lütfi bergen
@BergenLutfi
Ülkemizde entelektüellik başka entelektüeller tarafından "görünülürlüğü onaylanmışlık" esası ile tescillenir.

Burada çalışan mekanizma "bak aslanım benim edebi kamuda pozisyonumu kabul edersen kitabını tanıtırım, TV'ye çıkarırım" şeklindedir. Yoksa düşüncede yetkinlik değildir.
Entelektüellerin büyük kısmı daha önce "entelektüel" sayılmaya hak kazanmışlarla fotoğraf verebildikleri, yanlarında görünebildikleri oranda "edebi kamuya" dahil edilir.

Dolayısıyla kimse kimsenin metnine bir sanat eylemi olan KRİTİK (eleştiri) ile yaklaşmaz.
Türkiye'de kadın öykücülerin yazdıklarını komşu İran'da yaşayan 25 milyon Türk okuyucuya sunduğunuzda ortaya bir duygudaşlık çıkmayacağını göreceksiniz.

Çünkü Türkçe konuşan İran-Türk kadını, bu öykülerde kendi acılarını/kederlerini bulamayacaktır.
Türk entelektüeli Balkan-Türkistan arasında ortak duyguları yazamıyor.
Özellikle kadın öykücülerin yazdıklarının bu coğrafik aksta bir karşılığı yok.
Edebiyat dergilerimizde "bak arkadaş bu metin şu şu kriterlerle kusurlu" şeklinde bir yazıya çok az rastlıyorum.

Bu ise eleştiri (kritik) yazarının hemen dışlanmasına ve "karşı kampa sürülmek" cezasıyla hüküm giymesine neden oluyor.
Özellikle muhafazakâr kesimde edebiyat metinlerinde ele alınan konuların 100 yıl sonrayı hesap edilmeden yazıya geçirildiği söylenebilecektir.

Oysa o metni kaleme alan yazar sabretse, metnini bir yıl daha bekletse, demlese, edebi kamuda güvendiği yazarlardan görüş alsa..
+++ sabretse, metnini bir yıl daha bekletse, demlese, edebi kamuda güvendiği yazarlardan görüş alsa.. daha hayırlı ve uzun ömürlü bir "eser" bırakabilecekti.

Bir metin, insandan uzun yaşamaya aday bir varlıktır. Fakat "meta" olarak üretilmişse, yazarından kısa bir ömür sürer.
Edebiyatta/denemede kritiğin amacı sektöre çıkan kitapların tanıtımı değildir.
Kritik, uzun ömürlü varlık olarak "güzel sanatlar" ile "piyasa yapan meta"ları birbirinden ayırmamızı sağlayan bir mahkemedir.
lütfi bergen
@BergenLutfi
Walter Benjamin'in doçentlik tezi huzuruna çıktığı jüri tarafından reddedilmiş.
Bu hadisenin önünde eziliyorum.

Türk edebi kamusunun ezildiğini düşünmüyorum.
Muhafazakâr kesimde hep aynı konuları, hikâyeleri yazıyorlar. Bu hadise yazarları "bu hafta şehir hakkında bir kompozisyon yazmanızı istiyorum" komutuna uyan "öğrenciler"e dönüştürüyor. Haftaya başka bir konu gelecek ve yeni bir yazı yazılacak.
Yazarların "kendi" gündemleri olmadığını düşünüyorum. Değerleri/hikmetleri hedefleyerek yazmadıklarını yani. Çoğu yazar gerçekte mağduriyetleri ve mağduriyetini yazıyor.
Dolayısıyla bu metinler ne bir iç arınış ne de başkasının hayatına bir ışık..
Dede Korkut hikâyelerinin içinde dahi kendine acıyan bir "anlatıcı" ya da kahraman göremezsiniz.

Modern muhafazakâr öykücü, metnin altında sürekli kendisine ağlıyor. Üstelik bu ağlayışına sizin de ortak olmanızı istiyor.
Türkiye'de KRİTİK olsaydı, "bak kardeş, bu yazdıklarını daha önce şu şu yazarlar şu bağlamda yazdı. Senin tekrara düşmen edebiyat hayatına bir katkı değil külfet" denilebilirdi.

Türkiye'de edebi kamu, "patlat bir kitap, filan yazar hoşuma gitmiyor, seni parlatalım" anlayışında.
lütfi bergen
@BergenLutfi

KRİTİK, "nereden buldun" sorusu sormak zorundadır.
KRİTİK, "metnin düşünsel, örgüsel, fikrî tutarlılığı"nı sorgulamak zorundadır.

Türkiye'de bu anlamıyla bir KRİTİK olsa "yazarlık" sigaya çekilirdi.

"derviş yunus bu sözü eğri büğrü söyleme seni sigaya çeker bir molla."