Sayfa 9/9 İlkİlk ... 789
Arama sonucu : 71 madde; 65 - 71 arası.

Konu: Olmasaydı da Olur muyduk!

  1. #65
    Duhul
    Sep 2005
    İkamet
    TÜRKİYE
    Gönderi
    2,278
    Blog Yazıları
    20

    Esas

    Bir Türk ve Atatürk düşmanının gözünden Atatürk ve kurtuluş savaşı.
    Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Osmanlı torunlarının iftiraları ile karşılaştırınca sütten çıkmış ak kaşık gibi duruyor adam.

    https://www.facebook.com/TarihtarihS...625338171380:0

    Mustafa Kemal hakkında yazılan kitapların belki de tamamının kaynak olarak kullandığı, H.C.Armstrong'un kaleme aldığı "Bozkurt", Mustafa Kemal'in sağlığında, 1932'de yayınlanan ilk biyografisidir: "Bozkurt", Mustafa Kemal'i putlaştırmayan, insani yönlerini gizlemeye çalışmayan, kimine göre hasmani (düşmanca) sayılabilecek, sert bir üslupla yazılmış” Bir Kitap. Kılıç Ali, hatıralarında "Bozkurt" kitabından bahsediyor: "Armstrong ismindeki meşhur bir Türk düşmanının yazdığı kitapta, Atatürk'ün aleyhinde bazı kısımlar vardı ve bunun için de hükümet tarafından memlekete sokulması men edilmişti.” Atatürk merak etti. Kitabı getirtti. Bir gece sofrada geç vakte kadar tercüme ettirerek okuttu, dinledi. Armstrong, Atatürk'ün herkesçe malûm içkisinden bahsediyor ve bunlara garazkârâne mütalâalarını da ilave ediyordu.

    Fakat bunları sayıp dökerken de, memleketin herhangi bir felâketi veyahut memleketini ve milletini alâkadar edecek herhangi mühim bir hadise zuhur etti mi, onun içkisini de, eğlencesini de bir tarafa bırakıp pençesini hadiselerin üzerine atarak arslan gibi kükrediğini de belirtip yazmayı ihmal etmiyordu.

    Atatürk kitabı sonuna kadar dinledikten sonra; 'Bunun ithalini menetmekle hükümet hataya düşmüş. Adamcağız yaptığımız sefahati eksik yazmış, bu eksiklerini ben ikmal edeyim de kitaba müsaade edilsin ve memlekette okunsun!' diye latife etmişlerdi" (1)

    -“Atatürk, 1932'de Necmettin Sadak'ı çağırır ve kitaptaki yanlışlar ve çarpıtmalara ilişkin cevaplarını açıklar. Sadak, bu cevapları aynı yıl Akşam Gazetesi'nde yayımlar.”

    Armstrong'un kimliği hakkında yapılan araştırmada, yazarın işgal altındaki İstanbul'da görevli bir İngiliz İstihbarat Yüzbaşısı olduğu ortaya çıkar. İstanbul ile Anadolu'nun bağlantısını kesmek, İstanbul'daki cephanelikleri korumak, yakalananları kurşuna dizmek gibi görevleri üstlenmiş bir yüzbaşı...

    Ulusal Kurtuluşçuları kurşuna dizdirmiş olan Armstrong, eline bu kez silah olarak kalemi almış, hedefe Atatürk'ü koymuştur." (2)

    ...

    Ve “Bozkurt” isimli kitabın yazarının “Türk Düşmanı” olup olmadığının kararını, içerisinden yapacağımız alıntılarla okuyana bırakıyoruz;



    Ülke, askeri bir bunalımın eşiğindeydi ve o, yaşamının en önemli kararı almak zorundaydı. Yenilmiş olmakla birlikte, Yunan ordusu İzmir’den deniz yoluyla savuşmayı başarmıştı. Atina’dan gönderilen taze kuvvetlerle İstanbul’un az ötesinde, Trakya’da yeni bir ordu kuruluyordu.

    Mustafa Kemal’in donanması yoktu. Düşmanla karadan temasa geçmeliydi. Birliklerini onları yakalamak ve yeniden biçimlendirilmelerine fırsat vermeden ezmek üzere acilen kuzeye göndermişti. Yol, Çanakkale Boğazı’ndan geçiyordu. Çanakkale’de birliklerini Avrupa yakasına bırakmayan ve Yunanlılarla aralarında bir engel olarak duran bir İngiliz kuvvetiyle karşı karşıya gelmişti. Sorun ortadaydı: Yunan ordusu Trakya’da tahkimatlar yapıyordu; İngiliz İşgal ordusu yolu tutuyor ve aralarında bir duvar gibi dikiliyordu.

    Ankara’ya dönen Mustafa Kemal her zaman yaptığı gibi, kararını vermeden önce bütün olasılıkları tartarak durumu gözden geçirmekteydi. Artık bekleyemezdi. Zamanın hayati önemi vardı. Yunanlılar birliklerini düzene koymadan ve siperlerini kazmadan evvel, onları ezmesi gerekiyordu.

    Yunanlılar! Onları dövüp hamura dönüştürebilirdi; ama İngilizler! Bu bir başka meseleydi.

    Zafer sarhoşluğu ve guruyla dolu olmalarına karşın, Türk birlikleri yorgun, paçavraya dönmüş giysileriyle ve cephane sıkıntısı içinde, büyük silahlardan ve mekanize savaş imkânlarından yoksun durumdaydı.

    İngiliz birlikleri ülkeye alışmıştı, subayları deneyimli, mevzileriyse güçlü ve iyi tahkim edilmiş durumdaydı. Arkalarında büyük toplada donanmış savaş gemilerinden oluşan muazzam bir armada ve uçaklar, onların da arkasında bütün kudreti ve ihtişamıyla Britanya İmparatorluğu duruyordu.

    İngilizler savaşmaya niyetlenecek olurlarsa, Türklerin yenilgisi kesindi. Fakat acaba savaşmak niyetinde miydiler? Yoksa blöf mü yapıyorlardı. Bütün sorun bunun anlaşılmamasındaydı.

    Fransız ve İtalyanlar, İngilizlerin blöf yaptığını söylüyorlardı. Ruslar da öyle; fakat onlara pek güvenilmezdi. İngiliz gazeteleri savaşa, loyd George’a karşı feryat ediyorlardı. Lloyd George savaşmakta kararlıydı, ama pek ok kişi artık onun sonunun geldiğini ve İngilizlerin onun peşinden gitmeyeceğini ileri sürmekteydi. Burada durumu belirleyecek etken, İngiliz kumandanı Sir Charles Harrington’ın tutumu olacaktı.

    Söz konusu olan, onunla kendisi arasındaki zekâ savaşıydı. Uzaklarda, Anadolu dağlarındaki Türk, tam bir diktatördü; elinde kazandığı zaferden çılgına dönmüş, vatanı ve varlığını sürdürmek için savaşan bir ulus vardı. İstanbul’daki İrlandalı ise, durumundan pek emin değildi; ismen bir müttefik ordusunun kumandanıydı; kumandası altındaki İngiliz bildikleri de oldukça iyiydi, ancak, Fransız ve İtalyanlar onu desteklemeyeceklerdi.

    Ayrıca İngiltere’nin de onu destekleyeceğinden emin değildi. Hiçbir büyük ülkü uğruna savaşmıyordu; tek amacı, kendisini ve askerini mümkün olan en az adam ve prestij kaybıyla içinde bulundukları korkunç ve hatalı çıkmazdan çıkarabilmekti.

    İki kumandanın karakteri de, oynamak zorunda oldukları rollere son derece uygun düşüyordu. Türk çelik iradeli ve azimliydi. Bu savaşya ya Türkiye ve kendisini kurtaracak ya da yok olacaktı. Rakibini incelemişti. Londra’ya gönderirken Türk istihbaratının yakalayabildiği çok sayıda telgrafını okumuştu; İstanbul’daki Türk gözlemcilerden, gönderdiği mektupları ve hakkındaki raporları almıştı. Harrington’ın bir askerden çok, bir diplomat olduğunu anlamıştı.

    Birliklerini savaşa razı edebilirdi ancak onların cesaretini pekiştiremezdi. İyi bir kurmay subaydı; zeki, sağlam görüşlü ve nazikti; fakat ne bir kumarbaz, ne de bir bunalım dönemi önderi olamazdı. Hiçbir zaman büyük risk gerektiren o büyük kararı alması mümkün değildi.

    Mustafa Kemal kararını verdi. Danışmanlarından kimisi, yenilgi riskine girmeden, derhal barış yapmasını istediler. Çoğunluksa, şiddetle derhal saldırıya geçip İngilizleri bir kenara itmesinden Yunanlılara yetişip, onları Atina’ya dek kovalamasından yanaydı. Mustafa Kemal, en belirgin değerlerinden biri olan soğukkanlı muhakemesi sayesinde, birinin boş övüngenliğini ve diğerinin iradesizliğini dikkatle tarttı.

    Kararı barış aleyhinde oldu. Bu durumda, istediği koşulları elde etmesi kesinlikle olanaksızdı. Koşulları görüşmek değil, onları kabul ettirmek istiyordu. Yunanlıları şimdi yakalayacaktı. Harrington’ın son dakikada metanetinin tükeneceğine ve onun geçmesine izin vereceğine inanıyordu.

    Bir “yetenek testi” uygulamaya karar verdi. İki bin kişilik bir süvari birliğinin İngiliz hatlarına doğru ilerlemesini emretti. Süvariler sert bir şekilde burduruldular; durum ciddi görünüyordu.

    Şans yıldızına güvenip kumar oynaması gerekiyordu. Zayıf iradeli bir rakibe karşı işe yaraması mümkün olan bir hile, bir ‘ruse de guerre’ (savaş hilesi) uygulamayı deneyecekti.

    Piyadesinin silahları ters çevrilmiş halde ve dostça, barışçıl davranarak İngiliz mevzilerine doğru ilerlemelerini; eğer mümkün olursa yürüyüp geçerek İngiliz müstahkem mevkilerini işlevsiz bırakmalarını emretti.

    Tehlike büyüktü. Her iki tarafta da birliklerde sinirler gergindi. Bir kurşun, bir yanlış anlama, verilecek fevri bir emir savaşı başlatacak ve Türkiye İngiltere’yle savaşa girmiş olacaktı.

    Ancak, bir tek kurşun bile atılmadı. Siperdeki İngiliz askerleri ne yapacağını bilmez bir halde şaşkın, kalakalmıştı: Aldıkları emirler oldukça müphemdi: Ateş etmeksizin ya da güç kullanmaksızın Türkleri durdurmaları istenmişti. Türklerse ne duruyor ne de savaşıyorlar; sadece ilerleyişlerini sürdürüyorlardı.

    Durum oldukça kritik bir noktaya gelmişti: Türkler dikenli tele yaklaşmışlardı; İngiliz kumandana “Dur” emri geldiği zaman, teli aşmaya başlamışlardı bile: Bir ateşkes yapılmıştı.

    Fransızlar doğruca Mustafa Kemal’e bir temsilci, Mösyö Franklin Bouillon’u göndermişlerdi: Fransa, İngiltere’yle çıkacak bir savaşın, Bolşevik Rusya’nın da Türkiye’ye katılmasıyla yeni bir dünya savaşı felaketini alevlendirebileceğinden korkmuştu. Franklin Bouillon, savaşa yol açabilecek tüm olasılıklara son vermek niyetiyle gelmişti: Müttefikler ve İngilizler adına her sözü vermeye hazırdı.

    Müttefikler, Yunan ordusunun Trakya’dan çıkarılması ve Türkiye’nin Avrupa topraklarının geri verilmesi konusunda tüm sorumluluğu üstleneceklerdi: Savaştan değil, savaş tehdidinden bile kaçınabilmek için her şeyi, Mustafa Kemal’in tüm isteklerini yapmaya hazırdılar. Ve Mustafa Kemal lütfen, onunla bir anlaşması yaptı.

    Gerçekte, tüm istediklerini elde etmişti bu tam bir zaferdi. Bu sonucu elde edebilmek ona belki elli bin askere ve aylarca sürecek bir savaşa mal olacaktı. Ve eğer yenilirse, çok daha kötü şeylere mal olabilirdi. İngilizlerin blöfü başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

    Birliklerine durmalarını emretti ve İsmet’i General Harrington’la görüşmek Üzere Mudanya adlı köye gönderdi.

    Mudanya’da Müttefikler, Yunanlıların Trakya’dan geri döndürülmeleri ve zamanı geldiğinde İstanbul’dan ve tüm Türkiye’den ayrılmaları konusunda anlaşmaya vardılar.

    Mustafa Kemal galip gelmişti. Sakarya dönüm noktası olmuştu: İzmir, gösterişli bir başarıydı: Bu ise, gerçek zaferdi. Onun zaferiydi, onun cesareti, kararlılığı, hüneri ve muhakemesiyle bu, gıdadan, donanımdan yoksun, perişan ordu Yunanlıları kovalamış, Britanya İmparatorluğu’na kendi koşullarını kabul ettirmiş ve tüm Avrupa’nın gözünü korkutmuştu.

    Artık içeride ve dışarıda, kendi koşullarını dikte edecekti….” (3)

  2. #66
    Duhul
    Sep 2005
    İkamet
    TÜRKİYE
    Gönderi
    2,278
    Blog Yazıları
    20

    Esas

    Tarihe tanık olmuş dost-düşman herkes, kurtuluş savaşının ne zor koşullarda ve nasıl bir deha ile kazanıldığını kabul ve ifade ediyor.

    Osmanlı toruncukları hariç.
    Onlar, işgal ve kurtuluş savaşının varlığını dahi kabul etmiyor.
    Hatta, daha ileri gidip;
    "Keşke ingilizler tarafından işgal edilseydik" diyebiliyorlar.
    Kurtuluş mücadelesi veren kahramanlara kin kusmakta bir sakınca görmüyorlar.
    Yüzsüzlüklerini gazete ilanları ile belgeleyebiliyorlar.

    İşin vahim tarafı ise, çok büyük bir kitlenin desteğini alabiliyorlar.

    Yazık...
    Ve üzücü...
    Galiba, millet olma vasfını çoktan kaybettik...
    Kurtarıcılarına ve kahramanlarına sabah akşam hakaret etmek için yarışan ve hakaret ettikçe prim yapan aydınımsılara sahip bizden başka toplum var mıdır acaba?
    Son düzenleme : asagir; 09-01-2014 saat: 23:00.

  3. #67
    Duhul
    Sep 2005
    İkamet
    TÜRKİYE
    Gönderi
    2,278
    Blog Yazıları
    20

    Esas

    O gençleri birilerinin sopalarla dövüp öldürdüğünü görse ne yapardı acaba...

    https://www.facebook.com/TarihtarihS...510354849545:0
    Evet 28 ekim 1938 akşamı eski cumhuriyet bayramlarını anmadan edemedim.. Atatürk cumhuriyet bayramlarını büyük bir heyecanla beklerdi..tek korkusu havanın bozması idi..

    Ertesi sabah 29 ekim 1938 sabahı bütün gayretine karşın kalkamadı yatağından beni görür görmez ilk sözü şu oldu; “bugün bayram”.

    Yüzü her zamankinden daha solgundu. Akşama doğru gençler yine vapurları doldurarak tıpkı onun son 30 ağustosunda olduğu gibi, Dolmabahçe sarayı’nın önüne gelmişlerdi. Ata’yı görmek istiyorlardı. Coşmuşlardı. Tezahürattan yer gök inliyordu. Odaya doktor Neşet Ömer beyle Sahih Bozok girdiler. Atatürk onları yakınına çağırdı “ duyuyor musunuz” dedi.

    “Duyuyoruz paşam” dediler.. “bunlar bizim gençlerimiz” “evet paşam bizim gençlerimiz” dediler. “ne gür sesleri var öyle bir nesil yetişiyor ki bu neslin heyecanı yurt ve bayrak aşkı körletilmeyecek olursa, dünyanın en büyük en mutlu ülkesi biliniz ki Türkiye olacaktır. Dedi

    “onu körletmeye kimsenin gücü yetmeyecektir” dediler. “ ama etmek isteyenler çıkacaklardır tarihe bakınız, daima ulusların mutluluğuna, esenliğine gölge düşürecek bedbahtların çıktıklarını görürsünüz..” dedi.“ fakat paşam onlarda sizin attığınız temel var”

    “ bu çocukları görmek istiyorum buraya kadar geldiklerine göre, onlara hiç olmazsa el sallamalıyım..” dedi. “fakat” dediler. “ nedir fakat” dedi..

    bunu çok sert bir şekilde söylemişti. binbir güçlükle elbisesini, ayakkabılarını giydirdiler. Çektiği acıyı anlamaya imkan var mı? Ama vermişti kararını o coşkun gençliğe el sallayacaktı. Cumhuriyet’i emanet ettiği gençler bilmeliydiler ki, Ata’ları amansız hastalığın pençesinde kıvranırken bile kendileriyle birliktedir, onlara destek olmaktadır.Pencerenin önüne bir koltuk yerleştirdiler. Atatürk bu koltuğa oturdu. İşte o zaman kıyamet koptu dışarıda. Onu gören gençler çılgınca alkışlıyorlar, bayraklarını sallıyorlardı. Görülecek bir manzaraydı. Ata’nın gözlerinde yaş vardı.
    Ulusunu, gençlerini selamladıktan sonra;“yoruldum” dedi. Çok çabuk yoruluyorum beni lütfen yatağıma yatırınız onları gördüğüm için çok mutluyum..ve yatağına yatırıldı.Bunlar olup biterken Atatürk bir defa daha komaya girmişti. Ancak doktorlar hiç başından ayrılmamışlar onu hayata döndürmekte başarılı olmuşlardı.

    (SABİHA GÖKÇEN-ATATÜRK’ÜN İZİNDE BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ)

  4. #68

    Esas

    Olmasaydik olmazdin bayat klisesine

    Ingilizler kaybetti fakat gregoryan takvimi getirdiniz.
    Franzizlar kaybetti ama kelimelerini/alafelerini getirdiniz.
    Yunanlilar kaybetti ama camileri ahir yaptiniz.

    Yani kisacasi olmasaydida olurdu fazla birsey degismezdi.

  5. #69

    Esas

     Alıntı Originally Posted by Kitco Yazıyı Oku
    Olmasaydik olmazdin bayat klisesine

    Ingilizler kaybetti fakat gregoryan takvimi getirdiniz.
    Franzizlar kaybetti ama kelimelerini/alafelerini getirdiniz.
    Yunanlilar kaybetti ama camileri ahir yaptiniz.

    Yani kisacasi olmasaydida olurdu fazla birsey degismezdi.

    1915 senesinde İstanbul'un yaklaşık %50'si gayrımüslim idi...

    Bir de şöyle bakmak lazım. İspanya Anadolu'dan yüzlerce yıl önce İslam olmuştu.

    Ama 1600'lerde müslümanlar tamamen sürüldü.

    Aynı şey muhtemelen 1920 lerde Anadolu için de olacaktı, ama olmadı.

    En azından günümüze kadar...

    Sizi ayrıca çok kindar gördüm.

    İnsan zihni ipotek altında olduğunda dünyayı algılaması farklı olur. Sizi anlıyorum.

  6. #70
    Duhul
    Sep 2005
    İkamet
    TÜRKİYE
    Gönderi
    2,278
    Blog Yazıları
    20

    Esas

     Alıntı Originally Posted by Kitco Yazıyı Oku
    Olmasaydik olmazdin bayat klisesine

    Ingilizler kaybetti fakat gregoryan takvimi getirdiniz.
    Franzizlar kaybetti ama kelimelerini/alafelerini getirdiniz.
    Yunanlilar kaybetti ama camileri ahir yaptiniz.

    Yani kisacasi olmasaydida olurdu fazla birsey degismezdi.
    Bu başlıktaki önerme; Damat Ferit, Ali Kemal, Anzavur Ahmet, Şeyh Esat, Şeyh Said gibi kişilerin ideallerini paylaşanlar için değil; kurtuluş savaşını veren ve cumhuriyeti kuranların ideallerini paylaşanlar için geçerli sanırım.

    Kurtuluş savaşını verip cumhuriyeti kuranlar kaybetseydi; o idealleri paylaşanlar da kaybedeceği için "Olmasaydı, olmazdık." önermesi doğrudur.

    Ama tabi ki bu durum diğer gurup(Anzavur, Esat, Said, Ali Kemal ve benzerlerinin ideallerini paylaşanlar) için geçerli değil.
    O nedenle, başlığın konusunu üstünüze alınmanıza, öfkelenmenize gerek yok.
    Çünkü; siz olurdunuz. Hem de kazanan taraf olurdunuz.

  7. #71
    Duhul
    Sep 2005
    İkamet
    TÜRKİYE
    Gönderi
    2,278
    Blog Yazıları
    20

    Esas

    'Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla göz yaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.''

    (Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü, s.19)
    Mustafa Kemal ATATÜRK
    https://www.facebook.com/TarihtarihSayfasi

Sayfa 9/9 İlkİlk ... 789

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •