Sayfa 135/178 İlkİlk ... 3585125133134135136137145 ... SonSon
Arama sonucu : 1419 madde; 1,073 - 1,080 arası.

Konu: Tarihte Bugün

  1. Enerji ve Maden kanunlarında değişiklik

    Sakarya Meydan Savaşı alanlarında madencilik ruhsatı alan şirketleri "Milli Park Alanı" olması bile durmaya yetmemiştir ifadesine takılmış olabilirsiniz.
    Yeni paylaşıma geçmeden önce bu konuya açıklık getirmek istedim.


    Hükümetin enerji ve madencilik sektörüne öncelik verilmesi kararı ile;
    Enerji ve Maden kanunlarında son 10 yılda 4 defa esaslı değişiklik, yönetmeliklerde ise sayısız değişiklik yapılmıştır.
    Bu kanuni değişikliklerde kanun maddeleri arasına eklenen "Bu kanun daha önce çıkmış tüm kanunların üstündedir" yada "bağlayıcı değildir" tarzı ifadelerle bittiği için geçmişte önlem olarak düşünülmüş tüm kanunlar ve takipçisi olan kurumlar devre dışı kalmıştır.


    Her çıkan kanun çevrecilik anlamında sıkıntıları büyütürken sektörün işlerini kolaylaştırmıştır.



    Örneğin önceden orman alanları, doğal akarsular önceliği artık 2. plandadır.
    İyi oldu kötü oldu tartışmasına girme niyetiyle değil, bilgi amacı ile yazıyorum.
    İşte Sakarya Meydan Savaşı alanları da benzer kanunlar gereği Milli park olmasına rağmen korunamamış, ancak koruma kurulunun verdiği sit alanı kararı ile çalışmalar durmuştur.

    Kısacası... Artık Enerji ve Madencilik kanunları öncelikli ve diğer tüm kanunların üstündedir.
    Hatta mülkiyeti size ait olan arazilerde bile eğer maden mevcutsa, ruhsat sahibi firmanın talebi ile kamulaştırma yapılarak araziniz sizden alınacaktır. Bilginize...

  2. Evliya Çelebi

    Evliya Çelebi, 25 Mart 1611, İstanbul'da doğup 1682 yılında ölmüş, 17. yüzyılın önde gelen gezginlerindendir.
    50 yılı aşkın süreyle Osmanlı topraklarını gezmiş ve gördüklerini Seyahatnâme adlı eserinde toplamıştır.

    Gezileri esnasında 257 şehir, 7 iklim ve 18 padişahlık görmüştür.


    10 cilt olan Seyahatname eserinde yapmış olduğu gezilerin tarihleri ve kitap cilt numaraları sırasıyla şöyledir :
    1630 - İstanbul ve çevresi
    1640 - Anadolu, Kafkaslar, Girit ve Azerbeycan
    1640 - Suriye, Filistin, Ermenistan ve Rumeli
    1655 - Doğu Anadolu, Irak, ve İran
    1656 - Rusya ve Balkanlar
    1663/1664 - Macaristan'da askeri seferler
    1664 - Avusturya, Kırım, ve ikinci kez Kafkaslar
    1667-1670 - Yunanistan ve ikinci kez Kırım ve ikinci kez Rumeli
    1671 - Hac için Hicaz, Mekke ve Medine
    1672 - Mısır ve Sudan

  3. Darüssaade Ağası Hacı Beşir

    Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'ni Darüssaade Ağası Hacı Beşir'e borçluyuz.
    Ağa, 1715'te Kahire'ye gelir. Evliya'yı tanıyan Özbek Bey diye biri ona el yazması seyahatnameden bahseder.
    Bey'in oğlu İbrahim ise 1742'de kitabı Ağa'ya hediye edince Seyahatnâme İstanbul'a ulaşır ve elle kopyalanır.

  4. Darüssaade Ağası Hacı Beşir

    Darüssaade Ağası Hacı Beşir, Namı ile Hacı Beşir Ağa dile kolay, 29 yıl harem ağalığı yapmıştır.

    Beşir Ağa'nın, Afrika'nın Habeşistan diye bilinen, bugün Eritre ve Sudan'ın geniş bir kesimini kapsayan bölgesinde, XVII. yy'ın ortalarında doğduğu tahmin edilir. O da birçok Habeşli gibi gözlerini dünyaya bir köle ve Osmanlı'nın bu bölgeyi hadım seçmek için ideal bulmasından ötürü potansiyel bir hadım olarak açar. Hadımlık, esasında yıllar boyunca kökenleri Asurlulara kadar giden bir devlet müessesesi konumunu almıştır. Hatta İslamiyet’ten evvel Bizans ve Sasani İmparatorlukları da hadımları hem ordularında hem de saraylarında geniş ölçüde kullanıyorlardı. Kuzey Afrika'ya egemen olan Memlük idaresi altında da hadımlar çeşitli kademelerde kendine yer bulmuşlardır. Bunların en önemlilerinden biri de Medine’de Peygamberin kabrini korumak ve çevredeki emniyeti sağlamak için hadımların kullanılmasıdır. Bu alışkanlık daha sonra burda bir Osmanlı idaresi kurulduğunda da egemen olacaktır.

    Osmanlı için konuşacak olursak başlangıçta hadım ağalar, ak ağalardan ve kara ağalardan oluşan karışık bir gruptu. Daha sonra I. Selim'in Memlük Sultanlığı'nı ele geçirmesiyle Osmanlıların bu bölgedeki hâkimiyeti pekişmiş ve Afrika köle ticaretine egemen olmuşlardır. Habeşli hadımlar böylece zamanla Osmanlı sarayında en önde gelen hadımlar olarak kabul gördü. 1591 yılı itibariyle kara ağalar ''darüssaade ağalığı'', Kafkasyalı ve Doğu Avrupalılar da ''babüssaade ağalığı'' ile görevlendirilmiş ve aralarında böyle bir ayrım temel kazanmıştır.

    Hacı Beşir Ağa, İsmi Beşir olan diğer hadım ağalarından ayırmak için Mekke'ye hac ziyaretinde bulunduğu için 'Hacı' ünvanı ile anılır.

    Topkapı Sarayı’nın yakınına inşa ettirdiği külliyesinin ilginç bir şekilde hareme bitişik bir şekilde yapılan kütüphane odasında çoğu Hanefi fıkhı ve ilahiyat eserlerinden müteşekkil 1007 cilt kadar kitap bulunması, onun kitaplara olan tutkusunu gösterir niteliktedir. Yine Eyüp'teki Darülhadis'i bir dini eserler kütüphanesi olarak kullanmıştır.
    İbrahim Mütereffika'nın ilk kurduğu matbaaya da destek vermiştir.

    Uzun görev hayatı boyunca büyük bir servete de sahip olan Beşir Ağa, bu paraları hayır işlerine ve imarete harcamıştır. Kahire, Ziştovi, Cağaloğlu ve Eyüp’te çok sayıda hayır eseri yaptırmıştır. Bunların arasında sıbyan mektepleri, medreseler, kütüphane, tekke ve sebiller var. Arkasından 1007 ciltlik büyük bir kütüphane bırakan Beşir Ağa, Haziran 1746'da Topkapı Sarayı haremindeki dairesinde öldüğünde doksanlı yaşlarındaydı. Cenazesi Eyüp’te Eyüp Sultan’ın yanına defnedilmiştir.

  5. Hacı Beşir Ağa Külliyesi ve camii

    Hacı Beşir Ağa Külliyesi ve camii, İstanbul Suriçi Gülhane Alemdar Caddesi ile Vilayet Caddesinin kesiştiği yapı adasında 1745 tarihinde inşa edilmiştir. Külliye Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır.

    Hacı Beşir Ağa külliyesi Türk sanatında batı tesiriyle ortaya çıkan yeni sanat akımının ilk eserlerden biridir. Bu yapı topluluğunda en önemli konu cami, medrese, sebil, dergah gibi farklı yapıların bir arada inşa edilmiş olmasıdır.

    Külliye eğimli bir arazide inşa edilmiştir. Her bölüm ayrı bir kottadır. Bu zorluk çok akıllı çözülmüştür. Vilayet caddesi kotundan Cami avlusuna girilmektedir. Giriş kapısının sağından yüksek bir kota yokuş yukarı olarak çıkılmaktadır. Bu aynı şekilde üçünçü kattır. Caminin ikinci katıyla medrese aynı kottadır. Kapı girişinden sola gidildiğinde sebilin olduğu alt kota gidilmektedir.

    Külliye Sultan II.Mahmut döneminde tepeden tırnağa elden geçirilmiştir. Bu tamiratın 1826 ile 1839 tarihleri arasında yapıldığı bilinmekse de kesin tarih belli değildir. Harim kapısının üzerindeki kitabe:’’ Muaffak oldu Han Mahmut Sani şimdi tecdidine.’’ Bu tamiratı anlatır. 1950 yılında tekke binası bir yangın geçirmiştir. Yapı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden tamir edilmiştir.

    Külliye eğimli bir arazide inşa edildiği için cami üst kotta bulunmaktadır. Caminin altına dükkanlar yapılmıştır. Yapının tam köşesinde ise bir barok sebil bulunur.

    Sebil mermerden yapılmış olup kubbesi kurşun ile kaplanmıştır. Geleneksel tüm sebiller gibi geniş bir saçağı bulunur. Osmanlı Sebilleri genelde dairesel olduklarından dolayı pencereler dışa doğrudur. Bu yapıda pencereler içe dönüktür. Sebilin beş penceresi bulunur. Bu pencereler sütüncelerle ayrılır, aynı zamanda sebilin alınlığı taşınmış olur. Pencerelerin aralarında döküm şebekeler bulunur. Hacı Beşir Ağa Sebili Osmanlı sebil mimarisinde barok olarak yapılan ilk sebillerden biridir. Ebat olarak sanat tarihi açısından önemlidir. Sebilin üst kısmında Şair Rahmi’nin yazmış olduğu beş satırlık uzun bir yazı bulunur. Sebilin yan kısmında kitabesi bulunan bir mermer çeşmeler bulunur.

    Hacı Beşir Ağanın "İleride nasıl olsa suları kesilir. Suyu kesilmiş sebilide büfe yaparlar" diye düşünüp tam köşeye sebil yaptırması takdire şayandır.

  6. Son Harem Ağaları

    Harem denince akla cinsellik gelir, ancak Harem-i Hümâyûn padişahın evi ve bir eğitim kurumudur.
    Harem ağaıda bu kurumda yüksek yöneticilerden biridir.

    Osmanlı sarayı üç bölümden meydana geliyordu: Harem, Birun ve Ende*run. Harem-i Hümâyûn, Harem’le birlikte Enderun’u içerisine alır. Enderun, Osmanlı İmparatorluğu’nun erkek yöneticilerinin yetiştiği üst düzey bir okuldu. Harem ise kadın yöneticilerin yetiştiği bir mektepti.

    Osmanlı tarihinde, hadımlardan birçok vezir, vali ve veziriazam çıkmış ve bunlar hadım ünvanıyla anılmıştır. Atik Ali Paşa, Hadım Sinan Paşa, Hadım Süleyman Paşa, Hadım Hasan Paşa, veziriazamlığa kadar yükselmiş hadım*lardandı.

    Darüssaade ağaları, padişahla yakınlıklarından dolayı birçok gelire sahip*tiler. Bu yüzden Harem ağaları, birçok cami, mescid, okul gibi hayır kurumları yaptırmışlardır.

    Harem ağaları azledildikten sonra, genellikle Mısır’a gönderilir ve burada kendilerine “azatlık” adı altında emekli maaşı bağlanırdı. Bazı hadım ağaları, görevdeyken geleceklerini düşünerek Mısır’da araziler satın almışlardır. İstanbul’da vefat edenler, Üsküdar’da Seyyid Ahmed Deresi civarında Pilavcı Bayırı’ndaki kabristana gömülürlerdi.
    İmparatorluğun son zamanlarında İstanbul'da kalan harem ağalarıda olmuştur.
    Nitekim Sultan Abdülhamit'in Harem ağası Nadir Ağa bunlardan biridir.

    Harem ağaları, Tanzimat’tan sonra yetkilerinin çoğunu kaybettiler. Tanzimat’tan sonra Evkaf-ı Hümâyûn Nezareti’nin kurulmasıyla, Darüssaade ağasının elindeki vakıflar alındı. II. Meşrutiyet’ten sonra ise iyice etkisizleştiler. Son Harem ağası, Said Ağa idi.

  7. Topkapı sarayında bekleyen harem ağaları

    Topkapı Sarayı boşaltıldıktan sonra, ne yapılacaklarına henüz karar verilmediğinden boş mekânların önünde bekleyen ağalar.







  8.  Alıntı Originally Posted by metin Yazıyı Oku
    Bir önceki paylaşımda Osmanlıdaki köle ticaretinden bahsedince ezbere tarih okuyucuları sarsılmıştır belki..
    Şimdi daha vahim bir fotoğraf paylaşayım.
    Bir kauçuk plantasyonunda bulunan Kongolu köleler ve Osmanlı askerleri. 1800 lü yıllar

    Osmanlı imparatorluğu o dönemlerde afrika kıtasının bir çok noktasına hakim konumdaydı. O yıllarda Osmanlı haritacıları tarafından çizilen bu harita kafalardaki soru işaretlerini siler sanırım.
    Görüldüğü gibi Kongo'nun sınırlarına kadar dayanılmış genişlemiş vaziyette çizilmiş harita


    Kölelerin yanında bulunan askerler Osmanlı askerleri mi? diye soracak olursanız.. iki resim paylaşayım. Fes ve ön taraftaki malzeme çantası kah küçülerek, kah büyüyerek uzun yıllar Osmanlı askerinin kıyafetinin değişmez techizatlarından biri olmuştur..
    Bu bilgiler yanlış maalesef sn. metin, bilindiği üzere Belçikanın Kongo da yaptığı katliamlar vardır, bahsetmiş olduğunuz çantalı siyahi asker resmi Osmanlı askeri değildir, belçikanın ele geçirdiği kongoda yerli askerlere giydirdiği kıyafettir, kongoda bulunduğu zaman Osmanlı katliam yaptı şeklinde bazı çekemeyen batılı taraftarların algı operasyonu vardır, aslında kongoda yıllarca bulunan Belçika sömürgeleştirmek için halka katliamlar zulümler yapmış, halkı kendinden ve köle olarak ayırmıştır, bunuda şimdilerde kendi yapmamışta Osmanlı yapmış algısı oluşturmaktadırlar, yani osmanlı daha çok zalimmişte bunlar iyilik için gelmiş kongoya şeklinde algı şimdi batılıların işine gelmektedir..lütfen düzeltin ve böyle bir tarihi yanılgıya sebep olmayın.... bakın aşağıdaki linkte bu konu anlatılıyor....


    http://elestireltarih.blogspot.com/2...ler-ve-ii.html



    Belçika’nın 1835 ile 1909 seneleri arasında yaşayan kralı İkinci Leopold bir sömürge imparatorluğu kurmak için Kongo’yu işgal etmiş ve bu Kongo'da bu dönemde en az on milyon Afrikalı işkence ve kötü muamelelerden dolayı hayatını kaybetmişti.
    II. Léopold'e göre Belçika da diğer Avrupa ülkeleri gibi sömürgeler elde etmeliydi. 1860'da bir konuşmada şöyle dedi:
    "Topraklarımızı genişletmenin vaktinin geldiğine inanıyorum. Kalan birkaç güzel pozisyonun bizimkinden daha girişken milletler tarafından kapılması tehlikesi karşısında hiç vakit kaybetmememiz gerekiyor."
    1861'de Belçikalılara şu tavsiyelerde bulundu:
    "Komşularınızı taklit edin; fırsat çıktığı anda denizlerin ötesine yayılın. Orada ürünleriniz için kıymetli pazarlar, ticaretiniz için gıda, [...] ve büyük Avrupa ailesi içinde daha iyi bir konum bulacaksınız."
    Afrikalılara 1880′li yıllarda on yıl boyunca yaptıklarını “vahşi yamyamları Hıristiyanlıkla tanıştırdığı†şeklinde yorumlayan Leopold’ün cinayetleri, 1897′de genç bir memur tarafından ortaya çıkarıldı. Memurun olup bitenlerden şüphelenip Kongo’da meydana gelenleri yansıtmasına rağmen, Belçika’da ve Leopold ile işbirliği yapan diğer ülkelerde tık çıkmadı ve cinayetlere o zaman hiçbir tepki gelmedi.
    Uygarlaştıracağı toprakları en sonunda buldu: Kongo
    Afrika’nın ortasındaki bu bölgeyi işgal etmeye çalıştı ama parlamento arzusuna sıcak bakmayınca farklı bir formül geliştirdi. Hazinesinden borç alarak bir yardım cemiyeti gibi görünen “Uluslararası Afrika Derneğiâ€ni kurdu, dönemin en ünlü kâşiflerinden Stanley’i Kongo’ya gönderdi, kendi başına bir sömürge yönetimini kurdurdu ve 1885′te toplanan Berlin Konferansı’nda büyük güçler tarafından “Kongo’nun Hakimi†olarak kabul edildi.
    1876'da Brüksel'de uluslararası bir jeofizik konferansı topladı. Bu konferansta, "Kongo yöresi halkına medeniyet götürmek, bilimsel araştırma ve ticaret yapmak, Arap köle tüccarlarına karşı savaşmak için" uluslararası bir komite kurulmasını savundu. Konferanstaki konuşmasında öne sürdüğü fikirlerden biri şuydu:
    "Dünyanın henüz nüfuz edilemeyen tek yöresini medeniyete kavuşturmak, oradaki halkların üstünde asılı duran karanlığı delmek, kanımca içinde bulunduğumuz bu ilerleme çağına yaraşır bir haçlı seferidir."Stanley'e verdiği özel talimatlar şöyledir:
    "[...] alabildiğin kadar toprak al ve egemenliğimiz altında topla [...] en kısa sürede, tek bir dakika kaybetmeden, Kongo ağzından Stanley Çağlayanlarına kadar tüm kabileleri ele geçir."

    "Bu mümkün olduğu kadar büyük bir devlet yaratma ve yönetme projesi. Bu projede zencilere en ufak bir siyasi söz hakkı vermeyeceğimiz açıkça anlaşılmalı. Aksi çok saçma olurdu."Bunu takip eden yıllarda, 1884'e kadar, Stanley Kongo'da büyük miktarda fildişi ele geçirir, Léopoldville dahil koloniler kurar, bir demiryolu hattı inşa ettirir, zenci kabile liderlerini kandırarak veya zorlayarak egemenliği devretmelerini sağlar. Léopold, kabile liderleriyle yapılan anlaşmaların kısa ve basit olmasını, "birkaç maddeyle her şeyi kendilerine bırakmasını" istemiştir. Artık insanlık tarihi boyunca yapılan en arsız ve acımasız soykırımlardan birinin mimarıydı ve bir Belçika başbakanının da dediği gibi “İnsanlara limon muamelesi yaptı, suları bitinceye kadar sıktı ve sonra bir kenara fırlattı.â€Leopold, Afrika’ya hiç gitmedi ama Kongo’yu dev bir toplama kampı haline getirdi. Kongo’da terör estiren adamları, yerlilerin kellelerini bahçelerinde heykel olarak sergiliyor, Naziler’in benzer hareketlerinin ilk örnekleri, Kongo’da yaşanıyordu.Kongo’da, sadece 1890 ile 1905 yılları arasında, yaklaşık on milyon yerli öldürüldü.II. Léopold, Kongolu yerlilerden Halk Ordusu (la Force Publique) adında bir ordu oluşturur ve bunu yine Kongolulara karşı kullanır. Kongoluların ve Arap tüccarların direnişi acımasızca bastırılır. Köle ticareti ülkenin batı kesimlerinde yasaklanmasına karşın doğu kesimlerinde hoş görülmeye devam eder.Ülkenin altyapısı zorla çalıştırılan yerlilere kurdurulur. Vergi gelirlerinin çok azı ülke için harcanır, çoğu Belçika'ya transfer edilir. Kongo bütçesine ayrılan verginin hemen hemen yarısı Halk Ordusu için ayrılır.19.yy sonu ve 20. yy başlarında Kongo'da direniş hareketleri kuvvetlenir, isyanları bastırmak için gittikçe daha çok bütçe ayırmak gerekir. Halk Ordusu askerlerinin attıkları mermilerin boşa gitmediğini ispatlamaları için kurbanlarının ellerini kesip getirmesi istenir. Askerler, başarı oranlarını yüksek göstermek için yaşayan kişilerin de ellerini keserler.

    Leopold, lastik ve fildişi ticareti için zorla çalıştırılan milyonlarca kişinin dışında boş duran çocukları da çalıştırmak için üç ayrı koloni kurdu ve ordusunu güçlendirmeye uğraştı. Bütün bunlar uluslararası camiada ses getirmiyor ama başı özel zevkleri yüzünden derde giriyordu. Mesela, İngiltere’den getirttiği ve yaşları on ila on beş arasında olan bakireler yüzünden İngiliz mahkemelerinde adı geçiyor ama zamanın anlı şanlı kâşifleri ve gazetecileri tarafından “Kongo’ya medeniyet götürdüğü†iddialarıyla yere göğe sığdırılamıyordu.
    Belçika Kralı’nın bu zorba rejimi, bir denizcilik şirketinde çalışan yarı Fransız yarı İngiliz olan Edmund Dene Morel sayesinde sona erdi. Morel, Kongo’da olup bitenlerden şüphelenmiş ve araştırmaya başlayınca patronları tarafından başka yere gönderilmeye çalışılması üzerine istifa ederek gazeteciliğe başlamıştı.
    Bir Gazeteci Duyurdu

    Gazetelerde 1900′lü yılların başından itibaren çıkmaya başlayan yazıları Avrupa’nın gözünü açtı ve Morel, destek sağlamak için üç yıl boyunca pek çok ülkeyi dolaşıp dünya tarihinin ilk sivil toplum protestosunu başlattı. Leopold’ün yaptıklarını manşetlere taşıdı, yakılan köyler ile sakat edilmiş Kongoluların resimlerini yayınlattı, Mark Twain ve Sir Arthur Canon Doyle gibi o zamanın tanınmış yazarlarının desteklerini sağlayıp Leopold’ü kınayan yürüyüşler düzenledi.
    Leopold, bu protestolar sayesinde 1908′de ellerini Kongo’dan çekmek zorunda kaldı ve bir yıl sonra da öldü.

Sayfa 135/178 İlkİlk ... 3585125133134135136137145 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •