Sayfa 15/15 İlkİlk ... 5131415
Arama sonucu : 119 madde; 113 - 119 arası.

Konu: Necip Fazıl Kısakürek

  1. #113

    Esas

    Paraya hiç önem vermezmiş neden versinki Mehmet Akif İstiklal marşı için meclisin belirlediği ödülü retederken Necip Fazıl Devletin örtülü ödeneğinden verilen paraları kabul etmiştir ödenen paraların tarihleri ve miktarları yassı ada mahkeme tutanaklarında geçiyor.

  2. #114

    Esas

     Alıntı Originally Posted by ÇAKAL Yazıyı Oku
    Çile'de Ölüm

    Atilla Yaramış

    17.11.2005 - 14:26




    Ölümü düşünmeyen hiçbir insan ve onu şiirine konu etmemiş hiçbir şair hemen hemen yoktur. Çünkü "ölüm", dünya görüşü ne olursa olsun, her sanatçı için bitmez tükenmez bir kaynaktır. Materyalist bir şair onu varlığın sonu olarak görürken inançlı şair için ise o, yeniden doğuş, ebedi hayata giriştir. Nitekim her ikisi de onda büyük şeyler bulur ve onu işler.

    Çağdaş edebiyatımızın büyük şairlerinden Necip Fazıl da şiirinde "ölüm"e büyük yer ayırır. Onun ölüme bakışını da tıpkı hayatı gibi ikiye ayırabiliriz: Mürşidini* tanımadan önce (1934 öncesi) ve Mürşidini tanıdıktan sonra (1934 sonrası). Şairin bütün şiirlerini topladığı Çile kitabında** toplam 14 bölüm var. Bunlardan üçüncüsü olan "ölüm" bölümünde ise 39 şiir yer alıyor. Ama bu demek değildir ki sadece bu bölümdekiler ölüm şiiri. Kitabın diğer 13 bölümündeki şiirlerden birçoğunda ona bir dokunuş yahut da dayanak noktası bulmak mümkün.

    Şimdi yazıldığı devreye göre bazı şiirleri inceleyelim.

    İLK YILLAR (1934 ÖNCESİ)

    Daha şairliğinin ilk yıllarında bile onda ölüm düşüncesinin önemli bir yeri vardır. Fakat bu yıllarda şaire hakim olan duygu korku ve tedirginliktir. Mesela 1925 tarihli "Ölünün Odası" adlı şiiri buna bariz bir kanıt olarak gösterebiliriz. İlk mısralar bir cesedin bulunduğu odayı tasvir eder:

    "Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş
    Yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş
    Süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
    Artık ne bir çıtırtı ne bir ayak sesi" [1]


    Ardından yine aynı ürpertici üslubuyla cesedi tasvire başlar:

    "Yatıyor yatağında, dimdik upuzun ölü
    Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü
    .......
    Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an
    Belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan"


    Ama son iki mısraya baktığımızda dışardan bir gözlemci edasıyla tasvir ettiği ölü bir anda kendisi oluverir:

    "Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm
    Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm"


    Henüz 21 yaşındaki bir gencin ölümü bu kadar yakınında hissetmesi onu şuuruna ne denli işlediğinin bir kanıtıdır.

    Şairin meşhur olmasını sağlayan 1927 tarihli 'Kaldırımlar' da bu noktada ele alınabilir. Şiirin geneline hakim olan duygular, yalnızlık bunalım vs görünse de Kaldırımlar 1'in son kıtası ölüm temennisiyle biter:

    "Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya
    Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi
    Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya
    Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi" [2]


    Şiirin genelinde dile getirilen buhranın çaresi ölümdür. Yine aynı şiirin ikincisinde de (Kaldırımlar 2) ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu vurgular:

    "Yağız atlı süvari koştur atını koştur
    Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları" [3]


    Şairin en bilinen şiirlerinden "Anneciğim"de de ölüm düşüncesinin kendisini belli ediyor. Uzaklarda, gurbette olan gir gencin annesine duyduğu özlem, çok değişik duygular içinde terennüm eder. Müthiş bir karamsarlık ve kadercilik şiire apayrı bir hava katıyor. Ve de tahmin edileceği gibi sonuç ölümle bağlanıyor. Fakat burada ölüm anneye bağlı. Onun içinden gelen sese tam bir teslimiyet var:

    "Gözlerinde aksi bir derin hiçin
    Kanadın yayılmış çırpınmak için
    Bu kış yolculuk var diyorsa için
    Beni de beraber al anneciğim" [4]


    Yine gurbetteki bir gencin annesine duyduğu özlemi dile getiren 1924 tarihli "Anneme Mektup" şiiri de ölüm korkusuyla bitirilir. Yalnız burada korkulan ölüm değil anneyi göremeden ölmektir. Nitekim şiire göre de ölüm kapıya dayanmıştır:

    "Son günüm yaklaştı görünesiye
    Kalmadı bir adım yol ileriye
    Yüzünü görmeden ölürsem diye
    Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim" [5]


    Evet, 30 yaşına kadar "arayış devresi"nde"ki bir şairin ölüme bakışı ve onu dile getirişi... N.Fazıl'ı tanımayan ve okumayan kimi insanlar, görüyoruz ki onun 30 yaş öncesini bir "inkar devresi" olarak adlandırıyor. Tam tersine kendisini mistik bir dünyaya doğru ta başından yönlendirdiğini anlıyoruz. İnkar devresindeki biri ölüme bu yakınlıkta durabilir mi? Elbette hayır. O, 30 yaşına kadar birçok şeyden habersiz "Gerçek Haber"i, "İlahi Nefes"i arayan biriydi. Hatta 1926'da;

    "İnsanın unuttuğu
    Allah'ı zikredelim" [6]


    diyecek kadar O'nu arıyordu. Mürşidi vasıtasıyla da aradığını buldu ve inancını bayraklaştırdı. Hülasa, o hiçbir zaman münkir olmadı.


    1934 SONRASI

    Bu tarihten 1943'e kadar yani dokuz sene, şairin ömrünün sonuna kadar savunacağı fikirlerinin şekillenmesi ve özümsenmesi söz konusudur. 1943'te Büyük Doğu'nun doğmasıyla artık şair kimliğinin yanına cumhuriyet tarihinin en gözü kara fikir ve aksiyon adamı sıfatını da alıyor. Dolayısıyla yazmış olduğu şiirler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu dokuz senelik zaman diliminde şair ölümü ve hayatı kendi merkezinden tanımaya çalışır:

    "Hep ben, ayna ve hayal, hep ben pervane ve mum
    Ölü ve Münker Nekir, baş dönmesi uçurum" [7]


    Yukarıdaki şiirin tarihi 1939. Yine bu tarihte yazılmış "Çile" şiiri de onun için bir yoğruluştur. Hayatla, ölümle, nefisle, sualle... Nitekim kainat nizamını anlamaya çalışırken "son"u merak eder:

    "Niçin küçülüyor eşya uzakta
    Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl
    Zamanın raksı ne bir yuvarlakta
    Sonum varmış, onu öğrensem asıl" [8]


    1964 tarihli "Zeybeğin Ölümü" ise şairin fikir ve aksiyon cihetinin bir ürünüdür. Burada zeybek, Adnan Menderes'tir. 20, asırda demokratik(!) insanların astıkları bir lidere yakılan ağıttır bir nevi. Necip Fazıl'ın bu olaydan üç yıl sonra kaleme aldığı şiir, duyduğu teessürün ne denli derin olduğunu gösterir:

    "Zeybeğimi birkaç kızan vurdular
    Çukurda üstüne taş doldurdular
    Bir de ya kalkarsa diye kurdular..." [9]


    "Mezar" mefhumu N.Fazıl'da ayrı bir sima kazanır. Onu varlığa yol veren geçit olarak görür. 1969'da yazdığı "Karacaahmet" şiirinde mezarlık adeta canlıdır. Ve hatta gelip geçen insanlar hakikatte gaflettedirler. Çünkü dünya bir "oyun"dan ibarettir:

    "Kavuklu, başörtülü, fesli başaçık taşlar
    Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar
    Kum dolu gözlerle süzüyor insanları
    Süzüyor sahi diye toprağa basanları" [10]


    "Mezar" başlığındaki 1978 tarihli şiir ise bir nevi orasını tanıtır. Bu dünya ve bu dünyalıklardan çok farklı bir yer olduğunu şöyle anımsatır:

    "Kapıya ne icra memuru gelir
    Ne Birinci Şube Sivil Polisi
    İçerde kimine kuş tüyü sedir
    Yüzüstü toprağa düşer kimisi" [11]


    1972 tarihli "Orada" şiiri kaçınılmaz son'un artık yaklaştığını söyler. Ufka yaklaşıp batmaya yüz tutmuş güneş gibi ömür de batmaya yüz tutmuştur:

    "Güneş mızrak boyu yaklaştı ufka
    Camlarda renklerin veda cümbüşü
    Ey gönül madenin ne kadar yufka
    Yeter ağlamana bir kuş ötüşü" [12]


    Lakin bu kıt'anın ardından bir ümidi dile getiriyor. Ölüm korkusu ancak ölünceye kadar ve "Gerçek" ölümle başlıyor:

    "Ölüm dedikleri ölünceye dek
    Dünya, balı zehir yalancı petek
    Orada bulursun biraz bekle tek
    Burada yaşamak sandığın düşü" [13]


    Biraz önce de belirttiğimiz gibi N.Fazıl, şair kimliğinin yanında büyük bir fikir ve aksiyon adamıdır. O, ömrünün sonuna kadar mukaddes davasına hizmet etmiş ve onun yükselmesi için 'madden ve manen' gözünü budaktan esirgememiştir. Bundandır ki kimi şeyler onda bir ukde olarak kalmıştır. 1975 tarihli "Hasret" şiiri de 'hasret' duyduğu şeyleri yapamadan, ukdelerine kavuşamadan ölmenin vereceği bir üzüntü anının ürünüdür:

    "Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda
    Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda" [14]


    Ömrünün son yılları onu ölüme o kadar ısındırmıştır ki ölmek artık bayram demektir. Bayrama nasıl girilirse ve o nasıl karşılanırsa ölüm de öyle olmalıdır. 1982 tarihli Bayram şiiri:

    "Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var
    Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var" [15]


    Yukarıdaki şiirden beş yıl önce yazdığı '"üzel Şey" ise tarifi imkânsız bir şekilde ölümü güzelleştiriyor. Müjdecinin, Kurtarıcının başına da gelen ölüm, ancak 'güzel ' olur:

    "Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
    Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?" [16]


    SON ŞİİR...

    Gerek edebiyatımız gerekse fikir hayatımızda doldurulamayacak bir yere sahip N.Fazıl için de Gerçek'e yürüme zaamanı gelmişti. Yazmış olduğu onlarca eser, muhakkak makaddes davaya hizmetten başka bir şey değildi. 79 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü uğruna harcadığı gençlik, artık onu omuzlarında sevgiliye götürecekti. İşte, "Sevgili"ye kavuşmadan önce yazdığı son şiiri, bizleri düşünmenin kapısına bir kez daha bırakıyor. Asla yerine oturmamış fakat ilk önceleri beynini ısırmış bir "yokluk" düşüncesinin olduğu anlaşılıyor bu şiirde. Ama mütakip mısrada, materyalistin beynine bir balyoz gibi inecek soru geliyor:

    "Sonum yokluk olsa bu varlık niye?"

    Şiirin ikinci kıt'asında ise "yokluk" çok farklı bir anlam buluyor onda. Belki de 'Var' olanın tecellisi konumunda. Hepsi iki kıt'alık şiir şöyle:

    ZEHİR


    Çocukken haftalar bana asırdı
    Derken saat oldu derken saniye
    İlk düşünce, beni yokluk ısırdı
    Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

    Yokluk sen de yoksun, bir var bir yoksun
    İnsanoğlu kendi varından yoksun
    Gelsin beni yokluk akrebi soksun
    Bir zehir ki hayat özü faniye [17]
    sağolun var olun emi sevgili kardeşim...üstada da rahmetler diliyorum..mezarı geniş, sorgusu kolay, rabbi, affedici olsun..amin....

  3. Esas

    Yıllar çabuk geçiyor.. Şiirimizin Üstadı, Necip Fazıl Kısakürek'i 27. ölüm yıldönümünde rahmetle, sevgi ve saygıyla anıyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin

    "ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
    oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!.."

  4. #116
    Duhul
    Jul 2006
    İkamet
    İzmir/Türkiye
    Gönderi
    18,646
    Blog Yazıları
    199

    Esas

    Bu forumda siyaseten NFK kavgası yapacak birçok kişi var..

    Birçok da NFK nın sanatının hayranı..

    Ama bunların bugünün NFK nın ölüm yıldönümü olduğundan bile haberi yoktur..

    Olsa da forumda anmak akıllarına gelmez..

    Onu anmak yine bizlere düşer..

    http://www.hisse.net/forum/showthrea...88#post4468288

  5. Esas

    burda gelir insana,
    boş günlerin usancı.
    çalar birden kampana
    ölüm çanından acı.

    sonra bir düdük öter,
    kesik çığlıklar der:
    burdan bildik gidenler,
    yarın döner yabancı...

  6. Esas

    Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,
    Dolaşıyor dışarda, gün batışından beri,
    Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
    Bir eski çıban gibi işliyor içerime,
    Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan,
    Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan,
    Sesler, ayak sesleri kesilmez çıtırdılar!
    Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar,
    Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden,
    Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden,
    Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu,
    Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu
    Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım
    Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım,
    Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,
    Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya ..

  7. Esas

    1000 yıl geçse de fikirleri edebi ve ebedi olarak yaşamaya devam edecek

     Alıntı Originally Posted by ÇAKAL Yazıyı Oku
    25 yıl sonra hala kitleleri etkiliyor


    25 Mayıs 1983'te aramızdan ayrılan Şairler Sultanı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, tüm Türkiye'de ve dünyada etkinliklerle anılıyor.



    ORHAN TURAN / İSTANBUL
    Türk edebiyatının köşe taşı olarak kabul edilen şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25'inci, doğumunun 104'üncü yıldönümünde düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılıyor.
    1904'te dünyaya gelen ünlü şair, düşünür ve yazar Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılında 79 yaşındayken yaşamını yitirmişti. Yazın hayatına aralarında Ağaç, Büyükdoğu, Borazan gibi dergiler, 67 kitap ve birçok ödül bırakan Kısakürek, hayatı, felsefesi ve eserleriyle bugün de milyonları etkilemeyi sürdürüyor.

    Bir dönem Türk gençliğinin 'Üstad'ı Necip Fazıl Kısakürek hakkındaki bazı görüşler şöyle:

    KİTLELERİ ETKİLEMEYE DEVAM EDİYOR


    Şair Ömer Erdem
    Necip Fazıl Kısakürek'in, Türkiye'nin yetiştirdiği büyük bir fikir adamı, şair ve yazar olduğunu belirten Erdem, şunları söyledi: “Necip Fazıl, kitleleri etkilemiş ve halen etkilemeye devam eden, ölümünden sonra dahi eserleri ilk günkü heyecanla takip edilen ender şahsiyetlerden biridir. 30'lu yaşlarında bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Daha sonraları onun için “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” diyeceği bu büyük insan, onun hayatında yeni bir devrin başlamasına vesile olur.

    DEMEK BÖYLE ÖLÜNÜRMÜŞ


    Yazar Turan Koç
    Yazdığı yazılar nedeniyle defalarca hapse giren şair, pek çok eserini orada yazan, 1943 yılında siyasi, fikri ve edebi mücadelesini işlediği “Büyük Doğu” dergisini yayımlayan Kısakürek'in çok yönlülüğüne dikkat çeken yazar Turan Koç, Kısakürek'in edebiyatın her alanında büyük başarılara imza attığını dile getirdi. Koç, şunları söyledi: “Makalelerinden senaryo yazarlığına, şairliğinden diğer alanlara kadar Kısakürek, içindeki müthiş dağarcığı okurlarıyla paylaştı. 26 Mayıs 1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” seçilen, 1981 yılının başlarında, “İman ve İslam Atlası”nı yazmak için, bir daha çıkmamak üzere evine kapanan üstad, 25 Mayıs 1983 günü elâ gözlerini pencereden dışarıya dikti ve “Demek böyle ölünürmüş!..” diyerek Hakk'a yürüdü. Şiiriyle edebiyatımızı, fikirleriyle düşünce hayatımızı etkileyen Necip Fazıl geride 60'ın üzerinde eser bıraktı. Bu onun ne denli büyük bir derya olduğunu gösteriyor.”

    BUGÜN TARTIŞTIĞIMIZ KONULARI AŞMIŞTI


    Şair, Yazar Mustafa Miyasoğlu
    “Türk edebiyatının nadir şahsiyetlerinden biridir. Bazı kesimler onu sağlığında 'unuttular'. Bu kesimlerin bugünkü çağdaşları da yine onu unutacaklar. Türkiye'de mahalle baskısı ve diğer her türlü meseleyi Necip Fazıl'sız tarif etmek mümkün değildir. Türkiye'de CHP zihniyetine karşı 60 yıl mücadele vermiş dehanın ölüm yıldönümündeyiz. Necip Fazıl, son dönemlerde tartışılan birçok konuya yaşadığı dönemde nokta koydu. Mesela 'mahalle baskısı' kavramı bunlardan biridir. Ona göre mahalle baskısı bu milletin kültür baskısıdır ve ruh kökümüzün varlık davasıdır. Yaratılış ve tabiatın isyanıdır. Necip Fazıl böyle yorumlardı. Bu toprağın hakiki sahipleri onlardır. Biz bu sözcülüğü miras olarak devralmış durumundayız. 68 kuşağının Paris'ten başlayarak dünya gençliğini intihara sürüklediği bir ortamda, Türkiye'nin önünü açacak kadroların söz sahibi olacağını o öğretmiştir.

    AYNI ZAMANDA FİKİR ADAMI

    Kısakürek'in sadece edebiyat adamı olmadığını, aksine onun aynı zamanda bir fikir ve felsefe adamı olduğunu belirten Tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan ise eserlerinde seçtiği dilin kendini çok iyi ifade ettiğini dile getirdi.


    Anma programı



    Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) eski binasının (Eminönü Halk Eğitim Merkezi) konferans salonunda bugünkü programda “Üstad - Necip Fazıl Kısakürek Belgeseli” saat 18.00'de gösterilecek. Araştırmacı Yazar D. Ali Taşçı, 'Vefatının 25. Yılında Necip Fazıl Kısakürek' konulu konferans veriyor. Çarşamba günü yapılacak etkinlik, Ümraniye Alemdağ Caddesi'ndeki nikah salonunun üstünde.

    (Tel: 0216 443 56 00)




    25.05.2008

Sayfa 15/15 İlkİlk ... 5131415

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •