Sayfa 6916/7020 İlkİlk ... 5916641668166866690669146915691669176918692669667016 ... SonSon
Arama sonucu : 56156 madde; 55,321 - 55,328 arası.

Konu: Sanat Mozaik

  1. Rus sair, roman ve oyun yazari, Sovyetler Birligi Bilimler Akademisi uyesi Aleksey Nikolayevic Tolstoy'un olum yildonumu ( 23 Subat 1945 )



    " 'Az once dinlemek icin kalabaligin arasına girdim', dedi Roshchin. 'Bu balkondan asagi dogru soylenen nutuklar ates kivilcimlari gibiydi. Ve kalabalik dinliyordu. Ah bir gorsen,ne dinlemek! Artik hicbir seyi anlamaz oldum. Bu sehirde kim yabanci ?– Ya onlar ( basiyla konagin balkonunu gösterdi ) ya biz. Bizi kimse dinlemek istemiyor. Anlamdan yoksun sozler geveleyip duruyoruz...Cepheden donerken Rus oldugumu saniyordum. Buraya gelince bir yabanci oldugumu anladim. Artik hicbir seyi anlamaz oldum.' "



    “ 'I stood here in the crowd a short time ago, and listened,' said Roshchin through his teeth. 'Fire and brimstone descends from this balcony and the crowd mops it up. I don’t know any longer who are the strangers in this city ? – ourselves, or that lot. ( He nodded towards the balcony. ) Nobody listens to us any longer. We mutter words devoid of sense. When I was coming here I knew I was a Russian. But now I’m here, I feel alien. I don’t understand.' ”

  2. Arjantinli yazar, ceirmen ve cagdas Arjanti edebiyatinin onculerinden César Aira'nin dogum gunu ( 23 Subat 1949 )



    " Flores semtinin yasini almis sakinlerinden Aldo ve Rosita Peyró cifti yalnizca kendilerinin icra ettigi ve duyan az sayida kisiyi meraka surukleyen tuhaf bir meslek edinmislerdi, geceleri semtteki pizzacilardan birinde evlere servis elemani olarak calisiyorlardi. Bu isi yapan sadece onlar degildi, zaten gunesin batmasiyla birlikte Flores’in ve butun Buenos Aires’in sokaklarinda, labirentlerde kosusturan kobay fareleri gibi vizir vizir gidip gelen motosikletli gencler ordusundan da belliydi bu. Ama servisi kendi imkanlarıyla, yani yayan yapan baska bir yasli ( ya da genç ) cift daha yoktu.

    Orselenmis orta sinifimizin tipik birer uyesiydiler; orta karar bir emekli maasi aliyorlardi evleri kendilerine aitti, onemli bir giderleri yoktu, ama buyuk bir gelirleri de yoktu. Nispeten genctiler, sagliklari ve gucleri yerindeydi ve bolca vakitleri bulunmasina ragmen gelirlerine mutevazi bir katkida bulunmak icin daha farkli bir ugras aramamalari sasirticiydi. Icat pesinde degillerdi, bu is biraz tesaduf eseri karsilarina cikmisti, hem pizzaciyi isleten delikanliyi taniyorlardi hem de is cocuk oyuncagina benziyordu. Insanlari aliskanliklarinda tuhaf degisiklikler yapmaya mecbur birakan ekonomik krizin ortasinda aniden bir firsat belirmisti: Pizzacilar dagitimi kendi araslariyla yapan kisilerle anlasarak servis motorlarina para yatirmayi birakmisti, boylece is arzinda ani bir dusus gerceklesmisti; motor sahibi gencler calismaya ancak paraya sikisinca geldiklerinden ve keyiflerince patron degistirdiklerinden isler iyice karmakarisik olmustu... " Flores Geceleri



    " Aldo y Rosita Peyró, un matrimonio maduro de Flores, adoptaron un curioso oficio en el que eran únicos y despertaban la curiosidad de los pocos que se enteraban: hacían delivery nocturno para una pizzería del barrio. No es que fueran los únicos en hacerlo, como quedaba patente por el ejército de jovencitos en motoneta que iban y venían por las calles de Flores, y de todo Buenos Aires, desde que caía el sol, como ratones en el laberinto de un laboratorio. Pero no había otra pareja madura (ni joven) que lo hiciera, y a pie, en sus propios términos.

    Eran miembros muy característicos de nuestra vapuleada clase media, con una jubilación mediocre, casa propia, sin apremios graves pero sin un gran desahogo. Con salud y energía, relativamente jóvenes, sin nada que hacer, habría sido asombroso que no buscaran alguna ocupación con la que complementar su modesta renta. No se propusieron ser originales: el empleo surgió un poco por casualidad, por conocimiento con el joven encargado de la pizzería, y quizá también porque se parecía a un no trabajo. La crisis, que tantas adaptaciones extrañas en los hábitos venía produciendo, terminó de redondear la oportunidad: las pizzerías dejaron de financiar las motonetas, desde que percibieron que podían operar con repartidores con vehículo propio; hubo una drástica reducción de oferta de trabajo, y la que quedó se hizo más imprevisible pues los adolescentes dueños de motonetas se presentaban a trabajar sólo cuando necesitaban el dinero, y cambiaban de patrón a capricho... "




    " Her gun aksamustune dogru ustume bir rehavet cokuyor, saatlerce gecmiyordu. Gozlerimi bile oynatamiyordum. Gunlerim, haftalarim bu halde geciyordu; daha ayilamadan, ya da ayildigimin bilincine varamadan, yeniden dalip gidiyordum... Ve daldigimda daha da derinleri boyluyordum... " Nasil Rahibe Oldum



    " Durante largas horas, a partir de la media tarde, entraba en una especie de letargia. No movía siquiera las pupilas. Pasaba días enteros, semanas enteras, en ese estado; me sentía recaer en él sin haber salido, o sin haber tenido conciencia de salir... Y la caída era muy profunda... "

  3. Amerikali filozof, roman yazari ve entelektuel Rebecca Newberger Goldstein'in dogum gunu ( 23 Subat 1950 )



    " Matematik, deneysel olmayan bilginin baslica ornegidir. Ama onun baslica olmasinin da bir bedeli var tabii – soyle ki matematiksel dogrular kesin dogrulardir; bu da olasi butun dunyalari tarif ettikleri anlamina gelir ve bu yuzden bilimin yaptigi sekilde, bize kendi dunyamizla ilgili bilgi vermez. Bilimler dogrularini ifade etmek icin matematigi kullanirlar fakat dogrularin kendileri ampirik olarak kesfedilir. Bu yuzden, universiteler acisindan bilim insani calistirmaktansa matematikci calistirmak cok daha ucuza gelir. Laboratuvarlara, gozlem yapmaya, molekul carpistiricilara ihtiyaç duymazlar. Butun ekipmanlarini kafataslarinin icinde tasşrlar. Universitenin saglamasi gerekenler sadece tahta, tebesir ve silgidir. Filozoflara gelince, onlar daha da ucuzdur, cunku (eski bir sakaya göre) silgi de istemezler. Komik - imsi bir saka, derininde filozoflarin canlari ne isterse onu soyleyebildikleri, hicbir kendini duzeltme metodolojisinin olmadigi anlami tasidigi icin de felsefe-asagilayan turden. Ama, yine bu da felsefenin yaptigi ilerlemenin turunu, girisimin dogasini yanlis anlamaktadir. "



    " Mathematics is a prime example of non-empirical knowledge that is, unassailably, knowledge. But its aprioricity comes at a price—namely its truths are all necessarily true, which means they describes all possible worlds, and therefore don’t give us knowledge about our specific world, the way the sciences do. The sciences use mathematics to express their truths, but the truths themselves are discovered empirically. This is why mathematicians are so much cheaper for universities to employ than scientists. They don’t require laboratories, observatories, particle colliders. They carry all their equipment in their craniums. All the university has to supply are blackboards, chalk, and erasers. And philosophers are even cheaper (according to an old joke), because they don’t even require the erasers. A funny-ish joke, if also a philosophy-jeering one, since it lands the dig that philosophers can say whatever the hell they want, that there’s no self-correcting methodology. But, again, this is to misunderstand the nature of the enterprise, and the kind of progress that philosophy makes. "

  4. Fransiz sair, oyun yazari, diplomat ve heykeltiras Paul Claudel'in olum yildonumu ( 23 Subat 1955 )



    Sunacak hicbir seyim yok ve hicbir sey, isteyecegim;
    Geliyorum yalniz sana bakmak icin annecigim.
    Sana bakmak; aglamak sevincten; olmak farkinda,
    Ben senin oglunum ve sen, orda.
    Tukenisi varligin, durdugu akisin,
    Ogle!
    Tek kelime söylemeksizin yüzüne bakmak;
    Gonlu, oz diliyle sakimaya birakmak.
    Tek kelime soylemeksizin sakimak cunku gonul dolu agzina kadar,
    Karatavuk gibi bulur hemencecik dusuncesine uygun kesik vuruslar.
    Cunku sen guzelsin, lekesiz cunku sen.
    Sonunda kavustugumuz kurtulus ve iyilik icinde yuzen kadin sen.
    Bir varlik, iki yuceligi icinde ve son ucuna varmis yaratilmisligin.
    Tanridan geldigi gibi tanla birlik, cevheri icinde hurlugun ve aydinligin.
    Cunku sensin kadini, cenneti unutulmus eski sefkatlerin,
    Kavrar yuregi, aglatmaya hazir insani, gozlerin!
    Cunku beni kurtardin, cunku kurtardin Fransayi;
    Cunku bir dertti sana bencileyin Fransa.
    Cunku her seyin coktugu saatte geldin kurtardin Fransa'yi;
    Cunku kurtardin Fransa'yi bir kez daha.
    Cunku bak, ne isikli ogle, cunku aydinligindayiz seninle
    Cunku ben butun gun orda, cunku sen tek varsin, yasiyorsun



    Je n’ai rien à offrir et rien à demander.
    Je viens seulement, Mère, pour vous regarder.
    Vous regarder, pleurer de bonheur, savoir cela
    Que je suis votre fils et que vous êtes là.
    Rien que pour un moment pendant que tout s’arrête.
    Midi !
    Être avec vous, Marie, en ce lieu où vous êtes.
    Ne rien dire, regarder votre visage,
    Laisser le cœur chanter dans son propre langage,
    Ne rien dire, mais seulement chanter parce qu’on a le cœur trop plein,
    Comme le merle qui suit son idée en ces espèces de couplets soudains.
    Parce que vous êtes belle, parce que vous êtes immaculée,
    La femme dans la Grâce enfin restituée,
    La créature dans son honneur premier et dans son épanouissement final,
    Telle qu’elle est sortie de Dieu au matin de sa splendeur originale.
    Parce que vous êtes la femme, l’Eden de l’ancienne tendresse oubliée,
    Dont le regard trouve le cœur tout à coup et fait jaillir les larmes accumulées,
    Parce que vous m’avez sauvé, parce que vous avez sauvé la France,
    Parce qu’elle aussi, comme moi, pour vous fut cette chose à laquelle on pense,
    Parce qu’à l’heure où tout craquait, c’est alors que vous êtes intervenue,
    Parce que vous avez sauvé la France une fois de plus,
    Parce qu’il est midi, parce que nous sommes en ce jour d’aujourd’hui,

  5. Giuseppe Verdi'nin La Traviata operasinda 150 kez Violetta rolune hayat veren Italyan soprano Tiziana Fabbricini'nin dogum gunu ( 23 Subat 1959 )




  6. Ingiliz komedi aktoru, yazar ve film yonetmeni Stan Laurel'in olum yildonumu ( 23 Subat 1965 )




  7. Amerikali Ask romanlari yazari Danielle Steel, Beni Boyle Sev ( Big Girl ) romanini 23 Subat 2010 tarihinde Delacorte Press araciligiyla yayimladi.

    " Jim Dawson dogustan yakisikliydi. Tek cocuktu, yasina gore uzun boyluydu ve kusursuz bir fizigi vardi; buyudukce olaganustu bir sporcuya donustu. Ailesinin gozbebeği Jim, yillarca cocuk sahibi olmaya calisan, ancak kirkli yaslarinda bu hayallerine kavusan ailesi icin Tanri’nin bir lutfu olmustu. Umutlarin tukendigi bir anda dunyaya gelen guzel oglunu her kollarina alisinda annesi ona taparcasina bakar, babasi ise onunla top oynamaya bayilirdi. Kucukler liginin yildizi Jim’e okuldaki kizlar da hayrandi. Koyu renk saclari, kadifemsi kahverengi gozleri ve cenesinde bir film yildizini andiran belirgin bir gamzesi vardi. Kolejde futbol takiminin kaptaniydi. Birinci sinifta ailesiyle Atlanta’dan Guney Kaliforniya’ya tasinan ve mezuniyet toreninde gecenin kralicesi secilen güzel bir kizla cikmaya basladiginda, kimse buna sasirmadi. Ufak tefek, zayif bir kizdi, sacları ve gozleri onunkiler gibi koyu renkli, cildiyse Pamuk Prenses’inki kadar beyazdi. Kibar, uysal ve tatli dilliydi, ustelik Jim’e de hayrandi. Mezuniyet gecesi nisanlandilar, ayni yil Noel’de evlendiler. "



    " Jim Dawson was handsome from the day he was born. He was an only child, tall for his age, had a perfect physique, and was an exceptional athlete as he grew older, and the hub of his parents’ world. They were both in their forties when he was born, and he was a blessing and surprise, after years of trying to have a child. They had given up hope, and then their perfect baby boy appeared. His mother looked at him adoringly as she held him in her arms. His father loved to play ball with him. He was the star of his Little League team, and as he grew older, the girls swooned over him in school. He had dark hair and velvety brown eyes and a pronounced cleft in his chin, like a movie star. He was captain of the football team in college, and no one was surprised when he dated the homecoming queen, a pretty girl whose family had moved to southern California from Atlanta in freshman year. She was petite and slim with hair and eyes as dark as his, and skin like Snow White. She was gentle and soft spoken and in awe of him. They got engaged the night of graduation and married on Christmas the same year. "

  8. Çikolatalı gofretimi ve sıcacık çayımı alıp geldim Saklı Cennetime

    Sn Terraluna hoşgeldiniz bir kez daha
    Şeker Dünyam

Sayfa 6916/7020 İlkİlk ... 5916641668166866690669146915691669176918692669667016 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •