iktidarını yeniden pekiştirmeye çalışan saltanatın arasındaki mücadele damgasını vurmuştur. Âyân ve eşraf olarak anılan bu güç odaklarından biri de III. Selim ve II. Mahmud döneminde yaşayan Tepedelenli Ali Paşa’dır.
    Ali Paşa ve ailesi, 1787-1822 yılları arasında günümüzdeki Arnavutluk ile Yunanistan’ın güney ve batı topraklarını oluşturan yörede tam 35 yıl etkili bir yerel iktidar odağı olmuştur.

    Tepedelenli Ali Paşa, Arnavutluk‘un Tepedelen (Tepelena) kasabasında doğdu. Zengin bir aşiretin ağası olan babasının nüfzunda rahat bir hayat süren Ali Paşa, 1758 yılında babasının öldürülmesinden sonra annesinin önderliğinde kurulan eşkiya çetesine liderlik yaptı. Çetesi ile beraber Negroponte‘deki bir isyanın bastırılmasında Osmanlı valisine yardım edince, Osmanlı Devleti’nin de ilgisini çekmiş oldu.

    1968 yılında, Delvina paşasının kızıyla evlenmesi ile beraber hayatı değişti. Bu evlilikten sonra Osmanlı içerisinde hızlı bir yükselişe geçen Ali Paşa, 1787 yılında Sırbistan‘daki ayaklanmaların bastırılmasında önemli bir rol oynadı. 1788 yılında, sonraki 33 yıl boyunca hakimiyeti altında kalacak olan Yanya‘nın valiliğine getirildi.


    Bölgedeki Rum’lar, Yunanistan‘ın kurulmasına yol açacak olan bağımsızlık hareketlerinin temelini o yıllarda atmaya başlamışlardı. Filiki Eterya ve benzeri dernekler kurarak Osmanlı’dan bağımsızlıklarını kazanmaya çalışan Rumlar’ın bu hareketlerini Ali Paşa çok şiddetli bir biçimde bastırdı.

    Kurduğu rüşvet ve istihbarat ağı ile rumlara nefes aldırmadığı gibi bölgede nüfus elde etmeye çalışan Rus, Fransız ve İngilizlerin tüm planlarını boşa çıkarmıştır.
    BENİM NOTUM: Ali paşanın bu ustalığı ve kurnazlığını çekemediklerinden olsa gerek yazar “Plomer” ve “Dumas” yazdıkları kitaplarda Ali paşa ve oğullarını sapkın kişiler olarak resmetmişlerdir. Günümüzde halen bu kitaplardan alıntı yapılarak kişi tasvirleri yapılması üzücüdür. Konuyla ilgili Mehmet UYSAL ve Ayşe Yasemin UYAR yazdıkları TEPEDELENLİ ALİ PAŞA BİYOGRAFİLERİ ÜZERİNE başlıklı araştırma yazısı okunmalıdır. Aşağıda verdiğim linkten PDF formatta açarak yada indirerek okuyabilirsiniz.
    http://www.google.com.tr/url?sa=t&rc...Ac7WLc_XwzI7TY

    Bölgedeki iktidarına karşı direnen Arnavutluk taki solyotlar ve gardikliler’e karşı yıllar süren bir kuşatma uygulamıştır. iddiaya göre, 30.000 kişiyi öldürmüştür.

    Sanilanin aksine yunanlara degil, yunan asilere eziyet etmistir. Mesela sonradan yunanlilar icin bir efsane haline gelicek olan yunan asi lambros katsandonis'i kemiklerini balyoz ile ezmek suretiyle oldurmuştur.
    Yunanlari uslu durduklari ve kendisine bagli kaldiklari takdirde bir dereceye kadar özerklik ile ödüllendirmiş ve kendini yerli halka sevdirmiştir. Bu sevgi öldürülmesinin ardindan yunanlarin ona yaktıkları ağıtlardan ve bestelenen şarkılardan bellidir..

    Diger yandan, bir yunan kadinla birlikte yasamasi da Yunanistan da sevilmesini kolaylastirmistir. "o ali pasas" deyin her yunan en azindan agidini bilir. agidin nakaratinda bütün mahalle ali pasa'yla birlikte aglar. bir de daha neseli baska bir ali pasa sarkisi vardir ki ismi "mes'tis polis to hamami", (sehrin icinde hamam)'dir


    Yanya valisi olduktan sonra da yari bagimsiz, şaşalı bir hayat surmustur.Tepedelenli'nin rütbesi zamanla vezirliğe yükseltildi, Bölgenin en büyük askeri garnizonu emrine verildi. Bu garnizon 20.000 kişiden mürekkep olup Ali paşanın yerel güçlerle takviyesi ile 35-40.000 kişiye kadar çıkabiliyordu. Bu yükselişi sırasında oğullarını da devlet hizmetine alıp vali yaptırdı.

    Ayrıca 1798 yılında Napolyon‘un donanmasına karşı kazandığı zafer ve Rumeli‘de bastırdığı Pazvandoğlu isyanları sayesinde bölgedeki siyasi ve askeri nüfuzunu da arttırdı.

    Ali Paşa tüm faaliyetlerinde, büyük güçlerle İstanbul arasındaki çelişkilerden yararlanmıştır.
    18. Yüzyılın sonları ile 19. Yüzyılın tamamında bütün Balkan coğrafyası çok çalkantılı günler geçirmiştir. Fransız İhtilalı ile başlayan “bağımsızlık hülyası” bütün Balkan coğrafyasını önlenemez bir kargaşa, terör ve şiddet dalgasına gark etmiştir. Bu bölgede devlet otoritesinin temini oldukça güç olmuştur. Ancak gözü pek ve otoriter askerler ve valiler bunu başarmışlardır. Tepedelenli’nin hakkında çok sayıda kurmaca veya gerçek iddiasıyla eserlerin yazılması da bu sebepledir:
    “Bu cesaret, gücü tek bir elde toplama isteğinden kaynaklanıyordu. Bunu, büyük derebeyleri ve ocakları, yok ederek gerçekleştirdi. Böylece Arnavutluk’ta olan feodalizmi daha da ileri bir seviyeye çıkarabildi ve anarşiye son verebildi.”

    Tepedelenli Ali Paşa’nın ekonomik, siyasi ve askeri nüfuz alanındaki artış Osmanlı sarayında hoş karşılanmıyor, fakat ülke içinde ve dışındaki sorunlar ve Paşa’nın Rum asilere karşı olan tutumu sonucunda isyanların azalması nedeniyle ona karşı da çıkılmıyordu. Bu durum, 1919 yılında, döneminin Alvonya Mutasıf’ı İbrahim Paşa‘yı makamından ederek yerine oğlu Muhtar Paşa’yı geçirmesine kadar devam etti. Bu hareket, kendisinden izin alınmadığı için padişah II. Mahmut’un tepkisini çekti ve Tepedelenli Ali Paşa, oğullarıyla beraber makamlarından uzaklaştırıldı.


    Görevinden alınmayı kabul etmeyen Ali Paşa Rum’larla anlaşarak Osmanlı’ya karşı bir tehtit oluşturmaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı otoriteleri tarafından hain ilan edildi ve kendisine karşı savaş açıldı. İlk başlarda başarılı olan Ali Paşa , iddaya göre Osmanlı ordusunun etkinliğini kırmak ve gücünü bölmek için bir süredir içten içe isyana hazırlanan ama kendisinden korktukları için cesaret edemeyen Rumlar'ı isyan etmeleri için teşvik etti.

    BENİM NOTUM: İsyana teşvik konusunu idda olarak yazdım. Çünkü bir sonraki başlıkta açacağım “Mehmed Said Hâlet Efendi” konusu ve incelemesinde aslında isyana en büyük hizmeti halet efendinin yaptığını, Ali paşanın katlinde Fener rum patrikanesininde büyük rol oynadığını göreceğiz

    Ancak Üzerine gönderilen Mora valisi Serasker Hurşit Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri karşısında gücü gittikçe zayıfladı. kısa süre içinde kontrolündeki toprakların çoğunu kaybetti.

    Oğullan Veliyyüddin ve Muhtar Paşalar, Babıâli'ye teslim oldular. Kendisi Yanya Kalesi‘ne çekilerek 16 ayı aşkın bir süre daha direnişine devam etti. Hurşit paşa tarafından İdam edilmeyeceği yolunda güvence verilmesi üzerine kaleyi terk ederek, af fermanını beklemek için Pandeleimon Manastırına kapandı ama verilen bu güvence İstanbul’u memnun etmedi. İdamı için yeni bir ferman yollandı.

    Manastırın etrafı sarıldı. Hasta ve yetmiş yaşını geçmiş olmasına rağmen kendisini idam etmeye gelenlere karşı direndi,Adamlarıyla beraber silâhlı çatışmaya girdi ve neticede 1822'nin 14 Şubat günü tüfekle vurularak öldü. Başı kesilerek İstanbul'a gönderildi.
    Daha sonra çıkması muhtemel isyanların ve hak iddalarının önünü kesmek için daha önce teslim olarak Kütahya ile Ankara'ya sürgüne gönderilen oğullarıyla torunuda idam edildi.


    Cenazeler ve Paşa'nın İstanbul'a bal torbası içerisinde getirilen kesik başı 3 günlük teşhirin ardından Silivrikapı Mezarlığı'na. Paşa'nın başsız vücudu ise Yanya'daki Fethiye Camii'nin naziresinde yatan ilk karısı Ümmügülsüm Hatun'un yanına defnedildi.


    Hayatta iken yanya merkezli oluşturduğu güç bölgesi imparatorluk sınırlarındakı arnavutları ve yunanlıları kontrol altında tutmaktaydı. Osmanlı Avrupası’nda silinmez izler bırakan Tepedelenli Ali Paşa isyanı, 19. yüzyılda Balkanlar’daki pek çok isyana esin kaynağı oldu.

    İkinci mahmut her ne kadar yenilikçi bir padişah olsa da siyasi anlamda çok başarısızdır. Ali paşanın tasfiyesinden sonra balkanlarda yaşayan yunan halkı imparatorluğun kotrolünden çıkmış ve daha da önemlisi, o güne kadar osmanlının balkanlardaki en sadık halkı olan Arnavutlar, bektaşiliğin yasaklanması/yeniçeri ocağının kapatılması gibi gelişmeler sonucunda kendi milliyetçiliklerini oluşturma sürecine girmişlerdir.

    Nitekim idamı sonrasında merkezi otoritenin zayıflığından faydalanan ve dış ülkelerden destek alan yunan isyanı tekrar patlamış, imparatorluk ilk kez etnik bir isyan sonucunda toprak kaybetmiştir.


    Yanya Aslanı diye anılan Ali Paşa'nın ölümünden sonra birçok kitap yayınlanmış, hakkında birçok efsane türemiştir. Modern Arnavut tarihçiler Tepedelenli Ali Paşa'yı tarihlerindeki bir diğer önemli isim olan İskender Bey ile birlikte yüceltirler. Tarihçiler, Tepedelenli Ali Paşa'yı bağımsız bir Arnavutluk'un kurulmasının öncüsü olarak gösterirler.

  2. Cezayir'de bulunan, bundan 2000 yıl önce Romalılar tarafından kurulmuş, kusursuz şehir planlaması ile dikkat çeken Timgat antik şehri.


  3. İpekli dokuma tezgahında çalışan işçiler (Hereke 1890 lar)







    Hereke, 1843 yılında Osmanlı döneminde ilk fabrika kurulan yerlerden biri olmuştur.
    İstanbul'a yakın olması ve ilk sanayileşme noktalarından biri olması nedeniyle Osmanlı padişahları, Alman kralı ve cumhuriyetin ilk yıllarında tüm büyük devlet erkanın ziyaret ettiği yerlerdendir.



    1933 yılında kurulan Sümerbank bünyesine alınan ilk dört fabrikadan da biri Hereke ipekli ve pamuklu dokuma tesisleri olmuştur.

    1995 yılında özelleştirme yasası kapsamında Milli Saraylar md.lüğüne bağlanmıştır.
    Günümüzde bir müze-fabrika olarak üretimini sürdürmekte olan fabrikada Milli Saraylar araştırmacıları ile birlikte yürütülen ortak çalışmalar sonucunda özgün Hereke kumaş desenleri tespit edilerek, kaybolmuş desenlerin yeniden üretimleri sağlanmakta ve bu yolla Milli Saraylarda özgün desenli kumaşların kullanımı mümkün olmaktadır.

    Fabrikanın yanında bulunan ahşap köşk, Alman kralı Kaiser Wilhelm in ziyareti için Yıldız Sarayı nda hazırlanmış prefabrik bir yapıdır.
    Deniz ve kara tarafına açılan salonlarıyla köşk müze-köşk olarak ziyarete açılmıştır.

  4. Metin Bey,

    Harika bir topik yapıyorsunuz. Lütfen devam ediniz.Teşekkürler,
    Yazdığım mesajlar şahsi görüşlerim olup kesinlikle yatırım tavsiyesi değildir.

  5.  Alıntı Originally Posted by faruko Yazıyı Oku
    Metin Bey,

    Harika bir topik yapıyorsunuz. Lütfen devam ediniz.Teşekkürler,
    Teşekkür ederim arkadaşım.
    Bir süre ihmal etmiştim. Geçen sürede oldukça döküman topladım.
    Daha güzel paylaşımlarla devam etmeyi düşünüyorum..

  6. Mehmed Said Hâlet Efendi

    Mehmed Said Hâlet Efendi


    Hâlet Efendi, babası gibi, şeyhülislâm Şerîf Efendi’nin yanında yetişti. Şerîf Efendi’nin vefâtından sonra bir müddet Atâullah Efendi’nin, sonra da rikâb-ı hümâyûn reisi Mehmed Râşid Efendi’nin mühürdar yamağı oldu.

    Hâlet Efendi, zahîre nâzırı Râsih Mustafa Efendi ve kasabbaşı Hacı Mehmed Efendi’nin kitabetinde de (sekreterliğinde) bulunduktan sonra, derya tercümanı Kallimaki vasıtasıyla Fenerli rumlarla dostluk kurdu.

    Mehmed Râşid Efendi sayesinde beylik kîsedârı maiyetine girerek hâcegânlık rütbesi aldı. Pek az zaman sonra da baş muhasebeci payesi ve ortaelçi ünvânıyla Paris’e gönderildi. O sırada Mısır’dan yeni dönen Bonapart, Mısır’daki başarısızlıkları ile Akka’da Türklere mağlûbiyetini bir türlü hazmedemediğinden, Hâlet Efendi’ye hiç yüz vermedi. Üç seneden fazla Paris’te kalan Hâlet Efendi’nin elçiliği çok sönük geçti.

    1807 târihinde İstanbul’a döndü ve dîvân-ı hümâyûn beylîkçiliğine, kısa bir süre sonra da rikâb-ı hümâyûn reisliğine getirildi. Bu vazifesi sırasında Fransız elçisi Sebastiani’nin ihbarına göre İngilizlerle gizli işleri olduğu ortaya çıkarılınca, vazifesinden alınarak Kütahya’ya sürüldü. Bir sene sürgünde kaldıktan sonra İstanbul’a geri döndü.
    Buradaki bâzı hizmetleri sonucu İstanbul’a dönünce boş bulunan rikâb-ı hümâyûn kethüdâlığına tâyin edildi.
    Fenerli rumların bâzılarına kâtiplik yaptığından, onlara yakın olarak devlet aleyhine bâzı yolsuz hareketlerde bulundu. Rum patrikanesinin tüm törenlerine bazen açıktan bazen gizliden katıldı.




    Fenerli rumlardan elde ettiği paralarla servetini çoğaltarak yeniçerilere para dağıtıp geleceğini garanti etmeye çalıştı. Hattâ bu sırada Mora’da kargaşalık belirtileri yeteri kadar açıklığa kavuştuğu zaman, Hâlet Efendi eskiden fenerlilerden (rumlardan) gördüğü iyilik yüzünden rumlara toz kondurmak istememiştir. “İhtilâl söylentileri Yanya vâlisi Tepedelenli Ali Paşa’nın karıştırıcılığı sonucudur. O adam, o tarafta kaldıkça halka rahat yüzü yoktur. Yunanistan’ı yatıştırmak, Tepedelenli’nin başını ezmeye bağlıdır” görüşünü dile getirmiştir.

    Nitekim giderek büyüyen Müslümanların yanı sıra Yahudilerinde ölümüne sebep olan mora isyanı Halet efendi tarafından görevlendirilen sonradan Filiki Eterya üyesi olduğu anlaşılan rum memur Nikola Morozi’nin raporuyla izledi. Böylece Morozi’nin kasıtlı raporları etkisiyle Babıâli olayın büyüklüğünü ve ciddiyetini anlamakta çok geçikti.


    Osmanlı Devleti’nin malî-askeri-idari erklerini ele geçirerek başta Sultan II.Mahmud olmak üzere gerek merkezde gerekse taşrada devlet adamları üzerinde büyük gücü olan ve 1811–1822 yılları arasında devleti, adeta perde arkasından yöneten Mehmed Said Hâlet Efendi hakkındaki suçlamaların en büyüğü Tepedelenli Ali Paşa’nın idamını sağlayarak, Mora İsyanı’nın ortaya çıkmasını kolaylaştırması ve Yunanistan’ın kurulmasına neden olmasıdır.

    Yaptığımız çalışma sonucu ortaya çıkan veriler Hâlet Efendi’nin Tepedelenli’ye olan düşmanlığının çok daha derin sebepleri olduğunu göstermektedir. Şöyle ki: Sultan III. Selim zamanında Paris elçiliğine getirilmeden evvel bazı valilerin kâtiplik hizmetlerinde bulunan Hâlet Efendi, Rumeli’deki bozuk gidişata bizzat şahit olmuş ve bunun önüne geçilmesi için ne yapılması gerektiğine dair bir layiha kaleme almıştı.

    Söz konusu layiha da merkez ve taşra vezirleri arasındaki farklara değiniyor, taşraya neden merkezden vezir atanması gerektiğinin sebeplerini açıklıyordu.

    Ona göre taşrada isyan eden ayanların çoğuna sadece susturmak için vezirlik rütbesi veriliyordu.
    Dolayısıyla iyi bir eğitim ve terbiyeden geçmeyen bu şahıslar, devlet yönetimi ve geleneğinden de bihaberdiler. Bu durum ise Rumeli de idari boşluğun doğmasına neden oluyordu. Bunun önüne geçilebilmesi için Enderun’da eğitim görmüş vezirlerin taşraya gönderilmesi ve bu şekilde merkezi otoritenin yeniden tesis edilmesi gerekmekteydi

    1800’lü yılların başında henüz bir kâtipken sahip olduğu bu fikri 1811 yılında mübaşir olarak Bağdat’a gittiği zaman da savunmuştu. Süleyman Paşa’yı idam ettikten sonra Bağdat’a Enderun’dan yetişmiş bir vezirin atanması için girişimde bulunmuş, ancak o günün şartları gereği bunu gerçekleştirememişti. Ama bu fikrinden de asla vazgeçmedi. Ona göre taşrada dirliğin sağlanması için merkezi yönetimin güçlenmesi gerekiyordu

    Bu da ancak taşranın ayanlardan temizlenerek eğitim görmüş valiler tarafından yönetilmesi ile sağlanabilirdi. Bu inançta olan Hâlet Efendi, Rumeli ve Anadolu’daki ayanlara karşı oldukça sert bir politika uyguluyordu

    Sultan II. Mahmud ve Hâlet Efendi’nin fikir birliği içinde oldukları tek nokta ise ayanların tedip edilmesi ve merkezi hükümetin güçlendirilmesiydi.
    Hâlet Efendi ve Tepedelenli Ali Paşa’yı karşı karşıya getiren bir diğer sebep ise Ali Paşa’nın düzenli bir topçu birliği oluşturma yönündeki çabasıdır

    Tepedelenli’nin bu adımının örnek teşkil etmesi ve başta İstanbul olmak üzere devletin diğer coğrafyalarında da bu tür bir uygulamaya gidilmesi Hâlet Efendi’nin varlığının teminatı olan yeniçerilerin sonu demekti.
    Hâlet Efendi yakın ilişki içinde olduğu sadrazam Hurşit Ahmet Paşa’nın vasıtasıyla hemen bu gelişmenin önünü kesiyor, böyle bir uygulamanın yarardan çok zarar getireceğini her yerde zikrediyordu.

    Ayanlar konusunda her ne kadar akılcı ve mantıklı bir görüşe sahipse de

    Çağdaşlarınca merhametsiz, kindar biri olarak nitelendirilen ve pek sevilmeyen Hâlet Efendi, hayatı boyunca muhaliflerine karşı ve menfaatlerinin devamı için Yeniçeri Ocağı’na dayanmış, zaman zaman ocak ileri gelenlerine hediyeler ve bahşişler dağıtarak desteklerini sağlamış, ocağın ilga edilmemesi için elinden gelen gayreti göstermiştir.
    II. Mahmud’un orduya yeni bir düzen verme girişimlerine hep muhalif kalmış ve onu yeniçerilerin isyanı tehdidiyle korkutmuştur.
    Ayrıca Avrupa’dan ve Avrupalı olan her şeyden nefret eden ve bu nefreti Paris elçiliği sırasında daha da artan Hâlet Efendi Batı taraftarları karşısında yer almış ve muhafazakâr kesimin başını çekmiş, bu yolda da padişahı tesiri altına almıştır.
    Moderleşme ve sanayi konusunda ise Üç dört yıl içinde enfiye, kâğıt, billûr, çuha ve fağfur için beş imalâthane ile lisan ve coğrafya ilimleri için bir mektep yaptırılsa beş yıl sonra Avrupa ile boy ölçüşebilecek konuma gelineceğini savunmuştur. Halet efendiye göre modern bir devlet olmak bu kadar kolaydı…!

    BENİM NOTUM: Rum isyanı hareketlerine karşı Mora’da tutulan 60.000 kişilik askeri gücün Mora valisi Serasker Hurşit Paşa komutasında Tepedelenli Ali paşa üzerine gönderilmesi isyancıları rahatlatmıştır. Nitekim isyan büyürken Mora’da kalan cılız kuvvetler bu arbede ile baş edememiştir. Çünkü asıl ordu o sırada Yanya kalesi etrafında Ali paşayı kuşatmakla meşguldü. 1 yılın sonunda isyan tüm Yunanistan topraklarına yayıldı. Büyük bir Müslüman kıyımı yaşandı. Serasker Hurşit Paşanın ailesi bile isyancılar tarafından esir alındı.

    Ben Mora civarındaki yerleşik ordunun Halet efendi tarafından bilinçli olarak bölgeden gönderildiğini düşünüyorum. Zira o dönemde yerinden ayrılması risk taşımayan farlı noktalarda askeri birlikler mevcuttu.


    Halet efendinin son kurbanı, bir aylık sadrazam Benderli Ali Paşa olur.
    Sadaret mührünü alır almaz Hâlet Efendi'nin düşmanları tarafından doldurulan Paşa, bir toplantıda devleti zaafa uğratarak felaketlere sebep olanları araştırdığını ve hepsinin başlarını ezmek gerektiğini söyleyerek Devlet Kahyası'nın yüzüne dik dik bakar.
    Abdurrahman Şeref Bey, Hâlet Efendi'nin dehşete düşerek bir yolunu bulup toplantıdan çıktığını ve arka kapıdan sıvıştığını söylüyor. Benderli Ali Paşa aynı gün padişahtan Hâlet Efendi'nin idamına izin isterse de "Hele bir düşünelim!" diye atlatılır.
    O gece Hâlet Efendi bin dereden su getirip padişahı ikna ederek Benderli Ali Paşa'nın azline ve idamına ferman çıkaracaktır.

    Sonraki sadrazam Hacı Salih Paşa ise bir yıl kadar direnebilmiştir. Hâlet Efendi sonunda onu da azlettirmeyi başarırsa da kellesini alamaz, üstelik kendi sonunu hazırlar.
    Salih Paşa, azledildiği gün, padişaha düşündüklerini gerçekleştirmek istiyorsa bunun tek yolunun Hâlet Efendi'den kurtulmak olduğunu söyleyip İstanbul'dan bir şekilde uzaklaştırılmasını tavsiye etmiştir.

    II. Mahmud bu tavsiyeye uyar ve Hâlet Efendi'nin bir süre Bursa'da istirahat etmesini irade eder. Meydan artık muhaliflerindir; yaptığı kötülükleri, çevirdiği dolapları bire bin katarak anlatırlarsa da, padişah, Bursa'da Mehmet Paşa'nın konağında misafir kalan Hâlet Efendi'yi boğdurmaya bir türlü karar veremez.

    Çünkü sabık kethüda herşeye rağmen hâlâ güçlüdür. Üstelik Keçecizâde İzzet Molla gibi, koruyup kolladığı bazı itibarlı şahsiyetler hayatının bağışlanması için ısrarla ricada bulunmaktadırlar. Ne var ki artık ok yaydan çıkmıştır;

    Geçen zaman içinde kendisine gönderilen yüksek meblağı hediyelerle verdiği devlet sırları bir bir açığa çıkmaya başlar. sürgün yerinin Konya olarak değiştirilmesi yolundaki dilekçesi kabul edilen Hâlet Efendi, Konya'da ikamet ettiği Çelebi Efendi dairesinde Ârif Ağa tarafından kılıç kaytanıyla boğularak öldürülür ve kesik başı İstanbul'a gönderilir

  7. Osmanlının balkanlardaki çöküşü 1806 - 1830



    Konuları ayrı başlıklar halinde verince bazen aradaki bağlantıyı kurmak zorlaşıyor.
    O yüzden, 1830 da Yunanistan’ın bağımsızlığına kadar olan süreci 1806 yılından başlayarak kısa notlar halinde, toplu bir kronoloji halinde vermek daha uygun olur diye düşündüm.

    1806-1812 Osmanlı Fransa’ya güvenerek İngiltere ile yakınlaşan Rusya ile savaşa girmiş ancak Fransızların Ruslarla Tilsit Antlaşmas imzalamasıyla tek başına kalmıştır.. Çok büyük kayıplara uğramamış gibi görünsede mali ve askeri açıdan oldukça yıpranmıştır.

    Zaten arada 1807 yeniliklere karşı çıkan Kabakçı Mustafa İsyanı yaşanmış. 3.Selim tahttan indirilerek yerine II Mahmut getirilmiştir.

    1821 de Tepedelenli Ali Paşa üzerine Mora valisi Hurşit paşa gönderilince boşluktan istifade eden Rumların mora merkezli isyanı patlak vermiştir. Ordunun Arnavutlukta 1.5 yıl meşgul edilmesi Mora’ya müdahaleyi geciktirmiştir.

    Buradaki önemli nokta Mora ve Yunanistan daki önemli garnizonlarda karışıklık ihtimaline karşı hazır tutulan birliklerin Yanya ya gönderilmesinin yanında böyle bir isyanda takviye olan Tepedelenli Ali paşanın göndermesi muhtemel 40.000 kişilik kuvvetten de mahrum kalınmasıdır.

    Zira sonraki 7-8 yıllık süreçte bölgeye gönderilen paşaların bir çoğu başarısız olmuş. Raporlarında Arnavut askerlerin şevksiz oldukları ve savaşmadıkları belirtilmiştir. Hatta raporun birinde açıkça Arnavut askerlerin başına bölgeden ayağı çarıklı bir vali gönderilmesi talep edilmiştir.
    NOT: Çarıklı tabiri Arnavutluğa mahsus bir söylem olup, yöreye mensup insan anlamında kullanılmıştır.

    Rusların açık desteği, İngilizlerin resmiyette karşı çıkar görünmelerine rağmen lordlar aracılığı ile para ve silah desteği sağlaması hatta İsyan komitesinin, kendi saflarında savaşacaklara her ay için 1 dönüm arazi verileceğini vaat etmeleri nedeniyle avrupadan bir çok gönüllü savaşcının bölgeye akın etmesi isyanı daha büyük boyutlara taşımıştır.

    1827 yılına kadar kağıt üstünde Osmanlının yönetiminde görünen fakat adım bile atamadığı bölge için Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşadan destek ister.
    Paşa Mora ve Girit valiliğinin verilmesi karşılığında bu teklifi kabul eder. Ve oğlu İbrahim paşayı Mısır donanması ile birlikte bölgeye gönderir.
    İbrahim Paşa bölgeye gelmekte geç kalsa da önemli başarılar elde eder. İsyancıların deniz ikmali kesilir. Önemli liman kentleri isyancılardan temizlenir.

    Fakat hazır zayıf Osmanlıyı elinde oynatmak varken burnun dibinde güçlenme ve genişleme emareleri gösteren Mısır hidivliğinin bu hamlesi İngiltere ve Rusya nın işine gelmez. İbrahim Paşa’nın Rumlara zulüm uyguladığını öne süren bu 2 devlet 4 Nisan 1827’de St. Petersburg Protokolü’nü imzalayarak Yunanistan’a muhtariyet verilmesi konusunda anlaşırlar. Ve Yunanistan’ın geleceğinde ciddi rol oynamaya başlarlar..

    BENİM NOTUM: Bence bu devletler Osmanlı uyurken yada çaresizken Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın güçlendiğini ve bağımsızlık yolunda ilerlediğini zaten biliyorlardı. O yüzden önünü kesmek istediler.

    Bu 2 devlete Fransa’nın da katılmasıyla 6 Temmuz 1827’de İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Londra Anlaşması imzalanarak Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi kararlaştırılmıştır.
    Osmanlı Devleti, iç işlerine karışıldığı gerekçesiyle Londra Anlaşmasını reddetmiştir.
    Bunun üzerine İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Akdeniz’e hareket ederek Mora Yarımadası’nı ve Navarin’deki Osmanlı donanmasını kuşatmış ve 20 Ekim 1827’de Navarin’de Osmanlı donanmasına saldırarak donanmanın tamamını yakmışlardır.

    Bu olaydan sonra Mora’da yeniden şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. İngiltere ve Fransa Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya baskı uygulamış; İbrahim Paşa Mora’daki birliklerini Ağustos 1828’de tamamen çekmiş ve Osmanlı Devleti Mora Yarımadası’ndaki kontrolünü tamamen yitirmiştir.

    Navarin’de donanma Rusya, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu ortak donanma tarafından yakılmasına rağmen Osmanlı Devleti olayın baş sorumlusu olarak Rusya’yı görmüş ve Rusya’ya savaş ilan etmiştir

    1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı her iki taraf için de çok ciddi kayıpların yaşandığı bir savaş olmuştur.
    Savaşın sonunda Rusya Tuna bölgesi ve Osmanlı’nın Kafkasya sınırı boyunca bazı bölgeleri ele geçirmiştir.
    Osmanlı, maliyesinin savaş sonucu iyice kötüleşmesi sonucu 1829’da Edirne Antlaşması ile dayatılan şartları kabul etmek durumunda kalmıştır.

    Osmanlı-Rus Savaşı sonunda 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması’nın 10. maddesinde Yunanistan’a özerklik verilmesi kararlaştırılmış; Şubat 1830’da Londra Antlaşması ile de Yunanistan anayasal monarşi kurularak bağımsız bir devlet olarak tanınmıştır. Bu noktada genel bir yanlış yapılmakta ve Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlık tarihi 1829 olarak verilmektedir. Ancak, Yunanistan tam bağımsızlığını Şubat 1830’da imzalanan Londra Antlaşması ile kazanmıştır. Bu antlaşma ile Yunanistan’da anayasal monarşi kurulmasına karar verilmiş; Avrupalı devletler ve Osmanlı Devleti Londra Antlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımışlardır.

    Yunanistan’ın bağımsızlığı Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecini başlatması açısından son derece önemlidir. Keza, ilk kez Osmanlı tebaası olan bir millet Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanmayı başarabilmiştir. Bu 19. yüzyılda diğer milletlerin de ayaklanmaya girişmelerine neden olacaktır.
    Aynı zamanda, Avrupalı güçlerin Osmanlı’nın içişlerine daha kolaylıkla karışmasının da önünü açmıştır.
    Yunanistan’ın bağımsızlığının hemen ardından 1830 yılı içinde Fransa, 1529’dan beri Osmanlı toprağı olan Cezayir’i işgal ederek bir süre sonra Osmanlı’dan koparacak ve Akdeniz’de Osmanlı gücünü iyice zayıflatacaktır.

    SONUÇ
    Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanması kısa sürede ortaya çıkmış bir gelişme değildir. Felsefi arka planı, her ne kadar ulusçu bilinç olmasa da, 15. yüzyıla kadar giden, 18. yüzyıldaki Yunan aydınlanmasının süzgecinden geçerek eyleme dönüşmüş bir bağımsızlık hareketi söz konusudur.
    Osmanlı bu süreci iyi yönetememiş hatta basiretsiz devlet adamı atamaları ile yer yer körüklemiştir.

  8. Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı 1831-1841



    Kavalalı Mehmed Ali Paşa Napolyon tarafından işgal edilen Mısır'ı kurtarmak için Mısır giden gönüllülerdendi. Okur yazar değil fakat zeki bir kimseydi. Askeri yeteneklere de sahip olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa Kahire'de başı bozuk askerin belli bir disiplin altına alınmasını sağlamış, gösterdiği başarılardan sonra Mısır'a vali olmuştu (1804).

    Kavalalı Mehmed Ali Paşa valililiği sırasında önemli hizmetleri bulunan değerli bir devlet adamıydı. Kölemen beylerini ortadan kaldırmıştı. Fransızların desteğiyle kuvvetli bir ordu ve donanma kurmuş, sulama kanalları açarak tarıma önem vermiş ve Mısır'ın kalkınmasını sağlamıştı.

    Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Mora isyanı sırasında Mora ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesi şartıyla Sultan İkinci Mahmud'a yardım etmişti. Mora isyanını bastıran Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlı Devleti'nin yardım istemesine rağmen kuvvet göndermedi. Mora valiliği yerine Suriye valiliğini isteyen Kavalalı Mehmed Ali Paşa, bu isteğinin reddedilmesi üzerine Suriye'yi işgal etti. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu olan İbrahim Paşa, isyan sırasında Suriye'yi aldı. Torosları geçen İbrahim Paşa Adana ve Konya'da Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattı.

    Bu başarılardan sonra Mehmet Ali Paşa kuvvetlerini İstanbul'a kadar durdurabilecek herhangi bir güç kalmamıştı. Sultan İkinci Mahmud Ruslardan yardım istedi. Rus donanmasının İstanbul'a gelmesinden tedirgin olan İngilizler ve Fransızlar, Mısır ile Osmanlı Devleti arasında bir barış antlaşması imzalanmasını sağladılar. Osmanlı Devleti ile Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa arasında imzalanan Kütahya antlaşmasına göre, Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya Mora ve Girit valiliklerinin yanı sıra Suriye valiliği, Oğlu İbrahim Paşa'ya da Cidde valiliğine olarak Adana Valiliği de verildi.

    Mısır'da güçlü bir yönetimin bulunması İngilizlerin işine gelmemişti. Çünkü Mehmet Ali Paşa İngilizlerin bu bölgede ticaret yapmalarını engelliyordu. Bu sorunun o bölgede tekrar Osmanlı Devleti'nin hakim olmasıyla çözüleceğine inanan İngiltere, Sultan İkinci Mahmud'u Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya karşı kışkırttı.
    Nizip'te Osmanlı ordusu ile yapılan savaşta Osmanlı ordusu bir kez daha yenildi. Kaptan-ı Derya Ahmet Paşa Osmanlı donanmasını Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya teslim etti (1839).

    Artık Osmanlı Devleti'nin, kendi valisine karşı yaptığı savaşlar sonunda ne ordusu, ne donanması kalmıştı. Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde Sultan İkinci Mahmud öldü, yerine oğlu Abdülmecid Osmanlı padişahı oldu

Sayfa 63/178 İlkİlk ... 1353616263646573113163 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •