Krizin şiddetlenmesinde kredi mekanizmasının rolü
Bankacılık sisteminin oluşması ve yaygınlaşmasıyla, sermayenin bölüştürülmesi işi bireysel kapitalistlerle tefecilerin elinden alınarak devasa ölçeklerde büyüyen bankaların elinde toplanmıştır. Böylece bankacılık ve kredi mekanizması, kapitalist üretimi bizzat kendi sınırlarının ötesine itmede en güçlü manivela halini almıştır. Emperyalizm çağında sermayenin alabildiğine yoğunlaşması ve merkezileşmesi, bankaların muazzam ölçeklerde büyümesi ve mali sermayenin egemenliğiyle birlikte kredi sistemi de kapitalist işleyişte merkezi bir önem kazanmıştır. Kapitalist üretimin ve ticaretin yalnızca ulusal sınırlar dahilinde değil, uluslararası düzeyde devasa gelişmesi borç paraya duyulan ihtiyacı inanılmaz boyutlarda büyütmüştür.

Kapitalizmin gelişim tarihi içinde kredi çok önemli bir yere sahiptir. Marx, kapitalist üretim ve birikimin gelişmesi ölçüsünde, merkezileşmenin en güçlü iki mekanizması olan rekabet ve kredinin de geliştiğine dikkat çeker. İlk aşamalarında birikimin alçakgönüllü bir yardımcısı olarak hiç sezdirmeden işin içine giren kredi sistemi, giderek büyük ya da küçük miktarlar halinde toplum yüzeyine dağılmış bulunan para kaynaklarını, görünmeyen iplerle, tek ya da ortaklık halindeki kapitalistlerin ellerine çekmektedir. “Ama çok geçmeden” der Marx, “rekabet savaşında yeni ve müthiş bir silah halini alır ve nihayet sermayenin merkezileşmesi için, dev bir toplumsal mekanizmaya dönüşür”.[12] Kapitalizmin emperyalist aşaması, aşırı-üretimle kitlelerin sınırlı alım gücü arasındaki çelişkinin kapitalist pazara getirdiği kaçınılmaz engellerin kredi sistemi sayesinde aşılmaya çalışıldığını gözler önüne serer. Fakat kredi kapitalist krizlerin kaynağını ortadan kaldırmamıştır. Tam tersine, krizlerin bu mekanizma sayesinde geciktirilmeye ve hafifletilmeye çalışılması daha büyüklerinin yolunu döşemiştir.

Kredi sistemi sayesinde daha büyük çaplı yatırımların yapılabilmesi sermayenin organik bileşimini yükseltirken, böylece kâr haddinin de azalmasına neden olur. Kapitalistler devasa üretim araçlarını daha büyük ölçeklerde işletmek ve bütün bellibaşlı kredi kaynaklarını bu amaca yöneltmek zorunda kaldıkça, sınai depremlerin gitgide çoğalacağını belirtmiştir Marx. Çünkü pazarların gelişmesi, devasa ölçeklerde büyüyen üretimin gerisinde kalmaktadır. Bu noktada bazı yanlış anlamaların önüne geçmek gerekir. Pazarlar sorunu bir zamanlar Rusya’da Narodniklerin iddia ettiği gibi, kapitalist gelişmenin eskiye oranla pazarları daraltmasından kaynaklanmaz. Narodniklerin bu tür yanlış görüşleriyle mücadele eden Lenin’in de işaret ettiği gibi, aslında kapitalist gelişme pazarı genişletir. Fakat bu genişleme üretici güçlerdeki katlamalı büyümenin daima gerisinde kalır.

Kapitalist gelişmeyle birlikte üretim yığını ve bunun sonucu olarak da daha geniş pazarlara duyulan ihtiyaç büyümektedir. Böylece her bir bunalım sonucunda, kapitalist sistem, o zamana dek ele geçirilmemiş ya da yalnızca yüzeysel olarak sömürülen bir pazarı sisteme katmaya çalışarak yol almaktadır. Ve dolayısıyla kapitalist sistem olgunlaştıkça, ferahlatıcı potansiyeller azalmaktadır. Marx’ın deyişiyle, bu nedenle “dünya pazarı giderek daha çok daralır, giderek daha az sayıda sömürülecek pazar kalır”.[13] İşte bu çelişki nedeniyle de bunalımlar daha sıklaşmakta ve şiddetlenmektedir. Sonuçta kapitalist dünya sisteminin olgunlaşmasına, yeni pazarlar yaratmak ve varolanları emperyalist güçler arasında yeniden paylaşmak amacıyla çıkartılan emperyalist savaşlar eşlik etmektedir.

Kredi sistemi kapitalist yeniden üretim sürecini hızlandıran ve dolayısıyla aşırı-üretim sorununu ve spekülasyonu da katmerleyen bir unsurdur. Marx, kredi sisteminin, üretken güçlerin maddi gelişmelerini ve bir dünya piyasası kurulmasını hızlandırdığını açıklar. Kapitalist üretim tarzının maddi temellerini böyle bir yetkinlik derecesine yükseltmek, bizzat kapitalist üretim sisteminin tarihsel görevidir. Fakat aynı zamanda kapitalist bunalımları da hızlandıran kredi mekanizması, aslında eski üretim biçimini çözüp dağıtacak ögeleri oluşturmaktadır. Böylece bir anlamda kendi kendini inkâr edercesine, yeni bir üretim tarzına geçişin temellerini döşemektedir. Marx, kredi sisteminin özünde yatan iki özelliği şu sözlerle açıklar: “Kredi sisteminin özünde yatan iki karakteristiğinden birisi, kapitalist üretimin itici gücü olan, başkalarının emeğinin sömürülmesi yoluyla zenginleşmeyi, en katıksız ve en dev boyutlara ulaşmış bir kumar ve sahtekarlık sistemi halini alıncaya kadar geliştirmek, ve toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısını gitgide azaltmak, diğeri de, yeni bir üretim tarzına geçiş biçimini oluşturmaktır.”[14]

Kredi sistemi sanayinin çeşitli sektörlerine yatırım yapmak isteyen kapitalistlerin kaynak sıkıntısını gidererek üretimin önünü açar. Ayrıca geniş kitlelerin borçla satın almasını yaygınlaştırıp tüketimi arttırır. Böylece bir yandan kapitalizmin bunalımlarını azdırırken bir yandan da sanki bunalımlara bir çözüm getirirmiş gibi görünür. Fakat ister yatırımcı ve isterse tüketici kredisi biçiminde ele alınsın, gerçekte kredi musluklarını sürekli açık tutmanın olanağı yoktur. Bankaların ve kredi kuruluşlarının kredi sistemini ayakta tutabilmeleri için, verilen kredi tutarlarının faiziyle birlikte geri ödenmesi gerekir. Geri ödemelerde sorunlar biriktikçe kredi genişlemesi duracak, kredi muslukları kısılacaktır. Yeniden üretim sürecinin tüm sürekliliğinin krediye dayandığı bir sistemde, kredi musluklarının birdenbire kısılmasıyla birlikte bir bunalımın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Zaten bu nedenle, gerçekte aşırı-üretim biçiminde mayalanan kapitalist kriz, ilk bakışta bir para ve kredi bunalımı gibi görünür. Kâr haddinin düşmesine karşılık faiz haddinin yükselmesi nedeniyle borsada hızlanan spekülasyon, böylesi dönemlerde önemli miktarda para sermayeyi kendine çeker. Fakat işin gerçeğinde, borsadaki “aşırı” kârın kaynağı üretim sürecindeki genişlemeden kaynaklanmayan spekülatif bir kârdır. Ve borsada bunalımın patlak vermesiyle birlikte ani biçimde çöker.

Bunalımla birlikte kredi sisteminde de büyük bir çöküntü yaşanır: “Belirli tarihlerde vadeleri dolan ödemeler zinciri, yüzlerce yerinden kopar. Karışıklık, sermaye ile birlikte gelişen kredi sistemindeki çökmeyle daha da büyür ve şiddetli, ağır bunalımlara, ani ve zoraki değer kayıplarına, yeniden-üretim sürecinde fiili durgunluklara ve kesintilere ve böylece de yeniden-üretimde gerçek bir düşmeye yol açarlar.”[15] Kapitalist üretim sürecini özel mülkiyet engelinin ve ulusal sınırların ötesine itme bakımından bir manivela hizmeti gören kredi sistemi, bir yandan kapitalizmin dünya ölçeğinde yayılmasını hızlandırır, diğer yandan çeşitli ülkelerde patlak veren krizlerin giderek çok daha derin biçimde bir dünya krizine büyümesinin temelini oluşturur. Kapitalizmin yayılması işin gerçeğinde aşırı-ticaret, aşırı-üretim ve aşırı-kredi anlamına gelmektedir. Bir kez bunalım patlak verdi mi, “o zaman bütün bu ulusların aynı zamanda aşırı-ihracat yaptıkları (yani aşırı-üretimde bulundukları) ve aşırı-ithalat yaptıkları (yani, aşırı-ticaret yaptıkları), hepsinde fiyatların şiştiği ve kredinin gereğinden fazla yayıldığı ortaya çıkar. Ve hepsinde aynı çöküş olur”.[16]

Çok açıktır ki II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan uzun dönemli ekonomik yükselişin motor gücü Amerika olmuştur. Toplam dünya üretimi içinde tek başına beşte birden fazla yer tutan Amerika’da, sınai çevrimlerin gelgitlerine rağmen pazarı canlı kılan temel faktör kredi mekanizmasıdır. Bu nedenle Amerikan ekonomisi şirketlere ve tüketicilere verilen borç miktarı bakımından birinci sırayı işgal etmiştir. 90’lı yıllarda yaşanan boom’un ve onun umulandan biraz daha fazla sürdürülebilmesinin altında yatan gerçek de kredi mekanizmasıdır. Neredeyse tüm kapitalist ülkelerde tüketici kredilerinin yükselişinde büyük sıçramaların yaşandığı bu yıllar boyunca, gerçekte satın alma güçleri son derece sınırlı olan işçi ve emekçi kitlelerin harcama kapasitesi kredi mekanizmasıyla şişirilmiştir. Geniş kitleler bizzat kapitalist sistem tarafından yaratılan “tüketim çılgınlığı” yıllarında, bu kredilerin faiziyle birlikte geri ödeneceği gerçeğini hatırlamak istemeksizin, kapitalist ekonomiyi uzun bir süre boyunca canlı tutmuşlardır.

Fakat tatlı hayallere dalıp doğa yasalarından kurtulmak nasıl mümkün değilse, kapitalizmin iç yasalarının yaratacağı felâketlerden uzak durabilmek de asla mümkün olamaz. Bu yasaların koyduğu kaçınılmaz engeller karşısında, ekonomik büyüme kredi pompasıyla ilanihaye sürdürülemez. Piyasalardaki durgunluğun, devlet harcamalarının arttırılması ve kredilerin şişirilmesiyle ertelenmeye çalışılmasının bir sınırı vardır. Bir dönem için ertelenmiş gibi görünen sorunlar, gerçekte uluslararası banka sistemini tehdit eden zincirleme bir iflâs ve çöküş tehlikesinin kaynağıdır. Geri ödenmeyen borçların muazzam miktarlara ulaşmasıyla birlikte işler tamamen terse döner. Bir yandan artık yeni kredi açılamazken öte yandan biriken faizlerle birlikte kartopu gibi büyüyen borç rakamları geniş kitleleri yıkıma sürükler. Bu da talepte ani ve sıçramalı daralmalarla sonuçlanır. Bu durum kontrol altına alınamayan ve belirtilen faktörlerin birbirini daha da olumsuz yönde etkilemesi sonucunda derinleşen bir depresyon eğilimidir. Nitekim uzun süredir Japonya’nın yaşadığı bu “felâket”, sonunda Amerika’nın da başına gelmiş ve dünya ekonomisinin bu motor gücü kendi sarsıntılarıyla birlikte bir bütün olarak kapitalist sistemi de çalkantılı bir dönemin içine sokmuştur.