KUANT

İnsanlık asırlardır hayatın nasıl başlatıldığını anlamaya çalışıyor. Oysaki yeryuvarın ARŞİV SAYFALARI ve fiziksel-astrofiziksel veriler net bir şekilde doğada herşeyin atom-altı-öğelerin birleşmeleriyle başlatıldığını, başlatan gücün de KUANT denilen en temel işlem-eylem yapıcılar olduğunu gösteriyor. Yani kuant terimi doğada bir iş veya eylem yapabilen en küçük birimdir. Daha küçültülemez ve büyümesi de ancak bu temel canlılık öğesinin çoğaltılmasıyla olur ki, buna da KUANTİZASYON denir. İşte size canlılığı başlatan temel öğe: bir kuant 2 kuant, 4, 8, 16, vs şeklinde ister geometrik dizi, ister 1, 2,3,4,5 gibi aritmetik dizi şeklinde çoğaltın. Aynen bir canlı hücresinin çoğalması gibi.
Fizikçiler "biz kuantum fiziğini anlayamıyoruz!" derler. Neden? Çünkü kuantsal sistem canlı ve fizikçiler onlardaki bu canlılığı matematiksel-fiziksel formüllerle açıklayamıyorlar. Bir formül oluşturamadıklarından dolayı, “kimse kuantum fiziğini anlayamıyor†diyorlar. Üstelik BİLGİ diye bir parametre de kullanmıyorlar. Bu nedenle Haken 2000'in "Information & Self-organisation" adlı eserini ve Gedik'in "Doğadaki Dinamik Oluşum Mekanizması= DOM" sistemi bilgilerini okumayanlar atom-altı-öğelerin canlı-bilgili olduklarını kavrayamazlar.

•
İnsan Yaratıcı ve Yönlendirici sistemi arıyor
Yazı dizinimizde şimdiye dek şu konularda kesin bilgiler edindik:
• Doğada bir denge ve düzen vardır ve bu düzen rastgele olaylarla değil, bilgi oluşturularak yapılmaktadır.
• Yeryuvarı arşiv sayfalarının doğada zaman içinde gittikçe gelişip-evrimleşen bir sistem olduğunu göstermesi, fizikçilerin doğada zamanla herşeyin dağılacağı ve kaosa gidileceği görüşlerinin geçersiz olduğunun kesin göstergesidir.
• Evrimcilerin varlıkların doğa yasalarına bilgisiz ve bilinçsizce uyan robotsu varlıklar olduğu şeklinde görüşleri de doğal sistemin gelişimine terstir, çünkü herşey bilgi ile yapılmaktadır ve bilgiler varlıkların kimyasal bileşimlerinde kaydedilip-depolanmaktadır.
• “Information & self-organisation†olarak özetlenen Dinamik sistemler fiziğinin evrimcilerce KKO=Kendi Kendine Organizasyon şeklinde kullanılması, bilim insanlarının ne kadar tarafgir olabildiklerini göstermesi açısından utanç vericidir, çünkü en önemli bileşen olan “information = Bilgi†faktörü kasıtlı olarak kullanılmamıştır.
• Sümerler doğa ve dünyanın oluşumunu şöyle tasarlamışlar ve hayatı çok değişik yorumlamıştır. İnsanın bir kazma, kürek yapıp sahiplenmesi gibi, doğa ve dünya ve üzerindeki herşey insan gibi olan ama çok daha büyük ve güçlü tanrılar tarafından oluşturulmuştur. Bu tanrıların erkek ve dişi ilk ikisi yer ve göğü oluşturur. Onların evliliklerinden olan diğer tanrılar da doğadaki diğer varlıkları oluştururlar. İnsan da bu tanrılara hizmet için çamurdan yapılır ve içine RUH üflenerek canlılık verilir. Bu görüş maalesef toplumlarda yayılır ve yaklaşık 4-5 bin yıldan beri dünyada egemen olmaya başlar ve toplumsal hayat anlayışı kökten değiştirilir. Halkın bu kutsal kişiliklere biat etmelerini sağlamak için de yaratıcının, her topluma toplumsal davranış kurallarını içeren kutsal kitap gönderdiği bilgisi aşılanır. Yani kutsal kitaplar halkın bir sürü gibi devlet sahiplerince yönetilmesini sağlayan davranış bilgileri olmaktadır.
• Bilim insanları doğal sistem işleyişini açıklamakta duyarsız kalıp, gerçeklerin ortaya çıkmasına yardımcı olmayınca, sömürücüler Sümerlerin 5 bin yıl önceki kutsallık efsanesini insanlara aşılayarak insanları bir sürü olarak görüp, onları istedikleri gibi yönlendirmeye ve halkın uyanmasını engellemeye devam etmektedirler.
• Toplum yönetimi kral, lider gibi tepedeki birilerine terkedilince, Tepeye Bağımlı Örgütlenme (TBÖ) sistemi ortaya çıkmıştır. TBÖ sisteminin de tüm toplumsal sorunların kaynağı olduğu ilgili Bölümde net bir şekilde gösterilmiştir.
• Bilgilerin kimyasal elementlerde kaydedilip-depolandığı ilgili bölümde gösterilmiştir. Su dediğimiz maddenin H2O ile tuz dediğimiz maddenin NaCl ile temsil edilmesi gibi kimyasal bileşimler maddelerin özelliklerini yansıtırlar. Bedenlerimizi oluşturan kas, kalp, beyin gibi tüm organlar farklı kimyasal bileşimlere sahiptirler. Yani Kervran’ın (1962, 1982) dediği gibi “Life is nothing but chemistry = hayat sadece kimyadırâ€.
• Bilgi varlıkların kimyasal bileşimlerinde kayıtlı ve depoludur ve en fazla bilgi de organik alemde gelişmiştir, çünkü inorganik alemde oluşturulan molekül türü 3-4 bin kadardır. Halbuki organik alemde bu sayı yüzlerce-binlerce milyonu bulmaktadır.
• Bizlerin çevremizde gördüğümüz her nesne beynimizde yeni bir sinaps bağlantısı dolayısıyla yeni bir molekül oluşturulmasına yol açar. Bu nedenle beyin hücrelerindeki kimyasal elementlerin kompozisyon oranı değişmiş olur. Hücrelerdeki kimyasal oranların değişmesi, moleküllerdeki kimyasal oranların değişmesine, moleküllerdeki kimyasal oran değişimi, atomların bileşimlerinde (proton-nötron-elektron sistemlerinde) değişiklik olmasına yol açar. Proton-nötron-elektron sistemlerindeki değişimler, kuantsal sisteme geri yansıtılır, böylelikle doğada her yeni oluşan varlık, kuantsal sisteme kadar geri-beslenmeli etki yapar ve kuantsal sistem değişim-dönüşüme uğrar. Doğadaki tüm oluşum ve gelişimlerin başlatıcısı ve sürdürücüsü (yani yaratıcısı) olan kuantsal sistem sürekli bir değişim-dönüşüm içinde olur. Yani doğal sistemin yaratıcısı, kutsal kitap sisteminin öngördüğü gibi ebedi sabit değişmez yaratıcı olamaz.
• Zaman denilen 4. boyut bu nedenle kimyasal elementlerin ve çeşitli molekül türlerinin artması şeklinde gerçekleşiyor; yani bir evrimsel gelişim ve ilerleme söz konusu.
• Bu nedenle doğada sürekli bir değişim-dönüşümlü sistem var ve bu sistem “information & self-organisation†olarak özetlenen “Dinamik Sistemler Fiziği†ilkeleri çerçevesinde geçekleşiyor.
Şekil: Kutsal kitaplı liderli sistemde mi, kuantsal kitaplı karşılıklı hizmet-alış-verişli sistemde mi yaşamak mantıklıdır?
İnsanın yaratıcısı, bedenini oluşturan hücreleridir. Biri anadan, biri babadan gelen iki hücre birleşip, ana rahminde çoğalmaya-büyümeye başlamazsa asla bir insan oluşmaz. Hücrelerin genetik bilgi kitapçıklarında, zaman içinde hangi bilginin nelere bağlı olarak oluştuğunun kayıtları vardır. Hayatın milyarlarca yıl önceleri denizlerde başladığı ve karalara 400 küsur milyon yıl önceleri geçebildiği ilgili bölümde vurgulanmıştı. Bölüm 27c, şekil 76’da ise, bir canlının bireysel gelişim evrelerinde onun soy geçmişinin özetlendiği gösterilmişti. Bu bilgiler insanın genetik bilgi kitapçıklarında tam öyle yazılı olduğundan, her bebek ana rahminde bir su torbası içinde gelişir ve doğumundan sonra kara hayatına uyuma geçerek nefes almaya başlar. Tüm bu genetik bilgiler ise H, O, C, N gibi atomlardan oluşan KUANTSAL bir alfabe ile yazılmıştır. Yani yaratıcı kuantsal alfabe kullanmaktadır. Kutsal bir alfabe yoktur. Yani çamurdan bir heykel yaparak, içine ruh üflenmesi şeklinde bir yaratıcılık sadece Sümerlerin bir uydurmasıdır. Yani bedenlerimizin yaratıcısı, içlerindeki hücreleridir. Harici bir yaratıcılık söz konusu değildir.
İnsanlık asırlardır hayatın nasıl başlatıldığını anlamaya çalışıyor. Oysaki yeryuvarın ARŞİV SAYFALARI ve fiziksel-astrofiziksel veriler net bir şekilde doğada herşeyin atom-altı-öğelerin birleşmeleriyle başlatıldığını, başlatan gücün de KUANT denilen en temel işlem-eylem yapıcılar olduğunu gösteriyor. Yani kuant terimi doğada bir iş veya eylem yapabilen en küçük birimdir. Daha küçültülemez, ve büyümesi de ancak bu temel canlılık öğesinin çoğaltılmasıyla olur ki, buna da KUANTİZASYON denir. İşte size canlılığı başlatan temel öğe: bir kuant 2 kuant, 4, 8, 16, vs şeklinde ister geometrik dizi, ister 1, 2,3,4,5 gibi aritmetik dizi şeklinde çoğaltın. Aynen bir canlı hücresinin çoğalması gibi.
Fizikçiler "biz kuantum fiziğini anlayamıyoruz!" derler. Neden? Çünkü kuantsal sistem canlı ve fizikçiler onlardaki bu canlılığı matematiksel-fiziksel formüllerle açıklayamıyorlar. Bir formül oluşturamadıklarından dolayı, “kimse kuantum fiziğini anlayamıyor†diyorlar. Üstelik BİLGİ diye bir parametre de kullanmıyorlar. Bu nedenle Haken 2000'in "Information & Self-organisation" adlı eserini ve Gedik'in "Doğadaki Dinamik Oluşum Mekanizması= DOM" sistemi bilgilerini okumayanlar atom-altı-öğelerin canlı-bilgili olduklarını kavrayamazlar.
Yöneticilik konusuna gelince: Bedenlerimizin yönetimi de tamamen içindeki hücrelerin yetki ve sorumluluk alanına aittir. Yöneticilik sadece toplumsal hayat sistemi için söz konusudur. Toplumsal hayat ise yaklaşık 10-12 bin yıldan beri vardır. 5 bin yıl öncesine kadar karşılıklı hizmet alış-verişlerine dayalı bir yönetim sistemi uygulandığı, Anadolu’daki Höyük kültüründen anlaşılmaktadır. 5 bin yıl önceleri Sümerler tepeden sahiplenilen ve yönetilen Devlet sistemli toplum hayatını başlatırlar. O zamandan beri yöneticilik diye ekstra bir meslek ortaya çıkar ve o zamandan beri dünyada sömürgecilik- emperyalizm egemen olur.
Çıldırmaya zorlanan hücresel sistemimiz: Canlılığımızı ruh diye adlandırdığımız ve bedene dışarıdan giren ve ölüm anında da bedenden ayrılan harici kaynaklı bir güç sistemine bağlamışız. Böyle yapmakla hücrelerimizi pasif bir et-kemik yığını olarak görmeye başlamışız. Hücrelerimiz ise, bizim onlara aktardığımız bilgilere göre çevrelerini değerlendiren ve ona göre karar oluşturan bilgili ve bilinçli varlıklardır. Genetik kayıtlarındaki milyarlarca yıllık bilgi birikimini dikkate alarak davranırlar. Bu genetik bilgiler arasında, doğada her şeyin her şeye dönüşebileceği ve her şeyin olası olduğu temel bilgisi de bulunmaktadır. Bu nedenle hücrelerimiz “kutsal ruh†diye onlara aktardığımız kavram karşısında şaşkına dönmekte ve “doğada kutsal ruh diye bir canlılık oluşturan bir güç oluşmuş ve bizim yaptığımız bedenlerin içine girip-çıkıyormuşâ€ şeklinde bir yoruma gitmektedirler. Böyle olunca da, o bedenler artık her şeyden korkan bir varlığa dönüşmektedirler: Hastalanma korkusu, başarısızlık korkusu, ölüm korkusu, vs.. Böyle korkular hiç olmaması gereken korkulardır, çünkü doğadaki temel oluşturucu ve yönlendirici faktör kuantsal kökenlidir ve her varlığın kendi içinde bulunur. Doğadaki her tür kuvvet, ister büyük, ister küçük, bu kuantsal enerji paketçiklerinin birbirleriyle rezonansa girerek, güçlerini üst-üste çakıştırmaya ve çoğaltmaya başlamaları şeklinde gerçekleşir. Ve bu işlemi yapan, birbirleriyle rezonansa giren (veya girmeyenler), olasılık hesapları yaparak, doğada nerelerde yığışıp, güçlerini birleştireceklerine, nerede daha az oranda bulunacaklarına karar veren varlıkların içlerindeki temel bileşenleridir. Yani bu durum bedenlerimizin geçek sahipleri, tasarımcıları ve bakımcıları olan hücrelerimizi tamamen pasifize eden, onların elini-kolunu bağlayan bir yönlendirme olmaktadır ki, bir insanın kendisine yapabileceği bundan daha büyük bir kötülük yoktur.
Bilgisiz bir şey yapılamıyor.
İş başa düştü kendi kendimizi kurtarmak zorundayız.
Ülkemiz batmak üzeredir, işsizlik, pahalılık hat safhada, hak ve hukuktan söz edilemezken, siyasi parti liderleri ve medya hala sen-ben kavgası içindeler. Neymiş efendim, o daha iyi yönetirmiş. Hangi lider binlerce farklı iş ve meslek dalı arasında adil bir denge ve düzen oluşturabilir?
Toplumda denge sadece iş ve meslek mensupları temsilcilerinin karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulabilir. Tepeden birleri tarafından oluşturulması olanaksızdır. Şu an bu durumu yaşıyoruz, çiftçiler dertli, esnaf dertli, öğrenci dertli, öğretmen dertli, yani dertli olmayan sadece tepedekiler, yani bizi yönetmek için seçtiklerimiz. Onlar hep kendilerini ve yakınlarını zengin etmeye çalışmışlardır. İşler çığırından çıkmaya başlayınca da birbirlerini suçlamaktadırlar.
İnsanlığın sorunlar içinde yaşamasının temel nedeni toplum yönetimini tepedeki bir lider veya kral gibi birilerine bırakmak olmuştur. Doğada “lider†sadece sürü yaşamında vardır, koloni gibi toplumsal sistemlerde demokrasi benzeri hizmet-alışverişlerine dayalı ortaklık sistemi vardır. Arılar ve karıncalarda bu ıspatlanmıştır. “Arı kraliçesi†bir lider değil, koloni sistemini temsil eden bir “koku†yayıcıdır, bir bayrak gibi düşünülmelidir.
Doğa tüm varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle oluşup gelişmektedir, tepeden icazet alma, tepeden yönetilme gibi bir şey yoktur. Toplumun sahipliğinin kendilerine ait olduğu bilgisini edinen insanlar asla topluma zarar verecek bir davranışta bulunmazlar.
Toplumun mülkiyeti halka aittir. Ama nasıl bir halk? Toplumun iş ve meslek mensupları arası bir ortaklık olduğunu bilen ve bu nedenle yeteneğine uygun bir iş veya meslek edinip, topluma ortaklık hakkına erişen halk.
Bu konuda şunu vurgulamak gerekir. Her insan bir diğerinden farklıdır. Bu farklılık toplum hayatında üstlenilecek görevlerin yerine getirilebilmesi için şart ve gereklidir. Bu nedenle insanların birbirleriyle kıyaslanması yapılamaz. Her insan bir özelliğiyle çevresindeki diğer insanlardan üstündür. İşte insanların bu özellikleri dikkate alınarak her birey eğitilmeli ve bir meslek sahibi yapılmalıdır.
Yani bir toplum yaratmanın ilk adımı eğitimden geçer: Her insan doğal yeteneklerine karşılık gelen bir iş ve meslek eğitimi almadan o toplumdaki iş ve meslek mensupları arasında bir organizasyon sistemi oluşturulamaz.
Hiçbir lider bu konuda bir bilgiye sahip olmadığından, üstelik liderlerin böyle bir bilgiyi halka duyurmamak için asırlardır çabaladıkları görüldüğünden, iş bize, yani halka düşmektedir. Yapılması gereken ise burada özetlenen BİR SAYFALIK BİLGİYİ duyurmaya çalışmaktır. İş bize kalmış durumda. Daha neyi bekliyoruz?
Sevgi ve saygılarımla, Prof. Dr. İsmet Gedik