Anket Sonuçlarını Gör: Her güne bir aperatif şeklindeki bölümlerin ve kitapların devamını

Oylayan
15. Bu anket için oy kullanamazsınız
  • Bu şekilde forumdan okumak güzel

    4 26.67%
  • Pdf'ini indirip okumayı tercih ediyorum

    2 13.33%
  • Kitabı gidip almak daha mantıklı

    1 6.67%
  • Bunlar boş işler

    0 0%
  • Sen bi tanesin

    8 53.33%
Sayfa 3/5 İlkİlk 12345 SonSon
Arama sonucu : 40 madde; 17 - 24 arası.

Konu: At Gözlüğü'nün Dışındakiler

  1. #17
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 10

    ÇATIŞMAYI ÖNLEYİCİ ALTIN KEMERLER TEORİSİ

    Thukydides, Peloponnesos Savaşları’na ilişkin tarihinde, ülkelerin üç nedenle-.onur, korku ve çıkar.-savaşa gittiğini yazmıştır;

    Küreselleşme onur, korku ya da çıkar nedeniyle savaşa gitmenin bedelini yükseltmekle birlikte, bu nedenlerin hiçbirini dünya sahnesinden silmez ve silemez-dünya insanlar yerine makinelerden oluşmadıkça imkansızdır bu. İktidar mücadelesi, maddi ve stratejik çıkarlara yönelik arayış ve zeytin ağaçlarımızın yakamızı hiç bırakmayan duygusal ağırlığı, mikroçiplerin uydu telefonlarının ve internetin dünyasında bile her zaman varlığını sürdürür. Küreselleşme, jeopolitiği sona erdirmez. Bu kitabı okuyan bu gerçekçiler için bunu bir kerede daha söyleyeyim: Küreselleşme, jeopolitiği sona erdirmez.

    Ancak bugünün küreselleşme sistemi, onuruna sahip çıkmak, korkulara karşılık vermek ya da çıkarlarına hizmet etmek amacıyla savaşı bir araç olarak kullanan ülkelerin önüne eskisinden çok daha ağır bir fatura çıkarıyor.

    Altın deli gömleği ile elektronik süreye giderek daha bağımlı hale gelmesiyle-sisteme bağlanan ülkelerin dış politikadaki davranışlarına çok daha güçlü bir kısıtlamalar ağı getiriyor. Savaşa girmemeyi ülkelerin çıkarlarına daha uygun kılan nedenleri artırıyor ve savaşa girmenin bedelini modern tarihte hiç olmadığı kadar çeşitli yollarla ağırlaştırıyor.

    Önceki küreselleşme çağında ülkeler sorunlarını savaşla çözmeye karar vermeden önce iki kere düşünüyor idiyseler, bu küreselleşme çağında üç kere düşünecekler.

    Her şeyden önce, küreselleşme sisteminde bütün dünyanın siyah ve beyaz karelere bölündüğü satranç tahtası artık yoktur. Sovyetler Birliği çöktüğü için artık siyah taşlar yoktur, bu yüzden beyaz taşlar da yoktur.

    Bir ülkenin büyük çekler almak için gidebileceği tek yer elektronik sürüdür ve elektronik sürü satranç oynamaz. O monopol oynar. Parayı kimin alıp kimin alamayacağı, Intel'in, Cisco'nun ya da Microsoft'un bir sonraki fabrikasını nereye kuracağına ya da Fidelity küresel yatırım fonunun parasını nereye yatıracağına bağlıdır. Ve elektronik sürünün boğaları bir ülkenin sevgisini ve bağlılığını kazanmak için açık çekler imzalamaz, sadece para kazanmak için yatırım çekleri imzalar. Süper piyasalar ve elektronik sürü, ülkenizin dışarıya nasıl bir renkte göründüğüne hiç mi hiç aldırmaz. Onları tek ilgilendiren nokta, ülkenizin iç donanımının neye benzediği, hangi düzeyde bir iletişim sistemini ve yazılımı çalıştırabildiği ve devletinizin özel mülkiyeti koruyup koruyamayacağıdır.

    Bu yüzden ülkelerin ya sürünün cazip bulduğu biçimde hareket etmekten ya da onu gözardı ederek onsuz yaşamanın bedelini ödemekten başka şansı yoktur.

    İsrail'in Filistin'le sürtüşmesi yabancı sermayeyi etkilemiyor. Zira yazılım, çip ve buna benzer ileri teknoloji ürünleri ihraç etmekle, günümüzün enformasyon ekonomisinin enerji kaynaklarını ihraç etmiş oluyor. İsrail yönetimi Filistinlilere ne yaparsa yapsın. Her ülke bu enerjiyi istiyor; tıpkı 1970'lerde Araplar Yahudilere ne yaparsa yapsın, her ülkenin Arap petrolünü istediği gibi. Gerçekten jeopolitik önem taşıyor bu. İsrailli bir ekonomi yazarı bana şöyle demişti: "İnsanların istediği teknolojiye sahipseniz, kimse Filistinlileri ezip ezmediğinize aldırmıyor".

    İsrail'i düşük yoğunluklu baskılar karşısında daha güçlü kılan bir başka şey de ileri teknoloji bilgi ihracatının son derece hafif olması ve kolayca kesintiye uğratılamaması. İsrail.deki ileri teknoloji yatırımları da ağırlıklı olarak insana ve beyin gücüne yapılıyor, kolayca yıkılabilecek fabrikalara değil. Ayrıca İsrail'in ileri teknoloji ihracatı gergin ilişkiler içinde olduğu komşularına değil, Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'daki uzak pazarlara gidiyor.

    Dünyaya sunabileceğiniz tek şey ucuz işgücü ya da petrol ise, ki Arap devletlerinin çoğunda durum budur, işgücü havuzunun büyüklüğüyle ve petrolün fiyatıyla kısıtlanırsınız. Ama zenginliği seçmiş ve dünyanın her yerinden bilgi, sermaye ve kaynak toplamayı başaran bir ekonomininiz varsa, büyüklüğünüz sizi kısıtlayan bir unsur olmaktan çıkar, tıpkı İsrail'de olduğu gibi.

    Soğuk Savaş'ın devletler, ordular ve nükleer silahlar üzerine inşa edilmiş geleneksel bir güçler dengesi sistemi olduğu konusunda yaygın bir görüş birliği vardı. Ve strateji uzmanı olmak demek, dünyanın bölünmüşlüğüyle başa çıkmak, ona istikrar kazandırmak ya da onu ortadan kaldırmak amacıyla bu parçaları farklı konfigürasyonlar halinde tekrar tekrar bir araya getirmek demekti.

    Oysa küreselleşmenin jeopolitiği çok daha karmaşıktır. Karşı kamptaki ulus-devletlerden (Irak, İran, Kuzey Kore) gelen tehditleri yine dikkate almak zorundasınız. Ama bugün, giderek, bağlı bulunduğunuz kamptan gelen tehditleri de dikkate almanız gerekiyor - bunlar arasında internetten, piyasalardan ve kapınızdan içeri dalabilecek süper-güçlendirilmiş bireylerden gelecek tehditler de var.

    Küreselleşme çağının devletler arası savaşların değil, iç savaşların çağı olması güçlü bir olasılık. Bu yeni iç savaşlarda taraflar Amerikan yanlısı ve Sovyetler yanlısı diye. Hatta geleneksel sol ve geleneksel sağ diye de bölünmeyecek. Hayır, bu savaşlar küreselleşme yanlıları ile küreselleşme karşıtları arasında, her toplumdaki küreselciler ile yerelciler arasında, yeni sistemin getirdiği değişimden yarar sağlayanlar ile ona yetişemediklerini hissedenler arasında geçecek.

    Her zaman söylerim, gelişmekte olan bir ülkenin liderine, silahlarını peşin parayla satın almak zorunda olduğunu söylemek kadar iyi bir baskı unsuru yoktur, hele de bugünlerde, tek bir gelişmiş savaş uçağının fiyatı 50 milyon dolara kadar çıkmışken.

    Politika ve heyecan Amerika'da tahvil piyasasına yenilmiş olabilir, ama Şam'ın ara sokaklarında değil. Burada hala aşiret bağlarının sözü geçer, şirket bonolarının değil. Burada politikayı hala egemen aşiretin demir yumruğu yönlendirir, piyasanın gizli eli değil. Burada zeytin ağaçları sevilir, Lexus'ları değil. (devam edecek)

  2. #18
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 11

    YOK EDİCİ

    Bir dağı kaybettiyseniz o dağ gitmiştir-onu yeniden ortaya çıkaramazsınız. Ormanları kesmişseniz onları yeniden yetiştirebilirsiniz, ama biyolojik çeşitliliği, bitkileri ve hayvanları kaybedersiniz. Korkarım ki bir on yıl sonra hepimiz çevre bilincine ulaşmış olacağız, ama geriye koruyacak bir şey kalmamış olacak…..

    Çevresel ve kültürel koruma olmadıkça sürdürülebilir bir küreselleşme mümkün olmayacaktır. Toplumunuzu bir arada tutan ve ona dünyayla doğru ilişkiler kurması için gerekli özgüveni ve bütünlüğü veren kültürel temelleri tahrip ediyorsanız, yükselen bir toplum inşa edemezsiniz. Oysa küreselleşme sistemiyle baş etmenin vazgeçilmez bir koşuludur bu.

    Çevre yoksa sürdürülebilir bir kültür de olmayacaktır, sürdürülebilir bir kültür yoksa sürdürülebilir bir toplum hayatı da olmayacaktır ve sürdürülebilir bir toplum hayatı yoksa sürdürülebilir bir küreselleşme de olmayacaktır.

    Sürdürülebilir bir küreselleşmeye ulaşıp ulaşamayacağımız, kısmen, başka kültürlerin en iyi yanlarını özümserken, kendi kültürümüzü ve doğal çevrimizi korumak için gerekli filtreleri çalıştırmada her birimizin ne ölçüde başarılı olacağına bağlı. Küreselleşme eğer kültür alışverişinde bulunmanın daha etkili bir yoluna dönüşür ve insanları daha geniş seçeneklere kavuşturursa, kültürleri homojenleştirmek yerine çeşitli kültürlerden kurulu bir konfederasyon haline gelirse ve ruhsuz, standartlaşmış bir yerküre yerine kültürel çeşitliliği daha yüksek bir dünyayı desteklerse, sürdürülebilir olacaktır. (devam edecek)

  3. #19
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 12

    KAZANAN GÖTÜRÜR

    Sanayileşmiş ülkelerde zenginler ile yoksullar arasındaki gelir uçurumunun, küreselleşme sisteminin Soğuk Savaş’ın yerini aldığı 1980’ler ve 90’larda göze çarpacak biçimde açılmış olduğu bir gerçektir.

    İktisatçılar size, gelir düzeyleri arasındaki bu açılmanın, büyük bir bölümü küreselleşmeyle bağlantılı çok sayıda nedeni olduğunu söyleyecektir.

    “Kazanan Götürür” fenomeninden söz ediyorum: Her alandaki galiplerin bu dev küresel pazara satış yapabildikleri için gerçekten büyük paralar kazanması, buna karşılık yetenek olarak onların biraz daha gerisinde olanların ya da hiçbir becerisi olmayanların ancak kendi yerel pazarlarıyla sınırlı kalması ve bu yüzden genellikle çok daha az kazanması.

    Tepeye en yakın olanlar orantısız bir pay koparır. Farklı pazarlar küreselleştikçe ve “kazanan götürür” pazarlarına dönüştükçe, ülkelerin içindeki ve ülkeler arasındaki eşitsizlik artar.

    Bill Gates’in servetinin, en yoksul 106 milyon Amerikalının toplam net mal varlığına eşit olduğu belirtiliyor. Gerçekten de spor ve sahne yıldızları ile hayranları arasındaki uçurum inanılmaz bir boyuta ulaşmış bulunuyor. Bir çok insan bugün bir spor karşılaşması, bir konser gibi basit hayat zevklerinden mahrum kalıyorsa ortada yanlış bir şey var demektir.

    Orta sınıfın ortaya çıkışı 20. yüzyıl ortalarına özgü bir olgudur. Giderek büyüyen bu uçurumlar, ABD’nın dışında, orta sınıfların genellikle çok daha küçük, tekel karşıtı düzenlemelerin ve geliri eşitlemeye dönük başka yasaların daha etkisiz olduğu ülkelerde özellikle göze çarpıyor. Uzun vadede bu gelir uçurumları, böyle genişlemeye devam ederse, küreselleşmenin zaafına dönüşebilir. Bana kalırsa, teknoloji, piyasalar ve telekomünikasyon tarafından giderek daha sıkıca bütünleştirilen, ama toplumsal ve ekonomik olarak giderek daha fazla bölünen bir dünyada temel bir sakatlık vardır.

    1998 Birleşmiş Milletler insani Gelişim Raporu’na göre, 1960’ta dünyanın en zengin ülkelerinde yaşayan yüzde 20’lik insan nüfusu, en yoksul ülkelerde yaşayan yüzde 20’lik kesime oranla 30 kat gelire sahipti. 1995’e gelindiğinde, en zengin yüzde 20’nin geliri yoksul kesimdeki düzeyin 82 katına çıkmıştı.

    İstatistiklerin söz ettiği kategoriler "zenginler, orta sınıf ve yoksullar" gerçekdışı. Burada sadece zenginler ve sefiller var. (devam edecek)

  4. #20
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 13

    TEPKİ

    Küreselleşmeye yönelik tepki açık ve yaygın bir hale gelmektedir. Bütün tepki güçlerinin ortak özelliği, küreselleşme sistemine bağlandıktan sonra ülkelerinin tek boy bir altın deli gömleğini giymeye zorlandığı biçiminde bir duygudur. Kimisi ekonomik olarak sıktığı için sevmiyor deli gömleğini. Kimisi deli gömleğini genişletecek bilgi, beceri ve kaynaklara sahip olmadığından ve bu gömleğin vaat ettiği altınlara hiç kavuşamayacağından korkuyor. Kimisi yarattığı gelir uçurumlarına ya da iş imkanlarını yüksek ücretli ülkelerden düşük ücretli ülkelere kaydırmasına kızdığı için sevmiyor deli gömleğini. Kimisi çocuklarını kendi kültürlerine ve zeytin ağaçlarına yabancılaştıran bir çok küresel güç ve etkiye açık hale gelmekten hoşlanmadığı için hoşlanmıyor ondan. Kimisi kendi doğal çevresine uyguladığı baskılar yüzünden sevimli bulmuyor deli gömleğini. Kimisi de ülkesini DOSermaye 6.0 düzeyine çıkarmak çok zor olduğu için sevmiyor onu.

    Ne yazık ki, herkes hızlı koşacak donanıma sahip değil. Bu dünyada ezilmemek için çaresizce çırpınan pek çok kaplumbağa var. Kaplumbağalar, duvarlar yıkıldığı zaman Hızlı Dünya’nın içine çekilmiş olan ve bugün şu ya da bu nedenle onun tarafından tehdit edilen ya da reddedilen insanlardır. Bunun nedeni işsiz olmaları değildir; yaptıkları işlerin küreselleşme tarafından hızla dönüştürülmekte, küçültülmekte, akışa uydurulmakta ya da geçersiz kılınmakta oluşudur. Ve aynı küresel rekabet devletlerini de küçülmeye ve verimlileşmeye zorladığından, bu kaplumbağaların pek çoğu hayatlarını kurtaracak bir güvenlik ağından da yoksundur.

    Küreselleşme, tekrara dayalı el işçiliğinin yerine makineleri koyarak ve geriye kalan işler için daha çok beceri talep ederek yoluna devam ettikçe, kaplumbağalara kalan iyi işlerin sayısı gitgide azalacak.

    Dolayısıyla bugün imalat sektöründe iş bulmak için her zamankinden daha vasıflı olmanız yetmiyor, aynı zamanda daha çeşitli vasıflarınız olması gerekiyor. Bu durum kaplumbağaların hayatını çok zorlaştırıyor.

    Bana kalırsa, kaplumbağalar ve sisteme ayak uyduramayan bütün diğer insanlar, alternatif bir ideoloji arama zahmetine girmeyecek. Onların ters tepkisi başka bir biçimde ortaya çıkacak. Yağmur ormanlarını yok edecekler. Endonezya’da, mağazalarını yağmalayarak Çinli tüccarları yiyecekler. Rusya’da, İran’a silah satacak ya da suça yönelecekler. Bu insanların bir bayrağı, bir manifestosu yok. Sadece karşılanmamış ihtiyaçları ve özlemleri var. İşte bu yüzden, pek çok ülkede, küreselleşme karşıtı popüler kitle hareketleri yerine birbirini izleyen suç dalgaları görüyoruz . insanlar gerek duydukları şeyi kapıp kaçıyor, kendi güvenlik ağlarını kendileri örüyor ve işin teorisi ya da ideolojisiyle hiç ilgilenmiyorlar.

    Bütün devrimler gibi küreselleşme de iktidarı bir gruptan diğerine kaydırıyor. Çoğu ülkede bu kayma, iktidarın devletten ve devlet bürokrasisinden özel sektöre ve girişimcilere geçmesi biçiminde gerçekleşmiştir. Bu değişim gerçekleşirken, statüsünü devlet bürokrasisindeki konumuna, onunla olan bağlarına ya da büyük ölçüde düzenlenmiş ve koruma altındaki bir ekonomideki yerine borçlu olan herkes, eğer Hızlı Dünya’ya geçiş yapmayı başaramazsa, yenik duruma düşebilir. Devlet tarafından ihracat ya da ithalat tekelleriyle sarmalanan girişimciler ya da tanıdıkları, ürettikleri mala uygulanan yüksek gümrük tarifeleriyle devlet tarafından korunan sanayiciler, her yeni sözleşmeyle daha az iş saatine karşılık daha çok para koparmaya alışmış büyük sendikalar, kamu fabrikalarında çalışan ve fabrika kâr etse de etmese de ücretlerini alan işçiler, sosyal devletlerde, ülke ekonomisi ne durumda olursa olsun, nispeten cömert olanaklardan ve sağlık hizmetlerinden yararlanmış olan işsizler, kendilerini piyasadan ve piyasanın en zorlayıcı yönlerinden korumak için devletin ihsanına güvenmiş olan herkes için geçerlidir bu.

    Bazı ülkelerde küreselleşmeye karşı en sert tepkinin neden nüfusun en yoksul kesimlerinden ve kaplumbağalardan değil de, koruma altındaki komünist, sosyalist, ve sosyal devlet rejimlerinin orta ve alt orta sınıflarındaki "eski çıkar sahipleri"nden geldiğini anlamamız böylece kolaylaşıyor. Etraflarındaki koruma duvarlarının yıkılmasına, içinde zenginleştikleri hileli oyunların ortadan kalkmasına ve altlarındaki güvenlik ağlarının küçülmesine tanık olmak, bunların büyük bölümü için çok tatsız bir tecrübe olmuştur. Ve kaplumbağaların tersine, aşağıya doğru hareketlilik içindeki bu gruplar, küreselleşmeye karşı örgütlenmelerini sağlayacak politik güce sahiptir.

    Gelişmekte olan ülkelerde küreselleşmeyle ilgili politik mücadele verirken önemli olan, bu kavramı desteklemeye ve gerekli dönüşümü yaratmaya yeterli insan sayısına, yani kritik büyüklüğe ulaşmaktır. Odaların boyanması yetmez. Binanın yeni bir zemin üzerinde yeniden inşası gerekir.

    Altın deli gömleğini giyen ülkelerin hemen hepsinde, durmaksızın küreselleşme aleyhine kamuoyu oluşturmaya çalışan en az bir popülist parti ya da büyük aday var. Bunlar o kadar hızlı koşmaya, ticaret ağını o kadar genişletmeye ya da sınırları o kadar açmaya gerek kalmadan, aynı yaşam standartlarını sağlayacağını iddia ettikleri bir takım korumacı, popülist çözümler sunuyor. Hepsi de belli yerlere birkaç duvar dikmenin her şeyi çözmeye yeteceğini ileri sürüyor. Geçmişlerini geleceklerine tercih eden bütün insanlara sesleniyor bunlar.

    Bu popülist, küreselleşme karşıtı adayların gücü, büyük ölçüde içinde bulundukları ülkenin ekonomik durumuna bağlı. Genellikle ekonomi ne kadar zayıfsa, bu basite indirgeyici sahte çözümler o kadar çok yandaş buluyor. Ama bunların sadece kötü zamanlarda ortaya çıktığını sanmak büyük hata olur. Bu kültürel tepkinin politik istikrar açısından en tehlikeli biçimi, diğer tepki türlerinden biriyle birleştiği zaman ortaya çıkıyor . küreselleşmenin ekonomik olarak mağdur ettiği insanlar, kültürel olarak mağdur ettikleriyle bir araya geldiği zaman. Bu fenomenin en açık gözlendiği yer, farklı cephelerde savaşan çok sayıda köktenci grubun, küreselleşmenin doğurduğu kültürel, politik ve ekonomik ters tepkileri, iktidara el koymayı ve kendileriyle dünya arasına bir perde çekmeyi amaçlayan tek bir politik hareket ve tek bir bayrak altında toplamada büyük ustalık kazandığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dır.

    Elbette ki, toplumunuzu dinsel ve geleneksel değerlerden oluşan bir zemin üzerine oturtmaya çalışmanın bir sakıncası yok. Bunu savunan herkes ille de gözü dönmüş bir yobazlığa kapılmış değil. Ama arkasında gerçek bir maneviyat değil, küreselleşmeye yönelik bir tepki olduğunda, bu köktencilik sık sık tarikatçılığa, şiddete ve dışlayıcılığa kayıyor. Ne kadar dışlayıcı olursanız, dış dünyayla bağlantınız o kadar zayıflıyor ve o kadar geriye düşüyorsunuz. Geriye düştükçe de dışlayıcılığınızı arttırarak içinize kapanma ve dışarıdaki dünyayı reddetme istediğiniz o kadar artıyor. (devam edecek)

  5. #21
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 14

    DİPTEN GELEN DALGA

    Küreselleşmenin vahşetinin, baskılarının ve güçlüklerinin ortaya çıkardığı ters tepkinin yanı sıra, küreselleşmenin nimetlerinden yararlanmayı talep eden insanların oluşturduğu bir dipten gelen dalga da olduğunu her zaman aklımızda tutmalıyız.

    Piyasa güçleri bütünüyle zıvanadan çıkarsa "insanlar sistemin aşırı çılgınlaştığını, alın teri ile daha iyi yaşam standartları arasındaki bağlantının koptuğunu, sancılı reformlara ve kemer sıkmaya ne kadar katlanırlarsa katlansınlar sistemden pay alamayacaklarını düşünmeye başlarsa" sistem tehlikede demektir. Ama daha o noktaya gelmedik. "şimdilik"

    Zengin ile yoksul arasındaki uçurum büyüse de, dünyanın pek çok yerinde yoksulların bastığı zemin istikrarlı bir şekilde yükselmiştir. Başka bir ifadeyle, nispi yoksulluk belki pek çok ülkede artmakta, ama mutlak yoksulluk pek çoğunda azalmaktadır.

    Küreselleşme, gücün gittikçe daha soyut, dokunmanın, etkilemenin hatta görmenin daha zor olduğu düzeylere yükselmesi sonucunda olağanüstü bir yabancılaşma yaratmakla birlikte, bunun tam tersini de yapabilir. Yerel düzeye ve bireylere daha önce hiç olmadığı kadar güç ve kaynak kazandırabilir.

    Küreselleşmeye karşı ters tepkinin neden henüz dünyanın hiçbir yerinde bu yeni sistemi kesintiye uğratacak kritik büyüklüğüne ulaşmadığını anlamamıza da yardımcı oluyor. (devam edecek)

  6. #22
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 15

    RASYONEL COŞKUNLUK

    Denizaşırı ülkelerde ve Wall Street’ten uzakta "kendi ülkeme dışarıdan bakarak" çok zaman geçirdiğim için, dünyanın öteki kesimlerinde Amerika’ya yönelik rasyonel coşkunluğa her zaman tanıklık ediyorum. Rasyonel coşkunluk şu mantık üzerine kuruludur: Günümüzün baskın uluslararası sistemi olarak küreselleşmeye bakarsak, bu sistemde zenginleşmek için şirketlerin ve ülkelerin sahip olması gereken özelliklere bakarsak, Amerika’nın bu sistemle bağlantılı olarak bütün büyük ülkelerden daha çok kaynağı ve daha az borcu olduğunu açıkça görürüz. İşte rasyonel coşkunluk dediğim şey bu. Küresel yatırımcılar sezgisel olarak biliyor ki pek çok Avrupa ve Asya ülkesi daha küreselleşmeye ayak uydurmaya çalışırken, bir kısmı da henüz başlangıç çizgisindeyken, Sam Amca çoktan ilk turu bitirmiştir ve son hızla koşmaktadır.

    Her şeyden önce Amerika ideal coğrafi konumu sayesinde dünyanın üç kilit pazarıyla (Asya, Avrupa, Kuzey-Güney Amerika) ilişki içindedir. Girişimci ruhu geliştiğinden yeni fikir ve buluşlara gerekli sermayeyi yatırmaktan çekinmez.

    Avrupa’nın yirmi beş yıl önceki en büyük yirmi beş şirketini alt alta yazar, sonra bugünkülerle karşılaştırırsanız, neredeyse birbirinin eşi iki liste görürsünüz. Halbuki Amerika’nın yirmi beş yıl önceki en büyük yirmi beş şirketinin listesini yapar ve bugünün en büyük yirmi beş Amerikan şirketiyle karşılaştırırsanız, şirketlerin büyük bölümü farklı olacaktır. İçinde bulunduğumuz çağda girişim sermayecileri çok önemli insanlardır, üstelik sadece bir para kaynağı olarak değil. Bunların en iyileri, yeni kurulmuş şirketlere gerçek bir uzmanlık sunarlar. Ellerinden çok sayıda şirket geçer, gelişmek için şirketlerin geçmesi gereken aşamaları bilirler ve bu aşamaları geçmenize yardım edebilirler. Buda çoğu zaman başlangıç sermayesi kadar önemlidir.

    ABD menkul kıymet piyasaları gizliliğe asla göz yummaz. Yanlış yönetimlerin ve yanlış kaynak kullanımının kolayca belirlenmesi ve cezalandırılması için, borsaya giren her şirket, gelir raporlarını ve düzenli olarak denetime sunulmuş mali tablolarını zamanında hazırlamak zorundadır.

    Başarısız olmak ayıp değildir, hatta daha önce bir başkasının parasıyla başarısız bir deneme yapmanız önemli bile olabilir. Silikon Vadisi’nde iflas, yenilik yaratmanın gerekli ve kaçınılmaz bir bedeli olarak görülür ve bu tutum risk almaları için insanları yüreklendirir.

    Ülkenizdeki işleri sadece kendi ülkenizin çıkarabildiği mühendislere mi teslim etmek istersiniz, yoksa dünyadaki bütün mühendislerin en iyi yüzde 10’undan yararlanmak mı istersiniz? Amerika bugün bu fırsata gerçekten sahip olan tek ülke. Japonya, İsviçre ve Almanya’ya gelince, bu ülkelerin kayda değer bir göçmenlik geleneği yok ve onlar için çok büyük dezavantaj olacak bu.

    Amerika fazladan birkaç avantaja sahip olduğu bu anı, hala bütün gerçekliğiyle ortada olan yükümlülükleriyle ilgilenmek için de kullanmalı: Suçla dolup taşan kentsel yoksul mahalleler, silah denetimindeki akıl almaz yetersizlik, açılan gelir uçurumları, küçük işadamlarından büyük şirketlere kadar herkese büyük zararlar verebilen tazminat kültürü, kaynak sıkıntısı çeken sosyal güvenlik sistemi, çok fazla insanı güçlerinin çok üzerinde harcama yapmaya ve bir ekonomik kriz halinde bütün finansal yapı için gerçek bir tehlike olabilecek bir borç yığını altına girmeye yönelten kredi kartı kültürü, seçim kampanyalarına ilişkin finansman yasalarının gevşekliği yüzünden giderek çürüyen ve sapkınlaşan politik sistem. Bu sorunlara eğilmek, küreselleşme çağında gerçekten işe yarayacaktır. (devam edecek)

  7. #23
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 16

    DEVRİMİN ADI ABD

    Gelişmekte olan ülke istasyonunda müşterilerin çoğu ya son model Mercedes ya da uyduruk bir motosiklet kullanır.

    Avrupalılar ve Japonlar, devletin insanlar ve piyasalar üzerinde yetkili olması gerektiğine inanır; Amerikalılar ise insanların yetkilendirilmesine ve kazanan ile kaybedenin ayıklanması için piyasaların olabildiğince serbest bırakılmasına inanma eğilimindedir.

    Küreselleşmeyi kaplana benzetiriz. Ama biz o kaplanın sırtında gitmeyi en iyi beceren halkız ve şimdi herkese kaplanın sırtına çıkmalarını ya da yolumuzdan çekilmelerini söylüyoruz. Bu kaplanı idare etmede bu kadar usta olmamızın nedeni, onu yavruyken alıp yetiştirmiş olmamız. Üç demokratikleşme büyük ölçüde Amerika’da beslenip büyütüldü. Altın deli gömleği büyük ölçüde Amerika’da dikildi. Elektronik sürünün başını Amerikalı Wall Street boğaları çekiyor ve pazarlarını serbest ticarete ve serbest yatırıma açma konusunda diğer ülkelere baskı yapan en güçlü unsur Sam Amca.

    Kimi insanlarda Amerikanlaşma - küreselleşme, yaşam standartlarını yükseltmenin her zamankinden daha çekici, güçlendirici, inanılmaz derecede ayartıcı bir yolu izlenimini uyandırıyor. Ama çok sayıda başka insanda, Amerika’ya karşı derin bir kıskançlık ve hınç yaratabiliyor . kıskançlık, çünkü Amerika bu kaplanı idare etmede çok daha usta görünüyor ve hınç, çünkü Amerikanlaşma . küreselleşme çoğu zaman ABD'nin bütün diğer ülkeleri hızlanmaları iletişim teknolojisine ayak uydurmaları, küçülmeleri, standartlaşmaları ve Amerika’nın kültürel nağmeleri eşliğinde sıra sıra Hızlı Dünya’ya doğru yürümeleri için kırbaçlaması gibi geliyor onlara.

    Amerika "küresel küstahlığın başkenti". Bu durum günümüzde Amerika’nın her ülkeyle ilişkisini biraz daha karmaşıklaştırıyor. Bugün bazı ülkeler sırf Amerika’nın gagasını bükmek için denemedik yol bırakmıyor; bazıları arkalarına yaslanıp "bedava yolcu" rolünün keyfini sürüyor. küresel şeriflik işini üstlenmeyi, Saddam Hüseyin’in ve başka haydutların karşısına çıkmanın bedelini ödemeyi Amerika’ya bırakıyor, ama boyuna Amerika’dan yakınmaktan da geri durmuyor; bazıları Amerikan hakimiyetine karşı öfkeyle tütüyor; bazıları da sessizce sisteme ayak uyduruyor.

    Ronald Steel’in bir zamanlar söylediği gibi, öfkeli adamlar Amerikanlaşma . küreselleşmeyi davetsiz bir misafir gibi görürler: Kapıdan kovunca camdan, camı kapayınca kablolu televizyondan, kabloyu kesince telefon hattıyla internetten, telefon hattını kesince uydudan...

    Öfkeli adamların, Amerikanlaşma . küreselleşmenin karşısına koyacak tutarlı bir ideolojisi yok. Sam Amca’dan yakınan, ama kafa tutamayan sünepe yöneticilerinin tersine, onlar bu çizgiyi aşarak tetiği çekmeye hazırlar.

    Amerikanlaşma - küreselleşme, bu insanlara Amerika’dan nefret etmeleri için çok daha büyük nedenler sunmakla kalmıyor; aynı zamanda onlara, bir birey olarak, tetiği çekmek için çok daha büyük güç kazandırıyor. Küreselleşme onları iki önemli biçimde süper-güçlendirilmiş bireyler haline getiriyor.

    Birincisi, dünyanın iletişim ağlarıyla kaplı olduğu "hepimizin çok daha fazla yerde çok daha uzun zaman birbirimizle bağlantı kurduğumuz" bir dünyada teröristler aynı anda çok sayıda insanı huzursuz edebiliyor.

    En büyük kaygım, ki bunu ne kadar vurgulasam azdır, bütün bu altyapının saldırılara çok açık olması . sadece bilgisayar korsanlarından değil, telefon santrallerine girebilen herkesten gelecek saldırılara. Askeri cephenin tersine bu dünyada saldırgan kişi telefon cephesinden çıktıktan sonra evine dönüp bir sandviç yiyebilir, sonra dönüp yeniden saldırıya geçebilir.

    Bugün Amerika’ya yönelik en gerçek ve ciddi tehlike Süper-güçlendirilmiş öfkeli adam. Evet, 20. yüzyılın sonunda Amerika'yı tehdit eden en büyük tehlike, başka bir süper güç değil, Bugün Amerika’nın karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, küreselleşme nedeniyle Amerika’dan her zamankinden çok nefret eden ve küreselleşme sayesinde kendi başına bir şey yapma olanağı her zamankinden fazla olan süper-güçlendirilmiş bireyler.

    Ama bugünün süper-güçlendirilmiş öfkeli insanı, küreselleşmenin sunduğu güçlerden yararlanarak bir süper güce bile saldırabilir. Uçsuz bucaksız Roma İmparatorluğu'nda her yolun Roma’ya çıktığı söylenirdi. Harika yolların tuhaf bir yanı da vardır, her iki yöne giderler. Vandallar ve Vizigotlar Roma’ya saldırmaya karar verdiklerinde bu yolları kullandılar. Aynı şey küreselleşmenin de başına gelebilir.

    Gerçekten öfkeli ve gerçekten tehlikeli süper-güçlendirilmiş öfkeli adamlar kendilerinin bir parçası olmadığı ve asla olmayacağı bir dünya-yönetimi sisteminin varlığını sezerler. Şiddet saçan bu süper-güçlendirilmiş öfkeli adamlar arasında Afganistan'daki Usame bin Ladin çetesi sayılabilir.

    Ağustos 1998'de Kenya ve Tanzanya'daki bombalama olaylarını finanse ederek 200’den çok insanın ölümüne neden olan Suudi milyoner Usame bin Ladin, kendisine ait Jihad Online (JOL) üzerinden uydu telefonlarıyla dünyanın her yerine düzenli olarak ulaşıyordu. FBI, onun CNN aracılığıyla dünya olaylarını nasıl izlediğini ve interneti kullanarak Bin Laden’in yer altı örgütünün başka üyeleriyle nasıl ilişki kurduğunu anlattığı ve kendisinden "Doğu Afrika hücresinin medya enformasyon görevlisi" olarak söz ettiği bir e-posta mesajı bulmuştu.

    Bin Ladin ana-babalarının yapamadığını becermek için özlemle fırsat kollayan öfkeli Üçüncü Dünya gençleri kuşağının mensubuydu. Bu gençler kendi toplumlarında yol açtığı bütün çalkantıların intikamını almak için hiddetlerini Batı’ya çevirmek ve bunu arkasındaki değerler yapısını reddetmekle birlikte Batı teknolojisini kullanarak yapmak peşindedir. Batı dünyasının teknolojik birikiminin kaymağını yeme, parasını Visa’ya ödeme, ama yine de kapalı pencereler ardında çarşafla oturarak köktenci bir yaşam tarzını sürdürme fikrine bayılırlar.

    Remzi Yusuf süper-güçlendirilmiş öfkeli adamın en halis örneğidir. Şöyle bir düşünün. Yusuf'un programı neydi? İdeolojisi neydi? Şaka değil, Amerika’nın en yüksek iki binasını havaya uçurmaya çalışmıştı. İstediği Brooklyn'de bir İslam devleti kurmak mıydı? New Jersey'de bir Filistin devleti kurmak mıydı? Hayır. Tek istediği Amerika’nın en yüksek iki binasını havaya uçurmaktı. Manhattan'daki Federal Bölge Mahkemesi'ne, amacının Dünya Ticaret Merkezi binalarından birinin diğeri üzerine yıkılarak 25.000 sivili öldürmesine yol açacak bir patlama yaratmak olduğunu söylemişti. Remzi Yusuf'un mesajı, kadiri mutlak Amerika’dan kendi toplumuna yönelen mesajı yırtıp atmak dışında bir mesajının olmayışıydı. Bir tarihte The Economist şöyle bir saptama yapmıştı: "Teröristler, çok sayıda insanın ölmesiyle değil, çok sayıda insanın onları görmesiyle ilgilenirler".

    Eskiden Amerika’ya saldırmadan önce kendi hükümetlerini yıkmak ve kendi devletlerini ele geçirmek zorunda olduklarını düşünmeleriydi. Oysa şimdi bireyler olarak bunu doğrudan kendi başlarına yapıyorlar. Küreselleşme tek tek kişiler olarak ABD’ye saldırmalarını mümkün kılmakla kalmıyor, onları bu yönde motive etmekle kalmıyor, aynı zamanda gerekli mantığı da veriyor. Bu mantık, kendi devletlerinin artık gerçek iktidar yapısını temsil etmediğidir. Asıl önem taşıyan iktidar yapısı küreseldir. Bu yapı Amerikan süper gücünün ve süper piyasaların elindedir; diğer hükümetlere ne yapacaklarını söyleyenler onlardır. Bu yüzden, gerçek iktidar yapısını yıkmak istiyorsanız, hedefiniz Pakistan ya da Mısır hükümeti değil, süper güç ve süper piyasalar olmalıdır.

    Hayale kapılmamak gerek. Süper-güçlendirilmiş öfkeli adamlar gerçektir ve bugün ABD’ye yeni sistemin istikrarına yönelik en ciddi tehlikeyi temsil ediyorlar. Remzi Yusuf günün birinde bir süper güç olabileceğinden değil. Hayır, hayır. Bugünün dünyasında birer Remzi Yusuf olabilecek çok fazla insan olduğu için. (devam edecek)

  8. #24
    Duhul
    Feb 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    54
    Gönderi
    901

    Esas

    BÖLÜM 17


    BİR İNSANLA KONUŞMAK İSTİYORSANIZ
    1’E BASIN



    Bugün küreselleşmeye yönelik en büyük tehdit küreselleşmedir. Sistem kendi sonunun tohumlarını içinde barındırabilir. Aşağıda, küreselleşme sisteminin düpedüz dizginlerinden boşanmasına ya da çok sayıda büyük ülkedeki büyük çoğunlukların kendilerini yenik hissetmelerine yol açacak kadar baskıcı hale gelerek bütün sistemin dengesini tehlikeye atmalarına yol açabilecek beş neden sıralamak istiyorum.

    Fazla Zorlayıcı
    Günümüzün küreselleşme sisteminin başlangıç tarihi olarak Berlin Duvarı’nın yıkılışını alırsak, sistemin ikinci onyılına girmek üzere olduğunu söyleyebiliriz. Küreselleşme sisteminin bu ilk onyılı içinde gördüklerimiz, bazı küçük ülkelerin bu geçişi başaramamasından dolayı yaşanan şeylerdir. Ama bu ülkeler, sistemin onları bir güvenlik duvarıyla çevirmesine elverecek kadar küçük ve güçsüzdür.

    Ne var ki, ikinci onyıla girerken, önümüze çok daha ciddi sorun çıkıyor. Ya çok büyük devletlerin bir bölümü bu geçişte başarısız olursa?

    Size küçük bir sır vereyim: Japon ekonomisi her zaman kapitalist olmaktan ziyade komünist bir ekonomi olmuştur. The Wall Street Journal’ın teknoloji yazarı Walt Mossberg, "Japonya dünyanın en başarılı komünist ülkesiydi" derdi sık sık. Aslında Japonya, komünizmin gerçekten işlediği tek ülkeydi. Japonya’nın, halkı ve şirketleri tüketiminden alıkoyarak tasarrufa ve yatırıma yönelten zorunlu bir tasarruf programı vardı. Sovyet komünizmi Japonya’dakinin yarısı kadar başarılı olsaydı, Moskova asla Soğuk Savaşı kaybetmezdi.

    Elbette bu biraz da işin şakası. Japon ekonomisinin bir serbest piyasa boyutu da vardı. Bugün Japon ekonomisinin üçte biri Sony, Mitsubishi, Canon ve Lexus gibi teknolojinin en ileri noktasını temsil eden, küresel rekabet gücüne sahip marka zincirlerinden oluşuyor. Bunlar dünyanın en iyi şirketleri arasında yer alıyor ve Japonya’ya olağanüstü bir birikim sağladılar. Bu birikim Japon ekonomisinin diğer üçte ikisini kurtardı. Japonya’nın tek partili devletinin diktiği korumacı bariyerler sayesinde senelerce ayakta kalan, hantal, kireçlenmiş, dinozor firmaların oluşturduğu komünist parçasını. Japonya Soğuk Savaş süresince o kadar büyük bir tasarruf dağı oluşturmuştu ki, küreselleşmenin ilk onyılını batmadan aşabildi.

    Japonya eğer kalıcı bir durgunluktan kaçınmak istiyorsa, eninde sonunda Japon ekonomisinin komünist parçasının özelleştirilmesi gerecektir, tıpkı Çin’de Rusya’da olduğu gibi. Verimsiz çalışan şirket ve bankaların çekilip vurulması ve onların ölü sermayesinin daha verimli şirketlere aktarılması gerekecektir.

    Bugün hala Çin ekonomisinin yaklaşık yüzde 40’ını verimsiz çalışan ya da iflas etmiş olan devlete ait sanayi kuruluşları ve bankalar oluşturuyor. Çin’in bu şirketlerde çalışan milyonlarca Çinliyi düze çıkarmasının tek yolu, bunları özelleştirmek, zayıf olanları kapatıp birleştirmek ve sermayeyi verimli ve kârlı çalışan şirketlere yönlendirmektir. Ve Çin’in bunu çok büyük bir işsizlik yaratmadan yapabilmesinin tek yolu da ülkeye çok büyük dış sermaye girişi sağlamaktır.

    Doğru, Çin belirli fabrikalarına büyük miktarda doğrudan yabancı sermaye çekmeyi başarmıştır, ama para birimi tam konvertibl değildir ve yabancıların özgürce oynayabileceği bir hisse senedi ya da tahvil piyasası yoktur. Ayrıca Çin’de ahbap çavuş kapitalizmi aşırı boyutlardadır ve bu da pek çok yabancı yatırımcı için itici bir unsur olmaya başlamıştır. Üstelik Çin’deki Komünist Parti, esas itibariyle, partiye para akışı sağlamak ve kendini sağlama almak için bir dizi ticari faaliyet ve arpalık yürütmektedir. Çin’deki bu büyük ölçekli resmi yolsuzluğun tek bir örneği, Kasım 1998’de Çin devletinin tahıl alımları üzerine hazırlanan bir raporla ortaya çıkarılmıştır. 1992’den beri çiftçilerden tahıl almak için ayrılan 65 milyar doların 25 milyarı, yani hemen hemen yüzde 40’ı .kaybolmuştur.. Devlet yetkilileri tarafından lüks konutlara, future alım satımına, otomobillere ve cep telefonlarına yatırıldığını göstermiştir. Çin gerçekten hukukun üstünlüğüne dayalı bir yazılım oluşturmak zorundadır.

    Küreselleşme sisteminde ABD’yi en çok tehdit eden sorunlar karaborsa nükleer savaş başlığı satışları, stratejik nükleer füzeler, çevresel bozulma, Irak ve Kuzey Kore’deki gibi haydutlar ve finansal virüslerdir. Makul bir dengeye kavuşmuş ve demokratikleşme yoluna girmiş bir Rusya’nın işbirliği olmadan, Amerika bu sorunların hiçbirine etkili çözümler getiremez.

    Daha önce şirketler ile ülkeler arasında bir benzerlik kurmuştum ve bu benzerlik gerçekten büyük ölçüde geçerli. Ancak, ülkelerin şirketlere hiç benzemeyen bir yanı da var. Ülkeler büyür, başarısız olur, batarlar . ama nadiren kaybolurlar. Bunun yerine, başarısız olmuş ülkeler olarak varlıklarını sürdürürler.

    Sırbistan, Arnavutluk ve Cezayir bayrak açarsa sonuçları tatsız olabilir, ama sistemin bütününü tehdit etmez. Asıl bilemediğimiz, Rusya, Japonya ve Çin gibi büyük ülkelerin küreselleşmede başarısız olması, ama eski sistemden kalma askeri güçlerini koruması halinde neler olacağıdır. Mikroçip üretemeyen uluslar kargaşa mı üretecek?

    Fazla Bağlantılı
    Küreselleşmeyi bizzat küreselleşmenin tehlikeye düşürmesinin bir başka yolu da sistemin çok etkili işlemesi ve dünyayı birbirine fazla yaklaştırması durumunda, küçük grupların "yatırımcıların ya da süper-güçlendirilmiş öfkeli adamların" aşırılıklarıyla bütün yapıyı tehdit etme olasılığıdır.

    Fazla Rahatsız Edici
    Bugün nasıl ülkelerin ve şirketlerin saklanabileceği bir yer kalmadıysa, giderek bireyler de saklanacak yer bulamaz hale geliyor. Ettiğiniz her telefon, kestiğiniz her fatura, satın aldığınız her reçeteli ilaç, kiraladığınız her video, yaptığınız her uçak yolculuğu ve kullandığınız her bankamatik, elektronik sürüye ait bir bilgisayarın bir köşesinde saklanır ve ne zaman geri gelip yakanıza yapışacağını asla bilemezsiniz.

    Çok Sayıda İnsan İçin Fazla Adaletsiz
    Ya ABD ve Batı Avrupa aynı anda bir gerileme sürecine girer ve Japonya ekonomik durgunluktan çıkamaz, kendini toparlayamazsa? Bu durumda elektronik sürü çok zayıf düşebilir ve doğru yolda gittikleri "ekonomilerini yeniledikleri ve altın deli gömleğini giydikleri" için Meksika, Brezilya ya da Kore gibi ülkeleri ödüllendirmeye gücü yetmeyebilir. Amerika ve Batı Avrupa, sistemi yeniden hayata döndürmek için gelişmekte olan ülkelerin bütün ihracatını emmek yerine, kendi daralan işgücü piyasalarını korumak için ithalata karşı yeni koruma duvarları dikme isteğine kapılabilir.

    Fazla Ruhsuzlaştırıcı
    Kurumlara telefon ettiğinizde hemen her zaman karşınıza insan değil, bant çıkıyor ve sizin bir dizi tuşlama yapmanızı istiyor. Oysa insanlar canlı insanlarla muhatap olmayı tercih eder genellikle. Bazı kurumlara telefon ettiğinizde ise şu yeni seçenekle karşılaşırsınız: "Bir insanla konuşmak istiyorsanız, lütfen 1.e basın". Ben her zaman 1 tuşuna basarım. Her zaman 1'e basma seçeneğine sahip olmak, her zaman bir operatörle konuşma şansına sahip olmak, küreselleşmenin başarısı için elzemdir. Çünkü bu düzeyde, bu sistemin makineler değil, insanlar için kurulduğunu hissetmek zorundayız; yoksa durum derin bir yabancılaşmaya yol açabilir.

    Küreselleşmenin güçlendirici ve insanlaştırıcı yanları ile güçsüzleştirici ve insanlıktan uzaklaştırıcı yanları arasında bir denge kurmayı öğrenip öğrenemeyeceğimiz, bu sistemin geri döndürülebilir olup olmadığını, insanlık tarihindeki geçici bir aşama mı, yoksa esaslı bir devrim mi olduğunu belirleyen şey olacak. (devam edecek)

Sayfa 3/5 İlkİlk 12345 SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •