Burada ufak ama önemli bir detay var. Türkiye'nin var olan ekonomik koşullarında devlet para arzını arttırmayı ve paranın değerini düşürmeyi seçti. Ama belki de zorunda kaldı. Zira eğer para arzını arttırmasaydı çok geniş halk kesimlerini sosyal yardımlar ve yaşlılık aylığı ile besleyemeyecekti. Çok geniş kitlelerin gıdaya erişimi kısıtlanabilirdi.
Unutmayalım ki Türkiye'de
- 12 milyon emekli var. Aileleriyle 20 milyon kişi diyelim.
- Sosyal yardım ile geçinen direk ya da dolaylı olarak en az 8-10 milyon kişi vardır.
- Yaratılan fazla para arzı ile işleyebilmesi mümkün olan firmalarda çalışan da en az 25-30 milyon asgari ücretli olabilir.
Tüm bu rakamları topladığımızda aslında Türkiye nüfusunun %80'inden fazlasının direk veya dolaylı olarak devletin himayesinde yaşamını sürdürebildiğini görebiliriz.
Eğer Türkiye sert bir para biriminde ve düşük bir para çarpanında ısrar etseydi, katma değerli üretim çıktısı yeterli olmadığından tahminlerin ötesinde çok geniş bir kesim ciddi bir yaşamsal riske itilebilirdi.
Devalüasyon belirli koşullarda ekonomi yönetimine verilmiş ciddi bir imtiyazdır. Enflasyon yaratarak sanal ve hormonlu bir büyüme yaratmak mümkün olur. Bu hamle çok geniş halk kitlelerinin açlıktan kırılmaya başlamasından önceki son sigortadır. Bir çeşit gizli komünizmdir. Devalüasyon yöntemi ile varlık devlete transfer edilir. Buradan da halkın zaruri ihtiyaçlarını besleyecek kanallara ve sürecin istikrarsızlığından kaynaklı olarak ta kısmen imtiyazlı zümrelere yönlendirilir. Tipik olarak orta direk çöker. Zengin ve imtiyazlı bir zümre ve açlık sınırının altında ve devlet yardımına muhtaç çok geniş bir halk kitlesi baki kalır.
Yer İmleri