Sayfa 8/8 İlkİlk ... 678
Arama sonucu : 59 madde; 57 - 59 arası.

Konu: Sır - Çekim yasası

  1. #57

    Esas

    "NOKTA"NDAKİ KUDRET


    Sır, “nokta”ndaki kudrette!

    Sende bunu açığa çıkarttığında yağmur gibi üzerine düşmeğe başlar çevrenden iftiralar, yalanlar saptırmalar, karalamalar! Belâlar iner üzerine!

    Seni ve senden açığa çıkanı ÖRTMEK için! Lâyık olmayanlar, senden açığa çıkandan uzak dursun diye!

    “Nokta”ndaki kudret, yeryüzünde insana bahşedilmiş tek ve en değerli şeydir! Ancak pek az kişide açığa çıkartılan bir değerdir.

    “Değerlidir bu şey” dendiğinde, onun için yaratılmamış olanlar da bir anda o değerli şeyi elde etmek için ona yönelirler...

    Oysa korunması ve lâyık olmayan ellere geçmemesi gerekir onun!

    Bu yüzden de birileri harekete geçirilir ve ehil olmayan insanların o çok değerli ilimden uzaklaşmaları için, ilim kaynağına her türlü çamur, iftira atılmaya, yalanlar uydurulmaya başlanır!

    Yaradılışı dedikodu ile ömür tüketmek veya evcilik oynayarak senaryodaki kulluklarını tamamlamak üzere olanlar, konunun bu yönüne eğilerek, esastan, ilimden koparlar ve böylece dünyaya dönük yaşantılarına devam ederler!

    “Nokta”sındaki kudrete ermiş olanları, dışardan bakanlar, ateşe atılmış olarak görürler! Oysa ateş içinde selâmettedir onlar! Çünkü “hasbiyallahu...” sırrı vardır onlarda! Ateş onlara ulaşmaz!

    Bilirler kendilerine ateş atanları, nedenlerini; bilgileri belgeleri vardır ellerinde, ama dönüp bakmazlar bile geriye!

    Onlar “nokta”larındaki sırrın getirisiyle, seyr hâlindedirler olup biteni!

    Onlarda “M” kalkmıştır! “N” ile seyrederler âlemi!

    Atılan ateşler “M”ye ulaşır ancak! “M”si kalmamışların azabı kalmaz!

    Kudret nazarıyla seyrederler hikmet yurdunu!

    Belânın da, yalanın da, iftiranın da, saptırmanın da hikmetlerini!

    “Nokta”sındaki kudretin ehli olarak yaratılmış olanlar, yalan, dedikodu, iftira, gıybet gibi şeylerle uğraşmazlar; bunun yerine kendi hakikat noktalarına ermek yolunda mücahede edip, nefslerini tezkiye etmeye, arınmaya, takvaya ağırlık verirler!

    Bu sırrın ehli olarak yaşamak üzere yaratılmamış olanlara ise dedikodu, yalan, iftira, gıybet, kısaca dünyalarına dönük her şey kolaylaştırılmıştır. Ömürleri başkalarının hâlleriyle uğraşmakla son bulur; kendi hakikatlerinden ve getirisinden mahrum olarak! İftiraları yayanlar aynen iftirayı atanlar gibidirler.

    Tarihte, kim insanlara hakikatin ilmini açmak üzere gelmişse, hemen onun getirdiğini örtmek ve ehli olmayan insanları o hakikatten alakoymak için faaliyete geçen birileri de yaratılmıştır! Onlar hakikatlerinden örtülü bir şekilde yaşarlar ve başkalarının da o hakikatten perdeli kalması için ne gerekiyorsa yaparlar.

    Zira kullukları, ehil olmayan insanları “nokta”larındaki kudretten mahrum bırakmak üzere ne gerekirse onu yapmaktır! Böylece Deccaliyete hizmet verirler... Akı kara, karayı ak olarak tanıtmak üzere!

    Onların kullukları gereği bu hâl üzere olduklarını seyreden, hakikat ehli ise onlarla muhatap olmazlar ve gocunmazlar dahi! Çünkü bilirler ki, ehil olmayanların o muhteşem nurdan, “nokta”daki kudretten uzaklaşmaları için sistemde bu gibilerine gerek vardır!

    “Selam üzerinize olsun”, derler ve “nokta”larındaki kudretle seyirlerine devam ederler!

    Ne muhteşem olaydır “nokta”daki kudretle, “M”siz, “N”lileri seyretmek!

    “M”si olmayan şöyle demişti:

    “Dünya-N-ızdan bana üç şey sevdirildi”!

    Cehennem ateşinin yakmaması, kişinin “M”sinden arınmasıyla mümkündür!

    “Nokta”sındaki kudreti yaşaması “M”sizliğiyle başlar!

    “EviM”, “arabaM”, “bedeniM” türü bilinci bürümüş tüm “M”ler sayısız perdelerden bir perdedir!.

    “M”lilerin dünyası ise yalnızca bir “oyun ve eğlence” ortamından başka bir şey değildir “nokta”larındaki kudret ile yaşayanlar için...

    Bu yüzden de, “dünyaN” vardır onlar için...

    Sayısız esma özelliklerinin açığa çıkması için yaratılmış “M” kullukları!

    Elbette örtülmeli “Nokta”daki kudret bunu yaşama amaçlı yaratılmamışlara!.. Bunun için de elbirliği yapmalı “M” kullukları!

    Ta ki, “nokta”daki kudretin yaşamı için var olmamış olanlar, o hazineden uzaklaşana kadar!

    “Kullarından bir kısmını yaratmıştır cehennem için.” Onlar hakikati örtmenin sonuçlarını yaşayacaklardır dünyalarıNda... Ebeden!

    “Kullarından bir kısmını yaratmıştır cennet için”!.. Onlar hakikate iman etmiş olmalarının ve bu imanın gereği olan yaşantıyı açığa çıkarmanın sonuçlarını yaşayacaklardır dünyalarında... Ebeden!

    “Ulâikel Mukarrebûn”!.. “Allah” adıyla işaret olunanın esmâsının özelliklerini “Nokta”larındaki kudret ile seyir hâlinde olanlardır onlar! “Onlar senin kullarındır; ne dilersen onu yaparsın” diyerek.

    Bilim yollu, “nokta”daki kudretin kokusunu alanlar, “secret” adı altında insanlara bunu pazarlamaya kalkmışlar...

    Tasavvuf yollu bunun kokusunu alanlar, bu kokuyla “M”lerini besleyip, kokunun ayrıcalığıyla kendilerini başkalarından üstün görme gafletine düşerek, onlara hor gözle bakmaya başlamışlar; böylece de “nokta”larındaki kudretten perdeliliği yaşamaya başlamışlardır!

    Evcilik oynamaktan kendini kurtaramadığı için, hakikatin ilmine hizmet edenlere sırt çevirenlerin basiretlerine geçirmiş olduğu perdeyi, başkasının kaldırması asla mümkün olmaz!

    Işık varken zulmeti seçip; sonsuzluğa kanat açmak varken yarasa misali karanlık bir “M”de yaşamak kimine göre ne hüzün verici bir yaşam şekli!

    Hakikatin olan “nokta”ndaki kudrete iman hâlinin senden açığa çıkması, “M”lerin olduğu sürece asla mümkün olmaz! “N” gözün asla açılmaz!

    Stringler âleminde farkedilmeyen gerçek, bu boyutta “olabilirlik”in asla mümkün olmadığıdır! Çünkü, “NOKTA”daki şuur, yani “ilim” âlemlerin yani stringlerin hakikatidir!

    “HASÎB” isminin işaret ettiği anlam, sünnetullah’da “olabilirlik-ihtimal”in asla söz konusu olmadığı gerçeğidir!

    “Nokta” olan “Mutlak BEN”, insan adı altında, beyin ile “M”e bürünmüş ve böylece dünyası oluşmuştur!

    “Esma terkibi” diye geçmişte adlandırdığımız, beyin kabiliyet ve istidadı ile “M”lenen “nokta”, buradan, yapı elverdiğince, kendindeki kudreti açığa çıkartmaktadır her an!

    Bu yüzdendir ki, “M”lilerin dünyası bellidir! Değiştirilemez!

    Evcilik oynamak için yaratılmış olanı baskıyla hakikat ehli yapamazsın! Baskı kalktığında kendi “M”sinin gereklerini ortaya koyacaktır!

    Onun için demiştir ki sahabe, “Ya Rasûlullah, senin yanındayken neredeyse melekleri hissedeceğiz ama yanından uzaklaşınca dünyamıza dönüyoruz”!

    Dünyasından geçemeyenin hakikat ilmi dedikodudan öteye geçmez! Dedikodu sohpetleriyle de hakikat yaşanmaz!

    “Nokta”ndaki kudret için yaratılmışsan, sana, evcilik oynamaktan vazgeçip, “M”nden arınıp; dedikodu, gıybet, yalan, dolan, iftira dünyasından uzaklaşıp, Hakikat ilminin kemaliyle âlemleri ve Allah kullarını seyretmek kolaylaşacaktır.

    Bu amaçla var olmamış isen, “M”li dünyanda, her an bir önceki senden açığa çıkanların sonuçlarını yaşamakla ömrün basiret körü olarak devam edecektir!

    “M”lerin dünyası yüzünden “nokta”daki kudretten mahrum kalmayanlara ne mutlu...

    AHMED HULÛSİ
    15 Kasım 2007
    Kaynak: http://www.ahmedhulusi.org/yazi/noktandakikudret.htm

  2. #58

    Esas

    Âlem Sûretleri ile tasarruf - Mehmet Doğramacı

    Perşembe akşamlarını sohbetle değerlendiriyorlardı. Mübarek gecede bereketli bir yayın dalgası olduğuna, o dalgayı değerlendirerek yoğun tefekkürler, yeni idrakler gelişeceğine inanmışlardı.

    “Sohbet cânı semirtir, hem âşığın ömrüdür

    Hak Çalabın emriyle, Erenin himmetidir”

    Yunus, sohbetin cânı, yani ruh gücünü geliştireceğini, muhabbetle ömre bedel anlar yaşanacağını, velilerin tasarruf ve himmetinin sohbet meclisleri üzerinde olduğunu gayet veciz ifade etmişti.

    İlimce büyük olanları, halkayı idare ediyordu. Katılanlar o hafta ne düşünmüşlerse paylaşıma açıyorlar, böylece muhabbet başlıyordu. İlim ve hikmete daha çok yoğunlaşmak üzere ikram faslının abartılmaması, ikili konuşmalardan kaçınılması üzerinde anlaşmışlardı. İkram yoğunlaştıkça, ikili konuşmalar arttıkça ilmi çizgiden çıkıldığını, farklı mecralara kayıldığını tecrübe etmişlerdi.

    Aralarında büyüklük ölçüsü yaş yada tecrübe değil, sadece ilimdi. Kim daha güzel açıyorsa ilk sözü o alıyordu. Kimsenin kimseye “Ben şu yönümle sizden ilerideyim” iması yapmadığı, her birinin azami ölçüde kardeşlik hukukuna riayet ettiği, sevginin saygı ölçeğinde geliştiği bir topluluktu işte. Her şey ilim içindi aralarında. Daha fazla fark edebilmek, fark ettiklerini daha güzel yaşayabilmek için bir araya geliyorlardı!… Sınırları netleştirmişlerdi, başlama saati de bitişi de, usulü de belliydi sohbetin. Hepsi buna dikkat ediyordu...

    Akşam namazları eda edildi. Oruç olanlar çorbalarını, diğerleri mideyi yormayacak hafif ikramlarını çabucak aldılar. Konu açılacak, birinci kısımda ilmi tahliller, çözümlemeler yapılacak, arada çaylar içilecek, ikinci bölümde herkesin neyi nasıl anladığı dile dökülerek ortak idrake varılmaya çalışılacaktı!..



    ÖTELERDEN BERİYE!



    Hepsinin son dönemde iç dünyasında hissettiği şey aynı idi:

    -Çok kavram ezberledik, epey şey biliyoruz, tahliller de yapıyoruz ama işin hakikatinİ kendimizde bulamadık bir türlü… Hep bir şeyler ötede kalıyor, beriye getiremedik.

    Bu, ilim OKUmaya çalışanların ortak derdi idi aslında. İşin hakikatine kendinde varmak, olayı iliklerine kadar hissedip kendi idrak hamurunu yoğurmak, pişirmek, gıdalanmak, artık ciddi ciddi isteniyordu. Talepler hep bu yönde idi. İlimce büyükleri, cebinden bir not kağıdı çıkardı ve okudu:

    "La" nın manası ancak "Allah'ın âlemlerdeki tasarrufu âlem sûretleriyledir"... başkaca değil... uyarısı anlaşıldıktan sonra fark edilir ve nasipte varsa yaşanır! Sır "LÂ ilahe" nin anlaşılmasında, ve "illallah"ın açılımı olan "alemlerdeki tasarruf" konusundadır. Bu çok iyi anlaşılmalıdır. Çokları anladım sanarak bunu hiç idrak etmeden kendini vahdet ehli diye avutarak geçer gider!

    -Dostlar bu söz üzerine biraz düşünelim istiyorum ne dersiniz?

    Ev sahibi Ersin, her zamanki samimiyet ve koçaklığı ile:

    -Valla beni aşar abi o söz. Sende bişiyler varsa söyle, dedi.

    Eşi Nursel, Ersin’e karşı çıktı:

    -“Beni aşar” yok Ersin. Öyle dedin mi kendi kendini kapatır, beynini örtersin, “Şimdi anlamıyorum ama anlamaya açığım” diyeceksin.

    Nursel, beyne olumsuz kod vermenin ne derece bilince perde çektiğine dair çok yerinde bir ikazda bulunmuştu. Kilosu sebebiyle sık sık terini silen, iki de bir kayan gözlüğünü düzelten Yüksel söze girdi:

    -Bence bu sözü bir tefekkür hammaddesi olarak alalım. Tefekkür usulümüz ne idi? Hatırlayın.

    Yüksel’in kadim dostu Asım hatırladı:

    -Tefekkür usulünü Vahdet Bey-13 te ana hatları ile okumuştuk. O zaman bu sözde anahtar kavram ne, onu bulacağız önce.

    Sessizliği ile bilinen Rahim abi:

    -Anahtar kavram çok açık! Ehli, gözümüze sokarcasına tekrarlamış: ALEM SURETLERİ. Ama alem sureti ne, işte orası düğümlü!

    -Düğümleri açmak için toplandık be abi, açarız evvelallah, dedi Mehtap.

    Sözü ilk ortaya atan devam etti:

    -Dostlar, bereketli bir gece olacağa benzer. Evet anahtar ALEM SURETLERİ.. Ama onun da ne olduğunu çözümlemek için lokmayı az daha küçültelim. Önce SURET, sonra ALEM kelimelerini bir konuşalım.

    -Böl, parçala, yut taktiği ha, böldükten sonra ya toplayamazsak, dedi İhsan. Gevrek gevrek gülerek.

    Ali ona tatlı sert çıkıştı:

    -Oğlum hep olumsuz bakmak zorunda mısın? Olumlu bak ki güzel gelişsin.

    Ali, çoğumuzun içine düştüğü negativite ve olumsuz bakışın zararlarına dikkat çekmek istemişti. Bakışlarımızla düşüncelerimizi geliştirirken nedense beşer yönümüz olumsuza daha yatkın oluyordu. O sebeple, değil olumsuzu dillendirmek, aklımıza bile getirmemek gerekiyordu.



    BEYİN VE SURET



    Sözü gündeme taşıyan İbrahim, suret kelimesini ortaya serdi:

    -Beyin, suretlerle çalışır dostlar. Salt manayı kavramak, suret olmasa neredeyse bizim boyutumuzda mümkün değil. Onun için ismi- cismi ne olursa olsun biz her şeyi suretlerle, resimlerle düşünür ve idrak ederiz.

    -Nasıl yani, dedi Ersin?..

    -Ersin, nasıl olduğunu sende deneyelim şimdi. Bir kavramı ele al ve anlat bize.

    -Hangi kavramı?..

    -Mesela ŞEFKAT olsun bu. Şefkat nedir, düşün ve 5-10 cümle ile anlat.

    Ersin topluluk önünde hiç konuşmamıştı. Biraz daraldı. Kitabi mi konuşacaktı, ilmi mi, yoksa kafadan sallasa olur muydu, bir süre git gel yaşadı kendi içinde. İbrahim sıkıntısını aşmasına yardımcı oldu:

    -Dostum hiç bunalma… Şefkat deyince ne anlıyorsan anlat bize.

    Ersin düşüne dururken küçük Funda birer soğuk su dağıttı misafirlere. Klimaya ayar yapıldı. Sıcaktı ama klimadan rahatsızlananlar da olabiliyordu farkına varmadan. Ersin’in hazır olduğunu gören İbrahim:

    -Evet dostlar, dikkatle Ersin’i dinliyoruz, dedi.

    Ersin:

    -Şefkat deyince benim aklıma, ilkokulda öğretmenimin başımı okşaması gelir. Şefkati o an çok kuvvetli hissederdim. Bir de babamın benimle oynaması. Güreş tutardı babam rahmetli benimle. Çocuğum, onu nasıl yeneyim? Ama yenilmiş görünür, beni savururken dahi son derece dikkat ederdi.

    Bir de şefkat deyince ana kuşun yuvaya solucan getirip yavrunun ağzına verişi gelir. Ben hayvanlara çok şefkatliyim. Geçen kış yağmurda titreyen bir kediyi aldım eve. Saç kurutma makinesi ile üstünü kuruttum. Sütünü içince aha şuraya kıvrılıp bir uyuması vardı ki onun içime saldığı huzuru size tarif edemem.

    İbrahim anlatılanları yeterli buldu ve tekrar sordu:

    -Ersin bize şefkati anlatırken hangi imgeleri kullandı arkadaşlar?

    Hepsi sırayla söylediler:

    -Öğretmen başını okşamış.

    -Babası ile güreş tutmuş.

    -Kuş ve yavrusu.

    -Sokaktan eve aldığı kedi.

    Asım bize söyler misin, Ersin ne yaptı şimdi:

    -Suretler çizdi. Başka da yapamazdı, çünkü beynin çalışma sistematiği bu!



    KİMDEN KİME?



    Buradan ne ders alınacağını özetledi İbrahim:

    -Beyin suretlerle çalışıyor. Düşünürken hemen suret oluşturuyor, resimler yapıyor, hikayeler kuruyoruz. Demek ki bir alem olan beyinde, isimler suretlerle dile dökülüyor, açığa çıkıyor. Malum beyin mikro evren, evren makro beyin.

    -Şimdi söyle bakalım Ersin, Allah’ın kullarına merhamet etmesi, şefkati derken, kim, nereden, nereye şefkat gösteriyor?..

    Ersin kendi anlattıklarından güç alarak cesur şeyler söyledi:

    -Bize yada mahlukata öteden biri şefkat göstermiyor. Benim kediye gösterdiğim şefkat, öğretmenimin bana yaptığı, babamın bana hassasiyeti hep Allah’ın merhameti!..

    -Yani, az daha aç Ersin!

    -Yanisi şu abi, Allah’ın tasarrufu dediğimiz şey kuldan kula bir sistemle işliyor, diyebilirim.

    Gülcan, suretlerin açığa çıkışı konusuna dönerek sordu:

    -Beynimizdeki manalar suretlerle dile dökülüyor ise, Makro Beyin olan kainatta da manalar suretlerle açığa çıkıyor, denebilir mi?..

    -“Mikro evrendir beyin, Makro beyindir evren” sözünün bir işareti de bu zaten…

    -O zaman burada çoğu kere unuttuğumuz dehşet bir gerçek var!

    Dehşet deyince hepsi irkilmişlerdi. Gülcan devam etti.

    -Beynim, manaları suretler ile açığa çıkarıyor, anlaşılır hale getiriyor ise, aynı beyin, düşüncede, batında oluşan bazı manaları,yoğunlaştığımız bazı şeyleri zahirimize çıkartıp suretler halinde önümüze, yaşamımıza çekiyor olabilir mi?..

    Günün flash sorusu buydu işte. İbrahim konuyu bu noktaya az daha geç getirecekti ama Gülcan tetiklemişti artık! Rahim abi Gülcan’a “Helal sana kız” dercesine el işareti yaptıktan sonra:

    -Hele çayları verin çocuklar, az sonra bu soruya yoğunlaşalım, dedi.

    Çay faslı esnasında hepsi suretlendirme konusunda ufak fikir alışverişleri yaptılar. Bisküvi ve pastalar alındı, ilk bardaklar bitirilince sohbetin ikinci kısmına geçildi. Rahim abi:

    -Arası soğumasın, Gülcan’ın sorusunu açmadan önce, eklemek istediği bir şey olan var mı? Yoksa İbrahim bize Ersin’in anlattıklarından çıkanı şöyle bir toparlasın, dedi.

    İbrahim:

    -Beyin suretlerle işliyor. Manaları suretlerle dile döküyor, idrakimize yerleştiriyoruz. Suretlendirme esnasında oluşan şey ise; Tek Bilincin dilediğinin bizden ve muhataplarımızdan açığa çıkmakta olduğu gerçeği.

    -Yani Allah’ın tasarrufu, kuldan kula, kullar aracılığı ile kullara ve mahlûkata erişiyor. Artık bunu bilen bizler, “Allah filana merhamet etti, filana gazap etti” derken biraz düşüneceğiz. Niçin?..

    -Böyle dediğimizde otomatikman öteye düşeriz de ondan, dedi Yüksel.

    -Evet, işte bunu iyi kavrayın, öteden bir gazap yada rahmet değil, sizden size, bir kuldan ötekine doğru işleyen TEK bir zuhur var! Rahmet de, Gazap da, İntikam da, İkram da, Bela da, Nimet de böyle hayata geçiyor.



    TOHUMU KİM EKTİ?



    Asım söze girdi:

    -Fakat burada şunu unutmayalım. Gülcan’ın ortaya attığı şeyle bağladığımızda dehşet ötesi bir gerçek çıkacak ortaya.

    Yüksel:

    -Ya oğlum, bırak dehşeti mehşeti. Sakin ol yaaa. Abartmanın lüzumu yok.

    Asım:

    -Muhteşem gerçek diyeyim öyle ise. Anladığım şu; beynimizde yoğunlaşan manalarla dış dünyadaki suretleri biz çekiyoruz. Bazen şahıs, bazen olay, bazen mekân olarak önümüze geliyorlar. Ama bunun ilk startı bizde oluşuyor.

    Rahim abi birden kesti Asım’ı:

    -Sakın ha, her şey bende demeyesin! Kulluk edebini unutmayalım. Evren bizden ibaret değil. Her şeyi biz oluşturuyoruz bakışı, Deccal’ın ekmeğine yağ sürer, aman dikkat!..

    Asım:

    -Her şeyi biz yapıyoruz, demeyecektim zaten. Şunun idrakindeyim: Her şeyi bizde Tek bilinç oluşturuyor. Bu büyük gerçeği hatırdan çıkarmadan, hologram gerçeği paralelinde devam edebilir miyim?.

    Yüksel:

    -Adamı hasta etme oğlum, ne izni? Konuş işte.

    Asım:

    -Benim düşünce, hayal, ideal, sevgi, nefret olarak yoğunlaştıklarım, günün birinde şahıs yada olay olarak önüme geliyor olabilir mi?..

    İbrahim:

    -Dostlar hakikaten ciddi bir dönemece girdik. Burayı iyi düşünün. Hangi düşüncelerle neler ürettik? Önümüze gelenler neyin eseri? Taaa çocukluğunuza giderek düşünün. Herkes düşünsün. Hatırına gelen, anlatsın.

    Bir süre sessizce düşündüler. Herkes derin derin kendi hayatına yoğunlaştı. Ersin söz aldı:

    -Küçüklüğümde Türk Sinemasının kötü adamı Erol Taş’a çok gıcık kapmıştım. Gaddar, zalim adamları hala sevmem. Şimdi fark ediyorum, işyerimde, apartmanımda, arkadaş gruplarında Erol Taş’lar çevremden hiç eksik olmadı arkadaş!

    Ersin öyle bir ses tonu ve jest- mimikle anlatmıştı ki ister istemez herkes koptu, kahkahalar salonu çınlattı… “Meğer onların hepsini ben çağırmış, Erol Taş’ları habire çoğaltmışım be arkadaş” diye ekledi Ersin.

    Rahim abi: “Sohbetlerde isim geçmesin ki gıybet vadisine düşmeyelim. Merhum Erol Taş’a bir Fatiha lütfen!..”



    Asım:

    -Paylaşmayı sevdim hep. Tek bir simidim olsa, böler, paylaşırım. Şükür, hayatımda önüme hep paylaşımcı dostlar çıktı. Bakın sizler de benimle ilminizi paylaşıyorsunuz. Ne mutlu bana.

    Bunları derken gözleri buğulandı Asım’ın. Resmen ağlıyordu. Kankası Yüksel kükredi:

    -Bana bak, duygusallık yok oğlum, duygusallık yok, çık yüzünü yıka.

    Asım lavaboya giderken Nursel:

    -Babam çok sertti. Aşırı tepkileri vardı. En kötüsü de bana ve kardeşlerimize “Sizden bir şey olmaz, bir baltaya sap olamazsınız, başaramazsınız” der dururdu. Ona çok içerlenirdim. Bu hep beynimde kaldı. Evlendim, kocam “Başaramazsın” dedi. İşyerine gittim, patronum “Başaramazsın” diyor hep. Ama biliyorum ve şimdi anlıyorum ki ben babamın olumsuz sözlerini fidan büyütür gibi sulamışım beynimde. Suladığım büyümüş, dal- budak yayıp önüme gelmiş hayatımın her alanında…



    MUSAVVİRE- VERİTABANI- GENETİK- HAFIZA- MÜDRİKE



    Mehtap, canlı misallerin çokça zikredildiği ama işin mekaniğinin tam açılmadığı bu noktada söz istedi:

    -Galiba önemli bir ayrıntıyı atlıyoruz. Musavvirenin oluşumunda, yani beynin suretler üreterek anlamasında ince noktalar var!

    -Tamam abla, sen aç bize atlamayalım oraları, dedi İhsan. Mehtap devam etti:



    -Yeni bir kavram konusunda Musavvire çalışırken herkeste aynı şekilde çalışmıyor. Suretler, veritabanlarımızdan hareketle oluşuyor! İmgenin oluşumu veritabanlarımıza göredir. Uygun veri varsa o kavram suret kazanır, yoksa o gelen mana için beyin; otomatikman “Anlamsız!” yargısına varır ve kendini kapatır!

    Ali, epey bir suskunluktan sonra bağırmamak için kendini zor tutar bir eda ile araya girdi:

    -Hani, kavramsal anlatımlardan yorulmuştuk? Hani, her şeyi adam gibi anlatacaktık. Ben anlamam kardeşim, soyut konuşmayın. Beyin neyi neye göre değerlendirir, neye göre kendini örter misal verin yaaa. Anlaşılır şeyler konuşun!

    Misalli anlatımların daha bir kalıcı olduğuna inanan Asım, Ali’yi desteklediği gibi, olayı açmak için düşündüklerini döktü:

    -Mesela yeni bir kavram ele alalım. Bu füze olsun, uzay aracı füze. Füzenin ne olduğunu musavvire çalıştırarak kavramak için, kişinin uçak, paraşüt, helikopter gibi kavramları biliyor olması imgelemi kolaylaştırır. Uçağın çok daha hızlısı, hem yukarı doğru uçan dersin, o da anlamaya çalışır.

    -Ammmaaaaa, adam hayatında hiç uçak görmemişse, paraşüt bilmiyorsa, köyünde sadece at arabasından haberdar ise, ona bunu nasıl anlatacaksın?.. Neyi nereye bağlayıp suret kuracak ki?!... Kuramaz, derhal kapatır kendini…

    Asım’ın tespiti hepsi tarafından onaylandı. Söylediklerinden bir başka mana daha çıkmıştı: Bilmediklerimizi, bildiklerimize kıyasla kavrıyorduk! Bu da yeni kavramı değerlendirmede eskiden destek alma gibi bir sonucu doğuruyordu. Eskiyi mihver almak belki ilk sıçrama için iyiydi ama orada da şu tehlike vardı: Yeniyi eskiyle kayıt altına almak, yeni idraki eskiye kilitlemek!..

    İşte bu feci bir şeydi. “Ben onlara Allah’ı anlattım, onlar tuttular tanrılarını update ettiler” ikazını çeken işte bu eskiye kıyas ve eskiyle yeniyi değerlendirme tavrı idi…Mehtap devam etti:

    -Gelen manaya karşı beyin imge kurabilmişse bunu hafızaya atar! Hafızada tutulan imge, kavrama yöntemiyle Müdrikeyi, yani idraki açar! Yani Musavvire, Müdrikeyi tetiklemiş olur!

    Ali, Musaavvire, Müdrike gibi bilmediği kelimelere de tepki verecekti ama Asım’ın misalinden sonra biraz daha anlar olmuş, susmuştu. Yüksel “Bu oluşumun sonucunda idrak ettiğimizi nasıl anlarız?”, diye sordu Mehtap’a?.. Öyle ya, yeniyi anladığımızı kendimizde nasıl fark ederiz? Mehtap buna basit bir tepki sesi ile cevap verdi:

    -“Ahhaaaa!... Vay canınaaaa!.. Demek!!! İşte bu beeeee, işte buuu!” deriz ya Yüksel, işte o tepkin, imgenin idrake dönüştüğünün ilk işareti.

    Yüksel, anlaşılmayan, imge kurulamayan bilginin beyinde ne yapıldığını da merak etmişti.

    Mehtap:

    -İmge kurulamayan bilgi hafızaya atılır ve orada ezber olarak kalır. İşe yaramadığı fark edildikçe de kullanılmadığı için unutulur gider… Yani bir süre sonra beyin, kayıtlardan çıkarır onu.

    Ali, konuşulanlara genetik ve geleneksel birikim açısından eklemeler yaptı:

    -Belki garip ama, beynimiz bence objektif değerlendirme yapmıyor! Hepimizin kavrama ve değerlendirmesinde veritabanı, genetik miras, içinde yetişilen çevre, duygusal bağlar, yaşanmış bazı kalıcı tesirler çok çok etkili..

    Alem Suretinin henüz suret aşamasını konuşuyorlardı. Konu nereden nerelere akmıştı. İşte sohbetin feyzi- bereketi bu idi…

    Ortama hafif bir gül kokusu yayılmıştı. Hanımlardan biri sordu, “Gizlice esans süren kim?..” Herkes birbirine baktı, esans süren yoktu. Esans süren olmamasına rağmen herkesin algıladığı gül kokusu neydi öyleyse? Rahim abi müdahil oldu:

    -Kokuya takılmayın. Anlayan, içinde tutsun, salavat okusun. Konumuza devam edelim.



    ELLERİMLE BÜYÜTTÜĞÜM!



    İçeri odada oynayan çocuklar teybin sesini biraz fazla açmışlar, sohbete Barış ağabeyin şarkısı da karışmıştı.

    Ellerimle büyüttüğüm, solar iken dirilttiğim
    Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin
    Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin

    Dağlar dağlaaaaarrrrr

    Biri gidip kapıyı kapadı, ama çocuklara kızmadan. Gülcan, İbrahim’e müdrike ve musavvire babını kapamadan bir soru sordu:

    -Yoğunlaştığımız manaların suretlenmesi ve günlük hayatta önümüze gelmesi konusunu az daha açsak. Her mana gelir mi?.. Hangileri suretlenip canlanıyor?..

    İbrahim, suretlendirme konusunda son cümleleri söyledi:

    -Musavvirede suretlenen mana, hafızaya geçerken yoğun duygularla yoğrulur. Yoğun duygularla yoğrulmamış, beslenmemişse canlanmaz, sadece ham bilgi olarak kalır.

    Gülcan;

    -Yani Ersin’in “Meğer ben kopyalamışım, üretmişim zalim adamı” dediği, Nursel’in “Başaramazsın sözünü sulamış, fidanı ellerimle büyütmüşüm” dediği şey, musavvirenin duygu ile yoğrulması mı?

    “Aynen öyle” dedi İbrahim.

    -Beton harcı karar gibi sular, karıştırır, kalıba döker, dondurur, imal ederiz. Yada besleriz fidan gibi. Meyve önümüze gelince yada sert betona çarpınca da “Bunu kim yaptı?” diye dünyanın en saçma, en tuhaf sorusunu sorarız!…

    Epeydir susan İhsan, hafif uyku çökmüş göz kapaklarını kaldırarak ağır ama derin sözlerle döndü ortama:

    -Allah da yaratır, insan da yaratır diyor Abdülkerim Ciyli (ks) Hazretleri. İnsan da yaratır sözünün bir yönü suretlendirmelerimiz olsa gerek! Daha açığı, biz kendi,…….

    Rahim abi pat diye kesti:

    -Tamam İhsan, sen şekerlemene devam et. Sus! Konuşma! Söz İbrahim’de zaten!

    Rahim abi, ani müdahalelerde bulunurdu zaman zaman. Kimse ona bozulmazdı, kızmazdı. Çünkü her müdahalesi bir hikmete binaendi. Bazen düşen idrak seviyesini yukarı çekmek için, bazen kulluk çizgisinden çıkmamak için, bazen de sırlar etrafa saçılmasın diye keserdi.

    İbrahim bu faslı toparladı:

    -Evet sevgili dostlar! Suretlendirmenin bir başka boyutunu da şöyle anlayalım: Yoğunlaştığımız manaları çekiyoruz!... Günün birinde er yada geç önümüze geliyorlar. Bunu fark ettikten sonra düşüncelerimizi, ideallerimizi, dualarımızı, kırıklıklarımızı, sevgilerimizi daha bir ölçülü kontrol ederiz diye düşünüyorum.

    Rahim abi takvim yaprakları taşırdı üstünde. Bir takvim yaprağının arkasındaki sözü okudu:

    Söylediklerinize dikkat edin; Düşünceleriniz olur...

    Düşüncelerinize dikkat edin; Duygularınız olur...

    Duygularınıza dikkat edın; Davranışlarınız olur...

    Davranışlarınıza dikkat edin; Alışkanlıklarınız olur...

    Alışkanlıklarınıza dikkat edın; Değerleriniz olur...

    Değerlerinize dikkat edin; Karakteriniz olur...

    Karakterinize dikkat edin; Kaderiniz olur...

    İbrahim’in vurguladığı gerçek, Rahim ağabeyin okuduğu sözler derin ve uzun bir sessizlik oluşturdu. Hepsi, hangi halleri ile neyi çektiklerini, hangi düşüncelerinin hangi suretlerle önlerine geldiğini düşünüyordu uzun uzun… İbrahim bu gerçeğe dair büyük zatların sözlerine de vurgu yaptı:

    “Cihan dağdır! Yaptıklarımız ses! Ses yankılanıp geri dönünce, orada bağıran kim demek ne kadar abes?... Senin sesin o!”

    ”Can Konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan; ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir. Neyi arıyorsan O’sun sen!...” (Mevlana)



    Cennet ü dûzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr
    Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın

    Hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle
    Noksanı meğer adl-i ilâhîde mi sandın

    (Kenan Rıfai)

    Rahim abi:

    -Nutku Şerifin hepsini İbrahim bize okusun, bir de açıklasın, ondan sonra geceye son verelim çocuklar.

    Nutk-u Şerif okundu ve açıklandı.

    “Allah’ın alemlerdeki tasarrufunun alem suretleri ile olduğuna” dair ilk gerçekler hafızalara yerleşmişti. Hepsi bu değildi tabii. Henüz buz dağının görünen yüzünü bile konuşmuş değillerdi.

    Kısa bir yaklaşım denemesiydi yaptıkları. İşin daha derin boyutları vardı. Onları da haftaya konuşalım diyerek vedalaştılar.

    (Sürecek)

    Meraklısına:

    1-NUTKU ŞERİF:

    http://tr.netlog.com/go/explore/videos/videoid=1369558

    2-HER ŞEY SENDE GİZLİ: http://video.eksenim.mynet.com/sanca..._GIZLI/126505/

  3. #59

    Esas

    Âlem Sûretleri ile tasarruf - Mehmet Doğramacı

    Perşembe akşamlarını sohbetle değerlendiriyorlardı. Mübarek gecede bereketli bir yayın dalgası olduğuna, o dalgayı değerlendirerek yoğun tefekkürler, yeni idrakler gelişeceğine inanmışlardı.

    “Sohbet cânı semirtir, hem âşığın ömrüdür

    Hak Çalabın emriyle, Erenin himmetidir”

    Yunus, sohbetin cânı, yani ruh gücünü geliştireceğini, muhabbetle ömre bedel anlar yaşanacağını, velilerin tasarruf ve himmetinin sohbet meclisleri üzerinde olduğunu gayet veciz ifade etmişti.

    İlimce büyük olanları, halkayı idare ediyordu. Katılanlar o hafta ne düşünmüşlerse paylaşıma açıyorlar, böylece muhabbet başlıyordu. İlim ve hikmete daha çok yoğunlaşmak üzere ikram faslının abartılmaması, ikili konuşmalardan kaçınılması üzerinde anlaşmışlardı. İkram yoğunlaştıkça, ikili konuşmalar arttıkça ilmi çizgiden çıkıldığını, farklı mecralara kayıldığını tecrübe etmişlerdi.

    Aralarında büyüklük ölçüsü yaş yada tecrübe değil, sadece ilimdi. Kim daha güzel açıyorsa ilk sözü o alıyordu. Kimsenin kimseye “Ben şu yönümle sizden ilerideyim” iması yapmadığı, her birinin azami ölçüde kardeşlik hukukuna riayet ettiği, sevginin saygı ölçeğinde geliştiği bir topluluktu işte. Her şey ilim içindi aralarında. Daha fazla fark edebilmek, fark ettiklerini daha güzel yaşayabilmek için bir araya geliyorlardı!… Sınırları netleştirmişlerdi, başlama saati de bitişi de, usulü de belliydi sohbetin. Hepsi buna dikkat ediyordu...

    Akşam namazları eda edildi. Oruç olanlar çorbalarını, diğerleri mideyi yormayacak hafif ikramlarını çabucak aldılar. Konu açılacak, birinci kısımda ilmi tahliller, çözümlemeler yapılacak, arada çaylar içilecek, ikinci bölümde herkesin neyi nasıl anladığı dile dökülerek ortak idrake varılmaya çalışılacaktı!..



    ÖTELERDEN BERİYE!



    Hepsinin son dönemde iç dünyasında hissettiği şey aynı idi:

    -Çok kavram ezberledik, epey şey biliyoruz, tahliller de yapıyoruz ama işin hakikatinİ kendimizde bulamadık bir türlü… Hep bir şeyler ötede kalıyor, beriye getiremedik.

    Bu, ilim OKUmaya çalışanların ortak derdi idi aslında. İşin hakikatine kendinde varmak, olayı iliklerine kadar hissedip kendi idrak hamurunu yoğurmak, pişirmek, gıdalanmak, artık ciddi ciddi isteniyordu. Talepler hep bu yönde idi. İlimce büyükleri, cebinden bir not kağıdı çıkardı ve okudu:

    "La" nın manası ancak "Allah'ın âlemlerdeki tasarrufu âlem sûretleriyledir"... başkaca değil... uyarısı anlaşıldıktan sonra fark edilir ve nasipte varsa yaşanır! Sır "LÂ ilahe" nin anlaşılmasında, ve "illallah"ın açılımı olan "alemlerdeki tasarruf" konusundadır. Bu çok iyi anlaşılmalıdır. Çokları anladım sanarak bunu hiç idrak etmeden kendini vahdet ehli diye avutarak geçer gider!

    -Dostlar bu söz üzerine biraz düşünelim istiyorum ne dersiniz?

    Ev sahibi Ersin, her zamanki samimiyet ve koçaklığı ile:

    -Valla beni aşar abi o söz. Sende bişiyler varsa söyle, dedi.

    Eşi Nursel, Ersin’e karşı çıktı:

    -“Beni aşar” yok Ersin. Öyle dedin mi kendi kendini kapatır, beynini örtersin, “Şimdi anlamıyorum ama anlamaya açığım” diyeceksin.

    Nursel, beyne olumsuz kod vermenin ne derece bilince perde çektiğine dair çok yerinde bir ikazda bulunmuştu. Kilosu sebebiyle sık sık terini silen, iki de bir kayan gözlüğünü düzelten Yüksel söze girdi:

    -Bence bu sözü bir tefekkür hammaddesi olarak alalım. Tefekkür usulümüz ne idi? Hatırlayın.

    Yüksel’in kadim dostu Asım hatırladı:

    -Tefekkür usulünü Vahdet Bey-13 te ana hatları ile okumuştuk. O zaman bu sözde anahtar kavram ne, onu bulacağız önce.

    Sessizliği ile bilinen Rahim abi:

    -Anahtar kavram çok açık! Ehli, gözümüze sokarcasına tekrarlamış: ALEM SURETLERİ. Ama alem sureti ne, işte orası düğümlü!

    -Düğümleri açmak için toplandık be abi, açarız evvelallah, dedi Mehtap.

    Sözü ilk ortaya atan devam etti:

    -Dostlar, bereketli bir gece olacağa benzer. Evet anahtar ALEM SURETLERİ.. Ama onun da ne olduğunu çözümlemek için lokmayı az daha küçültelim. Önce SURET, sonra ALEM kelimelerini bir konuşalım.

    -Böl, parçala, yut taktiği ha, böldükten sonra ya toplayamazsak, dedi İhsan. Gevrek gevrek gülerek.

    Ali ona tatlı sert çıkıştı:

    -Oğlum hep olumsuz bakmak zorunda mısın? Olumlu bak ki güzel gelişsin.

    Ali, çoğumuzun içine düştüğü negativite ve olumsuz bakışın zararlarına dikkat çekmek istemişti. Bakışlarımızla düşüncelerimizi geliştirirken nedense beşer yönümüz olumsuza daha yatkın oluyordu. O sebeple, değil olumsuzu dillendirmek, aklımıza bile getirmemek gerekiyordu.



    BEYİN VE SURET



    Sözü gündeme taşıyan İbrahim, suret kelimesini ortaya serdi:

    -Beyin, suretlerle çalışır dostlar. Salt manayı kavramak, suret olmasa neredeyse bizim boyutumuzda mümkün değil. Onun için ismi- cismi ne olursa olsun biz her şeyi suretlerle, resimlerle düşünür ve idrak ederiz.

    -Nasıl yani, dedi Ersin?..

    -Ersin, nasıl olduğunu sende deneyelim şimdi. Bir kavramı ele al ve anlat bize.

    -Hangi kavramı?..

    -Mesela ŞEFKAT olsun bu. Şefkat nedir, düşün ve 5-10 cümle ile anlat.

    Ersin topluluk önünde hiç konuşmamıştı. Biraz daraldı. Kitabi mi konuşacaktı, ilmi mi, yoksa kafadan sallasa olur muydu, bir süre git gel yaşadı kendi içinde. İbrahim sıkıntısını aşmasına yardımcı oldu:

    -Dostum hiç bunalma… Şefkat deyince ne anlıyorsan anlat bize.

    Ersin düşüne dururken küçük Funda birer soğuk su dağıttı misafirlere. Klimaya ayar yapıldı. Sıcaktı ama klimadan rahatsızlananlar da olabiliyordu farkına varmadan. Ersin’in hazır olduğunu gören İbrahim:

    -Evet dostlar, dikkatle Ersin’i dinliyoruz, dedi.

    Ersin:

    -Şefkat deyince benim aklıma, ilkokulda öğretmenimin başımı okşaması gelir. Şefkati o an çok kuvvetli hissederdim. Bir de babamın benimle oynaması. Güreş tutardı babam rahmetli benimle. Çocuğum, onu nasıl yeneyim? Ama yenilmiş görünür, beni savururken dahi son derece dikkat ederdi.

    Bir de şefkat deyince ana kuşun yuvaya solucan getirip yavrunun ağzına verişi gelir. Ben hayvanlara çok şefkatliyim. Geçen kış yağmurda titreyen bir kediyi aldım eve. Saç kurutma makinesi ile üstünü kuruttum. Sütünü içince aha şuraya kıvrılıp bir uyuması vardı ki onun içime saldığı huzuru size tarif edemem.

    İbrahim anlatılanları yeterli buldu ve tekrar sordu:

    -Ersin bize şefkati anlatırken hangi imgeleri kullandı arkadaşlar?

    Hepsi sırayla söylediler:

    -Öğretmen başını okşamış.

    -Babası ile güreş tutmuş.

    -Kuş ve yavrusu.

    -Sokaktan eve aldığı kedi.

    Asım bize söyler misin, Ersin ne yaptı şimdi:

    -Suretler çizdi. Başka da yapamazdı, çünkü beynin çalışma sistematiği bu!



    KİMDEN KİME?



    Buradan ne ders alınacağını özetledi İbrahim:

    -Beyin suretlerle çalışıyor. Düşünürken hemen suret oluşturuyor, resimler yapıyor, hikayeler kuruyoruz. Demek ki bir alem olan beyinde, isimler suretlerle dile dökülüyor, açığa çıkıyor. Malum beyin mikro evren, evren makro beyin.

    -Şimdi söyle bakalım Ersin, Allah’ın kullarına merhamet etmesi, şefkati derken, kim, nereden, nereye şefkat gösteriyor?..

    Ersin kendi anlattıklarından güç alarak cesur şeyler söyledi:

    -Bize yada mahlukata öteden biri şefkat göstermiyor. Benim kediye gösterdiğim şefkat, öğretmenimin bana yaptığı, babamın bana hassasiyeti hep Allah’ın merhameti!..

    -Yani, az daha aç Ersin!

    -Yanisi şu abi, Allah’ın tasarrufu dediğimiz şey kuldan kula bir sistemle işliyor, diyebilirim.

    Gülcan, suretlerin açığa çıkışı konusuna dönerek sordu:

    -Beynimizdeki manalar suretlerle dile dökülüyor ise, Makro Beyin olan kainatta da manalar suretlerle açığa çıkıyor, denebilir mi?..

    -“Mikro evrendir beyin, Makro beyindir evren” sözünün bir işareti de bu zaten…

    -O zaman burada çoğu kere unuttuğumuz dehşet bir gerçek var!

    Dehşet deyince hepsi irkilmişlerdi. Gülcan devam etti.

    -Beynim, manaları suretler ile açığa çıkarıyor, anlaşılır hale getiriyor ise, aynı beyin, düşüncede, batında oluşan bazı manaları,yoğunlaştığımız bazı şeyleri zahirimize çıkartıp suretler halinde önümüze, yaşamımıza çekiyor olabilir mi?..

    Günün flash sorusu buydu işte. İbrahim konuyu bu noktaya az daha geç getirecekti ama Gülcan tetiklemişti artık! Rahim abi Gülcan’a “Helal sana kız” dercesine el işareti yaptıktan sonra:

    -Hele çayları verin çocuklar, az sonra bu soruya yoğunlaşalım, dedi.

    Çay faslı esnasında hepsi suretlendirme konusunda ufak fikir alışverişleri yaptılar. Bisküvi ve pastalar alındı, ilk bardaklar bitirilince sohbetin ikinci kısmına geçildi. Rahim abi:

    -Arası soğumasın, Gülcan’ın sorusunu açmadan önce, eklemek istediği bir şey olan var mı? Yoksa İbrahim bize Ersin’in anlattıklarından çıkanı şöyle bir toparlasın, dedi.

    İbrahim:

    -Beyin suretlerle işliyor. Manaları suretlerle dile döküyor, idrakimize yerleştiriyoruz. Suretlendirme esnasında oluşan şey ise; Tek Bilincin dilediğinin bizden ve muhataplarımızdan açığa çıkmakta olduğu gerçeği.

    -Yani Allah’ın tasarrufu, kuldan kula, kullar aracılığı ile kullara ve mahlûkata erişiyor. Artık bunu bilen bizler, “Allah filana merhamet etti, filana gazap etti” derken biraz düşüneceğiz. Niçin?..

    -Böyle dediğimizde otomatikman öteye düşeriz de ondan, dedi Yüksel.

    -Evet, işte bunu iyi kavrayın, öteden bir gazap yada rahmet değil, sizden size, bir kuldan ötekine doğru işleyen TEK bir zuhur var! Rahmet de, Gazap da, İntikam da, İkram da, Bela da, Nimet de böyle hayata geçiyor.



    TOHUMU KİM EKTİ?



    Asım söze girdi:

    -Fakat burada şunu unutmayalım. Gülcan’ın ortaya attığı şeyle bağladığımızda dehşet ötesi bir gerçek çıkacak ortaya.

    Yüksel:

    -Ya oğlum, bırak dehşeti mehşeti. Sakin ol yaaa. Abartmanın lüzumu yok.

    Asım:

    -Muhteşem gerçek diyeyim öyle ise. Anladığım şu; beynimizde yoğunlaşan manalarla dış dünyadaki suretleri biz çekiyoruz. Bazen şahıs, bazen olay, bazen mekân olarak önümüze geliyorlar. Ama bunun ilk startı bizde oluşuyor.

    Rahim abi birden kesti Asım’ı:

    -Sakın ha, her şey bende demeyesin! Kulluk edebini unutmayalım. Evren bizden ibaret değil. Her şeyi biz oluşturuyoruz bakışı, Deccal’ın ekmeğine yağ sürer, aman dikkat!..

    Asım:

    -Her şeyi biz yapıyoruz, demeyecektim zaten. Şunun idrakindeyim: Her şeyi bizde Tek bilinç oluşturuyor. Bu büyük gerçeği hatırdan çıkarmadan, hologram gerçeği paralelinde devam edebilir miyim?.

    Yüksel:

    -Adamı hasta etme oğlum, ne izni? Konuş işte.

    Asım:

    -Benim düşünce, hayal, ideal, sevgi, nefret olarak yoğunlaştıklarım, günün birinde şahıs yada olay olarak önüme geliyor olabilir mi?..

    İbrahim:

    -Dostlar hakikaten ciddi bir dönemece girdik. Burayı iyi düşünün. Hangi düşüncelerle neler ürettik? Önümüze gelenler neyin eseri? Taaa çocukluğunuza giderek düşünün. Herkes düşünsün. Hatırına gelen, anlatsın.

    Bir süre sessizce düşündüler. Herkes derin derin kendi hayatına yoğunlaştı. Ersin söz aldı:

    -Küçüklüğümde Türk Sinemasının kötü adamı Erol Taş’a çok gıcık kapmıştım. Gaddar, zalim adamları hala sevmem. Şimdi fark ediyorum, işyerimde, apartmanımda, arkadaş gruplarında Erol Taş’lar çevremden hiç eksik olmadı arkadaş!

    Ersin öyle bir ses tonu ve jest- mimikle anlatmıştı ki ister istemez herkes koptu, kahkahalar salonu çınlattı… “Meğer onların hepsini ben çağırmış, Erol Taş’ları habire çoğaltmışım be arkadaş” diye ekledi Ersin.

    Rahim abi: “Sohbetlerde isim geçmesin ki gıybet vadisine düşmeyelim. Merhum Erol Taş’a bir Fatiha lütfen!..”



    Asım:

    -Paylaşmayı sevdim hep. Tek bir simidim olsa, böler, paylaşırım. Şükür, hayatımda önüme hep paylaşımcı dostlar çıktı. Bakın sizler de benimle ilminizi paylaşıyorsunuz. Ne mutlu bana.

    Bunları derken gözleri buğulandı Asım’ın. Resmen ağlıyordu. Kankası Yüksel kükredi:

    -Bana bak, duygusallık yok oğlum, duygusallık yok, çık yüzünü yıka.

    Asım lavaboya giderken Nursel:

    -Babam çok sertti. Aşırı tepkileri vardı. En kötüsü de bana ve kardeşlerimize “Sizden bir şey olmaz, bir baltaya sap olamazsınız, başaramazsınız” der dururdu. Ona çok içerlenirdim. Bu hep beynimde kaldı. Evlendim, kocam “Başaramazsın” dedi. İşyerine gittim, patronum “Başaramazsın” diyor hep. Ama biliyorum ve şimdi anlıyorum ki ben babamın olumsuz sözlerini fidan büyütür gibi sulamışım beynimde. Suladığım büyümüş, dal- budak yayıp önüme gelmiş hayatımın her alanında…



    MUSAVVİRE- VERİTABANI- GENETİK- HAFIZA- MÜDRİKE



    Mehtap, canlı misallerin çokça zikredildiği ama işin mekaniğinin tam açılmadığı bu noktada söz istedi:

    -Galiba önemli bir ayrıntıyı atlıyoruz. Musavvirenin oluşumunda, yani beynin suretler üreterek anlamasında ince noktalar var!

    -Tamam abla, sen aç bize atlamayalım oraları, dedi İhsan. Mehtap devam etti:



    -Yeni bir kavram konusunda Musavvire çalışırken herkeste aynı şekilde çalışmıyor. Suretler, veritabanlarımızdan hareketle oluşuyor! İmgenin oluşumu veritabanlarımıza göredir. Uygun veri varsa o kavram suret kazanır, yoksa o gelen mana için beyin; otomatikman “Anlamsız!” yargısına varır ve kendini kapatır!

    Ali, epey bir suskunluktan sonra bağırmamak için kendini zor tutar bir eda ile araya girdi:

    -Hani, kavramsal anlatımlardan yorulmuştuk? Hani, her şeyi adam gibi anlatacaktık. Ben anlamam kardeşim, soyut konuşmayın. Beyin neyi neye göre değerlendirir, neye göre kendini örter misal verin yaaa. Anlaşılır şeyler konuşun!

    Misalli anlatımların daha bir kalıcı olduğuna inanan Asım, Ali’yi desteklediği gibi, olayı açmak için düşündüklerini döktü:

    -Mesela yeni bir kavram ele alalım. Bu füze olsun, uzay aracı füze. Füzenin ne olduğunu musavvire çalıştırarak kavramak için, kişinin uçak, paraşüt, helikopter gibi kavramları biliyor olması imgelemi kolaylaştırır. Uçağın çok daha hızlısı, hem yukarı doğru uçan dersin, o da anlamaya çalışır.

    -Ammmaaaaa, adam hayatında hiç uçak görmemişse, paraşüt bilmiyorsa, köyünde sadece at arabasından haberdar ise, ona bunu nasıl anlatacaksın?.. Neyi nereye bağlayıp suret kuracak ki?!... Kuramaz, derhal kapatır kendini…

    Asım’ın tespiti hepsi tarafından onaylandı. Söylediklerinden bir başka mana daha çıkmıştı: Bilmediklerimizi, bildiklerimize kıyasla kavrıyorduk! Bu da yeni kavramı değerlendirmede eskiden destek alma gibi bir sonucu doğuruyordu. Eskiyi mihver almak belki ilk sıçrama için iyiydi ama orada da şu tehlike vardı: Yeniyi eskiyle kayıt altına almak, yeni idraki eskiye kilitlemek!..

    İşte bu feci bir şeydi. “Ben onlara Allah’ı anlattım, onlar tuttular tanrılarını update ettiler” ikazını çeken işte bu eskiye kıyas ve eskiyle yeniyi değerlendirme tavrı idi…Mehtap devam etti:

    -Gelen manaya karşı beyin imge kurabilmişse bunu hafızaya atar! Hafızada tutulan imge, kavrama yöntemiyle Müdrikeyi, yani idraki açar! Yani Musavvire, Müdrikeyi tetiklemiş olur!

    Ali, Musaavvire, Müdrike gibi bilmediği kelimelere de tepki verecekti ama Asım’ın misalinden sonra biraz daha anlar olmuş, susmuştu. Yüksel “Bu oluşumun sonucunda idrak ettiğimizi nasıl anlarız?”, diye sordu Mehtap’a?.. Öyle ya, yeniyi anladığımızı kendimizde nasıl fark ederiz? Mehtap buna basit bir tepki sesi ile cevap verdi:

    -“Ahhaaaa!... Vay canınaaaa!.. Demek!!! İşte bu beeeee, işte buuu!” deriz ya Yüksel, işte o tepkin, imgenin idrake dönüştüğünün ilk işareti.

    Yüksel, anlaşılmayan, imge kurulamayan bilginin beyinde ne yapıldığını da merak etmişti.

    Mehtap:

    -İmge kurulamayan bilgi hafızaya atılır ve orada ezber olarak kalır. İşe yaramadığı fark edildikçe de kullanılmadığı için unutulur gider… Yani bir süre sonra beyin, kayıtlardan çıkarır onu.

    Ali, konuşulanlara genetik ve geleneksel birikim açısından eklemeler yaptı:

    -Belki garip ama, beynimiz bence objektif değerlendirme yapmıyor! Hepimizin kavrama ve değerlendirmesinde veritabanı, genetik miras, içinde yetişilen çevre, duygusal bağlar, yaşanmış bazı kalıcı tesirler çok çok etkili..

    Alem Suretinin henüz suret aşamasını konuşuyorlardı. Konu nereden nerelere akmıştı. İşte sohbetin feyzi- bereketi bu idi…

    Ortama hafif bir gül kokusu yayılmıştı. Hanımlardan biri sordu, “Gizlice esans süren kim?..” Herkes birbirine baktı, esans süren yoktu. Esans süren olmamasına rağmen herkesin algıladığı gül kokusu neydi öyleyse? Rahim abi müdahil oldu:

    -Kokuya takılmayın. Anlayan, içinde tutsun, salavat okusun. Konumuza devam edelim.



    ELLERİMLE BÜYÜTTÜĞÜM!



    İçeri odada oynayan çocuklar teybin sesini biraz fazla açmışlar, sohbete Barış ağabeyin şarkısı da karışmıştı.

    Ellerimle büyüttüğüm, solar iken dirilttiğim
    Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin
    Çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin

    Dağlar dağlaaaaarrrrr

    Biri gidip kapıyı kapadı, ama çocuklara kızmadan. Gülcan, İbrahim’e müdrike ve musavvire babını kapamadan bir soru sordu:

    -Yoğunlaştığımız manaların suretlenmesi ve günlük hayatta önümüze gelmesi konusunu az daha açsak. Her mana gelir mi?.. Hangileri suretlenip canlanıyor?..

    İbrahim, suretlendirme konusunda son cümleleri söyledi:

    -Musavvirede suretlenen mana, hafızaya geçerken yoğun duygularla yoğrulur. Yoğun duygularla yoğrulmamış, beslenmemişse canlanmaz, sadece ham bilgi olarak kalır.

    Gülcan;

    -Yani Ersin’in “Meğer ben kopyalamışım, üretmişim zalim adamı” dediği, Nursel’in “Başaramazsın sözünü sulamış, fidanı ellerimle büyütmüşüm” dediği şey, musavvirenin duygu ile yoğrulması mı?

    “Aynen öyle” dedi İbrahim.

    -Beton harcı karar gibi sular, karıştırır, kalıba döker, dondurur, imal ederiz. Yada besleriz fidan gibi. Meyve önümüze gelince yada sert betona çarpınca da “Bunu kim yaptı?” diye dünyanın en saçma, en tuhaf sorusunu sorarız!…

    Epeydir susan İhsan, hafif uyku çökmüş göz kapaklarını kaldırarak ağır ama derin sözlerle döndü ortama:

    -Allah da yaratır, insan da yaratır diyor Abdülkerim Ciyli (ks) Hazretleri. İnsan da yaratır sözünün bir yönü suretlendirmelerimiz olsa gerek! Daha açığı, biz kendi,…….

    Rahim abi pat diye kesti:

    -Tamam İhsan, sen şekerlemene devam et. Sus! Konuşma! Söz İbrahim’de zaten!

    Rahim abi, ani müdahalelerde bulunurdu zaman zaman. Kimse ona bozulmazdı, kızmazdı. Çünkü her müdahalesi bir hikmete binaendi. Bazen düşen idrak seviyesini yukarı çekmek için, bazen kulluk çizgisinden çıkmamak için, bazen de sırlar etrafa saçılmasın diye keserdi.

    İbrahim bu faslı toparladı:

    -Evet sevgili dostlar! Suretlendirmenin bir başka boyutunu da şöyle anlayalım: Yoğunlaştığımız manaları çekiyoruz!... Günün birinde er yada geç önümüze geliyorlar. Bunu fark ettikten sonra düşüncelerimizi, ideallerimizi, dualarımızı, kırıklıklarımızı, sevgilerimizi daha bir ölçülü kontrol ederiz diye düşünüyorum.

    Rahim abi takvim yaprakları taşırdı üstünde. Bir takvim yaprağının arkasındaki sözü okudu:

    Söylediklerinize dikkat edin; Düşünceleriniz olur...

    Düşüncelerinize dikkat edin; Duygularınız olur...

    Duygularınıza dikkat edın; Davranışlarınız olur...

    Davranışlarınıza dikkat edin; Alışkanlıklarınız olur...

    Alışkanlıklarınıza dikkat edın; Değerleriniz olur...

    Değerlerinize dikkat edin; Karakteriniz olur...

    Karakterinize dikkat edin; Kaderiniz olur...

    İbrahim’in vurguladığı gerçek, Rahim ağabeyin okuduğu sözler derin ve uzun bir sessizlik oluşturdu. Hepsi, hangi halleri ile neyi çektiklerini, hangi düşüncelerinin hangi suretlerle önlerine geldiğini düşünüyordu uzun uzun… İbrahim bu gerçeğe dair büyük zatların sözlerine de vurgu yaptı:

    “Cihan dağdır! Yaptıklarımız ses! Ses yankılanıp geri dönünce, orada bağıran kim demek ne kadar abes?... Senin sesin o!”

    ”Can Konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan; ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir. Neyi arıyorsan O’sun sen!...” (Mevlana)



    Cennet ü dûzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr
    Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın

    Hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle
    Noksanı meğer adl-i ilâhîde mi sandın

    (Kenan Rıfai)

    Rahim abi:

    -Nutku Şerifin hepsini İbrahim bize okusun, bir de açıklasın, ondan sonra geceye son verelim çocuklar.

    Nutk-u Şerif okundu ve açıklandı.

    “Allah’ın alemlerdeki tasarrufunun alem suretleri ile olduğuna” dair ilk gerçekler hafızalara yerleşmişti. Hepsi bu değildi tabii. Henüz buz dağının görünen yüzünü bile konuşmuş değillerdi.

    Kısa bir yaklaşım denemesiydi yaptıkları. İşin daha derin boyutları vardı. Onları da haftaya konuşalım diyerek vedalaştılar.

    (Sürecek)

    Meraklısına:

    1-NUTKU ŞERİF:

    http://tr.netlog.com/go/explore/videos/videoid=1369558

    2-HER ŞEY SENDE GİZLİ: http://video.eksenim.mynet.com/sanca..._GIZLI/126505/

    kaynak

Sayfa 8/8 İlkİlk ... 678

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •