Arama sonucu : 5 madde; 1 - 5 arası.

Konu: İngİlİz "derİn Devletİ" İle Kİm AnlaŞti? (f-1'den İsmaİlaĞa'ya)

  1. #1
    Duhul
    Sep 2004
    İkamet
    UK
    Yaş
    41
    Gönderi
    493

    Question İngİlİz "derİn Devletİ" İle Kİm AnlaŞti? (f-1'den İsmaİlaĞa'ya)

    Bizim "derin devletin", daha doğrusu masonik-Atlantikç i kanadın bir huyu vardır. Aslında bu huy İngilizlerin "derin devletine" mahsustur desek daha doğru olacak.

    Anadolu'nun dört bir yandan bunaltıldığı bir noktada;

    "gelin masaya oturalım, bizde gidişattan memnun değiliz; siz de, ama karşılığında şunları isteriz"

    derler.

    Bizimkiler de; "vatanı parçalanmaktan, çöküşten kurtarıyoruz ve hatta şu kazanımları elde ediyoruz" duygusal meşruiyeti ile bu makro koordinasyon projelerini yürüten ortak istihbari konseylere dahil olurlar.

    Bu anlaşmanın detaylarından bırakın Millet'in; hükümetlerin, politikacıları n hatta askerin bile haberi olmaz.

    Bu anlaşma; "ebleh Amerikalının" uygulama; "hırslı/kontrolü zor Yahudi'nin" finansman düzeyinde haberdar olduğu; ABD-İngiltere ekseninden sorumlu güçlerin beynini oluşturduğu anlaşmadır.

    Üst düzey istihbari konseyler tarafından uygulanması koordine edilir ve "devlet içindeki devletler; konsey içindeki konseyler" bu anlaşma için masaya oturur.

    Anlaşmanın kamuoyuna yansıyan sonuçlarının etkilerini kontrol etmek de seçme bir kaç sahne önü politik figürün işidir.

    Kıbrıs'a hakim olmamızdan; İngilizlere teslim edişimize;

    Cumhuriyet'i kuruşumuzdan, İnönü'yle rayından çıkmaya başlamasına kadar bir çok tarihsel süreç;

    bu anlaşmaların bozulması ve tekrar imzalanması ile damgalanmış süreçlerdir.

    Öyle anlaşmalardır ki; Mustafa Kemal bile olsanız haberiniz olmayabilir.

    Arkanızdan anlaşıp, tarih kitaplarına sirozdan öldüğünüzü bile yazabilirler. Zaten içki huyunuzda vardır.

    "İçimizden bir ses" yeni bir anlaşma dönemi ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor.

    Gelin bu sese kulak kabartalım :

    1) PKK ve etnik Kürtçülük'le mücadelede gerekli desteğe/bugüne kadar uygulanan kösteklerin kaldırılmasına karşılık; uzun vadeli "Neo-Osmanlı" projesine destek olacak şekilde Barzanistan'ı n Türk Devleti'nin resmi ortağı olarak tescili ve bu yönde gerekli söylemsel, ekonomik ve politik açılımların, kamuoyunu ürkütmeyecek bir tempoda, işlenmeye başlanması.
    2) Kıbrıs'ın Türk Devleti olarak varlığının devam ettirilmesine ve AB cephesinin zayıflatılmasına/ bu cepheye verilen desteğin azaltılmasına karşılık Kıbrıs'ın ada olmaktan çıkarılıp; başlatılacak Suriye-İran savaşının ana lojistik üslerinden birine dönüşmesine destek
    3) "Siyasal İslam" tehlikesi iyice hadımlaştırılarak; bu ekolün radikal uçlarına erken doğum dolayısı ile erken müdahale imkanları yaratacak operasyonlar düzenlenecek ve Cumhuriyet'in üzerinden "şeriat" gölgesinin kalkması karşılığında; "Topkapı Sarayı" - "Patrikhane" hattında, ismi "halife" olmayan "çok dinli halife" müessesinin post-modern versiyonu devreye sokulacak.

    Kısacası;

    PKK'ya karşılık Barzanistan;

    KKTC ve AB dalgasının kesilmesine karşılık; Suriye-İran savaşı;

    "Şeriat"'a karşılık "tarihi İstanbul"...

    Bu anlaşmanın belgesini bulup çıkarmayı beklemeyin.

    İngilizlerin tabiri ile bunlar; kağıda yazılmayan "Gentlemens' Agreement"'tı r.

    Bunların yazılı metinlerini v.s. bulamazsınız ama bu tarz büyük anlaşmalar ertesinde su yüzüne bir kaç enformatik/eylemsel kabarcığın çıkması da engellenemez.

    "İçimizdeki ses" işte bu gibi anlarda algımızı açık tutmamızı söyler.

    Algınızı açık tutarsanız şunları görürsünüz...

    Bugüne kadar KKTC ile resmi futbol maçı yapacak kadar bile dünyaya karşı Milli ve Medeni cesaret gösterememiş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tutar; milyarlarca insanın izlediği F1 yarışında şampiyonluk kupasını KKTC Cumhurbaşkanı Talat'a verdirerek; çok net bir tavır koyar.
    Bu anı yukarıdaki tez açısından esas anlamlı kılan Talat'ın kupayı vermesi değil; Talat kupayı verirken yapılan canlı yayında İngilizce "President of the Turkish Republic of Northern Cyprus" ibaresinin dünyaya izlettirilmesidir.

    Cumhurbaşkanı olduğu devleti neredeyse kendisi bile tanımayan Talat'a kupayı verdirtmek TOBB Başkanı'nın bir kaç "lojistik" destekle ayarlayabileceğ i bir görüntüdür fakat uluslararası canlı yayında o ibareyi koydurmak; işte o istihbaratın elinden öper.


    Gelelim ikinci sahneye...

    İngiliz ve masonik-Türk "derin devletleri" arasındaki tarihi ensest ilişkisinin en güzide meyvelerinden bir tanesi; Türkiye-Pakistan ilişkisidir.

    Yıllardır ne hikmetse; Pakistan'ı yönetenler ya Kenan Bey'in kankası; ya da Beşiktaşlı olurlar.

    Tabi bu "kankalık" nedense bugüne kadar iki ülke arasında bol bol Beşiktaş şildinin dolaşmasına vesile olmuştur da; Pakistan şu meşhur kankalık adına KKTC'yi tanıma adına en ufak bir adım atmamıştır.
    Ne olduysa oldu ve bir baktık; Formula-1 yarışı sonrasında Pakistan Devlet Başkanı Beşiktaşlı Müşerref; Talat'ı KKTC Cumhurbaşkanı olarak ülkesine davet etti.

    Kendisi bile birden bu kadar tanınıyor olmanın şaşkınlığını sürekli gülümseyerek dışa vuran Talat bu daveti kaptığı gibi soluğu Pakistan'da aldı.

    Pakistan'ı Kenan Evren ve Beşiktaş bugüne kadar ikna edemedi de kim ikna etti sizce? Çarşı mı ?

    Buraya isterseniz bizzat İngiltere Başbakanı'nın eşi tarafından savunulan; KKTC'de ev alan İngiliz çiftin kazandığı davayı da ekleyebilirsiniz.

    Davanın; "KKTC'nin ayrı bir devlet olduğu" tezi üzerinden kazanıldığını da unutmazsanız; İngiltere'nin birden depreşen KKTC sevdası size daha bir anlamlı gelecektir.


    Kuzey Irak'a geçiyoruz...

    Irak'ın kuzeyine konuşlandırılan Barzanistan'ı n "Başbakanı" konumundaki Neçirvan Barzani'nin uzun süredir ortalıklardan yok oluşu ile ilgili "Türk Timleri Barzani'yi vurdu" söylentisi yayıldı ve daha sonra bu söylenti yalanlanarak; Barzani'nin bir akrabası tarafından vurulduğu ve tedavi gördüğü açıklandı.
    30 bin evladının katili olan İ.T.'i öldürme fırsatı eline geçmişken öldürmeyen; başına çuval geçiren İT'in milli yıldönümlerine bando ile eşlik eden bir devlet yapısının Barzani'yi; hem de OYAK'la, BEKO ile, Sabancı ve Koç ile bu kadar iş yaparken öldüreceğini varsaymak için saf olmak yetmez.

    Barzani'nin; yukarıda sözünü ettiğimiz anlaşma açısından ne kadar kritik konumda olduğunu görmek için;

    "terör uzmanı" olarak lanse edilen ve Yaşar Büyükanıt'a bir telefon; İsrail Başbakanı Ariel Şaron'a bir başsağlığı mesafesindeki Ercan Çitlioğlu'nun şu sözlerini iyi incelemek gerekir :

    'Bu kulis ya da tam tanımıyla bu provokasyon bazı çevrelerce bilinçli olarak yayılmaktadır. Türkiye'nin PKK ile mücadelesinde Barzani ve Washington'la geldiği uzlaşma-destek zemininin dinamitlenmesi amaçlanmaktadı r. "Türk Özel Timi Barzani'yi vurdu" dedikodusu bana ulaşan kaynaklara göre kesinlikle de doğru değildir. Barzani 3 hafta önce kendi akrabası tarafından vurulmuştur doğru bilgi budur. Malum birileri gerçeği çarpıtıp-Türk Özel Timimizin üzerinde şüphe oluşturup-bölge planlarımızı, PKK ile mücadele de sınır ötesine operasyonda işbirliğini engellemek istiyor '

    Bu demeçte; "Terörle Mücadele" için bir terör ağasına, hem de devlet bazında yapılan "ortak" muamelesini siz de görüyor musunuz? Peki sizce Çitlioğlu'nun bu Barzani sevgisinin kaynağı ve "Barzani'yi kaybetmeye gelmez" hassasiyeti nereden?


    Ve son sahne...

    Çarşamba'da İsmailağa Camii imamının öldürülmesi...

    "Kafasına iki kurşun sıkarak intihar etti"

    cümlesinden sonra tarihin en yaratıcı intihar senaryolarından birine vesile oldu.

    Emniyet Müdürü Cerrah'ın imamın katilinin öldürülmesi ile ilgili olarak sarfettiği "Katil kafasını vura vura intihar etti" incisinden sözediyoruz.

    "Cemaat cinayetinin katilini buldum" başlıklı yazısında;

    okuyucuda bir halt bulduğu izlenimi yaratıp;geçmiş yıllardaki cemaat tecrübesinin getirdiği o kadar "insider" tecrübeyi Beyaz Türklere ispiyonladıktan sonra;

    "bu iş meczup işi" cümlesi ile yazısını bitiren Ahmet Hakan'ın Cerrah ile arasında kaç telefon görüşmesi mesafe var bunu sizin değerlendirmenize bırakıyorum.

    Hatta Türk basınında kimler bir ismi Kağıthane'den alıp Nişantaşı'na taşıyabilir; taşımakla da kalmaz kendisinin profilini bir gecede kamu yönlendirici (opinion maker) konumuna yükseltebilir sorusunun cevabını da sizlere bırakıyorum.

    Ben size İsmailağa cinayetinden bu yana elimize ulaşan bilgilerden teyit ettiklerimizin bir listesini sunayım :

    Son günlerde Pentagon kaynaklı raporlarda Nakşibendilik; Dürzilik, Marunilik, Kürtlük gibi diğer etnisitelerle birlikte aynı satırda anılmaya başlandı


    İsmailağa Cemaatinin şeyhi ile KKTC'deki; İngilizlerin çok sevdiği şeyh Kıbris'i ile arasında özel bir ilişki var. Arada kuryeler gidip geliyor.


    İsmailağa cemaatinin oturduğu alan; özellikle Patrikhane'nin üstündeki tepe olarak "tarihi İstanbul" açısından kritik önem taşıyor.





    Bu kadar enformatik ve eylemsel kabarcığın okyanusun derinlerinde bir tektonik kayma olmadan çıkma olasılığı tartışılabilir.

    Tartışılamayacak olan...

    Dünyayı yönetme iddiasındaki Anglo-Sakson merkezli konseylerle;

    Türk Devleti'ne ciddi anlamda sızmış olan masonik konseylerin;

    tarihte daha önce de bu tarz anlaşmalar yapmış olduklarıdır.


    Askeri cepheler arasında koşturmaktan yorulduğunda KAR ÜZERİNDE YAN YATIP DİNLENEN ASKER Mustafa Kemal'i harcamaktan çekinmeyenlerin. ..

    Finans cepheleri arasında koşturmaktan yorulup ara verdiğinde; Millet'ini ve Askerini yan gelip yatmakla suçlayan İMAM Tayyip Erdoğan'ı harcamaktan çekineceklerini varsaymak büyük hata olacaktır.

    Tayyip Erdoğan'ın şansı...

    Bu tarz anlaşmalara varan güçlerin;

    Büyük Adamların bedenini...

    Küçük adamların ise sadece ismini yoketmesidir.



    Behiç Gürcihan
    (Kıvanç Değirmenli)

    Açık İstihbarat

  2. #2

    Esas

    gece yarisi paylasilmis bir yazi.
    sanirim sizi uyutmamistir.
    biz de uzerinde dusunelim.

  3. #3

    Esas

     Alıntı Originally Posted by PROGRAMMER Yazıyı Oku
    Bizim "derin devletin", daha doğrusu masonik-Atlantikç i kanadın bir huyu vardır. Aslında bu huy İngilizlerin "derin devletine" mahsustur desek daha doğru olacak.


    Bu tarz anlaşmalara varan güçlerin;

    Büyük Adamların bedenini...

    Küçük adamların ise sadece ismini yoketmesidir.

    Behiç Gürcihan
    (Kıvanç Değirmenli)

    Açık İstihbarat

    problem burada işte, "O, küçük adamlar" yok olduğunda, toplumlar içinde bıraktıkları onarılması zor yaralar...

    bir de kitap aklıma geldi...

    "dinle küçük adam" -W.Reich-

  4. #4
    Duhul
    Jul 2004
    İkamet
    İstanbul
    Yaş
    40
    Gönderi
    249

    Esas

     Alıntı Originally Posted by hank Yazıyı Oku
    problem burada işte, "O, küçük adamlar" yok olduğunda, toplumlar içinde bıraktıkları onarılması zor yaralar...

    bir de kitap aklıma geldi...

    "dinle küçük adam" -W.Reich-
    Orta okul yıllarımda okumuştum.Hatta sanırım ilk okuduğum kitaptı..
    Gerçekten mukemmel bir kitap.

  5. #5
    Duhul
    Jan 2004
    İkamet
    İstanbul
    Gönderi
    1,249
    Blog Yazıları
    3

    Esas Rüya mı dediniz, bayım?

    03/09/2005

    Tarihi bir gerçek var: İngiliz-Yahudi siyasetinin en büyük hedefi, Osmanlı'dan daha çok, âhı gidip vâhı kalmış "hilafet" idi. Bunu isbata şu bilgi yeterlidir:

    Lozan Antlaşması, Lozan'da 24 Temmuz 1923'te imzalandı. . mevcut Meclis yapısının bu anlaşmayı imzalamayacağını tesbit ettiği için Meclis'i dağıttı. İkinci Meclis'e verilen ilk görev ilk günkü toplantıda (11 Ağustos 1923) alelacele Lozan'ı onaylamaktı, öyle de oldu. Fakat bu anlaşmanın resmen yürürlüğe girmesi için İngiliz Parlamentosu tarafından da onaylanması gerekiyordu. İngilizler masada imzaladıkları bu anlaşmayı onaylamak için tam 7.5 ay beklediler.

    Neyi mi beklediler? Bu sorunun cevabı, İngiliz parlamentosunun Lozan'ı onayladığı tarihte gizli: 6 Mart 1924. Yani? Yanisi, hilafetin Millet Meclisi'nce "ilga" (?) edildiği 3 Mart tarihinin hemen ardından.


    İngilizler, sadece kuru bir unvandan ibaret kalmış hilafetten ne istediler?

    Bu sorunun cevabını en iyi yine İngilizler bilir. Çünkü İngiltere, 20. yüzyılın başında, sömürgeleri sayesinde yeryüzünün en kalabalık Müslüman nüfusuna sahipti.
    Sultan 2. Abdülhamid'in hilafetin gücünü kullanmaya kalkması, sömürdüğü Müslüman topluluklarla İngilizlerin karşı karşıya gelmesine neden olmuştu. Abdülhamit, Türkistan'dan Libya'ya, Hindistan'dan Cezayir'e, Yemen'den Bosna'ya kadar Hilafet'in nüfuzunu kullanmak için her çareye başvurdu, birçok Müslüman çevreyle iş birliği yaptı.

    İngilizler'in Osmanlı hilafetine karşı besledikleri niyet açığa çıktıktan sonra Hindistan'da kurulan Hilafet Komitesi, Osmanlı'nın siyasal coğrafyası içinde yer almamış olan İslam toplumları arasında dahi, Osmanlı Hilafeti'nin yaygın nüfuzunun göstergesidir.

    Bu nüfuzun etkisi, sadece Sünni dünyada değil, en müfrit Şii fırkalara varana dek, tüm mezhep ve mektepleriyle bütün bir İslam dünyası üzerinde görülüyordu. Bu cümleden olarak İslam'ın Şii yorumunun en uç fırkalarından biri olan İsmailiyye İmamı Ağa Han'ın İngiltere İslam Cemiyeti adına Ankara'ya, hilafeti kaldırmama, aksine daha da güçlendirme talebini içeren bir mektup göndermesi dikkate değer. Hindistan Müslümanları, savaşta paralarıyla destekledikleri Ankara hükümetinin, kendilerine kulak tıkamayacağı inancındaydılar.

    Hilafet meselesi, o yıllarda İslam tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar teorik tartışmaların konusu haline gelmişti. "İlga"dan sonra Cumhuriyet'in ilk vekillerinde ve İslam hukuku hocası Seyyid Bey'in 'istim arkadan gelsin' kabilinden mevcut kararı meşrulaştırıcı ünlü konuşması ve ona muhalif görüşlerle, tartışma diğer coğrafyalara da sıçradı. Özellikle M. Reşid Rıza, başlangıçta ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaştığı Ankara'ya, hilafetin ilgasının ardından açtığı tüm kredileri sıfırlamış, hatta onun çıkardığı el-Menar dergisi, yeni rejimin İslam dünyasındaki en ateşli eleştiri platformu haline gelmişti.

    ..................................

    Bizce, hilafetin 'ilgası' İslam dünyasında ortaya çıkan İslami hareketlerin de başlangıcını teşkil eder. 1928'de Mısır'ın İsmailiyye'sinde genç bir öğretmenin ellerinde doğan İhvan-ı Müslimin hareketinin çıkış nedeni, 1350 yıllık İslam hilafetinin son vatanı Anadolu'da batmasının Müslüman toplumlar üzerinde meydana getirdiği psiko-sosyal travmadır. Aynı şey, Mevdudi önderliğinde Hind Altkıta'sında doğan Cemaat-i İslami için de geçerlidir.

    Yani, hilafet kurumunun beklenmedik bir şekilde aniden ortadan kaldırılması, tüm Müslümanların ruhunda derin bir boşluk bırakmıştır. Bu boşluğu doldurma çalışmaları o gün bu gündür son bulmamış ve bulacağa da benzememektedir.

    İşte Cezayir'de Devlet Başkanı Buteflika'nın, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e "Osmanlı Commonwealt"ı oluşturulmasını teklif etmesini bu çerçevede algılamak gerekmektedir. .......Hilafeti ilgaya Ankara'yı ikna eden Başhaham Haim Naum'un bu işi hallettikten sonra Mısır'a giderek orada Baasçılığın babası Cemal Abdünnasır'a tercüman ve danışman olması tesadüf olmasa gerek..... O eğitimi alanlardan biri olan Buteflika'nın şimdilerde "Osmanlı Uluslar Topluluğu" oluşturalım teklifinde bulunması, bir ezber bozmadır. Aynı tutum zımnen Beşşar Esed'de de görülmüştür ve Osmanlı toprağında kurdurulan diğerleri de er geç bu tutumu alacaklardır.

    Tarih kaderdir, coğrafya kaderdir. Kaçamazsınız. Arkanızdan kovalar ve sizi iki yakanızdan tutup sarsar ve der ki: Ya kendine gel, ya da yok ol!

    Rüya görmek mi? Hadi canım sen de! Rüyası olmayanın çek kuyruğundan.

    http://www.mustafaislamoglu.com/maka...d=512&Kat_id=8

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •