Sayfa 9/14 İlkİlk ... 7891011 ... SonSon
Arama sonucu : 112 madde; 65 - 72 arası.

Konu: Holografik Evren

  1. #65
     Alıntı Originally Posted by Happy Yazıyı Oku
    Yağmur yok...
    Ama su var

  2. #66
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    11 BOYUT
    Yaş
    68
    Gönderi
    15,126
    Bu topik sessiz kalmış,bir araştırmacı olarak canlandırmak lazım.

    HOLOGRAFİK BEYİN VE HOLOGRAFİK EVREN



    Beyin adını verdiğimiz, hücrelerden ve moleküler bir yapıdan oluşmuş, bilincimizi ortaya çıkaran yapı, esas itibariyle sonsuz titreşimlerden ibârettir… Hologramik bir yapıdır. Bakın bu konuda Dünyanın en ünlü hocalarından Stanford Üniversitesi Nörofizyoloji kürsüsü eski Profesörü olan, halen Virginia`da Radford Üniversitesi Beyin merkezi başkanı Karl Pribram ile fizikçi Einstein`ın talebesi olan ve 1992`de vefat eden ünlü fizikçi David Bohm`un en son bilimsel bulgularını inceleyen ve yine 1992 sonunda ölen Amerika`lı araştırmacı Michael Talbot, l992 yılında yayınlanan son kitabı “The Holografic Universeâ€te neler diyor: “Evrenin yapısı tüm bilim adamlarını her zaman meşgul etmiştir. Çeşitli görüşlere ilâveten zaman ve mekâna bağlı olmayan elektron bulutları, meteorlar, kar taneleri bir hayâl âleminde yaşadığımızın göstergeleri olabilirler. Bu görüşü bazı mistikler -sûfiler- de savunmaktadır. Bu konuda günümüzde giderek artan sayıda bilim adamı da aynı görüşleri paylaşmakta; paranormal ve mistik olaylarla, telepati, psikokinesis ve dokunmadan cisimleri hareket ettirebilme özelliklerinin bu nedene nasıl dayalı olabileceğini araştırmaktadırlar.1980`de Dr. Kenneth Ring yaptığı ölüm öncesi deneyleri sonucunda: ölümü, bilincin bir hologramik boyuttan diğerine geçişi olarak tanımlamıştır. 1987`de fizikçi Alain Wolf, yakaza hâlindeki rüyaları, bilincin başka boyutlara seyahati olarak tanımlamıştır.1982`de Paris’te fizikçi Alain Aspect, Teorik ve Uygulamalı Optik Enstitüsünde atomaltı parçacıkların bulutumsu hareketlerinin kesinlikle holografik özellik gösterdiğini deneyle göstermiştir.
    Bütün bunlardan hareketle şu sıralarda bilim, beynin fonksiyonlarının açıklanmasında, en iyi modelin “hologram†olduğunu kabul etmekte. Pribram 1970`lerde teorisinin doğruluğunu ispatlayacak yeterli delil elde etmişti. İlâveten beynin motor merkezlerinin belli bantlardaki frekanslara tepki verdiğini bulmuştu. Fakat onu rahatsız eden mesele, beynimizde görüntü değil de hologram oluşuyorsa neyin hologramı oluşuyordu? Gerçek ne idi?..Örneklemek gerekirse bir masa etrafındaki topluluğun polaroid filmini çekip, resimde birbirlerine girmiş dalgalar yığını görseniz acaba hangisi gerçektir? Gözlemcinin gördüğü dünya mı? Beynin algıladığı dalgalar mı? “Holografik beyin†modelinin mantıksal sonucu şu: Objektif gerçek diye gördüğümüz dağ, deniz, ağaçlar, evler, lâmbalar, fincanlar mevcut değil; veya en azından, bizim algıladığımız gibi mevcut değil!… Belki de mistiklerin, sûfilerin asırlardır söyledigi gibi, gerçek, sadece bir hayâl âleminde yaşadığımızdır; ve asıl olan dalgalardan meydana gelen bir senfoninin nağmeleridir. Nöro-fizikçi Pribram, burada takıldı; konunun kendi dışında olduğunu düşünüp araştırınca da fizikçi David Bohm’un çalışmalarını buldu!.. Böylece hem kendi sorusunun cevabını aldı, hem de “tüm evrenin hologram yapıya sahip oldoğunu†öğrendi.
    HOLOGRAFİK EVREN: Davit Bohm’un evrenin holografik yapıya sahip olduğu iddiası, atomaltı parçacıkları araştırması sırasında başladı. Kuantum fizikçilerinin şaşırtıcı gerçeği, maddenin bölünebilir en küçük parçasına geldiğiniz zaman, ulaştığınız, parçanın normal davranış göstermediğidir. Çoğumuz elektronun, çekirdeğin etrafında dolaşan minicik bir küre olduğunu düşünürüz. Fakat gerçek bu değildir!. Elektron bazen parçacık davranışı gösterebilir, ancak en-boy-derinlik gibi hiç bir ölçümlemeğe gelmez.Yani bildiğimiz objelerden değildir. Fizikçilerin diğer bir keşfi de elektronun gerek parçacık, gerekse dalga özelliği gösterdiğidir. Bir elektronu kapalı bir televizyon ekranına yönlendirirseniz küçük ışık noktası elde edersiniz. Bu onun parçacık özelliğindendir ama tek özelliği de değildir. Aynı zamanda enerji bulutu şeklinde uzayda dağılan bir dalga gibi de davranır. Hiç bir parçacığın yapamayacağı şekilde, iki deliği olan bir engelden, ikisinden de aynı anda geçebilir. Elektronlar birbirleriyle çarpıştıklarında girişim örnekleri meydana getirirler. Yani hem parça hem de dalga özelliği gösterirler. Bu bukalemun özelliği bütün atomaltı parçacıkları için geçerlidir. Daha önce yanlız dalga hareketi gösterdiği zannedilen herşey içinde geçerlidir. Gama ışınları, X ışınları, radyo dalgaları gibi. Hepsi dalga ve parçacık özelliği gösterir. Bu iki özelliği gösteren şeylere fizikçiler “Kuanta†demektedirler ve evrenin ana dolgusunun olduğuna inanmaktadırlar. Belki de en hayret verici olay kuantanın sadece, bizim baktığımız zaman parçacık özelliği göstermesidir. Fizikçiler, elektronun bakılmadığı zaman, daima dalga hareketi gösterdiğini deneyle bulmuşlardır. Bir yılanın çölde kum üzerinde gittiği gibi, düz hareket ettiğini sandığımız şeylerin aslında, dalga hareketi yaptığını düşünün. Fizikçi Nick Herbert, dünyayı, sadece baktığımız zaman madde görüntüsü veren, aslında durmaksızın akan bir dalga çorbası olarak ifade etmektedir. Bohm’un bulduğu en enteresan hâllerden biri de bağımsız görünen atomaltı parçacıkların birbirleri ile ilişkisidir. Kuantum fizikğinin kurucu babalarından Neils Bohr, atomaltı parçacıkların sadece bir gözlemci tarafından izlendiğinde meydana çıktığına göre, parçacıkların özellikleri ve karakteristikleri hakkında görüş bildirmek anlamsızdır sonucunu çıkarttı. Elektronların gözlemci olmadan da var olduğunu baz aldı. Bu bazla atomaltı parçacıkların bilimle açıklanmayı bekleyen bir boyutu olduğunu keşfetti. Bu duruma “KUANTUM POTANSİYEL݆adını verdi. Bütün uzayda mevcut olduğunu; yer çekimi ile manyetik sahaların aksine, etkisinin uzaklıkla azalmadığını ortaya koydu.
    Kuantum potansiyeli, parçaların tüm tarafından organize edildiğini söyler!.Bohm, atomaltı parçacıkların bağımsız olmadıklarını söylemekten öte; görünmez herşeyi düzenleyen bir sistemin varlığına öncelik verdi. Bu, plazmadaki ve süper iletkenlikteki elektronların hareketlerini açıkladığı gibi, ilişkilerini de göstermektedir. Yani Kuantum Potansiyel, elektronların gelişi güzel dağılmadığını, kendi başına hareket eden bireylerin oluşturduğu bir pazar kalabalığı gibi değil, organize bir bale dansı gibi olduğunu açıklamaya çalışır. Parçaların, birleşerek meydana getirdiği bir makine değil, yaşayan bir organizmanın, bütünlüğünü oluşturan parçaları görür. İlginç bir sonuç da, Bohm’un kuantum fiziği açıklamasına göre; atomaltı parçacıklarında sâbit bir yer söz konusu olmayacağı için uzayda her yer eşittir ve herhangi birşeyi başkasından ayırmak imkansızdır. Gerçekten Kuantum Potansiyeli uzayda geçerli olduğuna göre, bütün parçacıklar, mekânsız olarak birbiri ile ilişkidedir. Ve evrende sonsuz sayıda sınıflandırılabilecek düzen hiyerarşisi olabileceğini söyledi. Bundan dolayı da, düzensizlik dediğimiz dağılımların dahi, belki de çok yüksek seviyede, bizim bilmediğimiz bir düzenin parçası olabileceğini açıkladı.
    Hologramı inceledikçe, holografik film üzerindeki girişimlerin, düzensiz gibi görünmesine rağmen gizli bir düzen içerdiğini buldu. Bohm, düşündükçe daha çok ikna oldu ve evrenin akan dev bir hologram olduğu kanısına vardı. 1980`de de bu görüşlerini açıklayan “WHOLENESS AND THE IMPLICATE ORDER†adlı kitabı ile bu görüşlerini açıkladı. Bohm’un en önemli tesbitlerinden biri ise, günlük yaşamımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğu idi!. Mevcûdiyetin derinliklerindeki gizli iradeyi vurgulayarak, fizik dünyamızın görüntüleri ile objelerin doğumunun, bir holografik filimden, hologramın doğumuna benzediğini söyledi. Bu en derinde saklı gerçeğe “GİZLİâ€; mevcut dünyamıza da “GÖRÜNÜR†düzen dedi. Böyle söyledi, çünkü evrendeki tüm şekillerin, bu görünür ve gizli gerçeklerin sonucu olduğunu gördü. Örneğin elektronların, uzayda her zaman var olmalarına rağmen, sadece incelendiklerinde ortaya çıkmalarını, bu gerçeğe bağladı. Holografik filmi de aynı şekilde gizli, hologramı da görünür; diye değerlendirebiliriz. Bu iki düzen arasındaki devamlı akış, parçacıkların, pozitronium atomunda nasıl şekil değiştirdiğini açıklamaktadır. Bu şekil değişiklikleri tek gibi görünebilir, örneğin, bir elektron gizli kısma geçerken; bir foton çözülüp, görünür hale gelip onun yerini alabilir. Bu da kuantanın bazen parçacık, bazen dalga özelliği göstermesinin açıklamasıdır. Hologram, statik bir görüntü olduğundan, evrendeki katlanıp açılmalardan meydana gelen dinamik hareketi, Bohm, “HOLOMOVEMENT†(holohareket) olarak adlandırdı. Atomaltı seviyedeki yetersizliği, holografik hareket açıklar. Bir şey holografik olarak organize edilirse, orada her türlü mekân anlayışı kalkar. Ayrıca holografik filmin küçük bir parçasının, tümdeki bilgiyi taşıması, bilginin de mekânsızca dağıldığını gösterir.
    Kozmosta herşey, gizli iradenin kesintisiz holografik yapısı olduğundan; parçalardan söz etmek anlamsızdır!. Bu muslukları, ana kaynağın parçaları olarak anlatmaya benzer. Bu yüzden elektron, ilk temel madde değil; holohareketin bir görünüşüdür. Evrendeki herşey bir halının motifleri gibi TÜME bağlıdır. Einstein, uzay ve mekânın, birbirine bağlı olduğunu söylediği zaman dünya hayret etmişti. Bohm bu görüşü bir basamak daha yükseltti. Ve, “evrende herşey birbirinin devamı olarak süreklilik arzetmektedir†dedi. Bunu gözönüne alınca, herşey, aynı şeydir; “SOM, BÖLÜNMEZ, TEKâ€

    Evrende, canlı-cansız ayırımı anlamsızdır. Hareketli ve hareketsiz maddeler ayrılamıyacak kadar iç içedir ve yaşam da evrenin bütünlüğü içinde sarmalanmıştır. Bilincin, yaşamın ve gerçekte herşeyin evrenin dokusunu oluşturması, şaşırtıcı sonuçlar verir. Hologramın bir parçasının, tümün özelliklerini içermesi gibi; eğer ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda Andromeda galaksisini bulabiliriz! Kleopatra ile Sezar’ın buluşmasını da! Prensipte, geçmiş ve gelecek, uzay ve zamanın, küçük bir kıvrımında yer almaktadır. Aynı şekilde, vücudumuzdaki her hücre, tüm kozmosu içerir. Her yağmur damlası ve her yaprak da!..
    Related Items:HOLOGRAFİK BEYİN VE HOLOGRAFİK EVREN
    http://siriusufo.org/dusunce-enerjisi/

  3. #67
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    11 BOYUT
    Yaş
    68
    Gönderi
    15,126
    Benimde uğraştığım bir yöntemdir.




    DÜŞÜNCE ENERJİSİ


    Günümüzde yaygın olarak kullanılan, çok yönlü bir kavramdan söz etmek istiyorum. Bu da ‘Enerji’ kavramıdır. Bu kavram fizik biliminde önemli bir yer tutar. Hareket enerjisi, durum enerjisi, nükleer (atom) enerjisi, elektromagnetik enerji gibi çeşitli türleri tanımlanmıştır. Oysa ki genel anlamda evrende var olan her nesne sadece ve sadece “enerjiâ€dir. Canlı-cansız veya organik-inorganik ayırımı yapmadan her nesne özünde enerjidir. Görelilik (Rölativite) kuramında madde miktarı ile enerji arasındaki ilişki E=mc 2 eşitliği ile kütlenin enerjiye ve enerjinin de kütleye dönüşebileceği ifade edilmiş, deneysel olarak da kanıtlanmıştır.

    Genelde deneysel olarak ölçülüp hesaplanabilen en az yoğun enerji türü ısı enerjisidir. Ancak ısı enerjisinden de daha az yoğun birçok enerji türünün varlığını, şu anda ölçemesek bile, kabul etmek durumundayız. Örneğin “Düşünce Enerjisiâ€, henüz ölçülememekle birlikte ısı enerjisinden daha az yoğun bir enerji türü olarak yakında geniş kabul görecek bir enerji şeklidir. İnsanlar düşünce enerjisini kullanmayı henüz tam olarak öğrenebilmiş değillerdir. Zira düşünce enerjisini harekete geçirmek için sadece akıl ve mantık yeterli olmamaktadır. Akıl ve mantığın da ötesine geçip, duygusal ve sezgisel zek â nın da etkin (faal) hale geçirilmesi gerekmektedir.

    Enerjiyi tarihsel boyutu ile incelediğimizde, insanlığın ilk dönemlerinde, düşünce enerjisinden büyük çapta yararlanıldığını görürüz. Asya Türklerinin Kam dedikleri şaman kişilerden daha önce dergimizde söz etmiştim (“X†Dergisi Sayı 1; Nisan 2004). Kamlar düşünce enerjisi ile iletişim kurabilmekte, farklı boyutlara ulaşabilmektedirler. Zaman içinde insanlık bu en ince ve az yoğun düşünce enerjisini kullanmayı terk etmiş, daha yoğun olan maddesel enerji türlerine yönelmiştir. Bu durumu, insanlığın nesnenin özelliği olan dalgasal yapısını göz ardı edip maddesel yapısına önem verişi olarak da yorumlayabiliriz. Tarihsel anlamda ‘insanlık’ dört ayrı enerji döneminden geçecektir. Bunlar Ateş, Su, Toprak, ve Hava dönemleridir. Şu anda üçüncü dönem Toprak Dönemi yaşanmaktadır.

    İnsanların ilk dönemi ateş dönemi olmuştur. Ateşi kontrol edip istendiğinde yeniden yakabilme yeteneği insanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir. Ateş yakmayı öğrendikten sonra insanlar kendilerini vahşi hayvanlardan korumayı ve ısıtıp yaşamlarını soğuk bölgelerde sürdürmeyi öğrenmişlerdir. Ateş döneminde insanlar bir yandan yeryüzünde ateş etrafında ayinler düzenlerken, diğer yandan gökteki güneşi ateşin kaynağı olarak görüp varlıklarının başlıca nedeni olarak yüceltmişlerdir. Türklerdeki “Gök Tengri†ve birçok bölgede beliren “Güneş Tanrı†inancı bu ateş döneminin ürünleridir.

    İnsanlık düşünce enerjisini kullanmayı işte bu ateş döneminde öğrenmiş ve geliştirmiştir. İnsanın sadece maddesel bir beden olmadığını ve hastalıkların tedavisinde sadece bedenle ilgilenmenin yeterli olmadığını bu dönemde anlamışlardır. Günümüzde gittikçe daha fazla önem kazanan ‘önleyici tıp’ yaklaşımı ile ateş döneminde geliştirilmiş olan ‘şifa’ yaklaşımı arasında büyük benzerlikler vardır. İçine girmiş olduğumuz Yeni Çağda hastalıkların tedavisinde şifa metotları ile düşünce enerjisinin gittikçe daha fazla uygulama alanları bulacakları kanısındayım.

    Düşünce enerjisinin gücünü, hipnotizma yardımı ile insanlara neler yaptırılabileceğini görebilmekteyiz. Hipnotizmada insanın maddesel (bedensel) yönü değil, dalgasal (ruhsal) yönü etki altına alınmaktadır. Bu metodun gücünü gören Sigmund Freud daha düşük seviyeli bir etkileşme içeren Psikanaliz metodunu geliştirmiştir. Psikanaliz metodunda tedaviyi sağlayan en önemli etken düşünce enerjisidir. Yeni Çağda düşünce enerjisi daha da ileri boyutlarda geliştirilerek bilimsel bir temele oturtulacak ve insanlığın ruhsal gelişiminde büyük yararlar sağlayacaktır.

    Tarihsel gelişim içinde ateş dönemini su dönemi izlemiştir. Medeni yaşamın gelişimini sağlayan toplumsal yerleşim bölgeleri hep su kenarlarında olmuştur. İnsanlar suyun önemini doğal bir içgüdü olarak kavramışlardır. Ateşten sonra ilk hakim oldukları güç de su gücü olmuştur. Su enerjisi sayesinde dere ve su yollarını kullanarak yeni yerleşim bölgeleri bulmuşlardır. Su döneminin en önemli enerji üretme aracı dönme dolap denen çark olmuştur. Dönme dolap akan bir dereye yerleştirildiğinde hem su taşır hem de mekanik enerji üretir. Dönme dolabın yerini buhar makinesi alınca enerji üretiminde ani bir patlama ve teknolojik gelişme ortaya çıkmıştır. Bu hızlı gelişme su döneminin sonunu getirmiştir.

    Su dönemi 19. yüzyılın başında son bulmuştur denilebilir. Enerji kaynağı olarak su gücü yerine toprak ürünleri olan kömür ve petrol kullanımı hem buhar makinesinin hem de dinamonun geliştirilmesini sağlamıştır. Günümüzde kullanılan tüm yarı iletkenlerin (transistörler ve entegre devrelerin) ana maddesi toprak olan silisyum elementidir. Tüm bilgisayarların ana maddesi topraktır. Yakın gelecekte geliştirilecek olan akıllı robotların da ana maddesi toprak olacaktır. Şu anda dünya toprak dönemini yaşıyor. Zira tüm metaller (altın, demir, bakır,…vs) dünya ekonomisinin temel direkleridir. Karbon ve karbon türü kömür, petrol, mazot, plastik, doğal gaz,.vs hepsi toprak ürünleridir. Hepsi topraktan elde edilirler. Kıymetli taşlar (elmas, pırlanta, yakut, zümrüt..vs) da topraktan çıkarlar. Her biri günümüz insanı tarafından satın alınmakta, uluslararası pazarlarda alınıp satılmaktadır. Enerji kaynağı olarak nükleer enerji üreten nükleer reaktörler de topraktan çıkan Uranyum elementini yakıt olarak kullanır. Kısaca günümüzde dünya ekonomisi, büyük çapta, toprak ürünleri sayesinde var olmakta ve gelişmektedir.

    Bundan sonraki dönem hava dönemi olacaktır. Her ne kadar toprak ürünlerin kullanımı devam edecek ise de enerji üretiminde hava ürünlerinin payı gittikçe artacaktır. İnsanlık henüz hava enerjisini kullanmayı tam olarak geliştirmiş değildir. Meteroloji denilen hava tahmini henüz çocukluk çağını yaşamaktadır. Bu bilim ilerledikçe hava ile seyahat çok daha kolay ve ucuz olacaktır. Bir zamanların klasik yel değirmeni çok daha gelişmiş bir şekil alacaktır. Nedeni ise hava hareketlerini insanların çok daha iyi tahmin edebilecekleridir. Bir ülkenin birçok yerlerine yerleştirilmiş olan hassas yel değirmenleri düşünün. Hangi bölgede rüzgarın hangi hızla ve süreyle eseceği tam olarak bilinirse o bölgedeki yel değirmenleri devreye sokulabilir ve böylece sürekli olarak enerji elde edilebilir. Bugün için pek mümkün olmayan bu yaklaşım gelecek hava döneminde başlıca enerji kaynağı olacaktır.

    Hava Döneminde havadaki doğal Azot, Hidrojen ve Oksijen gazları yeni enerji kaynaklarını oluşturacaklardır. Daha şimdiden Hidrojen enerjisi geliştirilmeye başlanmıştır. Hidrojenle çalışan otomobil tasarımı vardır. Hidrojeni sudan elde etmek mümkün olduğundan kaynağı dünyada tükenmesi mümkün olmayan su, yani H2O’dur. Hidrojen enerjisi kullanmanın bir diğer faydası son derece temiz bir enerji olmasıdır. Kullanımından arta kalan yine sadece su olmaktadır. Hidrojen enerjisi ile birlikte Azot enerjisi de devreye girecektir. Azot, günümüzde, suni gübrenin ana maddesidir. Azot önemli bir enerji kaynağıdır. Biz insanlar henüz Azot enerjisini kullanmayı tam olarak öğrenemedik. Suni gübre ilk yaklaşımdır. Ancak bitkisel enerjiden tam olarak yarar sağlayabilmek için Azot enerjisinin devreye sokulması gerekecektir. Tüm yeşil bitkiler güneş enerjisi ile havadaki oksijen ve kabon-dioksiti kullanarak fotosentez yaparlar. Yani kendileri için gerekli enerjiyi üretirler. Fotosentez denilen mekanizma ile gen mühendisliği ilgilenmeye başlamıştır. Bu konuya daha önce değinmiş bulunuyorum (“X†Dergisi sayı 2; Mayıs 2004).

    Hava Döneminde insanlar doğaya karşı daha nazik ve daha saygılı davranacaklardır. Artık zorla toprak delinerek içinden doğal gaz, kömür veya petrol elde etmek yerine, havada bol olan azot ve sudaki hidrojen gazları kullanılacaktır. Havadaki azotun azalmaması için de bol azot üreten bitkiler geliştirilecektir. Bu bitkilerin asıl görevi havanın kalitesini yüksek tutmak ve hava kirliliğine son vermek olacaktır. Ambalaj sanayiinde plastik kullanımı azalacak, yeni bitkilerden bol miktarda selüloz elde edilip kağıt üretilecektir. İlaç sanayii de doğal ilaçlara dönüşecek, yaşam daha sağlıklı ve doğaya yakın olarak sürerken düşünce enerjisinin kullanımı da artacaktır.

    Tüm bu gelişmelerin elbette ki en önemli yan etkisi, insanların yoğun enerji türlerinden daha az yoğun (sübtil) enerji türlerine yönelmeleri ve bu arada ruhsal düşünce enerjisine önem vermeleri olacaktır. İnsanlığın asıl gelişimi bu ruhsal düşünce enerjisini yeniden kullanıma sokmalarından sonra başlayacaktır.

    Related Items:DÜŞÜNCE ENERJİSİ
    http://siriusufo.org/dusunce-enerjisi/

  4.  Alıntı Originally Posted by Happy Yazıyı Oku
    Yağmur yok...
    Hala yok...

  5. #69
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    11 BOYUT
    Yaş
    68
    Gönderi
    15,126
    Büyük patlama ve önceden ne vardı ???,yani BİG-BANG.

    Büyük Patlama ya da Big Bang, evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan evrenin evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul gören kozmolojik model.

    Bunun oturumunu Fatih Altaylı yaptı,kendisini kutlarım böyle önemli olaylara imza attığı için,hocalarımızı izlemenizi tavsiye ederim

    https://www.youtube.com/watch?v=DYBnSJbi414

  6. #70
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    11 BOYUT
    Yaş
    68
    Gönderi
    15,126
     Alıntı Originally Posted by Asmiltak Yazıyı Oku
    Hala yok...
    Dostum epey zaman yoktun,hoş geldin foruma,sanırım bir ara moderatördün önceki forumda !!!

  7. #71
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    11 BOYUT
    Yaş
    68
    Gönderi
    15,126
    Prof.Dr Ali Demirsoya bir göz atın,genellikle ilginç konulara değinir,

    Kimdir bu hocamız

    Ali Demirsoy (ICZN yazar gösteriminde Demirsoy; d. 1945, Yuva, Kemaliye, Erzincan), Türk biyolog, profesör akademisyen, entomoloji ve entomoloji dalında evrimsel biyoloji uzmanı. Şimdiye kadar 20 takson tanımlamış ve 12 taksona da adı verilmiştir. 1945 yılında, eski adı Gerüşla olan Yuva köyünde doğdu.

    Eğitim ve hizmetleri[değiştir | kaynağı değiştir]

    1956 yılında köyündeki ilkokulu, 1959'da Kemaliye'deki ortaokulu, 1962'de Ankara Gazi Lisesi'ni, 1966'da Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Tabii İlimler Bölümü'nü bitirdi. Petrol aramada staj yaptı. 1966 yılında Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü'ne asistan oldu. 1971 yılında Erzurum ve civarı vilayetlerin Orthoptera Faunası adlı tezle doktor oldu. Aynı yıl DAAD'den aldığı bir bursla Almanya'da lisan okuluna devam etti. Daha sonra Humboldt bursunu kazanarak Hamburg Üniversitesi'nde, Paris ve Londra'daki araştırma enstitülerinde çalıştı. Türkiye'nin Caelifera Faunasının taksonomik incelemesi adlı tezle 1974 yılında habilitasyonunu yaptı. Yine bu süre içerisinde Birleşmiş Milletler'in finanse ettiği bir derin deniz araştırmasına katılarak Kuzey Kutbu ve Grönland'da, İzlanda civarında, oseonografik, yavru balık ve deniz akımlarını inceleyen bir bilimsel araştırmaya aktif olarak katıldı. 1984 yılında Alexander von Humboldt bursunu tekrar alarak, Hamburg Üniversitesi Zooloji Enstitüsü'nde Türkiye Faunası ile ilgili araştırmalarına devam etti. 1978 yılında Hacettepe Üniversitesi'ne atandı. 1980-1981 yıllarında Zooloji Bölüm Başkanlığı, 1981-1982 yılları arasında da Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığı yaptı. 1982 yılından beri Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

    Çalışmaları

    Ders kitabı, araştırma, deneme ve bilimsel roman tarzı çok sayıda kitabı vardır. Özellikle "Yaşamın Temel Kuralları" adlı ders kitabı dizisiyle geniş kitlelere zoolojiyi sevdirdi.

    Çalışma alanları arasında öncelik taksonomidedir. Türkiye'deki Mantodea, Caelifera, Odonata, Blattodea, Dermeptera, Scorpionidae, Hirundina faunaları üzerine taksonomik çalışmalar ana uzmanlık alanıdır. Ayrıca, doğanın ve çevrenin korunması, genetik[1] ve evrim ile zoocoğrafya da çalışma alanlarının uzanımlarıdır.

    Özellikle evrim konusunda Türkiye'deki en popüler[2] ve aktif[3][4][5][6][7][8][9] uzmanlardan biridir. Demirsoy'un evrim üzerine olan popüler yayınları evrim teorisine karşı olanlarca da sık sık eleştiri amacıyla kullanılmaktadır.

    https://tr.wikipedia.org/wiki/Ali_Demirsoy



    Aşağıda araştırmacı,benim hemşehirli Hulki Cevizoğlunun konuğu,izlemenizi tavsiye ederim...çoğu şeylere değinmiş.

    https://www.youtube.com/watch?v=0b9saPHSot4

  8. #72
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    11 BOYUT
    Yaş
    68
    Gönderi
    15,126
    Dünya’daki Yaşamı Nükleer Bir Reaktör Başlatmış Olabilir.



    Dünya’daki insan yaşamının nasıl oluştuğu hakkındaki tartışmalar hala sürerken, Japon bilim insanlarının yaptığı çalışma, bu tartışmalara farklı bir boyut kazandıracak gibi. Bilim insanları, dünyada herhangi bir insan varlığı bulunmadan önce nükleer reaktörlerin bulunduğunu ve bu reaktörlerden birisinin tüm yaşamı başlattığını iddia etti. Şimdi araştırmanın detaylarına bir göz atalım.

    Nereden geliyoruz? Asırlardır bilim insanlarını karşı karşıya getiren, türlü teorilere konu olan bu soru, gizemini hala koruyor. İnsanlık, evrendeki varlığının nereden geldiği konusunda bir türlü emin olamıyor. Fakat yapılan bir çalışma, dünyadaki yaşamının nasıl başladığına dair ilginç bir sonucu ortaya çıkardı.

    Geoscience Frontiers’de yapılan çalışma, milyarlarca yıl önce dünyada var olan bir nükleer reaktörün yaşamı başlattığını söylüyor. Japon bilim insanları, dünyanın yaklaşık olarak 4,5 milyar yıl önce soğumaya başladığını, ancak dünyadaki her şeyin eşit bir seviyede soğumadığını ifade ediyor.

    Yeryüzünde okyanuslar bu tarihte hala şekillenmemişti ve su birkaç milyon yıl boyunca ısınmış gaz halinde buhar olarak kalmıştı. Bu süre içerisinde asteroidler ve kuyruklu yıldızlar düzenli olarak dünyayı etkilemeyi sürdürdü. Bu dönemde dünya üzerinde şimdikinden çok daha fazla uranyum bulunuyordu.



    Bilim insanları gezegende volkan yaratan ve tektonik plakaların hareketine yardımcı olan ısının yaklaşık olarak yüzde 50’lik bölümünün Uranyum bozulmasından kaynaklandığını belirledi. Yeni çalışmada, Riken ve Tokyo Teknoloji Enstitüsü’nden bilim adamları bu tam ısı kaynağının organik kimyanın zengin olmasına nasıl yardım ettiğini belirledi.

    Japonya'daki uzmanlar, mevcut en iyi kanıta dayalı bir matematiksel model ortaya attılar. Kullanılan veri setlerinden bir tanesi, 1952’de gerçekleşen Miller-Urey deneylerini kapsıyor. Miller ve Urey, birkaç organik bileşiğin Dünya'nın erken atmosfer koşullarını taklit ederek kendiliğinden oluşabileceğini gösterdi. Aydınlatma grevlerini tetiklemek için kıvılcım ekleyen bilim insanları, amino asitlerin kendiliğinden ortaya çıktıklarını keşfetmişlerdi.

    Japon uzmanlar, çalışma sonuçlarının yıldırım çarpması enerjisinin önerilen U-235 nükleer reaktörüyle hemen hemen aynı olduğunu ve sterilize edilen aydınlatmanın aksine radyasyonun yavaş ve sabit bir ısı kaynağı sağlayabileceğini gösteren kanıtlar sunduğunu belirtti.

    Radyasyon insan varlığına en büyük tehdit olarak görülürken, Dünya’daki yaşamı başlattığı sonucunun ortaya çıkması bir hayli dikkat çekici. Bakalım dünyadaki popüler evrim teorilerine başka bir rakip daha çıkacak mı? Merakla bekliyoruz.


    https://www.tamindir.com/haber/dunya...labilir_32939/

Sayfa 9/14 İlkİlk ... 7891011 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •