Sayfa 5/34 İlkİlk ... 3456715 ... SonSon
Arama sonucu : 271 madde; 33 - 40 arası.

Konu: Öykü-Hikaye-Makale

  1. #33
    burusli Guest

    Esas

     Alıntı Originally Posted by marea
    Julia Dixon, kazayla anahtarını evde unutmus ve sokakta kaldığı sırada postacı ona dogru yaklastı.
    - Bayan Dixon! Üzgün görünüyorsunuz, bir sorun mu var?
    - Ne yapacagimi bilmiyorum. Kapida kaldim. Anahtar evde ve yedegini biraktigim komsum sehir disinda. Kocamda anahtar var, fakat o da
    sehir merkezinde bir otelde konferansa katildi. Ona ulasabilecegimi sanmiyorum.
    Eve nasil girecegim??

    Postaci kadini sakinlestirmeye çalisti ve ona bir çilingir çagirmasini tavsiye etti.
    - Sanirim yapabilecegim tek sey bu, fakat dogruyu söylemek gerekirse, çilingirler dünya kadar para aliyorlar. Oysa su anda üzerimde bir
    kurus bile yok.
    Postaci kadinin derdine ortak oldu. Kadinin baska çaresi yoktu.
    -Gitmem gerekiyor, buyrun mektubunuzu. Kim bilir, içinde belki sizi neselendirecek güzel haberler vardir..

    Julia zarflara bakti. Kardesi Jonathan'dan bir mektup vardi. Geçen hafta onlari ziyaret etmis ve birkaç gün kalmisti.
    -Neden bu kadar çabuk mektup yazdi acaba?? diye mirildandi Julia.
    Zarfi yirtip açtiginda, avucuna bir anahtar düstü. Mektupta sunlar yaziliydi :

    -Sevgili Julia. Geçen Hafta sizde kalirken, siz alisverise gittiginizde kazayla kapida kaldim. Komsunuzdan yedegini istedim ama geri vermeyi
    unuttum. Bu mektupta onu da gönderiyorum.

    Yorum : Kapalı bir kapıyla yüz yüze gelmis ve kendinizi ümitsiz hissediyorsaniz, bilin ki tüm kapilar ZAMANI GELİNCE içeri girmeniz için
    ardina kadar açilacaktir.
    şu anda STV de sırlar dünyasını izliyordum, eski adı sır kapısıydı


  2. #34

    Exclamation Mutluluğun ayrılmaz şartı her istediğinizin gerçekleşmemesidir.

    Balıkçının ağına eski bir şişe takılır. Balıkçı şişenin kapağını açar açmaz içinden cin çıkar.

    Ve (bütün hikâyelerde olduğu gibi) balıkçıya sorar:

    "Sen beni yüzlerce yıllık mahpusluğumdan kurtardın. Benden üç şey isteyebilirsin. Bunlar ne olursa olsun, üçünü de yerine getireceğim. Dile benden ne dilersen..."

    Balıkçı biraz düşünür, sonra kendisini bekleyen cine dönüp cevap verir:

    "İsteyecek bir şey bulamadım, daha doğrusu birçok şey arasında kararsız kaldım. Birinci isteğim şu: Beni zeki bir insan yap ki, sonra isteyeceğim iki şeyi bulabileyim.."

    Cin "tamam" der ve balıkçının isteğini yerine getirir. Sonra diğer isteklerini söylemesini bekler. Ama bir süre sonra bakar ki balıkçı hâlâ diğer isteklerini söylemiyor, "Haydi diğer iki isteğini söyle" der.

    Balıkçı biraz daha düşünür, cevap verir:

    "Sağol, başka bir şeye ihtiyacım yok..."

  3. #35
    Duhul
    Jan 2004
    İkamet
    Bruksel
    Gönderi
    114

    Esas Kedi kopek

    Bir kedi manyagi olarak bi hikaye de ben anlatmak istiorum. Kedileri ve kopekleri taniyanlar icin cok eglenceli bir hikaye bence.

    Efenim, gunun birinde bir evde bir kopek varmis. Birden dusunmeye baslamis, ya su insanlar ne garip yahu demis. Bana ev verdiler, beni besliyolar, beni gezdiriyolar, benimle oynuyolar, beni oksuyolar, ya bunlar Allah midir nedir demis kendi kendine.

    Ayni sirada baska bir evde de bir kedi varmis, o da dusunmeye baslamis. Yaw bu insanlar ne garip yaw demis, bana bakiyolar, benimle oynuyolar, istedigim zaman geliyorum istedigim zaman gidiyorum, beni besliyolar, oksuyolar, yaw ben Allah miyim neyim yoksa demis kedicik)) (burada gulunecek baabinda koydum bu parantez kapalari)

  4. #36

    Lightbulb

    Eğer hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler, yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim:
    "Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken...
    Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim insanla öpüştüğüm ilk gün...
    Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
    Ama aslında bu kadar basitti işte:
    Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan, aşıksın!!!!"

    Kürşat BAŞAR
    (Başucumda Müzik Kitabından...)

  5. #37

    Post

    (...)
    Barhallı Hidayet ninenin, 1960 yılında şahit olduğu olay kısaca şöyle gerçekleşir: Çok ışıklı bir gece, Hidayet nine uykusu kaçmış, Zeman ırmağının kıyısındaki evlerinin camından dışarı bakmaktayken iki yavrusuyla beraber bir ayının ırmağın kıyısına geldiğini görür. Anne ayı yavrularından birini ağzıyla ensesinden kapar diğerini de kucağına alır ve ırmağa girer. Ama ırmak o kadar azgındır ki, batıp çıkmaya başlarlar.

    Yavruların debelenmesi de annenin işini zorlaştırmaktadır. Anne kıyıya geri döner. Su yutmuş olan yavru ayılar öksürüp tıksırırken anne ayı bir şeyler aranır. Sonra bulduğu koca bir kaya parçasını yavrularından birinin üzerine bırakır. Acıyla inleyip uluyan yavruya aldırmadan diğerini kaptığı gibi ırmağa girer. İkisini birden taşıyamadığı için diğerini güvenceye alıp karşıya geçmeyi planlamaktadır. Ancak kıyıda kalan yavru ayıp debelenip üzerindeki kayadan kurtulur ve annesinin peşinden ırmağa dalar. Kıyıdaki yavrusunun peşinden geldiğini gören anne geri döner ve aynı yavruyu yere yatırıp bu sefer üzerine üç kaya parçası koyar ve tekrar ırmağa girer. Birkaç batıp çıkmadan sonra kıyıya ulaşır.

    Kucağındaki yavruyu yere bırakır onun da üzerine birkaç kaya parçası koyar ki yavrusu peşinden gelmesin. Karşı kıyıya ulaştığında yavrusunun üzerinden kayaları kaldırır ama yavru ayı kıpırdamamaktadır. Uğraşır didinir, sallar, ama yavru ölmüştür. Birden çılgınlar gibi suya atlar ve karı kıyıya geçer. Ama ne yazık ki geç kalmıştır; öteki yavrusu da kayalar altında can vermiştir. Sabaha dek iki kıyı arasında gidip gelip yavrularını canlandırmaya uğraşır. Gün doğarken çaresizce ormanın içinde kaybolur...

    Yerküre üzerinde tek kudretin kendinde olmadığını düşünen ve kendinden başka bir "can"lının da varlığını unutmadan yaşayanlara bitimsiz bir hayranlıkla...

    http://www.vatangazetesi.com.tr/cat/...0&Categoryid=4

  6. #38

    Arrow Bilmemek...

    Duygularınız sizindir, saklıdır, kimsenin müdahale edemeyeceği bir biçimde size aittir, oradaki her değişiklik yalnızca sizinle ilgili bir keder ya da sevinç yaratacaktır ama hayatınız başkalarının da içinde dolaştığı, başkalarının da kendine bir yer bulduğu, açıkça görülen, izlenen, müdahale edilebilen, oradaki her değişiklikle başkalarının da yaralanabildiği bir duraktır.

    Vitrinlerindeki mankenleri çırılçıplak soyulmuş, demir parmaklıkları indirilmiş ışıksız dükkanların iki yanına dizildiği, apartman kapılarının sıkısıkıya kapatılmış olduğu, köşebaşlarında çöplerin biriktiği Şişli'nin arka sokaklarından bir gece vakti, korkmayı bile unutarak, aşk acıları içinde ağlayarak geçtiğim o gece on yaşlarındaydım herhalde.

    Erken gelen bir özgürlük merakıyla tek başıma gittiğim, gazoz ve toz kokulu Tan Sineması'nda seyrettiğim filmdeki siyah gözlü kıza aşık olmuştum.
    Ama aşktan ağlamıyordum.

    Kızın adını öğrenemediğim için ağlıyordum, onun kim olduğunu anlayamamıştım.
    Adını bilmediğim için onu hayallerimin arasına alamıyordum. Hayallerime alamadığım için hayatıma da alamamıştım.

    Aşıktım ama aşık olduğum, kendisine ruhumda yer açtığım bir kadına hayatımda bir yer açmam, onu hayatımın bir yerine, hayallerimde de olsa, yerleştirmem mümkün olmuyordu.

    Şimdi büyüklere çok manasız geleceğini bildiğim ama bir çocuğu gerçek bir acıyla acıtan o ani aşkı yaşarken; duygu dünyandaki yeri bu kadar açık ve kesin olan birinin hayatındaki yerini bilememenin, ona hayatında bir yer bulamamanın nasıl yakıcı bir sızıya dönüşebileceğini galiba ilk o gece sezdim.
    O gece, o kıza hayatımda bir yer bulamamamın nedeni hayal eksikliğindendi, hayal kuramamıştım.

    Daha sonraları, duygularla hayat arasındaki çatışmaların, yalnızca hayal eksikliğinden kaynaklanmadığını; insanın varlığını oluşturan duygularıyla düşünceleri ve bu ikisini birden kapsayan hayatı arasındaki belirsizliklerin, bunların arasındaki, açılması bazen imkansız olan kapıların tahminimden çok daha fazla olacağını görecektim.

    Okuduğum kitaplardaki kahramanların çoğu da, duygularındaki belirsizliklerden değil, duygularıyla hayatları arasındaki belirsizlikten acı çekiyorlardı.
    Sevdiklerine duygularında ve hayallerinde bir yer bulsalar bile hayatlarında bir yer bulamıyorlardı.

    Sanki duygularımızda çok keskin ışıklarla aydınlanmış, parlak ve canlı duran biri, hayatımızda, sırf parlaklığından dolayı yer bulamıyordu, onu hayatımıza yerleştirmek için birçok ışığın yerini değiştirmemiz, bazı ışıkları söndürmemiz gerekeceğinden karar verirken duralıyorduk.

    Ve soruyorduk kendimize:

    - Onun duygularımdaki yerini biliyorum ama hayatımdaki yeri neresi?

    Bu cevaplandırılması tahmin edilenden daha zor bir soru.

    Çok sevdiğiniz, çok değer verdiğiniz bir insanı hayatınıza almak istediğinizde, onu hakettiği yere yerleştirebilmek için, onun kadar ya da ona yakın değerde bir başka şeyi hayatınızdan çıkarmak zorunda kalırsınız.

    Bir vakitler İngiltere kralı, halktan bir kadına aşık olup da kendine bu soruyu sormak zorunda kaldığında, 'onun yeri hayatımın merkezi' cevabını vererek, sevdiğini hayatına yerleştirebilmek için krallık tacını hayatından çıkartıp atmıştı.
    Ama o kralın yeğeni, aynı soruya amcası kadar güçlü ve açık bir cevap veremedi. Hayatından hiçbir şey çıkaramadığından, gerçekten aşık olduğu kadını hayatına alamadı.

    Amca kral, kadınını, yeğen prensin kadınını sevdiğinden daha çok seviyordu diye bir sonuç çıkarmak hemen mümkün mü tam bilemiyorum. Ya da prens taca amcasından daha düşkündü demek gerçeği açıklamaya yeter mi, ondan da emin değilim.

    Prens sevdiği kadın için tacı hayatından çıkarmaya karar verse, bu kararla birlikte sadece müstakbel tacını değil büyük bir ihtimalle annesinin mutluluğunu ve güvenini, babasının oğluyla ilgili beslediği hayalleri de hayatından çıkarmak zorunda kalacaktı.

    Belki buna gücü yetmedi, belki annesini mutsuz görmeye dayanamayıp kendi mutluluğundan vazgeçti, ki insanın kendi mutluluğundan bir başkası için vazgeçmesi de tacından vazgeçmek kadar, hatta bazen ondan da zor olabilir.
    Mutluluğundan mı yoksa tacından mı vazgeçen daha büyük bir fedakarlıkta bulundu, buna kim kolayca cevap verebilir.

    Tek bilebileceğimiz, 'duygularımdaki yerini bildiğim bu insanın hayatımdaki yeri neresi' sorusuna cevap vermenin sanıldığından daha güç olduğudur.
    En sıradan insanın bile öylesine karmaşık ve kalabalık bir hayatı vardır ki, o hayatın içinde yeni birisine yer açmak daima birilerini huzursuz edecek, birilerinin canını yakacaktır.

    Bir mutluluk büyük bir ihtimalle bir başkasının mutluluğu karşılığında satın alınacaktır hayattan.

    Bir başkasının mutluluğu pahasına elde edilecek bir mutluluk, bir sızı, bir pişmanlık, bir keder bırakmayacak mıdır sizde, mutluluğunuz, karar verdiğiniz anda başkasının kederiyle yaralanıp eksilmeyecek midir?

    Bir başka insana duygularınızda yer bulmak, ona hayatınızda bir yer bulmaktan daha kolaydır.

    Duygularınız sizindir, saklıdır, kimsenin müdahale edemeyeceği bir biçimde size aittir, oradaki her değişiklik yalnızca sizinle ilgili bir keder ya da sevinç yaratacaktır ama hayatınız başkalarının da içinde dolaştığı, başkalarının da kendine bir yer bulduğu, açıkça görülen, izlenen, müdahale edilebilen, oradaki her değişiklikle başkalarının da yaralanabildiği bir duraktır.
    Hayatınızdaki her kıpırtı birçok insanı da kıpırdatır.

    Kıpırdamadığınızda ise acı çeken siz olursunuz, bir de sizin duygularınızda yer alıp da, hayatınızda yer almayı bekleyen insan.

    Hayatınızdakileri kıpırdatmayıp onları acıdan kurtarırsanız, kendinizi ve sevdiğinizi acıtırsınız, kendinizi ve sevdiğinizi sevindirip hayatınızı yeniden düzenlediğinizde başka birilerini.

    'Duygularımdaki yerini bildiğim insanın hayatımdaki yeri neresi' sorusunu sorduğunuzda, bunu sormak zorunda kaldığınızda, bir acının bir yerde kımıldanmaya başladığını hissedersiniz kaçınılmaz olarak.

    Ben on yaşındayken ismini bilmediğim bir kadına ansızın aşık olup da, onu, adını bilmediğim için hayallerime ve hayatıma alamadığımda ağlamıştım sokaklarda.
    Sonra, adını bildiğim, hayallerime aldığım ama hayatımdaki yeri neresi sorusuna bir cevap bulamadıklarım için ağladım.

    Duygularınızdaki yerini bilirsiniz bir insanın.

    Ama onun hayatınızdaki yerini bilmek...

    Bu zordur.

    Vereceğiniz cevap, bu cevap ne olursa olsun, ıssız ve karanlık bir sokakta ağlayan bir oğlanın çektiği acının nasıl bir şey olduğunu size gösterir.


    Ahmet Altan

  7. #39
    derindeniz Guest

    Esas gül kız

    GÜL KIZ Genç adam, hergün işe giderken, yolunun üzerindeki, güllerle dolu bahçeye bakmadan geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller, içini neşeyle, sevinçle dolduruyordu. Günler geçtikçe güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya başladı. Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu. Her geçişinde güllere ve pencerede belli-belirsiz görünüp kaybolan genç kıza bakmadan edemiyordu

    . Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı. Bahçenin önüne geldiğinde yüreğinin titrediğini, içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin arkasında gördüğü kız, bahçede gülleri suluyordu. Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri kaçtı. Adam, genç kızın hayali gözlerinden kaybolmasın diye gayret eder gibi, gözlerini bir güle dikerek öylece kalakaldı. Gördüğü güzelliğin etkisinde kalmış sevdalandığını düşünüyordu. Genç adam, artık hergün bir öncesine göre biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm, umuduyla. Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu. Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu. * * * * Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi. Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün, daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genç adam gelmedi. Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu. * * * * Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla geçtiklerini gördü genç kız. Aklından geçen korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş müydü !. . Genç kız yine hergün tüllerin arkasına geçiyor, boş gözlerle dışarı bakıyordu. Yüzü de, artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu. * * * * Genç adam bir gün yine geçti bahçenin önünden. Kaza geçirip, aylardır yattığı hastaneden sonunda çıkmış, ilk iş olarak ta, güllü bahçenin önüne gelmişti. Ama ümit içinde geldiği bahçenin önünde, gülen yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara perdelerle sımsıkı kapatılmıştı. Genç adam yolda oynayan çocuklara sordu; "-Bu evde kimse yaşamıyor mu? ". Bir çocuk; "-İhtiyar bir kadın yaşıyor. " dedi. Genç adam cevabını duymaktan korkarcasına, başka bir soru sordu; " -Burda yaşayan genç kız ne oldu? " Çocuklardan biri atıldı; "-o öldü. " dedi, genç adamın yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden başka bir çocuk atıldı; "-Verem olmuş, dün öldü. " * * * * Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyacanla annesiyle babasının yanına koştu, güller arasında, sallanan sandalyede oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı; "-Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !. . " Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi, yıllardır görmediği birine kavuşuyormuş gibi mutlu bir gülümseyişti bu. Fakat gözleri kapalıydı. . .

  8. #40

    Arrow

    Kalbinize yakin bulduklarinizi çantada keklik sanmayin.
    Sıkıca asilin onlara, tipki hayata asildiginiz gibi....
    Çünkü onlarsiz hayat da anlamsizdir.

    Hayatinizi asla aska kapatmayin.
    Aski bulmanin en kisa yolu, "asik olmaktir", korumanin en iyi yolu ise ona kanat takmak...

    Hayatı çok hızlı kosmayın, nereden geldiginizi ve nereye gittiginizi unutmayin.
    Hayatın bir yaris degil, her saniyesinin tadi çikarilmasi gereken güzel bir yolculuk oldugunu aklinizdan çikarmayin.

    Dün tarih oldu...
    Yarın bir sır...
    Bu günün kıymetini bilin...

    Can DÜNDAR

Sayfa 5/34 İlkİlk ... 3456715 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •