Sayfa 271/273 İlkİlk ... 171221261269270271272273 SonSon
Arama sonucu : 2179 madde; 2,161 - 2,168 arası.

Konu: yüreğimizden geçenler

  1. #2161
    Duhul
    Jun 2008
    İkamet
    Papatyanın hışırdamadığı, hapşurmadığı, kokmadığı
    Gönderi
    9,983
    Blog Yazıları
    7

    Esas Zerrin Özer - Ateş Düştüğü Yeri Yakar

    Zerrin Özer - Ateş Düştüğü Yeri Yakar


    Şarkı Sözü:

    Hep ben mi seveceğim? Ben mi özleyeceğim?
    Sabahlara kadar seni ben mi düşüneceğim?
    Olmaz artık sevgilim, olmaz artık bu kadar
    Bilmiyor musun ateş düştüğü yeri yakar


    Ben böyle kahrolurken sen oralı değilsin
    Bu aşk bizim değil mi, sen nasıl sevgilisin?
    Olmaz artık sevgilim, olmaz artık bu kadar
    Bilmiyor musun ateş, düştüğü yeri yakar


    Söyle daha ne kadar gözyaşı dökeceğim?
    Yoksa mahşere kadar seni mi bekleyeceğim?
    Olmaz artık sevgilim, olmaz artık bu kadar
    Bilmiyor musun ateş düştüğü yeri yakar


    Ben böyle kahrolurken sen oralı değilsin
    Bu aşk bizim değil mi, sen nasıl sevgilisin?
    Olmaz artık birtanem, olmaz artık bu kadar
    Bilmiyor musun ateş düştüğü yeri yakar

    Albüm: Mutluluklar Dilerim
    Sıra no: 08
    Yapım Şirketi: EMİ-KENT ELEKTRONİK SAN.
    Çıkış Tarihi: Ekim 1989


    ~ O.K.U. ~
    Forum Kuralları

    Hayat bazen çok cimridir.
    İnsanın yeni bir duygu tatmaksızın günler, haftalar, aylar hatta yıllar geçirdiği olur.



  2. #2162
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    ÇANAKKALE
    Gönderi
    3,279

    Esas

    Yeryüzü Ayetleri

    O zaman
    Güneş soğudu
    Ve bereket topraklardan gitti
    Ve çöllerde yeşillikler kurudu
    Ve balıklar denizlerde kurudu
    Ve toprak
    Ölülerini kabul etmez oldu artık.
    Bütün solgun pencerelerde gece
    Belirsiz bir düşünce gibi
    Birikiyor durmadan ve taşıyordu
    Ve yollar
    Sonlarını karanlığa bıraktılar
    Kimse aşkı düşünmez oldu.
    Kimse düşünmez oldu yengiyi
    Kimse
    Hiçbir şey düşünmez oldu artık.
    Mağaralarında yalnızlığın
    Uyumsuzluk doğdu
    Afyon ve esrar kokusuyla kan,
    Başsız çocuklar doğdu
    Gebe kadınlardan.
    Koştular mezarlara sığındılar
    Beşikler
    Utançlarından.
    Kötü günler geldi ve karanlık
    Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
    Tanrı elçiliğinin
    Kaçtılar adanmış topraklardan
    Aç ve sefil peygamberler.
    İnsanın kaybolmuş kuzuları
    Çobanın seslenişini duymaz
    oldular
    Çöllerin cennetinde.
    Aynaların gözlerinde sanki
    Tersine yansıyordu renkler
    Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler
    Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
    Başlarında aşağılık soytarıların
    Utanmaz yüzlerin orospuların
    Tanrının o kutsal ışık çemberi
    Bataklıkları alkolün
    Ağulu buharlarıyla buruk
    Çekti derin köşelerine
    Durgun aydınlar yığınını
    Kemirdi aç gözlü fareler
    Altın yapraklarını kitapların
    Eskimiş raflarda, dolaplarda.
    Güneş ölmüştü
    Güneş ölmüştü ve yarın
    Uslarında küçük çocukların
    Yitik, belirsiz bir kavramdı.
    Defterlerine sıçrayan kapkara
    İri bir mürekkep lekesiyle
    Anlatıyordu çocuklar
    Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.
    Zavallı halk
    Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
    Huzursuz ağırlığı altında ölü
    gövdesinin
    Bir yerden bir yere sürünüyordu
    Ve önlenmez cinayet isteği
    Durmadan büyüyordu ellerinde.
    Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
    Bu cansız ve sessiz topluluğu
    Ta içinden dağıtıyordu birden.
    İnsanlar saldırarak birbirlerine
    Biri karısının boğazını
    Kör bir bıçakla kesiyordu
    Bir ana birer birer çocuklarını
    Tandırın ateşine atıyordu.
    Boğulmuş kendi korkularında
    Ürkütücü duygusu suçluluğun
    Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
    Ve çocukları.
    Ne zaman bir tutsak asılırken
    Darağacının yağlı halatı
    Korkudan kasılan gözlerini
    Sıkarak dışarıya fırlatsa
    Onlar dalardı içlerine
    Şehvetle titreyen bir düşünceden
    Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.
    Ama her zaman alanın kıyısında
    Bu küçük canileri görürdün
    Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
    Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
    Ola ki gene de arkasına
    Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
    Yarı canlı bir küçük şey karışık,
    Kalmıştır.
    Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
    İnanmayı su sesinin doğruluğuna
    Ola ki…
    Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk…
    Güneş ölmüştü
    Kim bilebilirdi artık
    Yüreklerden kaçan o üzgün
    güvercinin
    İnanç olduğunu…
    Ah tutsağın sesi…
    Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
    Işığa bir küçük yol açmayacak mı
    Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
    Ah tutsağın sesi…

    Furuğ Ferruhzad

    Çeviri: Onat Kutlar – Celal Hosrovşahi

  3. #2163
    Duhul
    Nov 2013
    İkamet
    ANKARA
    Gönderi
    3,740

    Esas

    Annabel Lee

    Senelerce senelerce evveldi
    Bir deniz ülkesinde
    Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
    İsmi; Annabel Lee
    Hiç birşey düşünmezdi sevilmekten
    Sevmekten başka beni
    O çocuk ben çocuk, memleketimiz
    O deniz ülkesiydi
    Sevdalı değil karasevdalıydık
    Ben ve Annabel Lee
    Göklerde uçan melekler
    Kıskanırlardı bizi
    Bir gün işte bu yüzden göze geldi
    O deniz ülkesinde
    Üşüdü bir rüzgarından bulutun
    Güzelim Annabel Lee
    Götürdüler el üstünde
    Koyup gittiler beni
    Mezarı oradadır şimdi
    O deniz ülkesinde
    Biz daha bahtiyardık meleklerden
    Onlar kıskanırdı bizi
    Evet! Bu yüzden 'Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi'
    Bir gece rüzgarından bulutun
    Üşüdü gitti Annabel Lee
    Sevdadan yana kim olursa olsun
    Yaşca başca ileri
    Geçemezlerdi bizi
    Ne yedi kat göklerdeki melekler
    Ne deniz dibi cinleri
    Hiç biri ayıramaz beni senden
    Güzelim Annabel Lee
    Ay gelir ışır, hayalin erişir
    Güzelim Annabel Lee
    Orda gecelerim uzanır beklerim
    Sevgilim sevgilim hayatım gelinim
    O azgın sahildeki
    Yattığın yerde seni...



    Edgar Allan Poe

    (Çev. Melih Cevdet Anday)

  4. #2164
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    ÇANAKKALE
    Gönderi
    3,279

    Esas

     Alıntı Originally Posted by YANKIBERKE Yazıyı Oku
    GÜL DÖNÜYOR AVCUMDA

    I

    O akşam söylediydim ona
    Gördüm Hümakuşunun iskeletini
    Haber de saldıydım Pegasos'un sırtındaki ozana
    Seyretsin diye ölümün bu sırça gelinliğini
    Duyan da var bunu duymayan da.

    O gün bugündür ıslık çala çala
    Gelip geçiyor kapımın önünden
    Konuşuyoruz da arasıra. Geçen gün dedi ki
    Farketmez gözyaşı kimseyi, ruhsa
    Başıboşbir deniz gibi anlamsız yatar
    Kocaman bir ıssızlığı yonta yonta

    Anlattı sonra uzun uzun.
    Nasıl onardığını eski tekneyi
    Nasıl kalafata çektiğini, boyasını
    Hangi dağ çiçeklerinden kardığını. (Bir çocuk dişi parladıydı.. Çekmişti onu
    kırmızı bir akşamüstünün dişetlerine. Ya direkleri? özenli bir kılıfa
    girer gibi girmişti göğe. Doğrusu görkem iki parmak arasında büyüyen
    ama hiç gölgesi olmayan uçsuz bucaksız bir bitkiydi. Giz olmayan bir
    gizdi belki. Evleri dolaşan cinsiyetsiz bir tanrı da olamazdı ki.
    İnandıydı bu yüzden kanının tekneyi dolaşıp şafakları çevirdiğine. Ve
    gördüydü yer değiştirdiğini gövdesiyle teknenin böylece ruh olduğunu
    anladıydı bira köpüğü gibi altınsı altınsı parlayan tahtalara. Ve
    yetinmedi. Bir öğleüstü konservesini yedi. Çekti bıçağını sapladığı
    yerden kaldırdı havaay. Birden parladı bıçak dünya zamanından başka
    bir zamanla ve noktalandı uzayın çilekleri işbaşındayken. Besbelli bir
    uzay tapınağındaki ilk duaydı bu. Ve seyretti uzun uzun tarihte yeri
    olmayan bu titreşimi. Bir şey ki artık birdenbire her şeydi. Ve yazdı
    bordasına İki Parmak diye İki Parmaktı çünkü teknenin ismi.)

    II

    Ey iki el arasındaki çaresiz vakit
    Yıkanmış çekmiş çamaşırlar gibisin
    Azsın, öyle çok kıyılısın ki genişliğime
    İçinde asfaltların dondurmaların eridiği bir salı
    Mühürler gibi kazılmış çarşambanın üstüne
    Tuz uzun, bakışlarımsa bir avuç tuzla orantılı
    Tam yüreğimin hizasında o otel
    Bir otel ki sabah akşam buruşturan kıyıyı
    Dönüp dönüp arkama baktığım işte
    Severek bir ıslak battaniyeyi belki
    Didiklenmiş bir saati, yıpranmış
    Tırnak uçlarını ve her şeyi.

    Oysa ey denizlerin ıslak geçidi
    Her yandan sızan şeridi akarsuların
    Balığın dil bilmeyeni ben
    Neden hep tuzdan anlardım o zaman
    Tuzdan mı, evet tuzdan
    Denizin merasından yani.

    Uzat elini artık, kutla kendini
    Götür bir bardak sonsuz suyu ağzına
    Bak
    Gördün mü, hem de nasıl
    Bir gül dönüyor öteki avucunda.

    III

    Ağrıtmayan böylece dindirmeyen o sabah
    Puhukuşu muydu, neydi, öttü uzun uzun
    Biçimini vermeye çalıştı bir yıkıntıya
    Biz geçince dönüp baktı arkamızdan üç çocuk
    Üçü de
    Bir tahta perdenin önündeki ömründe
    Gözleri dümdüz, kireç kıyıları gibi
    Bir yanıp bir sönüyordu umuda ve ezikliğe.

    Farketmez deniz de gözyaşını, dedim ustama
    Ve gözyaşı denizi
    Ey göstergelerinen güzeli, göster ki beni
    Ben ıssızı yonta yonta gürültüler ederim
    Kendimi yonta yonta dağılan bir mermerim

    O sabah demir atmış bulduk
    Tekneyi bütün kıyılarda.



    Edip CANSEVER
    ..........

  5. #2165
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    ÇANAKKALE
    Gönderi
    3,279

    Esas



    “ellerimi bahçeye dikiyorum

    yeşereceğim, biliyorum,biliyorum,biliyorum

    ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda

    yumurtlayacaklardır.”

    Furuğ Ferruhzat

  6. #2166
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    ÇANAKKALE
    Gönderi
    3,279

    Esas

    Say ki Bir Çocuğum

    Say ki küçük bir çocuğum
    Gidişini anlayamayacak kadar küçük
    Saf bir bulutun çözüldüğü gibi
    Yağmurlarla yırtılıyor içim

    Saçların nasıldı, gözlerin nasıl
    Uzun muydun serviler gibi
    Nasıl kokardı yüzüme eğilen soluğun
    Okuduğun masallarda kaldı sesin

    Say ki bir çocuğum
    Gidişini anlayamayacak kadar küçük
    İçimin soruları gözlerimde büyürken
    Nedenini bilmeden, anlamadan, belki sezerek
    Ağlayan küçük bir çocuğun ardından
    Saf bir bulutun çözüldüğü gibi
    Yağmurlarla yırtılıyor içim

    Niye kundağına sığmayan
    Afacan bir çırpınışım bugün
    Daha yüzünün resmiyle boyamadan
    Aklımın bütün duvarlarını
    Minik kalbimi nasıl bırakıp gittin

    Geçen teyzem gösterdi
    Gökyüzündeki o teneke kuşu
    Onun içine nasıl sığdın annem

    Sahi gitmek neydi
    Emdiğim parmağımı
    Niye acıyla ısırdım o gün

    Aydın Öztürk

  7. #2167
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    ÇANAKKALE
    Gönderi
    3,279

    Esas

    UCUNDAN TUTARAK...

    Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
    "O olmazsa yaşayamam" demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Yaşarsın çünkü.
    Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
    Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
    Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
    Senin O'nu sevdiğinden.
    Çok sevmezsen, çok acımazsın.
    Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
    Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
    Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
    Senin değillermiş gibi davranacaksın.
    Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
    Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
    Paldır küldür yürüyebileceksin.
    İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
    Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
    Gökyüzünü sahipleneceksin,
    Güneşi, ayı, yıldızları...
    Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
    "O benim..." diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
    Mesela gökkuşağı senin olacak.
    İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
    Mesela turuncuya, ya da pembeye.
    Ya da cennete ait olacaksın.
    Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
    Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
    Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
    İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak?

    CAN YÜCEL

  8. #2168
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    ÇANAKKALE
    Gönderi
    3,279

    Esas

    ALIŞMA BANA NE YAPACAĞIM BELLİ OLMAZ

    Alışma bana, ne yapacağım belli olmaz..!
    Bugün varım yarın birden yok olurum.
    Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum.
    Canımı acıtma, bir yarada sen açma..!
    Sevme beni yoğun duygularımda kaybolursun tutuşursun.
    İsteme beni, yasaklarla boğuşursun, engellerle doluyum.
    Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum..
    Anlama beni, ben kendimi bilirim, ben böyle mutluyum..
    Aşkı yaşatmamı isteme asla, ben aşka yıllardır inanmıyorum..
    Güveniyorsan kendine, inandır aşkın varlığına..
    Sonucunda öyle bir aşk yaşatırım ki..!
    Vazgeçemezsin tutkun olurum.
    Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni.
    Tüm tutkularım ve gücümün arkasında;
    Hala minik bir çocuğum.
    Büyütemezsen ; Kaybolurum...!

    Rabindranath TAGORE

Sayfa 271/273 İlkİlk ... 171221261269270271272273 SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •