Sayfa 11/34 İlkİlk ... 91011121321 ... SonSon
Arama sonucu : 271 madde; 81 - 88 arası.

Konu: Öykü-Hikaye-Makale

  1. #81

    Esas

    Öylesine Bir Karıncaydı O


    >İtalyan yazar Lucianno düşünce suçlusuydu. 4m2 lik bir hücreye
    >mahkum oldu, hem de tam 17 sene için! O kahrolası hücreye
    >yerleştiği birinci gün herşey normaldi. Aradan birkaç hafta geçti.
    >Lucianno düşünmeye başladı "burada 17 sene nasıl geçer..."
    >
    >Aradan aylar geçti. Sanki her geçen gün biraz daha mahkum oluyordu
    >zavallı hücresinde. Bir sabah bir karıncanın burnunu
    >ısırmasıyla uyandı Lucianno. Onu büyük bir titizlikle parmağının ucuna
    >alıp "acaba" dedi. Acaba bu karıncayı yetiştirip
    >kendime bir dost yapabilir miyim? Dedi. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu
    ve
    >bunu denemeye değerdi. Karıncayı yanı başında duran
    >küçük sehpaya koydu. Karınca karıncalığını yapıp, kaçmaya çalıştıysa
    da
    >Luci bırakmadı onu. Etrafını çevirerek karıncanın
    >kaçmasına engel oldu. Onunla konuşmaya ve onu eğitmeye kararlıydı.
    >Başarabilse yalnızlığı sona erecekti. Karınca ile tam 3
    >sene uğraştı. Karşılıksız da olsa konuştu ve dertlerini anlattı ona.
    Bir
    >de isim taktı karıncaya Tito.
    >
    > Bir sabah Tito'sunun ona günaydın demesiyle uyandı Lucianno. Bu
    >duyabileceği en muhteşem sesti. Büyük bir heyecanla
    >yatağından dışarıya fırlayıp bağırmaya başladı: konuştun, Tito sen
    >konuştun. Nihayet konuştun. Günaydın, günaydın, binlerce
    >günaydın dostum.
    >
    > Artık bir dostu vardı Lucianno'nun ve bunu hiç kimse bilmiyordu.
    >Tito'nun varlığı yazarın en büyük sırrıydı. Kimse
    >duymamalıydı. Gardiyan duymamalı, bu rüya bitmemeliydi. Bu büyük
    dostluk
    >tam 17 sene sürdü. Hiç kimse bilmedi Tito'yu.
    >Lucianno, Tito'ya tüm bildiklerini öğretti. Konuşmayı, okumayı,
    yazmayı,
    >dans etmeyi, şarkı söylemeyi, fikir üretmeyi...
    >bildiği herşeyi öğretti. Kah ağladılar, kah güldüler.
    >
    > Aradan tam 17 yıl geçti ve bir gün asık suratlı, soğuk yüzlü
    gardiyan
    >kapıyı araladı. Hazırlan yarın çıkıyorsun dedi beton
    >sesli gardiyan. Gardiyan gittikten sonra Lucianno ağlayarak karıncaya
    >döndü "bitti Tito. Bitti büyük dostum. Yarın çıkıyoruz,
    >yarın özgürüz." Dedi. Tito da ağladı. Yazar Tito'ya sordu, "söyle
    dostum
    >yarın çıkar çıkmaz ilk ne yapalım?" Tito: "gidelim
    >bir bara ve hayvan gibi içelim." Dedi. Gülüştüler. Sabaha kadar
    >uyumadılar. Hayal kurup bu fare kapanından farksız lavabolu
    >dikdörtgenin ilk defa tadını çıkarttılar. Bir anda sanki hücre
    >genişlemiş gibiydi.
    >
    > Sabahın ilk ışıklarıyla son kez açıldı demir kapı.. Kapıdan çıkarken
    >son kez geri döndü ve ranzasına baktı İtalyan yazar.
    >Sadece şu iki kelimeydi ağzından dökülen. "vay bee..." dışarı
    çıktılar.
    >
    > Tito Lucianno'nun omuzundaydı. Sabahın körüydü ve mevsim kıştı. Kar
    >lapa lapa yağıyordu. Lucianno bavulunu havaya fırlattı ve
    >"özgürlük" diye bağırdı. Tito da bağırdı. Yağan kar umurlarında
    değildi.
    >Yürüdüler, kara inat yürüdüler. Özgürlük sıcaklığına
    >kar mı dayanır kış mı? ...
    >
    > Nihayet bir barın önüne geldiler. Tito sordu: "şimdi biz buraya
    >girebilecek miyiz?" avazı çıktığı kadar "biz artık özgürüz"
    >diye bağırdı Lucianno. İçeri girdiler. İçeride sızmız kalmış üç beş
    >adamla kasanın başında uyuklayan barmenden başka kimse
    >yoktu. Bir masaya oturdular.
    >
    > Bir ara Lucianno'nun gözü masanın yanındaki aynaya ilişti. Hapisten
    >çıkarken yaptığı gibi yeniden mırıldandı, "vay bee".
    >Saçları bembeyaz olmuştu, yüzü buruş buruştu. Yaşlanmıştı Lucianno.
    >Tebessümüne aradan sızan birkaç damla gözyaşı karıştı.
    >"barmen bize iki bira getir" diyebildi titrek bir sesle. Barmen
    yerinden
    >fırlayıp biraları getirdi. Bir adamın iki bira
    >istemesinin sebebini bilmiyordu. Bilmesi de gerekmiyordu, bilmek de
    >istemiyordu zaten. Biraları bıraktı ve kuş tüyü kasasına
    >geri döndü.
    >
    > Lucianno omzundaki dostunu bardağın içine attı. İçtiler.. Tito da
    >içti. İçtikçe keyiflendiler. Bir ara Tito, bardaktan
    >fırlayıp masanın üzerinde dans etmeye başladı. Elini yüzüne koyup
    >masanın üzerine abanmış olan Lucianno büyük bir gururla
    >kendi yetiştirdiği dostunun dansını izledi. Bir an durdu ve "ne
    günlerdi
    >be Tito" dedi. Dertleştiler, biraz sonra yine dans
    >etmeye başladı.
    >
    > Tito dans ediyor, Lucianno korkunç bir keyifle bu muazzam
    manzarayı
    >izliyordu. Bunu mutlaka birilerine anlatmalıydı. İyi bir
    >şey yapmanın belki de en keyifli yanıydı onu biriyle paylaşmak. Ama
    >Lucianno bu keyfi 17 sene hiç yaşamadı.
    >
    > Özgürlüğünün bu birinci gününde yıllarca gizli tuttuğu bu büyük ve
    >onur verici sırrı birileriyle paylaşmalıydı. Etrafına
    >baktı. Barmenden başka kimse yoktu. "barmen, barmen!" diye seslendi.
    >Barmen yarı uykulu, Lucianno'nun masasına geldi.
    >Lucianno dans eden Tito'yu işaret ederek, büyük bir heyecanla "barmen
    >şuna bir baksana, şuna bir bak..." dedi. Barmen
    >sessizce parmağını Tito'nun üzerine götürdü. "çok affedersiniz
    >beyefendi" diyerek karıncayı ezdi...
    >
    >Lucianno için Tito en büyük dostu, 17 yıllık emekti.. Barmen içinse
    >öylesine bir böcekti.

  2. #82
    Duhul
    Feb 2004
    İkamet
    Portakal Agaci
    Gönderi
    489

    Esas

    BİR SEVGİ HİKAYESİ

    Bu aşağıda anlatacağım hikaye Japonya'da yasanmış
    gerçek bir olaydır.
    Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için
    bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boslukbulunur.
    Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kotu hisseder ve ayni zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce. Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştır. Peki nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yasamayı başarmıştı? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yasamak çok zor olmalıydı. Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yasadığını duşundu- ayak çivilenmişti!!
    Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye baslar,
    ne yiyor acaba? Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle...
    İnanılmaz!!! Adamı sersemletir gördüğü manzara....
    Bu nasıl bir sevgi..? Ayağı çivilenmiş kertenkele,
    10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmekteydi...

    KALBİNİZDEKİ SEVGİYİ ASLA ÖLDÜRMEYİN...
    SİZİ SEVENLERİ ASLA TERKETMEYİN..!

  3. #83

    Esas KREZUS(KARUN)'un Hİkayesİ.....(e-Hikaye)

    .....Sabahin erken saatlerinde kapinin zili calinir.Celil alelacele yataktan firlayip kapiya dogru hareket eder.Kapiyi actiginda gelen postacidir.Kalinca bir zarf uzatir kendisine.Teslim aldigina dair kagit imzalatip.Iyi günler dileyip ayrilir.Kimden geldigi belli olmayan kalinca bir mektup.Celil ilk önce mutfak masanin üzerine birakir.Dolaptan sütü cikartip misir gevregiyle karistirdiktan sonra yemeye baslar.Zarfin üzerindeki pullara bakilirsa Mektup Suriyeden gelmektedir.Uyku sersemligini üzerinde atmak ve kafasini toplamak icin kendisine bir kahve yapar.Kahveyi yudumlarken merakla elindeki zarfi yoklamaktadir.Icinde sert sekilsiz bir cismin varligini belirler.Biran aklina mektup bombalar gelir.Hani bumbi tuzakli olan acinca patlayan.Ama Celil kim ki de birisi ona böyle bir mektup göndersin.Sonunda mektubu acmaya karar verir.

    ......Zarfi tekrar eline alir acmak icin hamle yapacagi sirada,Seval bir anda arkasinda sarilir.Bos buluna Celil bir anda zarfi yere düsürür.Zarf yüzünden o kadar gerilmistiki ,sanki düsüsü agir cekim gibi geldi gözüne bir anda Sevala sarilip mutfak masasinin altina dogru beraberce düstüler.Öylece kaldilar.Zarf yere düstü fakat hicbirsey olmadi.Olan Sevalin koluna oldu.Masanin altina düserken kolunu sandalyeye carmis acisiylada komsulari uyandiracak kadar bir ciglik atmisti.Saskin ifadeyle Celilin yüzüne bakti.Celil eliyle sanki bir aciklama yapacak gibi susmasini bekledi.

    >>>>Zarf...Zarf Suriyeden gelmis.Bana gelmis

    >>>>Eeee Suriyedeki geleneklerde gelen mekup böylemi aciliyor

    >>>>Yok canim bir bomba olabilecegini düsündüm

    >>>>Tabi tabi atombombasinin fotokopisini cekip icine koymuslardir.Acincada booommmm.Celil cok streslisin uykunuda iyi alamadin gerginsin.

    >>>>E Seval benim Suriyede hicbir tanidigim yokki bana bir mektup gelsin.

    >>>>Ac o zamanda merakimiz bitsin.

    ......Celil zarfi tekrar eline aldi.bir bicak yardimiyla itinali bir sekilde zarfi acti.Usulca icerisindekini cikartti.Dörde katlanmis. sararmis bir kac sayfa birde aralarinda üc köseli yildiza benzer sari bir metal cikti.Sayfalar o kadar eskiydiki acarken Celil yirtilmasin diye ter iceriside kalmisti.Neyeki sayfalara zara vermeden acik tek tek masanin üzerine serdi.Arapca yazilmis bir mektuptu.Sari yildiz seklindeki metalin üzerindede garip sekiller vardi.

    >>>>>Celim simdi ne olacak,arapcada bilmiyoruz.Ne yazdigini nasil anlayacagiz.Simdi kime güvenipte bunlari verip tercüme ettirelimki.

    >>>>>Seval sakin ol en aznda cismi biraz inceleyelim.Altin olabilirmi.Ne ise yarayacak.Kesin yazilarin icerisinde neye yaradigi vardir.Yalniz Dikkatimi baska birsey cekti.Zarfa dikkat ettin mi.Pullarin üzerindeki tarihe ve postaya verilir tarihine.1940 yillarda basilmis pullar ve 1945 yilinda postaya verilmis.Vay be posta sirketi amma hizli calisiyor.Iyi expres yollanmis ya birde normal posta olsaydi.

    >>>>Dalga gecmenin sirasi degil Seval.Bu iste bir tuaflik var.Gönderen belli degil,nerede ise 60 yil önce postaya verilmis ve Suriyeden geliyor.Dur bi ya hemen babaannemi ziyarete gitmeliyiz.Dedemin birinci dünya savasindaki kahramanliklarini anlatirken Yemen cephesindede carpistigi kulagimda kaldi.

    ......Apar topar evden ciktilar.Kapini önünden gecen ilk taksiye binip Babaannesini kaldigi yaslilar yurduna ulastilar.Fakat babaanneleri biraz rahatsiz oldugu icin ziyaretin kisa sürmesi grektigini söyledi yetkili.Tam 82 yasindaydi ma hala dimdik yürüyebiliyordu yasli nene.Celil elini öptü.Ziyaretine gelen torunu olunca biraz daha kendisini iyi hissetmisti yasli nene.Celi elindeki sari yildiza benzer metali babaannesine uzatti.Yasli kadin kadin daha eline almadan Dedenin mührü dedi.Savas sirasinda gizli iletilen sifreli emirlerin altinda hep bu mührü basardi.Celil elindeki sararmis sayfalari uzatti..

    >>>Babaannecim senin arapcan vardir.Sunlari bir okusana.

    .....Kadin cekmeceden gözlüklerini aldi.Sayfalari eline alirken resmen titriyordu.Cünkü ölen esinden birseyler vardi bu sayfalarda.Hissetmisti.Yavas yavas okumaya basladi.Fakat anlasilir birseyler yoktu ortada.Tercümelerinde biraz eksik yanlar vardi.Celil bagzi satirlarin silinmeye yüz tutmasinda olabilecegini düsünüyordu.Yasli kadini bu arda sesini banda kayit ediyordu.Bir sekilde bu mektubu desifre etmeliydi.Yasli kadini daha fazla yormdan ordan ayrildilar.Yol boyunca Celil bir tek kelime bile konusmadi.Dedesi yasiyormuydu.,eger yasamiyorsa bu mektubu kim göndermisti.Sadece aklinda sorular vardi ve hicbirininde bir cevabi yoktu......

    .....O gece uykusunda sürekli rüyalar gördü.Defalarca uyandi durdu.Saba 5 sularinda dayanamadi kalkti.Seval derin uykudaydi.Celil'in yoklugunu farketmeyecek kadar.Celil usulca mutfaga gecti.Kahve hazirladi .Masanin üzerine mektubu yaydi.Dört sayfa mektup ve babaannesini demesine göre Dedesinin mührü.Bir süre seyretti.Sonra mührü eline alip incelemeye basladi.Üzerinde sekiller hic birbirini tamamlamiyordu.Hicbirseyede benzemiyordu.Bir damga istambasi aldi mührü cesitli sekilerde istampaya degdirip elindeki bos kagida sekilleri basaya basladi.Bir yazi yada bir isim herhangi birsey olabilirdi.Biryandanda taktigi kulaklikla babaannesini mektup tercümesini dinleme birseyler cözmeye calisiyordu.Boskagidin üstü baskiyla doldu.Cikan sekillerden birseyler cikarmya calisiyordu.Ama ne cikarabilirdiki.Yillar önce kimligi belirli olmayan biri tarafinda gönderilmis mektup,bir yandan bir mühür,ninesini anlattiklari,derken saatler gecti.

    ......Bir anda aklina birsey geldi.O vakte kadar hep mektubun yazili tarafina bakmisti.Birde arka tarafina bakmaliydi.Kagitlari ters cevirdi.Mektup kagidini arkasinda mührün üzerinde sekiler vardi.Sonunda bir tarayici ile mektubu bilgisayarina yükledi.Böylece daha kolay inceleyebilecekti.Uzun bir zaman araliksiz calisti.Bir sonuca varmisti.Bu dört kagitbir sekilde birbirinin parcasiydi .Fakat kagitlar cesitli sekilerde bsanki birbirinde ayrilmis gibiydi.Sonunda kagitlari birbirine ekledi.Bir gariplik vardi kagitlarin acikta kalan iki kenarida birbirini tamamliyordu.Bu durumda kagitlar bir küp seklini aliryordu.Eger tam bir küp ise iki parca kagit daha olmaliydi.Masanin üzerinde kagitlari tekrar birlestirdi.Isin icerisinde cikamadi.Artik kafasi durmustu.Saate bakti ögleni gecmisti.Öylece elindeki mührü kagitlarin üzerine birakti.Bu islemlere o kadar dalmisti ki sevalin gittigini bile farketmemisti.

    .......Kisa bir süre sonra kagitlarin basina geri döndü.Faka sasirmisti biraz.Mühür kagitlarin arka taraflarinda sekilleri bagzi yerlerden tamamliyordu.Elindeki mührü kagitlarin üzerinde ileri geri oynatmaya basladi.Fakat bagzi yerlerdeki sekiller öyle silinmistiki ne oldugunu anlamak zorlasiyordu ama sekil itibari ile bir harita olma ihtimali vardi.Sevalde isten gelmis beraber mühür ve kagit üzerinde ki sekilleri birbiriyle denklemeye birseyler cikarmya calisiyordu.

    ......Mektup geleli bir hafta kadar olmustu.Fakat daha ortada net hicbirsey yoktu.Evin her tarafi eski yazilim arapca eserler,sözlükler dolmustu.Dört sayfadan olusan mektubun tahminen son sayfasinda bir iki satirdan baska hicbir yazi yoktu.Ya tamamen silinmis yada hic yazilmamisti.Celilin cok güvendigi,Türkiyenin bir cok yerinde arkeolojik incelemeler yapan,mitolojik olaylari aratiran bir arkadasi vardi.O siralarda Misirdaki arastirmalarini yeni bitirmis Türkiyeye dönmüs ve ilk isi Celili aramak olmustu.Aksam yemekte beraber oldular.Celil mektupdan bahsedince,Mesut yerinde duramaz olmustu.Biran önce bu mektubu görmek icin sabirsizlaniyordu.

    ......Celilin evine geldiler.Calisma odasina gectiler.Celil kisaca anlattigi mektibi Mesuta uzatirken ellerinin titredigi farketti.Mesut kagitlari eline aldi.usulca masanin üzerine yerlestirdi.Sonra mührü aldi

    >>>>Bu mühür som altin üzerindeki bagzi sürtünme izlerine bakilirsa bu bir yerin bir parcasi yada yada anahtari.Üc köseli bir yildiz.ve her uzantisinin dip kisminda dönerek sürtünme izleri olusmus.

    >>>>Eeee Mesut nerenin anahtari.

    >>>>Zarfi incelemeden ve kagitlari okumadan birsey diyemem.

    .......Bir süre zarfi inceledi.Elindeki büyütecli gözlükle sanki zarftaki mikroplari görmeye calisiyordu.Parmagini tekini islatti.Yapismis pulun tekinin üzerine sürmeye basladi.Celilden biraz ilik su getirmesini söyledi.Seval karsi koltuga oturmus sadece izliyordu.Celil mutfaktan ilik su getirdi.Mesut bir pamuk parcasinin yardimiyla pulu islatti sonra bir süre sonra pulu yerinde cikartti.Isiga tuttu.Sqonra cebinden cikarttigi cakmakla masadaki mumu yakti.Cimbizla tuttugu pulu mumun üzerinde gezdirmeye basladi...................


    HADI BIR SIGARA ICIN.HAVA ALIN....


    .........Mumun üzerinde gezdirdigi pul da birseyler belirmeye basladi.Bir süre sonra üzerinde yine arapca yazilar cikti.Celil biraz hayret icerisindeydi.Mesut merakini gidermek icin aciklama yapti

    Eger sütle limonu karistirisan görünmez bir mürekkep elde edersin.Bununla bir kagida birseyler yaz kuruduktan sonra yazdigin hersey kaybolur.Eger bu kagidi yakmadan ateste gezdirisen az öncede gördügün gibi yazdiklarin ortaya cikar.

    >>>>>Peki Mesut bu pulda öyle birsey oldugunu nasil anladin.

    >>>>>Eger dikkatli bakarsan pulun kösesi küflenmisti tabi ben büyütecle bakinca farkettim.Diger iki puluda ayni islemden gecirmemiz gerekecek.

    ........iki puluda ayni islemden gecirip yan yana koyunca Arapca yazilmis ""hersey bos göründügü gibi degildir."""Diye bir cümle cikti.Üc arkadas bu cümlede neden mek istedigini düsünürken Mesut Mektubu desifre etmeye basladi.Yaklasim üc dör saat kadar ugrastiktan sonra arkasina yaslandi

    >>>>>Celil ""Krezus"" sana birseyler cagristiriyormu?

    >>>>Ne gibi mesut.Bana eski bir uygarlik ismi gibi geldi ama

    >>>>Ama sana KARUN desem.

    >>>>Su dünyada yasamis ölümlü insanlarin en zengini degilmi?Eski Lidya Krali.Ilk altin parayi felan bastiran.Anadolu uygarliklarinda bir tanesinin Krali

    >>>>Evet o .Fakat onunla ilgili bilinmeyen öyle cok sey varki.Bu uygarligi kuranlarin nereden geldigi tam bilinmemekle beraber Kullandiklari dil etkilesiminde hint asilli olduklari tahmin ediliyor.Bugün bati anadoluda kurulmus en elkide dünyanin en zengin uygarligi.Krezus yani Karun kral oldugunda daha cok genc sayilirdi .Sehir altin yataklari üzerine kurulmustu.Hatta bir rivayete göre altinlarin konduhu depolarin anahtarlarini bir kac güclü insan bile tasimakta zorlaniyormus gerisini siz düsünün.

    >>>>Bunun bizimle alakasi ne.Anadoluda yasamis Karun bize mektup suriyeden geliyor.

    >>>>Acele etme celil.Karunu kimsenin bilmedigi bir sevgilisi oldugunda bahsedilir.Bugünkü yazili belgelerde hic adi gecmez ve bilinmez.Bu sevgilisinin görünmez bir peri oldugu söylenir.Sadece KAruna görünne bir peri kizi.Hatta altinlarin yerlerinide söyleyen Karuna bu peri kizi diye rivayet edilir.Karun zenginligine güvenrek parali askerlerden kurmus oldugu ordulariyla onlarca uygarligi medeniyeti altina almistir lakin bu arda Uygarliklardan birinde Esir bir bir köle kizina dayanilmaz bir tutkuyla asik olmus.Peri kizi bu aski cok kiskanmis.Pers Kralligini almak icin gizli gizli hazirlanirken Perki kizi bunu Pers Kalina bir rüyasinda girerek söylemis.Tabi daha önce davrana Pers Krali yaptigi ani bir akinla bu uygarligi silmis.Tabi Kral Karunu yakarak öldürecekken nir anda vaz gecmis.Fakat Karunu bir gece zindanda kaybolmus.Iste orda Peri Kizi ebediyete kadar kendisini sevmesi kosuluyla.Onuda kendisi gibi yapmis.Burada Karunun geri gelip zamanla altinlarini alip bilinmeyen bir yere sakladigi.Bunu tanrilardan bile gizledi ortaya ckinca Tanrilar karunu cezalandirmislardir.Onun bu zenginlik düskünlügüne yakisir bir sekilde skladigi altinlari eritip bir icerisine Karunu atmislar.Son anda ona asik olan peri kizi ona sarilarak ayni altin gölün icinde kaybolmuslar.Iste Karun icin anlatilan rivayet bu.

    >>>>Mektupta Karunun hazinelerinin yerinde bahsediyor Deden özel bir görevle gittigi Yemende sana göndermis oldugu anahtarin actigi kapilardan bahsediyor.Fakat herhangi bir yer ismi vermemis.Ikinci bir karun olmaya nedersin

    ....Celilin gözleri parladi.Dünyada yasamis en zengin kisinin hazineri.Eger Bu mektupda yazilanlar dogru ise........................(devam edecek)

  4. #84

    Esas

    Hayat bir kendin yap tasarımıdır

    Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. işveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki. Müteahhit iyi isçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve ise girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. işini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı.

    "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye". Marangoz soka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar miydi! Bizim için de bu böyledir.


    Gün be gün kendi hayatimizi kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz.

    "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve secimler, yarin yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun. Unutmayın... Paraya ihtiyacınız yokmuş gibi calisin. Hiç incinmemişsiniz gibi sevin. Kimse izlemiyormuş gibi dans edin.

  5. #85

    Esas

    > >Microsoft'un temizlikcisi
    >
    > >
    >
    > > Bir issiz Microsoft'un temizlikçi için verdigi is
    >
    > >ilanına basvurur. Personel sefi kisa bir is
    >
    > >görüsmesini takiben ve test (yer temizletme) yaptiktan
    >
    > >sonra sunu söyler:
    >
    > >
    >
    > >"-Ise kabul edildin,bana email adresini ver , sana
    >
    > >baslama tarihini ve getirecegin evraklari
    >
    > >bildirecegim"
    >
    > >
    >
    > >Adam boynu bükük bir sekilde bilgisayarinin ve tabii
    >
    > >ki emailinin olmadigini söyler. Personel şefi bu
    >
    > >durumda, yaşayan birisi olarak düşünülemeyeceğini ve
    >
    > >yasamayan birisini de ise alamayacagini yüzüne
    >
    > >vurur.Adam ne yapacagini bilmez ve kirgin bir sekilde
    >
    > >ve cebinde sadece 10$ ile disari çikar. Sebze Haline
    >
    > >gidip 10 kg domates almaya karar verir. Kapi kapi
    >
    > >dolasarak domatesleri satar ve sermayesini iki katina
    >
    > >çikarir.Bu isi üç kere daha yapar ve sermayesini 160
    >
    > >$'a yükseltir.Artik bu sekilde yasamini devam
    >
    > >ettirebileceğine kanaat getirir. Her sabah evinden
    >
    > >biraz daha erken çikar ve daha geç döner... Hergün
    >
    > >parasini katlamakla mesguldür artik. Kisa bir zaman
    >
    > >sonra bir el arabasi satin alir, daha sonra bunu bir
    >
    > >kamyonla degistirir.Bir süre sonra bir sevkiyat
    >
    > >filosunun sahibidir artik. 5 yil sonra adam ABD'nin en
    >
    > >büyük gida distribütörü olmustur. Artik ailesini
    >
    > >gelecegini düsünür ve bir hayat sigortasina basvurur.
    >
    > >Görüsmenin sonunda sigortaci teklifini göndermek üzere
    >
    > >email adresini ister. Adam email adresininin
    >
    > >olmadigini söyleyince sigortaci söyle der:
    >
    > >
    >
    > >"-Çok tuhaf, bir emailiniz olmadan böyle bir
    >
    > >imparatorluk kurmuşsunuz,hele bir de emailiniz olsaydı
    >
    > >ne olurdunuz kim bilir..Adam düşünür ve şöyle cevap
    >
    > >verir :"- Microsoft'da temizlikçi olurdum"
    >
    > >
    >
    > >Kissadan hisse no.1: Internet yasam için bir çözüm
    >
    > >degildir.
    >
    > >
    >
    > >Kissadan hisse no.2: Eger emailin yoksa ve çok
    >
    > >çalisirsan $ milyonu olabilirsin.
    >
    > >
    >
    > >Kissadan hisse no.3: Eger bu mesaji email ile
    >
    > >aldiysan,temizlikçi olma olasiligin $ milyoneri olmana
    >
    > >göre daha yüksek.
    >
    > >
    >
    > > Iyi günler...
    >
    > >
    >
    > > Not: Bana forumda boşa cevap yazmayın ,ben gidiyorum
    >
    > >
    >
    > > ........................
    >
    > >
    >
    > > domates satmaya....

  6. #86

    Esas

    Ne Zaman Kaybettik Biz??


    Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış. Yaşarmış yaşamalarına ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye. Öküz dediğın öyle yabana*
    atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları. Gerçi bir iki sıyırık alırlarmış ama.. yine de boyun eğmezlermiş aslanların zorbalığına. Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı. Ancak tavşan, fare gibi küçük hayvancıklarla beslenir ölmüşlar. Git gide güçten düsmüşler. Eee, aslan bu, hıç fareyle doyar mi.*

    - 'Her halde bize bu otlağı terk etmek düsüyor' demiş aslanlardan birisı.*
    - 'Evet' diye tasdik etmiş diğerleri.*

    Nereye gideriz diye düsünürlerken 'bir dakika' diye bir ses duymuşlar gerilerden. Herkes dönp bakmış sesin geldiği tarafa. Şürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan Topal Aslan'miş söze atılan.*

    - 'Hayır' demis, 'hiç bir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu ısı.'*

    İnanmamış kimse ona ama haydi bir şans verelim ne çıkar diye düsünmüşler.O da almış yanına bir iki aslan gitmiş öküzlerin yanına. Beyaz bayrak çekmeyi de unutmamıs. Öküzlerin lideri olan Boz Öküz başta olmak üzere beş ırıkıyım öküz yaklaşmış onlara. Sormuşlar ne istediklerini. Topal aslan başlamış konuşmaya. Bir yandan da Boz Öküz'ün sivri ve kocaman boynuzlarına bakıp ürperiyormuş.*

    - 'Saygıdeğer öküz efendiler' diye başlamış lafa. 'Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik. Biliyorum sizleri çok defa incittik, kimbilir kaçınızda şu pençemin izi vardır. Ama inanınız bunların hıç birini isteyerek yapmadık.Biliniz ki biz aslanlar barışçi bir milletiz.*
    Hele öküzlerle hıç bir alıp vermediğimiz olamaz. Ancak evet size defaatla saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdakı Sarı Öküz yüzünden. Onun rengi öyle sizinkiler gibi değil ki. Gözümüzü kamaştırıyor,ı aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördükmü ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz, ve sürünüze zarar veriyoruz. yoksa bizim sizinle hıç bir alıp veremediğimiz yok. Onun yüzünden hepiniz zarar*
    görüyorsunuz. Bir türlü hayatınızdan emin rahat rahat*
    tlayamıyorsunuz, belki geceleri bile bizim kükrememiz*
    sizin uykunuzu kaçırıyor. Bunların hepsi Sarı Öküz'ün suçu. Verin onü bize, siz kurtulun, biz de barış içinde yaşayalım' demis.*

    Boz Öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş. Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife. Bir tek yaşlı Benekli Öküz olmaz demiş ama kimseye dinletememiş sesini.Zavalli Sarı Öküz kurban edilmiş aslanlara. Hepsi birden saldırmışlar zavallı öküzün üzerine. Bir ikisini fırlatmış üstünden ama bitkin düsmüş az sonra.Çırpınmış, haykırmış, yardım istemis, yalvarmıs, ama yokmuş onu işiten. Diğerleri üzülmüşler üzülmesine ama elden ne gelir ki. Bütün sürünün selameti için bir öküz gerekliymiş bu.*

    Gerçekten de günlerce sürüye hıç bir saldıran olmamıs. Huzur içinde geçer ölmüş günleri. Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki. Hele öküz etinin tadini aldıktan sonra. Açıktık demişler Topal Aslana daha bir kaç hafta bile geçmemişken. O da yine almış yanına bir kaçını,*
    bir defa daha gitmiş Boz Öküz'ün yanına.*

    - 'Selam' diye girmiş söze. ' Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Doğru kararınız için sizi bir daha kutlamak isterim. Siz de huzur içindesiniz, biz de. Ne mutlu. Yalnız buraya bunları söylemek için gelmedim. Büyük bir problemimiz var.'*
    - 'Nedir?' demiş Boz Öküz merakla..*
    - 'Şu sizin Uzun Kuyruk' demiş Topal Aslan. Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor. O kuyruğunu salladıkça bizim de aklımız başımızda gidiyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak içın kendimizi zor tutuyoruz. Halbuki siz öylemi ya, hepiniz normal kuyruklusunuz. Bir önün suçu yüzünden korkarım hepiniz zarar göreceksiniz. Gelin verin onu bize bu mevzuyu burada kapatalım. Eskisi gibi barış ve sevgi*
    içinde iki taraf da hayatını sürdürsün.'*

    Boz Öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla. Yine sadece Benekli*
    Öküz ölmüş karşı çikan. Hepsi de verelim gitsin demişler. İstişare daha da kısa sürmüş bu defa.Dışlamışlar Uzun Kuyruk'u sürüden. Saatler sürmüş zavallinin çırpınışları ama sonunda o da yenik düsmüş aslanlara. Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar. Her geçen gün daha da semirmiş*
    aslanlar. Alabildiğince güçlenmişler. Öküzlerse her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler.

    *Aslanlar küştahlastikça küştahlaşıyorlarmıs. Artık bir sebeb bile söyleme gereği duymuyorlarmış. 'Verin bize şu öküzü yoksa karışmayız' derlermiş sadece. Zavallı öküzlerin hayır diyebilecek güçleri kalmamıs. Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde.Boz Öküz de aralarında olmak üzere bir kaçı kalmış en sona. Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu harbi aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük? diye sormuş biri Boz Öküz'e
    .*
    - 'Biz' demiş Boz Öküz gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla*
    titreyerek :
    - 'Sarı Öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu harbi...

  7. #87

    Post 14 Mart için

    Sağlık işletmelerinin gönüllü köleleri

    Hatırlar mısınız? 20 Yıl kadar önce "ülkemizin hekim açığı bitmez"
    denirdi. Hekimlik tercih edilen, güvenilir ve geçerli meslekti. Üniversite
    sınavlarında en yüksek puanları alan parlak öğrenciler tıp
    fakültelerini tercih ederlerdi. Tıp öğrenimi 6 yıl süren son derece yorucu süreçti.
    Dönem kaybeden, yıl kaybeden, kafayı üşüten hatta devam edemeyip
    fakülteyi bırakan az değildi.

    Öğrenim süreci sonunda pratisyen hekim olarak diploma alır, zorunlu
    hizmete gider meslekte deneyim kazanılırdı. Zorunlu hizmetten sonra
    bazıları 4-6 yıl daha asistan olarak eğitim alır uzman hekim olurdu.

    Sabır gerektiren bu süreç içinde iş bulamama, geçinememe ya da aç kalma
    gibi kaygıları yoktu hekimlerin. Bugün ve gelecek hekimlerindi.
    Hekimler, iyi hekim olmanın iyi bulmaca çözmeden geçtiğini bilir boş
    zamanlarında kafa çalıştırıcı oyunlar oynardı. Ne de olsa her hasta çözülmeyi
    bekleyen bulmacaydı onların gözünde. Fakülte yıllarından itibaren
    satranç, briç gibi oyunlar hekimler arasında rağbet görürdü. Fakültelerin
    satranç ve briç klüpleri önemli buluşma mekanlarıydı.

    80 li yılların ortalarında başlayan ekonominin liberalleşmesi sürecinde
    ülke, art arta yaşanan krizler ile sarsıldı. Yaşanan her ekonomik kriz
    ülkeyi fakirleştirdi. Fakirleşen insandı ve onun kültürüydü.
    Fakirleşmeden hekimler de nasiplendi. İnsan hayatı ucuzlamaya, para etmemeye
    başladı. Para etmeyen bir varlık üzerinde çalışan hekimler de geçim
    sıkıntısına düştüler. İnsanlar sağlıkları için para ayıramıyor ya da paraları
    kadar sağlık hizmeti almaya mahkum ediliyordu.

    Hekimler önce oyunlarını yitirdiler, sonra bugünü ve geleceği.

    Gelecek kaygısı, geçinememe hatta işsizlik hekimin kapısına dayanmıştı.
    Zorunlu hizmete gidip mahrumiyet koşullarına katlanmak da işe yaramıyor
    ya da çekilenlere değmiyordu.

    Üniversite sınavlarında tıp fakültelerine talep azaldı puanları düştü.
    Nitelikli beyinler hekim olmak istemiyordu artık, gelecek kaygılarını
    gidermek için başka sektörlere yöneldiler.

    Sonra tıp fakültelerinde satranç ve briç klüplerine rağbet azaldı. Bir
    kısmı kapandı. Oyunlarını yitirdi hekimler. Öğrenci ve asistanlar geçim
    sıkıntısı çekiyor, geleceğe kaygı ile bakıyordu. Hepsinden önemlisi
    geçinememe kaygısı, geleceğin belirsizleşmesi sağlık çalışanlarının
    elinden bugünlerini aldı. Bugün yoktu hekimler için. Gece ve gündüz daha iyi
    bir yarın için çalışılıyordu.

    Hekimin aldığı maaş oturduğu evin kirasını bile karşılamaz hale geldi.
    Doktora kız vermenin anlamı da kalmadı.

    Hayat standartlarını düşürerek direnmeye çalıştı hekimler. Pek çoğu da
    özel sağlık kuruluşlarında nöbet tutup, ikinci iş bulmaya çabalayarak
    hayat standardını düşürmeme yolunu seçti. Artık, kendine ve hobilerine
    ayıracak zamanı olmayan sadece geçim derdine düşmüş hekimlere emanet
    ediyoruz sağlığımızı.

    İyi hekim olmanın, sorun çözebilme yeteneğinin de önemi kalmadı.
    Performansa dayalı ücretlendirme diye bir kavram attılar ortaya. Hekimin
    başarısı kurumuna kazandırdığı döner sermaye katkısı ile ölçülüyor, takdir
    edilip ücretlendiriliyor. Hasta memnuniyetinin, takdirinin önemi
    kalmadı. Hatta soran da yok...

    Sisteme para kazandırma ve bu paradan pay kapma çabası hekimlerin yeni
    oyunu oldu. Kendini hastasına karşı sorumlu hisseden hekimlerin sayısı
    giderek azaldı. Çalıştığı hastaneye iyi para kazandıran "tezgahtar"
    sorumluluğu isteniyordu artık hekimlerden.

    Dahası, kendi olamamanın, kendini var edememenin üzerine, kurulamayan
    gelecek ve beklentileri yitirmenin acımasız törpüsü eklendi hekimler
    için.

    Belirsiz bir geleceğin umuduyla çalışıyor artık hekimler. Ne iş
    yaptığını sorduğunuzda da "geçinmeye çalışıyorum" yanıtından başka yanıt
    alamıyorsunuz.

    Hayat hekimlere yabancılaştı. Hastaların hekimleri yabancılayışı da
    cabası.

    İçinde kendileri olan oyunlar yok artık hekimler için. Borsa, dolar vs.
    aldı briçin, satrancın yerini. Önce oyunlarını, sonra bugünü ve kendini
    yitirdi hekimler. Sağlık işletmelerinin gönüllü köleleri olarak var
    olmaya çabalıyorlar sadece.

    Öyle fırtına ki tutulduğumuz; bir hayat var sanki bir yerlerde içinde
    hekimler yok. Hekimlerin olduğu yerde de hayat kalmadı.

    Ne diyelim?

    Sağlığı insan hakkı olmaktan çıkaranlar, sağlık ocaklarına vergi
    levhası asanlar, utansın.



    Dr. Mehmet Uhri

  8. #88

    Esas

    Dil Bayramı’nda öksüz Türkçe

    13 Mayıs, Karamanoğlu Mehmet Bey’in “Bugünden sonra divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır” diye ferman yayınlamasının 728’inci yıldönümüydü. Karaman’da Dil Bayramı olarak da kutlanıyor. Türk devletini yönetenlerden Cumhurbaşkanı Sezer dışında ilgi gösterene rastlamadım.

    Dil Bayramı’nda Türkçe öylesine öksüz öylesine yetim ki, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Hiç değilse şu kadarını söylemiş olayım.

    Büyük Amerika’nın sığ kültürü ‘Küçük Amerika’nın yerli kültürünü bastırınca Türk dili işgal altındaki Afganistan’dan beter oldu.

    Türkçe’nin dilbilgisini yitirdik.

    İmlâsını yitirdik.

    Noktasını, virgülünü, kurgusunu, vurgusunu, hepten yitirdik.

    Türkiye’de Türkçe’yi yitirdik.

    Bülent Ecevit’in “olanak, olasılık” sözcükleri bile tarihe karıştı, artık, possible deniliyor.

    Türkçe sizlere ömür

    Türkiye ve Türkçe globalizasyon prosesinde inanılmaz transforme oldu.

    Telekominikeyşin araçları, medya sentır plazalarında üslendi; sky, nambırvan, şov, flaş, star, entivi, dicitürk, sienbisi, kanal, kanalet, kanalizasyon tivilerde televole, ekodiyalog, prömiyer lig, futbol mondial, tele magazin, magazin forıvır programları izleniyor.

    Buzinismenler fast food sektöründe yaptıkları investimınlarda, müşterilere çizburger hamburger ikram ediyorlar.

    Alış verişler, stor, karfur, şopping sentır, şarküteri, grosmarket, bijutri, galleryada yapılıyor. Müzayedeler, eskidjilerde, demolar maydanozşovlendde düzenleniyor.
    Hastalar intırneyşinıl hospitalde rehabilite ediliyor, ilaçlar farmacilerden alınıyor.

    Tatilde kampinglere, holidey inlere gidiliyor; tatil dönüşü privat villalarda ekspressolar höpürdetiliyor; badişeypırlarla karın yağları eritiliyor.

    Sporcular, faynıl furlarda asistleşip çerçeveyi buluyorlar, ferpley atmosferinde hettrik yapıyorlar.

    Aylak ömürler kafebarlarda, snacbarlarda tüketiliyor.

    Gençler, internet kafelerde nikneymi tıklayıp pesvördü girdikten sonra çetleşip çetleşip imelleşiyorlar.

    Anayasa’da hâlâ “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçedir” diye yazıyor; ama, “Geçmiş olsun” ya da “Good morning”

    Devlet büyükleri “Adriyatikten Çin seddine kadar uzanan Türk dünyası” diyorlardı; bu coğrafyada yolculuğa çıkınca kendilerini Amerikan kauntrisinde, Avrupa provensinde ya da bizim sitide buldular.

    Ekonomi düzelebilir, siyasete çekidüzen verilebilir, sağlık, eğitim, belediye, maliye, harbiye, mülkiye, tıbbiye hepsi bir gün yola gelebilir. Ama Türkçe gitti mi gider, bir daha gelmez.

    Türkçe gitti gider dedik de aklımıza bir Temel fıkrası geldi.

    Üç dil

    Temel ile Dursun Sultanahmet’te gezinirken bir turist kendilerine adres sorar.

    Turist İngilizce sorar, bizimkiler anlamaz.

    Turist Almanca sorar bizimkiler anlamaz.

    Turist Fransızca sorar bizimkiler yine anlamaz, ayrılırlar.

    -Ula Dursun bir yabancı dil öğrenemedik gitti, der Temel.
    Dursun’dan yanıt:

    -Ula Temel, yabancı dil öğrensek neye yarayacakki? Bak adam üç dil biliyor yine derdini anlatamıyo.

    Burası Türkiye.


    r.yıldırım

Sayfa 11/34 İlkİlk ... 91011121321 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •